Menü Kapat

Bostancı Suadiye Tramvayları

Bostancı Suadiye Tramvayları

Hafta sonu keyif okumasını Hikmet Feridun Es’in “Bostancı Suadiye Tramvayları” yazısı ile yapalım dedik. 1934 yılından geliyor…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


Bostancı Suadiye Tramvayları

Bostancı, Suadiye tramvaylarına bindiniz mi?. Binmediyseniz size tarif edeyim. Kapıları yandan. Vagona girdiniz mi? Evvelâ küçük bir sofa… Burası ayakta duracak yolculara mahsus… İki tarafında, iki küçük odacık… Birisinin koltukları maroken kaplı, öteki tahta sıralı. Biri birinci mevki, öbürü ikinci… Eğer sofada ayakta duracak olursanız o da ikinci…

Tramvayın yan kapıları hareket etti. Yolcunun biri ikinci mevki ile birinci mevki arasında durmuş. Genç bir adam… Bir ayağı birincide, bir ayağı ikincide… Arkadaşı sordu:

– Yahu sen birincide misin? İkincide mi?

– Bitarafım kardeşim…

Bitaraf, fakat biletçi gelince işin rengi değişti. Kondüktör bütün dikkatiyle gözlerini genç adamın birinci mevkide duran ayağına baktı:

– Birinci mevki bileti alacaksınız… dedi.

– Sebep?

– Bir ayağınız birincide…

Bu bilet ihtilâfı devam ededursun, ben de sanki büyük bir transatlantiği, meselâ Bremen vapurunu geziyormuşum gibi çifte mevkili tramvay arabasını dolaşmağa başladım.

İkinci mevkide iki adamcağız konuşuyorlar:

– Yahu… Sigara içeceğim amma korkuyorum?

– Neden?

– Ya dumanı birinci mevkie giderse… «Efendim vakıa kendiniz ikincide oturuyorsunuz amma sigaranızın dumanı birincide…» diye bilet keserler…

Biletçinin «ne dolaşıyorsun, bir yere otursana…» gibi dik dik bakışları karşısında tramvay arabası içinde fazla dolaşmağı münasip görmedim, Birinciye girip oturdum.

Pencereden bakarken bir şey dikkatime çarptı. İstanbul tramvaylarında olduğu gibi buranın tramvaylarına arabalar yürürken hiç kimse atlayıp binmiyordu.

Çocuklar tramvaya asılmıyorlardı. Hayret ettim. Sebebini sordum.

Biletçi:

-Atlayacak, asılacak yer yok ki… dedi…

Hakikaten baktım. Tramvayın kapıları kapanınca basamaklar ortadan kalkıyordu. Bunun için arabalar yürürken atlayıp binmeğe ve inmeğe imkân yok. Doğrusu birçok kazaların önüne geçen bu tarz kapılara pek memnun oldum.

Tramvay Altıyol ağzına gelmişti. Oldukça yaşlı, gözlüklü bir bey içeri girdi, İkinci mevkie doğru yürümeğe başladı, Fakat birinciden bir zat seslendi:

– Mehmet Ali Bey… Mehmet Ali Bey… Teşrif etsenize…

Mehmet Ali Bey ikinci mevkie girmişken döndü. Yüzünü ekşitti.

İstemeye istemeye birinci mevkie ahbabının yanına yürüdü.

Mehmet Ali Bey bir müddet sonra sabredemedi. Ağzından – hem de yüksek sesle – baklayı çıkardı:

– Birader… Bu tramvayların bir muzipliği var. İnsan ikinciye binmek niyetiyle içeriye giriyor. Birincide her halde bir ahbaba rasgeliyor. Bir davet haydi içeri… Yeni arabalar insanı masraftan çıkarıyor yahu…

Baktım, Birinci mevkide oturanların ekserisi hanımlar. İkincide oturan tek bir kadın göremedim.

Bu sırada gözüme tramvaydaki levhalar ilişti. Hepsi de gayet kati bir lisanla yazılmış bir sürü emirler.

«Sigara içilemez!»,

«Para bozulamaz»…

Daha bunun gibi bir alay kumanda…

Aklıma İstanbul tramvayları geldi. Hiç değilse orada bu gibi levhalar halktan rica tarzında yazılı…

«Para bozulamaz!» ne demek?

Halka karşı biraz daha hürmetli bir dil kullanılamaz mı?

Bütün bu kati emirlerin yanında «dileklerinizi bize bildirin» levhası asılı. Şimdilik tramvay şirketinden dileğimiz şu… Halka karşı biraz daha hürmet… Mesela «yolcularımızın bozukluk para vermeleri rica olunur.» denilebilir.

Halkla daima temasta bulunan umumi müesseselerin her şeyden evvel nazarı dikkate alacakları şey halkı saymağı öğrenmektir, Tramvaydaki iskemleler, kanepeler İstanbul’da olduğu gibi arka arkaya değil de karşı karşıya. Bunun için karşılıklı oturanlar arasında Kadıköyü’nden ta Bostancı’ya gidinceye kadar bazen ahbaplıklar peyda oluyor.

Meselâ sağımızda karşı karşıya oturan iki genç mektepli ile iki genç kız…

Tramvayın geçtiği yolda sağlı sollu ne güzel manzaralar var…

Enfes deniz, şık şık köşkler, bahçeler…

Fakat gençlerin bunlara dikkat bile ettikleri yok. Sanki en güzel manzara birbirlerinin yüzlerinde, gözlerinde, ağızlarında, burunlarında imiş gibi… Birbirlerine gözlerini dikmişler, Zaman zaman hiç sebebi olmadığı halde fıkır fıkır gülümsemeler; göz süzmeler…

Ara sıra pencereden dışarıya bakıyorlar, delikanlılardan biri:

Güzel kübik bir köşkü gösterip arkadaşına soruyor:

– Şimdi şu köşkün sahibi olmak istemez misin? Meselâ bu dakikada onun içindesin…

Meşhur sinema artisti Jon Vaismüller gibi yan saçlarını arkaya atmış olan arkadaşı genç kızların yüzüne bakıyor:

– O köşkün içinde bulunmak isterim… Amma yalnız mı? diye soruyor.

Bunun üzerine haydi genç kızlar kahkaha makaralarını salıveriyorlar…

Suadiye’ye gidinceye kadar belki de aralarında bir nişan merasiminin ilk başlangıçları olmayacağı ne malûm…

Zaten benim fikrime kalırsa bu karşılıklı iskemleler memlekette nişanların, düğünlerin artmasına çok yardım edecek.

Yerimden kalktım Sofada iki kişi:

– Asıl bu tramvaylara banyo, plâj zamanı binmeli… Kim bilir ne çorapsız bacaklar, ne yanık vücutlara rasgeleceğiz…

İster misin birçok yolcular mayolarla tramvaya binsinler… Meselâ delikanlı Suadiye’den Bostancı’ya gidecek. Mayosunu çıkarıp giymeğe ne lüzum var? O halde tramvaya atlayıveriyor…

İki mevki arasında duran bitaraf genç adam hâlâ bilet almamıştı. Kondüktöre:

– Ben birinci mevki bilet alamam… Çünkü bir ayağım ikincide… diyordu… İkinci mevki bileti de alamam… Çünkü bir ayağım birincide… İkinci mevki bileti de bana gelmez,

Olur mantık değil… Yeryüzünde ne anaforcular var!

Hikmet Feridun Es | 13 Ekim 1934 – Akşam Gazetesi

Bir Cevap Yazın