Menü Kapat

Spor Teşkilatı Kanun Görüşmeleri

Spor Teşkilatı Kanun Görüşmeleri

29 Haziran 1938 tarihine toplanan T.B.M.M.’de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, spor kanunu hakkında bazı açıklamalar yaptı. Spor teşkilatı kanun görüşmeleri, Türk spor tarihinin kaynak metinlerinden birisi olduğu için, bu metnin sitemizde yer almasının önemli olduğunu düşündük.

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


İkinci Celse

Açılma saati: 16

Başkan — Mustafa Abdülhalik Renda

Kâtipler — Cavit Oral (Niğde); Ali Zırh (Çoruh)

Başkan — Celse açılmıştır. Ruznamedeki mevaddın müzakeresine devam ediyoruz.

4 — Spor teşkilâtı hakkında kanun lâyihası ve Muvakkat encümen mazbatası (1/1125) [1]

Başkan — Bu lâyiha hakkında encümenin müstaceliyet talebi vardır. Reyinize arz ediyorum. Kabul edenler… Etmeyenler… Müstaceliyeti kabul edilmiştir. Söz Dâhiliye Vekilinindir.


Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya (Muğla):

Tetkik ve tasvibinize arz olunan spor kanunu hakkında bazı maruzatta bulunacağım.

Beden terbiyesi, spor ve ona mülhak olan diğer hareketleri, biz millî terbiyenin esaslı bir rüknü olarak telâkki ediyoruz. Her terbiyenin olduğu gibi, beden terbiyesi, fertleri milletlere ve milletlerle beraber bütün beşeriyete hayırlı bir eleman olarak yetiştirmek gayesini istihdaf eder. Beden terbiyesi ile vücudu kuvvetlendirmek, güzelleştirmek, gençlerimizi, fertlerimizi hayat savaşı için kudretli bir hale getirmek istiyoruz.

Beden terbiyesini düşünürken fikir terbiyesini de ihmal etmemeği daima derpiş etmekteyiz.

Bizce sırf beden terbiyesine hasrı kuvvet ederek; zihni, fikri ve şuuru bir tarafa bırakmak, ham bir madde vücuda getirmek demektir. Şuursuz kuvveti, dimağız kudreti başkalarının elinde bin bir şekil alacak bir kalıp gibi telâkki ediyoruz. Onun için ne vakit beden terbiyesini düşünecek olursak onunla müsavi olarak fikir terbiyesini de derhal derpiş etmekteyiz.

Fikir terbiyesi, kuvvetli bir fikir terbiyesi şüphesiz ki, sağlam vücutta bulunur. Sağlam vücut elde edebilmek için yalnız milletin verdiği tabiî eleman kâfi değildir. Onu zamanımızın bilgileriyle ve tecrübeleriyle teçhiz ederek yetiştirmek lâzımdır.

Türk milleti esasen kuvvetlidir. Cihanda “Türk gibi kuvvetli” denmenin elbette bir sebebi vardır. Türk milleti kuvvetini yalnız kendi ırkından almış değildir, kuvvetini yalnız ırkî hususiyetine de borçlu değildir. Türkler bütün sporları yapmış ve onlarla vücudunu kuvvetlendirmiş bir millettir. Tarihe bu kadar şanlı zaferler verebilmek için onu, o zaferleri elde edenlerin her halde çok kuvvetli olması lâzım gelirdi. Diğer milletlere üstün kuvvetleri ve daima şuurlu kafaları sayesinde bu gün medeniyet âleminin bile iftihar ettiği, birçok meydan muharebelerinde zaferler kazanmıştır.

Beden terbiyesi ve spor Türklerde millî bir anane olmakla beraber, her şeyde olduğu gibi, bunu da nizam altına almak icap ederdi. Cumhuriyet, sporu pek zayıf ve perişan olarak buldu.

Onu nizam altına koymak için bir takım kararlar aldı ve son üç sene zarfında bunu kendi fırkasına bağladı.

Fırka üç yıldan beri aranızdan seçtiği sayın arkadaşların devamlı himmetleri sayesinde spor sahasında da muvaffakiyetler gösterdi ve birçok fedakârlıklar yaptı. Bugün vilâyetlerimizin birçoğunda spor sahaları hazırlanmıştır ve hazırlanmaktadır.

Yalnız geçen sene spor için yaptığımız işleri bir misal olmak üzere zikretmek isterim:

Vilâyetlerden Afyon, Aydın, Bursa, Diyarbakır, Edirne, Elâzığ, Eskişehir, İsparta, İzmir, Karşıyaka, Kastamonu, Kırklareli, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Muğla, Samsun, Adana, Sivas, Tekirdağ, Trabzon, Zonguldak.

Kazalardan Bandırma, Ayvalık, Nazilli, Eyüp, Beşiktaş ve ayrıca Fenerbahçe ve Mecidiye köyü gibi yerlerimizin sahaları alınmıştır. Bunların beynelmilel teknik ve ölçülere uygun olarak hazırlanmalarına başlanmıştır.

Şimdiye kadar bu bir yıl zarfında, yani 1937 -1938 seneleri arasında sırf bu sahalar için sarf ettiğimiz paraların miktarı 415 000 liradır.

Bu saydığım yerlerden başka, Kop, Elmadağ, Uludağ ve daha birçok dağlarda yapılacak kış ve kayak evleri ile türlü spor şubelerimiz, mecmuu iki milyona baliğ olacak bir masrafı istilzam etmektedir. Bu masraf dört seneye taksim edilecektir. Dört sene sonra bu saydığım vilâyet ve kazalarda yüzme havuzları, tenis kortları dâhil olduğu halde tam teşekküllü spor sahaları tamamlanmış olacaktır. Bu meyanda diğer yerlerde de spor sahaları hazırlanmağa başlanacaktır.

Bizim kendi millî ve ananevi olan sporlarımıza da ayrıca ehemmiyet verilmektedir. Bunların başında güreş gelir; güreş memleketimizin ananevi sporudur. Bu vücut ve adaleyi kuvvetlendiren ve ayni zamanda kafanın işlemesini icap ettiren bir spordur. Köylerde, mektep avlularında, harman yerlerinde, sokaklarda, tarlalarda hulâsa azıcık meydan bulduğu her yerde Türk çocukları derhal güreş ederler. Bu kadar netice veren bir sporu terk etmek elbette hatadır, bunu bilâkis takviye etmek lâzımdır.

Memleketimizin çok sevdiği diğer iki spor şubesi de binicilik ve atçılıktır. Son zamanların tahribatı dolayısıyla azalan ve vasıflarını kaybeden atlar yüzünden belki binicilik biraz ihmale uğramıştır. Fakat memleketin ve milletin ruhundan atçılık sevgisi hiçbir vakit çıkmamıştır. En küçük köye gittiğimiz vakit en küçük çocuğu bile at üzerinde ve at oynatırken görürüz ve o, ata bindiği vakit, kendisini cihan tahtına oturmuş sanır ve o kadar zevk duyar. Hakkı vardır, çünkü Türk milleti cihan tahtına at üzerinde gelmiştir, bu sporu da ihmal etmemek lâzımdır.

Sonra bizim millî diğer bir sporumuz daha vardı. Vardı diyorum, çünkü bu gün pek metruktür. Onu teessürle ve hasretlerle yad ediyorum. O da denizciliktir. Barbaros Hayrettin Akdeniz’i bir Türk gölü yaptığı vakit gemilerini bir anda, bir saniyenin içerisinde elindeki sihirbaz değneğiyle çıkarmadı. O, gemicilere ve gemilere, memleketin hazırlanmış olan elemanlarına tevarüs eti ve onları iyi idare ederekten Akdeniz’i, Türk havuzu yaptı. Bu gün dünyanın en güzel denizi olan Marmara’ya her hangi bir seyahate çıktığınız vakit kendinizi ıssız bir çölde zannedersiniz. Hâlbuki orası kül halinde bezenmiş ve Türk sıhhatini temin edecek bir yer olmalıdır (Bravo sesleri, alkışlar). Acı bir misal söyleyeceğim: Cenevre, Leman gölü kenarında

İstanbul’un yarısı kadar nüfusu olmayan bir şehirdir. Fakat Cenevre iskelelerine bağlı olan tenezzüh kayıklarının adedi bütün Türkiye limanlarına bağlı tenezzüh kayıklarının üç misli kadardır. Bu acı hakikati milletin huzurunda söylemek, bizi ayni zamanda vazifeye davet edecek bir itiraftır. Bu kadar sahili olan bir yurtta o millet denizi hükümlerine ram etmezse, o millet sahillerini kendi sporcuları ile tezyin etmezse, onun nimetlerinden müstefit olmazsa o memleketin sahilleri iyi muhafaza edilmiş sayılmaz. Binaenaleyh denizciliğimizi de nazarı itibara alarak ve behemehâl ilerletmek mecburiyetindeyiz.

Size diğer bir acı hakikat daha arz etmek istiyorum; Erzurum’da büyük ricatta bir vazife ile ricat yolu üzerinde bulunuyordum. Erzurumlu vatandaşlarımı bekliyordum, ben onları kışa alışkın, kış elbiseleriyle soğuğa mukavemetli bir unsur gibi beklerken karşıma beyaz patiska donlarla, gömleklerle geldiler. Bunları görünce hem hicap duydum, hem de müteessir oldum ve yolda soğuktan donan bu vatan yavrularını ta Samsuna kadar gömerek geldik. Bunun sebebi, halkımız dağ halkından olduğu halde, kışa ve kış sporlarına alışkın olmamasıdır. Bunlara kendimizi alıştırmamız lâzımdır. Zannedilmesin ki, bu sporların tarihi çok eskidir. Cihanın her yanında da kış sporlarına yeni başlanmıştır. İsviçre’nin ve İsveç’in kış ve dağcılık sporları yenidir. Dağları olmayan diyarlar bile dağcılıklar ihdas etmektedir, Belçika Kralı yaşlı bir adam olduğu halde hayatını dağcılıkta verdi ve memleketine büyük bir numune oldu. Biz dağlar arasındayız, kimimizin oturduğu yer 2 500 metrelik vilâyet merkezi olduğu halde dağa yüzümüzü çevirmek Türk milletine yakışmayacak bir vaziyettir.

Dağcılık da kayakçılık da, yüzücülük, yelkencilik ve denizcilik gibi bizim uğraşmamız icap eden mevzulardır. Memleketin müdafaası bunu icap ettirmektedir. Bundan sonra olacak muharebelerin kış muharebesi olacağını tahmin ve tayin zor bir şey değildir. Kışa karşı kim mücehhezse muharebeyi o kazanacak ve o nispette kendisini koruyacaktır. Memleketimizin çocuklarını kışa alıştırmağa, dağlara çıkarmağa behemehâl mecburuz. Türkiye coğrafyasına bakanlar görürler ki, bir taraftan dağ, bir taraftan deniz Türkün iki şaşmaz dostu ve müttefikidir. Bunlara iki elle sarılmalıyız.

Bir nokta daha hatırıma geldi, arz edeyim. Milletlerin tarihlerini gözden geçirirsek ekserisinin mukadderatının deniz üzerinde halledildiğini görürüz. Tufana kadar çıkmayalım, Nuh’un nasıl kurtulduğunu lejanda bırakalım. Fakat ondan sonraki tarihin kaydettiği Salamin muharebesi İranlılarla Yunanlılar, Atiom muharebesi, Oktavla Antuvan arasında denizde bitmiştir. Son zamanlara yaklaşalım: Namağlup armadanın akıbeti, İspanya’nın bugünkü hale düşmesini ihzar eden ilk mağlubiyettir, denizde olmuştur. Manila muharebesi, Cuşıma muharebesi ve Iskajarak muharebesi son asrın bu neviden en büyük deniz harpleridir. Ondan sonra bizim bahrî hezimetlerimiz; Sinob Çeşme ve Navarin muharebeleri imparatorluğun temelini sarsmıştır ve memleketi bugünkü hale getirmiştir. Balkan harbini biz ancak Mondros’ta kaybettik. Bütün bu harbe iştirak eden zabitanı kanaatine göre biz Mondros’u kazansaydık, Balkan harbini kaybetmeyecektik.

Binaenaleyh bu kadar ehemmiyet verilmesi lazım gelen millî bir hareketi elbette ki eskisi gibi başsız, perişan bırakamazdık. Bu işi, heyeti umumiyesi ile bir insicam altına koyduracak bir kuruma bağlamak lazımdı. Bu, Devletin işidir. Onun içindir ki bu işi heyeti umumiyesi ile Devlete veriyoruz. Devlet, nüfuzu, kudreti ve elindeki sonsuz menabii ile milletimizin bu kadar sevdiği bu işi behemehâl tanzim etmelidir.

Tanzim ettiğimiz kanun, inkılâbımızın spor hakkında mühim olarak attığı ilk bir adımdır. İçinde birçok noksanlara tesadüf edilebilir. Fakat heyeti umumiyesini tam ve kâmil, fakat nazari kaidelere bağlayarak bir kül halinde getirmek istemedik. Bizim düşündüğümüz yalnız teşkilat ve onun salahiyetleri olmuştur. Bu teşkilat ve salahiyetlere mahalli idarelerin ve belediyelerin de iştiraki vardır. Belediyeler ve mahalli idareler bir nispet dahilinde masraflara iştirak edeceklerdir. Kanuna böyle bir kayıt da koyduk. Bundan maksat belediyelerimiz ve idarei hususiyelerimizde spor işleri ile iştigali mecburi hale koymaktadır. Zaten bugün dahi belediyeler ve idarei hususiyeler hisse vermektedirler. Fakat bugünden sonra bu hissenin %80’ini mahalli tesisata yani sahalara ve diğer bu gibi işlere diğer %20 sini de teşkilata ücret ve masraf olarak sarf edeceklerdir.

Bu sene bütçemiz çıktığı için geçen seneden Partiye spor için verilen parayı aynen devir ve naklediyoruz. Kurulacak olan teşekkül bu memleketin ihtiyaçlarını eldeki membalarla vasıtalarla ölçerek bize muntazam bir bütçe ile gelecek ve zan ve tahmin ediyorum ki memleketin ihtiyacı, bu teşekkülü yaşatacak membaları ihzar edecektir. Onun için kanunu yüksek takdirinize ve hüsnü teveccühünüze müstahak ve layık sayarım.

Sözlerimle bazı mukaddem suallere de cevap vermiş oluyorum. Arkadaşlarımın bilgi ve görgüleriyle bizi tenvir etmelerini rica ederken vaki olacak diğer suallere de bildiğim kadar cevap vermeği vazife addederim. (Alkışlar).


Dr. Osman Şevki Uludağ (Konya):

İç bakanımızın söz alarak bu kadar geniş, teferruatlı ve esbabı mucibeli izahat vereceğini tahmin etseydim belki notlarımı ona göre hazırlar birçok değişiklik yapmak mecburiyetinde kalmazdım. Çünkü benim tasavvur ederek söylemek istediğim noktaların hepsini İç bakanımız çok beliğ bir surette ifade buyurdular.

Bendeniz burada, şimdi müzakeresine başladığımız kanunun tanziminde hiç bir emeğim olmamakla beraber o kanunun ehemmiyetini tamamıyla idrak ediyorum ve o kadar mühimsiyorum ki, adeta kendi eserim farz ediyorum ve bu şekilde mütalaa ediyorum.

Memlekette spor ve beden terbiyesi kelimeleri kullanılmağa başlayalı pek az zaman olmuştur. Hatta bu kelimeleri ilk kullanan arkadaşımız mebus olarak aramızda bulunmaktadır. Fakat bu kelimeler ortaya çıkar çıkmaz o kadar mütehassıslar, âlimler ve hatta allâmeler çıktı ki, spordan, beden terbiyesinden beklediğimiz millî gaye tamamen kaybolmuş, ortalık bir anarşi halini iktisap etmiştir. Bu vaziyet dolayısıyladır ki, Partimiz buna el koymuş bulundu. Fakat Partimizin de merkezinde birkaç sene devam eden tetkik bunun Hükümet eline terk edilmesi gibi bir gayeyi intaç etti ve nihayet intikal etti.

Spor asabı, ruhî ve adalı fonksiyonlar arasında muvazene yapar, spor bu suretle ayni zamanda bedenî ve millî verimleri yükseltecektir. Bu cihetle sporun gayri mesul ve bilhassa başıbozuk ellerle idaresi hiç doğru değildir. Çoktan Hükümetin eline geçmesi lâzımdı.

Dünyada bütün milletler spora ve bedenî terbiyeye verilmesi lâzım gelen ehemmiyeti vermektedirler. Hatta bu hususta birçok parlâmentolarda münakaşalar olmakta ve bu teşkilata krediler verilmektedir. Bununla beraber millî ve beşerî varlığın kalkınmasına vasıta sayılan spor başlı basma bu hususta bir amil sayılamaz. Bunun doğru ve yerinde yapılması lâzımdır. Onun için kalkındırılması lâzım gelen sporlarımızı mütalaa ederken veçhesini tayin edecek elemanları yetiştirmek lâzım geldiğini haklı olarak tebarüz ettirmeliyiz.

Sporda kabul edeceğimiz tarz şimdiden kestirilemez. Bu millî bünye işidir. Şimdiye kadar tatbik edilen şu ve bu milletin sporunun kabul edileceği söylenemez. Bu bizim memlekette antropologların, fizyologların ve patologların el birliğiyle varacakları neticeye bağlıdır. Bunlar tarafından ortaya atılmamış mütalaaları kabul etmek doğru olmayacaktır.

Sporda gaye halkın uzun ömürlü, kuvvetli ve neşeli yaşamasını temin etmektir. Sporda gladyatörler yetiştirmek, sert adaleli birkaç şampiyon yetiştirmek ve işi bundan ibaret saymak zannederim ki spor için büyük bir tehlike olacaktır. Bileği adalesi kuvvetli şampiyonların mevcudiyeti, bazı düşüncelere hoş gelseler bile bunlar millî kalkınmanın işareti sayılamazlar

Hekimlikle de alâkası olmayan bir boks şampiyonu, Fransız Ferman Küni’nin şöyle bir sözü vardır: “Askerler için aslar değil, sağlam kütleler lâzımdır.”… Bu söz, bir hekim tarafından ve as tarafından söylenmemiş olmasıyla kıymetlidir. Yıkılmamak için kuvvetli olmağa muhtacız. Dayanıklı ve sağlam yaşamak için de bu teşkilâtın mutlak surette Devletin eline geçmesi şarttır. Binaenaleyh ben spor teşkilâtının Devletin elinde güzel muvaffakiyet kaydedeceğini arz eder, Dâhiliye vekilinin spor kanunu hazırlamaktaki isabetini takdir ederekten bunun kabulünü rica ederim.


Mihri Pektaş (Malatya):

Muhterem arkadaşlar, benden evvel kürsüye gelen muhterem Dâhiliye vekili ve doktor arkadaşlarım sporun bir millet için ne kadar önemli, ne kadar esaslı bir mesele olduğunu ve Hükümetin bu meseleye el koymakla ne kadar basiretli ve lüzumlu bir iş görmüş olduğunu çok güzel anlattılar. Buna ilâve edecek fazla bir sözüm yoktur.

Fakat üstünde durmak istediğim ve bu teşkilât kurulurken muhterem Hükümetin nazarı dikkatini bilhassa celp etmek istediğim bir nokta vardır. Türkün sporcu olduğunda hiç şüphemiz yoktur. Sonra bunun ihmal edildiğinde hepimiz müttefikiz. Son senelerde spor faaliyeti, çoktan beri tıkanmış bir oluğun açılması gibi su gelişi güzel akmış, başıboş, intizamsız cereyan etmiştir. Bir aralık, zannediyorum, gençlerimize, spor namına bazı yanlış fikirler verilmiştir. Benim bilhassa üstünde durmak istediğim cihet budur.

Spor dendiği vakit her şeye rağmen kırarak, dökerek birincilik kazanmak mevzubahis olmamalıdır. Spor kelimesi; bir oyunda bütün kaidelere riayet ederek güzel oynamak, efendice oynamak ve neticede bazen efendi gibi kaybetmek, bazen efendi gibi kazanmaktır. Yoksa her ne olursa olsun kazanmak, katiyen değildir. Spor, bilhassa gençler arasında tesanütü yaratmak, beraber çalışmak ve neticeyi beraber kazanmaktır; mesuliyeti beraber yüklenmek, sevinci ve zaferi paylaşmak demektir.

On dokuzuncu asrın sonlarında çok romantik ve bir az marazî derecede hassas, santimantal olan Avrupa’ya sporu İngilizler sokmuş, tekrar canlandırmışlardır. Şimdi Olimpiyatları düşünecek olursak görürüz ki, İngilizler hiç kazanmazlar ve bundan ne müteessir olurlar; ne de utanırlar, bana öyle geliyor ki kendi noktai nazarlarınca sporun asıl manasını anlatmış olmak için bunu, biraz da bililtizam yaparlar.

Türkler haddi zatinde sporcudurlar. Bütün manasıyla sportsmendirler, oyunların en çetini ve en amansızı olan harp oyununu çok güzel oynarlar, Türk’ün bütün düşmanları da kabul ve tasdik etmişlerdir ki, Türk, harp oyununu efendi gibi oynar, efendi gibi kaybeder ve efendi gibi kazanır (Bravo sesleri, alkışlar).

Binaenaleyh Hükümetimiz bu yeni teşkilâtı kurarken, kendilerinden bilhassa rica ediyorum, sportsmenliğin ne olduğunu çocuklarımıza tekrar öğretsinler. Güzel, dürüst ve efendi gibi oyun oynamanın esasını çocuklarımıza lütfen öğretsinler. Benim ricam bundan ibarettir. (Alkışlar).


Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya (Muğla):

Bayan Pektaş’ın temas ettiği noktayı ben de tebarüz ettirmek isterim.

Her rejim kendine lâyık bir vatandaş tipi bulmuştur ve onu arar. İstibdat rejiminin vatandaşının tipi malûmdur. Bizim Atatürk rejiminin, Kemalist inkılabının rejiminin adamı güzel vücutlu, sağlam düşünceli, cesur, vakur, hakkını ve fikrini her yerde müdafaa eder, neşeli ve ciddi olmaktan ibarettir. Bizim aradığımız budur.

Bu beden terbiyesinden maksat, fikrî, seciyevî ve ahlakî terbiyedir. Bizim rejimin istilzam ettiği tip budur.

Müsabakalarda ve kulüpler arasında yapılan kaba tezahüratı bütün millet takbih etmektedir. Çok emniyetle itimadım vardır ki, Büyük Meclis de burada, o hareketleri milletin takbih etmesine iştirak edecektir. (Elbette sesleri, alkışlar).

Biz halkımızı, hayatı hususiyede olduğu gibi, hayatı umumiyede de ciddî, vakur görmek isteriz. Âlem muvacehesinde terbiyeli, kibar vakur ve ciddi olmak Türkün en bariz vasfıdır. Biz nasıl bu gibi fena tezahürler karşısında ana ve babalarımızdan takbih görmüşsek, bizim de nereden aldıklarını bilmediğimiz bu kaba hareketleri her vakit takbih etmekte olduğumuzu, bunu yapanlar, iyi bilsinler. (Bravo sesleri, alkışlar)


Başkan: Başka söz isteyen yoktur. Maddelere geçilmesini kabul edenler… Etmeyenler… Maddelere geçilmiştir.

Bir Cevap Yazın