Menü Kapat

Galip’in Ölümü

“Fenerbahçe Tarihi” başlıklı bir sitede ne kadar hatırlansa, ne kadar teşekkür edilse az kalacak bir isim, Galip Kulaksızoğlu… 1939’da Galip’in ölümü çok ani oldu ve tanıyanlarda kapanmaz bir yara açtı. Tuncay Yavuz, kaptanın vefatından sonra, henüz acısı taze iken yazılmış bir Bedri Gürsoy yazısı buldu. Bu büyük Fenerbahçelinin önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Galip’in Ölümü

Galip… Geçenlerde ölümü ile yüreklerimizi parçalayan, arkasından bütün sporcuları ağlatan, sporcuların numunesi, medarı iftiharı, üstadı, canı, her şeyi olan Büyük Galip… Fenerbahçeli Galip…

Galip’i tam manasıyla anlatabilmek… Bu pek güç iş. Binbir meziyetini sıralamaya çalışayım.

Bir sporcunun mensup olduğu kulübe nasıl candan bağlanabileceğini, kulüp aşkının nasıl ve ne demek olduğunu bilmek, öğrenmek isteyenler Galip’i örnek almalıdırlar.

Spor Tarihimizde Daima Enerjik Futbolcu Timsali Şeklinde Kalacak Galip

Galip değil yalnız Türkiye’de, mübalağasız bütün dünyada ideal bir sporcu numunesidir. Sporun muhtelif şubelerinde muvaffakiyet ve maharetle azim, sebat, irade ve kudreti; hususi hayatında ve ahlakındaki tevazu, feragat, metanet, mertlik, fazilet ve temizliği ile Galip buna kat kat layıktır. Sporun muhtelif şubelerinde dedim. Evet, Galip sadece benim burada anlatmaya çalışacağım şekilde bir futbolcu olarak tanınmamıştır. O, avcılık, denizcilik (kotracılık, yüzücülük, kürek, balıkçılık, dümencilik), dağcılık, atletizm, hokey ve nihayet tenis gibi güç sporlarda da kendini göstermiş ve muvaffak olmuştur.

Ne yazık ki sporun bu birçok şubesinde Galip’in maharetlerini, kıymetlerini anlatmak için benim ihtisasım kafi değil.

Müthiş Bir Kulüpçü

Herhangi zaviyeden bakarsak bakalım, Galip’in göze derhal çarpan ve başta gelen meziyet ve hususiyeti şudur: Kulübüne delicesine bağlı ve aşık olması. İşte Galip – bütün yaptığı sporlarda olduğu gibi – futboldaki maharet ve kudretini de bu kaynaktan, bu manevi yoldan almıştır. Galip bu sönmez sevginin tesiri altında, bütün maçlarda canını dişine takarak var kuvvetiyle didişir, uğraşır, çırpınır ve yaratır. Enerjik bir futbolcu ne demektir, nasıl olur? Bunu görmek, bunu öğrenmek ancak Galip’i seyretmekle kabildir. Bu lafla anlatılamaz. Galip oyunlarda son derece fedakardır, cesurdur. Adeta harpte vatanını müdafaa eden bir yiğite benzer. Canını gözü görmez, ölümü gözü görmez.

(İki misal: Taksim’de ecnebilerle bir maç yapılıyor. Galip eğilmiş topa vururken başına çok şiddetli bir tekme yiyor. Yüzüne doğru kanlar akmaya başlıyor. Buna rağmen Galip oyunu terk etmiyor, birçok yararlılık gösteriyor, maçın kazanılmasına amil oluyor. Oyun bitiyor. Galip kendisini soyunma odasına dar atıyor ve orada bir köşeye düşüp bayılıyor. Ayıldığı zaman şunları söylüyor: “Tekme yedikten sonra kendimi kaybetmişim, hiçbir şey hatırlayamıyorum. Oyunun neticesi ne oldu?”

Galatasaray – Fener muhtelitinin ilk Avrupa turnesinde bir maç esnasında Galip’in bacağı çıkıyor. O bacakla, oyun bitinceye kadar, tam on beş dakika oyun oynuyor. Doktorlar, “bu hasta bacakla bir insan nasıl top oynayabilir?” diye şaşırıp kalıyorlar.)

Sarı Lacivert’in Ta Kendisi

Galip, kulübü kazandığı zaman bayram yapar. Sarı-lacivert kaybettiği zaman ise ağlar. Son zamanlarda artık maçlara devam etmez olmuştu. Merakla sormuştum: “Galip ağabey, neden maçlarda hiç görünmüyorsunuz?”. Şu cevabı almıştım: “Şimdiki çocuklarda kulüp aşkı yok, bu yüzden çok üzülüyorum, maçlarını da görmek istemiyorum!”

Galip kulübüne adeta kendisini vakfetmişti. Hepimizin yetişmesinde büyük hissesi vardır. Bir çoklarımız topa vurmasını ondan öğrendik. Spor terbiyesi nedir, sporcu karakteri nasıldır ondan ders aldık. Biz o zamanlar yokluk içerisinde spor yapardık ve o yokluğu hissettirmemek için zavallı Galip uğraşır didinirdi. Toplarımızı yamar, diker, önümüze kordu. Bir müşkülümüz olsa ona koşardık, “Galip ağabey” diye onu sayar ve severdik. Galip kulüpte yatar, kulüpte uğraşır, kulüpte çalışırdı. Onu büyük bir hata işleyerek kulüpten uzaklaştıranlar olmasaydı, kim bilir belki de çok sevdiği kulübünde de ölecekti.

Uzun boylu, zayıf, fakat çelik gibi sağlam bir vücut. Kuru ve sporun bin bir meşakkatli yolunda erimiş, yağsız ve kemiksiz bakışlı iri gözler. Hırçın ve çevik hareketlerle didişen sırım gibi yağız bir futbolcu. İşte Galip’in tipi.

Galip, müdafaa, muavin ve muhacim oynar, fakat her nerede oynarsa oynasın yamandır. Çok sert, lakin katiyen faulsüz bir oyun. Çok yerinde ve enerjik hareketler. Kan ter içinde uğraşmak, yorulmamak, oyuna nasıl şevk ve kudretle başladıysa oyunu aynı şiddet ve kuvvetle bitirmek. Tekmeden, düşmekten, şiddetten, hiçbir şeyden korkmamak, yılmamak. İşte Galip’in oyun tarzı.

Şutları kuvvetli, kafa vuruşları son derece mükemmel. Çalımları uzaktan uzun uzun ve müessir. Yerden ve havadan isabetli paslar, müdafaa oynadığı zaman, degajmanları mesafeli ve isabetli.

Muhacim oynadığı zaman eşapeleri, deplasmanları, pasları, şutları harika. Kornerden gelen topu balıklama bir atlayışla kalenin içine kendisiyle beraber sokmakta mahir. İşte üstad Galip’in meziyetleri.

Galip bizden evvelki neslin o derece kıymetli ve eşsiz bir futbolcusu idi ki, onun ihtiyarlığı bile bizimle oynaması için kafi geldi.

Türkiye’de her yetişen sporcuda bu yüksek ve ideal sporcumuzun bir emeği vardır. Maddi olmasa bile hiç olmazsa örnek olmak bakımından.

Bedri Gürsoy / Galip’in Ölümü

Bir Cevap Yazın