Bombacı Bekir Almanya’da

Bombacı Bekir Almanya'da

Üzerine en detaylı araştırma yazısını Sevecen Tunç‘un (“Sana Hikaye Geliyor” kitabında) kaleme aldığı Bombacı Bekir Refet Teker, 1935 yılında Çelebizade Sait Tevfik’in “Ayda Bir” dergisindeki yazısına konu olmuş. Bombacı Bekir Almanya’da çok meşhur bir futbolcu olmuştu. Bir gün bir biyografiye kavuşması ümidiyle… Keyifli okumalar…

Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

Not: Yazıyı bulup bize gönderen Haluk Kılıç ağabeye sonsuz teşekkürlerimizle…


Avrupa’da Gördüğüm İlk Maçta Bekir’i Seyretmiştim

Avrupa’ya ilk yolculuğum 1922 yılına rastlar. Varacağım yer, Peşte ve Viyana tarikiyle Almanya idi. Yapacağım iş de, o zamanlar sahibi bulunduğum stadyuma bir futbol takımı getirmek ve bizim meşhur futbolcu Bekir’le temas etmekti.

Bekir’i Fortshaymda buldum… Burası, ufak bir fabrika şehriydi… İstasyonda bindiğim otomobilin şoförü, elimdeki kâğıtta yazılı adresi okuduktan sonra, ağız dolu koca bir:

– Yah! çekerek hemen harekete geçti. Gittik, gittik… Gittik, gittik… Artık şehirden epeyce uzaklaştık sanıyordum… Fakat bir duvar üzerinde gördüğüm borazan çalan koca bir adam levhası, bilmem kaçıncı defa olarak tekrar gözüme ilişince, derhal şoförü eteğinden çekip durdurdum. Ben Türkçe, o Almanca, bir hayli hırlaştık… Ve bu kadar enayiliği kâfi görerek otomobilden indim.

Bekir’in çalıştığı fabrika, meğer karşımda imiş… Durmaksızın işleyen birkaç asansörden birine atladım. Bir saniye sonra, altıncı kat!…

Bekleme odasına aldılar… Girdim… Oturdum… Ve beş dakika sonra, kolları sıvalı bir işçi gömleği içinde bizim kara topuz göründü!

Gözyaşları arasında bir kucaklaşma…

Sokakta, kol kola giderken dikkat ettim: Bekir’i tanımayan yok. Herkes, ona, şapkasını çıkararak yarı hayran bir hürmetle selâm veriyor! Çocuklar, birbirini dürterek fısıldaşıyorlar:

– Bekir!… Bekir!…

Lokantada, karşı karşıya yurt hasretiyle konuşurken, bana bir müjde verdi: Bir gün sonra, senede ancak iki kere yapılan Fortshaym – Karlsruhe maçı varmış!

Ve asıl güzeli, Bekir, bu maçta oynayacakmış!

O gün geldi!…

Bütün Fortshaym seferber olmuştu…

Bütün şehir trene dolduk: kadını, erkeği, genci, ihtiyarile… Ellerde düdükler, balonlar… Ve bunların üzerlerinde şu kelime: Fortshaym!

Tren, neşeden, kahkahadan kanatlar açmış bir saadet kuşu… Saatte 80 kilometre koşarak bizi Karlsruhe’ye götürüyor… Uğramadan geçtiğimiz istasyonlar birer gölgeden çizgi halinde, gözümüzden vızlayarak geçip siliniyor…

Nihayet, şarkılar, gülüşmeler arasında Karlsruhe’ye geldik. Stadyum tıklım tıklım… Karşılıklı iki tribün: birini Karlsruheliler doldurmuş, öbürünü Fortshaymlılar…

Bekir, soyunmaya gitti… Ben, fabrikatörler arasında kaldım…

Heyecan… Gürültü… Düdük sesleri…

İki tribün nöbetleşe, hep bir ağızdan bağrışıyorlar!

Bu yirmi bin kişinin kopardığı fırtına arasında maç başladı…

Birinci devrede Bekir muhacim oynuyordu.

Oyun başlayalı on sekiz dakika olmuştu. Bizimki, ortadan doğru, topla beraber bir sökün etti. Muavini geçti… Müdafiyi bir çalımla sıyırttı ve nihayet dizlerine doğru akın eden pantolonunu, her zaman olduğu gibi şöyle bir yukarı çekerek: (Ya Settar!…) deyip dayandı…

Top ağlarda!… İlk gol!

Bizim tribünün keyfine değmeyin artık. Ben de aralarında sağa, sola yalpalar yaparak, kulak dolgunluğu ile ezberlediğim bir cümleyi yırtına yırtına bağırıyordum…

Bu golden sonra, Karlsruheliler de biraz canlandılar… Bizim kale de şimdi tehlike geçiriyordu… Fakat Bekir, geriden gelen topu gene yakaladı ve bu sefer orta çizgiyi biraz geçer geçmez, daha ileri sürmeye lüzum görmeden yaradana sığınıp öyle bir dayandı ki, topun seyrini gözümle takip edemeden ağlara takılmış gördüm!

Birinci parti böyle bitti…

Şimdi, Alman oyuncular, bizim Zekiler, Alâeddinler, Nihatlar gibi yanımızda oturuyorlar ve avuçlarındaki limonları emiyorlardı… Kalantor kılıklı bir adam, bu aralık, kendi sırtındaki şık pardösüyü, üşümesin diye Bekir’in omuzlarına attı!

Düdük:

İkinci parti başlıyor: bu sefer Bekir müdafaada…

Şimdi Karlsruheliler canlarını dişlerine takmış, on biri birden yükleniyor…

Yükleniyor amma, Bekir, geçilmez bir kale… Kâh ileri, kâh geri, kâh sağa, kâh sola seğirterek akınları kesiyor, tehlikeleri kırıyor… Şimdi bakıyorsun ayağile müdafaadan hücum geçmiş… Şimdi bakıyorsun kafasile bir akını havadan kesiyor!

İkinci kırk beş dakika, bu yeni plânın muvaffakıyetile geçti… Ve zafer, tehlikeye konmadı…

Oyunun bittiğini bildiren düdük öttüğü zaman bir şey gördüm: Sahayı kaplayan omuzlar üstünde Bekir!…

Bekir’e karşı beslenen sevgi, hayranlık öyle coşmuştu ki, bir aralık, kendi ayaklarımın da yerden kesildiğini duydum:

– Horrraaa!…

Türk olduğumu bilen Bekir’in arkadaşları, onun şerefine beni de sallasırt etmişlerdi!

Gece, Fortshaymlılar, şehrin en büyük lokantasında bir ziyafet çektiler…

Yenildi… İçildi… Şarkılar söylendi… Genç kızlar, onun yoluna çiçekler attılar…

Fabrika müdürleri onu alnından öptüler ve sokaklar onun ismile çınladı!

İşte, Avrupa’da seyrettiğim ilk maçta bunu görmüştüm: on bir kişilik bir takımı mağlúbiyetten galibiyete çıkaran bir Türkün zaferini!

Sait Celebi – 1 Kasım 1935 – Ayda Bir Dergisi


Yorumlar

Yorum bırakın