Alican Küçükcan kalemini yine müthiş bir tarihî anekdota doğru sürüyor. Taksim Stadı’nda dev bir köpekbalığı, Küçük Franco ve Canavar Burhan. Keyifle okuyacaksınız.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Dev Köpekbalığı
Marmara’da balıkçılar saatler süren uğraştan sonra, dev bir köpekbalığı yakalamayı başardılar”
Gazetedeki haber böyle. İyi güzel de bu camgözü, artık ne isim vermişlerse şu yaratığa, bilmiyorum, İstanbul’da resmi futbol maçlarının yapıldığı iki stattan birinde sergilemek de neyin nesi, hem de 5 kuruşa.
Niye şaşırıyorum! İstanbul’da temâşâsı yüksek gösterilerin değişmez adresi bir dönem hep Taksim Stadı olmamış mıdır.Bilmez miyiz klasik müzik konserinden, itfaiyecilerin yangın söndürme provalarına, ağır siklet güreşlerden bisiklet pursüitlerine kadar envai etkinliğin burada yapıldığını. Neyse, soğuk bir 1929 İstanbulunda, fotoğrafçı ilginç bir kare yakalamış, ‘lafı’ fazla uzatmadan, onu deşeliyelim; buyrun:
Serginin küratörü resmin sağında dev balığa en yakın duran fötrlü olmalı. Sunumun eksiksiz olması için çalıştığını biliyor ve o edayla bakmış fotoğrafçıya. Sergi sorumlusu, köpekbalığının ağzının büyüklüğünü anlatmak, kendinden daha küçük bir deniz canlısını yutmadan evvelki o anın ürkütücü görüntüsünü vurgulamak istercesine camgözün çenesini yerden destekli bir kalasla iyice açmış. Dev balığın gövdesinin ön bölümünün kotu, kırık dökük bir ahşap sandalyeden omuz alan latayla yükseltilince ‘bana fazla yaklaşmayın, her an bir kaza çıkartabilirim’ ürpertisi yaratmış seyirciler arasında. Bakın izleyenlere, hepsi adeta mum gibi.
Koş Vatandaş Koş
Yerden otuz santim yüksekteki platformun üzeri ıslak. Camgöz kokmasın diye bize yakın duran yağ tenekesinden bozma kovalarla canavarı sık sık ıslatan kişi, seyircilerin önünde çömelen genç arkadaşın ta kendisi. Henüz plastik bidonlardan bîhaber olunduğu için, Rus malı, üzeri orak/çekiçli gaz tenekeleri kullanılırdı suyun lojistiğinde. Bu tanekelerin deve resimli olanları da vardı ki onların menşei de Arabistan olurdu. Bu genç boş boş çömeleceğine, yatıp kalkıp köpekbalığının yazın yakalanmadığına dua etsin. Sıcağın altında dev balığın gövdesini nemli tutmaya çalışmaktan, oturmaya vakit bulabilir miydi acaba!
Soldaki şapkalı da sergi alanının güvenlik görevlisi muhtemelen.
Bu eski kışla avlusu sportif müsabakanın her türlüsünü gördüğü gibi, işte böyle ilginç gösterilere de ev sahipliği yapardı. Binanın dış kapısındaki dev panoda, içerdeki gösterinin duyurusu ve ücreti dev puntolarla yazardı. Bütün bu atraksiyonlar 1922-1941 arasında oldu. Sonra Taksim Gezi Parkı yapılırken kışla parça parça yıkıldı. Yıkıcıların balyozları altında kalan kışla duvarlarından ve reklam panosundan geriye, 1929 tarihli işte bu ilginç slogan kaldı:
“Koş vatandaş koş, canavarı ayağınıza getirdik.”
Canavar Burhan
Bu gösterinin yapıldığı günlerde, bir bebek dünyaya gözlerini açtı. O minik yavru bu statta hiç top oynamadı. Bu devasa yaratığa da tarihin tozlu sayfalarında rastlamışsa ne âlâ! Ama hayata 1929 yılında merhaba diyen bu bebek, yıllar sonra hücum gücüyle büyüyecek ve rakiplerini futboluyla korkutan bir canavara dönüşecekti. Bu forvetin adı Burhan’dı, üzerine zimmetli lakabıyla söylersek “Canavar Burhan”
Burhan Sargın Fenerbahçe forması içinde 100 gol barajını parçalayan bir hücum silahıydı. Türkiye’nin ‘gidebildiği’ ilk Dünya Kupası’nın arefesindeki İspanya kapışmalarının altına, attığı iki golle fiyakalı bir imza konduran Sargın’a eşlik eden bir kişi daha vardı: Küçük Franco.
Türkiye, İspanya ile eşleşmiş, ilk maçı kaybetmiş, ikinci maçı kazanmıştı. O zamanlar, rakip sahada atılan golün avantajı yoktu. Üçüncü maç Roma’da oynandı ve 2-2 berabere bitti. Sonucu kura belirleyecekti. Seyirciler arasından bir çocuk şeref tribününe getirildi ve bir kupanın içine Türkiye ile İspanya yazan iki küçük kağıt, katlanarak kondu. Franco’nun sol eli Türkiye’yi çekti ve böylece ilk kez Dünya Kupası hakkını sarışın bir çocuğun tercihiyle kazanmış olduk. O gün on yaşında olan Franco, yıllar sonra verdiği bir röportajda 17 Mart 1954 gününü şöyle anlatıyordu:
“Evimiz stada yakındı. O gün de bir maç vardı. Biz maçlara hep beleş girerdik. Goller atıldı, maç bitti. Staddan çıkarken iki polis peşime düştü. “Gel buraya canavar” diye hem bağırıyor, hem de korkma diyorlardı. Maça beleş girdiğim için yakalandım sandım, beni bırakmaları için çok yalvardım. Sonra tribüne götürüp, gözümü bağladılar ve kupanın içindeki iki kağıt parçasından birini çekmemi istediler. Korkarak çektim “Turchia” dediler ve birden Türk futbolcuları beni havaya kaldırdılar. Hatta bir İspanyol futbolcu bana tükürdü. Sonra Türkler beni İsviçre’ye götürdüler. Şampiyona boyunca maskotları oldum…”
Franco bu röportajdan üç yıl sonra, 1989 yılında trafik kazasında hayata veda etti. Bunun haberini geçmek ise yine, Roma’dan bildiren Reha Erus’a düşüyordu.
Bir zamanların heyecan bahçesi Taksim Stadı artık yok, Canavarlar da çekip gittiler buralardan. Ne demişler,
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer…
Alican Küçükcan