Menü Kapat

Sahil Banyoları

Kalamış ve Fenerbahçe Sahil Banyoları… Zaman zaman yer verdiğimiz Kadıköy semt yazılarında 1929 yılına gidiyoruz. Yazarımız M.S.’nin konusu bu meşhur mesire yerleri… Keyifli okumalar…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

Not: Fotoğraf Seyhun Binzet ağabeyimizin koleksiyonundan…


İstanbul Cuma Günleri Nasıl Eğleniyor?

Kalamış, Fenerbahçe Sahillerinde Banyolar

Bir haftadan beri, buram buram ter döküp burcu burcu kokuyoruz. Dün birisi ile konuşurken yanımızdan şişmanca bir adam geçti. Herif, sanki seyyar ıtriyat mağazası idi. Allah süründürmesin, öyle sürünmüş ki adeta burnumuzu tıkamaya mecbur olduk. Arkadaşım dayanamadı:

  • Yahu, bu ne koku?
  • Ne yapsın, dedim, görmüyor musun, kan ter içinde zavallı… Kendi hoş kokusunu (!) gizlemek için kiralık koku almış.

Ya bu sıcak günlerde ne kadar dondurma yendiğine dikkat ediyor musunuz? Vakit, öğle. Bir dondurmacı dükkanındayım. Yanımda kırmızı suratlı, beş on sene sonra mutlaka tıkanıp ölmeye namzet, iyi yarı (iri de söz mü) adeta aygır misali bir zat var. Arka arkaya üç vişneli, iki karışık dondurma yedikten sonra, altıncı bardağı ısmarlarken arkadaşı kolundan çekti:

  • Hiş… Ne yapıyorsun be? Çatlarsın!

Güldü:

  • Zati sıcaktan çatlıyorum. Bari bırak da dondurmadan çatlayayım!

Seyyar şerbetçilerin bini bir paraya:

  • Haydi buuuu…z!… Otuz iki dişe trampet çaldırıyor.

İhtiyar bir adam yaklaştı, bir bardak şerbeti, bir hamlede yuvarladıktan sonra dişsiz ağzını açarak:

  • Evladım, dedi, ya böyle benim gibi ağzında diş kalmayan biri olursa? Trampeti kime çaldıracaksın?
  • Az bekle, dedi, neredeyse karnında çalmaya başlar.

İtişe kakışa iskelenin demir parmaklığı önüne yığıldık. Vapur, çoktan gelmiş, yolcularını çıkarmış, fakat biz hala bekliyoruz. Yoldular arasında mırıltılar başladı:

  • Nedir bu rezalet canım. Şu kapıyı açsalar kıyamet mi kopar?
  • Keenne, insan değiliz de mezbaha kapısında bekleşen öküzleriz.

Bir ses:

  • Çüşş… Öküz sensin. Söylediği lafa bak be.

Memur çok geçmeden yetişti:

  • Birbirimizin üstüne binmeyelim! Azıcık sabırlı olalım, daha bir buçuk dakika var.

Etraftan sesler:

  • Bir buçuk dakika varmış. Sanki şu kapıyı açsalar kıyamet kopar.
  • Dakikaların ne kadar da kıymetini biliriz.

Hele neyse parmaklık aralandı. Ve yüz kadar yolcu bu daracık geçitten birbirlerini omuzlayıp dürterek deli gibi seyirttiler. Kendimi arka güverte kısmında bir sıra minderinde bulunca:

  • Oh, dedim, dünya varmış.

Şimdi rahatça etrafımdakileri seyredebilirim. Onlar da bari seyre değer bir şey olsalar neyse… Durmadan fıstık yiyip kabuklarını avucunda biriktiren altmışlık bir Beni İsrail acuzesi, suratı çilli, boynu sargılı yine aynı fasileden bir kadın ve lüfer avcılığından bahseden iki eski İstanbul tipi, durmadan anlatıyor:

  • Efendim lüfer balıkların en kurnazıdır. Bu muhakkak. Bir tarihte Sarıyer’deyim, gece sabaha karşı sandalla dolaşıyorum. Malum a serde gençlik var o zamanlar. Yeni mahalle önünde dalyanlar vardı bilmem hatırlar mısınız?

Ve muhavere böyle devam ediyor:

  • Haydi, Kadıköy, Kadıköy!

Vapurdan daima geç çıkmayı adet etmişimdir. Bu defa da öyle yaptım. İskeleye en sonra ayak atan yolcu olmak şerefini muhafaza ettim. Fakat bir de bakayım ki meydanda bir tane otobüs kalmamış. Niyetim (söz aramızda) ucuz olsun diye Kalamış’a kadar otobüsle gitmekti. Kendi kendime:

  • Bu işte de yaya kaldın mı tatar ağası, diye söylenmeye başladım.

Söylenmek para eder mi? Behemehâl bir vasıta bulmak lazım. O sırada üzeri tenteli tek beygirli bir muhacir arabası çıkagelmez mi?

Hemen yaklaştım ve iki laf bir pazarlık, atladım. Kalamış sahilleri, Moda’dan itibaren binlerce insanla dolmuştu. Öyle ki adeta bana yer kalmayacak diye korktum. Aman Kalamış’tan Fenerbahçe’nin görünüşü. Acaba dünyanın hangi yerinde bu kadar müstesna güzellikler bir araya toplanmıştır? İskelenin önünde çepçevre sahili kapatmış her renkte tenteli ince, oynak, sevimli birçok sandal… Ara sıra bir müşteri yaklaşarak eliyle bir işaret yapıyor ve nereye gideceğini söylemeden sandala kuruluyor. Fener yarım adası da günün bu saatinde adeta uykuda. Uyanık olan yalnız Kalamış tarafı. Burada iskeleden başlayıp deniz hamamları kısmında nihayet bulan bir sahil parçası var ki fıkırdak bir kadın kadar caziptir.

Karpuz kabuğu düşmeden denize girilmezmiş. Şimdi bu masala kimse kulak asmıyor. Denizin üstü (sade üstü değil) batıp çıkanları da hesaba dâhil edersek altı ve üstü kumralından esmerine, balıketinden şişmanına kadar her renkte, her biçimde Âdem’in oğulları ve Havva’nın kızlarıyla dolu. Kumsal üzerinde serpilip yorgunluk atanlar da başka!

Dalgalarla boğuşmaktan bitap düşenler sahile döner dönmez yaslanacak bir kadın başı buluyorlar. Hayattaki çetin mücadeleleri bize unutturan da bu sevdalı başlar değil midir? İskelenin önünde bir sandala da ben atladım:

  • Çek, dedim, Fenerbahçe’ye…

Yosun yeşilliğinde suyun üstünden kayarak ilerliyoruz. Uzaktan deniz üstünde çırpınanların sesleri geliyor.

Fener’in arkasında bir sığlığa yanaştık. Vay… Burada da banyo meraklıları varmış. Fakat bunlar sade banyoya meraklı değil.

Denizin içinde sevişmeyi tercih edenler, hep buraya toplanmışlar.

Anadan doğma bir erkek beni görünce iri bir göl kurbağası gibi cumburlop… Kendini suya attı. Hemen oracıktan dönmek nazikâne bir hareket olacaktı, ben de öyle yaptım. Üstat Ekrem merhuma koca bir roman yazdıran Fenerbahçe mesiresi, şimdi ihtiyar birkaç ağaç arasında güneşe karşı “Araba Sevdası” kahramanı Bihruz Bey’in neslini ve o neslin kadın şemsiyeleri içine mektup atmayı en büyük muvaffakiyet sayan zavallı erkeklerini düşünüyor gibi idi.

22 Haziran 1929 – Milliyet Gazetesi (M.S.)

Bir Cevap Yazın