Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm III
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Büyük Fikret

Fenerbahçe ile İlk Seyahatim
Fenerbahçe birinci takımı Bekir Bey ve Alman hanımının da katılmaları ile İzmir’e gidiyordu. Bu seyahate bende iştirak ettim. Bu benim Fenerbahçe’deki ilk seyahatimdi. Bekir Bey’in Alman hanımı ile dolaşmak kafilenin en az 10 yaş küçüğü olan bana verilmişti… Konya vapuru ile gidiyorduk… Yemek durumu da beni çok sıkıyordu… Hanım karşımda, yemek yemenin bütün inceliklerini gösterecek, ben ise ona uymaya gayret edecektim… İçimden “İnşallah tavuk olmaz yemekte…” diye dua ediyordum… Yemesi çok zordu tavuğu…
Fenerbahçe’nin o kadrosu devrinin en gözde ekiplerinden olduğu için Konya vapurunda mükellef bir sofra hazırlanmıştı… Daha yemek başlamadan karşımda listeyi gördüm… Ne yiyeceğimi kararlaştırmak üzere eğildim ve bakmaya başladım… Doğrulduğumda birden şaşkına döndüm… Garsonun elindeki çorba ensemden aşağı inmişti… Haşlanmıştım… Tabii herkes kahkaha ile güldü, bense rezil olduğumu düşündüm… Başka elbisem olmadığı için hemen makine dairesine indim… Biraz sıcak su, bez ve sabun rica ettim… Önüme istediklerim geldi… Bezi elime sararak suyun içine sokmamla beraber haykırmışım… Sanki parmaklarım ve derim suyun içinde kalmıştı… Meğer kaynar istim koymuşlar. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum… Aksiliklerle başlayan bu seyahatin nasıl biteceğini düşünüyordum… Bir de üstelik aç kalmıştım…
Ertesi günü İzmir rıhtımına yanaştık… Bizi davul ve zurnalarla karşıladılar, Bekir ve Zeki beylere büyük tezahürat yapıldı. İçimden, “Allah büyük bir gün bize de olur…” diye düşünüyordum…
O seyahate orta hafımız Sadi gelmediği için Beşiktaşlı Hüsnü’yü takviye almıştık. İzmir’de oynadığımız Altay, Altınordu ve İzmir muhteliti maçlarını 4-0, 3-0 ve 2-0 kazandık. Altınordu ile oynadığımız maçta bütün sporseverlerin Mamako Saim diye tanınan ağabeyimiz de yer almıştı… Bu maçların birinde İzmir kalecisinin uzun degajına kafa vurmalarıyla şöhretli Hüsnü’nün kafa vuruşuna, Zeki Bey’in durdurmadan attığı volenin gol oluşu unutulmaz.
İzmir’deki çilem henüz dolmamıştı. Birinci maçın sonunda Alsancak Stadı’nda giyinirken ayakkabılarımın yerinde olmadığını gördüm. Ne yapacağım şaşırdım. Bir köşede mahzun dururken kaptanımız Zeki Bey, “Ne var sende ne oluyor?”‘ diye sordu… Utanarak ayakkabılarımın yerinde olmadığını söyledim… Kafasını salladı, “Yarın alırız. Şimdi top ayakkabılarını giy’ dedi… Giydim tabii… Tam kapıdan çıkarken ayakkabılarımı bir çocuğun elinde görmeyeyim mi? Fırladım ve ellerine yapıştım… Çocuk ağlamaya başlamıştı. “Ben bunları boyatmak için aldım” diyordu… Fakat çabuk davrandı ve elimden kaçtı…
Maçlarımız iyi sonuçlarla bitmişti. Tam döneceğimiz zaman kafilede bir telaş başladı… Doktorlar gidip geliyorlardı. Küçük olduğum için kalabalığa yaklaşamıyordum… Sonunda öğrendim ki, o zaman takımda yedek bulunan Nihat Sayar (Tonton Nihat – Yüksek Ticaret Rektörü) sarılık olmuş. Yatacak. Zeki Kaptan yanıma geldi, “Sen gençsin kal. Ağabayine bakarsın” dedi. Hiçbir itirazda bulunamadım. Emir emirdi. Derhal yerine getirdim… İşte birinci seyahatimden arda kalanlar…

Takımda Yer Değişikliği
Bekir Bey ve ailesi bir yıl kadar Türkiye’de kalmışlardı. Fakat Bekir’in hanımı Türkiye’de kalmaktan hiç memnun değildi. Eşini yanına alarak Almanya’ya döndü. Ben genç takımımızın birkaç maçında soliç oynadığımdan ondan açılan yere beni getirdiler. Bedri Bey de solaçık oynuyordu. Sabih, Aladdin, Zeki, ben ve Bedri forvet oynuyorduk… Sabih Bey takımın yerinde oynardı… Onun için, “Ona yer gösterilmez. İstediği yerde oynar” denirdi.
Ulvi Yenal’a Attığım İlk Gol
İstanbul’da Galatasaray ile Gazi Büstü için karşılaşacaktık. Maçın başlarında lehimize penaltı oldu. Genç takımlarda penaltıları ben attığım için kaptana, “Ben atayım…” dedim. O da penaltı atmasını sevmezdi. Bıraktı. Bu atış Ulvi Yenal’a ilk golümdü sanırım…
Oyunun sonlarına doğru durum lehimize gidiyor fakat Galatasaray bizi çok sıkıştırıyordu. Kaptana, “Benim esas yerim hafbektir. Bırakın ben dördüncü haf gibi oynayayım. Böylece Leblebi Mehmed’i, Muslih Hoca’yı, Kemal Faruki’yi hiç bırakmam’ dedim… Kabul etti. Fakat son 10 dakika içinde iki gol yedik ve maç 3-3 berabere bitti. Ertesi hafta yaptığımız rövanş maçında Galatasaray’ın gençleştirdiği kadrosuna 4-0 yenilerek büstü maalesef kaybettik.
İlk maçta yaptığım uyarı kaptanı etkilemiş olacak ki, ileride sözünü edeceğim şekilde, bana takım içinde hatta kendisi bulunurken yetişmem için kaptanlığı verdi…

1928 Amsterdam Olimpiyatları’na Hazırlanışım
Gençler Şampiyonası olmuş ve bizim takım da kazanmıştı. Ben o maçlarda soliç oynuyordum. O zamanki Federasyonda Muvaffak Menemencioğlu ile Beşiktaşlı Şeref Bey vardı. Prag’da yapılacak hazırlık maçları için beni kadroya davet etmişlerdi. Devrin vasıta olan konvansiyonel trenle Prag’a hareket ettik. Üç gün süren bir yolculuktan sonra Prag’a vardık ve orada otel Splandid Palas isimli otele yerleştik…
Kafileye Bekir ve Zeki beyler henüz iştirak etmediklerinden soliç mevkiinde ben oynardım. Zeki Bey’in yerinde de Çekoslovakya’nın bizimle çalışmasına izin verdiği Mislik adında bir santrfor vardı… Buranın meşhur takımlarından Brno’yu 4-2 yendik, Kladno’ya da 6-1 yenildik…
Sıra Çek Milli Takımı ile bir idman maçına gelmişti… Ben yine soliç oynuyordum… Karşımızda olimpiyatlara hazırlanan Çek’lerin meşhur Planiçka, Perner Hoyer, Hayni, Kada, Kolenati gibi Orta Avrupa çapındaki futbolcuları bulunuyordu… Stad kalabalıktı… Her milli takım antrenman maçında olduğu gibi Çek sporseverler kendi takımları başarılı olmadığında ıslıklıyorlardı… Benim karşımda Taksim Stadı’nın bataklığında oynadığı için “Kolenati Bataklığı” adını alan Kolenati oynuyordu. Acımasız ve sert bir futbolcuydu Kolenati. Ben ona alışmadığı çalımlarımdan birini attım ve topla yanından geçerken seyirciler güldü… Buna sinirlenen Kolenati bana tekme ile karışık bir çelme attı… Hiç ümit etmediğim için burnumun üstüne düştüm. Ses çıkarmadan yanımdan gitti. Seyircisi kendisini bir miktar yuhaladı. Fakat karakterim buna karşılık vermemi icap ettiriyordu. Bir müddet sonra topu solaçığa kaçırarak sürmeye başladım. O da yanıma geldi ve benimle koşmaya başladı. Bütün dikkatimle O’nun sağ ayağının yere basmasını bekliyordum. Böylece desteksiz kalacaktı. O an geldi ve ben O’na çarptım. Bu defa O sivri olan burnunun üzerine yere kapaklanmıştı. Yerden kalktı ve beni dövmek üzere üs tüme yürüdü. Meşhur Kada O’nu teskin etti fakat idareciler beni sahadan aldılar.
Bu idman maçının ertesi günü kaldığımız otele sefaretten bir tercümanle Çek idarecileri geldiler ve İstanbul’da ne iş yaptığımı sordular. Talebe olduğumu söyledim…
Bana bütün masrafları kendilerinden olmak üzere Prag’da okutacaklarını orada kalmamı söylediler. Halbuki benim yeni bir bisikletim, bir yelkenli kayığım, cennet gibi vatanım vardı. Düşünmeden reddettim.
Oradaki çalışmalarımız sona erdikten sonra Bekir ve Zeki beylerde geldiler. Onlar Amsterdam’a gittiler. Biz İstanbul’a döndük ve maalesef Olimpiyatlarda Mısır’a 7-1 gibi açık farkla yenildik… Bu Prag çalışmalarına kulübümüzün 11 kişilik kadro ile katılması kayda değerdir…

İstanbul’a döndüğümde takımımızda bazı yeniliklerin olması gerekiyordu. Muzaffer, Niyazi ve Reşat gibi kabiliyetli arkadaşlarımın da takıma alınması lazımdı. Muzaffer de Zeki gibi genç takımdan santrfor olarak yetiştiği için bir mevkide iki kişi bulunuyordu. Bedri de topu bıraktığı için solaçık yeri boştu. Öyle hissediyordum ki, Muzaffer soliçe, ben solaçığa kaydırılacaktık. Ben topla oynamayı çok sevdiğimden, solaçıktan ayrılmayı istemiyor, o mevkie sanki bir yardımcı yer olarak bakıyordum… Kendimi saha dışı sanarak bir türlü oynamak istemiyordum solaçık.
O zaman antrenörümüz Necmi ağabeydi… Yılanı deliğinden çıkaracak kadar siyasi ve güzel konuşurdu, fakat tekniği zayıftı. Bir akşam eve geldiğimde Sabih ağabeyle o zamanki Kulüp Müdürü Tevfik Bey’in bizde oturduklarını gördüm. Önce pek bir şey anlayamadım. Uzun süren sohbet sırasında babam bu akşamın iyi bir tesadüf olduğunu ve çocukluğumdan beri kaybettiğimiz amcazadem Tevfik Bey’i gördüğünden son derece memnun olduğunu söyledi. Sonra bana dönerek, “Bir de sen beni memnun edeceksin… Senin bir yerde oynamanı arzu eden büyüklerine karşı gelmeye hazırlanıyormuşsun, bu ne demek?” diye sordu ve onların arzusunu yerine getirmemi söyledi. Bu da bir emirdi ve çare yoktu. Babamın daha fazla sertleşmesini önlemek amacıyla, “Böyle şey olur mu? Nerede olsa oynarım. Bu benim için şeref olur…” dedim. Mesele kapanmış oldu… Böylece beni herkesin yıllarca tanıdığı solaçık yerine geçtim…
Bu olaydan sonraki ilk maçım Polonyalılara karşıydı. Tabii kaptan Zeki en müsait topları bana yağdırdı. Bol topla oynadım, hem kendimi yabancılara tanıttım hem de tam istediğim gibi bir futbol tutturarak yerime ısındım.
Cumhuriyet gazetesinde, “42 yılın her mevkide oynayan oyuncuları” anketinde sporseverler lütfetmişler beni de solaçığa seçmişlerdi. Kendilerine hocalık ettiğim sırada futbolcularla sohbet ediyorduk. O gün takımda solaçık oynayan Aydın Yelken ayağa kalkarak, “Fikret Ağabey… Ben milli maçlara baktım. Sen ancak iki defa solaçık oynamışsın. Bense bu mevkide 25 defa oynadım… Sen seçiliyorsun, bu nasıl iştir?” dedi. Bir bakıma yanlış da değildi… “Galiba hakkın var” dedim O’na…
(DEVAM EDECEK)
Fotoğraf-1) Fenerbahçe hep Ankara-İzmir arasında mekiki dokurdu. İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü, ben ve Mehmet Reşat görülüyor.
Fotoğraf-2) 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol milli takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap, Burhan, Beykozlu Şekip, Sadi, Sabih, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Feyzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin.
Fotoğraf-3) Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti. Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, Amigo Behiç’in babası Sabahattin. Oturanlar: Mehmet Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat.
Fotoğraf-4) Rahmetli Zeki Rıza kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti. Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor.