Büyük Fenerbahçeli Dr. Memduh Eren, Neriman Tekil’in Fenerbahçe dergisinde “Çimen Yapraklarından B.Dereye” başlıklı bir tefrika yazıyordu. Biz de bunu aktarmaya başlamıştık. Aşağıdaki bölümü ayrıca almak istedik. İki gün sonra vefatının 82. yılını idrak edeceğimiz Galip Kulaksızoğlu’nun bir hatırası… Galip Bey’in tokadı, sizi çok duygulandıracak.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Hakkı Ödenmez Fenerbahçeli Galip
Bu güzel geziden sonra kulüpten ayrılırken Galip Bey, antrenmana gelirken birer top ayakkabıcı edinmemizi, iki resim getirmemizi, diğer gereksinmelerimizin ise kulüpten karşılanacağını söyledi.
O dönemde futbol ayakkabılarının fiyatları 85 kuruş ile 125 kuruş arasındaydı. 55 lira aylıklı Devlet Demir Yolları’nda Muhasebeci olan babam en iyisinden bana bir çift ayakkabı aldı.
Artık Çarşamba ve Cuma günleri yıllarca sürecek maraton bizler için başlamıştı. Haydarpaşa Lisesi’nden saat 15:10’da son dersten çıkıyor, elimizde okul çantası ve ayakkabı torbası ile tramvay geçen caddeden aşağı iniyor, ara yollardan geçerek ve sürekli koşarak saat 15:30’da Fenerbahçe Stadı’na kavuşuyorduk.
“Arka Saha” ile dostluğumuz kurulmuştu. Sarı-Lacivert formalarla çimen yaprakları ve Her Şıvenk’le yıllar sürecek kıvançlı günlerle kucaklaşmıştık.
Üstesine istenen iki resimden birisi ile bizlere birer Fenerbahçe Hüviyet Kartı (acaba şu anda Fenerbahçe’de böyle bir hüviyet kartı var mı bilmiyorum) ikinci resim ile de küçük boyumuza rağmen tüm maçlara serbestçe girmek hakkı verilmişti.
O yıl tam dört tane küçükler takımı vardı. Ertesi yıl yaşları daha büyük olanlar dördüncü takımı oluşturdular. Bizler küçükler takımı olarak kaldık. Galip Bey takımlardan birinin kaptanlığını bana vermiş, öbür takımın kaptanı da arkadaşım ve hala dostum bir güzel adam Kamalı Nazif olmuştu. Kendisine Kamalı denmesinin nedeni yüksek topuk küt burunlu pabuçlarının üstündeki bol paçalı pantolonunun yanında bulunan bir parmak kalınlığındaki kamadandı. Güzel bakan mavi gözlerinden biri hafif şehla idi. Onunla aramızda bembeyaz bir dostluk kurulmuştu. Maç bittikten sonra duşlarımızı alır, Hamdi Bey’in salonunda her defasında Galip Bey ile yeniden buluşur, ikram edilen pastalı çayımızı yudumladıktan sonra kol kola Altıyol’a tırmanır, o zamanların en ünlü pastanesi “Nefis”e oturur, aşurelerimizi yerdik.
Günlerimizi böylece sevgi ve arkadaşlık duyguları ile dopdolu geçirerek büyüyorduk. Aradan bir yıl geçmişti ki bir “Hasılat Maçı” gelmiş çatmıştı, bu nedenle karma takımların yöneticileri sadece birinci takımların stada parasız girebilecekleri kararını almıştı. Bizim bundan haberimiz yoktu. Stada geldiğimizde turnikede dahi başka adamlar görev almıştı. Hiçbirimizi ellerimizdeki karta rağmen stada almıyorlardı. Gelen dönüp gidiyordu. Bizse kenara çekildik, hem stadın önündeki cümbüşü seyrediyor ve hem de bir sürpriz bekliyorduk.
Birden tiz bir sesin beni çağırdığını duydum, kuşkusuz bu ses Galip Bey’indi, koşarak yanına gittim, Kamalı da yanaştı.
Galip Bey bize baktı, adeta azarlarcasına : “Neden maça girmiyorsunuz?” dedi. İkimiz de şaşırmıştık. Ve hemen ilave etti: “Derhal listelerinizi yapın, ben kapıdayım.”
Alelacele listelerimizi yaptık, yürüdük. Galip Bey turnikenin arkasında heykel gibi dimdik duruyor, bizi bekliyordu. Elini uzattı, verdiğimiz listeyi turnikenin üzerine koydu. Bir anda ben, Kamalı ve birkaç arkadaş daha kendimizi içeride bulduk Bu arada bir direnme oldu. İri kıyım adam turnikeyi durdurdu, alınan yöneticilerin kararını, bu nedenle kimseyi içeriye alamayacaklarını anlatıyordu.
Galip Bey sükunetle söylenenleri dinledi. Sonra bir hışımla adama döndü. Mavi gözlerinden adeta ateş püskürüyordu:
“Efendi, efendi! Yöneticiler yarın çıkar giderler, hatta ölebilirler. Ama bu topraklar ve hatta bütün Türkiye bu gençlerindir. Her şey onlara emanet edilmiştir. Akşam gidince seni evine almasalar ne yaparsın? Bu topraklar üzerinde onlar yaşayacak, Türkiye’yi ve Fenerbahçe’yi onlar yaşatacak, onlar onurlandıracak ve onlar yüceltecektir. Yöneticiler ve sen kim oluyorsunuz da gençleri kendi malikhanelerine sokmuyorsunuz.”
Bu sözlere değin turnikedeki adam hala direnince Galip Bey’in elindeki baston yere düştü, labut gibi sağ kolunun ters tarafı ile adamın boynunun üzerinden savurdu. Bir anda o koca adam kenardaki çamın dibine seriliverdi. Galip Bey’in köpeği olup bitenlere devam kararında idi. Uzunca bir süre bu iri adamı yakın mesafeden okşayarak kendi dili ile bir şeyler anlatmaya çalıştı. Bizler Galip Bey’in ardından güvenle gidiyorduk. Çimen yaprakları yeniden bizim olmuştu.
Dr. Memduh Eren / Galip Bey’in Tokadı