Fenerbahçe’nin 1988-1989 Şampiyonluğu memleket çapında çok büyük bir yankı buldu. Ertesi gün gazeteleri alanlar herhalde en çok İslam Çupi’nin ne yazacağını merak ediyorlardı. Milliyet’in son sayfasında “Fenerbahçe İstanbul’a Düştü” başlığını görenler, hemen arka sayfayı çevirdiler ve aşağıdaki doyumsuz yazıyı okudular.
Bir de not… Muazzam bir emek eseri olan islamcupi.org adresini mutlaka ziyaret etmenizi öneririz.
Fenerbahçe İstanbul’a Düştü
Müthiş bir şampiyonluk şölenine müthiş bir son maç eklendi.
Fenerbahçeli taraftarın son günde İstanbul’u görkemli şekilde bir sarı-lacivertli şehir haline getirişi bir futbol partizanlığı için unutulmaz bir ressamlıktı da, bu görülmemiş dekorda Fenerbahçe takımı oynanmamış bir Sarıyer maçına günün mana ve önemine uygun şekilde nasıl bir taç giydirecekti ?
Fenerbahçe takımı için daha oynanmamış Sarıyer maçı kaybedilse bile, şampiyonluk da, lig de bitmişti, çünkü.
Şampiyonluğunu ilan etmiş ve ligi matematik olmasa bile mana olarak bitirmiş bir Fenerbahçe’yi Sarıyer’e karşı galibiyet için hangi meşale ateşleyecek, hangi galibiyet meleği sonuç için onları konsantre edip filelere yollayacaktı?
Devrede Galatasaray vardı, üstelik… Eskişehir’le oynayacağı maçı hiç ciddiye almamış, ayak ve kulakları ile Ali Sami Yen Stadı’ndan çıkıp, sanki bir savcı edası ile postu Fener’in santrasına sermiş bir Galatasaray seyrediyordu; Sarı-Lacivertli ekibi.
“Dedikodular” hafta başından beri yuvarlanıyordu; asfaltlarda, gazete manşetlerinde.
Fotoğrafın vesikalığı belli idi.
“Fenerbahçe yatacak, maçı ve üçüncülüğü kazanacak, Galatasaray ise gelecek yıl Türkiye içinde bir mecburi ikamete tabi tutulacaktı.”
Sokakların ve basının bir kısmının yazdığı senaryo bu idi; kısaca.
Maç bittiği zaman basın rotatiflerinde hangi insafın hangi değerlendirmelerin döndüğünü bilmiyorum ama, dar sokaklarda geniş asfaltlarda tekerlekleri dönen bir sürü özel otomobillerde, Fenerbahçe ile Galatasaray bayraklarının müşterek dalgalandıklarını oynaştıklarını gördüm.
Türk futbolunun başlangıcı bulunan ama bitimi hiç olmayacak olan bu en büyük çekişmesi, biribirlerine hangi kazıkları atmış olursa olsun, biribirlerinden hangi şampiyonlukları çalmış olursa olsun, yine müşterek bir sevgi kulvarı bulup birlikte bir şölenin keyfini sürüyorlardı.
Aslında Fenerbahçe ve Galatasaray birbirlerinin aptal dostu değil, akıllı birer düşmanı idiler.
Dün ön penceresinden Fenerbahçe bayrağı arka penceresinden Galatasaray bayrağı çıkan yığınla özel otomobil, dün biten ve kıyasıya dövüşlerle geçen bir ligin sonuna asılmış bir özür dileme tablosu idi.
Kimin kimden özür dilediğini de, dünkü maçı yazanlar değil, elli yıl sonra Galatasaray, Fenerbahçe tarihini yazan vak’a nüvisler karar verecekti.
Dün Sarıyer ligin en büyük kâbusu olarak çökmüştü, Fenerbahçe’nin üstüne.
Fenerbahçe’nin 3-1 öne geçmesi bile Sarı-Lacivertli ekibi rahatlatamamış, Sarıyer’in istediği gibi hükmettiği oyun, bir bombardıman uçağı misali Schumacher’in başına yığınla belanın melanetini taşımıştı.
Sercan’ın iğne deliklerinden çıkarıp filelere yapıştırdığı iki gol Sarıyer’i beklenmeyen bir beraberliğe yükseltmiş ama Fenerbahçe’nin kalesinde aslan yürekli bir Alman şansölyesi olmasa “3-3″lük beraberlik tarihe karışacak ve Sarı-Lacivertli ekip bir Sarıyer yeniği olarak mahşeri tribünlerden katli vacip bir ferman alacaktı.
“Ölümlerden ölüm beğen.”
Yığılacak Galatasaray serzeniş telgrafları da cabası.
Belki de bu sıkıntıların takımı idi, Fenerbahçe. Sıkıntılar Fenerbahçe’yi biliyor, sıkıntılar Fenerbahçe’yi yaratıcı yapıyordu.
Yalanması imkânsız, taraflara verilmiş bir sözü vardı, Fenerbahçeli futbolcuların.
“Sarıyer’i yenip, şampiyonluk turunu öyle atacağız.”
Sonunda Hasan’a yenildi Sarıyer. Fenerbahçe ile İstanbul’un bir kıyamette buluşması o dakikadan itibaren başlamıştı.
İstanbul’da hiçbir rakibi kalmamıştı Fenerbahçe’nin.
Kendisi ile dövüşüyordu, kendisi ile gurur duyuyordu, kendisi ile sevişiyor, kendisi ile deliriyordu Fenerbahçe.
Yalnız bir en büyüktü Fenerbahçe İstanbul’da. İstanbul’un evlerine sokak ve asfaltlarına Sarı-Lacivertli bayraklar, Fenerbahçe ise İstanbul’un üstüne düşüyordu.
İslam Çupi / 12 Haziran 1989 – Milliyet Gazetesi
