Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm XI
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Büyük Fikret

Takım Kaptanlığındaki En Büyük Sorunum
Kaleci Bedii takıma yerleştiğinde Hüsamettin ve “Uzun” lakabı ile anılan Necdet aynı seviyede üç kalecimizdi. Tercih çok güçtü. Takımda oynamayan gücenir, burulurdu. Fakat zamanla bu iş de kendiliğinden halloldu.
Bir ecnebi maçı oynayacaktık. O gün kalede Bedii vardı. Ama kendisinin büyük mazereti olduğundan yerini Uzun Necdet’e bıraktı. Necdet de kadar güzel oynadı ki, maçı seyreden Sayın Orgeneral Fahrettin Altay maçtan sonra Necdet’i tebrik etmekten kendini alamadı. Bu başarı “Kazanan takım değişmez” kaidesine uygun olarak bir süre gitti…
Bütün üstün vasıflarına rağmen Bedii hastalanmış, ameliyat olmuş, daha sonra babasının ölümüyle takımdan uzak kalarak formdan düşmüştü. Böylece futbolu bırakmak zorunda kaldı. Esasen kendisi yüksek tahsilli bir gençti ve sigortacılık mesleğinde ilerleyerek umum müdürlük seviyesine erişti. Bu durumda futbol oynamıcıak onun için zaten çok zordu.
Zamanla Uzun Necdet de kulübümüzden ayrıldı. Biz yine fedakâr ve vefakâr kalecimiz Hüsamettin’e kalmıştık. Bu satırları yazarken Hüsamettin’in fedakârlığına değinmek isterim.
Beşiktaş’la bir şampiyonluk maçı için Kadıköy sahasında karşılaşacaktık. Siyah – Beyazlıların her şeyi sayılan Şeref Bey ölmüştü ve O’nun hatırasına saygı göstermemiz gerekiyordu. Maç başında yapılan bir dakikalık saygı seremonisinin bizim takıma hiç yaramadığı söylenebilir. Neşem yine kaçmıştı. Yapmamak olmazdı. Göğsümüze matem işareti olarak siyah kurdele taktık ve sahaya çıktık. Mağlubiyetimiz halinde Beşiktaş şampiyon olacaktı. Büyük bir mücadele oldu ve Beşiktaş çok baskılı oynadı. Biz beraberliği kurtarmak istiyorduk. O gün Beşiktaş’ın bütün akınlarını Hüsamettin fedakâr biçimde önlüyordu. Ancak maçın son dakikasında elinin parmağı kırılmaz mı? Ben yanına gittiğimde Beşiktaş kaptanı Hakkı’da oradaydı. Elinin orta parmağı ters dönmüştü. Onu düzelttiler ve Hüsamettin elini sardırmadan “Takımı kalecisiz bırakmam. Ben oynayacağım” diye tutturdu ve oynadı. Son dakikada Hakkı’nın gollük bir şutunu kurtardıktan sonra Hakkı bana dönerek, “Herif ölse bugün O’na gol atamayacağız” dedi. Oyun böylece berabere son buldu biz de şampiyon olduk. Hüsamettin’in buna benzer fedakârlıkları çoktur.
Bu arada emektar Lebib’i de unutmamak gerek. Bir maçta omuzu kırıldı. O da oyunun sonuna kadar devam etti. Bu gibi misaller her Fenerbahçeli sporcu için mümkündür. Sporcularımızın bu gibi fedakârlıkları daima yapacaklarından eminim…
Çok Sevdiğim Galatasaraylı Suphi Batur ile Aramızda Geçen Bir Olay
Uzun yıllar Galatasaray’a yenilmiştik. Takımımız o sene büyük bir çalışma devresine girerek liglere hazırlanmıştı. O zaman lig ve şilt şampiyonlukları aynı yıl içinde yapılmaktaydı. Bu iki müsabaka için de Galatasaray’la mücadele ettik. Ligde hedefimize kavuşmuş ve Sarı – Kırmızılıları 3-2 yenmiştik.
Sıra şilt maçına gelmişti. Solaçık oynadığım için Galatasaray’da sağhaf oynayan Suphi Batur ile mücadele edecektik. Oyun büyük bir hız ve hırs içinde başladı. Galatasaray ligin rövanşını almak isterken biz yılın son meyvesini toplamak istiyorduk. Seyirciler Suphi Batur’a “Kuş” adını takmışlardı. Top bana gelince bir ağızdan “Kuş… Kuş…” diye bağırıyorlardı ve onu sinirlendiriyorlardı… Suphi Batur’un bu tezahürattan bana sert hareketler yapması da seslerin daha çok yükselmesine sebep oluyordu…
Zeki ikimizin arasına uzun bir top attı. Suphi Batur uzun bacaklarıyla yavaş, bense kısa bacaklarımla hızla koşarak topa yetişmeye çalıştık. Suphi ağabey benden önce yetişti ve topa dokundu. Kaleci Avni de topu almak için çıkmıştı. Falsolanan top Sarı – Kırmızılı filelere gitti. Gençliğimden olacak Suphi ağabeyin yanına yaklaştım, “Eh Suphi ağabey… Şimdi maçtan sonra Fenerbahçeliler seni omuzlarına alacaklar. Herhalde iyi bir şey…” dedim. Bana çok kızdı… Az sonra bir top sürüyordum… Bana bir çelme taktı… Durmadım ve sürmeğe devam ettim. Baktım oyuncularda hiçbir hareket yok… O zaman durdum ve hakem Hamdi Emin Bey’in bir düdük çaldığını işittim… Bana sahadan çıkmamı söylüyordu… Sebebini sordum, “Düdük çaldığım halde durmadın ve seyircileri tahrik ettin, çık dışarı…” dedi. Galatasaray’a da penaltı vermişti. Zeki Bey penaltıyı gole çevirdi maçı 3-1 kazandık fakat çok üzgün izledim maçı saha kenarından… Hamdi Emin Bey’in bu kararı maç yöneten hakemlere ve kendisine hücum eden futbolculara bir ders olmalıdır…
Zeki Bey’in Beni İlk ve Son Haşlaması
Ankara’da Ankaragücü ile bir deplasman maçı oynuyorduk. Maça yenik başlamıştık. Çok kötü bir futbol çıkarıyorduk. Devre arasında soyunma odasına geldiğimizde Zeki Bey çatık kaşlarla bütün futbolcuları haşlamaya başladı. Doğrusu ya ben üstüme almamıştım. Sonunda bana döndü ve “Sen ne biçim oynuyorsun? Biraz çalış ve doğru oyna…” dedi. Şaşırmıştım. Ona elimden geleni yaptığımı söyleyecek oldum… Bana ters ters bakarak, “Ben Fikret’ten Fikret gibi oyun beklerim… Fikret’i Fikret’le mukayese ederim. Kendine gel ve çalış…” dedi… Çok utanmıştım. Bu sözlerin ışığı altında sahaya çıktık ve ikinci yarıda fırtına gibi oynayarak maçı 4-1 aldık… Bu sözleri hiç unutmam ve her sporcunun kendisine düstur edinmesini isterim…
(DEVAM EDECEK)

Fotoğraf-1) Yabancı takımlardan biriyle yaptığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı.
Fotoğraf-2) Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası. Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Fikret Arıcan, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik.
Fotoğraf-3) Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim.