Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki 4-4’lük maça bir de tribünden bakıyoruz! İzzet Benyakar, “Böyle bir geri dönmek görülmemiştir” diyerek, bu müthiş tarihe canlı şahitlik edişini anlatıyor.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
4-4’lük Maç Öncesi
Tarih 1982 Mart. Fenerbahçe’den ve tribünlerden ilk kopuşum.
Her zamanki gibi Çiçek Pasajı’nda demlendiğimiz dostum, arkadaşım Yaşar’a (rahmetli Amigo Yaşar Özkazıcı) “Şampiyon olursak kutlamalara katılmak için 2 günlüğüne firar edeceğim” dedim.
“Firar edersen seni ilk ben teslim ederim karakola” dedi. Güldüm geçtim. 5 puan farkla liderdik gittiğimde. “Görüşürüz” dedim. Ama Erhan Önal’ı transfer ettikten sonra bütün işler tepetaklak gitmiş; zaten 1981-1982’de şampiyon olamamıştık. “Sağlık olsun, seneye oluruz” dedik, sineye çektik.
Askerim. Takip ediyorum uzaktan da olsa tabii ama içimde bir kurt var. Galatasaray maçına yetişmeliyim. İzin günümü bölük komutanımdan aylar önce rica edip, güç bela denkleştirmişim. İzni de koparmışım.
Maç Günü
Uzatmayalım. Maç sabahı erken saatte vardım İstanbul’a. Eve gittim bir ağırlama, bir hoş beşten sonra rahmetli anacım kahvaltı vs. hazırlamış, donatmış masayı. Ama Fenerbahçe-Galatasaray maçı var. Bizim tribündeki çocuklar geceden sabahlamış, hazırlanmışlardır. Kim bilir kaçta gidersem onları bulup girebilirim maça.
Alelacele bir kahvaltıdan sonra, saat 10.00’da davrandım.
– Hadi ben çıkıyorum.
Babam “Nereye?” dedi, “Daha yeni geldin oğlum. Dur da yüzünü görelim”
Fenerbahçe sevdamın sebebi hikmeti, daha küçükken beni omuzlarında maça götüren, Fenerbahçe tarihindeki kadroları isim isim ezberleten, antrenman maçlarında da adam eksiği olunca onlarla oynamış olan babam, mekanı cennet olsun.
– Baba Fenerbahçe-Galatasaray maçı var biliyorsun.
– Tamam oğlum. Ben seni götürürüm, ben de girerim maça.
– Ya baba Mecidiyeköy’ü bile kapatırlar. Bilet kalmaz. Kapıları da kapatırlar, giremeyiz.
– Ben açtırırım, dedi
Babamın bütün çevresi eski yönetici arkadaşlarından oluşuyor biliyorum. İçim rahat değil ama, yine de çaresiz “Peki” dedim.
Az daha sohbetten sonra
– Baba maç saat üçte, saat bir olmuş hala buradayız, ben çıkıyorum, dedim.
– Oğlum daha 2 saat var maça, diyor babam. Güleyim mi ağlayayım mı?
Ali Samiyen Stadına Varış
Taksiye atladığımız gibi, soluğu Mecidiyeköy’de aldık. İnzibat barikat kurmuş stada kimseyi sokmuyor. Bende askerim ya, iki muhabbetten sonra barikat bizim için açıldı. Ama stadyum dolu, kapılar kapanmış. Biz doğru şeref tribününe yöneldik. Allah’ın işi mi, benim şansım mı bilinmez, daha kapıya vardığımız anda babamın yönetici bir arkadaşına rastladık. Girdik numaralıya.
Ben tribüne koşuyorum. Babam da eski yönetici arkadaşlarıyla seref tribününe demlenmeye gidiyor. Tribüne çıkıp da yeşil çimleri görünce bir oh çektim. Bırak oturmayı ayakta duracak yer yok. Aradan sızdım, en öne çömeldim. Millet isyan etti. Numaralının kenarlarına doğru Fenerbahçe, Galatasaray taraftarı karışık oturuluyor o zaman. Hiç uzatmadım; asker olduğum için onlar da uzatmadı, arıza çıkmadan seyredebileceğim maçı şükür. Kapalı tribün tam karşımda, hepsi arkadaşım, seçebiliyorum bile. Stadyum yarı yarıya.
Efsane Ötesi Maç Başlıyor
Daha maçın başında yedik golü ama Özcan Kızıltan 2 dakika sonra cadde tarafındaki kaleye zımbaladı füzesini : 1-1
Galatasaray bastırmaya başlıyor, biz karşılık veremiyor ve hala defans yapıyor, bocalıyoruz. Olduğumuz yerde kuduruyorum artık, ilk yarı 2 gol daha yedik, devre 1-3 bitti. Devre arası babamı görmeye aşağı ineyim dedim.
– Ben eve gidiyorum bu maçta daha çok gol yer bunlar bu gidişle, dedi.
İçimde cılız bir umutla
– Ya baba, belki döndürürüz maçı, gibisinden bir şeyler geveledim.
İkinci devre başlar başlamaz; Hosiç diye bir golcüleri vardı akıllı adamdı, bizim kaleci Yaşar’a aşırtma bir gol attı. 1-4 mağlup durumdayız. Artık bende de maçtan çıkma psikolojisi hakim olmaya başladı. Galatasaray tribünleri üstümüzde tepiniyor neredeyse. Görmek ve işitmek zul geliyor. Çıkıyorum.
Off o ne? Dur yahu!
Alpaslan kollarını kaldırmış ileri hareketi yapıyor.
Yürüyün! İleri! Aldığı gibi topu sürdü. Oh be! Atak yapıyoruz.
Boş döndük ama takım canlandı. Topu alan dikine gidiyor. Bir atakta top rakip defanstan sekti; tıngır mıngır orta sahaya doğru yuvarlanırken, orta sahadan bütün heybetiyle kopup gelen Onur Kayador, hani “Yaradana sığınıp, çaktı” denilen cinsten topa bir vurdu ki sesi tribünlerde yankılandı. Bütün stadın sessizliği içinde gelecek olan golün sesini duydu adeta.. Bazuka gibi giden top önce uzak direğe sonra yakın direğe çarpıp ağlarla kucaklaştı. Statta cılız bir ses
– Gool!
Artık durmak yok. Sağlı sollu bunaltıyoruz. Galatasaray futbolcuları bu beklenmedik şahlanışımız karşısında sinmiş durumda. Çok beklemedik, üçüncü golü yine Özcan Kızıltan yazdı. Stattaki sesin volümü artık biraz daha yüksek perdeden:
-Gooooll!!
Hadi be oğlum diyorum içimden. Birkaç dakika sonra koçum Bulgar Mehmet, kimsenin beklemediği bir anda uzaktan avladı kaleciyi. Statta ses artık bayağı yüksek perde:
-GOOOOLLL!!!
Büyük Fenerbahçe Tribünleri
Fener tribünlerinin coşkusu görülmeye değer. Skor tabelasının yan duvarlarını yumruklayan Fenerbahçe taraftarları yukarı tırmanıyor, attığımız dördüncü golü yazmakta geç kalan tabelacıya tepkisini alenen gösteriyor.
Maçın bitmesine var daha! Yürüyün be ! Osman Denizci kaçırdı, Selçuk Yula kaçırdı. Habire ataktayız ama bir türlü girmiyor. Son dakika, gol gelmek üzere. “Bitirme maçı hocam” diyorum içimden hakeme. Selçuk ah Selçuk! Ah Osman! Yine kaçırıyor golü.
Maç bitti, adı “4-4’lük maç” diye kaldı ama iki dakika daha uzasa, tarih bu maçı “1-4’den 5-4’lük maç” diye yazacaktı. Hâlâ o günün heyecanını yaşıyorum. Umarım tüm Fenerbahçelilere de yaşatabilmişimdir. Hepinize Sarı-Lacivert günler ve mazimizde yatan tarihe ekleyeceğimiz nice yeni zaferler diliyorum.
İzzet İsrael Benyakar / Böyle Bir Geri Dönmek Görülmemiştir
Fenerbahçe’yi devleştiren çok güzel,unutulmaz bir tarihi maç…Bu güzel anıyı tekrar yaşattığın için teşekkürler…
daha güzel anlatılamazdı.
Kalemine sağlık renkdaş..
Harika anlatmışsın abi, ağzına yüreğine sağlık