Galatasaray Müzesi Müdürü ve Fenerbahçe Başkanı Şükrü Saracoğlu’nun kayınbiraderi Ali Oraloğlu’nun 3 Şubat 1954 tarihinde kaleme aldığı yazı eşliğinde Fenerbahçe tarihinin büyük ismini bir kez daha saygıyla anıyoruz. Fenerbahçe Stadyumu’na “Atatürk” ismi verilmesine en çok Saracoğlu Şükrü sevinirdi. Onun adının unutulmamasını da en çok Atatürk isterdi. Nur içinde yatsınlar
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Şükrü Saracoğlu
1953 senesinin son günlerinde Cumhuriyet Türkiye’si tarihinde ismi daima şeref ve minnetle anılacak olan Şükrü Saracoğlu’nu da toprağa vermiş bulunuyoruz.
Ödemişte mütevazı bir sanatkârın (Sarac Mehmet Usta)nın oğlu olarak 1887’de dünyaya gelen küçük Şükrü akranları arasında zekâsı, yaramazlığı, cesareti ve doğruluğu ile nazarı dikkati celp ederdi.
Efeler diyarı Ödemiş’te Efe terbiyesi alarak yetişen Şükrü orta tahsilini ikmal ettikten sonra bir daha devamlı dönemeyeceği çok sevdiği evinden ve memleketinden ayrılarak İzmir’e gönderilmişti.
Bilhassa riyazi ilimlerle edebiyata karşı büyük bir istidadı olan küçük Ödemişli üç sene sonra bu sefer tamamen baba yuvasından daha uzağa İstanbul’a gelmiş Mekteb-i Mülkiyeye kaydolmuştu. Oradan da muvaffakiyetle diplomasını alan Sarac Mehmet Usta’nın oğlu ilk memuriyetine tayin edilmişti. Kim bilir nereye gönderilecekti? İmparatorluğun Türklerle meskûn olmayan yerlerinde vazife almaya gönlü bir türlü razı olmuyor, vatandaşları arasında vatandaşlarına hizmet etmeyi istiyordu. Bu maksatla kendisi gibi Mülkiyeyi pekiyi derece ile bitiren iki arkadaşı ile birlikte Talat Paşa’nın huzuruna çıktı. Ve arzusu makul karşılanarak isteği üzerine İzmir’e tayin edildi.
Talat Paşa ile Şükrü Saracoğlu’nun karşılaşmaları çok garip bir tesadüftür. Kim bilir Osmanlı Devleti Sadrazamı kendisinden yirmi altı sene kadar sonra Türkiye Cumhuriyetinin Başvekili olacak gencin gözlerinden istikbali görmüş ve Üniversite mezununun hayata sevdiği bir yerde atılmasına önayak olarak onu teşvik etmişti.
İzmir’de yavaş yavaş kendine bir muhit yapmaya başlayan Saracoğlu, İttihat ve Terakki Lisesi’nde riyaziye öğretmenliğini, aynı liseden müdürlüğünü yapmış ve o esnada Yeni Asır gazetesinde başmakaleler de yazmıştır. Olgunlaşmaya doğru her gün bir adım daha atan genç Lise Müdürü nihayet memleketinde aldığı terbiye ve kültürü Garp Kültürü ile mezcetmek üzere Belçika’ya tahsile gitti. Birinci Cihan Harbi esnasında da Demokrasi kalesi İsviçre’nin Cenevre şehri Üniversitesine kaydolarak Siyasi ve İktisadi İlimler Fakültesi’nden parlak bir şekilde mezun oldu.
Şark terbiye ve kültürünü Garbınki ile gayet iyi bir şekilde bağdaştırmaya muvaffak olan Saracoğlu’nun bundan sonraki hayatı bütün Türk milletinin malumudur. İhtiyat zabitliğini yaptıktan sonra onu ilk defa olarak son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda aza görürüz. Sonra İstanbul Meclisi’ne Anadolu mümessili olarak seçilen fakat o esnada işgal altında olan Ege’de, sonradan Adliye Vekili olup İsviçre Kanunu Medeniyesi’ni memleketimize kabul ettiren, arkadaşı Esat Mahmut Bozkurt’la birlikte bir çete kurup düşmanlara karşı savaştığından Fındık’taki Meclise dahil olamaz.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra Saracoğlu’nu siyasi şu vekaletlerin başında görürüz:
Maarif, Maliye, Adliye, Hariciye ve Başvekillik.
Siyasi hayatının son iki senesinde de Türkiye Millet Meclisi Reisliği.
1887’de doğup 27 Aralık 1953 Pazar günü saat 11.05 de ebediyete intikal eden Şükrü Saracoğlu tam manasile Türkçü ve demokrat bir devlet adamı idi. Sıhhatini hiçe sayacak kadar memleketine bağlı idi.
Hayatında üç kere ölüm tehlikesi geçirmiştir.
Bunun ilki İzmir Lisesi’nde jimnastik yaparken düşmesi neticesi başına gelmişti. Ele avuca sığmaz bir sporcu olan küçük jimnastik aletinden baş aşağı yere düşmüş ve hayatından ümit kesildiğinden mektepten alınsın diye babasına haber gönderilmişti. Uzun bir istirahat devresinden sonra mucize kabilinden birdenbire iyileşivermişti.
1930 senesinde Maliye Vekili bulunduğu esnada ağır bir hastalığa tutulmuştu. Atatürk’ün emriyle tedavi ile meşgul olan doktorlar hastalığı bir türlü yenemiyorlar, hatta ne olduğunu bile bilemiyorlardı. O esnada gözleri de pek hafif görmeye başlamıştı. Hayatından bir kere daha ümit kesilmişti. Nihayet Başvekili İsmet Paşanın ısrarı üzerine Viyana’ya gitmeye razı oldu. Ve bu sefer bir tesadüf yüzünden bir ay gibi kısa bir zaman içinde tamamen iyileşerek yurda döndü. Umumi muayenesi yapılırken bir diş mütehassısına müracaat etmesi söylenmişti. Dişlerinin röntgeni alınınca dişetleri altında birikmiş bir kist tabakasına rastlandı ve onların hemen temizlenmesi ile mucize kendini gösterdi.
Saracoğlu ikinci Cihan Harbi esnasında Başvekil iken de ağır şekilde hastalanmış fakat memleketine hizmet etmek azmi ile bir gün bile işinin başından ayrılmamış ve birçok ecnebi devlet adamlarını 39’un üstünde ateşle kabul etmiştir. Adana’da Churchill’le tarihi buluşmaya giderken yine gayet ağır hasta bulunuyordu. Ve o esnada yatakta yatması sıhhati için pek elzemdi. Nitekim kendisini ölüm döşeğine düşüren hastalığı o zaman başlamıştı. Eğer memleketine hizmet etme aşkından evvel sıhhatine düşkün olsaydı her halde daha birçok yıllar o büyük devlet adamını aramızda görebilirdik.
Babası ile babasının mesleği ile iftihar ederdi. Sarac Mehmet Usta’nın oğlu olduğunu, küçükken nasıl yaşadığını, evinin halini herkese anlatırdı. Eylül 1943’de T.B.M. Meclisinde verdiği bir nutukta o gürleyen sesiyle: “Ey Şükrü! Sen bir Sarac ustanın oğlu idin. Bu millet seni büyüttü, okuttu. Avrupalara gönderdi, adam etti ve birçok mesuliyetleri vazifelerin başına getirdi. Şimdi de Başvekil seçti. Sen ona layık olduğunu gösterip bu iyiliklere karşı cevap verebilecek misin?” kendi kendisi ile bir vicdan muhasebesi yapmış ve buna “Evet” diye cevap vermişti.
İsviçre’de tahsilde iken bütün Egeli talebelerin hamisi ve ağabeysi vaziyetinde idi. Hepsine yardım eder, nasihat verirdi. Hatta bu yüzden o zaman Cenevre’de tahsilde bulunan bazı Türkler Saracoğlu’nu arkadaşları çok sayarlardı. Mesela hala Büyük Elçilerimizden biri olan bir zat o esnada yine Cenevre’de bulunan bir Türk kızı ile sevişmekte olup evlenmek istemektedir. Saracoğlu arkadaşının tahsilinin yarım kalmasından endişelenerek genç kızı Türkiye ye gönderdi. Mevzuu bahis o an bu genç çift sonradan Türkiye de evlenmişlerdir.
Otuz senelik Cumhuriyet tarihimizde devlet yükünü en fazla taşıyan siyaset adamlarımızdan birisi hiç şüphesiz Şükrü Saracoğlu’dur. Türk ve Avrupa Üniversitelerinden mezun ilk Başvekilimiz olan Şükrü Saracoğlu aynı zamanda Cumhuriyet tarihinde en çok Vekalet başında kalan devlet adamımızdır. İşte hesabı:
6 ay Maarif,
5 sene Maliye,
7 sene Adliye,
5 sene de Hariciye Vekilliği.
Ayrıca 4 sene Başvekillik ve 2 sene de Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisliği ki cem’an 23 sene eder. Saracoğlu hiç bir müspet iş yapmamış olsa dahi Türk İnkılabını kurup perçinleştiren hükümetlerde çeyrek asır vazife almakla İnkılap Tarihimizde haklı olarak kendine bir yer verilecektir.
Bazı politikacılar sade yaptıkları bir hareket veya söyledikleri bir sözle tarihe geçmişler, isimleri nesiller boyunca esatiri bir kahraman olarak dillerde dolaşmıştır. Saracoğlu hiç şüphesiz ki bugünkü siyasi bulanıklık geçip de dahili politika kavgalarına nihayet verilince kıymeti daha fazla takdir edilecek bir Türk Büyüğü olarak ismi nesiller boyunca bir kahraman, bir idealist, müspet bir devlet ve millet adamı olarak minnetle anılacaktır.
Türk milletinin yükselmesi ve bekası için İkinci Cihan Harbi esnasında da bütün sıhhatini kaybeden Şükrü Saracoğlu’nun burada siyasi hayatını nakledecek değiliz. Okuyucularımıza bu Büyük Ölünün siyasi hayatında geçmiş, bilinmesi gerekmekle beraber, daha açıklanmayan bazı hatıraları nakledeceğiz.
– Ben bu adamla, bu deli Türkle müzakere devam edemem…
Hariciye Komiseri Molotof’a “Pekiyi öyleyse, işi bana bırak” diyen Stalin, ondan sonra Türkiye Hariciye Vekili Şükrü Saracoğlu ile müzakerelere bizzat kendisi devama karar vermiştir.
Sene 1939’dur. Türk-İngiliz-Fransız ittifakına muvazi olarak bir Türk – Rus Antlaşmasına karar verilmiştir. Ankara’ya gelen Rus Hariciye Komiser Vekili Potemkin’le anlaşma en ince teferruatına kadar hazırlanmış olup sade imza merasimi için Saracoğlu’nun Moskova’ya gitmesine karar verilmiştir.
Türk Hariciye Vekilinin Rusya’da bir vazifesi daha vardır. Bükreş’te toplanan Balkan Antantı Konseyinin ricası üzerine Rusların Balkan siyasetini öğrenecektir. (O zamanki Rumen Hariciye Vekili G. Gafenconun, “Preliminaires de la Guerra a l’Est” adlı kitabından)
Bir Türk ticaret gemisi ile Odesa’ya vasıl olan Saracoğlu, Moskova’da 23 Eylül 1939’dan 18 Ekim 1939’a kadar hiçbir diplomatik ziyarette rastlanmadığı gibi tam 28 gün ikamete mecbur bırakılmıştır. Bu esnada Alman Hariciye Nazırı Von Ribbentrop da komünizmin beşiğine gelip bir anlaşma yaptıktan sonra Berlin’e dönmüştür.
Ankara’da hazırlanan anlaşmanın tamamen haricine çıkan, bir sürü metalibatta bulunan Molotof yukarda yazıldığı gibi Saracoğlu ile başa çıkamayacağını ve 14 Mart 1939’da Berlin’de ufak bir tazyik sonunda memleketini Almanlara teslim eden Çekoslovak Reisi cumhuru Hacha’ya benzemediğini anlamıştır.
Şimdi Kremlin’in mükellef salonlarından birindeyiz. Stalin, Molotof bir tarafta, Saracoğlu ve Türkiye Büyük Elçisi diğer tarafta… Stalin mağrur bir şekilde oturuyor ve tercümanı vasıtasile Türkiye’den metalibatta bulunuyor…
Kars uğruna haftalardır bekleyen, mukavemeti kırılmayan Bozdağı’nın hürriyet aşığı Efesi dayanamıyor artık… Masaya bir yumruk atıyor ve hemen arkasından:
– Hayır, diyor…
Müzakereler sonuçlanmadan nihayete ermiş ve Saracoğlu İstanbul’a müteveccihen yola çıkmıştır. Dünyayı esarete boğmak, komünizmin pençesinde ezmek isteyen Kızıl Lider bile Türk Hariciye Vekiline hayrandır. Vatanını satmayana, vatan yağma etmekte mahir olanlar bile hürmet edecekler, Türk Hariciye Vekilini Odesa’dan İstanbul’a iki Rus destroyerinin refakatinde bir kruvazörle yollayacaklardır. Saracoğlu, Türkiye’de muzaffer bir kumandan gibi karşılanacak, Avrupa ve Amerika’da “Rusya’ya ilk defa hayır diyen Adam” lakabıyla Hür Milletlerin mümessili olarak sevgiyle selamlanacaktır.
İkinci Dünya Harbi içindeyiz… Alman orduları önünde bütün kuvvetler eriyor… Müttefiklerimizden Fransa yenilmiş, İngiltere kıtada mağlup olarak Adasına çekilmiş, oradan mukavemete çatışmaktadır. Önüne çıkan manileri teker teker, türlü şekillerde yok eden Hitler, Avrupa’nın hakim-i mutlakı vaziyetindedir. Türkiye’de hoşlanmadığı bir veya birçok adam vardır. Bunu bilmiyoruz. Fakat içlerinden birine tahammül edemiyor. Sanki o iş başından uzaklaşsa emellerine erişecek? Ne yapsın da bu adamı vazifesinden uzaklaştırsın? Nihayet çaresini buluyor. Hemen Roma vasıtasıyla İtalya’nın Ankara Büyükelçisine bir şifre gönderiyor… Elçi ertesi günü Reisicumhur, İnönü ile hususi bir mülakat yapıyor ve Alman Orduları Başkumandanı, Almanya Devleti Reisi Führer’in Türk Hariciye Vekilinden pek hoşlanmadığını, Hariciye Vekâletinden uzaklaştırılırsa pek memnun kalacağını ima ediyor… Aradan bir kaç gün geçmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi fevkalade bir içtima yaparak Hariciye Vekili’nin “Türk oğlu Türk ve deruhte ettiği vazifeye layık olduğunu dünyaya ilan ederek ona itimat beyan ediyor. Meclisi, Hükümeti ile birlikte Türk milletinin etrafında birleştiği Hariciye Vekili kimdir? Stalin’le Molotof’a boyun eğmeyen, “Hayır” diyen Saracoğlu! Hitleri de mağlup etmiş ve ona II. Cihan Harbi’nde ilk şamarı atmıştır. Aynı Hitler aradan çok zaman geçmeden Saracoğlu’nun reisliğindeki hükümetle bir dostluk muahedesi imzalamak arzusunu izhar edecektir.
İran Şahı Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyareti günlerindeyiz. Misafir devlet reisi şerefine verilen balonda Ebedi Şef Atatürk bir salonda Şahla hasbıhal ediyor. En yakın ve inkılap arkadaşı Başvekil İnönü diğer bir salonda Vekillerle konuşuyor. Saracoğlu ise genç hariciye memurları ile ciddi bir mevzua dalmış. Atatürk bir aralık Adliye Vekilini fark ederek yanına çağırıyor.
– Şahın elini öp bakalım, diye gürlüyor.
Gürleyen büyüktür. Arzuları seve seve yapılabilir. Türk adetlerince bir ihtiyarın, hürmet edilen bir insanın veya Vatan Kurtarıcısının eli öpülebilir. Fakat bir Türk Adliye Vekili bir yabancının elini nasıl öpebilir?
– Öpemem, diye bir ses çıkıyor.
– Öp diyorum sana!
Yapılacak şey kalmamıştır. Fakat Saracoğlu çaresini bulacak, hem şenlendirecek, hem de teklifini kabul etmediği Atanın gönlünü alacaktır.
– Öpemem, dedim. Fakat sebebini sormadınız?
Salonda ses yoktur. Sual bir kere daha tekrar ediliyor.
– Öpemem, dedim, Fakat sebebini sormadınız?
– Söyle öyleyse!
– Ben bir kişinin elini öptüm, adı Atatürk’tür Ondan başka kimsenin elini öpemem…
Bir kahkaha yükseliyor…
– Ben zaten Sarac’ın ne kadar mert, ne kadar zeki olduğunu söylemez miydim? Haydi, öyleyse Şahla bir kadeh tokuştur.
Büyük Kurtarıcı bu hareketiyle belki de Şehinşah’a bir ders vermek istemişti…
Saracoğlu birçok vekâletin başında bulunduktan ve hepsinde müspet işler gördükten sonra nihayet çok sevdiği Hariciye Vekaleti’ne tayin edilmiştir. İkinci Cihan Harbi’nin ilk senelerine rastlamasına rağmen Saracoğlu işinden ziyadesiyle memnundur. Çünkü artık asıl mesleğine kavuşmuştur. Fakat bu arada kendisine birkaç kere teklif edilen Başvekilliği münasip bir şekilde reddetmenin yolunu bulmuştur.
Haris olmayan ve haris insanlardan nefret eden Saracoğlu’nun, Refik Saydam’ın vefatı münasebetiyle Florya’dan ayrılırken eşine şöyle söylediği rivayet olunur:
“Bu sefer Başvekilliği kabul etmeğe mecburum. Artık atlatamayacağım.”
Saracoğlu tam manasile halk idaresine inanmış bir devlet adamıydı. Anglo – Sakson ve İsviçre demokrasilerini fazlasıyla beğenirdi. Başvekâlet esnasında diğer siyasi partilerin kurulmasına müsaade etmişti. Memleketimizde inandığı garp demokrasilerinin kurulmasını samimi bir şekilde istemiş ve kendi arzusuyla Başvekâletten çekildikten sonra hastalığına rağmen bazı mesuliyetli vazifeler alarak Mecliste Halkçılarla Demokratlar arasında cereyan eden vahim hadiseleri tek başına yatıştırmıştır.
Siyasi hayattan tamamıyla çekildikten sonra da kin ve garazdan uzak, hür memleketimizde demokrasinin tam bir anlaşma ve kardeşlik havası içinde ilerlemesini temenni ederdi. Bu yüzden zaman zaman şerefli ismine sürülmek istenen lekelere cevap vermez, her şeyin zamanla düzeleceğini ve kıymetlerin zamanla belli olacağına inanırdı.
İkinci Cihan Harbi’nin sonuna doğru Almanya ya ilanı harp edeceğimiz zaman bütün ömrü boyunca kutsiyetine inandığı Türkiye Büyük Millet Meclisine tam dokuz saat izahat vermiş ve Meclis’in ittifakı ile karara varılmıştı. O gün Meclis’te dokuz saat konuşmak mecburiyetini duyan Başvekil Saracoğlu’nun bir gün evvel altı dişini söktürüp sırf toplantı münasebetiyle yerine yenilerini taktırdığını hala pek az kimse bilmektedir.
Geçen senenin son yıllarında toprağa verdiğimiz Saracoğlu 1942’de verdiği bir nutku şöyle bitirmişti:
“Vatanımızın bugünkü çocukları yalnız büyük bir neslin evlatları değildir. Aynı zamanda ölçüsüz bir neslin ta kendisidir”
Evet, Şükrü Saracoğlu da bu büyük neslin bir önderi idi. Almanya Başvekilliğini yapmış Von Papen’in, eşinin vefatı üzerine Bayan Saadet Saracoğlu’na yazdığı mektuptaki cümle gibi:
“Milletin saadeti olan sulhu Türk vatanına temin ettiği ve milletinize çeşitli hizmetlerde bulunduğu için Türklerin bu Büyük Evladını hiç bir zaman unutamayacağı düşüncesi kederinizi biraz olsun teselli edebilecektir.”
Şimalden gelmeyi düşünebilecek her hangi bir düşman karşısında evvela Karadeniz’in sert rüzgârlarına hedef olan Boğazın sırtlarındaki kabrinde Şükrü Saracoğlu’nun ruhunu bularak irkilecektir. Nur içinde yatsın!
Ali Oraloğlu – 3 Şubat 1954