Menü Kapat

Tokatlıyan

Sürekli söylediğimiz bir şey var; “Fenerbahçe tarihi, biraz da Fenerbahçelilerin tarihidir” ve bu tarihi yazanlar arasındaki en kıymetli üç-beş isimden birisi de İslam Çupi‘dir. Rahmetlinin futbol yazıları kadar muazzam bir de İstanbul yazıları var. İşte onlardan birisi : Tokatlıyan Oteli… Keyifli okumalar…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Tokatlıyan

Tokatlıyan Oteli, şimdiki çiçek pasajım az geçtiğinizde uzun bir kaldırım parçasını kaplayan, başınızı göğe kaldırdığınızda kafanızda şapka varsa onu düşürten, İstiklal caddesinin gölgesi öğleden sonra tüm tarihi ile sokağa yayılan, en esatiri binalarından biri idi.

Kaldırım tarafına, kalın camlı ve kalın dantel perdeli panoramik pencerelerle kendisine özgü bir görüş sansürü koyan otelin çay kahve içilen pasta yenen geniş salonları, sanki ayrı bir dünyanın Disneyland’ım çizerdi.

Kendiliğinden şekillenmiş bir dürbün demokrasisi vardı, otelin…

Müşteriler, sabahtan akşama kadar istiklal Caddesine ayrı ayrı defileler getiren büyük ve değişik bir kız ve kadın kalabalığını gözlerine yerleştirdikleri değişik striptiz uzmanlığı ile bütün giysilerinden arındırır, ama kaldırımdakiler başlarını kaldırıp içerdeki aristokrasinin ne porselen çay fincanına ne de gırtlak altına düğümledikleri kravatlarına bakabilirlerdi.

Terbiyeli idi, o günlerde İstanbul…

Ya da bu günlerde iyice belirginleşen, zenginler her şeyin sahibidir fakirler ise sadece kendisinin sahibidir sermaye terakkümü, kaçınılmaz kumbarasını daha o tarihlerde koymuştu, Tokatlıyan Otelinin kaldırımlarına…


Kimler mi müşteri idi, bu garsonu değişik, bu servis biçimi vals gidişlerini andıran, o loş ve gizemli geniş otel lobisinin?

İstanbul’un hep pahalı semtlerinde batı dünyasını kurmuş konsoloslukların mensupları..

Geçim cüzdanlarının hangi üretime doğru açıldığı belli olmayan lovantenler…

İstanbul’un “han-hamam-apartman” üçgen kiralarından ilk rantiye ekonomisini kurmuş, varlıklı baba ve büyük babaların devamı olanlar…

Daktilosunun adresi belli olmayan yazarlar, özellikle tiyatro sanatçıları, tek elbisesi ve gömleğini asla buruşturmayan eskitmeyen içki gereksinimini, onun bunun masasından sağlayan kronik alkolikler…

Önünden her gün geçiş provaları yaptığımız, içerisini girilmez bir pahalı dünya olarak gençliğimize kapalı tuttuğumuz bu Tokatlıyan kulübünün bütün ayrıcalıklı engellerini bir gün indirivermiştik, birkaç Cihangirli delikanlı ile…

Öğrenmiştik otelin veresiye şifreli alfabesini…

Her konsolosluğun orada yeme içme hatta yatma gibi bir konfor zenginliğinin totaline asılmış bir anahtar numarası vardı. Tesbit ettik, bunu…

Sonra başladık; İngilizce, Fransızca, Almanca dillerinde en huylanılmayacak dialekte, “Lütfen 302, Lütfen 602, Lütfen 802 numaralı anahtarı verir misiniz” deme talimlerine…

Artık bizim grup, Tokatlıyan Kulübü üyeliğine kabul girişi yaptırmıştı.

Hangi gün bu herkesin giremediği dünyayı şereflendirme niyeti ile ayağa kalkacak, arkasından bir sinek kaydı traşa sıra gelir, sonraki aksesuvar titizliği, mutlaka akşamdan Yorgo Maruko’ya verilmiş olan gömlek ve elbiselerin askıdan alınıp üstlere giyilmesi ile tamamlanırdı.

Konsolosluktaki genç mahdum olma rötuşunu Cengiz isimli arkadaşım yapardı, hepimize…

Hachette Kitapevi’ndeki dulluğu epey gençkinleşmiş madam Roza ile bizim Cengiz, filmlerin eskimeyen konusu olan, “paralı yaşlı kadın ve paradan başka her şeyi bulunan genç” düetini, arada bir Kom Kemal’in Tavuk Uçmaz’mdaki garsoniyerinde oynardı.

Tünel’in hemen çıkışında olan Hachette Kitabevi’nin aydınlık vitrininden yarı karanlık olan dükkan arkalarına bizden önce, birer “günaydın matmazel (!)” iltifat potburisi girer ve masadan Cengiz heyecanı ile kalkan madam, hepimizin yanaklarına Pera imbiğinden geçmiş birer öpücük kondururdu.

Sonra raflardan aldığı en aktüel İngilizce Almanca ve Fransızca kitap, dergi ve gazeteleri koltuk altımıza yerleştirir, sonra klasik bir titizlik lafını söyleyerek uğurlardı, bizi kapıdan…

“Akşam aynen isterim mallarımı… Buruşmuş olmadan, bir dirhem bir çekirdek halde…”

Kaç yıl sürdü, Tokatlıyan salon ve lokantasındaki bedava üyeliğimiz… Ya bir ya iki…

Bu süre içinde bodrumlaştınlmış gece kulübünde Perez’in piyano tuşlarında sağdan başlayıp son uca varıp oradan yere düşen bir yığın palyatif aşklarla tanıştım, revü kızı Mualla Kaynak’la tarihini o otelle birlikte gömdüğüm tangolar ve Foks- Trot’lar yaptım; alkol, benimle Benli Belkıs’ın gecelerini tesadüfen biribirine yapıştırırsa, bir kadının olduğu değil, olmak istediği yaşa kolaylıkla iniverdiğine tanıklık ettim. Sonunda, o zamanki rakamlarla pek kabaran faturalar yabancıların ödeme veznelerine gidince konsolosluklar anahtar yönetiminden vazgeçip, girip çıkanı yakından izleyen, denetimi daha kaçaksız etkili bir yol buldular.

Benim Cihangir ekibinin bu parasız Tokatlıyan sefası biterken, Beyazıt ve Galata Kulelerini saf vatandaşa okutmak, Karaköy meydanındaki dev saat ve tramvayları renk sırası ile taşralıya dürtüklemek şeklinde özetlenen Sülün Osman açık gözlüğü ya da dolandırıcılığı, polis bültenlerinde ve gazetelerin çift sütunlarında, yeni yeni uç veriyordu.

Ronald Colman şıklığında olan, Platine saçları Villi’den elbise kuponu İngilizden çıkışlı otelin patronu İbrahim Gültan, ödeme şeklini bizim düşündüğümüz tediyesini ise yabancı konsoloslukların sağladığı bu yaşam biçimini kendisine anlatsak, belki o anda bir “AET”i 50 yıl önce kuran Jön Türk zekasını ayakta alkışlar, parmağını Oteli kurduğundan beri asalaklıklarını yok edemediği zümreye çevirirdi.

İbrahim Gültan’ın en kızdığı müşteri tipi, otelin cümle kapısı sabah açılır açılmaz içeri dolup pencere önlerini bir maden sodasına veya bir çay ya da kahveye esir edip, buraları akşama kadar kaidesini tuvalete bile deplase etmeden kaplayan sabit kalçalılardı.

Onlara olanca çelebiliği içinde verip veriştirir, bulduğu “cam zamparaları” lafını bu münasebetsizliğin üstüne en anlamlı protesto mesajı olarak gönderir, sonra öfkesini şöyle bir cümle ile söndürürdü.

“Onlar ölmeden, oteli öldürecekler…”

Rivayet ederler kı, bu tarihi oteli, tarihi bir sarhoşluk öldürdü.

Can Peker, Turan Seyfioğlu prens Vedat ve avanesi bir tanker rakılı akşamın sabahına doğru eve adım atamayacak hallere düştüğünde otelin bu bölümüne düşmüşler.

Sabah otele gelirken İbrahim Gültan, bakmış kepengleri kaldırılmış kahvehane kısmının sinemaskop camlarından içeriye yığınla kaldırım kellesi uzanmış dikkatle bakıyorlar.

Acele kalabalığa karışıp, o da uzatmış başını… Manzara Feci… Masalar biribirine eklenmiş, kanepeler camın kenarına çekilmiş, bitmeyen kadehler radyatör dilimlerinde… Bir horlama, bir koku, Can Peker ve arkadaşlarının yarattığı bir alkol yatakhanesi… Kapatmış oteli..

İslam Çupi / Taha Toros Arşivi

Bir Cevap Yazın