Menü Kapat

Babadan Oğula 1968 Manchester City Maçı

TRT Arşiv YouTube kanalından…

1968 yılı Fenerbahçeliler için çok mutlu geçmişti. Ignace Molnar yönetiminde kupa üstüne kupa alınıyor, sevinçler üst üste geliyordu. Barış Kenaroğlu, “ACAB”lı bir sözlü tarih denemesi yapıyor ve babadan oğula anlatılan 1968 Manchester City maçı ile bizi o günlere götürüyor.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Sene 1968!

Hayatımda tanıdığım en iyi Fenerli ile konusu Fenerbahçe olan sohbetimizde saatlerce konuştuk. Olabildiğince hızlı not tutmaya çalıştım sohbet boyunca. Şevkle anlatışını kesmek, yıllara göre kadroları sayarken yaşadığı mutluluğu bölmek istemedim. Anlattıklarını günün birinde yazacağımı, bunun bir sözlü tarih çalışması olduğunu söylediğimde güldü önce. Sonra ekledi: “Maksat Fener’e bi’ şey olmasın” Bugün bu satırlarda babamın “Unutamadığım maç”ının hikayesini aktararak, ona olan Fenerbahçelilik borcumu bir nebze de olsa ödemeye çalıştım. Tamamını ödemenin mümkün olamayacağını bilerek. Tarih : 2 Ekim 1968. Rakip : Manchester City.

“67-68 Sezonunda fırtına gibi esmiş takım. 2 mağlubiyet almışız sadece, Şampiyon olmuşuz. O zamanlar ben de “Küçükyalı Örnekspor”da kaleciyim, yaş 15. Fener maçına gitmek en çok beklediğim şey hayatta. Uykularım kaçardı bir gece önceden, o derece. Şampiyon takım o sene Avrupa kupasında İngiliz şampiyonu City ile eşleşmiş. İngiltere de 66’da ilk kez Dünya Kupası’nı almış, en iyi dönemlerini yaşıyorlar anlayacağın. Eylül’ün ortasında ilk maça çıkmadan kimsede umut yok tabi. İngilizler de işi orada bitirme peşinde. Maç başladı, akın üstüne akın yaptılar.

Dev Bir Kaleci

Bizim kaleci Yavuz, ah Yavuz. Beş yıldızlı oynadı o akşam, bizim müdafaa da öyle. Neyse maç 0-0 bitti, iş buraya kaldı. Gün sayıyorum, maça gideceğim. Akşamı sabaha, sabahı akşama ekledim. Çarşamba günüdür o maç. Okula gider gibi çıktım evden. Bizim mahalleden çocuklarla buluştuk, önce minibüse binildi. Doğru Kadıköy’e. Maç Mithatpaşa Stadı’nda. Motorla Dolmabahçe’ye geçilecek. Baktık “Taşkent” yolcu alıyor. Taşkent en hızlı motoru o zamanların. Maçlara giderken ona denk geldik mi bizden mutlusu yoktu. O gün de Şanslıyız, 20 dakikada geçeceğiz karşıya.

Önce bilet kuyruğu tabi, kaç para verdim hatırlamıyorum. Mahşeri bir kalabalık var. Maç akşam 8’de. Kale arkasına aldık biletleri. İtiş kakış girdik içeri. Eskişehir’in amigosu Birol gelmiş maça, tribünleri coşturuyor elinde Türk bayrağı. 50 bine yakın insan var, normalde o stad o kadar adamı almaz. Velhasıl ışıklar yandı, takımlar sahaya çıktı. Fenerin 11’i: Yavuz, Şükrü, Levent, Nunweiller, Ercan, Yılmaz, Ogün, Ziya, Nedim, Fuat, Can. “Ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa” o zamanların meşhur tezahüratı, stad inliyor “Fenerbahçe” diye. Maça biz hızlı başladık. Can aktı gitti, verdi Ogün’e, vurdu gol oldu. Sıçradık havaya ama bayrak kalktı, ofsayt verdi Avusturyalı hakem. Birkaç dakika sonra Ercan’ın kafa pası kısa düştü, araya girip attı İngilizler. Devre bitti öyle. Takım da fena oynamıyor ama neticede moraller bozuk.

İkinci devre. Takım benim olduğum kale arkasına doğru hücum edecek. Abdullah, Fuat’ın yerine girdi. Abdullah Çevrim. Gaga Abdullah. Daha ilk dakika. Ogün bir kaldırdı topu, karambolde Abdullah vurdu. 1-1 oldu. Heyecan dorukta. Golden sonra bastırmaya başladık. Sağlı sollu atak yapıyoruz. Ogün bir tane daha attı, ona da ofsayt verdiler. Yükleniyor takım, dakika 80’de Can’ın ortası, Ogün vurdu, bu defa gol. 2-1. Can ne top oynadı o gün bilsen. Bizim zamanımızın Can Bartu’sunu bugün “futbolseverim” diyen herkesin izlemesi lazımdı. Maç bitti. Rüyada gibiyiz. Alkışlar, “Fener” sesleri.

Macera Şimdi Başlıyor

Maçın bitişiyle benim macera başladı. Söylemiştim Amigo Orhan maçta. Maç bitince sahaya girdi Orhan, tribünleri dolaşıyor pistte. Maç biteli de yarım saati geçmiş, sahanın içi ana baba günü hala. Neyse Orhan benim olduğum kale arkasının önündeyken polisler buna müdahale ettiler. Sert bir şey değildi ama “yeter artık çık sahadan” gibisinden. Benim de kanıma dokundu o anda. Fener galip gelmiş, yer yerinden oynuyor. Bırakın işte adamı, değil mi? Bastım küfürü polislere. Sahada polislerin duyma ihtimalleri yok. Meğersem benim arkamda 3 polis duruyormuş. Bunlar benim üstüme çöktüler. Bizim çocuklar da ellerinden alacak durumda değiller, hepimiz 15 yaşındayız. Kale arkasının altındaki tuvalete götürdüler beni. Bir-iki tokattan sonra ben düştüm yere. Tuvalet neticede leş gibi yer. Kafamı kollarımın arasına alıp, bacaklarımı karnıma çektim, dayanmaya çalışıyorum tekmelere. Beni 10 dakika dövdüler orada. Bayıldım bayılacağım.

Birden davudi bir ses duyuldu. Göbekli 50 yaşlarında bir komser gördüm. Ölmüştür şimdi, rahmet olsun. “Ne yapıyorsunuz lan gencecik adama” diye daldı aralarına, dağıttı bunları. Beni kaldırdı yerden, adımı sanımı sordu. Baktı bilincim yerinde, “Hadi bakalım doğru evine” diye yolladı beni tuvaletten. Bizim çocuklar orada. İki büklüm çıktım staddan onların kollarında. Küçükyalı’ya döndük birlikte, geldiğimiz gibi. Evde azar işittik tabi. Sonra soyundum dökündüm, kendimi attım yatağa. “Sabah olsa da gazeteleri alıp okusam” diye hayal ederek uyumuşum”

Babamın gerek skoru ve gerekse sonunda yediği dayak dolayısıyla unutamadığı maç, Fenerbahçe’nin o güne kadar Türk futbol tarihinde aldığı en önemli galibiyetlerinden biriydi. Milliyet’de maç yazısı  yazan “Sarı Kanarya” Cihat Arman’ın cümleleriyle, emaneti torunlara teslim etmek üzere satırlarımı sonlandırıyorum. “Fenerbahçe, tarihinin yaprakları arasına 24 ayar altın bir sayfa ekledi. Bu sayfa dünya durdukça babadan oğula, oğuldan toruna emanet edilecek ve altın yaldızlı çerçeve içindeki altın sayfa kalplerin en güzel köşesini süsleyecek.”

Barış Kenaroğlu / Babadan Oğula 1968 Manchester City Maçı

Bir Cevap Yazın