Menü Kapat

Süt Kardeşler

Fenerbahçe tarihinde “Süt Kardeşler” denince akla Halit Deringör ve Müzdat Yetkiner gelir. Fenerbahçe’nin 1943, 1944, 1945, 1946 ve 1950 yıllarında kazandığı Türkiye şampiyonluklarında Halit Deringör (114 maçta, 38 gol) ve Müzdat Yetkiner (82 maçta, 56 gol) çok büyük pay sahibi oldular. Öyle ki bu sezonlarda Halit Deringör yalnızca 5 maçta takımının formasını giyememiş; iki oyuncu toplamda attıkları 196 gol ile neredeyse bu 5 şampiyonlukta atılan 409 golün yarısına imzalarını bırakmışlardı. 1948 yılında Talha Altınbaşak bir yazı kaleme aldı ve Fenerbahçe tarihinin “Süt Kardeşler” hikayesini anlattı. Keyifle okuyacağınızı umarak, iki Fenerbahçe efsanesinin ruhu şâd olsun diyelim.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Halid ve Müzdad

O kadar beraberler ve o kadar müşterek tarafları var ki onları bir türlü birbirinden ayıramadım ve her ikisini de beraberce yazmaya karar verdim.

Beraber doğmadılar amma ikisi de 1922 yılında dünyaya geldiler hem de aynı şehrin, aynı semtinin, aynı mahallesinde. Kadıköy’ün hemen her tarafı Fenerbahçe’ye sayısız sporcu yetiştirmiş olmak mazhariyetine sahiptir. Fakat aynı yılda ileride sarı-lacivert renkleri zaferden zafere koşturacak iki arslan yavrusunu birden yetiştirmek ancak onların doğdukları sene “Acıbadem”e nasip oldu.

Onlar ilk temaslarını anneleri tarafından yan yana yatırıldıkları sedirin üstünde kundaklarından dışarı bırakılmış olan minimini ellerini birbirine uzatıp birbirlerinin parmaklarını tutmak suretiyle yaptılar ve aralarında henüz birer kundak çocuğu iken başlayan bu arkadaşlık, her geçen yıl hararet ve kuvvetini arttıra arttıra bugüne kadar hiç sarsılmadan devam etti. Yıllardan beri komşu olan aileleri o kadar samimi ve dostturlar ki anneleri aynı yıl dünyaya gelen oğullarına müşterek süt verdiler. Bu suretle bu iki yaramazın çok kuvvetli arkadaşlık ve dostlukları bir de aynı sütü emmiş olmanın doğurduğu süt kardeşlikle perçinlendi.

İlkokul çağına gelinceye kadar mahallelerinde gece gündüz beraber oynadılar. İlk zamanlar yaşları pek küçücükken dokuz ay büyük olanı “Müjdat” küçüğünü “Halit” diğer mahalle arkadaşlarına karşı korurdu, sonraları küçüğü de serpilip boylanarak büyüğüne yetişince ikisi de birbirlerinin daimi koruyucusu oldular.

İlkokula beraber gittiler, aynı mektepte okudular, aynı liseyi beraberce bitirdiler. Kadıköy arsalarında küçük lastik topların peşinde didinmeye başladıkları zaman da beraberdiler. Meşin topla tanışmaları da beraberce oldu. Sabahtan akşama kadar o topun ardından birlikte koşarlar, akşam olup güneş ufkun arkasına çekildikten bir hayli sonra evlerinden işitecekleri azarı düşüne düşüne alaca karanlıkta mahallelerine birlikte dönerler ve ertesi sabah tekrar buluşmak üzere aralarında beş-on metre mesafe bulunan evlerine yorgunluktan bitap vücutları ve kurumaya başlayan terli çamaşırlarıyla yarı korkudan yarı soğuktan titreye titreye girerlerdi. Ertesi sabah güneşin ışıkları henüz sokaklarını boydan boya aydınlatmamışken erken kalkanı diğerinin kapısı önüne gider ve keskin üç ıslık sesi uykuda olanı uyandırırdı.

Seneler geçtikçe futbola olan sevgileriyle birlikte topa olan hakimiyetleri ve oyun kabiliyetleri de arttı. Kendileri gibi yüzlerce Fenerbahçeli sporcu yetiştiren Haydarpaşa Lisesi’ne devam ettikleri sıralarda iyiden iyiye temayüz etmeye başladılar ve mektep takımının hücum hattında beraberce yer almakta güçlük çekmediler. Aynı yıllarda Fenerbahçe’nin kıymetli kalecilerinden Sabri ile keza Fenerbahçe’nin yetiştirdiği güzide futbolculardan İbrahim ve Ercüment’i kadrosu içinde bulunduran Haydarpaşa’nın kırmızı-beyaz formalı on biri önüne çıkan her mektebi kolayca yenen sayılı bir futbol kudretine malikti. Bu çok değerli beraberlik içinde Halit ve Müjdat bilhassa temayüz ediyorlar ve her maçta rakip kalesi onların ayaklarından ve kafalarından çıkan şahane gollere sahne oluyordu. Sırtlarında şerefle taşıdıkları kırmızı-beyaz renklerden başka meftun oldukları ve füsunkar sihrinden kendilerini bir türlü kurtaramadıkları öyle iki renk daha vardı ki bir gün olup o renklere de bürünebilmek arzusu daima yüreklerini yakardı.

Nihayet o çok özledikleri gün de geldi ve onlar da tıpkı birçok Haydarpaşalı arkadaşları gibi sırası gelince kendilerini çok sevdikleri sarı-lacivert forma içinde buldular ve o güzel formayı giymek bahtiyarlığına ulaştıkları 1941 yılından beri vatani hizmetlerini ifa için zaruri olarak ondan ayrı kaldıkları kısa fasıla müstesna daima o renklerin şerefi ve zaferi için çarpıştılar.

Bu iki kıymetli gencin futboldaki bariz vasıfları çok enerjik ve fedakar oluşlarıdır. Ayrıca aşırı derecede golcü olmak en güzel hususiyetlerini teşkil eder. Halit’in hasım müdafaa hatlarının sağ tarafını felce uğratan kıvrak ve seri inişleri ekseriya ağlarını bulan demir gibi bir şutla neticelenir ve o anda sahayı yerinden oynatan “Ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa” avazeleri içinde Halit’in boynuna ilk sarılan sarı-lacivert formalı oyuncu muhakkak ki Müjdat’tır. İki Fenerbahçe açığının o zarif süzülüşleri sonunda rakip kale önüne ortaladıkları toplar hemen ekseriyetle Müjdat’ın demir kafasını ve oradan da ağları boylar. İşte böyle anlarda da Müjdat’ın boynuna ilk sarılan kollar Halit’in sırım gibi esmer kollarıdır. Onlar antrenmana, maça, sinemaya diğer eğlence yerlerine beraber giderler. Bu beraberliği evvela Müjdat bozacak oldu ve ani olarak Yedek Subay Okulu’na yalnız gitmeye karar verdi. Kimbilir belki de çok sevdiği kulübünün aynı anda Halit’inden de mahrum kalmaması için… Fakat Halit bu hasrete dayanamadı ve Müjdat’ın arkasından hemen o da aynı okulun yolunu tuttu, bu suretle Türk ordusunun şerefli subay üniformasını da yine beraberce sırtlarında taşımış oldular. Terhisleri ve sarı-lacivert renklere yeniden bürünüşleri yine beraber oldu.

Onların huyları da birbirine çok bener; ikisi de çok çekingen ve mütevazıdırlar. Aşırı derecede terbiyeli ve sağlam karakterlidirler. Büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi göstermek şeklinde tecelli eden Fenerbahçeli sporcu vasfı onlarda ziyadesiyle mevcuttur. İçki ve sigara kullanmazlar, sefahet nedir bilmezler. Yetiştikleri Kadıköy’ün havası kadar temiz, içtikleri su kadar saf ve taşıdıkları sarı-lacivert renkler kadar vakur ve kibardırlar.

Hayatlarının her safhasında beraber olan bu ahbap çavuşlar gönül yolculuğuna da beraber çıktılar. Bugün her ikisi de kendileri kadar temiz ve nezih birer genç kızla nişanlıdırlar ve muhakkak ki onların düğünleri de sıcak bir sevgi dalgası halinde etraflarını kuşatacak olan sarı-lacivertli arkadaşları arasında beraberce ve bir arada olacak. Kulüp arkadaşları içinde en çok kimi sevdiklerini sorduğumuz zaman Halit ve Müjdat’tan aldığımız cevap “hiç ayırmadan hepsini”dir. Fakat bu cevabı verirken bile yan yana olduklarını görünce bu nazikane sözün altında gizli olan hakiki karşılığını sezmemek kabil olmaz. Futboldan sonra en sevdikleri spor güreştir. “Türkün yaratılış üstünlüğünü en açıkça meydana koyan spor olduğu için güreşi bilhassa çok severiz” diyorlar. Takımlarının bu sene şampiyon olacağına büyük imanları var. “Çok değerli bir hocamız ve renklerine aşık kıymetli arkadaşlarımız var, bu şartlar altında şampiyon olmamız tabiidir” mütalaasını dermeyan ediyorlar.

Olimpiyatlar hakkında düşündükleri de hemen hemen aynı. “Türk futbolcuları ferd olarak birer büyük kabiliyettir. İyi hazırlanılırsa ay-yıldızlı formanın muzaffer olmaması için hiçbir sebep yok. Yeter ki takım tertibi işine hatır gönül girmesin” diyorlar. En kuvvetli milli takımın nasıl kurulacağı sorusuna isim saymak suretiyle cevap vermekten kaçınıyorlar ve “En kuvvetli milli takım en iyi çalışıp, en iyi hazırlananlardan ve en formda olan, en kuvvetli futbolculardan kurulmalıdır” şeklinde cevaplandırıyorlar. Onlarda en büyük heyecan uyandıran maç, sarı-lacivert forma altında ilk oynadıkları maçtır. Admira’yı yendikleri maçı hiç unutamıyorlar. Ayrıca “Ezeli rakibimiz Galatasaray’la oynadığımız maçlarda müstesna bir heyecan duyarız” diyorlar. Onların bir de acı olan müşterek tarafları var ki o da şudur: Vatani hizmetlerini bitirip terhis oldukları günden beri bugünkü anormal hayat şartları on aya yaklaşan bir zamandan beri bu iki kıymetli sporcuya onların üstün kabiliyetlerine ve bilhassa temiz ve sağlam karakterlerine yaraşır ciddi birer vazife bulunmasına engel oluştur. Onların bu üzüntülerini gidermek her Fenerbahçelinin ve her spor severin başlıca kaygısı olmalıdır.

Talha ALTINBAŞAK / Sarı-Lacivert Dergisi

Bir Cevap Yazın