Menü Kapat

Asırlık Bir Üst Kimlik Fenerbahçelilik


Bu yazıda 1915 yılının Şubat ayına gidiyoruz. Dünya Savaşı devam ederken, İngilizler Çanakkale’ye dayanmışken yapılan bir maçta yaşanan olayı sizlerle paylaşıyoruz. 19 Şubat 1915 tarihli İdman Dergisi’nden öğrendiğimiz; Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki’nin tam desteğini alan Altınordu takımı ile yaptığı bu maçın detaylarını aktarıyoruz. Galatasaraylı Abidin Daver, maç yazısında farkında olmadan, asırlık bir üst kimlik olarak Fenerbahçelilik kavramını tarihe geçiriyor.

Fenerrbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Ayak Topu Müsabakaları

Fenerbahçe : 2 Sayı – Altınordu : Sıfır

14 Şubat Pazar günü Union Club çayırında Fenerbahçe ile Altınordu ikinci müsabakalarını yaptılar. İlk oyunda o zaman Progres adını taşıyan Altınordu’nun bir sayısına karşılık Fenerbahçe üç sayı yapmıştı.

Fakat o zamandan beri iki tarafın oyuncuları arasında epey değişiklik olduğundan bu defaki müsabakada iki takımda da bazı farklılıklar olmuştu. (Progres) adını (Altınordu)ya çeviren takım, millî bir çizgi takip edeceği için, kendi üyelerinden iki önemli oyuncuyu, bir Rum kulübünün formasını giyerek müsabakaya katıldıklarından, kulüpten ihraç etmiş idi. Takımın oldukça önemli diğer bir parçası da Avrupa’ya eğitim görmeye gitmişti. Sağ açık hücumcusu ve kaleci mevkilerinde maharetle oynayan iki oyuncu Rum olduklarından onlar da çoğunluğun milli tavrına karşılık olarak kendileri takımdan ayrılmışlardı.

Sonuçta, Altınordu Mister Crawford adındaki İngiliz kaleci haricinde tamamen Türk ve müslümanlardan oluşan bir takımla meydana çıkmıştı. Fakat bu yeni takım öncekilere oranla oldukça zayıf bir kuvvette idi. Özellikle rakibin hücum hattının akınlarına bir düzgün bir şekil verebilecek surette değildi.

Fener takımına gelince; en önemli eksiği sol iç hücumcusu Said Bey idi. Rahatsız bulunan bu yetenekli akıncının yerinde Nüzhet Bey oynuyordu. Diğer bir değişiklik olarak da merkez hücumcu Kamil Bey ile sağ savunmacı Galip Bey yer değiştirmişti.

Oyunun başında, iki takımın bu halini görenler Altınordu’nun kesin bir hezimete uğrayacaklarını düşünüyorlardı. Altınordu, her ne kadar yenilmiş olsa da, bu yenilgi düşünüldüğü gibi olmadı. Savunma hattı özellikle oyunun ikinci yarısında, şiddetli bir rüzgara karşı oynamakla beraber, Fener’in en sert hücumlarını bile durdurmayı, sonuçsuz bırakmayı başardılar. Özellikle savunmacılar ve sol bek gayet iyi oynayarak son kısmında Fener’e hiçbir sayı yaptırtmadılar.

Fener’in hücum hattında, rakibin zayıf durumundan, yeteneğini kullanarak yararlanıp sayılar yapan Said Bey’in eksikliği pek fazla hissediliyordu. Sol tarafta Said Bey ile ortaklaşa çok iyi görev yapan Hikmet Bey de eskisi kadar başarılı değildi. Çoktan beri merkez hücumcu pozisyonunda oynamayan Galip Bey de, karşısındaki Altınordu merkez orta saha oyuncularının acemiliğine rağmen hızlı ve düzgün paslar gönderememişti. Sağ açık Mösyö Miço ise biraz aşağıda hikaye edeceğimiz bir nedenden dolayı her zamanki iyi oyununu cesaretle ortaya koyamıyordu. Buna rağmen maçın birinci yarısında mükemmel bir sayı yapabilmişti.

Fenerlilerin bu oyunda herkesin beklediği gibi başarılı ve güzel oynamayışlarının, parlak bir zaferi elde edemeyişlerinin bir sebebi vardı ki bu da hemen hemen bütün takımın büyük bir asabiyet içinde olmaları idi. Gerçekte ilk yarının ortasında Fener’in sağ açığı Mösyö Miço ile Altınordu’nun sol beki Sedat Bey her nedense birdenbire tokatlaşmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Fener’in oyuncuları arkadaşlarına yardıma, Altınordu’nunkiler de kendi takım arkadaşlarının yardımına koştular. Ve bir süre için futbol müsabakası ne yazık ki bir boks maçına dönüştü. Seyircilerden bazı taraftarlar da işe karıştılarsa da bereket versin ki kavga genişlemedi. Fakat mesele bir millî renk haline geldi. Fener’in tarafını tutmayanlar, Fenerlilerin Mösyö Miço ile Sedat Bey arasındaki kavganın bitirilmesini hakeme bırakmayarak Rum arkadaşlarını korumak için Türk olan Sedat Bey’e saldırmalarını milli hissiyata uygun görmedikleri için, yüksek sesle Fenerbahçelileri kınamaya ve rakip Altınordu’nun her hareketini takdir ederek onları cesaretlendirmeye başlamışlardı. Fener’in taraftarları ise, Mösyö Miço’nun, Rum olmakla beraber Fenerbahçe’nin formasını giydiği için kavganın böyle bir milli cereyan almasını uygun görmüyorlardı.

Böylece herkesi bir asabiyet kaplamıştı. Oyuncuların en küçük bir hareketi iki kulüp taraftarlarının karşılıklı yücelten ve aşağılayan tezahüratları ile karşılanıyordu. Bilhassa Strugglers Kulübü’nün bir hafta önceli mavi-beyaz forması meselesinden kaynaklanan galeyan ile seyircilerin bir kısmı sürekli olarak Mösyö Miço’nun aleyhine bağırıyor, bu oyuncuyu şaşırtıyorlardı. Artık müsabaka sporculuğa has ciddiyet ve kibarlığını kaybetmişti. Halkın bu birbiri ardına bağırmaları arasında oyuncular da sakinliklerini kaybetmişlerdi. Şiddetli çarpışmalar, itişmelerle birbirlerini yuvarlıyorlardı. Ara sıra da bazen dil, bazen el ile ufak tefek kavgalar çıkıyordu. Nihayet bu keşmekeş içinde oyun sona erdi.

Bir spor sahasında böyle fena bir olayın olmasından ne kadar esef edilse azdır. Sporculuğun en büyük özellikleri; nezih, nazik, sakin ve kendine hakim olmasıdır. Spor müsabakaları en çok bu amaçlara ulaşmak, yol yordam bilen ve kurallara mükemmel uyan adamlar yetiştirmek için yapılır. Futbolda değil hatta güreş ve boks gibi rakiplerin adeta boğuştuğu sporlarda bile iki tarafın müsabaka dışında biri biriyle dost ve kardeş gibi geçinmesi, hiç olmazsa karşılıklı terbiye ve nezaket dairesinde hareket etmesi sporculuğun en büyük şerefi, özellikle hevesli genç sporcuların en büyük meziyetidir. Bizde maalesef böyle olamıyor. Ve olmadığının kanıtı da Pazar günü aralarında en samimi kardeşlik hissi olması gereken iki Türk takımının kavgaya girişmesidir.

Biz, şimdiye kadar futbol seyrine gelen halk arasındaki kişilerin ortaya fırlattığı münasebetsiz ve çirkin sözlerden, kaba adi şakalardan müteessir olmakla beraber sporcularımızı bu gibi hareketlerden ayrı tutuyor ve aralarında nadiren ortaya çıkan tartışmaları kişisel olarak algılayıp ciddiye almıyorduk. Halbuki Pazar günkü olay bizi bu hususta hayal kırıklığına uğrattı. Bu meselede hangi tarafın haklı veya haksız olduğuna gelince : Bunu karar vermek esasen bu kavgaya katılmak ve taraf tutmak olacağı için biz olayı yalnızca olduğu gibi ve tamamen tarafsız bir surette değerlendirdik. Hatta sporculuk şerefini koruma düşüncesiyle bir takım gereksiz ayrıntıyı vermekten de sakındık. Amacımız ne Fenerbahçe ne de Altınordu takımlarını haksız çıkarmak, ne de kimsenin aleyhinde bulunmaktır. Saf niyetimiz, henüz pek taze olan Türk sporculuk alemi için kötü bir örnek oluşturan bu gibi olayların zaten gün gibi ortada olan çirkinliğini hatıra getirerek tekrar etmemesini temenni etmekten ibarettir. Ümit ederiz ki Türk spor kulüpleri bu gibi kusurlardan uzak olduklarını kanıtlamak için çalışacaklar, olgunluk ve sakin bir şekilde oyun sahalarına şeref vermeye çalışacaklardır.

A.D. (Abidin Daver)

Miras

Okuduğunuz üzere, ülkenin içinde bulunduğu savaş iklimi, uzun yıllardır bir arada yaşayan Türklerle, başka dine mensup vatandaşların ilişkisini bozmuştu. Bu maçtan bir hafta önce Altınordu takımının 2 oyuncusu, Hasan ve Hüseyin, “milli duygulara uygun olmayan” hareketler yaptıkları için kulüple ilişkileri kesilmiş, Altınordu kulübü; iktidar partisi İttihat ve Terakki’nin politikalarına paralel bir tavır sergilemişti.

14 Şubat’taki maça kalecisi hariç 10 tane Türk oyuncu ile çıkan Altınordu takımından Sedat’ın, karşısında mücadele eden Fenerbahçe takımının Rum sol beki Miço ile yaşadığı tartışma kavgaya dönüşmüş; zamanın ruhuna uygun olarak bir milliyetler mücadelesi halini almıştı.

Büyümesine rağmen yatıştırılan kavgadan günümüze kalan ise yazıda geçen şu ifade olmuştur: “Fener’in taraftarları ise, Mösyö Miço’nun, Rum olmakla beraber Fenerbahçe’nin formasını giydiği için kavganın böyle bir milli cereyan almasını uygun görmüyorlardı.”

Geçtiğimiz yüzyıldan gelecek yüzyıla miras kalacak bu cümlenin anlamı şudur: “Üst Kimlik Fenerbahçelilik”…

Fenerbahçe taraftarının 1915 yılında, hem de ülke savaşın ortasındayken, gösterdiği “Fenerbahçe forması giyenin, Fenerbahçeli olanın, başka bir kimliğine bakılmaz” tavrı, vurguladığımız gibi eşsiz bir mirastır.

Barış Kenaroğlu

Bir Cevap Yazın