Menü Kapat

Fenerbahçe Rusya’da

Fenerbahçe Rusya'da

Tuncay Yavuz, muhteşem bir seriyi daha aktarıyor. 1956 yılında Fenerbahçe Rusya’da…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Giriş

Avrupa’da kulüpler arası futbol turnuvaları başlamadan evvel uluslararası temasların ne kadar kısıtlı olduğunu, araştırdığımız bütün kaynaklarda gözlemliyoruz. Bu sebeple ülkemize gelen tüm takımlar, dostluk maçı oynasalar bile büyük bir hevesle takip edilmiş, maçlar zaman zaman tansiyonun yükseldiği anlara sahne olmuş. İletişimin kısıtlı olduğu o günün dünyasında yabancı takımların ülkeye getirdiği oyuncular ve oynadıkları futbol, dışarıda olan biten hakkında öğretici oluyordu. Aynısını yurt dışını ziyaret eden takımlarımız için de söyleyebiliriz. Bu ziyaretle hem futbol bilgisi alışverişinde önemli yer tutuyor, hem de dünyanın içinde bulunduğu politik durumda da rol oynuyordu.

İşte böyle bir dönemde, Fenerbahçe’nin Sovyetler Birliği’ne Haziran 1956’da yaptığı seyahat ve orada oynadığı Dinamo Moskova ve Zenit Petersburg maçları da tarihimizde önemli bir yer tutuyor. Özellikle Dinamo Moskova maçı, Fenerbahçe’nin tespit edebildiğimiz ilk maç özetini de bize sunduğu için daha farklı bir konumda. Bu uzun seyahatte takımın yanında yer alan usta gazeteci Halit Kıvanç’ın seyahatin hemen ardından Milliyet gazetesinde 11 bölümde yayınladığı notlarını buraya da taşımak istedik. Keyifli okumalar!

Tuncay Yavuz


Zaferle Biten Bir Seyahatin Öyküsü

Halit KIVANÇ – Yayınlanma Tarihi: 19 Haziran – 29 Haziran 1956 (Milliyet Gazetesi)

Sarı-Lacivertlileri Viyana’da Sarı Lacivertli Bayraklar Karşıladı

Dört motörlü uçağın dört motörü de çalıştığı anda içindeki 29 yolcu “Nihayet!” dediler. Fenerbahçe futbol takımı nihayet Rusya’ya doğru yola çıkmıştı.

Rusya’ya gitmekte olan bir kafile için, uzun zamandır bir esrar ülkesi vasfını taşıyan bu memleketi görmek meraka değerdi. Fakat uçaktaki yolcular şu anda gidecekleri memleketten, görecekleri gariplikten ziyade yuvarlayacakları meşin topu düşünüyorlardı.

Seyahat Sovyet Elçisinin bir ziyafetteki teklifinden doğmuştu. Ruslar Fenerbahçe’yi davet arzusunu izhar etmişler, bir müddet sonra kabule mazhar olan bu teklif üzerine hazırlığa başlanmıştı. Fenerbahçe, bir yandan lig maçlarına devam ederken öte yandan da çok mesuliyetli bir seyahatin heyecanını hissediyordu. İşte her şey hazırlanmış ve hatta Ruslar maç günlerini bile bildirmişken, seyahatin tehiri haberi gazetelerde yer aldı. Sarı-Lacivertliler, temmuz başında gideceklerini söylüyorlardı. Ancak Sovyetlerin cevabı, tehiri imkansız hale koyuverdi: Moskova ve Leningrad sokaklarına maçların afişleri asılmıştı.

4 Haziran Pazartesi sabahı İstanbul’dan kalkacak uçak Fenerbahçe’yi Viyana’ya götürecek, orada bekleyen bir Rus uçağı da yolun mütebaki kısmını tamamlayacaktı. Fakat 3 Haziran günü Beşiktaş’la zorlu bir maç yapan Sarı-Lacivertli takım için hemen seyahate çıkmak güçleşmişti. Zira uçakta kafilenin tamamını alacak yer yoktu. Seyahatin Sofya’ya kadar trenle yapılması teklifi ileri sürülüyordu. Fenerbahçeliler “Olamaz” dediler ve 5 Haziran günü hususi bir uçakla hareket edebileceklerini bildirdiler. İşte bugün öğleden sonra Yeşilköy’den havalanan hususi uçak, Fenerbahçelileri Rusya’ya doğru yola çıkarıyordu.

İdman Sahası Gibi Bir Uçak

Uçak 40 kişilikti. Fakat kafilenin 29 kişiden ibaret olması karşısında hava şirketi öndeki 10 koltuğu kaldırmış ve sanki sporculara bir idman sahası açmıştı. Nitekim bulutların üstüne çıkıldıktan az sonra sol açık Niyazi, sakat iki takım arkadaşı Şükrü ile Gürkan’ı öndeki bu açıklığa oturtarak tedaviye başladı. Diğer futbolcular da battaniyeleri yere koyup istirahati tercih ettiler. Üçü, dördü ise vakti iskambil kağıtları ile öldürmeye çalıştılar.

Uçağın en heyecanlı yolcusu, hava seyahatinden en fazla müteessir olan Mehmet Ali idi. M. Ali mütemadiyen pencereden bakarak uçağı lodosa tutulmuş Kadıköy vapuru gibi sallayan karanlık fırtına bulutlarının gelip gelmediğini kontrol ediyordu.

Fenerbahçelilerin seyahatteki iyi talihi havadan başlamıştı. 5 saatlik yolculukta uçak, asfaltta koşan bir lüks otomobilden farksız ilerliyordu. Havaalanında haplar yutanlar dahi Viyana’ya gelindiği zaman sanki daha birkaç saat uçacak canlılıkta idiler.

Konuşmalar tek mevzu etrafında toplanıyordu: Rusya’daki maçlar! Rakipler hakkında herkes kendi bildiğini, duyduğunu naklediyor, neticeler üzerinde tahminler yürütülüyordu. Arada Rus futbolunun kuvvetli olduğu, Rusya’ya giden yabancı takımların hep mağlup olduğu tezi ileri sürülünce, bir ses diğerlerini susturuyordu: “Allah’ın izniyle çocuklar, biz elimizden geleni yapalım, bütün varlığımızla oynayalım. Vatana güler yüzle döneriz.”

Viyana’da Fenerbahçelileri Rusya’nın bu şehirdeki temsilcilerinden biri karşıladı. Ve hemen ardından da kafilenin iki grup halinde bir gün sonra hareket edeceğini bildirdi. Gece Baden’de geçirilecekti.

Baden, Viyana yakınında bir banyo şehri idi. Şirin, tertemiz bir kasaba. Fenerbahçeliler Baden’e geldiklerinde hepsi sevinç içinde bağırdılar: “Bakın çocuklar, bakın!”

Hakikaten kalacakları otelin kapısında olsun, onun etrafındaki diğer binalarda olsun, Sarı-Lacivertli bayraklar dalgalanıyordu. Bu, Viyanalıların Fenerbahçe’ye karşı bir jesti idi galiba. Fakat çok geçmeden mesele anlaşıldı: Baden’i de içine alan Aşağı Avusturya bölgesinin resmi bayrağının renkleri Sarı Lacivertti.

Bu benzerlik, Fenerbahçelileri olduğu kadar Badenlileri de memnun etmişti.

Fenerbahçeliler Rus Uçağında

Sarı-Lacivertlilerin Baden’deki ikameti ertesi günü yani 6 Haziran Çarşamba öğleye kadar sürdü. Viyana’daki Sovyet temsilcisi Moskova ile temastan sonra kafilenin birinci grubunun saat 14’te hareket edeceğini bildirmişti. Bu suretle kafile başkanı Ertuğrul Akça, antrenör Fikret Arıcan ile onsekiz futbolcudan ve bir de bu satırların muharririnden mürekkep 21 kişilik grup hususi surette Moskova’dan gönderilen Rus uçağına yerleşti. Sekiz idareci ise yarım saat sonra kalkacak uçağa kaldılar.

Hava yolculuğu yapanlar bilir, uçakların kalkışında ve inişinde pilot mahalline giden kapının üzerinde ışıklı yazıyla: “Sigara içmeyiniz! Kemerleri bağlayınız!” ibareleri okunur ve bunların yanmasıyla da yolcular kemerlerini bağlar, eğer içiyorlarsa sigaralarını söndürürler. Kemeri bağlamayan yahut sigarasını ağzında unutan olursa hemen güzel hostes gelip zarif bir tebessümle ihtar eder. Laf aramızda, bazı yolcular sırf şirin hosteslerin böyle latif tebessümlerine muhatap olmak için kasten kemerlerini bağlamaz, beklerler. Fakat Fenerbahçelileri Viyana’dan Moskova’ya götürecek Rus uçağına binen kafilemiz uzun uzun beklediği halde ne böyle ışıklı yazılar göründü, ne de hostes gelip “Lütfen kemerinizi!” ihtarında bulundu. Hoş, çocukların çoğu bağlayacak kemeler bulamamışlardı ya. Bazı koltuklardaki kemerler kopuk, bazısında da hiç yoktu. Hostes ise hiç de tebessümü arzulanacak güzellikte değildi. Belki de bundan dolayı olacak, kendisini yedi saatlik yol boyunca yedi defa göstermedi bile…

Rusya’daki İlk Yemek Votka ve Havyar

Uçak Viyana’dan havalandığı anda futbolcuların haleti ruhiyesi değişmiş, İstanbul’dan Viyana’ya kadar şarkı ve neşe ile gelen sporcular şimdi derse girmiş talebe gibi sessiz sedasız oturuyorlardı. Mamafih çok geçmeden gençlik ateşi, her düşünceyi mağlup etti ve nükteler başladı: “Dikkat et! Konuşma! Koltuğun altında ses makinesi vardır. Konuştuklarını tele alır.”

Viyana’dan kalkıştan bir saat sonra artık meşhur ismiyle “Demir Perde”de idik. Prag havaalanına inildiği anda çocuklar merakla etrafı tetkike koyuldular. Fakat transit yolculara ayrılan salondan başka bir şey göremeyerek meraklarını yenemeden ve ancak içtikleri birer maden suyu ile hararetlerini yenerek tekrar uçağa bindiler.

Bu defa hedef Vilno idi. Çift motörlü uçak Prag’dan kalktıktan üç buçuk saat sonra Rusya’nın hudut şehri Vilno’ya geldi. Prag – Vilno arasında Rus hostesin bisküvi ile çay ikramı da nüktelere fırsat verdi:

“Yahu çocuklar, bu bisküvi Avusturya mamulatı.”

“ Yavaş! Tepsinin içindeki mikrofonu unutuyorsun!”

Mimarisinden, eski devirden kaldığı anlaşılan Vilno havaalanı binasında akşam yemeği verildiği sırada sofraya ilk gelenlerden biri, Rusların meşhur votkası oldu. Ancak “votka” sözünü duyan Fenerbahçeli futbolcular bir ağızdan aynı şeyi istediler: “Aman, maden suyu!”

Etleri tereddütle yiyen kafile en fazla rağbeti havyara gösterdi ve yemeği müteakip de tekrar kemersiz uçaktaki yerini aldı. İki buçuk saatlik ve evvelkiler gibi sakin havada yapılacak bir uçuştan sonra Fenerbahçeliler artık Moskova’ya ayak basmış olacaklardı.

Ve Moskova

Rus uçağı Rus başşehrine indiği sırada saatlerimiz on biri gösteriyordu. Halbuki duvardaki saate göre vakit gece yarısını bir saat geçmiş olmalıydı. Bu anda Fenerbahçeli futbolculardan biri “şimdi İstanbul’da saat 12’dir” deyince iş büsbütün karıştı. Hakikaten şehirler arasındaki mevcut saat farkları, kafilenin vaktini şaşırtmıştı. Viyana’da saat 11 iken İstanbul’da 12, Moskova’da ise 1 idi. Ve işte Fenerbahçe kafilesi bu saatte Moskova’ya vasıl olmuş bulunuyordu.

Uçağın kapısından inen Fenerbahçeliler esasen uykusuzluktan ve yol yorgunluğundan ufalmış gözlerini büsbütün kapamak zorunda kaldılar. Zira keskin bir projektör ışığı gözleri almaktaydı. Fotoğrafçılara ve sinema operatörlerine flaş vazifesi görmesi için uçağa doğru meydan binasından projektör tutulmuştu.

Bir yanda fotoğraf ve sinema makineleri çalışırken öte yandan da Sovyet Spor teşkilatı erkanı ellerinde çiçeklerle “Hoş geldiniz” diyorlardı. Çiçekler adam başına bir tane düşecek miktardaydı. Rus karşılayıcıların içinde Türkçe’yi kendilerine has şive ile konuşan tercümanlar, mihmandarlar hemen ön plana çıktılar. Fakat az sonra Moskova Radyosu’nun spikerleri onları da geride bırakacaktı.

Herkesin merak ettiği bir diyara ayak basan sporcular sık sık gözlerini etrafta dolaştırıyor ve ilk intibalarını tesbite çalışıyorlardı. Fakat bu ilk intiba, karşılıklı protokol kaideleri içinde teati edilen nutuklardan ve karşılama seremonisinden ileri geçmedi ve geçemezdi de.

Moskova Radyosu için Fenerbahçe’nin Rusya’ya gelişi büyük nimetti. Bundan azami istifadeye karar verdikleri, daha Moskova’ya adım atıldığı anda belli oldu. Ve bundan sonra Moskova Radyosu’nun spikerleri, seyyar mikrofon elde Fenerbahçelileri her yerde takip ettiler. Fakat sporcular sadece spor yapmak gayesiyle geldikleri Rusya’da müşahedelerini radyo ile nakletmektense, kendi kafalarında saklamayı tercih ettiler. Bir spor teşekkülüne yakışan en doğru hareket tarzı da buydu.

Gün ve Gece Birbirine Karışıyor

Saat biri geçmişti. Artık hava aydınlanıyordu. Sanki gece olmamıştı. İşte bu, Fenerbahçelilerin Rusya’daki ilk mühim intibası oldu. Fakat üç gün sonra Leningrad’a gittikleri zaman Moskova’dan daha fazla şaşıracaklardı. Çünkü kuzeye çıkıldıkça gecelerin gündüzlere eklenmesi daha hızlanacak ve hava ancak bir saat kadar karardıktan sonra yeniden gündüz başlayacaktı.

Çocuklar çiçekler elde önce Rus karşılayıcıların nutkunu dinlediler. Ardından Fenerbahçe kafilesi başkanı Ertuğrul Akça şu cevabı verdi:
“Sovyet Rusya Spor Nezaretinin vaki davetine icabet eden Fenerbahçeli arkadaşlarım görmüş oldukları hüsnü kabulden dolayı teşekkürlerini bildirirler. Dünya futbol klasmanında Rusya’nın yeri, şimdiye kadar bu vadide almış olduğunuz neticelerden anlaşılmaktadır. Kuvvetli bir futbolunuz olduğunu işittik ve okuduk. Sisteminiz ve oyun tarzını hakkında evvelden bir tahminde bulunmak imkanına malik değiliz. Burada göreceğiniz Fenerbahçe takımı bu sezon İstanbul profesyonel liginde çetin maçlar yapmış ve bir hayli yorgun vaziyettedir. Bu bakımdan teknik imkanlarımız bugün için gayri müsait olduğu halde sizlere verilmiş olan sözümüzün tutulmasını ön plana alarak memleketinize gelmiş bulunuyoruz.

Otelde

Otel Moskova… Büyük bir otel… Rusların bilhassa yabancıları misafir ettikleri mahal… Bittabi Rusya’da kısa zaman kalacak yabancıların iyi bir intiba temin etmeleri için de gerekli konforla teçhiz edilmiş.

Uzun uçak yolculuğundan sonra yataklarına giren Fenerbahçeliler ne oteli, ne de Moskova’nın gece manzarasını görecek halde değildiler. Fakat 7 Haziran Perşembe sabahı kahvaltıya inildiği zaman, gözler otelden dışarı kaymaya başladı.

Mihmandarlar sporculara “Moskova’yı nasıl buldukları”nı soruyorlardı. Fenerbahçeli oyuncular ise şehirden çok ertesi gün oynayacakları stadı merak ediyorlardı. Nihayet bu merak az sonra zail oldu. Otelin önünden hareket eden otobüs, sarı-lacivertlileri Dinamo Stadı’na götürdü.

Dinamo Stadı Moskova’nın halen en büyük stadıydı ama Rusya’nın en büyük stadyumu değildi. Bu sıfatı Fenerbahçe maçında 120 bin seyirci alan Leningrad’ın Kirof Stadı taşımaktaydı. Dinamo Stadı ise en fazla 80 bin kadar seyirciyi istiab edebiliyordu.

Sarı-lacivertliler sahada normal antrenmanlarına başladıkları sırada bir yanda da üç Rus kız atleti çalışıyorlardı. Saha kenarında ise oyuncularımızın topa vuruşlarını, idman şekillerini merakla seyreden Dinamo idareci ve futbolcuları fark ediliyordu. Bu arada Rusların milli takım kalecisi, aynı zamanda Dinamo’nun kaptan ve kalecisi Yashin’e yaklaştım ve ertesi günkü maç hakkında ne düşündüğünü sordum. Tercümanın naklettiğine göre Yashin “Türkler’in beynelmilel sahada Macar galibiyeti gibi mühim bir netice almaları sebebiyle ihmal edilmez rakipler olduğunu” ifade etmiş ve “maçın centilmence geçmesi” temennisinde bulunmuştu. Yashin bilhassa arkadaşlarının attıkları şutları uçarak bloke eden kaleci Selahattin’in çalışmasını dikkatle takip etti.

Milli Marşlar Çalınacak

Antrenmanı bitiren sporcular otele yollandılar amma idarecilerin işi yeni başlıyordu Staddaki kulüp odasında oturularak Rus idarecileriyle müzakereye başlandı. Ruslar maçın seremonisinin önceden tespitini ve harfiyen tatbikini istiyorlardı. Takımlar beraber çıkacak, başkanlar nutuk verecek, oyuncular çiçek teati edecek, milli marşlara çalınacak, maçta muayyen adette oyuncu değişecekti.

Fenerbahçe İstanbul’un, Dinamo da Moskova’nın bir kulübüydü. Ve oynadıkları müsabaka bir milli maç değildi ki milli marşlar çalınsın.

Sovyet idarecileri bu hususta uzun uzun ısrar ettiler, her gelen ecnebi takımın maçında milli marş çalındığını belirttiler ve açıkçası bir emrivaki yaptılar. Mamafih emrivakiler bununla bitmeyecekti. İstanbul’da iken ayın 12’sinde diye bilinen Leningrad maçının da 13’ünde yapılacağı söylenecek ve asılan afişler gösterilecekti.

Ceketler çıktı, kravatlar gevşetildi ve uzun konuşmalardan sonra toplantı tamamlandı. Moskova Radyosu gene kapıdaydı ve gene Fenerbahçelilerden itibalarını rica ediyordu.

Maçı İlan Eden Afişler

Antrenman ve idarecilerin toplantısı bitip de staddan çıktığımız zaman, önümüzden başlayan ve sonu görünmeyen bir insan kuyruğu ile karşılaştık.

“-İşte, dediler, yarınki maç için bilet alan halk.”

Öte yanda da afişler göze çarpıyordu. Fakat dikkate şayandı ki, Fenerbahçe – Dinamo maçından önce milli marşların çalınması emrivakisi gibi afişlerde de karşılaşma aynen şöyle ilan ediliyordu.

Evet, Sovyetler müsabakayı ön planda “Türk – Rus” maçı olarak ilan ediyorlardı. Amma bu ilana Leningrad’daki maçtan sonra çok üzülecekler, kafileye Rusya hatırası olarak verilecek albüme Fenerbahçe’nin galip geldiği maçın fotoğraflarını koymayacak kadar keder duyacaklardı.

Fenerbahçe Moskova’ya ayak basmıştı amma buradaki elçiliğimiz gelişimizi geç haber almıştı. Bu sebeple öğleden sonra sefarete gidildi. Moskova büyükelçimiz Kemal Kavur’un Fenerbahçeli futbolculara hitabı dikkate değerdi:

“- Çocuklar mağlubiyet de galibiyet kadar şereflidir. Yeter ki memleketimizi en güzel şekilde temsil edecek gibi hareket edin, yeter ki sahada sportmence bir oyun gösterin!”

Sarı-Lacivertli çocuklar bu sözleri esasen harfiyen tatbik etmektelerdi ve seyahatin sonuna kadar da tatbik edecekler, hem güzel oynayacak hem de disiplinli, efendice hareketleriyle Rusya’dan parlak bir zaferin yanında en temiz intibayı bırakıp döneceklerdi.

Hakem Uğursuz mu Geliyor?

Maçtan evvelki gece takım sanki Rusya’da değil de, İstanbul’da Moda’da yahut Yeşilköy’de kampta idi. Çocuklar mümkün mertebe yapacakları maçın ehemmiyetini unutmaya çalışıyor, heyecanlarını gidermeye gayret ediyorlardı. Bu arada muzip tanınanların arkadaşlarına yaptıkları şakalar da havayı ferahlatıyordu. Nihayet hepsi uykuyu tercih ettiler. Sovyet mihmandarlarımız ise “kafilenin tiyatroya gitmek isteyip istemediğini” sormaktaydılar. Futbol varken, hem de maç akşamı tiyatronun perdesi bile gözlerin önünde canlanamadı.

Ve nihayet 8 Haziran Cuma… Bu tarih futbolumuz için bir imtihan günü idi. Fenerbahçe Rusya’nın başşehrinde, en kuvvetli takımlarından biri olan Dinamo ile boy ölçüşecekti. Saha, seyirci, hatta iki yan hakemi dahi Rus takımının avantajlarıydı. Moskova’yı soğuk bulacaklarını uman oyuncuların akşamüstü dahi serinlemeyen sert bir kara iklimi ile karşılaşmaları ve mütemadiyen ter dökmeleri de, keza aleyhimize kaydedilecek puanlardandı.

Bu arada maçlarımız idare edecek hakem Karni ile tanıştık. Saçları hafif dökük, sempatik bir adam olan Karni, Finlandiya’nın beynelmilel hakemlerindendi. İsveç’te 3-1 mağlup olduğumuz milli karşılaşmayı ve 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda Macaristan’a 7-1 yenildiğimiz amatör milli maçı idare eden hakemdi.

Çocuklar bu neticeyi hatırlayarak: “Bu hakem bize pek uğur getirmiyor” diye hayıflandılar. Dinamo’ya 3-1 mağlubiyetten sonra ise aynı söz, daha kuvvetli olarak ağızlarda dolaştı. Fakat Leningrad’da yalnız çetin bir Rus takımını değil, Fin hakemine dair batıl inanışı da yeneceklerdi.

Hakem Karni Rusya’ya daha önce gelmiş değildi. Doğrudan doğruya Fenerbahçe’nin maçları için getirilmişti. Fakat Rus futbolunu görmüştü, tanıyordu. Sert oynamalarına rağmen, Ruslar’ın teknik, sürat ve deplasman bakımından tehlikeli olduklarını ifade etmekteydi.

Fenerbahçe Sahaya Çıkıyor

Dinamo Stadı tıklım tıklım dolu idi. Bize verilen rakamlara göre, staddaa toplanan halkın yekunu yetmiş bini çok aşıyor, hatta seksen bine yaklaşıyordu. Tribünlerin üzerinde Rus bayraklarının yanında Türk bayrağı da dalgalanıyor, keza Dinamo’nun renkleri olun mavi-beyazlı bayrakların yanında Sarı-Lacivertli Fenerbahçe bayrakları asılı bulunuyordu. Stadda Rusça parçaların yanında Moskova radyosunda bulunan Türkçe şarkılar da çalınmakta, herkes merakla maçın başlama saatini beklemekteydi.

Fenerbahçe’nin soyunma odasında heyecan son haddini bulmuştu. Yirmi yıl evvel Rusya’ya futbolcu olarak gelmiş bulunan Büyük Fikret’le Niyazi Sel, şimdi antrenör ve futbol şubesi kaptanı sıfatıyla oyuncularına talimat veriyorlar, menajer Ahmet Erol da çocukların moralini takviye ediyordu. Savunma odasındaki hava hakikaten samimi idi. Yedek olarak soyunan oyuncular, hatta hiç soyunmayan Küçük Fikret, Akgün ve Gürkan da oynayacak arkadaşlarının maneviyatını yükseltici şekilde konuşuyorlardı.

Fenerbahçelilerin soyunma odasının yanındaki odada ise hakemler hazırlanıyordu. Fin hakemi Karni ile Rus yan hakemler spor kıyafetlerini giydiler ve çıkış tüneline doğru yürüdüler. Daha önce sahanın ortasına bando gelmiş, yerini almıştı.

Hazırlanan program gereğince iki takım yan yana, antrenörleri ve menajerleri önde olduğu halde sahaya çıkmaya başladıkları zaman tribünlerden büyük bir alkış tufanı yükseldi. Bunu önce Rus seyircilerinin takımlarını teşci etmeleri şeklinde tefsir ettik ve tabii karşıladık. Demek ki seyircisinden de kuvvet alacak çetin bir rakiple oynuyorduk. Fakat maç başladıktan sonra ve hele ilk devrenin ortalarında pek haksız bir penaltıdan ilk golü yediğimiz zaman, halkın iyi oynayanı da aynı derecede alkışladığına şahit olduk. Seyircilerin iyi hareket yapan Fenerbahçelileri alkışlamaları bütün maç boyunca devam etti, hele fevkalade bir oyun gösteren kaleci Selahattin’i takdir eden nidaları, bilhassa dikkati çekti.

Sarı Lacivertliler Halka Çiçek Atıyor

İki takım da ortaya geldikten sonra karşılıklı dizildiler. Dinamolular Fenerbahçelilere çiçek verdi. Milli marşlar çalındı ve Dinamo başkanı ile Fenerbahçe kafilesi başkanı Ertuğrul Akça kısa bir hitabede bulundular. Bundan sonra iki takım da birer kale önüne çekilerek eşofman yapmaya başladı.

On dakika geçmişti. Yine bir gün önce tespit edilen protokola göre, takımlar sahadan çekildiler ve bu defa hakemin düdüğü üzerine tekrar sahaya çıktılar. Şimdi Sarı-Lacivertlilerin ellerinde çiçekler vardı. Ortaya gelip de halkı selamlamalarını takiben Fenerbahçeli futbolcular stadın her yanına dağıldılar ve ellerindeki çiçekleri tribünlere attılar. Sarı-Lacivertliler bu seremonide halka atmak üzere beraberlerinde sigara da getirmişlerdi. Lakin Sovyet spor idarecileri çiçek atılmasını kafi görmüş, halka sigara atılmasını arzulamamışlardı.

Fin hakemi Karni başlama düdüğünü çaldığı anda Fenerbahçe onbiri şu tertiple dizilmişti: Selahattin – Avni, Basri – Nedim, Naci, Necdet – Kasaboğlu, M. Ali, Şeref, Ergun, Niyazi. Yedek olarak soyunanlar da Şükrü, Can, Hüsamettin ve K. Nedim idi. Şükrü’nün sakatlığı geçmiş değildi. Bununla beraber genç kaleci herhangi bir kötü ihtimali düşünmüş ve icabında Fenerbahçe kalesini korumak üzere yedek olarak soyunmuştu. Bir yandan tedavisi devam eden Şükrü, maç sırasında da ekseriya kale arkasında takım ve mevki arkadaşı Selahattin’i alkışladı, onun maneviyatını yükseltti.

(DEVAM EDECEK)

Bir Cevap Yazın