Menü Kapat

Fenerbahçe’yi Dolaşırken

Geçenlerde Reşad Ekrem Koçu’nun Fenerbahçe semtini anlattığı bir yazı yayınlamıştık. Şimdi de sıra Fenerbahçe’yi dolaşırken eskiye göre nelerin değiştiğini yazan Sermet Muhtar Alus’un… Keyifle okuyacaksınız.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Mesire-i Dilara

Geçen pazar akşamını Göztepe’de geçirişimden, yazı andıran havanın güzelliğinden istifade ederek, ertesi sabah Fenerbahçe’ye kadar yayan bir gezinti yaptım. Yıllardır fırsat bulup eski mesirei dilâraya uğramamıştım. Rastladığım değişiklikler beni hayli yadırgattı:

Vaktiyle Fener kulesinin ışığı sabitti, geceleri biteviye yanardı; şimdi yanıp yanıp sönüyormuş. Kulenin berisine ufak garaja benzer bir bina yapılmış. Karşıki kayalığın üstüne bir fenercik konmuş. Nüzhetgâhı çepeçevre kuşatan düzgünce bir yol, kenarında boydan boya hendek vardı; hepsi bozulmuş, her tarafı otlar bürümüş. Rıdvan Paşa’nın Şehreminliğinde, 1901 veya 2 de, kıyıdaki asırdide sakız ağaçlarının köklerini korumak maksadiyle yapılan beton setler hâlâ duruyor. Selviler tek tük kalmış.

Çiftehavuzlar’ın bir kurşun menzili açığına kurulan, yaz kış oradan eksik olmıyan Salistra dalyanı —yoksa bir başkası mı bilmem— o kadar yakma nakledilmiş ki seslenseler duyulacak. Şapka burnuna, ilk Cihan Harbi senelerinde inşa edilen birkaç debboya yeni yeni tesisat, vinçler ilâve olunmuş. Demir yolunun nihayetindeki küçücük istasyondan eser yok. Kalamış koyu cihetine düşen kayık iskelesi harap; ağaç dallarına asılı ığrıplara, ağlara bakarsan orasının balıkçılara mekân olduğu anlaşılmada.

Yarımadanın orta kısmında bazı hazırlıklar göze çarpıyor. Burası bayram yerlerine, sözüm yabana Lunaparklara döndürülecek galiba? Yüksekçe bir dönme dolap getirilmiş; salıncak direkleri dikilmiş; çocukları bindirmeğe ufacık lokomotif, vagonu, rayları taşınmış; oyuncak katarı yürütecek adam, Bilâl isminde bir habeşî hazır bile. Nişan atma barakası bitmek üzere…

Etrafı ağır ağır dolaşırken 40- 50 yıl evvelki Fenerbahçenin meşhur simaları zihnimde belirmeğe başladı. Müdavim zevatın muayyen, hiç değişmiyen durak mahalleri vardı. Meselâ Müşir Deli Fuat Paşa, Şam’a nefyedilmeden önce, deniz hamamlarına karşı köşenin, yolun darlaştığı noktanın gediğini satın almış gibiydi. Şeyh Cevat Efendinin küçük damadı, Dersaadet Adliye müfettişi Yusuf Şetvan Bey, antika hamam harabesinin yamacından ayrılmazdı. Şeyhülislâm zade, Şûrayı Devlet Mülkiye dairesi âzasından zayıf nahif Muhtar Bey, piyasaların tozundan tiksinir, faytonunu Fener kulesinin civarına çektirirdi. Kireç kapısı gümrüğü nazırı Ramiz Beyin oğlu, Dahiliye Mektubi kalemi muavini Neyir Bey, kupasını salaş kahvenin hizasında durdurur; arabadan inip kolunu kapıya dayar, saatlerce aynı vaziyette etrafı süzerdi.

Sair hazaratı sayıp dökmeğe, hele hanımlardan açmağa hiç girişmiyelim; mahdut sütunlarıma sığmaz, sahifeler dar gelir.

Fenerbahçe’ye üç vasıta ile gidilirdi: Arabayla, trenle, sandalla… Hıdrellez’de, 1 Mayıs’ta, Cuma, Pazar günleri ortalık gayet kalabalık olur; konak faytonları, kira arabaları, muhacir tentelileri, paraşollar ıskarça kesilir; toz dumandan göz gözü görmezdi. Bunları bir iki kere anlattık, tekrarlamak abes.

Tren, yalnız Cuma ve Pazarları üç sefer işler; İstanbul, Üsküdar, Kadıköy halkından seyrangâha âzım kişiler Haydarpaşa’da vagonlara dolar; Feneryolu’ndan hat sağa kıvrılırdı. Hattâ Feneryolu mevkiinin o vakitki ismi (Bifurcatlon), yani ikiye aynlan yoldu. Bu kol 1,800 metredir. Nihayeti, deniz hamamlarının, set üstünde bulunan namazgahın 20 – 30 adım berisindeydi. Katardan boşalan müşteriler, o zaman berzahtaki bostanın solundan, deniz kıyısından yürüyerek yarımadaya varır, gölgeliklere dizili sandalyaları kapışırlardı.

Alamana, pazar kayığı, sandalla gelenler kayık iskelesine yanaşır, karaya iner, yayanlar kafilesine katılırdı.

Sırası düşmüşken, şu içler acısı vakayı araya sokayım:

Tanıdıklardan Etyemezli Ebe Fatma hanımın kızı bir Necibe hanım vardı. Oğlu Kuleli idadisinde talebeydi. Yaza tesadüf eden bir Kurban bayramı, havanın mülâyimliğinden, denizin süt limanlığından gayrete gelip, yedi arkadaş söz birliği ediyorlar. Samatyadan bir kayık peyliyerek arifane ile yiyecekleri hazırlıyorlar. Kimi kebaplık eti, kimi yalancı dolmayı, kimi irmik helvasını sepetlere yerleştiriyor; ötekiler de yeşil salatayı, taze soğanı, karpuz kavunu, içilecek suyu tedarik eyliyor. Tığ gibi delikanlılar, kayıkçıya ne lüzum? Kürekleri kendileri çekecek; Fenerbahçeyi boylayıp akşamleyin dönecekler.

Narlıkapıdan atlamışlar kayığa. Biraz açılır açılmaz lodos esmeğe, dalgalar kabarmağa başlamış. Yısa boca çalkanmadalar. Ne gerisin geri dönebiliyor, ne de Kadıköyü’ne ilerliyebiliyorlar. {Yelken açalım, lodos artmadan Üsküdan tutalım!) deyip açmışlar yelkeni.

Lâhzada kayıp kapaklanıvermez mi? 7 delikanlıdan, güzel yüzme bilen yalnız biri kurtulmuş, altısı boğulup gitmişti. Necibanım, ihtiyar yaşında bile evlâtçığına yanar, için için göz yaşı dökerdi.

Fenerbahçenin tam ortasında çatısı ahşap, önü sondurmalı, külüstür kahveyi yaşlı, pos bıyık bir Ermeni işletir, ocak başında tezgâhtarlık eder, iki çırak kullanırdı. Biri Komik Abdürrezzağın, sonra küçük İsmail’in tulûat kumpanyasında (tiran), yani hain rolüne çıkan Şerbetçi Manuel’in kardeşi Avadis; öbürü İcadiye sandığı tulumbacılarından Dikran. İkisi de kırkını aşkın ama sırım gibi.

Saha geniş; Cuma ve Pazar günleri arabasız müşteriler de hıncahınç. Mesire paydos oluncaya kadar, kahvede yamaklık eden iki ahbar, yalınayak, başı kabak etrafta çarh çeviririrler; kahvenin, çayın fincanına, Kayışdağı suyunun şişesine 2 kuruş, hasır istenirse çeyrek alırlar; 20 para, 40 para bahşişe de konarlardı. Zavallılar durup dinlenmeden taban teper, mintanlarının sırtı terden yamyaş, dilleri dışarıda, nefes nefese oradan oraya koşar; herkes derdi ki:

— Herifçağızlar yorgunluktan helâk oluyorlar. At sürücülerinden, tramvay vardacılardan beter haldedirler. Ayaklarını tuzlu suya sarkarlar mutlaka!…

Fenerbahçenin temelli kâğıt helvacısı Debreli Selim, dondurmacısı Arnavut Andon’du. Hâlâ sağ galiba ,2 yıl evvel Yeldeğirmeni’nde simit satarken rastladım. Kamburu çıkmış, gözleri bıçılgan olmuş.

Antika hamam harabesinin fi tarihinde İstanbulu muhasara eden Emevî’lerden kaldığı söylenirdi. Tenha günlerde, sıkışanlara kademhanelik eder, fakat ekseri kimse oraya dalmağa çekinir:

— Selvileri görmüyor musunuz, şehitlikteyiz ayol. Alimallah insan vebale girer, çarpılır. Deniz kenarına inip haceti def eylemek evlâdır! derlerdi.

Fener kulesinin bahriye neferatından, kır bıyıklı iki adet bekçisi, fener sönmesin diye geceleri nöbet bekler; gündüzleri kuleye çıkmağa hevesilerden 5 kuruş avait koparırlar; bir ikiliğe çoluk çocuğu, gençleri, tazeleri salıncağa bindirirlerdi. Hanımların kolan vuruşu ömürdü.

Bir Cevap Yazın