Moda’dan Yoğurtçu’ya inerken, yolun döndüğü yerde bir heykel görürsünüz. Bu heykel, meşhur ressam Fikret Mualla’ya aittir. Fenerbahçe’nin meşhur futbolcusu “Topuz” Hikmet‘in de akrabası olan bu müthiş sanatçının, aynı derecede müthiş çalkantılar içinde geçen hayatını hikaye eden Orhan Koloğlu’nun yazı dizisinde enteresan bir anekdota rastladık. Meğer merhum Fikret Mualla, 1959 yılında oynanan Nice maçında kulübe mektupla taktik vermiş. Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Türk Van Gogh’u
Kağıda Kaleme Sarılıp Nice Maçında Fenerbahçe’ye Taktik Vermişti
Hermine bırakır bırakmaz, Fikret’in resim dehasına gerçekten inanan bir başka sanatsever ortaya çıktı: Madam Anglès. O da, parça başına 4000-5000 (80-100 Lira) Frank’a, ne getirirse almayı garantilemişti. Daha onunla tam bir işbirliğine girişmeye vakit bulamadan yine soluğu karakolda aldı.
Parasız bir gününde Coupole lokantasına girmiş, tıka basa yemiş içmiş, sonra da meteliği olmadığını söylemişti. Onu zaten tanıyorlardı, yapacak bir şey yoktu.
«Başka zaman verirsin» dediler.
İnadı tuttu «Hayır vermeyeceğim» dedi.
Başlarından savmak, hâdise çıkarmamak için her şeye razı idiler, fakat Fikret Mualla iyice sarhoştu ve kaşınıyordu. Kaşıdılar da.
De Gaulle’ü, Malraux’ yu, tümünü ipe dizdi. Yine karakol, yine hudut dışı etme tehdidi. Hakaretten bir aya mahkûm edilmişti. Madam Angles araya girdi, madamın ahbabı akıl doktoru Orsoni garanti verdi ve «Onun sözlerinden dışarı çıkarsa tekrar tımarhaneyi boylayacağı iyice anlatıldıktan sonra» olay örtbas edildi.
Karaciğerin İsyanı
Şimdi eskisine nazaran çok daha az çalışıyordu. Ayrıca kendini daha hür, daha rahat hissediyordu. Bir akıl doktorunun tavsiyelerine uyarak Fikret’i çalıştırmayı düşünmekle Madam Angles diğerlerinden daha iyi sonuç almayı başardı. Prensibi onu asla korkutmamak üzerine kurulmuştu. Kapalı odalar, sıkıcı bunaltıcı aralıksız çalışmalar yapışma uygun değildi. Bu tedbirler, izlendiği, ya da mahvedilmek istendiği korkularını onun kafasında canlandırıyor ve daima tehlikeli olaylara yol açıyordu.
Ayrıca sıhhati de son derece bozulmuştu. Nefes darlığı, su toplanması (ödem)… Çok çok terliyor, kendisini zor hareket ettiriyordu. Yıllarca sefaletten bir deri bir kemik dolaşmışken şimdi, karaciğer hastalığı yüzünden, yirmi kilo birden almıştı. Sorunları yine her zamanki sorunlardı: Aileden kalan mirası elinden alınmıştı, polis kovalıyordu ve uluslararası bir şebeke onu mahvetmek peşindeydi.
Madam Angles, daha doğrusu doktoru, Saint Germain tarafına gitmesini menetmişti. Böylelikle hem Türk, hem de sanatçı çevrelerden uzaklaşmış oluyordu. Günlerini resim yapmak, bol bol mektup yazmak ve nihayet tek başına kafayı çekmekle geçiriyordu.
Maç Taktiği
Resimlerdeki aşırılıklara bakarak akıl hastalarını tahlile kalkışan doktorlar, Fikret’in resmi karşısında söyleyecek bir kelime, veya bir hastalık izi bulamıyorlardı; o derece dengeli ve o derece yumuşaktı.
Devir devir değişen hâkim renkti; bu bazen turuncu, bazen kırmızı, bazen de eflâtundu. Pek çabuk, modele bakmadan, sadece bir gece evvelinden hafızasına yerleştirmiş olduğu sahneleri tuale naklediyordu.
Günde sadece yarım saat veya üç çeyreğini resme ayırıyor, sonra mektuplarına ve içkisine dönüyordu. Şimdi eskisinden fazla yazmaya başlamıştı. Dostlarından ya miras işini halletmelerini istiyor, ya da kahve, zeytin, zeytinyağı, sabun, cezve, bir saç mangal, kahve fincanı, rakı, Bursa havlusu, pastırma, sucuk siparişi veriyordu.
Hattâ bir gün, Fenerbahçe’nin Nice takımı ile Fransa’da maçlar yapacağını işitince kalemi kağıdı eline almış, bu takımın oyun taktiği ve nasıl karşı konulması gerektiği hakkında uzun uzun bilgi göndermişti. Fenerbahçe kulübünden «İlginize çok teşekkür ederiz, Bayan Muallâ» şeklinde bir cevap alınca dünyalar onun oldu.
Ne France Bertin’in, ne de Madam Angles’in düzenledikleri sergiler onu bu derece sevindirmemiş ve ilgilendirmemişti. Takdir cümleleri ve kritiklerin söylediklerine zaten hayatı boyunca kulak asmamıştı. Değerini biliyor, bildiğini yapıyor, üst tarafı ile ilgilenmiyordu bile. Büyüklüğü de buradaydı.
Paris’ten Ayrılış
İçkiye gelince, her gün artan bir tempo ile devam ediyor, tabii sonuç olarak kavgalar gürültüler eksik olmuyordu. Otelin garsonundan kapıcısına kadar bütün personeli ile kavgalı haldeydi. Can sıkıntısından gelene geçene şişe atıyor, hattâ penceresinden aşağıya işiyordu.
Yine kriz geçirdiği ve «İmdat, imdat! Polis geliyor» diye herkesi uyandırdığı bir gece yarısı, sağ kıyıdaki otelinden kapı dışarı edildi. Sefil halde, kendisini kabul edecek tek bir otel kalmayıncaya kadar mahalle değiştirdi.
1962 yılının sonlarına doğru bir gün, yatacak yer bulamayınca, sabahın üçüne kadar sokaklarda, Montmartre’da dolaştı. Oradan hale gidip bir hayli çekti ve nihayet sol tarafına gelen bir felç krizi ile sokağın ortasına düştü. Kırk iki yıldır süregelen sefalet ve yorgunluğunu artık vücudu taşıyamıyordu.
Madam Angles, derhal hastaneye kaldırttı, iyi bir tedavi yaptırdı ve biraz iyileşince kendi evine aldı. Otele yatırılacak gibi değildi. Sinir krizleri bir yana, şimdi altını tutamıyor, ikide bir elbiselerini, yerleri, çarşafları berbat ediyordu. Milletvekili olan Bay Angles’in davetlerindeki skandalları da caba.
Evleri Picasso’lar, Van Döngen’lerle dolu olmasına ve sanatçılara büyük saygı beslemelerine rağmen, karı koca Fikret’i daha uzun bir süre yanlarında barındıramayacaklarım anladılar. Doktorlar da daha ılımlı iklimlerin, meselâ Fransa’nın Güney kıyılarının sıhhatine çok iyi geleceğini belirtiyorlardı. Nihayet, Nice civarında denizden 80 kilometre kadar içerdeki Reillane kasabasında bulunan Madam Angles’in evine yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Tabii kasabanın üç meyhanecisine, ona fazla içki vermemeleri tenbih edilerek. Güneyin sağlam havasında çarçabuk kendini toparladı, sol tarafındaki ârıza hemen hemen geçti ve Fikret Mualla büyük bir neşe ve iştiha ile çalışmaya, mektup yazmaya ve içmeye döndü.
Orhan Koloğlu