Yazar: Canarino

  • Fener’in Arslanı

    Fener’in Arslanı

    İşgal yıllarında ve sonrasında Fenerbahçe forması giyen “Ceylan” lakaplı Bedri Gürsoy, Akşam gazetesindeki köşesinde Fenerbahçe’nin meşhur kalecisini yazmış. Türkiye’de kaleciliğin gelişmesinde Fener’in Arslanı Karnik Arslanyan’ın payı çok büyüktü.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    * * * * * *

    Karnik Arslanyan

    Onu tanıyanlar, oyununu görenler pek iyi bilirler. Küçüktüm ama ben de pekâlâ hatırlıyorum. Arslanyan, ne yaman, ne mahir kaleci idi. Kısa boylu, tıknaz vücutlu, kalın bacaklı olan bu oyuncu, bu hali ile hiç de fevkalade bir sporcu ve futbolcu tipi göstermezdi. Hele onun lastik top gibi çevikliğine imkanı yok ihtimal vermezdiniz. Oyun haricinde konuşması, oturması kalkması o kadar ağır, sanki kurşun gibi idi.

    Arslanyan’ın yüzünde derhal fark edilen, göze çarpan bir alamet vardı. Etli ve iri burnu ucundan ağıza doğru adamakıllı yatık ve basıktı. Bu usta kalecinin yürüyüşünde ve iki tarafa yalpa vura vura koşuşunda da bir hususiyet vardı.

    Eşsiz futbolcumuz Bekir’in en beğendiği ve hatta yıldığı kaleci Arslanyan’dı. Buna mukabil Arslanyan’ın da en çok takdir ettiği, korktuğu, golünü yediği muhacim Bekir’di. Bekir’in patlattığı o meşhur bomba gibi şutların çoğu Arslanyan’ın soğukkanlı, tecrübeli oyunu karşısında erirdi. Lâkin bunlardan bir ikisi bir kere de yerini ve yolunu buldu mu Arslanyan’ın kımıldamasına bile vakit kalmadan kale ağlarına yapışırdı.

    Bir zamanlar Fenerbahçe Kulübü’nden başta Otomobil Nuri, Bekir, Beleş Cemil ve Haydar olmak üzere birçok değerli oyuncular çıkmışlar, Altınordu Kulübü’nü kurmuşlardı. Altınordulular, aralarında Bekir gibi bir oyuncu da dahil bulunduğu halde Fenerbahçe’nin karşısına canlı ve kuvvetli bir rakip çıkarmaya başlamışlardı. Bundan dolayı o zamanlar Altınordu ile Fener’in karşılaşmaları cidden çok çetin olurdu.

    Arslanyan Bekir’e Karşı

    İşte gene bir gün böyle hararetli maçlardan birinde adeta bir Arslanyan ve Bekir mücadelesi olmuştu ki bu futbol hatırasını ömrüm oldukça unutamam.

    Maç çok hızlı ve heyecanlı oluyordu. Bu anlarda en çok göze çarpan ve seyircileri heyecandan titreten vaziyet şu idi : Kulüp değiştirmek meselesinden Bekir’e son derece içerleyen, koyu Fenerbahçeli olan Arslanyan sanki Bekir’e gol attırmamaya ahdetmişti. Bekir’in en demir gibi şutlarını uzaktan, yakından, havadan, yerden ne pozisyonda gelirse gelsin akıllara hayret verecek bir maharetle yakalıyor ve her defasında da topu geriye fırlatırken Bekir’i fırsat bu fırsat diye kızdırıyor, ona şu şekilde bağırıyordu:

    – Bunu da atamadın… Nafile.. Başka sefere!

    Lâkin Bekir bu… Bunun altında kalır mı? Bir aralık ne yapıp yapıp ayağına geçirdiği topu yıldırım hızıyla kaleye doğru sürüyor, önüne gelen tam üç kişiyi ayrı ayrı o müthiş vücut ve ayak çalımıyla atlatıyor Nihayet seri bir eşape ve sonra birden on on iki adımdan kalenin sol köşesine şimşek gibi şutunu savuruyor. Bekir’in topa vurduğu zaman çıkardığı kendine mahsus o bomba gibi tok sesini işitiyoruz. O anda da topu ağların içerisinde görüyoruz. Arslanyan bu tutulmaz şut karşısında şaşırarak hareket bile edememiştir.

    Nihayet Arslanyan’ın inatçı ve müessir oyunu karşısında Bekir, işte bu şekilde enfes bir gol ile intikamını almış oluyordu.

    Kaleci Arslanyan, hızından kale ağlarına dolaşan topu söylene söylene çıkartmakla meşgul iken, Bekir’in şu şekilde bağırdığı işitiliyordu:

    – Zahmet etme, biraz sonra bir tane daha atacağım!.. İkisini beraber çıkartırsın!..

    Şimdi Nerededir Acaba?

    Arslanyan bugün sağ mıdır, ölmüş müdür, nerededir? Bilmiyorum. Onu en son olarak Türk milli takımının 925 senesinde Romanya milli takımı ile Bükreş’te yaptığımız maçtan sonra görmüştük. Oyundan sonra yanımıza koştu. Bükreş’te ticaretle meşgul olduğunu söyledi. Maçı kazandığımız ve iyi bir oyun gösterdiğimiz için hepimizi tebrik etti. Romanyalı oyuncular hakkında izahat verdi. Gözleri yaşla dolu olduğu halde İstanbul’un hasretini çektiğini söyledi.

    Fener’in Arslanı Nasıl Bir Kaleciydi?

    Kendi kendine görgüsüz, muallimsiz, antrenörsüz yetişen, Fenerbahçe kalesini senelerdir top uçurmadan bekleyen bu meşhur kalecinin oyun tarzı bambaşkadır. Plonjonu, eşapesi, blokesi, degajmanı, her şeyi ne şimdiki futbol sistemine, ne de bugünkü kalecilerimizin oyun tarzına benzer. Mesela, Arslanyan başının ucundan havadan kurşun gibi gelen topları ellerini çırparmış gibi havada bir hareket yaparak armut tutar gibi kolayca tutardı. Hem de nasıl? Bütün hızıyla ok gibi gelen top bu kuvvetli iki tokatın ve bileğin arasında mengeneye sıkışmış gibi hareketsiz mıhlanıp kalmak şartıyla!.. Bu nasıl oluyordu? (Zira şimdiki kaidelere nazaran bu suretle top tutmak hatalıdır, sakattır, tehlikelidir.) Onu düşünmeyiniz. Belki başta kaleciler bu şekilde top tutmaya kalksalar, ellerini de yırtarak top içeri girer, gol olur. Hele bu Bekir’in şutu olursa… Lakin Arslanyan’ın bir defasında olsun bu suretle tuttuğu topları kaçırdığı görülmemiştir.

    Son derece soğukkanlı idi. Kalede sanki hiçbir şey görmüyormuş gibi lakayd, ağır ağır hareket ederdi. Lakin birden lüzumu anında zıplar, bu lapacı gibi görünen vücut, çevikleşir, sanki civa kesilirdi.

    Arslanyan kadar karşısındaki oyuncunun pozisyonundan topu nereye ayacağını kestiren bir kaleci diyebilirim ki dünya yüzüne pek az gelmiştir. Karşısında hasım oyuncu, daha topa vurmadan o, çevik hareketlerle derhal yer tutardı.

    Zaviye kapayışları, zaviyeden kurtardığı goller, bir taraftan bir tarafa şimşek gibi plonjonlar, icabında, bilhassa kornerlerde, havaya sıçramalarla top yumruklamaları, oyuncu karşısına zamanında yaptığı yerinde cesur, enerjik deparlar bir tek kelime ile mükemmeldi.

    Kusur mu? Arslanyan gibi bir kalecide kusur aramak bir parçacık olsun futboldan anlamamaktır. Halbuki ben azıcık olsun bu işten anlarım diye geçiniyorum. Onun için müsaade edin de aramayayım.

    “Ceylan” Bedri Gürsoy / Fener’in Arslanı

  • Fener’in Aslanı : Kaleci Arslanyan

    İşgal yıllarında ve sonrasında Fenerbahçe forması giyen “Ceylan” lakaplı Bedri Gürsoy, Akşam gazetesindeki köşesinde Fenerbahçe’nin meşhur kalecisi Arslanyan’ı yazmış.

    * * * * * *

    Onu tanıyanlar, oyununu görenler pek iyi bilirler. Küçüktüm ama ben de pekâlâ hatırlıyorum. Arslanyan, ne yaman, ne mahir kaleci idi. Kısa boylu, tıknaz vücutlu, kalın bacaklı olan bu oyuncu, bu hali ile hiç de fevkalade bir sporcu ve futbolcu tipi göstermezdi. Hele onun lastik top gibi çevikliğine imkanı yok ihtimal vermezdiniz. Oyun haricinde konuşması, oturması kalkması o kadar ağır, sanki kurşun gibi idi.

    Arslanyan’ın yüzünde derhal fark edilen, göze çarpan bir alamet vardı. Etli ve iri burnu ucundan ağıza doğru adamakıllı yatık ve basıktı. Bu usta kalecinin yürüyüşünde ve iki tarafa yalpa vura vura koşuşunda da bir hususiyet vardı.

    Eşsiz futbolcumuz Bekir’in en beğendiği ve hatta yıldığı kaleci Arslanyan’dı. Buna mukabil Arslanyan’ın da en çok takdir ettiği, korktuğu, golünü yediği muhacim Bekir’di. Bekir’in patlattığı o meşhur bomba gibi şutların çoğu Arslanyan’ın soğukkanlı, tecrübeli oyunu karşısında erirdi. Lâkin bunlardan bir ikisi bir kere de yerini ve yolunu buldu mu Arslanyan’ın kımıldamasına bile vakit kalmadan kale ağlarına yapışırdı.

    Bir zamanlar Fenerbahçe Kulübü’nden başta Otomobil Nuri, Bekir, Beleş Cemil ve Haydar olmak üzere birçok değerli oyuncular çıkmışlar, Altınordu Kulübü’nü kurmuşlardı. Altınordulular, aralarında Bekir gibi bir oyuncu da dahil bulunduğu halde Fenerbahçe’nin karşısına canlı ve kuvvetli bir rakip çıkarmaya başlamışlardı. Bundan dolayı o zamanlar Altınordu ile Fener’in karşılaşmaları cidden çok çetin olurdu.

    İşte gene bir gün böyle hararetli maçlardan birinde adeta bir Arslanyan ve Bekir mücadelesi olmuştu ki bu futbol hatırasını ömrüm oldukça unutamam.

    Maç çok hızlı ve heyecanlı oluyordu. Bu anlarda en çok göze çarpan ve seyircileri heyecandan titreten vaziyet şu idi : Kulüp değiştirmek meselesinden Bekir’e son derece içerleyen, koyu Fenerbahçeli olan Arslanyan sanki Bekir’e gol attırmamaya ahdetmişti. Bekir’in en demir gibi şutlarını uzaktan, yakından, havadan, yerden ne pozisyonda gelirse gelsin akıllara hayret verecek bir maharetle yakalıyor ve her defasında da topu geriye fırlatırken Bekir’i fırsat bu fırsat diye kızdırıyor, ona şu şekilde bağırıyordu:

    – Bunu da atamadın… Nafile.. Başka sefere!

    Lâkin Bekir bu… Bunun altında kalır mı? Bir aralık ne yapıp yapıp ayağına geçirdiği topu yıldırım hızıyla kaleye doğru sürüyor, önüne gelen tam üç kişiyi ayrı ayrı o müthiş vücut ve ayak çalımıyla atlatıyor Nihayet seri bir eşape ve sonra birden on on iki adımdan kalenin sol köşesine şimşek gibi şutunu savuruyor. Bekir’in topa vurduğu zaman çıkardığı kendine mahsus o bomba gibi tok sesini işitiyoruz. O anda da topu ağların içerisinde görüyoruz. Arslanyan bu tutulmaz şut karşısında şaşırarak hareket bile edememiştir.

    Nihayet Arslanyan’ın inatçı ve müessir oyunu karşısında Bekir, işte bu şekilde enfes bir gol ile intikamını almış oluyordu.

    Kaleci Arslanyan, hızından kale ağlarına dolaşan topu söylene söylene çıkartmakla meşgul iken, Bekir’in şu şekilde bağırdığı işitiliyordu:

    – Zahmet etme, biraz sonra bir tane daha atacağım!.. İkisini beraber çıkartırsın!..

    Arslanyan bugün sağ mıdır, ölmüş müdür, nerededir? Bilmiyorum. Onu en son olarak Türk milli takımının 925 senesinde Romanya milli takımı ile Bükreş’te yaptığımız maçtan sonra görmüştük. Oyundan sonra yanımıza koştu. Bükreş’te ticaretle meşgul olduğunu söyledi. Maçı kazandığımız ve iyi bir oyun gösterdiğimiz için hepimizi tebrik etti. Romanyalı oyuncular hakkında izahat verdi. Gözleri yaşla dolu olduğu halde İstanbul’un hasretini çektiğini söyledi.

    Oyun Tarzı, Hususiyeti, Meziyetleri ve Noksanları

    Kendi kendine görgüsüz, muallimsiz, antrenörsüz yetişen, Fenerbahçe kalesini senelerdir top uçurmadan bekleyen bu meşhur kalecinin oyun tarzı bambaşkadır. Plonjonu, eşapesi, blokesi, degajmanı, her şeyi ne şimdiki futbol sistemine, ne de bugünkü kalecilerimizin oyun tarzına benzer. Mesela, Arslanyan başının ucundan havadan kurşun gibi gelen topları ellerini çırparmış gibi havada bir hareket yaparak armut tutar gibi kolayca tutardı. Hem de nasıl? Bütün hızıyla ok gibi gelen top bu kuvvetli iki tokatın ve bileğin arasında mengeneye sıkışmış gibi hareketsiz mıhlanıp kalmak şartıyla!.. Bu nasıl oluyordu? (Zira şimdiki kaidelere nazaran bu suretle top tutmak hatalıdır, sakattır, tehlikelidir.) Onu düşünmeyiniz. Belki başta kaleciler bu şekilde top tutmaya kalksalar, ellerini de yırtarak top içeri girer, gol olur. Hele bu Bekir’in şutu olursa… Lakin Arslanyan’ın bir defasında olsun bu suretle tuttuğu topları kaçırdığı görülmemiştir.

    Son derece soğukkanlı idi. Kalede sanki hiçbir şey görmüyormuş gibi lakayd, ağır ağır hareket ederdi. Lakin birden lüzumu anında zıplar, bu lapacı gibi görünen vücut, çevikleşir, sanki civa kesilirdi.

    Arslanyan kadar karşısındaki oyuncunun pozisyonundan topu nereye ayacağını kestiren bir kaleci diyebilirim ki dünya yüzüne pek az gelmiştir. Karşısında hasım oyuncu, daha topa vurmadan o, çevik hareketlerle derhal yer tutardı.

    Zaviye kapayışları, zaviyeden kurtardığı goller, bir taraftan bir tarafa şimşek gibi plonjonlar, icabında, bilhassa kornerlerde, havaya sıçramalarla top yumruklamaları, oyuncu karşısına zamanında yaptığı yerinde cesur, enerjik deparlar bir tek kelime ile mükemmeldi.

    Kusur mu? Arslanyan gibi bir kalecide kusur aramak bir parçacık olsun futboldan anlamamaktır. Halbuki ben azıcık olsun bu işten anlarım diye geçiniyorum. Onun için müsaade edin de aramayayım.

    “Ceylan” Bedri Gürsoy

  • Kadıköy’de Rum Karması’na Karşı

    Kadıköy’de Rum Karması’na Karşı

    Arşiv taramalarında denk geldikçe işgal döneminde oynanan maçların haberlerini sitemize eklemeye devam ediyoruz… Fenerbahçe, bundan bir asır önce, 3 Ekim 1920 tarihinde, Kadıköy’de Rum Karması’na karşı bir maça çıktı ve karşılaşmayı 5-2 kazandı. Bu maç, 24 Kasım 1918 tarihinde başlayan işgal dönemi Fenerbahçe maçlarının 51.si idi. Beş yıllık süreçte Fenerbahçe, yaptığı 126 maçın tam 103 tanesini kazanmıştı… Aşağıda “Spor Alemi” mecmuasından maçın kısa haberini göreceksiniz. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 5 – 2 Rum Karması

    Bugünkü maçı görmek için binden ziyade halk toplanmıştı. Fenerliler kulüpten içeriye girdiklerinde halk pek büyük bir merakla etraflarına koşuşmuşlardı.

    Maçta İngiliz takımının kaptanı hakem kabul edilmişti.

    Oyunun ilk sıralarında her iki tarafta heyecan pek ziyade idi. Her yapılan akın aleyhtarlar üzerinde büyük bir tesir husule getiriyordu. Oyun müddeti 20 dakika geçe Fenerliler şedit bir akın yaparak Hüsnü Bey (*) tarafından ilk sayıyı yaptılar ve biraz sonra yine çevik oyuncu Hüsnü Bey’in gayretiyle bir ikincisi ilave edildi. Maç ziyade şiddetlenmişti.

    Rumlar oyuncularını teşci’ için son derecede patırtı ediyorlardı. Fakat buna mukabil Fenerliler hücumlarını da tevkif etmeden devam ediyorlardı. Ve üçüncü ve dördüncü sayılarını da Alaaddin Bey’in (**) gayretiyle yaptılar.

    İkinci partide Rumlar ziyade çalışmaya başladılar. Ve mühim muhacimleri Poli tarafından Rumlar da birinci sayılarını yaptılar ve biraz sonra da (penaltıdan) Koço’nun şutuyla ikinci sayı yapıldı. Oyun meraklı bir safhaya dahil olmuştu, kuraklık esnasında Fenerliler son bir beşinci sayı (***) ile kuvvetli hasımlarını ikiye karşı beş sayı ile mağlup eyledi.

    Fener takımı Zeki ve Refik Beylerden mahrum bulunuyorlardı. Takımlarına dahil olan ikinci timden Suat ve Arif kuvvetli arkadaşları arasında aynı mevkide çalıştılar ve muvaffak oldular. Her oyuncu vazifesini yaptı. Rumlarda muavin hattı ve bir müdafileri ve orta muhacimleri gayet iyi çalışıyorlardı.

    Spor Alemi Mecmuası / Kadıköy’de Rum Karması’na Karşı

    (*) Hüsnü Erciyes
    (**) Alaaddin Baydar
    (***) Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre bu beşinci golü atan oyuncu Sabih Arca.

  • İşgalde Rumlara Atılan 5 Gol

    Fenerbahçe, bundan bir asır önce, 3 Ekim 1920 tarihinde, Kadıköy’de Rum Karması ile karşılaştı ve bu maçı 5-2 kazandı. Aşağıda “Spor Alemi” mecmuasından maçın haberini göreceksiniz. Keyifli okumalar.

    * * * * * *

    Bugünkü maçı görmek için binden ziyade halk toplanmıştı. Fenerliler kulüpten içeriye girdiklerinde halk pek büyük bir merakla etraflarına koşuşmuşlardı.

    Maçta İngiliz takımının kaptanı hakem kabul edilmişti.

    Oyunun ilk sıralarında her iki tarafta heyecan pek ziyade idi. Her yapılan akın aleyhtarlar üzerinde büyük bir tesir husule getiriyordu. Oyun müddeti 20 dakika geçe Fenerliler şedit bir akın yaparak Hüsnü Bey (*) tarafından ilk sayıyı yaptılar ve biraz sonra yine çevik oyuncu Hüsnü Bey’in gayretiyle bir ikincisi ilave edildi. Maç ziyade şiddetlenmişti.

    Rumlar oyuncularını teşci’ için son derecede patırtı ediyorlardı. Fakat buna mukabil Fenerliler hücumlarını da tevkif etmeden devam ediyorlardı. Ve üçüncü ve dördüncü sayılarını da Alaaddin Bey’in (**) gayretiyle yaptılar.

    İkinci partide Rumlar ziyade çalışmaya başladılar. Ve mühim muhacimleri Poli tarafından Rumlar da birinci sayılarını yaptılar ve biraz sonra da (penaltıdan) Koço’nun şutuyla ikinci sayı yapıldı. Oyun meraklı bir safhaya dahil olmuştu, kuraklık esnasında Fenerliler son bir beşinci sayı (***) ile kuvvetli hasımlarını ikiye karşı beş sayı ile mağlup eyledi.

    Fener takımı Zeki ve Refik Beylerden mahrum bulunuyorlardı. Takımlarına dahil olan ikinci timden Suat ve Arif kuvvetli arkadaşları arasında aynı mevkide çalıştılar ve muvaffak oldular. Her oyuncu vazifesini yaptı. Rumlarda muavin hattı ve bir müdafileri ve orta muhacimleri gayet iyi çalışıyorlardı.

    Spor Alemi Mecmuası

    (*) Hüsnü Erciyes
    (**) Alaaddin Baydar
    (***) Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre bu beşinci golü atan oyuncu Sabih Arca.

  • Adnan Menderes ve Fenerbahçe

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu, 1987 basımı Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi kitabında, Ocak 1960’da Adnan Menderes ve Fenerbahçe yöneticilerinin Ankara’da bir araya gelişlerini anlatıyor. Kitaptan aynen aktarıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ankara’ya Gidiyoruz

    22 Ocak 1960 Cuma öğleden sonra idi. İçinde Meclis Başkan Vekili de dahil, bu kez 3 milletvekili bulunan Yönetim Kurulu dışından 5-6 Fenerbahçeli, yine yönetim dışındaki Rüştü Dağlaroğlu’na telefonla ve tepeden inme:

    “Bu akşam Ankara’ya gidiyoruz Başbakan’a stat konusu açılacak. Sözcü sensin. Mutlaka gelmelisin.” denildi ve gidildi.

    23 Ocak Cumartesi saat 15:00 idi. Başbakan Fenerbahçelileri, makam salonunun kapısı dışında karşıladı, onlar oturmadan masaya oturmadı ve:

    – “Fenerbahçe, şeref ve şöhreti ve büyük başarılarıyla her zaman övündüğümüz bir kulübümüzdür. Ona hizmet en büyük mutluluktur. Hoş geldiniz. Emirleriniz?” dedikten sonra, sol tarafındaki Fenerbahçeli sözcünün iki dilekten biri olan ve toplantıda hazır bulunan Devlet Bakanı Medeni Berk’in Fenerbahçe Kulübü’ne Reisliğine müsaade edilmesi isteğini hemen kendisine sorup, olumlu karşıladıktan sonra, stat konusu da çabuk sonuca bağlandı. Dağlaroğlu’nun :

    – “Malûmu âlileridir ki Fenerbahçe Stadı, Türk sporunun beşiğidir. İstanbul’un geniş Anadolu yakasının da tek sahasıdır. Ancak ihmal olunmuştur. Yapıcı elinizin bu tarihi stada da uzanmasını ve ihyasını diliyoruz. Milyonlarca Fenerbahçeli size minnettar kalacaktır!” sözlerine:

    – “Hem sevindim, hem üzüldüm. Böyle bir stadın ihmal edilmiş olması acıdır. Ben Fenerbahçe’yi varlıklı ve zengin bir kulübümüz bilirdim. Bu sıkıntınızı şimdiye kadar neden bana aksettiren olmadı. Fenerbahçe Stadı’nın imar ve ihyası bir memleket ve gençlik hizmetidir. Memnunlukla kabul ediyorum. Yapılmış bilin ve camianıza da müjdeleyin. Bu, bizim için vazife ve en yüce şereftir. Hemen bir balo, piyango tertipleriz. İş olur.” yanıtını verdi.

    Burada Fenerbahçeli sözcünün işin maddi portresine değinmesine Menderes’in verdiği cevap tarihseldir :

    – “Af buyurun beyefendi, bu iş bir balo veya piyangolu iş değildir. 5-6 milyon liralık iştir.”

    – “Siz müsterih olunuz efendim. Paranın değeri mi olur Fenerbahçemiz için!… Biz, bir tek köyümüzün içme suyuna 30 milyon para harcarken, Fenerbahçemiz için yapacağımız hizmete sınır tanır mıyız? Medeni, not al. Bu işi en kısa zamanda mutlaka yapacağız. Bu gece İstanbul’a giderken de stada uğrayalım.”

    Bu sözler Fenerbahçelilere şükranlarını beyandan başka yapacak iş bırakmamıştı.

    Sürpriz Ziyaret mi?

    Dağlaroğlu’nun; “Efendim, kulübümüzün bir tarihini size sunmak bizler için büyük mutluluktur. 315. sayfada bize kupa verişinizin resmi var. Başvekil olduktan sonra ilk kupayı Fenerbahçe’ye vermiştiniz. Hatta, iktidara gelmenizden önce de mutlu bir anıyı unutamayız : 1949 Eylülünde İzmir Palas otelinde sizi maçımıza davet etmiştim. Celal Bayar’la önemli işleriniz olduğunu söylemenize karşın, yine de beraber gelip tribünde seyirciler arasında oturmuştunuz. Kazandığımız bu maçtan sonra Alsancak Stadı’ndan, Bayar’la beraber, eller üstünde çıkışınızı unutamayız : Stat, Ya ya ya, şa şa şa, Fenerbahçe, Menderes, Bayar tempolarıyla inlemişti!” dediğinde Menderes 315. sayfayı açıp resme bakmış ve:

    – “Nasıl hatırlamam? Başbakanlık Kupası dediniz de. O maçları şimdi de tekrarlasak! Ama antidemokratik derler, değil mi? Nemize gerek!” görüşünü öne sürmüştür.

    Menderes, o karlı gece, Medeni Berk ve Namık Gedik’le, İstanbul yolunu tutmuş ve 24 Ocak 1960 Pazar sabahı 6’da, 12 saat önce konuştuğu Fenerbahçeliler henüz Ankara’da Elhamra otelinde mışıl mışıl uyurlarken, o İstanbul’a varıp stat bekçisi Mustafa Abacı’yı uyandırarak, sabah ayazında Fenerbahçe stat ve sahasını dolaşmıştır.

    Rüştü Dağlaroğlu – Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi (1987) / Adnan Menderes ve Fenerbahçe

  • Kadri Göktulga

    Kadri Göktulga

    Çelebizade Sait Tevfik tarafından “Resimli Ay” dergisinde Fenerbahçeli sporcularla yapılan söyleşilere devam ediyoruz. 1921-1931 yılları arasında 64 resmî maçta forma giyen, Harington Kupası kahramanlarından Kadri Göktulga, Mart 1925 tarihinde dergiye bir röportaj veriyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çelebizade’den Kadri Göktulga Peşrevi

    Pek küçükten tanırım. Ekseri günler mektepten çıktıktan sonra daimi arkadaşlarından Nusret ve Bedri ile beraber Union Club’ın kalelerinde egzersizlerini yaparlardı. O vakitler Fenerbahçe Kulübü’nün küçük takımlarında oynuyorlar ve daha müptediliklerine rağmen takdir ediliyorlardı. Seneler geçtikçe birbirinden ayrılmayan bu üç oyuncudan biri olan Nusret Anadolu’ya gitti. Bedri ve Kadri ise evvela üçüncü ve pek az farkla ikinci takıma geçtikleri gibi, bu aylar zarfında birinci takıma da dahil oldular. Bedri muhacim hattında çalışırken, Kadri de muavin hattında geçilmez bir uzuv oldu ve bu sayede, pek genç bulunmasına rağmen, orada gösterdiği muvaffakıyet kendisini kulübünde müdafaa mevkiine yerleştirmeye sebep oldu. Şimdiki halde istikbali en parlak bir müdafi oyuncusudur. Birdenbire büyüyen ve aynı günlerde yükselen bu genç oyuncu kendi hatıratına şöyle başlıyor :

    Kadri Göktulga Anlatıyor

    “Pek küçükken sporun ne demek olduğunu bilmezdim. Sekiz, dokuz yaşında Kadıköy Sultanisi’nde bulunduğum zamanlar futbolu merak etmiştim. O zaman Kadıköy Sultanisi müdür ve muallimleri spora ehemmiyet verirlerdi. Her gün öğle teneffüsünde Haydarpaşa Çayırı’na çıkar ve takımlar teşkil ederek birbirimizle maçlar yapardık. O zamanlar mektebin en iyi oyuncuları meyanında bu senenin teferrüd eden idmancıları bulunurdu. Tabii biz çok küçük olduğumuzdan, ağabeylerimizin oyunlarını merakla seyretmekle iktifa ediyorduk.

    Yavaş yavaş her Cuma günleri Kadıköy Spor Kulübü’ne koşmaya başladık. Burası bize futbolun zevk ve şevkini tattırmıştı. Daha o zaman milli takım teşkilatı yoktu. Böyle olmakla beraber o zamanın genç oyuncuları bir çok hususatta daha ziyade ümit ve hevesle futbola çalışıyorlardı. Ben de sporun bu şubesinde yavaş yavaş göze çarpmaya başlıyordum. Mektep takımları arasında yaptığımız maçlarda benim de ismim etraftan “Yaşa” sedalarıyla kulağıma çarpmaya başlıyordu.

    Bu vaziyette birkaç sene daha çalıştıktan sonra ilk defa Fenerbahçe Kulübü’ne intisap ettim. Ve bu sevgili kulübe duhûlüm en tatlı günlerimi bildiriyordu. Bu suretle Fenerbahçe ikinci takımında bir sene müddetle oyun oynadım. O zamanlar etraftaki seyirciler benim pek iyi bir oyuncu olacağımı söylüyorlardı.

    Birinci Takıma Geçiyoruz

    1335 senesi lig maçları Kadıköy’de devam ederken, bir Cuma günü Vefa-Fenerbahçe ikinci takımları maçını icra ediyorduk. Ben o zamanlar pek iyi oynuyordum. Maçtan sonra pek muhterem kaptanım Zeki Bey, Bedri ile bana:

    – “Niçin ikinci takımda oynadınız? Öğleden sonra birinci takımda oynayacaktınız” dedi.

    Bir iki saat heyecanlı istirahatten sonra maç saati yaklaştı. Tekrar soyunarak arkadaşım Bedri ile beraber İttihat Spor Çayırı’na birinci takım ağabeyleri arasına yine beraber olarak dahil olduk. Birkaç dakika sonra da maç başlamıştı. Ben müdafi mevkiinde oynuyordum. O gün iki maç yapmamıza rağmen iki arkadaş da gayet muvaffakıyetle oynadık. Böylece birkaç maçta müdafi olarak oynatıldım. Fakat bundan sonraki maçlarda pek eski olan mevkiimi bırakarak kulüp tarafından sağ muavin olarak oynatılmaya başladım.

    Bu suretle birkaç sene asıl mevkiime pek yabancı kalmıştım. Sağ muavin mevkiinde birkaç sene daha oynadıktan sonra, İstanbul’un pek kıymetli ve muhterem oyuncusu Kamil Bey’in spor hayatından çekilmesiyle, yine kulüp tarafından onun yerine “müdafi” mevkiine geçirildim. Daha ilk maçta mevkimin oyuncusu olduğumu ispat ettim.

    Olimpiyat Meselesi

    Nihayet 1340 senesinde spor hayatımızda olimpiyat meseleleri mevzubahis olmaya başladı. Tabii bu havadis bütün sporcular arasında memnuniyeti mucip olmuştu. Herkes birbirleriyle rekabet ederek olimpiyada gitmek arzusundaydı. İşte benim de kulüp tarafından ismim federasyona verildi. Tabii seçme müsabakaları başlıyordu. İlk seçme müsabakasını yapmak üzere Eskişehir’e gittik. Orada birkaç maç yaptıktan sonra tekrar, seçme müsabakalarına devam etmek üzere Kadıköy Spor Çayırı’nda kurulan kampa dahil olduk. Her gün ve her dakikamız heyecanla geçiyordu. Antrenör Billy Hunter tarafından her gün idmanlarımıza devam ediyorduk. Ve her gün yapılan idmanlarda yavaş yavaş kendimi göstermeye başlıyordum. Biraz açıkça söylemek lazım gelirse, birkaç rakibi atlattıktan sonra mevkimi daha ziyade tersin etmiştim.

    Nihayet Avrupa’ya hareket zamanı yaklaştı. Fakat daha heyecanım ve düşüncem zail olmamıştı. Acaba hakiki müdafi olarak mı yoksa ihtiyat oyuncusu olarak mı gidiyordum? Arkadaşlarımın temin ettiğine ve benim de anladığıma göre takımda bir mevki kazanmıştım. Artık İstanbul’dan hareket günü gelmişti. Sabahleyin bütün istihzaratımızı kamil ederek arkadaşlarımın gözyaşları arasında İstanbul’u terk ediyordum. Beni taşıyan vapur spor muhiblerinin alkışları arasında yola devama başladı.

    Paris’te Geçen Günler

    Uzun bir yolculuktan sonra Paris’e vasıl olduk. Selim Sırrı Bey tarafından istasyonda istikbal edildik. Daha Paris’i göremeden Metropolitan ile Kolomb kamplarına vasıl olmuştuk. Kamp bir çok küçük kaleleri ihtiva ediyordu. İkişer kişi olmak üzere odalara ayrıldık. Büyük maça henüz on beş gün vardı. Bu on beş günü dahi idman ile geçirdik.

    Maçın arifesi akşamı reisimiz Ziya Bey tarafından salona davet edildik. Bütün oyuncular büyük bir heyecan içinde kıvranıyorduk. Ziya Bey bir mukaddimeden sonra hiçbir suretle itiraz edilmemek üzere takımı okumaya başladı. Beni sol muavin mevkinde okudular. O anda dehşetli bir darbe yediğimi anlayarak pek müteessir olmuştum. Son dakikaya kadar müdafi mevkiinde oynatıldığım halde bir gecede takım değiştirilmişti. Ve bu suretle pek meşru olarak takım yenilmişti.

    İşte bu darbe bütün ümitlerimi ve cesaretimi kırdı. Ertesi gün pek nevmid olarak maça çıktım. O gün müthiş bir talihsizlik olarak Çeklere mağlup olduk. Bu suretle ilk ayrılmadan ihraç edildikten sonra bütün takım azası serbest bir halde Paris’i gezmeye başladı. O muhteşem payitahtı bir müddet dolaştıktan sonra turneye çıkmak üzere Paris’i terk etmiştik.

    Bütün bu seyahat esnasında gördüğümüz maçlarda pek büyük istifadeler temin ettim. Ve mevkimin daha ziyade tekniğine dikkat ettim. Bütün bu turnelerde mevkimin üstadları olarak Uruguay’ı ve Çeklerin müdafilerini gördüm.

    Temmuz iptidalarında ise tekrar Paris’ten yola çıkıp, bir çok sıkıntılar çekerek sevgili İstanbul’a kavuştuk. Turne esnasında hakikaten bir çok haksızlık ve idaresizlik olmuştu. Fakat bunlar ilk defa yapılan muntazam teşkilat arasında nazar-ı müsamaha ile görülebilir.

    İstanbul’a vasıl olduktan sonra mevkime daha esaslı bir surette sarılarak çalışmaya başladım. Son zamanlarda federasyon tarafından tekrar imtihan ve turne meselesi çıktı. Ümit ederim bu sefer baştakilerin gadrine ve garezine uğramadan milletimi uzaklarda daha şerefle temsil edebilirim”

    Kadri Göktulga

  • Kadri Göktulga’nın Futbol Hatıraları

    Çelebizade Sait Tevfik tarafından “Resimli Ay” dergisinde Fenerbahçeli sporcularla yapılan söyleşilere devam ediyoruz. 1921-1931 yılları arasında 64 resmî maçta forma giyen, Harington Kupası kahramanlarından Kadri Göktulga’nın Mart 1925 tarihinde verdiği röportaj için şöyle buyurun.

    * * * * * *

    Pek küçükten tanırım. Ekseri günler mektepten çıktıktan sonra daimi arkadaşlarından Nusret ve Bedri ile beraber Union Club’ın kalelerinde egzersizlerini yaparlardı. O vakitler Fenerbahçe Kulübü’nün küçük takımlarında oynuyorlar ve daha müptediliklerine rağmen takdir ediliyorlardı. Seneler geçtikçe birbirinden ayrılmayan bu üç oyuncudan biri olan Nusret Anadolu’ya gitti. Bedri ve Kadri ise evvela üçüncü ve pek az farkla ikinci takıma geçtikleri gibi, bu aylar zarfında birinci takıma da dahil oldular. Bedri muhacim hattında çalışırken, Kadri de muavin hattında geçilmez bir uzuv oldu ve bu sayede, pek genç bulunmasına rağmen, orada gösterdiği muvaffakıyet kendisini kulübünde müdafaa mevkiine yerleştirmeye sebep oldu. Şimdiki halde istikbali en parlak bir müdafi oyuncusudur. Birdenbire büyüyen ve aynı günlerde yükselen bu genç oyuncu kendi hatıratına şöyle başlıyor :

    “Pek küçükken sporun ne demek olduğunu bilmezdim. Sekiz, dokuz yaşında Kadıköy Sultanisi’nde bulunduğum zamanlar futbolu merak etmiştim. O zaman Kadıköy Sultanisi müdür ve muallimleri spora ehemmiyet verirlerdi. Her gün öğle teneffüsünde Haydarpaşa Çayırı’na çıkar ve takımlar teşkil ederek birbirimizle maçlar yapardık. O zamanlar mektebin en iyi oyuncuları meyanında bu senenin teferrüd eden idmancıları bulunurdu. Tabii biz çok küçük olduğumuzdan, ağabeylerimizin oyunlarını merakla seyretmekle iktifa ediyorduk.

    Yavaş yavaş her Cuma günleri Kadıköy Spor Kulübü’ne koşmaya başladık. Burası bize futbolun zevk ve şevkini tattırmıştı. Daha o zaman milli takım teşkilatı yoktu. Böyle olmakla beraber o zamanın genç oyuncuları bir çok hususatta daha ziyade ümit ve hevesle futbola çalışıyorlardı. Ben de sporun bu şubesinde yavaş yavaş göze çarpmaya başlıyordum. Mektep takımları arasında yaptığımız maçlarda benim de ismim etraftan “Yaşa” sedalarıyla kulağıma çarpmaya başlıyordu.

    Bu vaziyette birkaç sene daha çalıştıktan sonra ilk defa Fenerbahçe Kulübü’ne intisap ettim. Ve bu sevgili kulübe duhûlüm en tatlı günlerimi bildiriyordu. Bu suretle Fenerbahçe ikinci takımında bir sene müddetle oyun oynadım. O zamanlar etraftaki seyirciler benim pek iyi bir oyuncu olacağımı söylüyorlardı.

    1335 senesi lig maçları Kadıköy’de devam ederken, bir Cuma günü Vefa-Fenerbahçe ikinci takımları maçını icra ediyorduk. Ben o zamanlar pek iyi oynuyordum. Maçtan sonra pek muhterem kaptanım Zeki Bey, Bedri ile bana:

    – “Niçin ikinci takımda oynadınız? Öğleden sonra birinci takımda oynayacaktınız” dedi.

    Bir iki saat heyecanlı istirahatten sonra maç saati yaklaştı. Tekrar soyunarak arkadaşım Bedri ile beraber İttihat Spor Çayırı’na birinci takım ağabeyleri arasına yine beraber olarak dahil olduk. Birkaç dakika sonra da maç başlamıştı. Ben müdafi mevkiinde oynuyordum. O gün iki maç yapmamıza rağmen iki arkadaş da gayet muvaffakıyetle oynadık. Böylece birkaç maçta müdafi olarak oynatıldım. Fakat bundan sonraki maçlarda pek eski olan mevkiimi bırakarak kulüp tarafından sağ muavin olarak oynatılmaya başladım.

    Bu suretle birkaç sene asıl mevkiime pek yabancı kalmıştım. Sağ muavin mevkiinde birkaç sene daha oynadıktan sonra, İstanbul’un pek kıymetli ve muhterem oyuncusu Kamil Bey’in spor hayatından çekilmesiyle, yine kulüp tarafından onun yerine “müdafi” mevkiine geçirildim. Daha ilk maçta mevkimin oyuncusu olduğumu ispat ettim.

    Nihayet 1340 senesinde spor hayatımızda olimpiyat meseleleri mevzubahis olmaya başladı. Tabii bu havadis bütün sporcular arasında memnuniyeti mucip olmuştu. Herkes birbirleriyle rekabet ederek olimpiyada gitmek arzusundaydı. İşte benim de kulüp tarafından ismim federasyona verildi. Tabii seçme müsabakaları başlıyordu. İlk seçme müsabakasını yapmak üzere Eskişehir’e gittik. Orada birkaç maç yaptıktan sonra tekrar, seçme müsabakalarına devam etmek üzere Kadıköy Spor Çayırı’nda kurulan kampa dahil olduk. Her gün ve her dakikamız heyecanla geçiyordu. Antrenör Billy Hunter tarafından her gün idmanlarımıza devam ediyorduk. Ve her gün yapılan idmanlarda yavaş yavaş kendimi göstermeye başlıyordum. Biraz açıkça söylemek lazım gelirse, birkaç rakibi atlattıktan sonra mevkimi daha ziyade tersin etmiştim.

    Nihayet Avrupa’ya hareket zamanı yaklaştı. Fakat daha heyecanım ve düşüncem zail olmamıştı. Acaba hakiki müdafi olarak mı yoksa ihtiyat oyuncusu olarak mı gidiyordum? Arkadaşlarımın temin ettiğine ve benim de anladığıma göre takımda bir mevki kazanmıştım. Artık İstanbul’dan hareket günü gelmişti. Sabahleyin bütün istihzaratımızı kamil ederek arkadaşlarımın gözyaşları arasında İstanbul’u terk ediyordum. Beni taşıyan vapur spor muhiblerinin alkışları arasında yola devama başladı.

    Uzun bir yolculuktan sonra Paris’e vasıl olduk. Selim Sırrı Bey tarafından istasyonda istikbal edildik. Daha Paris’i göremeden Metropolitan ile Kolomb kamplarına vasıl olmuştuk. Kamp bir çok küçük kaleleri ihtiva ediyordu. İkişer kişi olmak üzere odalara ayrıldık. Büyük maça henüz on beş gün vardı. Bu on beş günü dahi idman ile geçirdik.

    Maçın arifesi akşamı reisimiz Ziya Bey tarafından salona davet edildik. Bütün oyuncular büyük bir heyecan içinde kıvranıyorduk. Ziya Bey bir mukaddimeden sonra hiçbir suretle itiraz edilmemek üzere takımı okumaya başladı. Beni sol muavin mevkinde okudular. O anda dehşetli bir darbe yediğimi anlayarak pek müteessir olmuştum. Son dakikaya kadar müdafi mevkiinde oynatıldığım halde bir gecede takım değiştirilmişti. Ve bu suretle pek meşru olarak takım yenilmişti.

    İşte bu darbe bütün ümitlerimi ve cesaretimi kırdı. Ertesi gün pek nevmid olarak maça çıktım. O gün müthiş bir talihsizlik olarak Çeklere mağlup olduk. Bu suretle ilk ayrılmadan ihraç edildikten sonra bütün takım azası serbest bir halde Paris’i gezmeye başladı. O muhteşem payitahtı bir müddet dolaştıktan sonra turneye çıkmak üzere Paris’i terk etmiştik.

    Bütün bu seyahat esnasında gördüğümüz maçlarda pek büyük istifadeler temin ettim. Ve mevkimin daha ziyade tekniğine dikkat ettim. Bütün bu turnelerde mevkimin üstadları olarak Uruguay’ı ve Çeklerin müdafilerini gördüm.

    Temmuz iptidalarında ise tekrar Paris’ten yola çıkıp, bir çok sıkıntılar çekerek sevgili İstanbul’a kavuştuk. Turne esnasında hakikaten bir çok haksızlık ve idaresizlik olmuştu. Fakat bunlar ilk defa yapılan muntazam teşkilat arasında nazar-ı müsamaha ile görülebilir.

    İstanbul’a vasıl olduktan sonra mevkime daha esaslı bir surette sarılarak çalışmaya başladım. Son zamanlarda federasyon tarafından tekrar imtihan ve turne meselesi çıktı. Ümit ederim bu sefer baştakilerin gadrine ve garezine uğramadan milletimi uzaklarda daha şerefle temsil edebilirim”

  • Fenerbahçe ve Harbiye

    Fenerbahçe ve Harbiye

    Birincisi Türkiye’nin en çok şampiyon olan takımı. İkincisi ise ilk şampiyon… 16 Nisan 1926’da Fenerbahçe ve Harbiye takımları, İstanbul Ligi Çeyrek Final maçında karşı karşıya geldiler. Gollere dair farklı tevatürler var. Cumhuriyet gazetesine göre ilk iki golü Sedat Taylan atmış. Son golde ise asist Bedri Gürsoy’un kornerinden ama atan belli değil. Milliyet’e bakacak olursak ilk gol Bedri Gürsoy‘a, diğer ikisi Sedat Taylan‘a ait… Siz bu yazıda, 17 Nisan 1926 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan, Fenerbahçe ve Harbiye maç haberini göreceksiniz. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    16 Nisan 1926… İlk Temas!

    İkinci müsabaka Harbiyeliler ile Fenerbahçe arasında idi. Bu müsabaka bir çok cihetten haiz-i ehemmiyetti. Harbiyelilerin seri ve çevik oyuncuları önünde Fenerbahçelilerin teknik cihetten tekamül etmiş oyuncularının muvaffak olup olmayacakları anlaşılacaktı. Bir de Harbiyeliler, öteden beri sert oyuncu olmakla marufturlar. Fenerlilerin daha ziyade ince uzun oynamaları bu sert tabiyeye mukabele edip edemeyeceği şüpheli idi.

    Müsabakayı Abdullah Bey idare edecekti. Fenerbahçe takımı dün yeni bir şekilde sahaya çıkmıştı : Uzun bir müddetten beri kaleci mevkiinden uzaklaşan Şekip Bey kalede, Trabzon’da bulunan Cafer Bey de sol müdafi mevkiinde idi. Oyuna Fenerlilerin hücumu ile başlandı. Fakat Harbiyeliler seri akınlarla bunlara mukabeleye gecikmediler. Oyunun yedinci dakikasında Harbiye aleyhine çekilen (korner)den ilk sayıyı Sedat Bey yaptı. Harbiyeliler bu sayıdan sonra daha canlı oynamaya başladılar. Ve yirmi yedinci dakikada Fener müdafaasının hatasıyla ilk sayıları yaptılar. Devrenin sonlarına doğru Bedri’den iyi bir pas alan Sedat ikinci sayıyı da yaptı.

    İkinci devrenin on üçüncü dakikasında Bedri’nin çektiği kornerden üçüncü sayı yapıldı. Harbiyeliler bu sayıya soldan yaptıkları seri bir hücumla mukabele ettiler. Oyun nihayetine kadar bu vaziyette devam etti ve bu şekilde tek iki sayıya karşı üç sayı ve Fenerbahçe’nin galibiyeti ile hitam buldu.

    Harbiyeliler dün çok çok güzel ve seri tatbik ediyorlar ve galebeyi temin için spor nezahetini çok defa unutuyorlardı. Fenerbahçe muhacimleri dün iyiydi. Fakat bu sert oyuncular karşısında asıl oyununu oynayamıyor, çok defa top üzerine gidemiyordu. Hakem Abdullah Bey oyunu arzu edilen şekilde idare edemedi.

  • 1926’da Bugün : Fenerbahçe-Harbiye

    16 Nisan 1926’da Fenerbahçe ve Harbiye takımları, İstanbul Ligi Çeyrek Final maçında karşı karşıya geldiler.

    Gollere dair farklı tevatürler var.

    Cumhuriyet gazetesine göre ilk iki golü Sedat Taylan atmış. Son golde ise asist Bedri Gürsoy’un kornerinden ama atan belli değil.

    Milliyet’e bakacak olursak ilk gol Bedri Gürsoy’a, diğer ikisi Sedat Taylan’a ait…

    Siz bu yazıda, 17 Nisan 1926 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yukarıdaki maç haberini göreceksiniz. Keyifli okumalar…


    * * * * * *

    İkinci müsabaka Harbiyeliler ile Fenerbahçe arasında idi. Bu müsabaka bir çok cihetten haiz-i ehemmiyetti. Harbiyelilerin seri ve çevik oyuncuları önünde Fenerbahçelilerin teknik cihetten tekamül etmiş oyuncularının muvaffak olup olmayacakları anlaşılacaktı. Bir de Harbiyeliler, öteden beri sert oyuncu olmakla marufturlar. Fenerlilerin daha ziyade ince uzun oynamaları bu sert tabiyeye mukabele edip edemeyeceği şüpheli idi.

    Müsabakayı Abdullah Bey idare edecekti. Fenerbahçe takımı dün yeni bir şekilde sahaya çıkmıştı : Uzun bir müddetten beri kaleci mevkiinden uzaklaşan Şekip Bey kalede, Trabzon’da bulunan Cafer Bey de sol müdafi mevkiinde idi. Oyuna Fenerlilerin hücumu ile başlandı. Fakat Harbiyeliler seri akınlarla bunlara mukabeleye gecikmediler. Oyunun yedinci dakikasında Harbiye aleyhine çekilen (korner)den ilk sayıyı Sedat Bey yaptı. Harbiyeliler bu sayıdan sonra daha canlı oynamaya başladılar. Ve yirmi yedinci dakikada Fener müdafaasının hata ilk sayıları yaptılar. Devrenin sonlarına doğru Bedri’den iyi bir pas alan Sedat ikinci sayıyı da yaptı.

    İkinci devrenin on üçüncü dakikasında Bedri’nin çektiği kornerden üçüncü sayı yapıldı. Harbiyeliler bu sayıya soldan yaptıkları seri bir hücumla mukabele ettiler. Oyun nihayetine kadar bu vaziyette devam etti ve bu şekilde tek iki sayıya karşı üç sayı ve Fenerbahçe’nin galibiyeti ile hitam buldu.

    Harbiyeliler dün çok çok güzel ve seri tatbik ediyorlar ve galebeyi temin için spor nezahetini çok defa unutuyorlardı. Fenerbahçe muhacimleri dün iyiydi. Fakat bu sert oyuncular karşısında asıl oyununu oynayamıyor, çok defa top üzerine gidemiyordu. Hakem Abdullah Bey oyunu arzu edilen şekilde idare edemedi.

  • Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?

    Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?

    Birinci soru bu : Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?

    İkinci soru ise şu;
    “Fenerbahçe’nin kurucularının üye numarası kaç?”

    Önce başlıktaki sorunun cevabını verelim :
    “Kurucu olmakla uzak yakın alakası olmayan biri”

    İkinci sorunun cevabı ise şöyle :
    “Kendileri yok ki numaraları olsun!”

    Yukarıdaki görsel, 1907 yılında St. Joseph Lisesi Türkçe öğretmeni olan, 1913 yılında Nasuhi Esat Baydar ilk yazılı Fenerbahçe tarihçesini kaleme alırken Gümrük Müfettişi bulunan, İstiklal madalyası sahibi Enver Yetiker‘in Milliyet gazetesinde yer alan ölüm ilanı…

    Bu ilanda şöyle yazıyor:
    “Fenerbahçe Kulübü’nün kurucusu ve 1 numaralı azası Enver Yetiker, dün evinde vefat etmiştir. Vefat haberi, spor çevrelerinde derhal duyulmuş ve derin bir teessür uyandırmıştır. Merhum, uzun müddet devlet ve spor işlerinde çalışmış, Milli Mücadele sırasında büyük yararlıklarda bulunmuştur.”

    Hemen altında ise “Fenerbahçe Kulübü’nün Tebliği” yer alıyor. O da şu şekilde :
    “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi Bay Enver Yetiker, dün rahmeti rahmana kavuşmuştur. Merhumun cenazesi bugün saat 10’da Kızıltoprak İstasyon Caddesi’ndeki evinden kaldırılıp, Kızıltoprak Zühtüpaşa Camii’nde öğle namazından sonra aile kabristanına defnedilecektir. Kulübümüz mensuplarını, merhuma son ihtiram vazifelerini yapmak üzere, cenaze merasimine davet ederiz.”

    Mızrak Artık Çuvala Sığmıyor

    Büyük bir ihtimalle, çoğunluğu St. Joseph Lisesi öğrencisi olan Fenerbahçe’nin kurucuları ve ilk üyeleri, çok sevdikleri ve saygı duydukları öğretmenleri Enver Yetiker’in hatırasını kulüpte sürekli kılmak için “1 Numaralı Üye” olarak kendisini kaydettiler. Daha sonra ne olduğu önemli değil. Enver Bey’in ve diğer kurucuların, hatta müessislerin isimleri tekrar üye numaraları ile kayıt altına alınmalı.

    İşin özü, Fenerbahçe Spor Kulübü sicil kayıtları yeniden düzenlenmeli… Neredeyse on yıllardır “Adam sen de!” denerek halı altına süpürülen bu garabet bir mızrak oldu ve artık çuvala sığmıyor. Düzgün bir projelendirme ile bu sorunu ortadan kaldırmak ve tarihi şahsiyetlerin ruhunu şâd etmek, yönetim kurulumuza çok yakışacaktır.

    1955 yılına kadar “Fenerbahçe’nin Kurucusu ve 1 Numaralı Üye” olan Enver Bey’in, vefatından sonra Fenerbahçe’nin kuruluş hikayelerinde küçücük bir role sahip olmasını da ayrıca konuşmak gerek tabii.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu / Fenerbahçe’de 1 Numaralı Üye Kim?