Fenerbahçeli Alaeddin Baydar, Taksim Stadyumu, Tarık Buğra ile Futbol ve Tiyatro! Bunların hepsi, 1952 yılında bir köşe yazısında toplanmış. Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Klas Futbolcu
Her şey gibi klas futbolcu anlayışı da değişti: Büyük bir maçı, yani günümüzün stad ilahlarını seyrederken Fenerbahçeli Alaeddin’i düşünmüştüm: Ben onun üç beş metre kare içerisinde topla dakikalarca oynadığını bilirim. Karşısındaki oyuncuların beyni dönerdi ve Taksim’in artık tarihe karışan (kışla avlusundan muhavvel) stadyumunu dolduran seyirciler keyiften bayılırlardı.
Alâeddin klas bir futbolcu idi. Fakat şimdi onun bir ikinci nüshası gelse, kaderi ıslıklanmak, yuhalanmak, bir iki denemeden sonra da takımdan atılmak olurdu. Baksanıza valslerinden ve Şehir Tiyatrosu’na gönderdiği rejisör Meinecke’sinden bile meşhur olan, kısa paslı, zarif futbol tarzını Viyana bırakmak üzere imiş. Bir bakıma doğrusu da bu. Zira futbol anlayışı artık değişti: Şimdi uzun paslar, top tutmamak ve on sekiz yakınlarında kazanılan her pozisyonda şut. Yani ve kısacası tribünler gol istiyor, gol. Bu da ancak takamın tam bir ahenk içinde çalışmasıyla mümkün. Bu yüzden de, artık, en iyi futbolcu takımı için en iyi olandır.
Futbolun hangi teke tek karşılaşmanın gelişmesi sonunda bir takım sporu haline geldiğini pekiyi bilmiyorum. Fakat tiyatronun (metin bakımından da, temsil bakımından da) meddahlığın gelişmesi olduğuna eminim. Beride yazarın ve aktörlerin sahneyi bir tek karaktere bıraktığı devirden henüz pek uzakta değiliz. O kadar uzak değiliz ki, kıvamını bulmamış tiyatrolarda, hala, sahneyi yalnız kendilerine mal etmek isteyen, bunu ümit eden aktörler görebiliyoruz.
“Rol çalmak” diye güzel ve geniş ifadeli bir deyim var. Bu, bilhassa, dehayı en çok vehmeden çağlarda, yani delikanlılarda pek görülür:
“Genç istidat”, “Parlak istidat” veya “Sahnemizin büyük ümidi” hodbinliğinin o güzel masumiyeti ile bütün maharetlerini ortaya döker: Mimiklerin, sigara tutuşlardaki, kibrit çakışlardaki, gidip gelmelerdeki, bakışlardaki inceliklerin bini bir paraya gider. Parterdekilerin hepsi de asıl tiyatroyu, asıl başarıyı bilmeye mecbur farz edilemez ki… Bu yüzden de metnin, yani asıl tiyatronun, asıl başarının, kısacası temsilin güme gidişi “parlak istidat”ın bir kıvılcım daha neşretmesi olur.
Futbol kulüplerimizin menacerleri, idarecileri ve antrenörleri Alâeddin’leri handiye tamamen tasfiye etmiş bulunuyorlar.
Fakat beride, sahnelerimizde, arkadaşlarını ve rejisörü durmadan çalımlayan, rol çalan, bir çok artistimiz var. Ve tribünler, pardon, parter tiyatrodan çok onlardan hoşlanıyor. O kadar ki, bunlardan biri zenaati meddahlığa dökse bütün bir sahneden çok daha fazla iş çıkaracak gibime gelir.
Yazık… Spor yazarlarımız “futbol seviyemizin yükseldiği bir gerçektir” gibi veya “halkın spor sevgisi ve anlayışı artmıştır” gibi cümleler yazabiliyorlar da, biz bunların benzerlerini kullanamıyoruz.
Tarık Buğra – 6 Aralık 1952 – Milliyet Gazetesi