Menü Kapat

Sinyor’un İzmir Seferi

Sinyor'un İzmir Seferi

Haluk Kılıç ağabeyin yolladığı Fırt dergisi hazineleri içinden müthiş bir hikaye çıktı… Merhum Tekin Aral ile Sinyor’un İzmir seferi size keyifli dakikalar geçirtecek…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

Fotoğraf: Yılmaz Canel


Öpücük

Can Bartu’yu tanımayanınız yoktur… Türk futbolunun, Türk basketbolunun ülke sınırları dışında da tanınan bu büyük ismi bildiğiniz gibi spor gazeteciliği dalında da, yazdığı maç eleştirileri ile başarı ve ününü sürdürüyor.

İşte geçenlerde bir gün Bartu ile oturmuş laflıyorduk.

  • “Salı günü milli maç için İzmir’e gidiyorum” dedi. “Sen de gelsene… Hem iki gün olsun kafanı dinler, hem de milli maçı seyredersin.”

Bunca hayhuy içinde, Can’ın teklifi cazip geldi…

  • “Tamam”, dedim… “Oldu bu iş.”

Ve maçın oynanacağı Çarşamba gününden bir gün önce, Salı günü için biletlerimizi aldık. Salı günü de uçağa atlayıp, kapağı İzmir’e attık. Doğru yer ayırttığımız otele gittik. Otel ana-baba günüydü. İstanbul’dan gelen diğer gazeteciler, hatta Milli Takım, hepsi o otelde kalıyorlardı. Biraz istirahat ettik, biraz eş dostla çene çaldık derken akşam oldu.

  • “N’apıyoruz?” dedi Can.
  • “İzmir’in çipura balığı meşhurdur. Şimdi de tam mevsimi, çıkalım bir yerde çipura yiyelim.” dedim.

Uzatmayalım, İstanbul’dan bir gazeteci arkadaşımız Aziz, onun bir yakını ve genç kuşağın bitirim spor muhabirlerinden Ferhan ile birlikte otelden çıkıp, balık lokantalarının sıralandığı İzmir’in Kordonboyu’nda yürümeye başladık. Şu lokantaya mı girelim, öbürüne mi? derken… Bu işlerden iyi anlayan bizim Aziz:

  • ”….’e gidelim” dedi. “Şimdi nasıl bilmiyorum ama eskiden çok iyiydi.”

Ve sonunda, Aziz’in söylediği, bir böcek ismi taşıyan lokantadan içeri girdik. Daha kapıdan adımımızı atmıştık ki, lokantanın arka taraflarında bir yerden yaşlıca bir adam fırladı… Doğru bizim Bartu’ya koştu. Can’ı iki yanağından şapur şupur öptü.

  • “Hoş geldiniz Can bey” dedi. “Şeref verdiniz.”

Bir masaya oturduk… Bir garson geldi, elinde bir tepsiyle mezeler getirdi. Biz:

  • “Meze falan istemeyiz” dedik. “Balık yiyeceğiz… Biraz da salata. İçecek olarak da, bir ufak rakı getir… Bir şişē de beyaz şarap.”

Garson:

  • “Biraz da kalamar yaptırayım” dedi. “İzmir’e gelip de İzmir kalamarından tatmamak olmaz.”

Ha, bu arada şunu belirteyim… Lokantadan içeri girerken, dış kapıda koskocaman bir fiyat listesi asılıydı… Ve fiyatlar öylesine ucuz, öylesine komikti ki…

  • “Helal olsun valla şu İzmir’e be!” dedik. “İstanbul’da bu fiyatlara işkembecide bile bir şey yiyemezsin.”

Derken balıklar geldi… Ama çiğ olarak… Garson içinde balıklar bulunan elindeki tepsiyi masamızın üzerine koydu…

  • “Beyler burada balık fiyatları pazarlık usulüdür. Siz yiyeceğiniz balıkları seçin, ben size fiyatlarını söyleyeceğim.”

Can:

  • “Yahu burası sandal bedesteni mi birader?” Dedi.
  • “Usul böyle abi” diye tekrarladı garson.

O sırada kapıdan girdiğimizde koşup Can’ı öpen, lokantanın sahibi olduğunu öğrendiğimiz yaşlıca adam tekrar bitti başımızda. Bizim dünya efendisi Can ayağa kalktı, adam tekrar Can’ın boynuna sarıldı, şapur şupur tekrar öptü yanaklarından.

  • “Hoş geldin Can… Şeref verdin.”

Adam gitti… Can’ın kulağına eğildim:

  • “Tamam, usta” dedim. “İşi bağladık… Adam senin hayranın… Burdan bedavaya çıkarız bu gece.”

Garson tabaklarımıza kızarmış patatesi andıran birer tadımlık kalamar koydu. Sonra da pazarlıkta hafif tertip kazıklandığımız balıklar geldi. Ve arkadan da gene lokanta sahibi Can’a:

  • “Türk futbolunun en büyüğü. Medarı iftiharımız… Gel seni bi öpeyim” dedi.

Neyse laf lafı açtı… Falan derken, yemek faslı bitti… Hesabı istedik. Hesap geldiğinde ise… Donduk, kaldık. Garsona:

  • “Bana bak kardeş” dedim. “Bu hesap bizim değil herhalde. Bir yanlışlık olmalı. Şuna bir bakıverin…”
  • “Yok, beyim” dedi garson… “Hesap sizin hesap… Baksanıza üzerinde Can Bartu yazıyor.”

Simdi “Hesap neydi?” diyeceksiniz… Valla hesap öyle bir şeydi ki… Nah şöyle aile boyu bir şeydi… Yenir yutulur tarafı yoktu.

  • “Bu hesabı patron gördü mü?” dedim. “Hani şu ikide birde Can Beyi gelip öpen adam…”
  • “Tabii abi” dedi garson… “Zaten hesabı kendisi yazdı.”

O zaman işi çözdüm sevgili okurlar… Ve garsona döndüm…

  • “Sen şu patronunu bi’ zahmet çağırıversene” dedim.

Garson gitti… Biraz sonra da masaya patron geldi.

  • “Buyurun beni istemişsiniz” dedi.
  • “Deminden beri Can’ı öpüyorsun… Birer kere de beni ve diğer arkadaşları öpsene usta…”

Adam şaşırdı:

  • “Neden?” dedi.
  • “Şey… Biz ŞAAPILIRKEN öpülmekten hoşlanırız da.”

(Çok ünlü bir fıkra vardır… Sanırım çoğunuz da biliyorsunuzdur… Salamon’la Mişon ortak olmuşlar, bir iş kurmuşlar. Ama bir süre sonra anlaşamamışlar, ayrılmaya karar vermişler. Ayrılırlarken yazıhanedeki malları paylaşıyorlarmış. Salamon başlamış malları bölüştürmeye…

  • “Koltuklar benim, sehpalar senin…”

Mişon bakmış… Ses etmemiş. Salamon devam ediyormuş:

  • “Avizeler benim, ampuller senin… Halılar benim, kilimler senin…” diye.

Bu arada Mison Salamon’a:

  • “Öp beni Salamon, öp beni…” demeye başlamış.

Bir ara Salamon:

  • “Yahu Mişon” demiş. “Neden ikide bir öp beni, öp beni deyip duruyorsun?”

Mişon cevap vermiş:

  • “Ben şaapılırken öpülmekten hoşlanırım da onun için Salamon…”

Lokanta sahibine tekrar döndüm…

  • “Yahu beyefendi insaf” dedim. ”Olur, ama bu kadarı da olmaz.”

Hışımla üzerime eğildi…

  • “N’apalım yani?” dedi… “Belediyecisine yedir, polisine yedir… Biz bu paraları nasıl çıkaracağız birader?”

Vee, evet aynen böyle söyledi. Rüşvet konusunun gündemde olduğu bu günlerde, vatandaşa attığı kazığı bu sözlerle açıklamaya kalkan, lokanta sahibinin bu sözlerini, yazının sonuna özellikle koyuyorum. Çünkü bu sözleri, adını vermediğim lokantanın sahibinden, beş kişi, on adet kulakla duyduk. İşin aslını araştırmak ise görevlilere düşüyor. Gerek yediğimiz kazık konusunda, gerekse lokanta sahibinin savunması konusunda ilgilenen olursa, lokantanın adı bende mevcuttur.

Fırtçakalın…

Tekin Aral – Fırt

Bir Cevap Yazın