Yazar: Barış Kenaroğlu

  • Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Okuyacağınız bu yazının konusu, eski bir Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey… Selanik’te başlayıp Paris-İstanbul-Berlin-Moskova-İzmir’de devam eden ve Ankara’da sonlanan hikayenin kahramanı; hakkında üç kez idam cezası verilmiş, Meşrutiyet döneminin baş aktörlerinden olan bir İttihatçı… Doktor Nazım Bey’in hikayesi ile karşınızdayız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yazının Öyküsü

    Kaleme aldığımız yazıların, yaptığımız araştırmaların hepsinin şüphesiz bir hazırlanış öyküsü var. İtiraf etmeliyiz ki hiçbirisi bu yazınınki kadar etkileyici değil.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Tarihi’nin aydınlatılmaya en çok ihtiyaç duyulan meselelerinden biri olduğunu hepimiz biliyorduk. Bununla beraber “Atatürk’e suikast düzenleyen Fenerbahçe Başkanı” yalanının popülist spor tarihçiliği (daha doğrusu tarih denemeciliği) için tükenmez bir kaynak olması, konuyu aydınlatmamızın zorunluluğuna olan inancımızı da hep canlı tutuyordu. Fenerbahçe Tarihinde Doktor Nazım’ın varlığına ilişkin maddi bir kanıt bulmak için yaptığımız arşiv taramalarından sonuç alamamıştık.

    Doktor Nazım Bey’in adı Fenerbahçe resmi kayıtlarına Rüştü Dağlaroğlu’nun yazımı ile girmişti. Dağlaroğlu yayınladığı kurucular listesinde Doktor Nazım Bey’e yer vermiş, ancak meslek kısmını boş bırakmıştı. Fenerbahçe resmi kayıtlarında adının sadece başkanlar listesinde bir fotoğrafı ile yer alması dışında kulüpteki günleri hakkında hiçbir bilgiye sahip değildik. Bu durumda ikincil kaynaklara başvurduk.

    Doktor Nazım Bey hakkında 1988 yılında bir doktora tezi yazan Profesör Ahmet Eyicil’in satırlarında, 19 Nisan 1971 tarihinde Fenerbahçe Kulübü’ne Doktor Nazım Bey’in başkanlığına dair bilgi isteyen bir mektup yazdığına ve karşılığında Doktor Nazım Bey’in 1916 yılında Fenerbahçe’de başkanlık yaptığını doğrulayan bir mektup aldığına ilişkin bir dipnota rastladık.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe başkanlığına ilişkin Soner Yalçın’ın 2004 yılında yayınlanan “Efendi” isimli kitabındaki detaylar ise konu hakkındaki kısıtlı bilgilerimizi giderecek nitelikte değildi. Soner Yalçın’ın kaynak göstermeden verdiği bilgiye göre; “Doktor Nazım, 1917 yılının Aralık 17’sinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-3’lük yenilgisi ile sonuçlanan maçı İttihatspor Sahası’nda ‘Başkan’ olarak izlemişti” ve Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllarda oynanan bu maç öncesinde Doktor Nazım Bey, “cephede olan Fenerbahçe takımı oyuncularının maça yetiştirilmesi için çaba göstermişti.”

    Doğrulanmaya muhtaç olan bu bilgiler için maç kayıtlarına baktığımızda maçın yazılanın aksine 21 Aralık’ta oynandığı görülmekteydi. Başkan olduğuna dair verilen tarih ise, kulübün kayıtlarındaki 1916 yılı ile çelişmekteydi. Ayrıca maçın haberini yapan Tasvir-i Efkar gazetesinde maç ile ilgili bir çok detaya yer verilmesine rağmen Doktor Nazım Bey’in ismine rastlanmıyordu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    22 Aralık 1917 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde Fenerbahçe-Galatasaray maçının haberi

    Sürpriz Haber

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe’deki günlerine ulaşma çabalarımız belge ve kaynak yetersizliğine rağmen devam ederken, eş zamanlı olarak Fenerbahçe Anı Defteri üzerinde yaptığımız incelemelerde bir imza dikkatimizi çekti. İmzadaki ismin “Nazım” olduğuna emindik. İmza sahibinin Doktor Nazım Bey olma ihtimali karşısında çalışmaya başladık. İmzanın üzerindeki metnin çevirisini yaptıktan sonra, metni tarihlendirdik. İmzanın yanında tarih olmadığı için, önceki ve sonraki sayfalarda, metne en yakın tarihlerden bir aralık belirledik. “Nazım”, Fenerbahçe’yi  9 Nisan 1915 ile 23 Nisan 1915  tarihleri arasında ziyaret etmişti.

    Topladığımız bu verileri Doktor Nazım Bey’in evrakını elinde bulunduran çok kıymetli bir “büyüğümüze” ilettik ve imzanın Doktor Nazım Bey’e ait olup olmadığını sorduk. Kendisinden gelen cevap “Evet”ti. Gönderdiğimiz imza, Doktor Nazım Bey’in mektuplarının altındaki imza ile karşılaştırılmış ve eşleşmişti.

    Eşleşme haberinden sonra arşivlerde Doktor Nazım Bey’in el yazısının olduğu belgeleri aramaya devam ettik ve aradığımızı Taha Toros Arşivi’nde bulduk. Doktor Nazım Bey’in, 10 Mayıs 1907’de yazdığı mektuptaki el yazısı ve imza detaylarını Anı Defteri’ndeki yazısıyla karşılaştırıp, sözlü teyitten sonra maddi teyidi de yapmış olduk.

    Fenerbahçe’nin eski bir başkanının kulübün anı defterinde izini bulmamız, üstelik hakkında bu kadar az bilgi ve belgeye sahipken, Fenerbahçe Tarihi açısından çok önemli bir gelişme. Bu gelişmenin önemine dair yapacağımız vurguları yazımızın sonuna bırakarak, Doktor Nazım Bey’in hayatından satır başlarını aktarmaya başlıyoruz.

    Doktor Nazım Bey’in Ahmet Rıza Bey’e yazdığı mektup ve imzası

    Paris

    Nazım Bey, 1872 yılında Selânik’te doğdu. ilk eğitimini burada aldı. Önce Askeri Tıbbiye Lisesi’ne, ardından Mekteb-i Tıbbiye’ye girdi. Daha henüz öğrenciyken, İttihat Terakki’nin temelini oluşturan İttihad-ı Osmani Cemiyeti’ne üye oldu. Cemiyet içinde aktif görevler aldı ve 1893’te cemiyet tarafından Paris’e gönderildi. Öğrenimini tamamlamak için Sorbonne Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu. Paris’teki İttihatçı gençleri bir araya toplamak amacıyla 1895’te Meşveret Gazetesi’ni yayınlayan kadronun içinde yer aldı. Abdülhamid yönetimini eleştirdi. Yazılarında muhalefetin örgütlenmesini savunan Doktor Nazım Bey, 1894’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Cemiyetin kadrolaşma ve teşkilatlanma görevini 1907’den itibaren üstlendi. Yurt içinde ve dışında yeni şubeler açılmasını sağladı. Bu çalışmalarından dolayı Doktor Nâzım Bey “vatan haini” ilan edilerek sonraki yıllarda 2 kez daha yüzleşeceği idam cezalarının ilki ile yüzleşti. İttihat Terakki’nin 27 Eylül 1907’de Selanik’te yaptığı ikinci kongresinden sonra kılık ve kimlik değiştirerek, gizlice İzmir’e geldi.

    İzmir’de Bir Teşkilatçı

    Doktor Nazım Bey ile İttihat Terakki Cemiyeti yöneticileri, Selanik’teki kongrede bir ihtilalin yapılmasına karar vermişlerdi. Abdülhamid’e karşı Meşrutiyeti yeniden ilan etmek için gerçekleştirilecek ihtilali o dönemde sadece İzmir Kolordusu önleyebilirdi. Doktor Nazım Bey İzmir Kolordusu subaylarını cemiyete üye yapmaya ve onların yardımı almaya çalıştı. İzmir’de çeşitli yerlerde toplantılar düzenleyip kadrolaşmayı sağladı. Sadece İzmir’de değil Ege Bölgesinin tamamında özellikle Aydın ve Denizli’de tanınmış kişileri cemiyete üye olarak kazandırdı.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Meşveret gazetesi… En altta “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin vasıta-i neşriyatıdır” yazılı.

    Meşrutiyet’in Yeniden İlanı

    Meşrutiyet yeniden ilan edildiğinde Doktor Nazım Bey İzmir’deydi. Onun faaliyetleri sayesinde, İzmir Kolordusu askerleri Meşrutiyet’e karşı harekette bulunmamışlardı. Hatta Selanik’e gönderilen İzmir Kolordusu’nun ilk taburları rıhtıma çıkınca silahlarını bırakıp göğüslerine hürriyet işaretlerini takarak Hürriyet hareketine katılmışlardı. Doktor Nazım Bey, Meşrutiyet’in yeniden ilanını haber alır almaz Selânik’e gitti ve bir süre orada kaldıktan sonra 27 Temmuz 1908’de İzmir’e döndü. İzmir’e dönüşünde halkın söylediği “yaşasın hürriyet” tezahüratlarıyla karşılandı. 

    Katib-i Umumilik ve Esaret

    İttihat Terakki yapılanmasının en önemli görevi olan ve günümüzde “genel sekreterlik” olarak tanımlanan Katib-i Umumilik görevini 3 Temmuz 1909 – 23 Temmuz 1910 tarihleri arasında sürdürdü. 1908-1918 yılları arasında da cemiyette Merkez-i Umumi üyesi olarak yer aldı. Bu görevlerde bulunduğu sırada Avrupa’ya öğrenciler gönderdi. Balkan Savaşı esnasında Kızılay  Hastahanesi Başhekimliği yaptı. Selanik işgal edilince Yunanlılar’a esir düştü ve Atina’da 11 ay hapsedildi. I. Dünya Savaşı’ndan birkaç ay önce esaretten kurtularak İstanbul’a geldi.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi, üzerinde “Kanun-i Esasi (Anayasa)” yazan bayraklarla kutlanıyor

    Sonun Başlangıcı

    Doktor Nazım Bey, I. Dünya Savaşı sırasında askere gitmek istediyse de arkadaşları tarafından İttihat Terakki’nin Merkez-i Umumi üyeliği görevinde kalması daha uygun bulundu. Savaş esnasında Talat Paşa’nın ısrarı ile 21 Temmuz 1918’de Eğitim Bakanlığı görevini üstlendi. Üç ay süren bu görevi sırasında devlet malını titizlikle koruduğu, hatta şahsına ayrılan makam arabasına bile binmediği dönemin tanıklarının anılarında yer almaktadır. Savaşın kaybedilmesi ile birlikte önde gelen diğer İttihatçılarla beraber İstanbul’dan ayrıldı ve 1 Kasım 1918 gecesi bir Alman torpidosuyla Sivastopol’a, oradan da Berlin’e gitti. İttihat Terakki’nin ilk yargılanması olan 5 Temmuz 1919 tarihli duruşma sonucunda Divan-ı Harb-i Örfi tarafından idam cezasına çarptırıldı. Bu onun için verilen 2.idam kararıydı.

    Berlin-Moskova

    Doktor Nazım Bey, Berlin’de iken İngiliz ve Fransızlar karşısında ezilen müslüman milletlerin haklarını korumak için “İslam İhtilalleri Cemiyeti”nin kurulması çalışmalarına katıldı. Halklarının çoğunluğu müslüman olan devletlere mektuplar, bildiriler gönderdi. Enver Paşa’nın esir düştüğünü öğrenince onu kurtarmak amacıyla Moskova’ya gitti. Hapisten çıkarılmasını sağladıktan sonra tekrar Berlin’e döndü.

    Berlin’de müslüman milletlerin lehinde propaganda yapmak amacıyla bir büro açtı. Burada yaptığı çalışmalarda Anadolu’da devam eden Milli Mücadele tarafında yer aldı. İttihatçıların Milli Mücadele’ye katkı sağlayacaklarını belirterek, ülkeye dönüşlerine izin verilmesini yazdığı bir mektup ile Mustafa Kemal Paşa’dan istedi, ancak cevap alamadı.

    1921’de tekrar Moskova’ya gitti. Enver Paşa’nın yanında kalarak onun Anadolu’ya geçerek Mustafa Kemal Paşa’ya muhalif bir pozisyon almasını engellediği bazı kaynaklarda yer aldı. Berlin’deyken Ermeni katliamıyla suçlanan İttihatçı arkadaşı Bahaeddin Şakir’in 1922’de bir suikast sonucu öldürülmesi ile hayatı hakkında endişelenmeye başladı. Milli Mücadele’nin başarıyla sonlanmasının ardından siyasete karışmaması şartıyla İzmir’e geldi. İzmir’de yaşamını sürdüren Doktor Nazım Bey’in hayatı Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından verilen idam cezasının uygulanması ile 1926’da Ankara’da son buldu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    İstanbul’un işgalinden sonra Malta’ya sürgüne gönderilenler arasında elbette İttihatçılar çoğunluktaydı.

    Mustafa Kemal Paşa – Doktor Nazım İlişkisi

    Suikast Girişimi Davası yargılamaları ile ilgili değerlendirmelerimize başlamadan önce, Doktor Nazım Bey’in Mustafa Kemal Paşa ile ilişkisine yer vermenin doğru olacağını düşünüyoruz. Öncelikle Doktor Nazım Bey’in Fransız devlet yönetim sistemini benimsediğini, “laik ve demokratik” bir anlayışa sahip olduğunu söylemeliyiz. Bu yönüyle Mustafa Kemal Paşa ile paralel bir düşünce yapısındaydı. Doktor Nazım Bey ile Mustafa Kemal Paşa’nın hayatı Çanakkale Savaşları’ndan sonra Mustafa Kemal Bey’in terfi meselesinde kesişti. Profesör Ahmet Eyicil, savaştan hemen sonra İttihat Terakki Merkez-i Umumi toplantısında gerçekleşen terfi tartışmasında yaşananları şöyle özetlemiştir:

    “Doktor Nazım, Talat Paşa’ya Mustafa Kemal’in terfi meselesinin neden uzadığını sordu. Talat Paşa, terfi işinin Enver Paşa’ya ait olduğunu söyledi. Bu defa Doktor Nazım öfkeyle aynı soruyu Enver Paşa’ya sordu. Enver Paşa onun daha fazla konuşmasına fırsat vermeden “işin bana ait olan kısmı bitmiştir. Padişaha arz olundu. Bugün yarın Mustafa Kemal Bey generalliğe terfi etmiş olacaktır” dedi. Bu cevap üzerine Doktor Nazım Bey ayağa kalkarak Enver Paşa’yı kucakladı ve yanaklarından öptü.”

    Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey, İttihat Terakki’ye 1908 yılından sonra Trablusgarp delegesi olarak katılmıştı. Cemiyetin bir üyesi olsa da yöntem olarak ordunun siyasetten ayrılmasını savunan Mustafa Kemal, askeri gücün ve uygulamaların hayli etkin olduğu bu oluşumun içinde aktif olarak yer almamıştı. İsmet İnönü “Hatıralar” adlı kitabında Mustafa Kemal – İttihat Terakki ilişkisi için şunları yazmıştır: “Mustafa Kemal İttihatçıları her dönem tehlikeli bulmuştu. Onlarla ilişkilerinde ihtiyatlı davranmaya dikkat etmişti. Kısacası Mustafa Kemal Paşa, İttihat Terakki’yi çok iyi biliyor ve tanıyordu”

    Mustafa Kemal Atatürk, Yüzbaşı rütbesiyle…

    Suikast Girişimine Giden Yol

    Osmanlı’nın son yıllarında gerçekleşen olaylar ve İttihat Terakki’nin idaresi altında olan devletin I.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasıyla Türkiye bir yönetim boşluğuna düştü. Ülke fiilen işgal altındaydı. Mustafa Kemal Paşa, işgal dönemindeki yönetim boşluğunu Milli Mücadele’yi örgütleyerek doldurdu. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra, Cumhuriyet 1923 yılında ilan edildi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı oldu.

    Gazi Mustafa Kemal Paşa, yukarıda da belirttiğimiz gibi demokratik ve laik bir devlet sistemine inanıyordu. Gerek imparatorluk mirasından gerekse yerleşmiş geleneklerden kaynaklanan zorluklara rağmen “Türk Devrimi” uygulamaya konuldu. Türk milletinin, sosyal ve siyasal alanlarda çağın gereklerine uygun bir sistem içerisinde yaşaması ideali Cumhuriyet ile birlikte hedef olarak belirlenmişt. Şüphesiz bu dönem muhalif düşünceler de ortaya çıktı. Özellikle laiklik ilkesinin devlet sistemine hakim olması gelenekçi askerler ve siyasetçilerin rahatsızlığına neden oluyordu. Devrim faaliyetlerinin başlaması sonucunda birkaç sene önce yitip giden bir milletin, üstelik dünyanın en önemli coğrafyalarından birinde, tekrar ayağa kalkması, yabancı devletlerin müdahalesini de geciktirmedi. Şeyh Sait İsyanı bu müdahaleye örnek bir olay olarak tarihe geçti.

    Mustafa Kemal Paşa, devrim kanunlarını çıkartırken Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kozmopolit yapısı dolayısıyla sıkıntı yaşıyor, muhalif cephe Kurtuluş Savaşı’nın diğer paşaları etrafında birleşiyordu. Profesör Tarık Zafer Tunaya, bu dönemi en iyi ifade eden değerlendirmeyi “Gerginliğini kaybetmeyen siyasal hava” şeklinde yapmıştır. Özellikle İstanbul Basınının Ankara’ya olan eleştirilerinin sürekli hale gelmesi havayı daha da gerginleştiriyordu. Bu siyasi hava içerisinde genç cumhuriyetin ilk muhalefet partisi kuruldu. 1924 Yılı Kasım ayında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile muhalefet tek çatı altında örgütlenmeye başladı. Ancak partinin ömrü kısa oldu ve Şeyh Sait isyanı sonrasında Haziran 1925’te kapatıldı.

    İzmir İstiklal Mahkemesi

    Bu siyasi gerginlik içerisinde, aralarında bazı milletvekillerinin ve eski İttihatçıların da olduğu kişiler Mustafa Kemal Paşa’ya suikast planladılar. İzmir’de yapılacak suikast öncesinde yapılan bir ihbar sonucu suikast olayı bir girişim olarak kaldı. Olağanüstü bir yargı organı olan ve aldığı kararların temyize götürülemeyeceği İstiklal Mahkemesi İzmir’de kurularak 15 kişinin idamına karar verdi. Aralarında Kazım Karabekir, Ali Fuat, ve Refet Paşaların da olduğu 24 kişi ise beraat etti.

    Ankara İstiklal Mahkemesi ve Tasfiye

    Suikasti planlayanları ve eylemi gerçekleştirecek olanları İzmir’de cezalandıran mahkeme, Ankara’da siyasi yargılama yapmaya karar verdi. Bu defa suikast ile ilişkisi olmayan ancak yeni rejim için tehlikeli olduğu düşünülen eski ve önemli İttihatçılar yargılanacaktı. Bu bağlamda İzmir’de tutuklanan Doktor Nazım Bey de Ankara’ya götürüldü. Muhalefetin varlığından güç alanların, suikastı gerçekleştirmeye fırsat bulamadan yakalanıp cezalandırılmaları, siyasal ortamın yeniden şekillendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştı.

    Profesör Vahdettin Engin ve Profesör Tarık Zafer Tunaya’nın “Hesaplaşma”, Erol Şadi Erdinç’in “Tasfiye” olarak tanımladığı davada; Doktor Nazım Bey, Cavit Bey gibi önemli İttihatçılar yargılandı.

    Bugün TBMM arşivinde yer alan duruşma tutanaklarında da görüleceği üzere, sanıklara suikast ile ilgili bir tek soru bile sorulmadı. İttihat Terakki’nin faaliyetleri yargılanıyor, sanıklara siyasi hayatları üzerinden sorular soruluyordu. Dönem Basını bu yargılamalar sürerken “İttihat Terakki Belasından Kurtuluş manşetleri atıyordu.

    Profesör Tarık Zafer Tunaya, tutanaklara dayanarak yaptığı değerlendirmede, “mahkeme heyetinin tarihsel bilgi ve belgeye sahip olmadığını” belirtir. Ona göre; “yargılayanlar, yargılananlara kişisel anılarına ve rivayetlere dayalı sorular sormuşlardı”

    Erol Şadi Erdinç, Cavit Bey’in çok parlak bir savunma yapması üzerine, Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya’nın “Ben seni şimdi asmayayım da ne yapayım?” demesini aktarır. Bu anektod mahkemenin yapısını ortaya koyan önemli bir örnektir.

    Profesör Vahdettin Engin; “Kimin suçlu kimin suçsuz olduğu konusunda çok hassas davranılmadı” değerlendirmesiyle yukarıdaki yargıları desteklemektedir.

    Sanıkların avukat tutmasına izin verilmeyen yargılamalar idam ile sonuçlandı ve aralarında Doktor Nazım Bey, Cavit Bey gibi İttihatçıların olduğu 4 kişi idam cezasına çarptırılırken 8 kişi de hapis cezası aldı. Doktor Nazım Bey  “Fesh olmuş bir partiyi (İttihat Terakki) yeniden canlandırmak için propaganda yapmak” suçundan 26 Ağustos 1926 gecesi idam edildi.  Son sözleri: “Efendiler, bu mesele ile katiyen alakam yoktur. Kusurum yoktur” oldu.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Ankara İstiklal Mahkemesi’nin Doktor Nazım Bey’i yargıladığı zabıtların başlangıç sayfası

    “Günahsız Arkadaşlar”

    Ankara İstiklal Mahkemesi’nin yargılamaları sonucunda ülkede muhalefetin etkinliği kalmamış oldu. Cumhuriyet rejimi devrimi yerleştirmek için gerekli siyasi ortamı böylece yakaladı. Falih Rıfkı Atay bu durumu şöyle açıklamıştır: “Yeni rejimin otoritesi İzmir ve Ankara sehpalarının üzerine tutundu. Mustafa Kemal Paşa’ya başladığı devrimi tamamlama fırsatını verdi.”

    Bunlarla beraber Profesör Vahdettin Engin’in aşağıdaki satırlarının, bu meselenin olası sonuçları hakkında en isabetli değerlendirme olduğunu söyleyebiliriz: “Suikast girişiminin başarılı bir istihbarat faaliyeti ile sonuçsuz kalması ülke için şans olmuştur. Eğer başarılı olsaydı, kaos ortamına girilir, iktidarı ele geçiren kadrolar ülkeyi felakete sürüklerdi”

    Ankara İstiklal Mahkemesinin verdiği idam kararları özellikle Doktor Nazım ve Cavit Beyler özelinde dönem üzerinde araştırma yapan tarihçilerin tamamı tarafından haksız olarak nitelendirilmektedir.

    Uğur Mumcu, “Gazi Paşa’ya Suikast” kitabında “Doktor Nazım ve Cavit Bey gibi İttihatçılar suikast ile uzaktan yakından bir ilgileri olmamalarına karşın ölüm cezasına çarptırılmışlardır.” değerlendirmesinde bulunur.

    Falih Rıfkı Atay, 1968 yılında yayınladığı “Çankaya” adlı kitabında  “Cavit ve arkadaşlarının suikastçı olamayacaklarını biliyorduk. Günahsız arkadaşların ölümden kurtulamamış olmalarına hala vicdanım yanar” demektedir.

    İzmir İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp beraat eden Kazım Karabekir Paşa’ya göre ise: “Her inkılapta olduğu gibi, ilk zamanda birlikte çalışanlar, maksat hasıl olduktan sonra or­taya çıkan parazitler yüzünden bu birliği kaybederler.”

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Doktor Nazım Bey Ankara İstiklal Mahkemesi’nde

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey

    Doktor Nazım Bey’in idam ile sonuçlanan yaşam öyküsü iniş çıkışlarla doludur. Cinayete kurban giden babasının yokluğunda öğrenimini tamamlamış ve Jön Türk fikirlerini benimseyerek iyi bir teşkilatçı olarak Osmanlı’nın son dönemine hükmeden İttihat Terakki’nin en etkili isimlerinden biri olmuştu. Doktor Nazım Bey, siyasi hayatı boyunca 1918’de getirildiği Eğitim Bakanlığı dışında hiçbir memuriyeti kabul etmemişti. Bu görevi de Talat Paşa’nın yoğun ısrarları sonucu kabul ettiği dönemi inceleyen tüm kaynaklarda ve mahkemedeki ifadesinde yer almaktadır.

    Siyasi hayatının satırbaşları ve yargılanmasının detaylarından sonra Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey için değerlendirmelerimize başlayabiliriz.

    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Başkanı olmasını, ülkenin savaşta olduğu yıllarda yürütülen bir siyasi faaliyetin, teşkilatçılığın bir sonucu olarak açıklamak mümkündür. Kendisinden önceki Başkan Hamit Hüsnü Kayacan’ın İttihatçı arkadaşı Doktor Nazım Bey’i kulübe kazandırdığı açıktır. Gençlerle iyi anlaşan, öğretici bir karakterinin olması bu siyasi faaliyeti yürütmesine şüphesiz etki etmiştir.

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    15 Mayıs 1330 (1914) tarihli İdman dergisinde Hamit Hüsnü Kayacan (soldan ikinci) : Kadıköyü’nde Union Club’de Donanma menfaatine icra olunan idman müsabakalarında Bahriye Nazırı Cemal Paşa hazretleri ve sair zevât-ı kiram mükâfat tevzi ederler iken…

    Doktor Nazım Bey’i Fenerbahçe Tarihi’ne yazarak “mazinde bir tarih yatar” sözünü adeta ispat eden Rüştü Dağlaroğlu’nun verdiği bilgiye göre bir yıldan az bir süre başkanlık yapmıştır. Başkanlık dönemi ile ilgili herhangi bir faaliyette, maçta ya da olayda ismine rastlamadığımız Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Spor Kulübü’ndeki tek izini bulmanın gururu ile, yazımızın başında bahsettiğimiz Anı Defteri’ndeki yazısını ve imzasını yayınlıyoruz. Çalışmalarımız ve umudumuz bu dönem için daha fazla bilgi ve belge bulmak üzerinedir. Doktor Nazım Bey, henüz başkan değilken Fenerbahçe’yi 9 Nisan 1915 ile 23 Nisan 1915 tarihleri arasında bir tarihte ziyaret etmiş ve Anı Defterine şu satırları kaydetmişti:

    Fenerbahçe Başkanı Doktor Nazım Bey
    Doktor Nazım Bey’in Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ndeki yazısı.

    “Memleketimizde spor oyunlarının …… edildiği (azaldığı) bir zamana tesadüf ettiğine müteessifim” 

    Nazım

    Bu satırlarında Doktor Nazım Bey, kulübü ziyaret ettiği sırada savaş dolayısıyla ülkede spor oyunlarının sık yapılamadığı için üzüntüsünü belirtmiştir. Ziyaretin gerçekleştiği dönemde, 2 Temmuz 1915 – 24 Aralık 1915 tarihleri arasında, Fenerbahçe futbol takımının sadece 6 maç yaptığı kayıtlıdır. Böylece Doktor Nazım Bey’in sık maç yapılamadığı için duyduğu üzüntüyü anı defterine kaydettiği ziyaret, maç kayıtları tarafından da doğrulanmıştır.

    Zenginlik…

    Yazdıkları gayrimeşru satırlarda; gerçekleri, cehaletin karanlığını beslemek için kurban eden tarih bezirganlarının kafalarını, yaptığımız her yayın ile birlikte, gömdükleri çukurlardan bir daha çıkarmamaları için son söz olarak şunu söylüyoruz: Tarih yazmaya çalışırken yaptığınız kasıtlı “Anakronik” hatalardan kaynaklanan  “Doktor Nazım, Atatürk’e suikast düzenlediği için idam edildi” yalanınız bu yazıyla beraber yok olmuştur.

    Bugün, ona atfedilen suç ile ilgisi olmadığı ortaya çıkmış olsa da, kısa bir süre başkanlığını yaptığı Fenerbahçe’ye olan nefretlerini onun üzerinden kusacaklara karşı, Doktor Nazım Bey’in hikayesinin gerçekleri yukarıda yazılıdır. Doktor Nazım Bey; siyasi faaliyetleri, hayatının dönemeçlerinde aldığı kararlar bir yana Fenerbahçe Tarihi’nin bir zenginliğidir. 110 Yaşındaki küçücük bir defterde onun imzası ile Mustafa Kemal Paşa’nın imzası arasında sadece bir yaprak vardır. Fenerbahçe’yi seven ziyaretçileri; Meclis-i Mebusan üyelerinden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin milletvekillerine, Saltanatı İstanbul’dan çıkarmaya gelen Refet Paşa’dan, o saltanatın üyelerinden olan Şehzade Ömer Faruk ve Şehzade Osman Fuat Efendilere uzanan büyük bir topluluktur. Çağı aşan bu zenginlik; farklı düşünen, hayata farklı bakan kişilerin ortak paydası olarak Fenerbahçe’nin gururudur.

    *Doktor Nazım Bey ve İzmir Suikast Girişimi ile ilgili çalışmalarıyla ufkumuzu açan; başta artık aramızda olmayan Erol Şadi Erdinç, Uğur Mumcu, Tarık Zafer Tunaya, Falih Rıfkı Atay ve Kazım Karabekir olmak üzere; sayın Murat Bardakçı, Prof. Dr. Erhan Afyoncu, Prof. Dr. Vahdettin Engin ve Prof. Dr. Ahmet Eyicil’e saygı ve minnetle…

    Barış KENAROĞLU

  • Mevduat

    Mevduat

    Bu yazımızda Salt Arşivi’nde bulduğumuz 4 belge ile karşınızdayız. Bu belgeler; Fenerbahçe’nin kurucularından Enver Bey, Necip Bey ve Ziya Bey’in Osmanlı Bankası’na ait mevduat cüzdanlarının görselleri.

    Bu görsellerin, geçtiğimiz hafta yayınladığımız kuruluş günlerine ilişkin makalelerde öne sürdüğümüz tezleri destekleyen önemli birer “belge” olarak Fenerbahçe Tarihi’nde yerlerini alacaklarına şüphemiz yok. Onun da ötesinde, belgelerin Fenerbahçe kurucularının izlerine ulaşmamız açısında da çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

    Bir diğer kurucu Ayetullah Bey’in yine aynı bankaya ait mevduat cüzdanının görseli daha önce yayınlanmıştı. Bu dört belgenin gün yüzüne çıkmasıyla Fenerbahçe’nin kurucularından dördünün adı ilk kez aynı tip bir evrak üzerinde yan yana gelmiş olacak.

    Enver Hoca ile ilgili olan belgenin “görev” satırının karşısında kaydedilenler ise uzun zamandır kanıtlamaya çalıştığımız bir bilginin gerçekliğini ortaya koyacak.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Mevduat
    Osmanlı Bankası kuruluş senedi

    Osmanlı Bankası

    Belgeleri incelemeye başlamadan önce ait oldukları bankanın tarihini kısaca hatırlatmak istedik.

    Osmanlı Bankası’nın kuruluşu ile son bulan süreç 1856 Islahat Fermanı ile başlamıştı. Bu fermanın ilan edilmesi ve yenileşme hareketlerinin tekrar hız kazanması ile banka kurulması yönünde projeler üretildi.

    Yarı sömürge haline gelen devletin ekonomik sisteminin en önemli aktörleri olan yabancı sermaye sahipleri ve bankerlerin banka kurmaya yönelik talepleri bürokrasinin direnmesi ile sonuçsuz kalmıştı. Devlet her ne kadar ekonomik olarak dışa bağımlı hale gelse de bürokrasi kadroları yabancı sermayenin “Devlet Bankası” kurmasına karşı çıkıyorlardı.

    Bir devlet bankasının kurulamamasının diğer sebebi de İngiliz ve Fransız sermayesini banka projeleri için çatışan çıkarları ve eşit şekilde temsil edecek bir ortaklık üzerinde anlaşamamış olmalarıydı. 1856’dan 1863’e kadar devam eden bu süreç başta belirttiğimiz gibi Osmanlı Bankası’nın kurulmasıyla sona erdi. Aralarında anlaşmaya varan İngiliz ve Fransız sermayesinin ortaklığı ile Osmanlı Bankası bir devlet bankası olarak kurulmuş oldu.

    “Professeur de Turc au College St. Joseph”

    (St.Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni)

    Fenerbahçe’nin kuruluşunda rolü üzerinde yapılan tartışmalara yer verdikten sonra kendi tezimizi iki ayrı araştırma yazısı ile yayınladığımız Enver Hoca’nın Osmanlı Bankası’na ait mevduat cüzdanı da bulduğumuz belgeler arasında.

    Belgenin incelemesini yaparak başlayalım.

    Osmanlı Bankası’ndan Enver Yetiker’e ait 06.08.1907 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    6/8/1907 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim: Enver Bey, Mehmed, Abdurrahman oğlu

    Görevi: St.Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni

    Adres: Kadıköy

    Damga üzerindeki imza örneği: M.Enver

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Temmuz 1906

    Enver Hoca’nın “Mevduat”ı

    Fenerbahçe tarih yazımında Enver Hoca üzerinde yapılan tartışmalarda iki tarafın görüşlerini “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca” yazımızda detayları ile sunmuştuk. Bunlardan Enver Hoca’nın kuruluştaki rolüne önem atfetmeyen görüşün, bir diğer kurucu Necip Okaner’in mektubuna dayanarak öne sürdüğü argümanlar bizi fazlasıyla şüpheye düşürmüştü.

    Enver Hoca’ya ait hiçbir resmi belgede Saint Joseph Lisesinde öğretmenlik yaptığına dair bir kayıt bulamamıştık. O dönem öğrencisi olan kişilerin aktardıkları ve genel tarih yazımı, öğretmenlik yaptığını ortaya koyuyor olsa da, bu bilgiyi belgelendirmenin kendi tezimizi daha sağlamlaştıracağına inanıyorduk.

    Bu doğrultuda (sayın Seyhun Binzet sayesinde) Enver Hoca’nın öğretmenlik yaptığı yıllarda okulda çekilmiş fotoğraflarına ulaşıp, ilerleyen yaşlarda çekilmiş fotoğrafları ile karşılaştırma yaparak, ispat yoluna gitmiştik. Yukarıda gördüğünüz belge ile birlikte (belki de o çabamızın karşılığı olarak) Enver Hoca’nın Saint Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmenliği yaptığı belgelenmiş oldu.

    İlerleyen satırlarda diğer kuruculara ait mevduat cüzdanlarını incelerken de dikkatinizi çekeceği üzere Enver Hoca’ya ait olan belge 1907 tarihiyle diğerlerine nazaran daha önce açılmış bir banka hesabına ait. Bu hesap açıldığında Fenerbahçe’nin kuruluşunun üzerinden 3 ay bile geçmemiş. Belgede “isim” satırının karşısında babasının adını yazması da gayet önemli. Hatırlanacağı üzere kendisine ait Sicill-i Ahval defterinden babasının adının “Abdurrahman” olduğunu öğrenmiştik.

    Şüphesiz belgenin en önemli noktası “görev” satırının karşısındaki “Saint Joseph Lisesinde Türkçe Öğretmeni” ibaresi. “Adres” satırının karşısında “Kadıköy” yazıyor olması çalıştığı okulun bulunduğu yere atıf olabileceği gibi, 1937 yılında kendisine ait İstiklal Madalyası belgesinde, adres olarak Kızıltoprakın verilmesi, yaşadığı yerin de Kadıköy sınırları içerisinde olduğuna dair olasılığı kuvvetlendirmektedir.


    Nurizade Ziya Bey, Çeçeyan Han No.5

    Nurizade Ziya Bey’in mevduat cüzdanın incelemesini yaptıktan sonra, belgenin dikkat çeken noktalarına değineceğiz.

    Osmanlı Bankası’ndan Nurizade Ziya Songülen’e ait 18.04.1910 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    18/4/1910 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim: Ziya Bey, Nurizade

    Görevi: Ticaret

    Adres: Çeçenyan Han, No.5, Galata

    Damga üzerindeki imza örneği: N.Ziya Mehmed

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Temmuz 1907

    Hem Memur Hem Tüccar

    Belgenin bize sunduğu en önemli bilgi, Nurizade Ziya Bey’in banka hesabını açtığı 1910 yılında ticaret ile uğraşması.

    Kendisi hakkında yayınladığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey” araştırmasında da görüleceği üzere o tarihlerde Duyun-ı Umumiye idaresinde memur olarak çalışıyor. Ancak Osmanlı’da memurların ticaret yapmasına kanuni bir engel olmadığı için aynı zamanda ticaret ile uğraştığı da bu belge ile beraber ortaya çıkıyor. Devlet arşivlerinde bulduğumuz 1918 tarihli evrakta Nurizade Ziya Bey’in kendisini “Duyun-ı Umumiye müfettişi” olarak tanıtmasından memuriyet ile ticareti bir arada yürüttüğü sonucunu çıkarıyoruz.

    Nurizade Ziya Bey’in ticaretin hangi koluyla ilgilendiğini bulmak için büyük bir şansımız olduğunu düşünüyoruz. O da “adres” satırının karşısında yazan Çeçenyan Hanın günümüzde halen ayakta olması. 1890 yılında inşa edilen bu bina, kuruluş yıllarına ait yaptığımız araştırmaların sonraki duraklarından biri olacak.


    Ahmed Necib Bey

    Fenerbahçe’nin asker kökenli kurucusu olan Necip Okaner’in arşivde bulduğumuz mevduat cüzdanları, kendisi için tarih yazımında verilen bilgilerle bire bir örtüşüyor. Bilindiği üzere Necip Bey, Meşrutiyetin ilanı ile birlikte Fenerbahçe ile ilişkisini kesip donanmadaki mühendislik eğitimine geri dönmüş ve 1911-1913 yılları arasında İngiltere’de eğitim almıştı. Yurda döndükten sonra aldığı rütbelere, mevduat cüzdanlarını inceledikten sonra  değineceğiz.

    28/4/1914 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim: Ahmed Necib Bey, Mahmud Hüdai oğlu

    Meslek: Osmanlı Donanmasında Üsteğmen

    İkamet: Osmanlı Bankası, Galata

    İmza: Ahmed Necib

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    8/3/1917 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim: Ahmed Necib Bey, Hüdai oğlu

    Meslek: Bahriye Yüzbaşı

    İkamet: Osmanlı Bankası, Menkul Kıymetler Servisi, Galata (yazışma adresi)

    İmza: Ahmed Necib (mühür içi imzası)

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    Belgelerden Necip Bey’in 1915’te yüzbaşı rütbesi aldığını anlıyoruz. Bu rütbeyi taşırken, Çanakkale Savaşı’na katıldığını biliyoruz. Savaşın ardından 1916 yılında Almanya’ya giden Necip Bey, burada aldığı eğitimden sonra yurda dönmüştü.

    Bu bilgiler ışığında yukarıda yer verdiğimiz ilk belge Çanakkale Savaşı öncesine, ikincisi ise Almanya’da eğitim alıp yurda dönmesinden sonrasına denk gelmektedir. Sürdürdüğü askeri görevler dolayısıyla iki belgede de ikamet adresi olarak, “yazışma adresi” notu ile, Osmanlı Bankası’nın Galata Şubesi’ni göstermiştir.


    Ayetullah Bey

    Ayetullah Bey’i Osmanlı Bankası özelinde diğer kuruculardan ayıran en önemli nokta, bu bankada çalışıyor olması. Bankanın personel dosyalarında kendisine ait olan kısmın, Asr-ı Fener Kitabında yayınlanmasıyla doğrulanan bu bilgiden sonra Ayetullah Bey’in daha önce yayınlanmış olan mevduat cüzdanının görselinde yer alan bilgilerin deşifre ederek yazımızı sonlandırıyoruz.

    Osmanlı Bankası’ndan Ayetullah Bey’e ait 23.12.1916 tarihli mevduat belgesi (Salt Online arşivinden)

    23/12/1916 – Menkul Kıymetler Mevduatı

    İsim Soyisim : Ayetullah Bey , Şevki oğlu

    Meslek: Osmanlı Bankası

    İkamet: Galata

    İmza: Ayetullah

    Gözlemler : Belge basım tarihi – Kasım 1913

    Bankanın bir memuru olarak Ayetullah Bey, adresi olarak çalıştığı şubeyi göstermiş. Bunun dışında belgede karşımıza çıkan iki detay var.

    İlki, geçtiğimiz haftalarda Fenerbahçe tarihinde fotoğraflarını ilk kez yayınladığımız Şevki Paşa’nın isminin Ayetullah Bey’in isminin yanında babasının adı olarak kaydedilmiş olması.

    İkincisi ise harf devriminden yaklaşık 8 sene önce, gayet belirgin bir şekilde Latin harfleri ile imza atması.

    Barış Kenaroğlu

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır.” Bu satırlarla başlayan Fenerbahçe’nin Kuruluş yıllarına ait araştırmalarımızın bugünkü konusu Ziya Songülen. Nasıl ilk başkan oldu? Fenerbahçe’nin temelini atanlardan olmasına rağmen neden kulüpten ayrıldı? Union Club’ın kuruluşunda rolü neydi? Milli Mücadele’ye katkısı ne oldu? İşte Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    “Bir Devlette İki Kuvvet Olur”

    Nurizade Ziya Bey hakkında sıraladığımız soruları cevaplamadan önce, Fenerbahçe’nin Kuruluş hikayesine doğrudan etki ettiğini her fırsatta dile getirdiğimiz, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar geçen yıllar ile ilgili değerlendirmeler yapmamın konunun bütünlüğünü sağlamak için yararlı olduğunu düşünüyoruz.

    Osmanlı Devleti için 1839 yılında başlayan Tanzimat; 1908’de Meşrutiyet’e, sonrasında da Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede belirleyici bir dönemi ifade eder. Bu yıllarda zayıflayan devlet, ardı ardına tavizler vererek, Batı’nın isteklerine boyun eğmiş ve bir anlamda değişim sürecine girmişti. Tanzimat ile başlayan Batı etkisi, Enver Hoca yazımızda sözü edildiği üzere, yeni okulların açılmasına sebep oldu.  Bu okullarda batı felsefesi ile verilen eğitim sonucunda yeni tip bir “Osmanlı Aydın” zümresi meydana geldi. Ve bu zümre kısa sürede toplumun önemli bir parçası oldu. Aldıkları eğitimle “aydınlanma” yaşayan bu kişiler zayıflayan devlet mekanizması içerisinde yer bulmaya ve zamanla Padişah otoritesine karşı bir tehdit unsuru olmaya başladılar. Padişah ile aydınların arasında adeta bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelede Osmanlı aydınlarının en büyük destekçisi gördükleri eğitim felsefesinin kaynağı olan “Batı” oldu. Tanzimat döneminde sadrazamlık yapan Keçecizade Fuad Paşa’nın aşağıda yer alan ifadeleri gerek dönemi, gerekse Batı’nın, Osmanlı aydını için ne ifade ettiğini anlamamızı sağlayacaktır.

    “Bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet oluşturmak imkansızdır. Bunun için bir destek kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir

    Fuad Paşa’nın kastettiği yukarıdan gelen kuvvet Padişah, ona karşı gelinecek destek kuvvet ise Batılı devletlerin elçilikleriydi. Osmanlı aydını 1839-1908’e hatta 1918’e kadar süren dönemde, ülkelerinde yapmak istedikleri iyi niyetli değişimler için Batı’nın desteğini almaya çalışmışlardır. Batılı devletler ise elçilikleri aracılığı ile “aynı dili konuştukları” bu kişilerle ilişkide olmayı tercih etmişlerdir. Bu dönem Osmanlı aydınları arasında “Batılı güçlerden hangisinin desteğini alalım?” sorusunun hayli popüler olduğunu söyleyebiliriz. Padişahlık kurumu ise bir yandan aydınların yapmak istedikleri değişimi kontrol altında tutmaya çalışırken, diğer yandan da Batılı devletlerden sürekli borç almış, böylece devletin ekonomik bağımsızlığı da büyük ölçüde tehlikeye girmişti. 1881 yılına gelindiğinde borçlarını tahsil edemeyen Batılı devletler, Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluşuna ön ayak olmuşlardı. Bu kurumun, devletin borçlarının denetlenmesi ve tahsil edilmesi gibi işlevleri vardı. Kısacası artık Osmanlı Devleti bir yarı-sömürge devletti.

    Mehmed Ziya

    Mehmed Ziya Bey, Osmanlı Devleti bu şartlar altında çözülmeye doğru giderken 1886 yılında İstanbul’da doğdu. Anne tarafından Osmanlı hanedanına mensup zengin ve köklü bir aileye sahipti. Aile üyeleri yüzyılı aşkın süredir devlet yönetiminde Sadrazam, Kaptan Paşa, Vali, Belediye Başkanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Büyükelçilik gibi önemli görevleri yürütmüşlerdi. Ziya Bey’in soyadı kanununa kadar isminin önünde kullandığı “Nurizade” sıfatı ise Tanzimat’ın Dışişleri Bakanlarından Mehmed Nuri Paşa’ya dayanmaktaydı. Ziya Bey’in dedesinin babası olan Mehmed Nuri Paşa, Dışişleri Bakanlığından sonra Londra ve Paris’te büyükelçilik görevini yürütmüştü. Ziya Bey’in ailesi, giriş kısmında sözü edilen Osmanlı aydınların yetiştiği bir aileydi. Bu bilgilere dayanarak ailenin batı felsefesini benimsediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 2008 yılında verdiği röportajda Nazan Songülen Karakaş, dedesi Ziya Bey’in Osmanlı kimliğinden kopmadan ancak “İngiliz mürebbiyelerden Avrupai bir eğitim” aldığını da belirtmiştir.

    Saint Joseph’ten Londra’ya

    Nurizade Ziya’nın liseye kadar hangi okullarda okuduğunu bilmiyoruz. Torununun anlattıkları dikkate alındığında evde ailesinin tuttuğu öğretmenlerden eğitim almış olması da muhtemel. Liseyi ise Saint Joseph’te okuduğundan eminiz. Yine torununun anlattıklarından okulda kendisine uzun boyundan dolayı “Fil Ziya” lakabının takılmış olduğundan da haberdarız. Bu bilgi ışığında okulda popüler bir öğrenci olduğunu söyleyebiliriz. Ziya Bey 1903’te 17 yaşındayken okuldan mezun olup İngiltere’ye gitmiş, İngiltere’de İnşaat Mühendisliği eğitimi aldıktan sonra muhtemelen 1906 yılında ülkeye dönüp Duyun-u Umumiye’de memur olarak iş hayatına girmiştir. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’yi kuran kadronun başında yer alacağı süreci anlatmaya başlamadan önce buraya kadar yazılanları maddeler halinde özetlemenin yararlı olacağını düşünüyoruz.

    • Nurizade Ziya Bey, Tanzimat dönemi ile toplumun etkin zümresi olan Osmanlı aydınlarını yetiştiren zengin ve köklü ailelerden birinin üyesiydi.
    • Nuri Paşa ile beraber aile Batı felsefesi ile tanışmış, diğer Tanzimat dönemi aydınları gibi devletin geleceğinin kurtulmasını batı felsefesinin geçerli kılınmasında görmüştü.
    • Ziya Bey, İngilizceyi liseye başlamadan aile evinde, Fransızcayı ise Saint Joseph lisesinde “ana dili” seviyesinde öğrenmişti.
    • Üniversite eğitimini Londra’da almış, yurda döndükten sonra da Batı etkisinin en çok hissedildiği kurum olan Duyun-u Umumiye’de çalışmaya başlamıştı.

    Jön Türkler

    Nurizade Ziya Bey’in futbola olan ilgisini Moda’da büyümesi ile ilişkilendirebiliriz. O dönem futbolun doğduğu topraklarda büyüyen her çocuk gibi bu spora merak sarmış, yapılan maçların izleyicisi olmuştu. Çoğunluğu gayrimüslim olan sınıf arkadaşları ile okul ortamında yaşanan olası sportif rekabet ve sonrasında oluşan hırsı, ilk gençlik yıllarına etki eden olaylardı. Fenerbahçe’nin kuruluşunda yer almış diğer Saint Joseph Liseli öğrencilerde de aynı duyguların oluştuğunu biliyoruz. Nurizade Ziya Bey’in, Londra’da futbolun nasıl bir spor olduğunu ve gerçek anlamda nasıl oynanması gerektiğini gördüğünü de söyleyebiliriz.

    Fenerbahçe’nin doğuşunun anlık alınmış basit bir karar olmadığı, bir felsefeye dayandığı üzerinde ısrarla durduğumuz noktalardan bir tanesi. Bu aşamada 1900’lerin başından itibaren etkinliğini arttıran Jön Türkler hareketi ile ilgili kısa bir bilgilendirme yapmanın yerinde olduğunu düşünüyoruz. Tanzimat’ta batı etkisi ile başlayan aydınlanma sonrasında oluşan Osmanlı aydınları, devlet yıkılmaya doğru gittikçe aralarında organize olmaya, Keçecizade Fuad Paşa’nın yazımızın başında aktardığımız sözlerine atıfla halkı da alttan gelen bir kuvvet olarak organize etmeye çalıştılar. Jön Türkler gerek yaptıkları yayınlarla gerekse yurt içi ve yurt dışı temaslarla Padişah Abdülhamit’in en büyük muhalifi oldular.

    Fener’in Bahçesi’ndeki Koalisyon

    Jön Türk hareketi zamanla İttihat ve Terakki Partisi’ne evrilecek, 1908 yılında ilan edilen Meşrutiyet’in de mimarı olacaktı. Devlet kadrolarında çok sayıda destekçileri vardı. Bunlardan bazıları zamanla yurtdışına kaçtı, sürgün edildi veya tutuklandı. Bu hareketin Fenerbahçe ve Nurizade Ziya Bey ile ilişkisi Jön Türklerin kendi aralarında yaşadıkları fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Jön Türkler’in devletin kurtuluşu için öne sürdükleri fikirlerden ikisi Batıcılık ve Türkçülük’tü. Bu iki fikir, aynı amaca hizmet etmek için doğmuş ve Jön Türk hareketinin içindeki dinamizmi sağlamıştı. Zamanla ise bir koalisyona dönüşmüştür. İttihat ve Terakki ile başlayan bu koalisyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da etki etmiş, “Türk kimliğine sahip ancak Batı felsefesini de benimsemiş bir devlet anlayışı” genç Türkiye’nin rehberi olmuştu.

    Peki bu koalisyonun Fenerbahçe’nin kuruluşu ile ilgisi neydi? Enver Hoca araştırmasında ortaya koyduğumuz bilgileri tazeleyerek soruyu cevaplamaya başlayalım. Ortaya attığımız tezde “Saint Joseph Lisesi’nin Türk ve Müslüman öğrencilerinin, yabancı bir misyonun üyesi olan okulda, devlet tarafından görevlendirilen bir öğretmen tarafından bir araya getirilerek Fenerbahçe’ye insan kaynağı sağlandığını” söylemiştik. Bu öğretmen Enver Hoca’ydı. Enver Hoca zamanın ruhuna uygun fikirlere sahipti. Nitekim, yarı sömürgelikten, sömürge olmaya giden ve parçalanan devletin kurtuluşu için okulda öğrencilerine “Türklük ve Müslümanlık” paydasından çıkmadan “hürriyet” duygusunu aşılamaya çalışmıştı. Öğrenciler okulda bu fikirle donanırken, dışarıda ise okuldan mezun ağabeyleri  Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları bir futbol kulübü kurmaya hazırlanıyorlardı. İşte Fenerbahçe, Enver Hoca’nın “Türkçü” söyleminin, Nurizade Ziya Bey’in “Batıcı” fikirlerle şekillenen felsefesinin birleşmesinden doğdu.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı

    Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Ayetullah, Necip ve Asaf Beylerin ortak özellikleri sadece yaşadıkları semt değildi. Bu dört arkadaş da yabancı dil bilen, batı felsefesini benimsemiş kişilerdi. Asaf Bey tıpkı Nurizade Ziya Bey gibi İngiltere’de eğitim alıp İstanbul’a dönmüştü. Ayetullah Bey, Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nde okumuş bir Osmanlı aydınıydı. (Daha önceden Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Tarihi’ne dayanarak Ayetullah Bey’in Saint Joseph mezunu olduğunu kabul ediyorduk. Ancak Araştırmacı Cem Argun’un Saint Joseph öğrenci listelerinde Ayetullah Bey’in kaydına rastlamadığını bize iletmesinden sonra bu bilgiyi güncellemiş bulunmaktayız.) İlerleyen yıllarda kulübün düştüğü sıkıntılı dönemde Üsküdar ile yapılan birleşme toplantısında sinirlendiği anda “Fenerbahçe benim” cümlesini Fransızca söyleyecek kadar da bu dile hakimdi. Fenerbahçe’nin kurulduğu yıl 16 yaşında olan Necip Bey ise Osmanlı modernleşmesinin başladığı okullardan biri olan Deniz Harp Okulu’nda öğrenciydi.

    Nurizade Ziya Bey bu kadronun lideri konumundaydı. Rüştü Dağlaroğlu’nun onun için yazdığı şu tanımlama, bu liderliğin kaynağını açıklamakla birlikte, yukarıda yaptığımız “Batı” vurgusunu da destekler niteliktedir. “Mükemmel mali durumu ve İngiltere’de tahsil etmiş olmasının verdiği görgü ve spor aşkıyla dört başı mamur bir hüviyetteydi”

    “Işık Saçan Fener”

    Klasik Fenerbahçe tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’nin kurucuları arasından sıyrılıp liderliği ele almasının sebebi olarak mali durumundan dolayı takımın ilk formalarını alıp, masrafları üstlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Bu durum göreceli olarak doğru olmakla birlikte, Nurizade Ziya Bey’in kulübün insan kaynağını sağlayan Saint Joseph Lisesi’nin bir mezunu olarak okul kadrosu ile ilişkileri yürütmesi de bu liderlikte etkilidir. Nitekim, futbolcu Hasan Basri’yi Fenerbahçe’de oynamaya ikna etmeye giden heyette o ve Enver Hoca vardır.

    Fenerbahçe’nin ilk amblemi olarak ‘Işık saçan Fener’in seçilmesi dönemin ruhunu yansıtan bir başka öğedir. Enver Hoca’nın yönlendirdiği öğrencilerle birlikte Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Fenerbahçe burnundaki deniz fenerinin yakınlarında antrenman yapmaya başladıklarını biliyoruz. Nurizade Ziya Bey ve arkadaşlarından hangisinin feneri amblem olarak önerdiğini bilmesek de, Jön Türklerin benimsediği ‘Pozitivizm’ akımına gönderme yaptığı açıktır. Kulübün ambleminden sonra ismi de ilk antrenmanların yapıldığı yere atıfla “Fenerbahçe” olarak seçilecektir. Liderliği ile arkadaşları arasından sıyrılıp Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in kulübün liglere katılması için ilk temasına da öncülük etmiştir.  Rüştü Dağlaroğlu’nun anlatımıyla forma ve malzeme satın aldıktan sonra ligi organize eden James LaFontaine ile karşılaşan Fenerbahçe heyeti, ondan lige katılım sözü almıştır. Bu hikayenin iki aktörünün hayatı yakın gelecekte bir kere daha kesişecek ve kuruluş yıllarının bir başka meselesinde karşımıza çıkacaktır.

    Görevi Bırakış

    Nurizade Ziya Bey’in bir yılı biraz aşkın başkanlık döneminde Fenerbahçe, ilk kez katıldığı ligde başarılı olamadı. Takım futbolcu bulmakta zorlanıyor, Fuat Hüsnü gibi başarılı oyuncular futbol takımının zayıf olmasından dolayı Fenerbahçe’ye katılmak istemiyorlardı. Bu durum kulüpte moralleri bozuyor, başarısız saha sonuçlarını tersine çevirecek motivasyonun sağlanmasını engelliyordu. Nurizade Ziya Bey, ilk takımın savunmasında forma giyiyordu. Kaynaklarda başarılı bir futbolcu olduğuna dair kayıtlara rastlamıyoruz. Ancak, Rüştü Dağlaroğlu, sert şut çektiğine dair bir bilgi aktarmaktadır. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe forması ile günümüze ulaşmış tek fotoğraf var. 1908 yılının son günü yayınlanan Musavver Muhit dergisinde yer alan bu fotoğraf, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bıraktığı günlere rastlıyor.

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkilerini kesmesi aşamalı olarak gerçekleşmiştir. 1909 yılı içerisinde başkanlık görevini bırakmış, 1910 yılında ise kulüpten istifa ederek ayrılmıştır. Öncelikle bilinmesi gereken, o dönem kulübü kuran gençlerin aslında birer sporcu olmasıdır. Hepsi, günümüzün “amatörlük” tanımı içerisinde değerlendirmelidirler. Günümüzün aidiyet anlayışını temel alarak o dönem insanlarını eleştirmek şüphesiz haksızlık olacaktır. Sürekli alınan yenilgilerin, kulüp için yaptığı maddi fedakarlıklar ile birleşmesiyle Nurizade Ziya Bey’in başkanlığı bırakmasının iki nedeni ortaya çıkmıştır. Bu noktada karşımıza bir başka neden olarak değerlendirilebilecek “Union Club” meselesi çıkmaktadır. Bu mesele, Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuşundaki etkisi diğer iki nedenin de çok ötesinde anlamlar içermektedir. 

    Bir Türk – İngiliz Kulübü: Union / İttihat

    Nurizade Ziya Bey’in Başkanlığı bırakmasının Union Club’ın kuruluşunda yer almak istemesi ile yakından ilgisi vardır. Fenerbahçe’ye yaptığı maddi desteğinin karşılığını sahada alamayan Nurizade Ziya Bey, spor yöneticiliği kimliğini, siyasi kimliği ile birleştireceği bu kuruluşta yer almak için Fenerbahçe başkanlığını bırakmış ve dönem tanıklarının aktardığı üzere kulübü ihmal etmeye başlamıştı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın kurucuları arasında yer alması onun “büyük davalara girişmek istemesi” ile ilgiliydi. Dağlaroğlu’nun bu muhteşem tespitini ilerleyen satırlarda açıklayacak ve bir anlamda ileriye taşımış olacağız. Belirtmekte yarar olan bir diğer husus da Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bırakmasının Nisan 1909’da başlayan ve “31 Mart Vakası” diye anılan olaylar sonrasında gerçekleşmesidir. 31 Mart Vakası’nın en önemli sonucu Ülkede 30 yıldır süren istibdat rejiminin hükümdarı İkinci Abdülhamit’in tahttan indirilmesidir. Bu tarihten sonra Meşrutiyet’in mimari İttihatçılık hareketi, ülkedeki etkisini arttırmaya başlamıştır.

    Öncelikle Kadıköy’ün İstanbul’da futbolun doğduğu topraklar olduğunu yinelemekte yarar vardır. Kadıköy’ün en popüler futbol alanı ise bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerdi. Kuşdili Çayırı, Papazın Çayırı ile birlikte bu alan futbol oynamak ve izlemek isteyenlerin ilk aklına gelen yerlerden biriydi. Burhan Felek’in anlatımına göre 1906 yılında Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde manzara şöyleydi:

    “Birkaç bin izleyici var. Ne giriş parası var ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiş.”

    Lig maçları bu amatör koşullarda oynanırken, Nurizade Ziya Bey, beş kişi ile beraber, İstanbul’da futbol organizasyonunun profesyonelleşmesi için ilk adımı attılar. Bu o dönem için gerçekten de büyük bir davaydı. Union Club, dönemin ruhuna uygun olan ismiyle 1908 yılının son günlerinde kuruldu. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan bu kulüp İttihat ve Terakki Partisinin “İttihat” ismini kendisine isim olarak seçmişti. Şimdi bu kulübün diğer  kurucularından kısaca bahsedelim.

    Whittal ve LaFontaine

    Osmanlı arşivine baktığımızda futbol ile ilgili olan belgelerin tarihi 1890’lere kadar iner. Bu tarihlerde, dönemin zabıtaları tarafından futbol oynandığına dair yazılan raporlarda dikkat çeken bir isim vardır: Bay Whittal. “Kadıköy Moda’da ikamet eden Mösyö Whittal’in oğullarının öncülüğünde İstanbul’da oturan 25 kadar genç Kuşdili Çayırında toplanarak her Cumartesi top oynamaktadırlar.” İstanbul’da futbolun öncülerinden olan Bay Whittal, Union Club’ın kuruluşunda yer alan iki İngiliz’den biridir. Diğeri ise İstanbul futbolunun erken dönemi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı James LaFontaine’dir. Fenerbahçe kurucu heyetinin kuruluştan hemen sonra liglere katılmak için söz aldıklarını yukarıda belirttiğimiz, İstanbul Futbol Ligi’ni yöneten kişi olarak Bay James LaFontaine, Bay Whittal ile birlikte Union Club’ın kurucuları olmuşlardır.

    “İngiliz” Mehmed Rıfat

    Kulübün, dört Türk kurucusundan ikincisi Mehmed Rıfat Bey’dir. “İngiliz” lakabıyla tanınan Mehmet Rıfat Bey, o tarihlerde Londra Büyükelçiliği görevini tamamlayıp İstanbul’a dönmüştü. Meşrutiyetten sonra devlet yönetiminde etkili olmaya başlayan İttihat ve Terakki Partisi, kendisini Dışişleri Bakanı olarak görevlendirmek istiyor ancak o bunu kabul etmemekte direniyordu. İttihat ve Terakki’nin bu görevlendirmede ısrar etmesinin nedeni, parti için oluşan “İngiliz Karşıtı” algısının önüne geçmekti. Nitekim Mehmed Rıfat, ısrarlara dayanamayacak ve 1909 yılının Şubat ayında Dışişleri Bakanı olacaktır. Bir İttihatçı olduğunu bildiğimiz Nurizade Ziya Bey’in ikna aşamasının bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dağlaroğlu’nun kastettiği ‘büyük davalar’dan biri de şüphesiz budur.

    Mareşal Cemil Topuzlu

    Günümüzde Mareşal olarak bilinen “Müşirlik” rütbesi ile Padişah Abdülhamit’in doktorluğunu yapan Cemil Topuzlu Paşa, anılarında bize Union Club’ın kuruluşu hakkında en net bilgileri veren kişidir. Union Club’ın dört Türk kurucusundan biri olan Cemil Paşa, İttihatçı kadroya katılmasından sonra 1909 yılında çıkan tasfiye kanunu ile askerlikten ayrılmıştır. Union Club’ın kuruluş dönemi bu kanunun çıktığı günlere denk gelmektedir. Cemil Topuzlu anılarında Union Club’ın kuruluşunda maddi destek verenlerden biri olarak Arif Hikmet Paşa ismini yazar. Meşrutiyetten sonra Bahriye Nazırı olan Arif Hikmet Paşa, 31 Mart Olayı’ndan sonra Abdülhamit’e tahttan indirildiğini söylemeye giden heyetin üyelerinden biridir. Union Club’ın, sadece adıyla değil Türk kurucuları ve maddi destekçileri ile birlikte bir “İttihatçı” kulüp olduğunu söyleyebiliriz.

    Union Club Nasıl Bir Kulüptü?

    Nurizade Ziya Bey’den başlayarak kurucularının siyasi ve toplumsal rollerini açıkladığımız Union Club, takımlar kurup, diğer kulüpler ile mücadele eden bir spor kulübü kimliğine sahip değildi. Ticari ve özel bir işletmeydi. Detaylarını belgeleriyle aşağıda aktaracağımız bu oluşum aynı zamanda İstanbul’da futbolun profesyonelleşmesi için atılan en büyük adımdı. Kulübün faaliyete geçmesiyle, bir anlamda spor kulüplerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasının da provası yapılmış oluyordu. Union Club’ın kurulma fikri Cemil Topuzlu’nun daha önceden sitemizde detaylarıyla yayınladığımız anılarına göre Bay Whittal’den çıktı. Bay Whittal, Cemil Paşa’nın evinde verdiği davette kendisine şunları söylemişti:

    “Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz”

    Görüldüğü üzere yukarıda yaptığımız “profesyonelleşme” ve “ticari işletme” vurgusu bu satırlarla doğrulanmaktadır. Bay Whittal ile Cemil Paşa’nın bu sohbetine tanıklık eden; Nurizade Ziya Bey, Arif Hikmet Paşa, Mehmed Rıfat Bey ve James LaFontaine, davetin ertesi günü tekrar bir araya gelip kulübün kuruluşunun maddi esaslarını görüştüler.

    1908’de Osmanlı Para Sistemi

    Union Club kurucularının karara bağladıkları maddi esaslara geçmeden önce dönemin Osmanlı Para Sistemi hakkında genel bilgilere yer vereceğiz. Şüphesiz bu bilgileri vermekteki amacımız, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasını sağlamak olduğu kadar, genel tarih yazıcılığında yer alan sebepsiz yüceltme ve alçaltmalara da karşı çıkmak olacak. 1900’lerin başında Osmanlı’da kullanılan paralar ve birbirine oranları şöyleydi. Temel birim olan 1 lira; 5 mecidiye / 100 kuruş / 4000 paraya eşitti. Union Club’ın kurulduğu yıl Cemil Topuzlu’nun maaşı 250 – 500 lira arasındaydı. Cemil Topuzlu’nun maddi kazançları üzerinden örnek vermek gerekirse, Osmanlı arşivinde karşımıza çıkan bir belgede 1903 yılında devletin Cemil Paşa’ya ait bir maden arazisini 3.500 lira bedelle satın aldığını biliyoruz. 

    Union Club Kuruluyor

    Cemil Paşa anılarında, kurucular toplantısında kulübü kuracakları yer olarak bugünkü Fenerbahçe Stadının olduğu yeri belirlediklerini ve Ülkedeki diğer tüm araziler gibi Padişaha ait olan bu arazinin alınması için bizzat devreye girdiğini söyler. Aynı toplantıda kulübü kurmak için 3000 liraya ihtiyaç olduğunu da belirlediklerini söyler. Bu rakamı kendi aralarında toplamışlardır. Kendisinin ve Arif Hikmet Paşa’nın 250’şer lira verdiğini, Nurizade Ziya Bey ve Mehmed Rıfat Bey’in ne kadar verdiğini hatırlamadığını, geri kalan paranın da iki İngiliz üye tarafından tamamlandığını belirtir. Bu “tamamlama” ifadesinden İngilizlerin Türklerden daha fazla para verdiklerini anlıyoruz.

    Cemil Paşa ertesi gün sarayın kapısını çalmıştır. Kendi deyimiyle  “O sıralarda Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi kabul ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim.” Ancak işler planlandığı gibi yürümemiştir. Cemil Paşa gibi düşünen çok kişi olduğundan bu dönemde kendisine gelen devlet arazilerinin satın alınmasına yönelik istekler karşısında bir denge sağlamaya çalışan Padişah stat arazisini vermek yerine uzun süreli  kiralanmasına izin vermiştir. Hatırlanacağı üzere, Fenerbahçe Tarihi’nde bu olaya ait belgeler ilk kez sitemizde yayınlanmıştı. Padişah Abdülhamit ile Cemil Paşa,  arazinin yıllık kiralama bedeli olarak 30 altın üzerinde anlaşmışlardı. Böylece, kulüp için gerekli arazi ve inşaat için gereken para temin edilmiş oluyordu. Union Club Kuruluş Nizamnamesi 7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nde yayınlandı. Bu belge ile kulübün yapısı ve üyelik sistemi ile ilgili detaylara ulaşmış oluyoruz.


    Union Club Kuruluş Nizamnamesi

    UNION CLUB
    Tesis tarihi: 1908
    Komite:
    Başkan: Mr.Whittal
    Kasadar: James LaFontaine
    İdare heyeti: Nurizade Ziya, Cemil Paşa, Rıfat Bey, James LaFontaine

    Union Club, atletik ve spor oyunlarının bütün çeşitlerinin gelişimi ve tanıtımı için ve bu sportif cereyanları icra etmek için uygun bir mecra sağlamak üzere Türk ve İngiliz centilmenleri tarafından tesis edilmiştir. Kulüp saha bina ve müştemilatı, Kadıköy Papaz Bahçesi’ne yerleştirilmiştir ve şunları içerir:

    1) 500 metrelik At yarışı ve Bisiklet parkuru
    2) Kriket, Futbol, Rugby, Hokey ve diğer sporlar için çim saha
    3) 1000 kişilik tribün
    4) Resepsiyon, özel balkonlar, restoran, bar, kart oyunları odası, özel soyunma odaları ve kulüp binası
    5) Tenis kortu
    6) Patenli hokey pisti
    7) Güreş platformu

    Kulüp, Eylül ayında bütün eksik işleri tamamlanarak kesin olarak açılacaktır. Şu anda devam eden çalışmalar açılış tarihine kadar bitirilecektir.

    Üyelik:
    A) Tam Üyelik: 2 lira giriş (ilk yıl için), 4 lira üyelik sözleşmesi – kulüp evi, tribünler ve saha kenarı için
    B) Normal Üyelik: 1 lira (ilk yıl için), 2 lira üyelik sözleşmesi – tribünler ve saha kenarı için
    C) Saha kenarı üyeliği sadece 1 lira

    Bütün sorularınız için icra ve idare komitesi sekreteri James LaFontaine’e başvurunuz.

    Görüldüğü üzere Union Club, sadece futbola değil, tüm spor dallarında faaliyet göstermek için kurulan ticari bir işletmeydi. Kulübe üç tip üyelikle giriş yapılabiliyordu.  Günümüzün sağlık ve sosyal kulüplerinin üyelik sistemine çok benzeyen bu sistem, Union Club’ı dönemin diğer kulüplerinden ayıran en önemli unsurdur.

    7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald and Eastern Express gazetesinden

    Saha Kiralanıyor

    Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuş süreci ikiye ayrılır.

    İlkinde, yaptığı maddi katkının karşılığını sahada başarı olarak alamaması belirlemiş, Başkanlığı bırakmış ve Union Club’ın kuruluşunda mesai harcamaya başlamıştır. Bu süreç 1910 yılına kadar devam etmiştir.

    Peki 1910 yılına kadar geçen sürede Başkan olmadığı yıllarda Nurizade Ziya Bey ile Fenerbahçe Kulübü arasındaki ilişki nasıldı?

    Bu süreçte Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkisini kesmediğinden eminiz. Ancak kulüp içerisinde aktif görev almadığı da bir gerçektir. Kendisinin başkanlığı bırakmasından sonra antrenman yapacak yer bulmakta zorlanan takımın, malzeme ve ekipman tedarikinde de sıkıntı çektiği kaynaklara yansımıştır.

    Kulüp üyeleri, Fenerbahçe’deki üyeliği devam eden Nurizade Ziya Bey’den yardım talep etmişlerdir. Bu yardım talebini karşılıksız bırakmayan Nurizade Ziya Bey, oyuncuların Union Club sahasında antrenman yapmaları için gereken meblağı, kurucusu olduğu Union Club’a ödemiştir. Bu meblağ Dağlaroğlu’na göre 17 lira, Nurizade Ziya Bey’in torunu Nazan Songülen Karakaş’a göre 20 liradır. Esat Nasuhi Baydar’ın 1913 yılındaki ifadesine göre, Fenerbahçe takımı bu sahada idman yapmaya başladıktan sonra İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştır.

    Fenerbahçe’den İstifa

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den istifa tarihi olarak Dağlaroğlu, 1910 yılını verir. Bu tarih Fenerbahçe’nin katıldığı İstanbul Futbol Ligi’ndeki 2. sezonuna işaret etmektedir. İlk sezonda aldığı 5.likten sonra, bu sezonda da takım başarısızlığını sürdürmiş, kötüleşen durum ile birlikte de Nurizade Ziya Bey, kulüpten istifa etmiştir.

    “Kötüleşen durum” ifadesinin altında yatan nedenleri maddiyata bağlamanın yanlış olmayacağı düşüncesindeyiz. Union Club’ın kurucularından biri ve aktif yöneticisi olarak Nurizade Ziya Bey’in bu dönemde Fenerbahçe’deki arkadaşlarının taleplerine maruz kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim Nazan Songülen Karakaş’ın, “Ziya Bey’i darıltıyorlar ve Ziya Bey kulüpten ayrılıyor” ifadesi bu yargımızı desteklemektedir.

    İstifa edip kulüple ilişkisi kesildikten sonra kulübün içine düştüğü maddi sıkıntılar,  Nasuhi Esat Baydar’ın anılarında yer verdiği şu satırlarda gizlidir:

    “Fenerbahçe Spor Kulübü birkaç sene, yersiz ve yurtsuz kaldı. Beş kuruş aylık taahhütlerimiz ile top satın alarak maçlarımızı yapar, toplantılarımıza da (evlerimizin) misafir odalarımızı tahsis ederdik. Arkadaşlardan birine ait olduğu halde hemen her gece evden eve taşındığı için müşterek malımız haline gelen bir semaverimiz vardı. Şeker ve gevrek tedarik eder, semaveri yakar, o buram buram tüterken etrafına dizilir, hülyalara dalardık.”

    Nurizade Ziya Bey’in başkanlıktan istifa etmesinden sonra Fenerbahçe, Ayetullah Bey başkanlığı altında yönetilmeye başlandı. Ayetullah Bey’in kulübü ayakta tutmak için gösterdiği çaba, Üsküdar Kulübü ile birleşme görüşmeleri; Kuruluş araştırmalarımızın sonraki bölümlerinde ele alınacak konulardır.

    Şimdi Nurizade Ziya Bey’in hayatının sonraki yıllarına göz atalım. Bu yıllar, siyasi kimliği ve sosyal statüsü hakkındaki önermelerimizi desteklemesi açısından gayet önemlidir.

    Yeni Belgeler

    Fenerbahçe Tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın açılışından bir kaç yıl sonra Fenerbahçe’ye döndüğü ancak herhangi bir görev almadığı yazılmaktadır. Cemil Paşa’nın Union Club’ın beklenen geliri getirmemesi ve Balkan Savaşı’nın ardından başlayan Birinci Dünya Savaşı ile kulübün el değiştirmesine yönelik ifadeleri bu bilgiyi desteklemektedir. Nitekim Fenerbahçe 1912 yılında ilk şampiyonluğunu almış, ayakları üstünde duran bir kulüp haline gelmişti. Döneme ait herhangi bir kaynakta Nurizade Ziya isminin geçmemesi, 1910 yılında yaşanan kırgınlığın izlerinin sürdüğünün bir göstergesidir.

    Nurizade Ziya Bey’in ismine 1910 yılından sonra ilk kez 1918 tarihli bir belgede rastladık. Bu belgede Nurizade Ziya Bey, Almanya’nın Frankfurt şehrine eğitim almak için gittiği belirtiliyordu. Belgede dikkat çekici nokta, Duyun-u Umumiye idaresinde memur olarak göreve başlayan Nurizade Ziya Bey’in artık “müfettiş” olduğuydu.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    9 Mart 1921 tarihli Evening Mail gazetesinden

    Londra Konferansı’nda

    Almanya’dan yurda ne zaman döndüğünü bilmesek de Dağlaroğlu’nun dile getirdiği 1921 yılında gerçekleşen Londra Konferansı’na katıldığı bilgisine sahiptik. Yukarıda göreceğiniz belge ile hem bu bilgiyi doğrulamış, hem de Nurizade Ziya Bey’in birkaç faaliyetini daha gün yüzüne çıkarmış oluyoruz. Evening Mail Gazetesi arşivinden elde ettiğimiz bu belgede, Kurtuluş Savaşı sürerken Londra’da toplanan konferansa Ankara Hükümeti adına katılan heyette yer alan Nurizade Ziya Bey’in bir açıklaması yer alıyor. Bu açıklamada Nurizade Ziya Bey, konferansa gelmeden önce üzerinde tartışma yaşanan bir mesele için Samsun ve Trabzon’a seyahatler yaptığını dile getiriyor. Açıklamasının altındaki imzadan heyetteki görevinin “Secretary” yani “Katiplik” olduğunu anlıyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    Suna ve İnan Kıraç Vakfı (İstanbul Araştırmaları Enstitüsü) arşivinden.

    Fenerbahçe’deki Son İki Fotoğrafı

    Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe Kulübü ile olan ilişkilerinin 1910’dan sonra mesafeli olduğunu ve kulüpte herhangi bir görev almadığını biliyoruz. Bugüne kadar yaptığımız kaynak taramalarında kendisine ait iki fotoğrafa rastladık. İlki Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde adı İttihat Spor olarak değişen Union Club Sahasında yaptığı konuşma sırasında çekilen (yukarıdaki) fotoğrafı. Bu fotoğrafın hikayesini geçtiğimiz hafta yayınladığımız Refet Paşa’nın Fenerbahçe’yi Ziyaretiyazısında yayınlamıştık.

    Son olarak 1923 yılındaki Fenerbahçe – Slavya maçı öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı paylaşarak araştırmamızın sonuç kısmına geçiyoruz. Bu fotoğrafta “Fenerbahçe Kurucusu” olarak tanımlanan Nurizade Ziya Bey, dönemin Fahri Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ile görülmektedir.

    Fenerbahçe'nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey
    24 Temmuz 1339 (1923) tarihli Spor Âlemi dergisinden.

    Sonuç

    Türk Spor Tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalarımızı bu eksikliği gidermek üzerine yoğunlaştırmamızın nedeni de erken dönem futbolun siyasetle olan ilişkisinin yadsınamaz boyutta oluşudur. Cumhuriyet döneminde ise bu ilişkinin, kulüpler ve siyasi iktidarlar için, karşılıklı fayda sağlama gibi amaçlar güttüğü ortadadır.

    Ancak Fenerbahçe Tarihi özelinde yapılan “Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki Partisi’ne dayanarak var olduğu” yargısı dayanaksızdır. Çünkü Fenerbahçe’yi kuran kadro, İttihat ve Terakki’yi meydana getiren  felsefeden gelmiştir. Araştırmalarımızı Tanzimat dönemine  dayandırmamızın sebebi de budur. Zira kurucular yalnızca dönemin şartları gereği bu ilişkiyi kurup, geliştirmemişlerdir. Felsefeleri, Jön Türk hareketinin yarım yüzyıl içerisinde gelişen düşünüşleri ile paraleldir.

    Nurizade Ziya Bey’in Batıcılığı ile Enver Hoca’nın Türkçülüğünün, “Jön Türk” ve devamında “İttihatçı” hareket içerisinde karşılığı vardır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin İttihat ve Terakki döneminde desteklenmesinin nedeni, kurucularının felsefesinden kaynaklanmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu bu önermemize net bir örnektir. İngiltere ile ilişki kurmak isteyen parti yönetimi Nurizade Ziya Bey aracılığı ile bunu gerçekleştirmeyi amaçlamış, Mehmed Rıfat Bey örneğinde de görüldüğü gibi başarılı da olmuştur. Selim Sırrı Tarcan da Nurizade Ziya Bey’in aktif bir İttihatçı olduğunu söylemektedir. Bu yargılarımız, Nurizade Ziya Bey’in Türk Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında Ankara Hükümeti’ne verdiği diplomatik katkıyla da desteklenmektedir. Henüz belge ve kaynaklar ile doğrulanmasa da; Nurizade Ziya Bey’in Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Ankara’da oturduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile yakın ilişkide olduğuna dair ortaya atılan tezler de bulunmaktadır.

    Union Club’ın kuruluşu, eksikliğini vurguladığımız tarih yazıcılığının içerisinde değerlendirilebilecek meselelerden birisidir. Genellikle “Nurizade Ziya Bey ve birkaç İngiliz arkadaşı tarafından kurulduğu” yazılan bu işletmenin, ortaya çıkan belgeler ve yeniden değerlendirilen kaynaklardan sonra Türklerin çoğunlukta olduğu bir heyet tarafından kurulup, yönetildiğini bugün ortaya koymuş bulunuyoruz. Sermayesinde Türklerin ve Fenerbahçe kurucularından Nurizade Ziya Bey’in payı olan bu kulübün inşa ettiği stadın, Şükrü Saracoğlu döneminde Fenerbahçe’ye verilmesi, sadece Saraçoğlu’nun Fenerbahçeliliği ya da İttihatçı gelenekten gelmesi ile açıklanamaz.

    Fenerbahçe Stadı’nın temelinde kurucusunun sermayesi vardır.

    Barış KENAROĞLU

  • Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti

    Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti

    Anadolu’dan doğan kurtuluş mücadelesinin 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanmasından sonra imzalanan Mütareke gereğince Refet Paşa 19 Ekim 1922’de Mudanya’dan İstanbul’a geldi. Başkent, 16 Mart 1920 tarihinden beri işgal altındaydı. Ancak kazanılan zaferin ardından Türk’ün İstanbul’da ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. Bu ayak seslerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adına temsil eden Refet Paşa, İstanbul’da çok önemli temaslarda bulundu. O önemli temaslardan biri de 3 Kasım 1922 tarihinde futbol takımının maçını izledikten sonra Fenerbahçe Kulübü’nü ziyareti idi. Bu yazımda Fenerbahçe Tarihi’nde ilk kez yayınlanan iki belge ve Spor Âlemi Dergisi’nin ziyaret gününe ait izlenimlerine yer vereceğim.


    Mudanya’dan İstanbul’a

    Refet Paşa, İstanbul’da coşku ile karşılandı. Anadolu’da Kurtuluş Savaşı veren milletin İstanbul’daki mensupları işgal altında geçirdikleri yılların yakında sona ereceğinin sevinci içerisindeydiler. Toplumun her kesiminde yaşanan bu sevinci paylaşanlar arasında şüphesiz spor kulüplerinin yöneticileri de vardı. Temmuz ayında bir araya gelerek kurdukları ülkenin ilk spor örgütü olan “Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı” (TİCİ) olarak Refet Paşa’yı karşılamakla kalmamış, gelişinden 2 gün sonra, 21 Ekim 1922’de kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulunmuşlardı. Başkanı Galatasaray’dan Ali Sami Bey (Yen) olan, üyeleri arasında Fenerbahçe’den Hasan Kamil Bey (Sporel)’in de bulunduğu TİCİ heyetinin, Refet Paşa ile bu  ilk görüşmesinin detaylarını Spor Alemi Dergisi’nden öğreniyoruz.

    Refet Paşa’nın heyete hitaben “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu” belirtmesi, işgal yıllarında işgal kuvvetlerine karşı bir çok spor dalında verilen mücadelenin önemini ortaya koyuyor. Bu konuya yazımızın sonunda tekrar değineceğiz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Hazretleri Sporcularımız Arasında

    Refet Paşa Hazretleri Cumartesi günü Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Heyeti ile Spor Alemi Mecmuası Müdürünü kabul buyurmuşlardır.

    21 Ekim Cumartesi günü öğleden sonra Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Reisi Ali Sami Bey’in başkanlığında bir heyet Refet Paşa Hazretlerini ziyaret ederek kendisine İstanbul’daki idmancılar adına hoş geldiniz dileklerini iletmişlerdir.

    Heyet; Ali Sami, Burhaneddin, Fethi, Nuri, Hikmet, Hasan Kamil, Saib, Hamdi Beyler ile fahri üyelerden Abidin Daver ve Spor Alemi dergisi adına Sait Beylerden oluşuyordu.

    Refet Paşa’nın İdmancılarımıza Hitabesi:

    Refet Paşa, dergimiz için resimlerinin çekilmesine izin verdikten sonra, fevkalade bir samimiyet ile kabul ettiği heyet üyelerinin ayrı ayrı ellerini sıkarak kısa bir konuşma yapmışlardır:

    “Milletlerin yalnız dimağları değil bedenlerini de terbiye ve takviye etmek zorunda olduklarını, çünkü sağlam bir dimağın sağlam bir bedende bulunduğu gerçeğinin bütün milletlerce bilindiğini ve İstanbul’daki Türk gençlerinin idmancılık alemindeki başarılarını işiterek daima memnuniyet hissettiğini, yalnız vatanı kurtarmayı amaçlayan milli mücadelenin emrettiği görevleri yerine getirirken idmancılarımızın çalışmalarını yakından takip edemediği için çok üzgün olduğunu” belirtmiş ve “Gençlik her sahada olduğu gibi idmancılık sahasında da çalışmalı, yükselmelidir. Çalışmalarınızı takdir ve tebrik, bütün İstanbul idmancılarına selam ve teşekkür ederim. Sizlerin ellerini sıktığım zaman gelecekten çokça ümitli oluyor ve haklı bir gurur hissediyorum” demiştir.

    Refet Paşa, heyete hitaben İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu söyledikten sonra “Fikri teşebbüsü kaybetmiş milletler en büyük felaketlere ve izmihlale uğramaya mahkumdurlar. Teşebbüslerinize ve bana karşı gösterdiğiniz muhabbete teşekkür ederim. İdmancı arkadaşlarınızın her birini ayrı ayrı öpüp takdir edemediğim için çok üzgünüm. Bütün sporcu arkadaşlarınızı benim adıma selamlar ve benim tarafımdan hepsini ayrı ayrı öpersiniz” demiştir.

    26 Ekim 1922 – Spor Âlemi Dergisi
    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    “Gençler! Saltanat Sizindir!”

    Refet Paşa’nın 26 Ekim’de TİCİ Heyeti ile yaptığı görüşmeden sonra Türk Devrim Tarihi’nin en önemli olaylarından biri gerçekleşti. 1 Kasım 1922’de TBMM, Osmanlı Saltanatını kaldıran kararı kabul etti. Refet Paşa’nın, TBMM’nin bu kararını ertesi gün Dolmabahçe Sarayı’na giderek Padişah Vahdettin’e iletmesiyle Türk vatanının hakimiyeti resmen Türk Milletine geçmiş oluyordu.

    Refet Paşa bu önemli görevi yerine getirdikten sonraki ilk ziyaretini Fenerbahçe Kulübü’ne yaptı. 3 Kasım 1922’de gerçekleşen bu ziyaretin detaylarını 9 Kasım 1922 tarihli Spor Alemi Dergisi’nde bulduk. Refet Paşa’nın “Gençler! Saltanat sizindir” diyerek bitirdiği konuşmanın en can alıcı cümlesinin “Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür” olduğuna inanıyoruz.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı Refet Paşa ile Beraber

    Refet Paşa’nın bugünün Fenerbahçe, o günün İttihat Spor Stadı’nda yaptığı konuşma esnasında çekilmiş fotoğrafı ilk kez “bu detay eşliğinde” yayınlanıyor. Zira fotoğrafın Fenerbahçe Tarihi için en önemli noktası,  kuruculardan biri olan Nurizade Ziya Bey’in de fotoğrafta yer alması… Kendisinin bugüne dek yayınlanmış fotoğraflarının sayısının azlığı düşünüldüğünde, belgenin tarihimizdeki önemi bir kat daha artmış oluyor. Bu vesileyle Suna ve İnan Kıraç Vakfı arşivinden çıkan bu değerli fotoğrafı bizlerle paylaşan İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ne, çalışanlarına ve özellikle Furkan Sevim Beyefendi’ye şükranlarımızı sunuyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Hazretleri Kadıköy İttihat Kulübü’nde

    3 Kasım Cuma günü bütün idmancılar için bir bayram günüydü. Daha sabahtan yüzlerce genç vapurlarla Kadıköy İskelesine akmaya başladı. Müsabakaların yapılacağı İttihat Kulübü rengarenk bayraklar ile donanmış ve sahanın bir tarafından kapıya kadar halılar döşenmişti. Binanın içi de aynı güzellikte döşenmişti. Kuşdilindeki Fenerbahçe Kulübü ise beyaz-kırmızı, sarı-lacivert bukleler ile süslenmişti. Refet Paşa Moda yoluyla Fenerbahçe’ye ve oradan da Altınordu Kulübü’ne gidecekti. Bunun için saat 1’de Fenerbahçe gençleri Moda’ya doğru akına başladılar. Fakat bütün bu hazırlıkları Refet Paşa’nın kıraat olunan mevlitde hazır bulunması erteletmişti. Kadıköy İskelesine Nil İstimbotu ile geldiği sırada Kızılay ve İdmancı heyetleri arasında karadan Fenerbahçe’ye getirildi. Fakat zamanın az olmasından dolayı ziyaretin yapılacak müsabakalardan sonra yapılmasına karar verilerek İttihat Kulübü sahasına geçildi.

    Kulübün kapısı adeta insan kitlesinden örülmüştü. Nihayet kahraman askerlerimiz dar bir yol açabildilerse de safların arasından sızan kalabalık ile yollar yine bozuldu. Kapıdan göründüğü sırada kulübün her tarafından “yaşa” “var ol” ve alkış sesleri yükseldi. Bu alkış bütün idmancıların kalbinden gelen samimi bir sesti. Refet Paşa, karşılıklı olarak sıra olmuş Altınordu – Fenerbahçe gençleri arasından binaya giriş yaptı. Her iki takım paşanın geçişi sırasında üç defa “çok yaşa” diye bağırarak istikbal eylediler. Balkonda hususi hazırlanmış yere oturduğunda sahaya toplanan binlerce idmancılar paşaya bakmakla meşguldüler. Paşa Hazretleri alkışlar arasında ayağa kalkarak bir konuşma yaptılar.

    “Gençler! Burada, Türk Milletinin, kuvvetli Türk Milletinin en sağlam gençlerini selamlamakla bahtiyarım. Bugün sizin aranızda kuvvetli Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür. Fakat bu iş efendiler, düne kadar tam değildi. Büyük Millet Meclisi dün verdiği kararla bu muazzam işi tamamladı. Bu sabah gazeteleri eline alanlar öğrendiler ki Türkiye’de ancak bir saltanat vardır. Ve o saltanat da sizindir. O saltanat milletindir. Vay ona dokunmak isteyen baykuşlara, yarasalara, gece kuşlarına! Vay ona dokunmak isteyecek şaha, padişaha, vezire, paşaya! Bu padişahlık ey ulu milletim, yalnız ve yalnız size aittir. Ve gençler! Saltanat sizindir.”

    9 Kasım 1922 – Spor Alemi Dergisi
    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Fenerbahçe Kulübü’nde

    Paşa’nın Saltanatın kardırılmasının verdiği coşkuyla yaptığı bu konuşmanın ardından Fenerbahçe – Altınordu futbol takımları arasında bir maç oynandı. Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre 0-0 biten maçın ardından. Refet Paşa, 1932 yangınında yok olan Kuşdili binamızı ziyaret etti. Paşa’nın Fenerbahçe Kulüp merkezinde yaşadıklarını, kulübün o dönem bir orkestrası olduğu gibi detaylarla beraber Spor Âlemi Dergisi’nden öğreniyoruz.

    Konuşmanın ardından Fenerbahçe – Altınordu müsabakası başladı. Ve Paşa Hazretleri bu heyecanlı müsabakayı merakla takip buyurdular. Maç sonunda verilen çay ziyafetinden sonra Paşa Hazretleri binlerce halk arasında Fenerbahçe Kulübü’ne geliyordu. Meraklı kalabalık ve kulüp üyeleri bahçeden kapıya kadar iki sıra dizilmişlerdi. Paşa büyük tezahürat arasında binaya ayak bastığı sırada kulüp orkestrası tarafından istiklal marşı çalınmaya başlanmıştı. Marşın beraberce söylenmesinden sonra eskrim yapıldı ve paşaya kulüp gezdirilerek üst kata çay içmeye çıkıldı. Burada kulübün idare heyeti ve idmancıları ayrı ayrı paşaya taksim edildiler. Nihayet tekrar salona geçildi. Orkestra burada bazı parçalar çaldıktan sonra üyelerin “yaşa”ları arasında Paşa, kulüpten ayrıldı.

    9 Kasım 1922 – Spor Alemi Dergisi

    Refet Paşa’dan “En Büyük Günü Beraber Geçirdiği” Fenerbahçe’ye

    Bu çalışmada Fenerbahçe Tarihi’ne kazandırdığımız bir diğer belge de Refet Paşa’nın, kulübü ziyareti sırasında kendisine sunulan Kulüp Hatıra Defteri’ne yazdıkları. Refet Paşa İlk kez transkripte edilen satırlarında şunları demekteydi:

    “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçe’ye… 3 Kasım 1922 Refet Paşa”


    Ali Sami Yen’in Anısına Saygıyla

    Refet Paşa’nın İstanbul’a gelişinden iki gün sonra kendisi ile görüşen TİCİ Heyetinin Başkanı, Galatasaray’ın kurucusu, Ali Sami Bey’in hatırasını saygıyla anmak istedik. Ali Sami Bey’in, Spor Alemi Dergisi’nde yer verilen ifadelerini içeren metin, şüphesiz erken dönem futbol araştırmaları yapan tarih meraklıları için önemli bir kaynak niteliğindedir. Bu önemli metnin hem transkripte edilmiş halini hem de orijinalini yayınlamadaki amacımız, yazarını saygıyla anmanın yanı sıra, tarihi istedikleri tarafa eğip bükme işinde mazhar olanlara da bir ders vermektir.

    “Fakat bu teşkilatı takdir etmek kafi değildir (yeterli değildir)  tatbikinde de (uygulamada da) istical (acele) etmeliyiz. Onun için mücadele-i milliyenin idmancılar saflarında açtığı şerefli boşluklara rağmen en büyük harbimiz esnasında bu işin esasatını vaz ettik (esaslarını ortaya koyduk) ve bütün mahrumiyetlere (eksikliklere) rağmen teşkil ettiğimiz (oluşturduğumuz) takımlarla İstanbul’da ecanibin (yabancıların) en kuvvetli idmancılarını mağlup ederek milli coşkunluğun mütehassiri olan (özlemini çeken) ahalimize (halkımıza) bazı sürur (sevinç) dakikaları geçirebildik”

    Ali Sami Bey, Refet Paşa’ya yaptığı konuşmada şöyle diyor:

    “İşgal yıllarında yabancılarla yapılan spor müsabakaları,  milli mücadelenin esaslarını ortaya koymuş ve büyük zorluklarla yapılan bu mücadeleler sonrasında alınan galibiyetler, işgal altındaki İstanbul’da milli coşkunun özlemini çeken insanlara bir sevinç kaynağı olmuştur”

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa’nın (Ali Sami Bey’in kendisine yaptığı açıklamadan bir hafta sonra o günün İttihat Spor, günümüzün Fenerbahçe Stadı’nda) sporcularla buluştuğu gün yaptığı konuşmada yer alan  “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnunum” ve “Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür” ifadeleri şüphesiz Ali Sami Bey’in sözlerini daha da anlamlı kılıyor. Kendisini tekrar saygıyla anarken; verdiğimiz tarih dersini pekiştirecek birkaç soruyla yazımızı sonlandırıyoruz.

    Sorular

    Soru 1 – “Fenerbahçe yabancılarla maç yaparak onların işgal ettikleri ülkedeki varlıklarını meşrulaştırmalarına yardım etti” yargısı hangi tarihi kaynaklara dayanmaktadır? Dönemin spor örgütünün lideri ile ülkeyi kurtaran iradenin temsilcisinin ifadeleri yukarıda görüleceği üzere gayet açık iken lütfen tarihi kanıtlarınızı yayınlayınız. Yok eğer bu yargı size ait ise,  yapılan maçların skorunu bile bilmeden yaptığınız yayınlarınız da ortadayken bu yargınıza nasıl güveneceğiz?

    Soru  2 – Tez statüsünde olan Akademik bir çalışmaya danışman olan ya da onay veren öğretim görevlilerinin altına imza attıkları metnin içerisindeki bariz hataları (maç skoru gibi) görmemeleri çalışmanın konusuna ilişkin bilgisizliklerinden mi yoksa dikkatsizliklerinden mi kaynaklanmaktadır?

    Soru 3 – Bir kurumun tarihi, bir araştırmacıya yazdırılırken, o araştırmacının o kurumun tarihi hakkındaki görüşleri dikkate alınmalı mıdır? Mesela “Fenerbahçe yabancılarla maç yaparak onların işgal ettikleri ülkedeki varlıklarını meşrulaştırmalarına yardım etti” yargısına sahip bir araştırmacıya Fenerbahçe Tarihi yazdırılabilir mi?

    Soru 4 – İstanbul’un işgal yıllarında  yabancılarla yapılan maçların istatistiklerinin yer aldığı tabloda “Fenerbahçe” ve Galatasaray” isimlerini yer değiştirdiğini varsayalım. Ali Sami Bey yukarıda yer alan konuşmasından farklı bir konuşma yapar mıydı?

    Soru 5 – Fotoğraf üzerinden tarihçilik yaparken daha doğrusu yapmaya çalışılırken, fotoğrafın yer aldığı sayfaların devamında neler yazdığının günün birinde ortaya çıkacak olması akıllara gelmemekte midir? 

    Soru 6 – Refet Paşa, Saltanatın kaldırıldığını Padişaha bildirmesinin ertesi günü, onun tabiriyle “EN BÜYÜK GÜNÜ” beraber geçirdiği Fenerbahçe Kulübü’nün fahri başkanının kim olduğunu bilmeyecek bilgi düzeyinde bir komutan mıdır? Eğer öyleyse onu bu göreve atayan Mustafa Kemal Paşa’nın bilgi düzeyi hakkında neler düşünülmektedir?

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler

    Barış Kenaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kuruluş felsefesi üzerine araştırmalarını genişletmeye devam ediyor. Bir devam yazısı mahiyetinde olan “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II” huzurlarınızda.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tez-Antitez-Sentez

    Tarih yazımını; belgelere dayanarak, belgelerin de “kaynak” statüsünde olup olmadığını özenle değerlendirerek yapmaya çalışıyoruz. Akademi etiğinden ayrılmadan, Fenerbahçe Tarihi’ne bir satır bile olsa katkı yapmış herkesi, bu etik çerçevesinde saygıyla değerlendirmek de üstlendiğimiz misyonlardan birisi. Ancak gerçek şu ki: “belgeye ve akademik olarak kabul edilmiş güvenilir kaynak sınıflamasına göre yazılan Tarih, şüphesiz devinim içerisinde… Her gün yeni belgeler, yeni kaynaklar tarihçilerin karşısına çıkabiliyor. Bu kaynaklar kimi zaman ortaya atılan tezleri destekliyor, kimi zaman da çürütüyor.

    Aşağıda okuyacağınız satırlar, iki hafta önce kaleme alınan “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca” makalesinde ortaya attığımız tezi destekler nitelikte belgeleri içeriyor olacak.

    Enver Hoca’nın kuruluştaki rolü ile ilgili açtığımız tartışmanın Fenerbahçe Tarihi meraklılarını harekete geçirdiğini görmek bizi fazlasıyla memnun etti. Camiamıza mensup tarih meraklılarının yeni “belge” ve “kaynak” arayışlarının olumlu sonuçlanarak yayınlanması ve tez-antitez-sentez üçlemesinin Fenerbahçe Tarihi’nin bugüne kadar karanlık kalmış olan bu sayfasını aydınlatması, karşılık beklemeden verdiğimiz  emeklerin tek amacıdır.

    Yeni Bir Belge

    Komisyon-u Mahsusa Serkatib-i Celilesine

    Şerefvarid olan 4 teşrin-i sani 1322 tarihli tezkere-i ali-i daveranelerine cevabdır: Kadıköy ve Haydarpaşa Frer mektebinde lisan-ı Türki muallimliğinde bulunan zatın, nezaret-i acizice celb ve davet edildiğine dair bervech-i kayd malumat olmadığı anlaşılmış olmağla, ol babda


    Özel Komisyon Başkatipliğine

    19 Kasım 1906 tarihli Yüce Vezirimizden (Bakandan) şerefle gelen tezkereye (sorunun yazılı olduğu pusula/kağıt) cevaptır: Kadıköy ve Haydarpaşa Frer Okulu’nda (Saint Joseph Lisesi) Türkçe öğretmenliği yapan kişinin, nezaretimizce (bakanlık) çağrıldığı ve davet edildiğine ilişkin bir kayıt olmadığı anlaşılmıştır.


    Özel Komisyonlar

    Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi yazımızda belirtmiştik. Bu dönemde bakanlıklar içerisinde münhasıran “Özel Komisyonlar” kurulduğu da biliniyor. Danıştığımız Hocalarımızın bize verdiği detay ise: “bu komisyonların çalışmalarının dışarıya kapalı olması” Belgeyi incelediğimizde imzasız ve hangi bakanlığa bağlı komisyon adına cevaplandığını göremiyor olmamız bu detayı destekler nitelikte. Kısacası istihbarat faaliyetlerinin olmazsa olmazı “gizlilik” ilkesi belgeye yansımış durumda.

    Yazımızda öne sürdüğümüz tezi özetleyerek, yukarıdaki belge ışığında değerlendirmelerimize geçebiliriz.

    Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Türk-Müslüman öğrenci ile bir kulübün insan kaynağını oluşturması

    Kadıköy ve Haydarpaşa’da şubeleri olan Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmenliği kişinin Enver Hoca olduğunun maddi kanıtlarını sunmuştuk. Fotoğraflar ve dönemin tanıklarının yazdıkları da kendisinin İstanbul’da öğretmenlik yaptığını doğruluyordu. Siciline göre o tarihte İstanbul’da görev yapan bir gümrük memuru olduğu kesin.

    Peki yukarıdaki belgeyi nasıl okumalıyız? Bakanlıklara bağlı özel komisyonların belirli aralıklarla toplandığı ya da bilgi alma amacıyla davetlerde bulunduğu anlaşılıyor. Bu toplantılara da komisyonlar adına çalışan ya da komisyonlarla ilişkisi olan kişiler davet edilmekte. Belgeye göre; bakanlık, 1906 Kasımı ayında komisyona, önceki toplantıya Enver Hoca’nın davet edilip edilmediğini soruyor. Komisyon ise kendisine davet gönderilmediği cevabını veriyor.

    Belge üzerinden tezimizi destekler nitelikteki yapacağımız çıkarım: Enver Hoca’nın özel komisyon tarafından bilinmesi. Faaliyetlerinin bir parçası olması. Daha önceden toplantılara çağırılıp çağırılmadığı, 1906’dan sonra ne oldu da bakanlığın böyle bir soru sorma ihtiyacı hissettiği şimdilik soru işareti. Umudumuz ve gayemiz odur ki arşivin derinliklerinde yeni belgeler karşımıza çıkar ve gerçekler tescillenmiş olur.

    Hasan Basri Bey’in Anıları

    Tezimizin ilk aşamasını oluşturan Enver Hoca’nın “Devlet tarafından görevlendirilmiş bir memur” olması yargısının altını bu belge ile çizdikten sonra, “Türk-Müslüman öğrencileri futbol ile bir araya getirip Fenerbahçe’nin altyapısını oluşturması” kısmına geçebiliriz.

    Fenerbahçe’nin ilk kadrosunda yer alan bir diğer Saint Joseph Liseli genç olan Hasan Basri Bey’in, 1932 yılında Türkspor Dergisi’nde yayınlanan hatıralarında, Fenerbahçe’nin kuruluş günlerine ait şu ifadeler yer alıyor:

    “İlk kulübüm olan Kadıköy’de (Kadıköy Futbol Kulübü) üç sene bulundum ve bu müddet zarfında kulübüm hep şampiyonluğu korudu. Fakat üç sene sonra bu kulüpten ayrılmak zorunda kaldım. Sebebine gelince: Fransız Mektebi’nde Enver Bey isminde bir Türkçe öğretmenim vardı. Sadi Bey ve Ziya Bey (Nurizade Ziya) bu öğretmen ile beraber bana gelerek, Kadıköy Kulübü’nü terk edip yeni kuracakları kulüpte beraber çalışmamızı istediler. Bu üç hürmet ettiğim adam, böyle bir Türk kulübü doğarken bir yabancı kulüpte ve Rumlarla beraber oynamaman ve kendileri ile beraber bir İslam kulübü yapılması çaresini arayıp çalışmam gerektiğini söylediler. Bu, benim arayıp da bulamadığım bir şeydi. Ben de, kulübün sadece Türklerden oluşması şartıyla birlikte çalışacağımızı vaadettim. (…..) Kendi kanımdan kardeşlerimle bir Türk ve Müslüman kulübünün büyüyüp yaşaması için çalışacaktım”

    Hasan Basri Bey’in hatıralarından anladığımız kadarıyla, Enver Hoca, sadece okuldaki öğrencilerini Fenerbahçe’ye yönlendirmekle kalmamış aynı zamanda semtin gayrı müslim takımlarında top koşturan Türkleri de Fenerbahçe’ye kazandırmaya çalışmış. Hasan Basri örneğinde görüldüğü gibi bunu da başarmış. Yazıdan ortaya çıkan bir diğer önemli nokta da, Hasan Basri’nin kendisini ziyarete gelen heyetin başı olarak Enver Hoca’yı işaret etmesi. Şüphesiz en önemli çıkarımımız Hasan Basri’yi ikna etmeye gelen heyetin “Türk ve Müslüman” kulüp vurgusunu yapması.

    Fenerbahçe’nin İnsan Kaynağı

    Bu belgelerle beraber Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolüne ilişkin bir tanık daha bulmuş oluyoruz. Nasuhi Esat ve Sait Selahattin’den sonra Hasan Basri’nin de yazdıkları Enver Hoca’nın kuruluştaki rolünü doğrulamış oluyor. Satırlarımızı önceki yazımızın sonuç kısmında yer alan değerlendirmemiz ile bitiriyor, giriş kısmında belirttiğimiz gibi tarihi gerçeklerin ortaya çıkması için emek veren tüm tarih meraklılarının da katkılarını beklediğimizi belirtmek istiyoruz.

    “Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün insan kaynağını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır. Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir”

    Barış KENAROĞLU – Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca II / Yeni Belgeler


    Not : Fenerbahçe’nin 1914’deki Rusya seyahati sırasında Hasan Basri Bey de vardı. Yukarıdaki resimde ayakta, sağdan beşinci sırada…

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip, yeniden yazılması gereken tarihi meseleleri de içerisinde barındırır. Kulübün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikayeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri; ‘Fenerbahçe’nin Kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için yeniden yazdığım Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”

    Bir süredir üzerinde çalıştığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşu” adlı kapsamlı araştırmanın giriş kısmı bu satırlarla başlıyor. Detayları önümüzdeki aylarda araştırma yayınlandığında gün yüzüne çıkacak olan birçok “mesele” var bu dönem ile ilgili. Bugün, Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesinin en önemli meselesini bu yazının konusu olarak sunmak istiyoruz: “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca”

    Kadıköy, Saint Joseph ve Fenerbahçe

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol, Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin kuruluşu, 1864 yılından beri Moda’da faaliyet gösteren bu okulun varlığı ile yakından ilgilidir.

    Moda ve Kadıköy, İstanbul’un “Küçük Britanya” diye anılan, yabancı nüfusun çoğunlukta olduğu bir semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy bu demografik yapısı nedeniyle başkent genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit kaynaklı baskıdan etkilenmemekte; semtte, şehrin geri kalanına göre “Liberal” bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. Gittikçe zayıflayan devlet mekanizmasının varlığını sürdürebilmesi için yabancı devletlerle kurduğu ilişkilerde “denge” politikasını benimseyen Padişah, genellikle onları kızdırmamak için kendi topraklarında yaşayan yabancıların özgürlüklerine dokunmuyordu.

    Futbol, İstanbul’da, bu koşulların bir araya gelmesiyle Kadıköy’de doğdu. Bu doğumun hangi yıla denk geldiği tartışmalı olsa da İstanbul’da yabancılara yönelik yayın yapan Levant Herald Gazetesi’nin 1 Aralık 1906 tarihli sayısında yer alan şu ifadelerin tartışmayı bitirecek nitelikte olduğu düşünülebilir. “Futbol, çok uzun yıllardır İstanbul’da oynanmasına rağmen, 1895-1897 yılları arasında şehri ziyaret eden İngiliz Kraliyet gemilerinin mürettebatıyla yapılan maçlarla başarılı bir şekilde hayatımıza giriş yapmıştır.”

    Gazetenin değerlendirmesine göre artık Kadıköy’ün genç nesli futboldan başka bir şey düşünmemekte, havanın güneşli ya da yağmurlu olmasını önemsemeyen 5000’e yakın kişi önemli maçları seyretmek için toplanmaktaydı.

    Futbol Sıkı Takip Altında

    Yabancıların özgürce futbol oynadıkları Kadıköy’de Türklerin bu spora ilgi duymamaları düşünülemez. Ancak ülkede yaşayan yabancılara ve Müslüman olmayan vatandaşlara karşı izlenen hoşgörülü politikadan, Türkler faydalanamıyor, Black Stockings örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile cezalandırılıyordu. Özetle, bu dönemde futbol “sıkı takip altındaydı.”

    Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol oynamaya başlamasında iki büyük etken vardır. Bunlar, 1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile eğitimde modernleşme kapsamında açılan okullar ve 1902 yılından sonra ülkede siyasi iklimin değişmesidir.

    1854’te Beyoğlu’nda ilk açtığı binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve 1870’de bugünkü yerine geçen Saint Joseph Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani, Fransız eğitim sistemine göre dizayn edilmişti.  Arnavutköy’de 1863 yılında açılan Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı. Bu üç okulun yapısı birbirinden farklı olsa da Türk futbolunun doğuşunda rolleri büyüktür.

    Müslüman olmayan öğrencilerden kurulu Robert Kolej’in futbol takımı İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı. Kolejin öğretmenlerinden Reşat Danyal, Black Stockings’i kuran kadroda yer almış ve kısa ömürlü bu kulübün başkanlığını yapmıştı.

    Osmanlı Devlet mekanizmasına memur yetiştirmek üzere kurulan Mekteb-i Sultani 1905 yılında bünyesinden Galatasaray Futbol Takımı’nı çıkarmış ve bu takım ilk Türk takımı olarak İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı.

    Okullar Hafiye Baskısından Kurtuluyor

    Peki Türk gençleri daha birkaç sene önce peşlerindeki hafiyelerin baskısından top oynamaya korkarken nasıl oldu da takım kuracak kadar cesaret buldular?

    Bu sorunun yanıtı gelişen siyasi olaylarda gizlidir. Devlet, bu yıllarda doğuda çıkan ve hızla yayılan vergi isyanları, Balkanlar’daki kaynaşmalar, Ermeni ayaklanmaları, yurtdışına kaçan Jön Türkler’in faaliyetleri ile uğraşıyordu. Bozulan ekonomiyi de hesaba katarsak, Türklerin futbol oynaması bu sayılanların yanında dikkate alınacak bir tehlike değildi. Ki zaten Mekteb-i Sultani, Osmanlı seçkinlerinin çocuklarını devlete memur olarak yetiştiren bir okuldu. Bu sebeple başlayan sportif faaliyetlere engel olunmaması okulun öğrencilerine bürokrasinin tanıdığı bir ayrıcalıktı. Moda’da eğitim veren Saint Joseph ise, tıpkı Robert Kolej gibi yabancı misyonu tarafından kurulmuş, bu özelliği ile Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olmadan eğitim veriyordu.

    Kurthan Fişek’in Türkiye Spor Tarihi adlı kitabındaki analizi bu dönemde okulları ile kurulan futbol takımları arasındaki ilişkiyi net bir şekilde açıklamaktadır: “Takımların büyük bölümünün mektepli oluşu, her türlü örgütlenme ve kalabalıklaşmanın yasak olduğu bu dönemde, okul duvarları arkasında ve spor yapılmasının sağladığı güvenceyle açıklanabilir.”

    Her üç okulun öğrenci sayılarını incelediğimizde Müslüman öğrenci sayısının en fazla olduğu okul Mekteb-i Sultani’ydi. Saint Joseph’in Türk futbolunun başlamasına en büyük etkisi Fenerbahçe’nin kuruluşundaki payından birkaç yıl önce Mekteb-i Sultani’nin futbol topu ile tanışmasıyla ortaya çıktı.  Saint Josephli bir öğretmenin Fransa’dan getirdiği futbol topu, bir öğrenci aracılığıyla Mekteb-i Sultani’ye gelmişti. Bu olaydan yıllar sonra Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, 1904 yılında Kadıköy’de izlediği maçtan sonra bir takım oluşturmaya karar verdi. Galatasaray ve Robert Kolej gibi okul takımlarının da içinde olduğu İstanbul Futbol Ligi’nin karşılaşmaları bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde oynanıyordu.

    Yabancıların tekelinden çıksa da hakimiyetlerinde oynanan ve çoğu kez de üstünlükleriyle biten lig maçlarının izleyicileri arasında Kadıköylü Türk gençleri de vardı. Bu gençlerin 1907 yılına gelindiğinde Fenerbahçe’yi kuran kadroyu oluşturduklarını açıklıkla söyleyebiliriz. Peki Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Hoca bu kadronun neresinde yer alıyordu? Enver Hoca bugün neden Fenerbahçe Tarihi’nin bir meselesi olarak değerlendiriliyor?

    Enver Yetiker’in Hayatı

    Basit bir internet aramasında karşımıza çıkan biyografisinin ötesinde bir hayat hikayesi var Enver Yetiker’in. Bu hikaye ile beraber kendisi hakkında daha önce sorulmamış soruları sorup, yanıtlarını bulmaya çalışacağız. Hayatının Fenerbahçe ile kesişen döneminden öncesini aktarmadan önce bir teşekkür ile başlamak istiyorum. Barış Eymen’in saatlerce yaptığı arşiv taramalarından bulduğu vesika olmasaydı, Enver Hoca ile ilgili soruları asla soramayacağımızı bilmenizi isterim. Binlerce sayfalık “Sicill-i Ahval” defterlerinden birinde bulduğu Enver Hoca’nın sicil kaydını transkripte ederken duyduğum heyecanı, umarım satırlarıma da yansıtabilirim.

    Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne göre; Enver Efendi, 1869 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Ayasofya Dersiamlarından Adilcevazlı Abdurrahman Hulusi Efendi’dir. Dersiamlık, zamanın medreselerine özel bir sınavla alınan ve dini ve sosyal alanlarda ders verebilen özel statülü müderrislere verilen isimdi. Bu mesleğin önemi devletin istihdam ettiği dersiamların tüm ülke sınırları içerisinde toplamda 120 kişi olmasıyla açıklanabilir.

    Enver Efendi orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra, Mülkiye Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda İstanbul’da eğitim veriyordu.  1892 yılında 23 yaşındayken okulu bitiren Enver Efendi, ‘gümrük memuru’ olarak göreve başladı. Kayıtlara göre, Arapça ve Fransızca biliyordu. 1907 yılının Ağustos ayında ‘istatistik kalemi müdür yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘müfettiş yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırına atandı. Enver Efendi’nin sicili kayıtları 1912 yılına kadar geliyor ve gümrük müfettişi olarak yürüttüğü kariyerinin aşamalarını ortaya koyuyor.

    Saint Joseph Lisesi’nde Bir Türkçe Öğretmeni

    Görüldüğü üzere Enver Efendi’nin sicilinde öğretmenlik yaptığı ile ilgili bir kayıt yok. Biz ise Enver Hoca’nın 1904 yılından itibaren  Saint Joseph Lisesi’nde öğretmenlik yaptığını, özel arşivlerde ulaştığımız fotoğraflarından biliyoruz. Peki Saint Joseph ile devletin ilişkileri nasıldı? Bahsedildiği gibi Saint Joseph, Fransa merkezli bir misyon okuluydu. Arşivleri incelediğimizde okul ile ilgili bazı vesikalara rastladık. Zaptiye ve Maarif Bakanlıkları memurlarının hazırladıkları raporların yer aldığı bu vesikalarda, okulda okutulan bazı kitapların İslam dinine hakaret ettiği iddiaları yer alırken, Müslüman ailelerin çocuklarını bu okula göndermesinin engellenmesi istenmekteydi. Bu bilgiler ışığında Enver Hoca’nın hayatının buraya kadar kısmı ile ilgili sormamız gereken bir soru var:

    “Bir devlet memuru olan Enver Efendi, devletin alenen karşısında durduğu bir okulda nasıl öğretmenlik yapabilmektedir ve bu görev sicil kayıtlarında neden yer almamaktadır?”

    Bu soruya yanıt verebilmek için önce Enver Hoca’nın öğretmenlik günlerine dönmemiz gerekiyor. Enver Hoca’nın iki öğrencisinin anlattıkları hem o günlerde Saint Joseph’in yapısı hem de öğretmenleri ile ilgili değerli bilgiler veriyor.

    Öğrencileri Anlatıyor

    Bu öğrencilerden ilki Said Selahattin Cihanoğlu. 1971 yılında “Sporculuk ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayınladığı anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905 senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi talebelerden birincilik koparmak bir mesele idi, buna hep hasret içinde idik.”

    Cihanoğlu’nun anlattıklarından anlıyoruz ki, okulda zaten azınlıkta olan Türk öğrenciler, sportif yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisindeler ve bu durum onları bir hayli rahatsız ediyor. Yüzyılın başından itibaren özellikle Balkanlarda yükselen milliyetçilik akımının, başkent topraklarında da yaygınlaşmaya başladığını, Jön Türkler’in de etkisiyle özellikle genç kuşakta bir uyanış olduğunu da değerlendirmeye almalıyız. Öğrencileri futbol topu ile tanışmış hatta bunu karşı kıyıdaki Mekteb-i Sultani ile de tanıştırmış olsa da bu dönemde Saint Joseph’ten belirli bir düzen içerisinde çıkmış bir futbol takımına rastlamıyoruz.

    Futbolun doğduğu toprakların merkezinde oldukları düşünülürse öğrencilerin bu spora ilgili oldukları yönünde fikir yürütebiliriz. Nitekim bu yolla giden araştırmacılar, Moda’daki bir başka Fransız okulu olan Faure Mektebi’nin Rum oyunculardan oluşan futbol takımını, Saint Joseph futbol takımı ile karıştırmışlar, hatta Mekteb-i Sultani öğrencilerinin futbol takımının ilk maçlarını Saint Joseph ile yaptığını ileri sürmüşlerdir.

    Bugün Faure Mektebi’nin varlığı ve Galatasaray’ın ilk futbol maçını bu okulun takımı ile yaptığı ortaya çıkmasına rağmen, birçok kaynakta ve Fenerbahçe resmi internet sitesinde bu yanlış bilgi yer almaktadır. Saint Josephli Türk öğrencilerin yabancı arkadaşlarına özenerek ve onların gerisinde kaldıkları için rahatsızlık hissederek geçirdikleri günlerde karşılarına Enver Hoca çıkmıştır.

    Bir diğer öğrencisi Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca’yı şöyle tarif ediyor: “Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız. Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin ‘Niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük”

    Belgeler

    Okuldaki Türk öğrencilerin psikolojisini ve Enver Hoca’nın karakteri hakkındaki izlenimlerini gördükten sonra sorduğumuz soruların yanıtlarına geçebiliriz. Bu soruların ortaya çıkma nedeninin Enver Hoca’nın sicil kaydında Saint Joseph’de öğretmen olarak yaptığı görevin yazılı olmaması olduğu söylenmişti. Dikkat çeken bu bilginin üzerine okul hakkında resmi makamlarca yazılan raporların içeriği de eklenince Enver Hoca’nın öğretmenliği hakkında aydınlatılması gereken bir şüphe oluşmuş oldu. Bu şüpheyi girmek için Saint Joseph Lisesi arşiv kayıtlarına bakma yönündeki çabamız sonuçsuz kaldı. Nihayetinde Salt Arşivi’nde karşımıza çıkan bir belge Enver Hoca’nın Saint Joseph’de öğretmenlik yaptığını kanıtlamamızı sağladı. Bu belge, Osmanlı Bankası’na ait bir mevduat cüzdanıydı ve Enver Hoca’nın karşısında “Saint Joseph Koleji Türkçe Öğretmeni” yazıyordu. Bu aşamada devam eden arşiv taramasında karşımıza çıkan bir vesika, oluşan soruların yanıtlarına ulaşmamızı sağladı.

    Vesika 1897 yılına aitti ve Gümrük Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne yazılmış bir raporu konu ediyordu. Raporda, Saint Joseph Lisesi’ne Fransa’dan gelen kitapların içeriklerinin kontrol edilmesi sırasında okul tarafından gönderilen görevli ile çıkan tartışma detaylı şekilde anlatılıyordu.

    Bu rapor Gümrük Nezareti’nin okul ile olan ilişkisini ortaya çıkarması anlamında büyük öneme sahip. Çünkü rapor yazıldıktan birkaç yıl sonra bir gümrük memuru olan Enver Efendi’nin okulda öğretmenliğe başlamasının sebebi bu raporda gizli. Gerek bu bilgiler gerekse o dönemin öğrencilerinin aktardıkları birleşince Enver Efendi’nin Enver Hoca olarak okula girmesinin bir görevlendirme sonucu gerçekleştiği anlaşılıyor.

    Devlet Tarafından Görevlendirilen Bir Memur

    Okulu dışardan kontrol etmenin zorluğuna karşın devlet otoritesinin, içeriye bir kişi sokarak olan biteni öğrenmek istemesi sorunun yanıtıdır. Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi de göz önünde bulundurduğumuzda ortaya attığımız tez böylece bir temele oturmuş oluyordu. Enver Hoca, devlet tarafından görevlendirilen bir memur olarak Saint Joseph’e girmişti. Nitekim Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi adlı eserinin 1987 yılındaki genişletilmiş baskısında yer verdiği Enver Hoca’nın şu ifadeleri de tezimizi destekleyecek nitelikteydi. “Rolüm, istibdat içinde kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamaktı. Futbol toplantıları bu iş için en uygun zamanlardı.”

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol Saint Joseph’de öğretmen olmasıyla başladı. Kulübün tarih yazımında farklı dönemlerde değişik şekillerde değerlendirilen bu rol, günümüze kadar hep tartışıldı.

    Enver Hoca kendi deyimiyle “baskıcı düzen içerisinde ezilen” Türk gençlerine hürriyet düşüncesini aşılamak için futbolu seçmişti. Abdülhamit’in bir memuru olarak görevlendirildiği okulda “Hürriyet” fikrini benimsetmeye çalışması ilk bakışta bir tezat olarak görülebilir. Ancak mezun olduğu Mülkiye’nin Jön Türk fikirlerinin yaygınlaştığı bir okul olması bu durumu biraz da olsa açıklığa kavuşturmaktadır.

    Enver Hoca’nın 1913 yılında dönemin İttihatçı Maliye Bakanı Cavit Bey döneminde İngiliz Crawford isimli bir gümrük uzmanına hazırlatılan sınavı kazanarak müfettiş olan üç kişiden biri olduğu da düşünülürse fikren Abdülhamit ideolojisinden uzak olduğu ortaya çıkmaktadır.

    Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerinden Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca ile bir derste yaşadığı diyaloğu şöyle aktarıyor. “Bir gün derste arkadaşlardan biri: ‘Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece ortaya çıkmış. Bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu?’ dedi. Yaman bir psikolog olan, bize daima ölçülü olmamızı tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile benimsetme yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi: ‘Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir’”

    Enver Hoca’nın futbol hakkında sorulan soruya verdiği yanıttan, öğrencileri arasında futbolun popüler olduğu, top oynamak istense de sosyal ve dini baskılardan oynanamadığı anlaşılıyor. Şüphesiz Saint Josephli Türk gençleri lig maçlarını takip ediyorlardı. Kurulan takımlardan da haberdardılar.

    Enver Hoca Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nerede?

    Bu paragraf ile birlikte Enver Yetiker’in Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolü üzerine yapılan tartışmaları ve karşıt görüşleri değerlendireceğiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki Enver Hoca’yı Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu sayanlar Saint Josephli Türk öğrencileri. Yaptığım alıntılarda da görüldüğü üzere Nasuhi Esat Baydar ve Sait Selahattin Cihanoğlu bu görüşü anılarında aktarıyorlar.

    Karşı tarafta ise kulübün bir diğer kurucusu Necip Okaner’in yazdığı mektup aracılığı ile bu görüşe karşı çıkışı var.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    Nasuhi Esat Baydar’ın İdman Dergisi’nde 1913’te yazdığı yazıda belirttiği görüşü ile Necip Okaner’in 1952 yılında yazdığı mektup arasında geçen 39 yılda Enver Yetiker’in kuruluştaki rolü kaynaklardaki farklılıklardan da görüleceği üzere hep tartışmalı kalmış.

    İlk görüşü destekler ifadeleri aktararak başlayalım. Kuruluşun 6.yılında, Nasuhi Esat şunları söylüyor: “1907 yılında Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Bey, eski öğrencilerinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp kurmak arzusunda bulunduğunu bildirmişti. Bu fikre bütün arkadaşları katılmış ve akşamları Moda çayırında idman yapmaya başlamışlardı. Altı kişilik futbol takımı olmazsa da Enver Bey ve arkadaşları oluşturdukları kadroya bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir siyasi fikre mal edilmemesi için Fenerbahçe ismini bulmuşlardı. Fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına hız verdi, böylece dört beş ay içinde üye sayısı yirmiye ulaştı. Biraz sonra Enver Bey ‘Fahri Başkanlık’ makamından çekildi. Kulübün yönetimi, girişken ve faal olan Nurizade Ziya Bey’e verildi.”  

    Nasuhi Esat Baydar, 1913 yılında anlattığı kuruluş hikayesini 1944 yılında Öz Fenerbahçe Dergisi’ne verdiği röportajda detaylandırıp, son cümlesiyle de bir anlamda tamamlıyor: “Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık. Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize oranla yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, Enver Bey’i bulduk. İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun toplumsal faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda yardımlaşma ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe Kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neşelenmeleri amacıyla Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.”

    Sait Selahattin Cihanoğlu Anlatıyor

    Said Selahattin Cihanoğlu ise Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolünü şöyle anlatıyor: “Türkçe hocamız Enver Bey isminde çok sevdiğimiz ve kendisine büyük bir hürmetle bağlandığımız bir kişi vardı. Enver Bey her cumartesi günleri, öğleden sonra bizi Fenerbahçe’ye futbol oynamaya götürürdü. İki takım yapardı. Birinin ismi Fenerbahçe, diğeri de Sen Jozef olurdu. o devirde Abdülhamit korkusuyla kulüp ismini vermeye kimse cesaret edemezdi. Türk öğrenciler arasına yabancı ve yerli gayrimüslim öğrencileri doldururdu. Yıllar böylece pek çabuk geçmişti. 1907’de Nurizade Ziya Bey, Ayetullah, Bahriyeli Enver (Yazarın Notu: Necip Okaner’in ön adı Enver’di) ve Hakkı Beyler Fenerbahçe Kulübü’nü kurma girişiminde bulundular. Enver Hoca kulübün isminin Fenerbahçe olması konusunda ısrar ediyordu. Özel bir yaratılışta ve Avrupai zihniyette bir kişi olan Ziya Bey Reis oldu. Çok mükemmel İngilizce bilen Ziya Bey Moda’daki İngilizlerle derhal temasa geçerek kulübü geliştirdi.”

    Rüştü Dağlaroğlu Anlatıyor

    İki öğrencisinin aktardığı bilgilerin benzerini 1949 yılında Enver Yetiker ile yaptığı röportajdan sonra Öz Fenerbahçe Dergisi’nde yazdığı uzun yazıda dile getiren Rüştü Dağlaroğlu ise, onun kulübü kuran bir numaralı üye olduğunu ilan etmişti. Yazıda dikkat çeken iki konu vardı. Birincisi Enver Hoca’nın kulübün renkleri olarak kırmızı-beyaz’ı seçmeyi düşünse de bu renklerden “milliyet”i temsil ettiği için vazgeçerek Fenerbahçe çayırındaki papatyalardan esinlenerek sarı-beyaz’da karar kıldığıydı. İkinci konu ise kulübün idare heyeti seçilirken Nurizade Ziya Bey’in başkan olduğu, Enver Hoca’nın resmi bir görev almadığıydı. Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu olduğunu öne süren bu görüşleri 4 madde ile özetleyebiliriz:

    – Saint Joseph’de öğretmenlik yaparken bir futbol kulübü kurma fikri Enver Hoca’ya aitti.

    – Enver Hoca, öğrencileri arasından birçok kişiyi kulübe kazandırmıştı.

    – Kulübün adı ve renkleri Enver Hoca tarafından belirlenmişti.

    – Enver Hoca, kulübün ilk idare heyetinde görev almamış,  sadece Fahri Başkanlık görevini yürütmüştür.

    Karşıt Görüşler ve 1 Numara Kim Sorusu

    Bu görüşlere karşı Necip Okaner’in 1952 yılında Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektuptaki ifadeleri koyabiliriz. Okaner mektubunda “Enver Bey’in kulüpte hiçbir zaman resmî olarak görev almadığını, kulübün kuruluşu ile bir alakası olmadığını” belirtmiştir.

    Bu görüşü paylaşanlardan biri de 2007’de yayınlanan Asr-ı Fener’in yayın kuruludur. Kitapta Enver Hoca’nın kurucu olduğunu söyleyen Nasuhi Esat’ın bu iddiasının diğer tanıklarca doğrulanmadığı, Nasuhi Esat’ın bu iddiayı ortaya atmasının sebebi olarak da kendisini Fenerbahçe’ye kazandıran kişinin Enver Hoca olması yazmaktadır. Kitaba göre Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişi Nurizade Ziya Bey’dir. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1949 yılında benimsediği görüşünden vazgeçtiği de kitapta yer alan bir diğer ifadedir.

    Gerçekte Dağlaroğlu, 1949 yılındaki düşüncelerinden Necip Okaner’in 1952 yılında kendisine yazdığı mektuptan hemen sonra vazgeçmemiştir. Bunun en büyük kanıtı Enver Yetiker’in 1955 yılında ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı veda yazısıdır. Bu yazı “Fenerbahçe Kulübü büyük ve muhterem kurucusu ve 1 numaralı üyesini kaybetmiş bulunuyor” diye sonlanmaktadır.

    Fenerbahçe’nin tarihini 1957 yılında kitaplaştıran Dağlaroğlu’nun görüşünü Enver Yetiker’in ölümünden sonra değiştirdiği kesindir. Kapsamlı eserinde Enver Yetiker için “Öğrencilerinin Fenerbahçe’yi kurmasına içten yardımcı olmuş ve kulübün ilk üyeleri arasında yerini almıştır.” ifadesini kullanması görüşünü değiştirdiği tarihi belirlememizi sağlamıştır.

    Kitabını 1987 yılında, o yıla kadar genişleterek yeniden yayınlayan Dağlaroğlu, Bu kez Enver Yetiker’i kurucular sıralamasında 4.sıraya yerleştirmiştir. Yazılanlar ışığında Enver Hoca’nın kurucu olmadığını ileri sürenlerin görüşleri üç maddede özetlenebilir:

    – Enver Hoca’nın kurucu olduğu iddiası öğrencisi Nasuhi Esat Baydar’a aittir ve diğer tanıklarca desteklenmemektedir.

    – Enver Hoca, Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırarak kulübe katkı sağlamıştır.

    – Fenerbahçe’yi  iki arkadaşı ile beraber kuran Nurizade Ziya Bey, Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişidir.

    Kulübün Enver Yetiker’e Bakışı

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü kurumsal olarak Enver Yetiker’e nasıl bakmaktadır? Bu sorunun yanıtı için bakmamız gereken ilk yer şüphesiz kulübün tüzükleri. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü 1913 yılında yazılmış ve içerisinde kurucuların isimlerine yer verilmemiş. 1923’te yazılan ikinci tüzükte ise kurucular kıdemlerine göre şu sırayla yer almıştır:

    1. Nurizade Ziya (Songülen)
    2. Enver Bey (Yetiker)
    3. Galip Bey (Kulaksızoğlu)
    4. Nasuhi Esat Bey (Baydar)
    5. Haccarzade Tevfik Bey (Taşçı)

    Şimdi de 2016 yılında kabul edilen kulübün son tüzüğünün 2.maddesinde yer verilen kurucuları sıralayalım:

    1. Ziya Songülen
    2. Ayetullah Bey
    3. Necip Okaner
    4. Asaf Beşpınar 
    5. Enver Yetiker

    İlk tüzük ile son tüzükte yer alan kurucular listesi arasındaki fark dikkat çekici durumdadır. 1923’te 2.sırada yer verilen Enver Bey, 2016’da 5.sırada kendine yer bulmuş gözüküyor. İki listenin de ortak tarafları Nurizade Ziya Songülen’in kurucular listesinde ilk sırada olması ve sırası değişse de Enver Hoca’nın her iki listede de yer almasıdır.

    Şüphesiz kurucular listelerindeki tutarsızlıklar, yıllara göre silinen ve eklenen isimler bambaşka bir araştırmanın konusu. Asıl konumuza dönecek olursak, Enver Yetiker’in kulüple 1949 yılına kadar kaynaklarda yer alan hiçbir teması olmamıştır. Bu tarihte ise Fenerbahçe Stadı’nın açılışında, açılışı yapan kişilerden biri olarak fotoğraf karelerine girmiştir. Enver Hoca’nın 1955’teki ölümünün ardından kulübün gazetelere verdiği ölüm ilanında kendisinden “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi” diye bahsedilmiştir. Yüksek olasılıkla Rüştü Dağlaroğlu tarafından kaleme alınan bu ilan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurumsal olarak Enver Yetiker’i son kez anmasıdır.

    Günümüzde resmi internet sitesinde yer alan tarihçede Enver Yetiker’den şu şekilde bahsedilmektedir: “Kulübün ismi, başkanı, amblemi ve formaları seçilmiş, mesele sadece formaları giyerek bu ismi tescil ettirecek 11 Türk gencinin bir araya getirilmesine kalmıştı. Bu konuda da en mühim rolü St. Joseph Mektebi Türkçe Öğretmeni Enver (Yetiker) Bey üstleniyordu.” Bu ifadeden, Fenerbahçe kurumsal tarih tezinin, önceki sayfalarda sözü edilen ikinci görüşe paralel olduğu; Enver Hoca’nın kulüp kuruluşundaki katkısının, takıma oyuncu bulmaktan öteye geçmediği anlaşılmaktadır.

    İstiklal Madalyalı Kurucu

    Enver Hoca’nın hayatının Fenerbahçe ile kesişmeyen yıllarında yaşadıklarını sıralayarak meselenin çözümleme bölümüne geçelim. Enver Bey, 1909 yılında müfettiş yardımcısı olarak Bulgaristan sınırına atandı. 1913 yılında girdiği sınavı kazanarak müfettiş oldu ve sırasıyla Trabzon ve İzmir’de görev aldı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yılda görev yeri Sirkeci, görevi ise gümrük müdürlüğü idi. Anadolu’ya silah kaçırılmasında aktif görev alması sebebiyle 1938 yılında İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ölene kadar Kızıltoprak İstasyon Caddesi’nde yaşadı.

    Enver Hoca için yapılan tartışmalar ve yıllar içerisinde değişen değerlendirmeler böylece sona eriyor. Çalışmanın sonuç kısmında değerlendirmelerimizi aktaracağız.

    Sonuç

    Öncelikle  iki zıt görüşün düşüncelerinin tek ortak noktası Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırmasıdır. İki yıl önce kurulan ve Galatasaray adını alan Mekteb-i Sultani futbol takımında top oynamaya başlayan Galip (Kulaksızoğlu) onun son sınıftaki öğrencilerindendi. Galip’in Galatasaray’dan ayrılarak yeni kurulan Fenerbahçe’ye gelmesinde Enver Hoca’nın payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu kuvvetli varsayımın yanında alt sınıflardaki öğrencileri Galip ile temas ettirerek Fenerbahçe için idman yapmalarını sağladığı dönemin iki tanığı tarafından teyit edilmiş bir gerçektir. Galip’in ortaokulu Mekteb-i Sultani’de okuduktan sonra liseye Saint Joseph’de başlaması ve kısa süre Galatasaray’da top oynadıktan sonra Fenerbahçe’ye katılmasını “Fenerbahçe’yi Galatasaraylılar kurdu” şeklinde değerlendirmelere karşı Enver Hoca’nın kişiliği ve Saint Joseph’deki faaliyetleri, öne sürülecek kuvvetli bir olarak argüman olarak elimizdedir.

    Enver Hoca’nın Büyük Rolü

    Enver Hoca’nın gerçek kuruculardan olmadığını öne sürenlerin en etkili söylemi olan Nasuhi Esat Baydar’dan başka tanık olmadığı görüşü de Sait Selahattin Cihanoğlu’nun aktardıklarıyla çürümektedir. Kulübün adı, renkleri gibi daha detaylı araştırma ve farklı kaynaklardan onay gerektiren konular üzerinde olmasa da, takım oluşturma aşamasında Enver Hoca’nın katkısı konusunda şüphe yoktur. Özellikle Sait Selahattin’in ilerleyen yaşına rağmen berrak bir zihne sahip olduğu bilgisi, Enver Hoca’nın rolü hakkında yaptığımız değerlendirmelere dayanak olmuştur.

    Mektup

    Her iki tanığın da Saint Josephli olması sübjektif değerlendirme yaptıkları şüphesini doğursa da, son tüzükte adları sıralanan 5 kurucudan sadece Necip Okaner’in Saint Joseph ile ilgisi yoktur. (Okaner’in 1952’de Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektup düşünüldüğünde bu ayrıntı daha da önemli hale gelmektedir. Bugün Dağlaroğlu Ailesi’nde bulunan mektubun deşifre edilmesi konunun açıklığa kavuşması için önemlidir) Dolayısıyla Fenerbahçe’nin, kurulduğu semtin bu en büyük okulu ile inkar edilemez bir bağı vardır. Kulübün kuruluşundan kısa bir süre geçtikten sonra başlayan Meşrutiyet dönemi ve devamında İttihat ve Terakki rejiminin de etkisiyle zayıflatılmaya çalışılan bu bağ şüphesiz okulun Fransız misyonunu temsil etmesinden kaynaklanmaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinin En Önemli Noktası

    Meşrutiyet devrinin temellerini atan Jön Türkler’in başat aktörlerinden Mizancı Murat’ın yakın geçmişte verdiği tarih derslerinin etkisinin sürdüğü bir ortamda Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün altyapısını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır.

    Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir.

    1923 Tüzüğünde sıralanan kurucular listesi şüphesiz hatalıdır. Ancak ilk iki sırada yer alan Nurizade Ziya Bey ve Enver Bey isimleri bu hatalı sıralamanın içerisinde doğru yerleştirilmiş iki isimdir. Kulübün maddi ihtiyaçları, 1903 yılında Saint Joseph’den mezun olduktan sonra eğitimini İngiltere’de tamamlayıp yurda dönen Ziya Bey tarafından sağlanmış, Enver Hoca ise kulübe insan kaynağı bulmuş, öğrencilerini kulübe yönlendirmiştir. Ziya Bey’in gerek maddi gücü gerekse popüler bir kişi olması bu görev dağılımında etkili olmuştur. Kulübün kuruluşunda yer alan bu iki isim, tıpkı diğer kurucu Necip Okaner gibi kuruluştan 1 yıl sonra kulüp yönetiminden ayrılarak bir daha aktif  görev almamışlardır. Bu ayrılışlar ve kulübün girdiği bunalım, tamamlanacak olan çalışmamızın içerisinde detaylarıyla analiz edilecek konu başlıklarından biridir.

    Barış Kenaroğlu


    Fotoğraflar

  • Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi

    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi

    Fenerbahçe tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Kayacan kardeşlerin büyüğü (ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan‘ın ağabeyi) Doktor Hamit Hüsnü Kayacan, vefatından bir süre önce Öz Fenerbahçe dergisine verdiği röportajda, Fenerbahçe’ye gelişini ve kulübün Kuşdili Lokali‘ne geçişini hikaye etmiş. Muhtemelen aklınıza “Bunun neresi bir Kadıköy hazinesinin aralanan sır perdesi oluyor?” suali gelmiştir. Haksız sayılmazsınız. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri‘nde, Fenerbahçe Kulübü’nün Hazine-i Hassa’dan kiraladığı ve yangın felaketine kadar 18 sene boyunca ikamet ettiği bu muhteşem binaya dair, yeni bir belge ortaya çıktı. Aşağıda önce Hamit Hüsnü Bey’in hatıratını, sonra da kıymetli tarihçimiz Barış Kenaroğlu’nun transkripsiyonu ile Padişah V. Mehmed’in iradesini göreceksiniz. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Sevgisi

    1308 (miladi 1892) yılında Mekteb-i Tıbbiye’den neş’et ettikten sonra, ertesi sene rahmetli arkadaşım Hakkı Şinâsi Paşa ile birlikte irade-i seniye ile Almanya’ya gönderildik. Almanya’da uzun süren bir tahsil ve ihtisastan sonra memlekete avdette Bâbıâlide İbrahim Nazif’in eczahanesinin üzerinde bir muayenehane açarak tabipliğe başladım.

    Spora karşı öteden beri içimde engin bir sevgi vardı. Bu arada biraderim Fuat ile birlikte Galatasaray Kulübü’ne intisap ettik. Fuat futbol oynuyordu. Ben de idareci oldum. Hatta Galatasaray’ın yurt dışına yaptığı ilk Macaristan seyahatinde kafile reisliğini ben deruhte ediyordum.

    Memleket dışına ilk defa çıkan Galatasaray’ın bu seyahatinden dönüşte, hâlen zahire borsasında bulunan sevgili ahbabım Yahya Berkî bir gün muayenehaneme geldi. Dereden tepeden konuşurken, bana : “Bugün gel seni bir yere götüreyim” dedi ve beraberce çıkarak Kadıköyü’ne geçtik. Yahya beni Altıyolağzı’nda, iki sokağı birleştiren, müselles şeklindeki bir evin tavan arasına çıkardı. İşte burası Fenerbahçe kulübü idi.

    Genç Fenerbahçeliler beni büyük bir samimiyet ve hürmetle karşıladılar. O gün geç vakite kadar oturduk, çay içip sohbet ettik. Bu yuvanın sıcak havası üzerimde silinmez bir intiba bırakmıştı. Evim Erenköy’de olduğu için, her akşam muayenehaneden eve dönerken bu tavanarasına uğruyor ve Fenerbahçelilerin arasında tatlı saatler geçiriyordum.

    Yeni Lokale Geçiyoruz

    Bir gün Fenerbahçeliler bana bu samimi yuvanın reisliğini teklif ettiler. Bu vazifenin daha imtiyazlı bir şahsa verilmesi icabettiğini söyleyerek bu samimi teklifi reddettim ve Fenerbahçe Kulübü’nün riyasetine gelmesi için Erenköyü’ndeki evimin komşusu Nafıa Nazırı Hulusi Bey’den ricada bulundum. Hulusi Bey bu ricamı kabul ederek Fenerbahçe’nin fahrî reisliğini üzerine aldı. Ben de Galatasaray’dan istifa ederek Fenerbahçelilerin arasına katıldım.

    Zaman geçip gidiyor, Fenerbahçemiz daima olarak inkişaflar kaydediyordu. Âza adedi de günden güne artmakta olduğundan, Altıyolağzı’ndaki müselles evin tavanarası bize dar gelmeye başlamıştı. Yeni bir lokale ciddi olarak ihtiyacımız vardı. Bu arada Kurbağalıdere üzerinde bir binada bulunan Uhuvvet Kulübü’nün iki odasının boş olduğunu haber aldık. Biri altta, diğeri üstte olan bu iki oda muvakkat bir zaman için bizim ihtiyacımızı karşılayabilecekti. Oraya taşındık.

    Lâkin, taşındıktan birkaç gün sonra bütün âzada bir adem-i memnuniyet başgösterdi. Zira bu Uhuvvet Kulübü denilen yer bir kumarhane gibi bir şeydi. Fenerbahçemizin bir kumarhane ile aynı çatı altında bulunması hiç de hoş bir şey değildi. El altından sondajlara başladım. Ve öğrendim ki Hazine-i Hassa’nın maçı bulunan bu binanın müsteciri bulunan Uhuvvet Kulübü kontrat müddetini hayli geçirdiği halde taksitlerini ödememişlerdir.

    Bir Hal Çaresi Kendini Gösteriyor

    Bu hal, Uhuvvet Kulübü’nü buradan çıkarmamıza yarayacaktı. Zihnim hep bu mesele ile kurcalanmaya başladı. Bir gün muayenehaneme bir hasta geldi. Kendisini muayene ettikten sonra, hasta defterine ismini kaydettirmek için sordum :

    • İsminiz?..
    • Ahmet.
    • Ne işle iştigal ediyorsunuz?..
    • Hazine-i Hassa hukuk müşaviriyin..

    Birdenbire sevincimden çıldıracaktım. Ahmet Bey de bir şey anlamamış tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu. Hemen kendisini iskemleye oturtarak ben de karşısına geçtim ve Uhuvvet Kulübü’nün hikayesini uzun uzadıya bütün teferruatı ile kendisine anlattım. Çarşamba günü kendisine gelmemi söyleyerek gitti. Çarşamba’yı iple çektim ve randevu saatinde gittim.

    Ahmet Bey’den Allah razı olsun, çok kolaylık gösterdi ve alâkadar oldu. Usulen müzayede yapılması icabettiği halde bu işi müzayedesiz hallediverdi. Lâkin kontratın bir şahsın üzerine yapılması icabediyormuş. Bilâtereddüt senede 80 altın lira üzerinden kendi üzerime kulübü kiraladım. O zamanki kazancım çok şükür yerinde idi. Avrupa’da ihtisas yapmış olmam dolayısıyla muayenehanem dolup taşıyordu. Bu parayı kendim seve seve verdim.

    Kontratı cebime yerleştirdikten sonra muayenehaneye bile uğramadan soluğu doğruca kulüpte aldım. Erken gelişim çocukları hayrete düşürmüştü. Hepsi hayretlerini izhar ettiler. Cebimden kontratı çıkarıp gösterdiğim zaman hepsi yerlerinden zıpladılar ve boynuma sarıldılar. İşte bu manzara benim için milyonlarca altından daha kıymetli idi.

    Bu bayram sevinci yatıştıktan sonra Uhuvvet Kulübü idarecilerine gittim ve kontratımı göstererek artık binayı tahliye etmeleri lazım geldiğini ileri sürdüm. Şiddetle reddettiler ve çıkmayacaklarını söylediler. Bu vaziyet karşısında Kuşdili karakoluna şikayette bulundum ve üç gün içinde polis marifetiyle tahliye olundular. Yalnız o kadar kızmışlardı ki çıkarken binada ne cam bıraktılar, ne çerçeve. Hatta bahçedeki demir parmaklıkları bile söküp götürdüler. Artık koskoca bina tamamen bizim, yani Fenerbahçe’nin malı olmuştu.

    Bütçe Meselesi

    Kulübün altındaki gazinoyu da 25 Lira kira ile yine koyu bir Fenerbahçeli olan Hamdi’ye kiraladık. Bütçemiz çok zayıftı. Bu yüzden paraya ihtiyacımız vardı. Bu müşkül içinde çırpınırken bir gün Hazine-i Hassa’dan bir protestoname aldık. Ahkâmı kontrata binaen kulübün tahliyesi isteniyordu. Bu vaziyet karşısında derhal soluğu Ahmet Bey’in yazıhanesinde aldım. Meğerse gazinoyu Hamdi’ye kiralamamız buna sebep olmuş.

    Ahmet Bey’le birlikte tekrar komisyonlara, heyetlere girdik çıktık ve neticede yine kontratı üzerimizde bıraktık fakat bu sefer senelik 80 altından 100 altına çıkmıştı. Bizi bir düşüncedir almıştı. Bu bir servetti, bunu nasıl verebilecektik?.. Çocuklar bol keseden : “Ben 3 Lira veririm, “Ben 5 Lira veririm” diye atıyorlardı. İçlerinde en ateşlileri, Allah gani gani rahmet eylesin Galip’ciğimdi. Kendilerine:

    • Çocuklar“, dedim; çok vaadedip hiç vermemektense az vaadedip vermeyi tercih edin…

    Bir gün Sultan Reşad’a yapılacak bir konsültasyon için Yıldız Sarayı’na gitmiştim. Orada aziz dostum başmabeyinci Tevfik Bey’e rastladım. Kendisine vaziyeti anlattım. Huzura girdi ve yarım saat sonra dışarı çıktığı zaman yüzü gülüyordu :

    • İrade-i seniye ile mezkûr bina senede 40 altından 10 sene müddetle Fenerbahçe Kulübü’ne kiralanmıştır. Keyfiyet Hazine-i Hassa’ya bildirilecektir. Haydi sen kalk git de çocuklara müjdeyi ver..” diyordu.

    Hamit Hüsnü Kayacan


    Ve işte Barış Kenaroğlu’nun transkripsiyonunu yaptığı o evrak; yani Padişah’ın iradesi… Fenerbahçe tarihini çok seviyoruz.

    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi
    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi… Kuşdili’nde Hazine-i Hassa’dan kiralanan ebniyede teşkil edilen Fenerbahçe Spor Kulübü’nün mevcudiyetini sürdürebilmesi ve beklenen hizmeti verebilmesi için kira bedelinin yarıya indirilmesi ve mukavele müddetinin uzatılmasına dair kulüp heyet-i idaresine ait talebin uygun bulunduğu.

    Hazine-i Hassa-i Şahane – Tahrirat Kalemi – Aded 88

    Ümid-i istikbal olan gençlerin fikren olduğu mertebeye bedenen de kavi yetişebilmelerini temin için 1 mart 1331 tarihinden itibaren üç sene müddet ve senevi seksen lira ücret ile kuşdilinde hazine-i hassadan isticar edilen ebniyede teşkil olmuş olan Fenerbahçe Spor Kulübünden intifa edilen hıdemat-ı müfide ve mühimmenin istihkakı muhtelif şubeler küşadına ve levazım-i esasisinden madud olan alet ve edevatın atide tedarikine mütevakıf olup halbuki mezkur kulübün idame-i mevcudiyeti için erbab-ı hamiyet tarafından verilmekte olan ianat-ı cüziyyeden mütehassıl varidatın bir kısm-ı mühimi bedel-i icara ita edilmekte olunması kısmının temin-i maksad mümkün olamamakta olduğundan sebeb ile saye-i füyuzat-vaye-i hazret-i padişahiden kulübçe bu hususa arz ve ifa edilmekte olan mesere-i sa’i ve ikdamın pek müfid neticelere mazhar buyurulması içün  bedel-i icarın kırk liraya tenziline ve kulübçe ihtiyac ile münasib tadilat ve tevsiatın  vücuda getirilmek üzere müddet-i mukavelenamenin dahi sekiz sene daha temdidine delalet edilmesi kulüb-i canibden hazineye verilen arzuhalde istida olunmuş ve hakikaten mezkur idman kulübü tarafından memleketimizde terbiye-i bedeniyyenin inkişaf ve intişarı zımmında ibraz edilen hıdemat paye-i mühim olup işbu hizmetin daire-i istifadesi bir kat daha tevsi ve hamiyet-i idarenin bu babdaki hem gayretlerini de teşvik için müsteda-i vakıanın tervici muvafık görülmekte bulunmuş ise de emr ü ferman-ı hümayun cenab-ı tacidar-ı her ne ü ca ile şeref müteallik buyuruluyor ise de mantuk-ı feyze tevfik-i hareket-i muhat-ı alem-i abd bu babda emr ü ferman hazret-i men’ül lehmindir.

    25 Receb 1333 / 26 Mayıs 1331 Hazine-i Hassa Müdür-i Umumisi

  • Cemil Topuzlu Paşa’nın Hatıratı

    Cemil Topuzlu Paşa’nın Hatıratı

    Fenerbahçe Stadı’nın tarihteki ilk belgeleri, Barış Kenaroğlu tarafından bir ay evvel bu sayfalarda yayınlanmıştı. Değerli arkadaşımız şimdi de kütüphanesinden, o belgelerin sahibi Operatör Dr. Cemil Topuzlu Paşa’nın hatıratı içinden ilgili bölümü aktarıyor.

    Cemil Paşa gücenmekte çok haklı… Ruhu şâd olsun; biz bundan sonra kendisini unutmayacağız. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Meşrutiyet ilanı

    1908 sonları idi. Meşrutiyet ilan edileli pek az olmuştu, Çiftehavuzlar’daki köşkümde bir garden parti tertip etmeyi düşündüm. Bu müsamerenin hasılatını siyasi suçlarından dolayı sürgüne gönderilip geri dönmüş bulunan mağdur vatandaşlarımıza verecektim.

    Köşküm yerli ve ecnebi bir çok şahıslarla hınca hınç dolmuştu, hatta hürriyet kahramanlarından Niyazi Bey merhum da meşhur geyiği ile beraber gelmişti. Bu geyik adeta bir nevi sembol idi, hatta uğur getirdiği için Niyazi Bey’in taburu ile beraber askeri yürüyüşlere de iştirak ediyordu.

    Bu müsamerede Adliye Nazırı olan Manyasizade Refik Bey merhum ve eski saray harem ağası Tahsin Nejat Efendi (yakın zamanda ölen bu zat çok değerli bir edip, hoca ve muharrirdi) kürsüye çıkıp hürriyet hakkında pek alkışlanan nutuklar söylediler. Halk bu iki katibi omuzları üzerinde taşıdı.

    Siyasi mağdurlar için de sekiz yüz altın gibi mühim bir para toplandı. Bu parayı ertesi günü onlara dağıttım.

    Türkiye’de de futbolun ilk yılları

    Garden partiye gelenler arasında Moda’da oturan zengin İngilizler ve ezcümle Mösyö Vitol da vardı. Bahçede gezinirken, Vitol bana şunları söyledi:

    “Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz” dedi.

    Yanımızda Arif Hikmet Paşa vardı, o da Mösyö Vitol’un mutalaasına iştirak etti. Böylece ertesi günü köşkte toplanıp bu meseleyi müzakere kararını verdik. Toplantıda bulunup stadı kuran zatlar şunlar:

    Eski Bahriye Nazırı Arif Hikmet Paşa, Mösyö Vitol ve akrabasından birkaç İngiliz, Mösyö James, İngiliz lakabıyla maruf Rıfat Bey, Server Paşazade Ziya Bey ve ben.

    Fenerbahçe Stadının yapılışı

    Müzakere esnasında tasavvurumuzu kuvveden fiile çıkarmayı kararlaştırdık. İlk iş olarak stad yapılacak bir yer istedik. Ben, Yoğurtçu’daki hazinei hassaya ait tarlayı ileri sürdüm. (Şimdiki Fenerbahçe Stadı). Arkadaşlar teklifimi pek muvafık buldular. Fakat:

    “- Orasını nasıl elde ederiz” dediler. Kendilerine:

    “- O benim bileceğim şey… Yarın saraya gider, Padişah’tan tarlayı isterim” cevabını verdim.

    Stad yerini bulduktan sonra, sıra para bulmaya geliyordu. Mösyö Vitol:

    “- Yapılacak stadın etrafını tahta perde ile çevirmek, zemini tesviye etmek, stadyum binasını yapmak ve bunu teftiş etmek için en aşağı 3.000 altına ihtiyaç vardır” dedi.

    Onu da aramızda tedarik etmeyi düşündük. Hisseme 250 altın düştü. Arif Hikmet Paşa buna yakın bir meblağ verdi. Türkler’den bizden başka kimlerin para verdiğini hatırlamıyorum. Yalnız İngilizler, mevcut parayı 3.000 altına iblağ ettiler. Kurduğumuz teşekküle de şu ismi bulduk : İttihat Kulübü.

    Ertesi gün saraya gittim. Başkatip Cevat Bey’i gördüm. Ne için geldiğimi anlattım. O sırada Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi is’af ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim. Fakat, Cevat Bey huzurdan dönünce:

    “- Efendimiz buyuruyorlar ki hazinesi hassaya ait olan emlaki isteyenler bir iki tane değildir. Daha geçen gün, Cemil Paşa Ahmet Rıza Bey ile gelmiş ve Kandilli’deki Adile Sultan Sarayı’nı mektep yapılmak üzere bağışlamamı rica etmişlerdi, verdim. Bu talepler tevali ettikçe, elde hazinei hassaya ait bir şey kalmayacak!”

    Umduğum çıkmamıştı. O zaman aklıma derhal bir çare geldi:

    “- O halde senevi 30 altına tarlayı kiralamamıza efendimiz müsaade buyursunlar” dedim.

    Cevat Bey tekrar huzura girdi. Dönüşte:

    “- Efendimiz, buna diyeceğim yok, buyuruyorlar!” cevabını getirdi.

    Böylece, Kadıköyü’ndeki İttihat Kulübü namına, mevzuu bahs tarlanın 20 veya 30 sene müddetle kiralanması hakkında irade sadır oldu. Hemen kontratı yaptık. Doğruca Mösyö Vitol’ü buldum. Onun ile beraber işe başladık. Birkaç gün sonra tarlanın etrafına tahta perde çekmiştik. Kış yaklaşıyordu. O sahada ise hiç ağaç yoktu. Hemen köşkümün bahçesinden 20 tane çınar ağacı çıkarttım, sahanın kenarlarına diktirdim ki bugün orada gördüğünüz ağaçlar bunlardır. Binayı da yaptırdık.

    Fenerbahçe Stadında ilk maçlar

    Bu suretle futbol oynanmaya başlandı. Fakat seyirci, yani hasılat yoktu. Halk futbola rağbet etmiyordu. Mösyö Vitol kar edeceğimizden bahseylemişti amma yerin kirası bile çıkmıyordu!

    Bu vaziyet umumi harbe kadar devam etti. Umumi harp başlar başlamaz, araya karışan hadiseler yüzünden, sporla uğraşacak vakit bulamadık. Ben de Avrupa’ya gittim. Kulübe, Kara Kemal el koymuş. Adını da İttihat Spor Kulübü yapmış.

    İşte, bugünkü Fenerbahçe Stadyumu’nun tarihçesi…

    Yalnız, zannedersem, Fenerbahçe Kulübü bu hakikati pek bilmiyor. Çünkü müteaddit defa yapılan toplantı ve senei devriye merasimlerinde bir kerecik olsun, beni davet etmek lütfunda bile bulunmadılar! Halbuki gönül, gençliğin kadirşinas olmasını ne kadar istiyor.

    Operatör Dr. Cemil Topuzlu Paşa’nın Hatıratı

  • Fenerbahçe Sol Açığı Bedri Bey

    1920’li yılların “Resimli Ay” mecmuasında Çelebizade Sait Tevfik tarafından yapılan sporcu söyleşilerine devam ediyoruz. İşgal yıllarındaki Fenerbahçe’nin sembol oyuncularından “Ceylan” lakaplı Bedri Gürsoy ile yapılan söyleşiyi Barış Kenaroğlu çevirdi. Keyifli okumalar…

    * * * * * *

    Avrupa turnesinde yüzümüzü güldüren bu mahir oyuncumuz henüz yirmi yaşında bir gençtir. Türkiye’nin hem de yegane sol açığı olan Bedri Bey, spora nasıl intisab etmiş, nasıl muvaffak olmuştur.

    Bu küçük sevimli oyuncumuzu bilmeyiz ki idman aleminde sevmeyen var mıdır? Küçük boyu, zarif vücudu, güzel yüzü ile daima etrafına ve bilhassa kulübü taraftarlarına kendini fazlaca alkışlattıran Bedri’nin hatıratını almak için kendisini sevgili kulübünde görmüştüm. Ona mazisini sorduğum zaman düşündü. Nasıl düşünmesin ki, küçük yaşında milli takımın hakiki oyuncusu olduğu halde daha spor tarihi pek yenidir. Bende çok iyi hatırlarım ki birkaç seneler evvel bu küçük oyuncuyu üçüncü takımlar arasında çapraz vuruşlarıyla sevmiş ve tebrik etmiştim. Aradan birkaç sene geçmeden bu oyuncu birbiri arkasına iki büyük mevkiye sahip olmuştur. Bunlardan birincisi Fenerbahçe birinci takımına girmesi, ikincisi de bir çok garazkârların arasında milli takıma dâhil olmasıdır. Henüz daha darülfünun sıralarında tahsil gören bu oyuncumuzun yaşı yirmiyi geçmediğine nazaran kendisinden Türk milli takımı için daha pek çok hizmetler beklenebilir.

    İşte pek küçükken tanıdığım bu oyuncu kulübün soyunma odasında etrafına sıralanmış elbise dolaplarına dayanarak hatıratını bakınız nasıl anlattı:

    Futbola olan çıldırasıya aşkım 1327 senesinden başlar. Şimdi yirmi yaşında olduğuma nazaran demek ki o zaman sekiz yaşında imişim. Şayet on iki sene evvelki Bedri’yi muhayyilemde canlandırarak ortaya çıkaracak olursam şu neticeyi bulurum: her dakika koşmak, oynamak, sıçramak, atlamak isteyen ele avuca sığmayan lastikten bir makine… İşte Bedri… O vakitler biz – şimdiki küçük bahtiyar futbolcular gibi – bir usul ve nizam dairesinde futbol oynamazdık. Biz o zamanlar futbol oynuyoruz diye beş on kişi toplanır ve bir yuvarlak paçavra parçasının arkasından güneş doğarken başlayarak, batarken bitirmek üzere mütemadiyen koşar, gözümüz ne yemek ne içmek görürdü.

    İşte birkaç sene ben mini mini vücudu bu usul ile yaktım ve zehirledim. Bir gün mektebin taşlık bahçesinde bir duvar bir kale diğer duvar bir kale, bir tarafta on-on beş, diğer tarafta yirmi kişi, ortada bir taş parçası “futbol maçı” yapıyorduk. Oyuncular içinde ben en ufakları, lakin en fedaileri idim. Öyle ki taş parçasının arkasından ona buna çalım yapıp pire gibi sıçrayarak taşlığın üstünde, çocukların ensesinde parende atıyor ve karşı duvara arka arkaya gol atıyordum.

    Bir gün ne oldu bilmiyorum başım hızla duvara çarptı. Gözümü açtığım zaman kendimi eczahanede buldum. Başım tehlikeli surette yarılmıştı, sarıyorlardı. Evde bir hafta kadar yattım. Başımdan geçen bu kazadan sonra artık evden futbol oynamama kat’iyen müsaade etmiyorlardı. O zaman İttihad Spor Kulübü’nün tam karşısındaki evi satın almıştık. Futbolun her Cuma ve Pazar önüme kıskandırıcı bir ziyafetini koyan bu güzel sahanın karşısında ben ciğer görmüş kedi gibi, bakar bakar yutkunurdum. Kendimi büyük maçları kıymetli oyuncuları görmekle teselli ediyor ve avutuyordum. O zamanlar bir Galip’i bir Hikmet’i bie Arif’i görünce kalbim çarpmaya başlardı. Sevincimden çıldırıyordum.

    Birkaç ay kadar geçti. İyiden iyiye yine başladım. Lakin bu defa  – çok maç seyrettiğimden olacak – az çok futbolun usul ve nizamını öğrenir gibi olmuştum. Arkadaşlarım çantalarını ve feslerini çıkarıp Kuşdili çayırına iki kale yapıp oyuncu almak için ayak yaptıkları zaman beni almak için çalışırlardı. Artık mektebde maharetim söyleniyordu: “Bedri Bey’in bir çalımı var ki, beş altı kişiyi yutturuyor, pire gibi kaçıyor”

    1333 senesinde Kadıköy sultanisi dahilinde iki kulüp vardı: Hilal ve Küçük Ocak. Ben Hilal’in kalecisi idim. Mektep, futboldaki kabiliyetimi inkişaf ettirdi. 1334 senesinde Alaaddin Bey oyunumu beğenmiş ve beni Fenerbahçe’ye yazdırmıştı. Artık hevesim ve şevkim bir kat daha arttı. Bir zaman geldi ki Fenerbahçe üçüncü takımında oynamaya başladım. Mektepte de maçlar yapardık. Galatasaray, İstanbul Sultanisi, Aşiyan Mektepleri ile yaptığımız maçlar ekserisinde galip gelirdik. Bu galibiyetlerde büyük hisselerim olurdu.

    1335 senesinde Fenerbahçe ikinci timinde sağ iç olarak oynamaya başladım. Çok güzel oynuyordum, çabuk terakki ediyordum. Bilhassa futbolda hiç kimsenin vuramadığı bir vuruş icat etmiştim. Şayan-ı hayret bir çeviklik ile bu vuruşu yaptığım zaman çok takdir olunurdum.

    Bir gün Galatasaray ikinci takımı ile Fenerbahçe ikinci takımı maç yapıyorduk. Ben sağ iç, Zeki Bey’in kardeşi Arif orta muhacim idi. Oyun başladıktan pek az zaman sonra Galatasaray’dan Arif bize bir gol yaptı. Top ortaya geldi. Arif bana bir pas verdi. Ben topu santra çizgisinden biraz açtım ve bir iki kişiye çalım yaptıktan sonra kaleye kırk yarddan bir şut çektim. Top havalandı, döndü dolaştı, rüzgarla beraber kalenin zaviyesinden içeri girdi.

    1336 senesinde ilk defa olarak Beylerbeyi’ne karşı birinci timde – takımın diğer azaları natamam olduğundan – sol açık mevkiinde oynadım. O gün güzel oynadım. Ve bir gol attım. Sonra Vefa’ya Selimiye’ye karşı oynadım ve hepsinde muvaffak oldum.

    1337’de Altınordu – Fenerbahçe maçında sağ açıkta cidden güzel bir oyun oynadım. O gün Cafer’i çalımla geçip Nedim’e bir gol  atınca kendimi dünyanın definesine gark etmişler sandım. Bu oyundan sonra hevesim ve şevkim bir kat daha arttı. En büyük kusurum futbolun ilk heveskar mübtedileri gibi, çok fazla çalım yapmak ve gol heveslisi olmaklığım idi. Daha sonra İngilizlerle olan maçlarımız gelir… İngilizlerle hemen her hafta Taksim’de ve İttihad Spor kulübünde gayet müntezim ve heyecanlı maçlar yapardık. Ben sol açık veya sol iç oynuyordum.

    Bir gün futboldaki maharetine prestij ettiğim biri bana dedi ki: “görüyorsun ki İstanbul’da şimdi iki halde iyi bir sol açık var.. işte senin için rakipsiz olarak serbestçe yürüyebilip muvaffak olacağın yegane saha… çalış memleketin en iyi sol açığı olacaksın..”

    Filhakika pek çok çalıştım. Sol ayağımla hiç vuramazken az zaman sonra sol vuruşlarımda, ortalayışlarımda mühim farklar görmeye başladım.

    İngilizlerle yaptığımız maçlardan ben çok istifade ettim. Çalımsız seyir geliştirdim. Şahsi oyundan vazgeçtim. Oyunumda seri ve bariz bir terakki mevcuttu. Bilhassa süratim ve çevikliğim hasmın önünden sıyrılıp uzun ….kalmaya sevk olup ortaya içlere isabetli pas verişlerim başlıca meziyetimi teşkil ediyordu. İngilizlerle olan maçların ekserisinde çok muvaffak olurdum. Bir gün geldi ki artık İstanbul muhtelit takımında yer tutmaya başladım.

    Artık İngilizler gitmişti. Lakin hariçten takım getiriliyordu. (Slavya – İstanbul Muhtelit Takımı) maçında futbol hayatımın parlak bir yıldızı saydığım fevkalade bir oyun oynadım. O gün karşımda enternasyonal bir muavin olan – bu defa olimpiyatta bize karşı oynatılmayıp daha kuvvetli bir hasma saklanılan – meşhur oyuncu tamamiyle acz göstermiş ve futbolun bütün hilelerine müracaat etmişti. Arkamdan tekme vuruyor, çelme takıyor, eteğimi çekiyordu. Lakin bütün bunlara rağmen ben bir lastik top gibi sıçrıyor, yıldırım gibi onun kalesine akıyordum. O günkü gollerin ikisinde de büyük bir hissem vardı.

    Slavya’yı, Romanya Milli Takımı takip etti. O gün fevkalade bir surette hazırlandığım maçı maatteessüf feci bir surette sakatlanarak başlangıcında terk etmeye mecbur kaldım. Hastanede iki aya yakın yattım. Futbolun apansız geliveren bu menfus hediyesi beni bu uğurdaki aşkımla hayatıma veda ettirecek diye çok korktum. Lakin çok şükür iyileştim ve maşukuma yine kavuştum. Sakatlandıktan sonra yaptığım maçlarda bacağımda ufak bir arıza kaldığından tabii olarak muvaffak olamadım. Lakin birkaç ay sonra eski oyunumu yeniden iktisab ettim.

    Türklerin de 1924 olimpiyatlarına iştirak etmeleri tekerrür etmiş ve bir Türk futbol grubu ihzar edip milli takımı meydana çıkarması için bir antrenöre ihtiyaç hissedilmişti. Çok geçmeden günün birinde Mister Hunter namında bir İngiliz futbol antrenörü Eskişehir’de seçme müsabakalarında hazır bulundu. Hunter’ın ilk nazarında takdirini celb edip beğendiği oyuncular meyanında ben de vardım.

    Bir zaman geldi ki Paris olimpiyatlarına iştirak etmek üzere yola çıkan Türk futbolcuları meyanında ben de bulunuyordum. Paris’te Çekoslavaklara karşı çıkan Türk timinde sol açık olarak oynadım. O gün diğer ekser arkadaşlarım gibi beklenilen oyunumu oynayamadım. O gün zaten bir iki kişi müstesna kimse muvaffak olamadı. Bunun en büyük sebebi ise aylar geçtiği halde büyük ve heyecanlı bir maçtan uzak ve yabancı kalmamızdı. Yoksa o gün karşımıza ihtiyat oyuncusu ile çıkan Çek takımı mağlup etmemiz pek de uzak bir hayal değildi.

    Futbol Avrupa turnesine çıkarak İsveçlilere karşı, “Reval”de Estonya milli takımına karşı, “Krakow”da “Lodic” “Prezemişil” de Lehlilere karşı olan oyunlarda muvaffak oldum. Bilhassa Estonya milli takımına karşı oynarken tam zamanında üç kişiyi atlayarak yapmış olduğum golün galibiyet üzerine iyi bir tesiri oldu. İşte şimdi Avrupa’dan pek çok istifade ederek avdet ettim. Kulübümde idmanlarıma muntazaman devam ediyorum. 1328’den 1340’a kadar olan hatıratımın muhayyilemde canlanan bazı aksamı bundan ibaret.

    Şimdi hal-i hazırda yirmi yaşındayım. Fenerbahçe kulübünün ve milli takımın sol açığı bulunuyorum. Türkiye’nin en iyi sol açığı olduğuma kaniyim. Bu kanaatim azmimin kolları arasında daima yaşayacaktır. Daha yaşım küçük olduğundan futboldaki bu muvaffakiyetimi bir mani zuhur etmediği takdirde muhafaza ve terakki ettirebilirim. Bunun için çalışacağım daima çalışacağım. Futbolu zeka, cesaret, azim, sebat, nezaket, münakaat gibi evsaf ve mezayatı kolları arasına alan bu güzel oyunu daha pek çok ilerleteceğim. En iyi oyunum iki sene sonra olacaktır.”

  • Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

    Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

    Tarihi bir belgeyi arşivden gün yüzüne çıkartarak, galiba bir ilke imza attık. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘nda (o dönem Union Club / İttihat Spor Sahası olarak bilinen) Fenerbahçe Stadı’nın tarihteki ilk belgeleri karşımıza çıktı. Sevgili Barış Kenaroğlu da hızla transkripsiyonu yapınca ortaya çok güzel bir iş meydana geldi…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Önce Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1957 tarihli “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” kitabında “Fenerbahçe Stadı”nı nasıl anlattığına bakalım :

    Rüştü Dağlaroğlu diyor ki

    “Yurdumuzun ilk nizamî futbol sahası Fenerbahçe Stadı olup, 1908 yılında (Union Club) adı altında tesis olunmuştur. Fakat (Papazın Çayırı) ismiyle anılan bu sahada daha önceleri de maç yapılırdı. Hatta, lokal inşasından önce, takımlar çayırın karşısındaki Kambur Todori’nin kahveci dükkanında soyunup maça çıkarlardı.

    Papazın Çayırı’nın muntazam bir stat hüviyetine girmesi bir tesadüf eseridir. Şöyle ki; 1908 Temmuzunda, Şehremini Operatör Cemil (Topuzlu) Paşa, Hürriyet kahramanlarına yardım maksadile, Çiftehavuzlar’daki köşkünde bir gardenparti tertiplemiştir. Davetlilerden ve memleketimizde ilk futbol oynayan ailelerden Reji Whittall bahçede eski Bahriye Nazırlarından Arif Hikmet Paşa ile gezerlerken Cemil Paşa’ya şöyle hitap eder :

    – Paşa, çok şükür hürriyete kavuşuldu. Gençlik artık cemiyetler kurabilecek… Memlekette futbola alaka var. Bu spor, ırkın tekamülündeki rolü dolayısıyla, İngiltere’de milli hüviyetine bürünmüştür. Aynı hali Türkiye için de arzularım. Gençlerinizde istidat da büyük. Bu itibarla, şu muhitte bir stad yapalım. Hem fubolu halka sevdiririz; hem de bu işin müteşebbisleri olarak faydalanırız.

    Fikir muvafık karşılandı ve ertesi gün bu 3 zattan başka birkaç İngiliz, Fenerbahçe Kulübü reisi Nurizade Ziya (Songülen) ve İngiliz namile maruf Rıfat Bey’ler toplanıp bir karara vardılar.

    Cemil Paşa en münasip yer olarak, Yoğurtçu’da Hazine-i Hassa’ya ait çayırı görmüştü. Burası Başkatip Cevat Bey vasıtasıyla, maksat anlatılıp İkinci Abdülhamit’ten istendi”

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi, 1957

    İşte yukarıda gördükleriniz (en altta tam çeviri metinleri bulunan) bu “isteme” belgeleri…

    Özetleyecek olursak;

    İçlerinde ilk Fenerbahçe Başkanı Nurizade Ziya (Songülen) Bey’in de bulunduğu, Union Club yönetimi ile birlikte Cemil (Topuzlu) Paşa ve Mirliva Faik Bey, bir stadyum yapmak üzere Uzunçayır’daki araziyi istiyorlar. Ama saray, adı geçen yerin “halka mahsus” olması nedeniyle, bunun yerine 10-15 dönümlük “Fenerbahçe Stadı” arazisinin kiralanmasını uygun buluyor. Böylelikle Fenerbahçe’nin evi, Türkiye’nin en eski ve sürekli spor sahası, yani “evimiz” dünyaya gelmiş oluyor. Emeği geçenler nur içinde yatsın…


    Belgenin Transkripsiyonu

    Bab- Ali
    Sadaret-i Azamı
    Mektup Kalemi
    Adedi: 63

    Hazine-i Hassa-i Şahane-i Nezaret-i Celilesine
    Devletlu Efendim Hazretleri

    İttihad kulübü  ünvanıyla Kadıköy’ünde tesis edilen kulübe tahsisi ve tevdii hal-i pa-i hümayun-ı cenab-ı hilafetpenahiden istida olunan bazı arazi hakkında Operatör Müşir devletlu Cemil Paşa hazretleriyle Mirliva Faik Bey tarafından arz ve takdim kılınıp emr-ü ferman mülükane-i mabeyn hümayun baş kitabet-i alisinden irsal olunan arizanın sureti leffen savb-ı alilerine tesyar kılındı. Ariza-i mezkurede bahs olunan araziden Uzunçayır’ın umuma mahsus olması cihetle kulübe tahsisi haiz olamayıp ancak kulübe mahsus olmadan inşa olunacak bina için tasarruf edilen mahallin karşısında bulunan ve on on beş dönümden ibaret olduğu beyan edilen çayır yerinin hazine-i hassa-i şahanece kulüp idaresine icarı münasib görülmüş olmağla icarı icabına himmet buyurulması siyakında tezkere-i penaveri terkim olundu efendim.

    Fi 20 Şaban 1326 / 3 Eylül 1324
    Sadr-ı Azam
    Kamil


    Kadıköy’ünde tesis ve teşkil edilen Osmanlı İttihad kulübüne tahsisi istirham kılınan on on beş dönümlük çayırın mezkur kulübe icarı münasip görüldüğüne dair makam-ı sami-i sadaret-i azimeden varid olan iş bu tezkere ve merbutu bilmütalaa mahal-i mezkure ahiren istihsali olan irade-i seniye üzerine mezkur kulübe şerait-i mukarrara ile icar edildiğinden müstağni-i muamele bulunmakla hıfzı tezekkür kılınan / Fi 27 Teşrinisani 1324