Menü Kapat

100 Yıllık Bir Kürek Yarışının Hikayesi

100 Yıllık Bir Kürek Yarışının Hikayesi

Fenerbahçe’yi pek sevmediğini her fırsatta belli eden ama yazarlığına edecek kelime olmayan Şeyh-ül Muharririn Burhan Felek, 1985 tarihli “Geçmiş Zaman Olur ki…” kitabında, tadına doyulmaz üslubuyla, kurucusu olduğu Anadolu Kulübü ile Fenerbahçe Kulübü arasında yapılan 100 yıllık bir kürek yarışının hikayesi ile karşımızda. Keyifle okumanız dileğiyle…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


100 Yıllık Bir Kürek Yarışının Hikayesi

Bir avuç Üsküdarlı genç, Meşrutiyetten bir yıl önce Anadolu Kulübü’nü kurmuştuk. Rengi düz yeşik, markası göğüs solunda kalın beyaz bir dairenin tam içinde beş köşeli bir yıldı. O zaman yalnız futbol oynardık. Gün geçti, Meşrutiyet ilan edildi. Bizim kulübün adı, sanı, azası vardı ama ne yeri, ne yurdu, ne nizamnamesi!

Bir gece kulüp azası olan arkadaşları bizim İhsaniye’deki evden çıkarken polis yakaladı, karakola götürdü. Futbol için toplandığımız anlaşıldı, ama kulübün Cemiyetler Kanunu’na göre tescil ettirilmediği meydana çıktı. Ondan sonra Anadolu Kulübü’nü  1908’de resmen tescil ettirdik ve bir de merkez gösterdik.  Kulüp bir müddet sonra gelişmeye başladı. İçimizde Salacaklı, İhsaniyeli, yani yalı çocukları çok olduğundan yüzme ve tekne sporuna meylettik. Tekne sporu pahalı spordu. Şimdiki gibi devlet yardımı da yapılmazdı. Onun için yelken yarışı hemen hemen hiç yapılmaz, nadiren kürek yarışı yapılırdı. İşte benim anlatacağım yarış bu kürek yarışlarından biridir.

O zaman bize rakip yalnız Fenerbahçe Kulübü vardı. Galatasaray’ın bu anlatacağım yarışa girdiğini hatırlamıyorum. Bizim gireceğimiz yarış üç çifte futa yarışı idi. Sandalın uzun, narin ve sivrisine futa denirdi…

Eskiden İstanbul halkı sandal tutup denizde gezerdi. Bu futalar, sandalın kibarı ve zarifi idi. Ama yarış futaları ayrı cinsti. Onların gerek yapıları, gerek resimleri, çizgileri, su ile olan temas satıhları adi futalardan ayrı olurdu.

Yarışa Gidiyoruz.

Bizim yarışa sokacağımız futa eski konak yalı kalıntılarındandı. Sert ve renkli bir yabancı ağaçtan yapılmıştı. Yalı baskısı dediğimiz şekilde dış kaplaması bindirme tarzında ve maun renkteydi. Sağlam, denizci bir tekne idi. Lakin hem ağır, hem geniş yani su çekeri fazla idi.

Fenerbahçe’nin teknesi ise yarış için yapılmış, narin, hafif, ince uzun, sus tutmayan bir güzel futa…

Yarışı kim tertip etti, nasıl oldu, bunları sormayın. O zamanın spor mecmualarında herhalde resimleriyle vardır.

Biz bu yarışa girerken teknemizin ağır olduğunu biliyorduk. Ancak bizim elimizde iki koz vardı.

Birisi kürekçilerimiz çok kuvvetli idi. Biri Ayı Ömer dediğimiz Kilyos’tan Salacak’a kadar kürek çeken bir arkadaşımız. Üsküdar İdadisi’ni beraber bitirmiştik. İkincisi, galiba Atıf isminde 90 kiloluk, futbol beki bir çocuk, üçüncüyü hatırlamıyorum. Dümende bizim mahalleli Rıza. Bu Rıza sonradan Polis Mektebi Beden Terbiyesi Muallimi olarak başkomiserlikten emekli olan Rıza Süeri’dir. Türkiye spor teşkilatının bütün denizle alakalı yarışlarında ve tertiplerinde hizmet etmiş bir kimseydi. Sporumuza büyük hizmeti olmuştur.

İkinci kozumuz; yarış Heybeli ile Büyükada arasındaki kanalda yapılacaktı. Bu kanal yaz aylarında poyraz tutan rüzgarlı bir yerdi. Deniz daima dalgalı olurdu. Her yarış teknesi böyle denizlere dayanamazdı. Hatta su bastırıp batmaları bile mümkündü. Biz Fenerbahçe teknesinin bizimkine nazaran çok daha sür’atli, bizimkinin de hantal olduğunu bile bile bu yarışa şu anlattığım sebeplerle girmiştik. Bizimki denize dayanacaktı.

Teknelerimiz Salacak’ta dururdu. Arkadaşlarımız içinde Ramiz Bey adındaki bir tekne mütehassısının nezaretinde bakılır, tamir edilirdi. Tekneyi yarıştan bir gün evvel Heybeli’ye kürekle götürdük. Başka bir beş çiftemizle de diğer arkadaşları götürdük. Gece tekneyi denizde bırakamazdık. Esasen yarış tekneleri hiçbir zaman daimi olarak suda kalmazdı ve kalmamalıydı. Sonra tekneler de yarış yerine denizden veya karadan nakledilmeliydi. Açık denizde 10-12 millik mesafeye kürekle çekerek götürmek tekneyi hırpalardı; ama o zamanlar herkes teknesini kendi götürürdü. Bizimkinin de denizden hırpalanacağı aklımızdan bile geçmiyordu…

Fenerbahçe ise karşıdan karşıya belki de başka bir tekneye çektirerek futasını götürmüştü.

Yarış Tekneleri Diye Ayrı Bir Sınıf Yoktu

O devirlerde Türkiye’de futa yarışı nadir olurdu. Kürek yarışları ise klasik tekneler arasında yapılırdı. Mesela bir çifte, iki çifte, sandal -iskele sandalı- alamana kayıkları, daha eskiden piyade kayıkları arasında olurdu. Bugünkü gibi yarış tekneleri diye ayrı bir sınıf yoktu.

Her şeyden evvel bizim içimizde bir korku vardı. Öteden beri Türkiye’de esnaf tekneleri arasında yapılan yarışlarda teknenin altına sepet, küfe eskisi gibi bir şeyi gizlice mıhlayıp teknenin yolunu kesmek, yahut dümen kısmını sakatlamak gibi şeyler olurmuş.

Biz Heybeli’ye gittiğimiz zaman öğleyi geçmişti. Yirmi kişi kadar vardık. Hemen bizim yarış teknesini şöyle mahfuz bir yerde karaya çektik. Biz de etrafında toplandık. Tekne temizlendi. Silindi, süpürüldü, ıskarmozlar kontrol edildi ve ertesi gün son tuvaleti yapılmak üzere bırakıldı.

Gece ikişer kişi nöbet tuttuk.

Bakınız, o zaman ne kadar şüpheci imişiz. Nöbet tutmayanlar da gece deniz kenarının ayazından pek iyi uyuyamadılar. Ben de bunlardan biriydim. Sabah güneşinde kemiklerimiz ısınır ısınmaz, hemen tekneyi çevirip suda yağladık ki altı suda kaysın diye. Bilmem gene böyle şeyler yapılıyor mu?..

Ama şimdi tekneler o kadar hafif ki, kaç kürekli ise o kadar kimse başlarının üstüne kaldırıp elde taşıyorlar. Yarış saati geldi çattı. Tertibatı Ada Mektebi dediğimiz Bahriye Mektebi almıştı.

Biz Heybeli’nin o ıssız yerinde, ne yedik, ne içtik hiç hatırlamıyorum. Yalnız çocukları tekneye bindirip selametledik. Ve yarış yerine gönderdik.

Bizim tekne belki Fenerbahçe’nin teknesi kadar uzun değildi ama, gene de ondan daha heybetli idi. Üstelik bordası daha yüksek, baş tarafı da dalgalara göğüs gerecek kadar dik idi. Yarış başladı.

Vay anam vay, bizimkiler daha on hamle almadan öne geçtiler. Nasıl gidiyorlar, dehşet bir şey. Yaşlı tekne hızlı giderken torpide gibi bir şey oluyor. Ben şöyle baktım, biliyorsunuz, bu yarışlarda dümenci de kürekçilerin hareketine paralel olarak öne arkaya kürek hamlelerine uygun ve ritmik olarak sallanır ve onları teşvik eder.

Dümendeki merhum Rıza’nın sallanma ritmine baktım, Fener’inkine baktım, bizimki daha çabuk, Fenerliler ise daha geniş ve daha seyrek eğiliyorlar. Ne var ki, öne geçmiş bulunuyoruz. Biz yarışı sahilden takip etmekteyiz. Gördüğümüz kadarıyla bizim çocukların hamlaları iyi gidiyordu. Fakat mesafenin yarısına doğru Fener’in teknesi bize yaklaşıyordu, derken başa baş, derken bizi geçti. Bizim çocukların hareketlerinde bir ağırlama yok. Ama bizim tekne yürümüyor. Fenerliler bizi geçtiler, az sonra bizim teknenin hamlacıları denize atladılar. Galiba yalnız dümende Rıza kaldı. Ve yarışı tek başına Fenerbahçe’nin teknesi kazandı. Bizimkini de bir motor çekerek sahile getirdi.

Ne olmuştu da bizim zırhlı gibi tekneyi mürettebat terketmişti?

İşi anladık ve dersimizi aldık, ama geç ve pahalı bir ders oldu.

Hadise şu:

Fenerbahçe’nin hamlacıları kimlerdi hatırlamıyorum. Belki rahmetli Galip birinci kürekte idi. Ama iyi biliyorum ki dümende uzun zaman Fener’in deniz kaptanlığını yapmış olan Ziya Kaptan vardı. Bu zat tekne yarışlarında tecrübe sahibi idi.

O zamanki kürek yarışları bugün dünyada tatbik edilen şekilde yapılmaz, denizde ve dalgalı sularda yapılırdı. Halbuki kürek yarışı sakin göl ve nehirlerde, hatta bu iş için kazılmış hususi uzun kanallarda yapılır. Bizim yarıştığımız Heybeli-Büyükada arası ise oranın en çırpıntılı ve denizi kabarık yeri idi.

Bizim tekne hızla giderken baştan gelen dalgalardan içeri su almaya başlamış, buna çocuklar bir müddet aldırış etmemişler, ama su doldukça dolmuş, doldukça dolmuş. Artık oturak tahtaları hizasına yaklaşırken, zaten tekne de iyice sür’atini kaybetmiş, Rıza merhum “sefineyi terk” emrini vermiş, çocuklar da atlamışlar denize. O da işin caka tarafı. Orta yerde batmadan evvel, mürettebat denize atlayıp yüzerek karaya çıkmışlardı. Burada bizim hatamız, dalgaları hep baştan almak olmuştu. Fener’in serdümeni Ziya Kaptan ise, dalga geldikçe tekneyi yana çekerek dalgaları baştan yememiş, gerçi biraz yol kaybetmiş ama, teknesini bizimkinin akıbetinden, yani batmaktan kurtarmıştı.

Bizim futayı Heybeli’ye çektik. Yüzü koyun kapadık. Üstüne birkaç çam dalı koyup kulübe döndük. Bir hafta orada kaldı. Böyle bir acı mağlubiyetten sonra batık tekneyi çekerek kulübe getirmeyi kimse istemedi. Neden sonra, aldık teknemizi getirdik, ama ıslak tekne, güneşte kalmış, bütün kaplamaları açılmıştı. Tamir etmeye kalktık, ağacını bulamadık. Bütün kaplamayı değiştirmeye de değmedi. Birine yok pahasına sattık, ondan sonra biz kürek yarışına girmedik.

Burhan Felek (Geçmiş Zaman Olur ki…) / 100 Yıllık Bir Kürek Yarışının Hikayesi

Bir Cevap Yazın