“Fenerbahçe ve Kadıköy tarihi birbiriyle bir bütündür” düsturundan hareketle, bir süredir ara verdiğimiz semt yazılarını aktarmaya devam ediyoruz. Kadıköy Parkı yazısı, 87 yıl önceden, Hikmet Feridun Es imzasıyla geliyor… Müthiş fotoğraf, her zamanki gibi Seyhun Binzet ağabeyimizin koleksiyonundan… Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Akşamüstleri Kadıköy Parkı
Hani ipek feraceliler? Nerede ipek yaşmaklılar arasındaki süzgün bakışlar?
“Kuşdili, Fenerbahçe âlemleri tarihe karıştı ama burası onların yerini tutacağa benziyor… »
İstanbul’da yeni bir mesire yeri gün geçtikçe parlıyor, kalabalıklaşıyor:
Kadıköy iskelesinin önünde yapılan park…
Bilhassa Cuma akşamları iskele parkı iğne atsanız yere düşmeyecek bir şekilde kalabalık oluyor. Yeşil tahta sıralarda zaman oluyor ki altı kişi omuz omuza oturuyor. Yer bulamayanlar ise bir aşağı, bir yukarı piyasa etmekle vakit geçiriyorlar.
Yer bulmak için daha öğle zamanından gelenler mi istersiniz? Tramvaydan atlar atlamaz park tarafına koşanlar mı?
Dört kişi oturup dolmuş sıralara da yaklaşarak: “Canım… Biraz sıkışın da ben de şunun kenarına ilişeyim!” diye kafa tutanlar mı?
Parkın deniz kenarındaki iskemlelere rağbet son derece. Burası âdeta bahçenin hususî mevkii gibi bir şey. Öyle ya… Bir taraftan deniz görünüyor, bir taraftan vapurdan çıkanlar, bir taraftan otobüslere binenler, otobüslerden inenler, bir taraftan da tramvayla gelip gidenler… Öyle bir yer ki dört başı mamur. Bir yeşil sıranın köşeciğine iliştiniz mi? Ooh… Kekâ…
Arkadaşımla beraber tamamile komple surların arkasından ilerledik. Önümüzde yer avcılığına çıkmış yaşlı başlı iki bey konuşuyor:
– Kuşdili, Fener bahçe piyasaları tarihe karıştı, çayır âlemleri artık mazi oldu amma burası onun yerini tutacak galiba azizim.
Öteki sanki arkasında bıraktığı gençlik senelerinin tatlı günlerini hatırlamış gibi memnun memnun gülümsedi:
– Evet amma… Nerede burada o cakalı fayton arabaları? Hani ipek yaşmaklar arasındaki süzgün bakışlar? Nerede arabasının bir köşesine yaslanmış şemsiyesi elinde güzel feraceliler?
Lâkin adamcağız daha sözünü bitirmedi. Parkın tam önünde enfes bir spor otomobili durdu. Direksiyonunda genç bir kız oturuyordu. Sert bir hareketle otomobilin kapısını açtı, Yere atladı.
Önümdeki yaşlı beyler biribirlerine bakıştılar. Bu sefer gülümsemek sırası ötekine gelmişti:
– Azizim… Faytonun, feracenin yerlerini başka şeyler almış!
– Öyle…
Uzaklaştılar…
Burada yer bulmak tramvayda yer bulmaktan çok daha müşkül. Güç hal ile bir sıraya ilişecek kadar birer yercik bulabildik. Yanımızdaki sırada bir alay delikanlı. Aman efendim. Ne neşe, ne neşe… Kendilerine baktım da ruhiyat profesörü Şekip beyin “Gençlik kahkaha ile ölçülür. Neşeniz devam ettiği müddetçe gençsiniz” sözlerine yerden göğe kadar hak verdim. Gayet doğru…
Genç olup olmadığınızı anlamak mı istiyorsunuz? Ne yüzünüzdeki buruşukluklara, gözlerinizin etrafındaki çizgilere, ne de saçlarınızda mı? İşte mesele burada… Eğer neşeniz yerinde ise sizden daha genci yoktur.
Bunun için ilerimizdeki gençlerin yeşil tahta sırası âdeta bir kahkaha ve neşe membaı gibi… Kahkahanın bini bir para… Her şeye, amma her şeye gülüyorlar.
Vapur geliyor gülüyorlar, vapur gidiyor gene gülüyorlar.
Tramvay geliyor gülüyorlar, tramvay gidiyor gene gülüyorlar.
Otobüs geliyor gülüyorlar, otobüs gidiyor gene gülüyorlar.
Bahçıvan çiçekleri suluyor, gülüyorlar.
İhtiyar bir kadın kâğıt helvacıdan torununa kâğıthelvası alıyor, ona da gülüyorlar.
Karşıdan dört genç kız göründü. Dördü de bir örnek giyinmişler… Lâcivert ceketler, sarı kemerler… Delikanlıların gözleri genç kızlara dikildi. Biribirlerini dürtüklediler:
– Fenerliler geliyor! Fenerliler geliyor!
Fakat genç kızlara bakanlar yalnız bizim sıra komşumuz delikanlılar değildi. Arkadaki sırada oturanlarda da şafak atmıştı. Sarı lacivertli kızlar önlerinden geçerken birisi uzun uzun ofladı. Sonra arkasından bir vecize yumurtladı:
– 17 senedir Galatasaraylı idim kardeşim… Bu dakikadan itibaren Fenerli oldum gitti…
Bu söz üzerine delikanlılar durur mu? Onlar aşağı kalır mı hiç… Öteki sırayı bastırmak için delikanlılardan biri manzum olarak ilânı aşk etti:
“İnce belde sarı kemer / Yaşasın şanlı Fener”
Bir de “Bizde şair yetişmiyor” derler efendim. Delikanlılar böyle manzum sözlere başlayınca arkadaki masada sıska bir adam da aşka geldi. O da başladı:
“Fener geliyor ah Fener / Galatasarayı değil”
Bir türlü dördüncü mısraı bulup çıkaramadı…
– Burada elektriğe lüzum yok kardeşim… Fener gelince ortalık biner mumluk ampuller konulmuş gibi aydınlanıyor.
Sarı kemerli hanımlardan biri dönüp bunu söyleyene iltifat etti:
– Terbiyesiz!
Yanındaki arkadaşı da Fransızca konuştuğunu belli etti:
– Embessil!
İskele yanına şirketin artık iskelet halinde kalmış “Fenerbahçe” vapurunu bağlamışlar…
Parka girdiğim zaman karşıma ilk çıkan yaşlı zatlar tekrar önümden geçerken:
– “Birader” diyorlardı, “Şu Fenerbahçe vapuruna baktıkça yüreğim sızlıyor. Onda öyle hatıralarım, öyle tatlı hatıralarım vardır ki… Hiç unutmam, şu yan kamarada bir gün köye dönüyorum. Kapı açıldı. İçeriye…”
Önümden geçtikleri için konuşmalarının alt tarafını işitemedim.
Parktan çıkıyordum, İzmarit toplayan saçı sakalına karışmış iki adam. Biri sordu:
– Bu gece neredesin?
Öteki parmağile iskeleye bağlı eski Fener bahçe vapurunu işaret etti:
– Fenerbahçe apartımanında.
– Hangi katta?
– Havalar soğudu… Alt kamaradayım!
– Akşama görüşürüz öyleyse, diyerek biribirlerinden ayrıldılar.
2 Ekim 1934 – Akşam Gazetesi – Hikmet Feridun (Akşamüstleri Kadıköy Parkı)