Geçtiğimiz aylarda Galatasaraylı Muvakkar Ekrem Talu‘nun, yine Galatasaraylı Muslih Peykoğlu’na yazdığı zehir zemberek bir açık mektup yayınlamıştık. O tarihten çok kısa bir süre sonra, bu kez Öz Fenerbahçe dergisinde, muhatabının “Sarı Kırmızı Hoca” olduğu belirtilen hayalî bir röportaj yayınlanmış. Belli ki hoca efendi Muslih Peykoğlu. Röportajın yazarı ise belli değil. Yine bir ihtimal Muvakkar Ekrem Talu olabilir… Keyifle okuyacaksınız…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Not: Fotoğrafın yazı ile pek bir ilgisi yok gibi gözükebilir… Fakat ne de olsa Fenerbahçe ve Galatasaray ile ilgili her konunun ve yazının halet-i ruhiyesi bu! Öyle değil mi? :)
Muhayyel Röportajlar
“Sarı Kırmızı Hoca” ile Bir Mülakat
Hazreti bir hayli aradım. Kimi “Ağa Camii’ne va’za gitti”, kimi “Çukur Camii’de Mevlidi olmalı”, kimi de “Galatasaray’da mukabelesi var” dediler.
Halûk’u telefonla aradım. O, hazretin günlük bütün hareketini takip ediyordu. Her saniyesinden haberdardı, ondan telefonla malûmat rica ettim:
- Hocayı arıyorum, dedim.
- Yeşil hocayı mı?
- Hayır! Sarı-Kırmızı hocayı!
- Ha! Onu şimdi bu saatte mektepte bulursun. Son sınıfta dersi var.
- Ayol son sınıfta “ulûmu diniye” başladı mı?
- Yok canım! Şey dersi: Hayvanat!
Hemen mektebe koştum. Kapıdan girmek bir mesele… Eskiden benim zamanımda böyle değildi. Buraya da Mütevelli mi karışıyor nedir?
- Bilet falan alınacaksa karaborsadan tedarik edelim, dedim.
Kapıdaki adam:
- Galatasaraylı mısınız? diye sordu.
- Ben gazeteciyim, bitarafım, dedim.
- Olmaz bayım! Hem siz Galatasaraylı olsanız da kâfi değil. Şecereyi de inceleyeceğiz. Yardirektörlükten emir aldık.
Bereket o sırada koyu ve halis Galatasaraylılardan kaleci Osman ve Eşref Mutlu yanımıza geldiler ve çoraplarını, kazaklarını, mendillerini, kravatlarını, rozetlerini, eşarplarını gösterip Galatasaraylı olduklarını ispat ettikten sonra bana da şefaat ederek hep beraber içeri girebildik.
Tavanları yüksek bir oda… Yerde sedirler, Şam örtüleri… Ortada bir mangal… Ödağacı ve kakule kokusu her tarafı kaplamış. Duvarlarda (Ya Ali), (Ya Hafız), (Bu da geçer ya hu) levhaları…
Hemen rahlesinin önüne seğirttim, önünde rükûa vardım, beni sinek kovar gibi bir selamla karşıladı:
- Şöyle yamacıma takarrûb eyle evlat bakayım! Ne istersin, ne dilersin, muradın ne ola? dedi.
Röportaj için geldiğimi söyledim.
- Zinhar! dedi. O kafirlerin, o zındıkların, o lahana yapraklarının, o ketentohumu lapası heriflerin, o buldog, o puanter, o pekinua’ların, o at kestanesi gölgesinde sabah namaz kılan yezitlerin ceride-i naferidesine beyanda bulunmam!
- Hocam kerem et! Benim hatırım için…
- Şimdi bahçedeki heykelinizden başlatırsın ha! Ev sahibinizin hatırını saymasam seni karşımda bir an tutmam! Lain seni!
- Elini öpeyim.
- Aptestin var mı?
- Yooo!
- Öyleyse olmaz. Gaslini tazele de gel!
- Hocam ibadete değil, ziyarete geldim. İki çift laf edip gideceğim.
- Ne istersin?
- Sizin Fenerbahçe’ye girdiğinize dair bir haber duyduk. Aslı var mı?
- Sus! Sus! Böyle günahı kebairi bana nasıl hamlederler. Ben değil Fenerbahçe’ye, senelerdir evin, mektebin bahçesine bile girdiğim yok. Ne zaman Adalar’a vapurla gidecek olsam, Fener’in önünden geçerken tövbe istiğfar etmeden yapamam. Kıldığım nafilelerin çoğu evvelce Fenerlilerle bir arada muhtelit takımlarda yer aldığım içindir.
Bu sırada talebe velisi bazı bayanların müdür muavini olan “Hoca”ya mektep taksiti getirdiklerini haber verdiler. Hoca, hademeye:
- Olmaz! Kabul etmem! Söyle o hatunlara, karşıma erkekleştikleri zaman gelsinler! dedi.
Kalabalık artmıştı. Usulca ayrıldım.
Öz Fenerbahçe – 22 Mart 1948