Başlığıyla çok da dikkat çekmeyen bir İslam Çupi yazısı olan “Tekin Heyet”, içeriği ile birden fazla romantizm anıtını yıkacak nitelikte… Üstadın kurduğu bir cümleden ibaret paragrafları artık kimsenin yazamıyor olması da cabası…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Tekin Heyet
Fenerbahçe 2 – 2 Sakaryaspor
Bu sonuç ne dizgi hatasıdır, ne eşek şakası, ne de Fenerbahçe adına yapılmış bir hain muziplik…
Beş eski Sarı-Lacivertli futbolcunun bulunduğu Sakaryaspor, maçın ikinci yarısında Erdi’nin dışında bir “korkuluk ormanı” halinde duran Schumacher’in ön kalabalığını duygu ve romantizm kokan yumuşak hücum salvoları ile ihtar ederken, oyunun sonuncu dakikasında Serdar diye sırtına gazete yıldızları değmemiş, adının etrafında hiç objektif yığını kümelenmemiş bir çocuk beraberlik golü olarak kale çizgisini geçiyor ve Fenerbahçe nostaljisini bitiriyordu.
Geriye ne kalmıştı, sahada?
Pazartesi’ye ligin tepesine lider olarak oturacak yeni sahip Fenerbahçe’yi kutlayacak 28 bin Fenerbahçeli…
Ümitler gerçeğe bir kere daha yenilmişti.
28 bin Fenerbahçeli taraftarın tribünlerden ite kaka şampiyonluk galerisinde bir kristal avize gibi astığı Fenerbahçe, dün beklenmeyen bir maden aşınması hastalığına uğrayacak ve tutunduğu yerden düşüp tuzla buz olacaktı.
Geriye lig şampiyonluğu değil, seyirci şampiyonluğu kalmıştı, sadece…
* * *
Aslında son haftalarda içerde ve dışarda kazandığı maçlara rağmen Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’ın puan dengeleri bozulduğunda sahaya bir beklenmeyen şampiyonluk ağırlığı getirecek kişilik göstermiyordu.
Fenerbahçeli taraftarını yüreğini burnuna, karaciğerini kulağına, dalağını mendil cebine sokan, galibiyetleri bile bunalımlı olan bir takımdı Fenerbahçe…
Fenerbahçe’nin saha seyir defterinde puan cetvelinde sırası onunculuk olan bir takım nasıl futbol oynuyorsa onu oynayan bir üçüncü sınıflık ilkelliği vardı.
Takımda açıkça modern futbolu oynamaya yetmeyen müthiş bir kondisyon açığı vardır.
Vücudu bir fizik fakiri olan ekip, kafası ile ne kadar renkli senaryolar düşünürse düşünsün, çağdaş futbola uygun bir top filmini çevirmesi mümkün değildir.
Geri dörtlü ile orta sahanın Amerika ile Brezilya ülkeleri gibi biribirinden uzak kalışı, yardımlaşmaya sırt çevrilmesi, adam egoizminin yeni bir futbolcu tipi olarak sahaya egemen olması, sahanın hiçbir noktasında hiç pres yapılmaması, “Futbolu ben başlatırım ben bitiririm” şeklinde gösterinin temel felsefesi olan kolektivizme büyük ihanetler atılması, beyni çok gelişmiş olsa da, içine hiç fizik pompalanmamış vücutların futbol sahalarına dökebileceği enkazın ismidir.
* * *
Gelen son şampiyonluk şans ruletinin önünde iyi bir oyuncu olabilmenin şartları, ne futbolcuların umurundadır, ne de Veselinoviç’in…
Şampiyonluğu kendisine yakıştırmış bir takım, şampiyonluğu yakalayacağına inanmış bir takım, idman grafiğinden yemek masasına, yürüyüşünden uykusuna, giyim-kuşamından pabuç bağlayışına, evinden stada ve soyunma odasına getirdiği en uzun disiplini ile belli olur.
Nielsen’i bir İngiltere’ye bir Tanganika’ya bir Bering Boğazı’na postala, sonra getir dünkü maçın içine kurtarıcı bir kahraman olarak dök…
İki ameliyat sonunda Rıdvan’ı ve bek Şenol’u 24 saat takibe alınması gereken büyük bir merak ve görev belleme, “24 gün görmesem olur” gibi bir özgürlük aşığı rolü oyna…
Bütün uyarılara rağmen bek vitrinini “Erdi-Bilal” ikilisi ile süsleme…
Ölü kiralıklar kiralandığında olaya hiç tavır koyma…
“Gelene ağam, gidene paşam” diye dünyada şimdiye kadar görülmemiş bir futbol şekline güfte ara…
Karşıda oynayacağın bir maçın kampını Lambada truplarının konakladığı Batı’daki bir otelde yap…
Batı yakasının hikâyesine karışan seks fantezileri, Gayrettepe’den uçup, Kalamış’a düşsün…
Fenerbahçe’de “teknik”e karışan kaç insan var?
Belki bir, iki, üç… Belki dört, beş, altı…
Bunlar teknik heyet mi, tekin heyet mi?
Pazartesi günü burç yazılarına sekiz sütun yer ayıran bir gazeteye bakabilirsiniz…
İslam Çupi – 26 Şubat 1990 – Milliyet Gazetesi