Yazar: Canarino

  • 100 Yıl Önce Bir Kürek Yarışının Hikayesi

    Fotoğraf 1913 tarihli İdman mecmuasından. Altında “Fenerbahçe Kulübü sandal talimleri yaparken” yazıyor.

    Fenerbahçe’yi pek sevmediğini her fırsatta belli eden ama yazarlığına edecek kelime olmayan Şeyh-ül Muharririn Burhan Felek , 1985 tarihli “Geçmiş Zaman Olur ki…” kitabında, tadına doyulmaz üslubuyla, kurucusu olduğu Anadolu Kulübü ile Fenerbahçe Kulübü arasında yapılan bir kürek yarışını anlatmış. Keyifle okumanız dileğiyle…

    * * * * * *

    Bir avuç Üsküdarlı genç, Meşrutiyetten bir yıl önce Anadolu Kulübü’nü kurmuştuk. Rengi düz yeşik, markası göğüs solunda kalın beyaz bir dairenin tam içinde beş köşeli bir yıldı. O zaman yalnız futbol oynardık. Gün geçti, Meşrutiyet ilan edildi. Bizim kulübün adı, sanı, azası vardı ama ne yeri, ne yurdu, ne nizamnamesi!

    Bir gece kulüp azası olan arkadaşları bizim İhsaniye’deki evden çıkarken polis yakaladı, karakola götürdü. Futbol için toplandığımız anlaşıldı, ama kulübün Cemiyetler Kanunu’na göre tescil ettirilmediği meydana çıktı. Ondan sonra Anadolu Kulübü’nü  1908’de resmen tescil ettirdik ve bir de merkez gösterdik.  Kulüp bir müddet sonra gelişmeye başladı. İçimizde Salacaklı, İhsaniyeli, yani yalı çocukları çok olduğundan yüzme ve tekne sporuna meylettik. Tekne sporu pahalı spordu. Şimdiki gibi devlet yardımı da yapılmazdı. Onun için yelken yarışı hemen hemen hiç yapılmaz, nadiren kürek yarışı yapılırdı. İşte benim anlatacağım yarış bu kürek yarışlarından biridir.

    O zaman bize rakip yalnız Fenerbahçe Kulübü vardı. Galatasaray’ın bu anlatacağım yarışa girdiğini hatırlamıyorum. Bizim gireceğimiz yarış üç çifte futa yarışı idi. Sandalın uzun, narin ve sivrisine futa denirdi…

    Eskiden İstanbul halkı sandal tutup denizde gezerdi. Bu futalar, sandalın kibarı ve zarifi idi. Ama yarış futaları ayrı cinsti. Onların gerek yapıları, gerek resimleri, çizgileri, su ile olan temas satıhları adi futalardan ayrı olurdu.

    Bizim yarışa sokacağımız futa eski konak yalı kalıntılarındandı. Sert ve renkli bir yabancı ağaçtan yapılmıştı. Yalı baskısı dediğimiz şekilde dış kaplaması bindirme tarzında ve maun renkteydi. Sağlam, denizci bir tekne idi. Lakin hem ağır, hem geniş yani su çekeri fazla idi.

    Fenerbahçe’nin teknesi ise yarış için yapılmış, narin, hafif, ince uzun, sus tutmayan bir güzel futa…

    Yarışı kim tertip etti, nasıl oldu, bunları sormayın. O zamanın spor mecmualarında herhalde resimleriyle vardır.

    Biz bu yarışa girerken teknemizin ağır olduğunu biliyorduk. Ancak bizim elimizde iki koz vardı.

    Birisi kürekçilerimiz çok kuvvetli idi. Biri Ayı Ömer dediğimiz Kilyos’tan Salacak’a kadar kürek çeken bir arkadaşımız. Üsküdar İdadisi’ni beraber bitirmiştik. İkincisi, galiba Atıf isminde 90 kiloluk, futbol beki bir çocuk, üçüncüyü hatırlamıyorum. Dümende bizim mahalleli Rıza. Bu Rıza sonradan Polis Mektebi Beden Terbiyesi Muallimi olarak başkomiserlikten emekli olan Rıza Süeri’dir. Türkiye spor teşkilatının bütün denizle alakalı yarışlarında ve tertiplerinde hizmet etmiş bir kimseydi. Sporumuza büyük hizmeti olmuştur.

    İkinci kozumuz; yarış Heybeli ile Büyükada arasındaki kanalda yapılacaktı. Bu kanal yaz aylarında poyraz tutan rüzgarlı bir yerdi. Deniz daima dalgalı olurdu. Her yarış teknesi böyle denizlere dayanamazdı. Hatta su bastırıp batmaları bile mümkündü. Biz Fenerbahçe teknesinin bizimkine nazaran çok daha sür’atli, bizimkinin de hantal olduğunu bile bile bu yarışa şu anlattığım sebeplerle girmiştik. Bizimki denize dayanacaktı.

    Teknelerimiz Salacak’ta dururdu. Arkadaşlarımız içinde Ramiz Bey adındaki bir tekne mütehassısının nezaretinde bakılır, tamir edilirdi. Tekneyi yarıştan bir gün evvel Heybeli’ye kürekle götürdük. Başka bir beş çiftemizle de diğer arkadaşları götürdük. Gece tekneyi denizde bırakamazdık. Esasen yarış tekneleri hiçbir zaman daimi olarak suda kalmazdı ve kalmamalıydı. Sonra tekneler de yarış yerine denizden veya karadan nakledilmeliydi. Açık denizde 10-12 millik mesafeye kürekle çekerek götürmek tekneyi hırpalardı; ama o zamanlar herkes teknesini kendi götürürdü. Bizimkinin de denizden hırpalanacağı aklımızdan bile geçmiyordu…

    Fenerbahçe ise karşıdan karşıya belki de başka bir tekneye çektirerek futasını götürmüştü.

    O devirlerde Türkiye’de futa yarışı nadir olurdu. Kürek yarışları ise klasik tekneler arasında yapılırdı. Mesela bir çifte, iki çifte, sandal -iskele sandalı- alamana kayıkları, daha eskiden piyade kayıkları arasında olurdu. Bugünkü gibi yarış tekneleri diye ayrı bir sınıf yoktu.

    Her şeyden evvel bizim içimizde bir korku vardı. Öteden beri Türkiye’de esnaf tekneleri arasında yapılan yarışlarda teknenin altına sepet, küfe eskisi gibi bir şeyi gizlice mıhlayıp teknenin yolunu kesmek, yahut dümen kısmını sakatlamak gibi şeyler olurmuş.

    Biz Heybeli’ye gittiğimiz zaman öğleyi geçmişti. Yirmi kişi kadar vardık. Hemen bizim yarış teknesini şöyle mahfuz bir yerde karaya çektik. Biz de etrafında toplandık. Tekne temizlendi. Silindi, süpürüldü, ıskarmozlar kontrol edildi ve ertesi gün son tuvaleti yapılmak üzere bırakıldı.

    Gece ikişer kişi nöbet tuttuk. Bakınız, o zaman ne kadar şüpheci imişiz. Nöbet tutmayanlar da gece deniz kenarının ayazından pek iyi uyuyamadılar. Ben de bunlardan biriydim. Sabah güneşinde kemiklerimiz ısınır ısınmaz, hemen tekneyi çevirip suda yağladık ki altı suda kaysın diye. Bilmem gene böyle şeyler yapılıyor mu?..

    Ama şimdi tekneler o kadar hafif ki, kaç kürekli ise o kadar kimse başlarının üstüne kaldırıp elde taşıyorlar. Yarış saati geldi çattı. Tertibatı Ada Mektebi dediğimiz Bahriye Mektebi almıştı.

    Biz Heybeli’nin o ıssız yerinde, ne yedik, ne içtik hiç hatırlamıyorum. Yalnız çocukları tekneye bindirip selametledik. Ve yarış yerine gönderdik.

    Bizim tekne belki Fenerbahçe’nin teknesi kadar uzun değildi ama, gene de ondan daha heybetli idi. Üstelik bordası daha yüksek, baş tarafı da dalgalara göğüs gerecek kadar dik idi. Yarış başladı.

    Vay anam vay, bizimkiler daha on hamle almadan öne geçtiler. Nasıl gidiyorlar, dehşet bir şey. Yaşlı tekne hızlı giderken torpide gibi bir şey oluyor. Ben şöyle baktım, biliyorsunuz, bu yarışlarda dümenci de kürekçilerin hareketine paralel olarak öne arkaya kürek hamlelerine uygun ve ritmik olarak sallanır ve onları teşvik eder.

    Dümendeki merhum Rıza’nın sallanma ritmine baktım, Fener’inkine baktım, bizimki daha çabuk, Fenerliler ise daha geniş ve daha seyrek eğiliyorlar. Ne var ki, öne geçmiş bulunuyoruz. Biz yarışı sahilden takip etmekteyiz. Gördüğümüz kadarıyla bizim çocukların hamlaları iyi gidiyordu. Fakat mesafenin yarısına doğru Fener’in teknesi bize yaklaşıyordu, derken başa baş, derken bizi geçti. Bizim çocukların hareketlerinde bir ağırlama yok. Ama bizim tekne yürümüyor. Fenerliler bizi geçtiler, az sonra bizim teknenin hamlacıları denize atladılar. Galiba yalnız dümende Rıza kaldı. Ve yarışı tek başına Fenerbahçe’nin teknesi kazandı. Bizimkini de bir motor çekerek sahile getirdi.

    Ne olmuştu da bizim zırhlı gibi tekneyi mürettebat terketmişti?

    İşi anladık ve dersimizi aldık, ama geç ve pahalı bir ders oldu. Hadise şu:

    Fenerbahçe’nin hamlacıları kimlerdi hatırlamıyorum. Belki rahmetli Galip birinci kürekte idi. Ama iyi biliyorum ki dümende uzun zaman Fener’in deniz kaptanlığını yapmış olan Ziya Kaptan vardı. Bu zat tekne yarışlarında tecrübe sahibi idi.

    O zamanki kürek yarışları bugün dünyada tatbik edilen şekilde yapılmaz, denizde ve dalgalı sularda yapılırdı. Halbuki kürek yarışı sakin göl ve nehirlerde, hatta bu iş için kazılmış hususi uzun kanallarda yapılır. Bizim yarıştığımız Heybeli-Büyükada arası ise oranın en çırpıntılı ve denizi kabarık yeri idi.

    Bizim tekne hızla giderken baştan gelen dalgalardan içeri su almaya başlamış, buna çocuklar bir müddet aldırış etmemişler, ama su doldukça dolmuş, doldukça dolmuş. Artık oturak tahtaları hizasına yaklaşırken, zaten tekne de iyice sür’atini kaybetmiş, Rıza merhum “sefineyi terk” emrini vermiş, çocuklar da atlamışlar denize. O da işin caka tarafı. Orta yerde batmadan evvel, mürettebat denize atlayıp yüzerek karaya çıkmışlardı. Burada bizim hatamız, dalgaları hep baştan almak olmuştu. Fener’in serdümeni Ziya Kaptan ise, dalga geldikçe tekneyi yana çekerek dalgaları baştan yememiş, gerçi biraz yol kaybetmiş ama, teknesini bizimkinin akıbetinden, yani batmaktan kurtarmıştı.

    Bizim futayı Heybeli’ye çektik. Yüzü koyun kapadık. Üstüne birkaç çam dalı koyup kulübe döndük. Bir hafta orada kaldı. Böyle bir acı mağlubiyetten sonra batık tekneyi çekerek kulübe getirmeyi kimse istemedi. Neden sonra, aldık teknemizi getirdik, ama ıslak tekne, güneşte kalmış, bütün kaplamaları açılmıştı. Tamir etmeye kalktık, ağacını bulamadık. Bütün kaplamayı değiştirmeye de değmedi. Birine yok pahasına sattık, ondan sonra biz kürek yarışına girmedik.

    Burhan Felek (Geçmiş Zaman Olur ki…)

  • Asırlık Bir Maç Hikayesi

    Asırlık Bir Maç Hikayesi

    Bunlardan ne kadar çok var, değil mi? Dile kolay 113 yıllık tarih, “asırlık bir maç hikayesi” ile dolu… Tam 100 yıl önce bugün, 9 Nisan 1920 tarihinde, Fenerbahçe ve Süleymaniye takımları İstanbul Ligi maçında karşı karşıya geldiler. Bu maç ayrıca Fenerbahçe’nin işgal döneminde yaptığı maçların 43.sü idi. Aşağıda göreceğiniz metin, dönemin Spor Âlemi dergisinde yayınlanan maç haberi. Gollerimizi atan ve bu maçta forma giyen bütün sporcularımızı sevgi, saygı ve rahmetle anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galatasaray-Anadolu oyununu Fenerbahçe ve Süleymaniye kulüpleri arasındaki müsabaka takip eyledi. Takımlar berveçhi ati teşkil etmişti.

    Fenerbahçe :
    Kaleci;
    Suat,
    Müdafi; Ethem, Nahit,
    Muavin; Feyzi, İsmet, Kamil,
    Muhacim; Ziya, Alaaddin, Zeki, Burhan, Hikmet Bey’ler.

    Süleymaniye :
    Kaleci;
    Nedim,
    Müdafi; Orhan, Ahmet,
    Muavin; Hikmet, Nuri, Arif,
    Muhacim; Saim, Burhan, Rıza, Saadet, Kamil Bey’lerden müteşekkil idi.

    Hakem Galatasaray’dan Sedat Bey idi.

    Fenerbahçe Galip Bey’den ve Süleymaniye dahi sol açık Zeki Bey’den mahrum bulunuyorlardı.

    Birinci Devre

    Oyunun ilk dakikasında Fenerbahçe ilk golü yaptı. Bundan fena halde müteessir olan Süleymaniyeliler Fener’in kalesine şiddetli muhacimatta bulundular. Mâhâzâ muhacim hattı lazım gelen faaliyeti ibraz edemiyor ve sol açık Zeki Bey’in gaybubeti pek güzel hissediliyordu. Fenerliler dahi Süleymaniye kalesine yaklaşmak için ibraz-ı faaliyet ediyor. Bütün muhacim hattı Süleymaniye merkez muavini Nuri Bey’in karşısında tevekkuf etmeye mecbur oluyordu.

    Arif Bey, Ahmet Bey’in yerine geçerek muavin vazifesini refikine terk eyledi. Bu suretle Süleymaniye müdafaa hududu layıkı veçhile tanzim edilmiş bulunuyordu. Fenerbahçe’nin Süleymaniye kalesine tevcih eylediği şiddetli havaleler kaleci Nedim Bey tarafından üstâdâne bir tarzda iade ediliyordu. İkinci kısımda Süleymaniyeliler tesâvî husule getirmek için pek ziyade ibraz-ı faaliyet eylemişlerse de talih kendilerine yardım etmemişti. Oyunun en heyecanlı anında hakem tarafından aleyhlerine verilmiş olan bir (ceza vuruşu) kendilerini pek ziyade münkesir eyledi. Fener’in yapmış olduğu bu sayıyı Zeki Bey’in yapmış olduğu iki gol takip ederek sıfıra karşı dört gol ile Fenerliler ihraz-ı galibiyet eyledi.

    Kim İyi Oynadı?

    Fenerbahçe’den bilhassa muavin hattı temayüz eylemiştir. Bu hat bu kulübün en kuvvetli rüknünü teşkil ediyor. İsmet Bey’in baş oyunu şayan-ı takdirdir. Muhacim hattı Zeki Bey her zaman olduğu gibi refiklerinden bir derece yüksek olduğunu bir defa daha ispat eyledi. Arkadaşları kendisine yardım etmedikleri halde her an karşısındaki kaleciye tehlikeli dakikalar geçirtmiştir.

    Süleymaniye’den kaleci Nedim Bey büyük bir soğukkanlılıkla tevâlî eden muhacimatı tevkif eyledi. Müdafilerden Arif Bey bu mevkiye geçtikten sonra Fenerbahçe muhacimlerini pek ziyade hırpalamış ve uzun vuruşlar ile kalesinin önünden topu uzaklaştırmıştır. Muavin hattında her zaman olduğu gibi Osman Nuri Bey müdafaa hududunun ruhunu teşkil ediyordu. Osman Nuri Bey her tarafa yetişmiş ve her surette temayüz eylemiştir. Mâhâzâ yorgunluk neticesi olarak oyunun sonlarına doğru yapmış olduğu bazı havalelerde kafi derecede intizam yoktu. Muhacim hattı münferit oynamış olduğu için Süleymaniye’nin bu kadar sayı ile mağlup olmasına sebebiyet vermiştir.

    Spor Âlemi / Asırlık Bir Maç Hikayesi

  • 100 Yıl Önce Bugün : Fenerbahçe-Süleymaniye

    Spor Âlemi mecmuasından maçın haberi…

    Tam 100 yıl önce bugün, 9 Nisan 1920 tarihinde, Fenerbahçe ve Süleymaniye takımları İstanbul Ligi maçında karşı karşıya geldiler. Bu maç ayrıca Fenerbahçe’nin işgal döneminde yaptığı maçların 43.sü idi. Aşağıda göreceğiniz metin, dönemin Spor Âlemi dergisinde yayınlanan maç haberi. Gollerimizi atan ve bu maçta forma giyen bütün sporcularımızı sevgi, saygı ve rahmetle anıyoruz.

    * * * * * *

    Galatasaray-Anadolu oyununu Fenerbahçe ve Süleymaniye kulüpleri arasındaki müsabaka takip eyledi. Takımlar berveçhi ati teşkil etmişti.

    Fenerbahçe :
    Kaleci;
    Suat,
    Müdafi; Ethem, Nahit,
    Muavin; Feyzi, İsmet, Kamil,
    Muhacim; Ziya, Alaaddin, Zeki, Burhan, Hikmet Bey’ler.

    Süleymaniye :
    Kaleci;
    Nedim,
    Müdafi; Orhan, Ahmet,
    Muavin; Hikmet, Nuri, Arif,
    Muhacim; Saim, Burhan, Rıza, Saadet, Kamil Bey’lerden müteşekkil idi.

    Hakem Galatasaray’dan Sedat Bey idi.

    Fenerbahçe Galip Bey’den ve Süleymaniye dahi sol açık Zeki Bey’den mahrum bulunuyorlardı.

    Oyunun ilk dakikasında Fenerbahçe ilk golü yaptı. Bundan fena halde müteessir olan Süleymaniyeliler Fener’in kalesine şiddetli muhacimatta bulundular. Mâhâzâ muhacim hattı lazım gelen faaliyeti ibraz edemiyor ve sol açık Zeki Bey’in gaybubeti pek güzel hissediliyordu. Fenerliler dahi Süleymaniye kalesine yaklaşmak için ibraz-ı faaliyet ediyor. Bütün muhacim hattı Süleymaniye merkez muavini Nuri Bey’in karşısında tevekkuf etmeye mecbur oluyordu.

    Arif Bey, Ahmet Bey’in yerine geçerek muavin vazifesini refikine terk eyledi. Bu suretle Süleymaniye müdafaa hududu layıkı veçhile tanzim edilmiş bulunuyordu. Fenerbahçe’nin Süleymaniye kalesine tevcih eylediği şiddetli havaleler kaleci Nedim Bey tarafından üstâdâne bir tarzda iade ediliyordu. İkinci kısımda Süleymaniyeliler tesâvî husule getirmek için pek ziyade ibraz-ı faaliyet eylemişlerse de talih kendilerine yardım etmemişti. Oyunun en heyecanlı anında hakem tarafından aleyhlerine verilmiş olan bir (ceza vuruşu) kendilerini pek ziyade münkesir eyledi. Fener’in yapmış olduğu bu sayıyı Zeki Bey’in yapmış olduğu iki gol takip ederek sıfıra karşı dört gol ile Fenerliler ihraz-ı galibiyet eyledi.

    Fenerbahçe’den bilhassa muavin hattı temayüz eylemiştir. Bu hat bu kulübün en kuvvetli rüknünü teşkil ediyor. İsmet Bey’in baş oyunu şayan-ı takdirdir. Muhacim hattı Zeki Bey her zaman olduğu gibi refiklerinden bir derece yüksek olduğunu bir defa daha ispat eyledi. Arkadaşları kendisine yardım etmedikleri halde her an karşısındaki kaleciye tehlikeli dakikalar geçirtmiştir.

    Süleymaniye’den kaleci Nedim Bey büyük bir soğukkanlılıkla tevâlî eden muhacimatı tevkif eyledi. Müdafilerden Arif Bey bu mevkiye geçtikten sonra Fenerbahçe muhacimlerini pek ziyade hırpalamış ve uzun vuruşlar ile kalesinin önünden topu uzaklaştırmıştır. Muavin hattında her zaman olduğu gibi Osman Nuri Bey müdafaa hududunun ruhunu teşkil ediyordu. Osman Nuri Bey her tarafa yetişmiş ve her surette temayüz eylemiştir. Mâhâzâ yorgunluk neticesi olarak oyunun sonlarına doğru yapmış olduğu bazı havalelerde kafi derecede intizam yoktu. Muhacim hattı münferit oynamış olduğu için Süleymaniye’nin bu kadar sayı ile mağlup olmasına sebebiyet vermiştir.

    Spor Âlemi

  • Bir Elkatipzade Mustafa Hikayesi

    Bir Elkatipzade Mustafa Hikayesi

    Fenerbahçe’nin 1920’li yıllarda forma giyen futbolcularından Ragıp Ziya Mağden’in, 1961 yılında yayınladığı “Fenerbahçe Batamaz” isimli kitabında, bir Elkatipzade Mustafa hikayesi var. Fenerbahçe’nin Fenerbahçe olmasında en büyük emek sahiplerinden biriydi. O güzel insana dair bu keyifli hatırayı,tebessümle okuyacaksınız…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Mustafa Elkatip

    Fenerbahçe’nin kongrelerinde, her sene koltuk değnekleri ile gelen, bütün Fenerlilerin saygısını derleyen bir insan vardır : Mustafa ELKATİP

    Bu zat; Türkiyemizin belki de ilk futbol hocası, ilk antrenörüdür. Bugünkü günde, bir salona, bir toplantıya geldiği zaman, herkesin ayağa kalkarak onu selamladığı, ona karşı sevgi ve saygı gösterdiği görülmektedir. Çünkü Mustafa Elkatip, Fenerbahçe için vaktiyle çok çalışmış, değerli elemanlar yetiştirmiş bir kimsedir.

    Fenerbahçeliler arasında Mustafa Elkatip’e ait türlü türlü menkıbeler dolaşır. İşte onlardan bir tanesi şudur :

    Bursalılar, bundan 30-35 sene önce Fenerbahçe’yi, maç yapmak üzere Bursa’ya davet ederler… Fenerliler, büyük bir kafile halinde ve Mustafa Bey’in reisliği altında oraya giderler… Çocuklar genç, yol güzel ve uzun, hava güzel… Dehşetli surette acıkır ve getirilen yemeklere büyük bir iştiha ile saldırırlar. Bunların arasında, genç bir Fenerbahçeli, üç yumurta daha fazla yemiş. Bu işi, mûzibin biri yolda Mustafa Elkatip’e duyurunca hemen söylenmeye başlamış:

    – Aman efendim; bu ne rezalet! Nasıl olur? Bu kadar yumurta yenir mi? Hastalanacaksınız. Sonra, bizleri davet edenler, zengin insanlar değil. Onları zarara sokmanın mânâsı ne? Ayıp denilen bir şey var! Böyle şey olur mu?

    Düşünün bir kere… Deniz havası alarak iyice acıkan bir sporcunun 2-3 yumurtayı yemesi bile, o zamanın idarecisi Mustafa Elkatip’i, ev sahibini zarara sokuyoruz düşüncesi ile sinirlendirmiş; küplere bindirmeye kâfi gelmiş.

    Bu tenkide, karşısındaki gençler de hiç ses çıkarmamışlar. Ve sadece susmuşlar. Derken efendim Tepedeğirmen ve Gemlik bayırlarından geçerken çocukların karınları acıkmış. Başlarındaki kimselere acıktıklarını ve kulübün bir parça yardımda bulunmasını ricaya karar vermişler. Durum, kafile reisi Mustafa Bey’e duyurulduğu zaman, o yine parlamış ve “Yemek mi? Ne yemeği?! Kendi ceplerinden yesinler! Kulübü zarara sokmanın alemi var mı? Hem daha demin, dört yumurtayı yutan onlar değil midir?” diyerek, uzun uzun söylenip durmuş.

    Eski İdareciler

    Gördünüz mü siz, eski idarecileri? Onların kendi ve diğer kulüplerin menfaatlerini nasıl düşündüklerini? Esasında, zengin ve iyi bir insan olan ve kulübü için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen Mustafa Elkatip, sonradan razı olabilmiş de bizim çocuklar Gemlik’te karınlarını doyurarak, Yalova’ya kapağı atabilmişler.

    Bugünün milyonluk kulüpleri, bu hallerine (görüldüğü gibi) ancak bu kadar feragatlı, düşünceli, vefakar insanların himmet ve gayretleri ile meydana gelebilmişlerdir. Zeki gibi, Alaaddin gibi, Sabih, Cafer ve Burhan Belge gibi, müstesna değerleri Türk sporuna kazandırmış ve hediye etmiş olan Mustafa Elkatip, halen Kadıköy’de mütevazi bir evde oturmakta ve yaşamaktadır. Yurt sporuna Fenerbahçe gibi bir kulüp ve böyle elemanlar kazandırmış bulunan bu gerçek cemiyet kahramanlarına hepimizden selam ve sevgiler.

    Ragıp Ziya Mağden – 1961 / Bir Elkatipzade Mustafa Hikayesi

  • O Fenerbahçe için Her Şey Demekti

    O Fenerbahçe için Her Şey Demekti

    Kurucu… Kaptan… Teknik Direktör… Başkan… O Fenerbahçe için her şey demekti… Fenerbahçe’nin kurucularından Nasuhi Esat Baydar, 1948 tarihli “Öz Fenerbahçe” dergisinde Galip Kulaksızoğlu’nu anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Papazın Çayırı’nda

    Yıl 1906.

    Şimdiki Fenerbahçe stadının yerinde etrafı açık bir çayır: Papazın Çayırı

    İki futbol kalesi. Büyük bir kalabalık. Sarı-Kırmızı, geniş parçalı, bol gömleği içinde ince uzun bir genç, Galatasaraylı Galip; bir maça başlanmadan önce, kaleye korkunç şutlar çekiyor. Kaledekiler (Galip’in şutlarını karşılamak hususi bir hüner olduğundan egzersiz zamanında fırsattan faydalanmak isteyen kaleciler) bu bomba topları tutmaya kalkıştıkça cüretlerinin cezasını parmaklarını incitmekle çekiyorlar.

    Galip, sağ ve sol, ani ve sert vuruşları, büyük çevikliği, göz pekliği ve pas dağıtma kabiliyeti ile bir iki senedir şöhret yapmış bir orta akıncı olduğu için, benim, o zamanki futbol heveslisi çocuk merakımın başlıca mevzularından biri idi: Kendisini o gün hayran hayran seyrettim.

    Saint Joseph Koleji’ndeki arkadaşlarından çoğunun iştirakiyle “Fenerbahçe Futbol Kulübü” kurulunda bu mektepte talebe olan Galip de yeni kulübün takımında yerini aldı ve -heyhat!- vakitsiz ölümüne kadar nev’i şahsına münhasır bir uzvu olarak Fenerbahçe’de kaldı.

    İlk Fenerbahçe Takımında

    İlk Fenerbahçe takımının orta akıncısı Galip’ti. Yaşlandıkça geri hatlara çekildi. Bir müddet hafbeklik yaptı. Rahmetli Arif’le birlikte Fener’in geçilmez iki bekinden biri oldu. Birkaç kere kaleciliği denedi. İlk Cihan Harbi dönüşü, katıldığı bir maçta -hüzünle hatırlarım- seyirci kalabalığınca artık tanınmayan Galip, saçsız başı ve az çok ağırlaşmış vücuduyla, yadırgandığını fark edince futboldan çekildi. Takım kaptanlığından, Kulüp umumi kaptanlığına geçti. İdareci olarak bu unvanını sporla beraber hayattan çekilinceye kadar muhafaza etti. “Kaptan” denilince aklımıza Galip gelirdi. Ve gerçekten, Fenerbahçe gemisinin sevkinde, yıllar yılı, onun fikirlerinden, tedbirlerinden, hiç değilse azminden ve misalinden kuvvet aldık.

    “Kaptan” daima başta idi : Futbolda, teniste, atletizmde, avcılıkta, kriket, kürek, yüzme, yürüyüş, ne bileyim, sporun Türkiye’de tatbik edilmiş olan her şubesinde “as”dı. Ve, şüphe etmem, Tanrı onu “baş” olmak için yaratmıştı. Yalnız büyük kusuru hudutsuz gururu idi. Sınıfının birincisi olmak lazımken haksızlık edilerek ikinci çıkarıldığı için bir mükafat tevzi merasiminde Saint Joseph Koleji’nden ayrılmıştı. Bir bankanın başveznedarlığı teklif edilirken kendisinden usulen kefalet istenildiği için “Şerefim kafi kefalettir”  cevabıyla mukabele etmiş, ısrarlara rağmen bir daha o bankanın semtine uğramamıştı. İhtimal ki bu gururunu spordaki muvaffakiyetleri de takviye etmişti. Nitekim, Galip, gitgide, kendine yeter, cemiyetin hemen hemen dışında yaşar bir adam olmuştu. Yaz ve kış demez, bir sandala atlar, tutup çoğunu eşe dosta ikram ettiği olta balıklarıyla beslenir, tütününü kendi kıyar, çorabını kendi örer, kundurasını kendi tamir eder, hatta ağrıyan dişini kendi çıkarırdı. Galip’de muhakkak ki, bir Robinson Crusoe, bir Alain Gerbault ruhu vardı; kendi kendine ve kendi aleminde devamlı bir faaliyet içinde çalışır, bahtiyar ve serazat yaşardı. Fikir ve his istikbalini hiç bir şeye feda etmeyen, uyuşmalara yanaşmayan bu çetin tabiatlı adama ekseriya kızar, fakat hakperestliğine, doğru düşüncesine, kararlarındaki dönmezliğe, fıtri nezaketine hürmet ederdik.

    Büyük Sporcu

    Galip, Midilli eşrafından Kulaksızzade Mustafa Paşa’nın oğlu idi; Fatihler çocuğu halis Türk karakterini spordaki Fair-Play’den gelme hürriyet aşkıyla mezcetmiş centilmen haliyle, günün birinde aramızdan sessizce çekiliverdi.

    Fenerbahçe’yi bütün Türkiye’ye sevdiren o tarif olunmaz spor hususiyetinin yaratıcılarından biri olarak Galip’i Fenerbahçe Stadı kapısı yanında temsil edecek bir heykel, ilk günlerinde kendini feda edenlere, sporumuzun şükran borcunu ödemeyi de bildiğini gelecek nesillere anlatırdı.

    Nasuhi Esat Baydar / O Fenerbahçe için Her Şey Demekti

  • Fenerbahçe’nin Her Şeyi : Galip Kulaksızoğlu

    Kurucu… Kaptan… Teknik Direktör… Başkan…
    Galip Kulaksızoğlu, Fenerbahçe’nin her şeyi idi.
    Fenerbahçe’nin kurucularından Nasuhi Esat Baydar, 1948 tarihli “Öz Fenerbahçe” dergisinde Galip Kulaksızoğlu’nu anlatıyor.

    * * * * * *

    Yıl 1906.

    Şimdiki Fenerbahçe stadının yerinde etrafı açık bir çayır: Papazın Çayırı

    İki futbol kalesi. Büyük bir kalabalık. Sarı-Kırmızı, geniş parçalı, bol gömleği içinde ince uzun bir genç, Galatasaraylı Galip; bir maça başlanmadan önce, kaleye korkunç şutlar çekiyor. Kaledekiler (Galip’in şutlarını karşılamak hususi bir hüner olduğundan egzersiz zamanında fırsattan faydalanmak isteyen kaleciler) bu bomba topları tutmaya kalkıştıkça cüretlerinin cezasını parmaklarını incitmekle çekiyorlar.

    Galip, sağ ve sol, ani ve sert vuruşları, büyük çevikliği, göz pekliği ve pas dağıtma kabiliyeti ile bir iki senedir şöhret yapmış bir orta akıncı olduğu için, benim, o zamanki futbol heveslisi çocuk merakımın başlıca mevzularından biri idi: Kendisini o gün hayran hayran seyrettim.

    Saint Joseph Koleji’ndeki arkadaşlarından çoğunun iştirakiyle “Fenerbahçe Futbol Kulübü” kurulunda bu mektepte talebe olan Galip de yeni kulübün takımında yerini aldı ve -heyhat!- vakitsiz ölümüne kadar nev’i şahsına münhasır bir uzvu olarak Fenerbahçe’de kaldı.

    İlk Fenerbahçe takımının orta akıncısı Galip’ti. Yaşlandıkça geri hatlara çekildi. Bir müddet hafbeklik yaptı. Rahmetli Arif’le birlikte Fener’in geçilmez iki bekinden biri oldu. Birkaç kere kaleciliği denedi. İlk Cihan Harbi dönüşü, katıldığı bir maçta -hüzünle hatırlarım- seyirci kalabalığınca artık tanınmayan Galip, saçsız başı ve az çok ağırlaşmış vücuduyla, yadırgandığını fark edince futboldan çekildi. Takım kaptanlığından, Kulüp umumi kaptanlığına geçti. İdareci olarak bu unvanını sporla beraber hayattan çekilinceye kadar muhafaza etti. “Kaptan” denilince aklımıza Galip gelirdi. Ve gerçekten, Fenerbahçe gemisinin sevkinde, yıllar yılı, onun fikirlerinden, tedbirlerinden, hiç değilse azminden ve misalinden kuvvet aldık.

    “Kaptan” daima başta idi : Futbolda, teniste, atletizmde, avcılıkta, kriket, kürek, yüzme, yürüyüş, ne bileyim, sporun Türkiye’de tatbik edilmiş olan her şubesinde “as”dı. Ve, şüphe etmem, Tanrı onu “baş” olmak için yaratmıştı. Yalnız büyük kusuru hudutsuz gururu idi. Sınıfının birincisi olmak lazımken haksızlık edilerek ikinci çıkarıldığı için bir mükafat tevzi merasiminde Saint Joseph Koleji’nden ayrılmıştı. Bir bankanın başveznedarlığı teklif edilirken kendisinden usulen kefalet istenildiği için “Şerefim kafi kefalettir”  cevabıyla mukabele etmiş, ısrarlara rağmen bir daha o bankanın semtine uğramamıştı. İhtimal ki bu gururunu spordaki muvaffakiyetleri de takviye etmişti. Nitekim, Galip, gitgide, kendine yeter, cemiyetin hemen hemen dışında yaşar bir adam olmuştu. Yaz ve kış demez, bir sandala atlar, tutup çoğunu eşe dosta ikram ettiği olta balıklarıyla beslenir, tütününü kendi kıyar, çorabını kendi örer, kundurasını kendi tamir eder, hatta ağrıyan dişini kendi çıkarırdı. Galip’de muhakkak ki, bir Robinson Crusoe, bir Alain Gerbault ruhu vardı; kendi kendine ve kendi aleminde devamlı bir faaliyet içinde çalışır, bahtiyar ve serazat yaşardı. Fikir ve his istikbalini hiç bir şeye feda etmeyen, uyuşmalara yanaşmayan bu çetin tabiatlı adama ekseriya kızar, fakat hakperestliğine, doğru düşüncesine, kararlarındaki dönmezliğe, fıtri nezaketine hürmet ederdik.

    Galip, Midilli eşrafından Kulaksızzade Mustafa Paşa’nın oğlu idi; Fatihler çocuğu halis Türk karakterini spordaki Fair-Play’den gelme hürriyet aşkıyla mezcetmiş centilmen haliyle, günün birinde aramızdan sessizce çekiliverdi.

    Fenerbahçe’yi bütün Türkiye’ye sevdiren o tarif olunmaz spor hususiyetinin yaratıcılarından biri olarak Galip’i Fenerbahçe Stadı kapısı yanında temsil edecek bir heykel, ilk günlerinde kendini feda edenlere, sporumuzun şükran borcunu ödemeyi de bildiğini gelecek nesillere anlatırdı.

  • Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye Geçen Başkan

    Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye Geçen Başkan

    Nasıl mümkün olur? Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Başkan öyle mi?

    Evet… Türkiye’de futbolun ilk yıllarında böyle şeyler oldu. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün ilk şampiyonluklarında çok büyük katkısı olan, ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan’ın ağabeyi, büyük Fenerbahçeli Dr. Hamit Hüsnü Kayacan’ın Galatasaray’dan istifa edip Fenerbahçe Kulübü’ne girişinin hikayesini eski dergilerden birinde bulduk. Keyifli okumalar..

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çiçek Bayramı

    O zamanki âdet gereğince Union Kulüp sahası, her sene bir gün o yılın şampiyonuna parasız olarak verilirdi. Fenerbahçeliler bu fırsattan istifade ederek; sandalye parası olarak toplanılan 4-5 Lira ile 1911 senesi yazında büyük bir çiçek bayramı tertip ettiler. Yüksek zevat arasında ve bilhassa muhitte çok büyük alaka uyandırdı. Bayram neticesinde Fenerbahçe Kulübü 61 Lira kâr elde etti. İşte bu para da lokal ihtiyacını karşılamaya kâfi geldi.

    Kadıköy’de, Altıyol ağzından Kuşdili’ne giden iki yolun birleştiği noktadaki müselles şeklindeki bina kiralandı. Ayda üç lira üzerinden 6 aylık kontrat imza edilip; masalar, koltuklar, iskemleler de içeriye yerleştirildikten sonra bütün işler olup bitmişti. Fenerbahçe, artık bir lokale de sahipti. Burası tatlı günlerin samimi havası içinden yıkanıyordu.

    Bir gün bu mütevazi yuvaya kıymetli bir misafir geldi. Galatasaray Kulübü’nün reisi Dr. Hamit Hüsnü Bey (İlk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü’nün ağabeyi). Şimdi sözü muhterem Hamit Hüsnü Bey’e bırakalım, biraz da o anlatsın :

    Fenerbahçe’ye Nasıl Girdim?

    “Galatasaray’ın yurt dışına yaptığı ilk Macaristan seyahatinin kafile reisi idim. Macaristan’dan döndükten sonra bir gün halen zahire borsasında bulunan sevgili ahbabım Yahya Berki muayenehaneme geldi. Dereden tepeden konuşurken bana :

    – Bugün gel seni bir yere götüreyim, dedi.

    Ve beraberce çıkarak Kadıköy’e geçtik. Yahya beni Altıyol ağzında iki sokağı birleştiren müselles şeklindeki bir evin tavan arasına çıkardı. Burası Fenerbahçe Kulübü idi.

    Genç Fenerbahçeliler beni büyük bir samimiyet ve hürmetle karşıladılar. O gün geç vakte kadar beraberce oturduk, çay içip sohbet ettik. Bu yuvanın sıcak havası üzerimde silinmez bir intiba bırakmıştı.

    Evim Erenköy’de olduğu için her akşam muayenehaneden eve dönerken bu tavan arasına uğruyor ve Fenerbahçelilerin arasında tatlı saatler geçiriyordum.

    Bir gün Fenerbahçeliler bana, bu samimi yuvanın reisliğini teklif ettiler. Bu vazifenin daha imtiyazlı bir şahsa verilmesi icap ettiğini söyleyerek bu samimi teklifi reddettim ve Fenerbahçe Kulübü’nün riyasetine gelmesi için Erenköy’deki evimin komşusu Nafia Nazırı Hulusi Bey’den ricada bulundum. Hulusi Bey bu ricamı kabul ederek, Fenerbahçe’nin fahri reisliğini üzerine aldı. Bu arada ben de Galatasaray’dan istifa ederek Fenerbahçelilerin arasına katıldım.”

    Hamit Hüsnü Kayacan / Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye Geçen Başkan

  • Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye Geçen Başkan : Hamit Hüsnü Kayacan

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nün ilk şampiyonluklarında çok büyük katkısı olan, ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan’ın ağabeyi, büyük Fenerbahçeli Dr. Hamit Hüsnü Kayacan’ın Galatasaray’dan istifa edip Fenerbahçe Kulübü’ne girişinin hikayesi… Nur içinde yatsın.

    * * * * * *

    O zamanki âdet gereğince Union Kulüp sahası, her sene bir gün o yılın şampiyonuna parasız olarak verilirdi. Fenerbahçeliler bu fırsattan istifade ederek; sandalye parası olarak toplanılan 4-5 Lira ile 1911 senesi yazında büyük bir çiçek bayramı tertip ettiler. Yüksek zevat arasında ve bilhassa muhitte çok büyük alaka uyandırdı. Bayram neticesinde Fenerbahçe Kulübü 61 Lira kâr elde etti. İşte bu para da lokal ihtiyacını karşılamaya kâfi geldi.

    Kadıköy’de, Altıyol ağzından Kuşdili’ne giden iki yolun birleştiği noktadaki müselles şeklindeki bina kiralandı. Ayda üç lira üzerinden 6 aylık kontrat imza edilip; masalar, koltuklar, iskemleler de içeriye yerleştirildikten sonra bütün işler olup bitmişti. Fenerbahçe, artık bir lokale de sahipti. Burası tatlı günlerin samimi havası içinden yıkanıyordu.

    Bir gün bu mütevazi yuvaya kıymetli bir misafir geldi. Galatasaray Kulübü’nün reisi Dr. Hamit Hüsnü Bey (İlk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü’nün ağabeyi). Şimdi sözü muhterem Hamit Hüsnü Bey’e bırakalım, biraz da o anlatsın :

    “Galatasaray’ın yurt dışına yaptığı ilk Macaristan seyahatinin kafile reisi idim. Macaristan’dan döndükten sonra bir gün halen zahire borsasında bulunan sevgili ahbabım Yahya Berki muayenehaneme geldi. Dereden tepeden konuşurken bana :

    – Bugün gel seni bir yere götüreyim, dedi.

    Ve beraberce çıkarak Kadıköy’e geçtik. Yahya beni Altıyol ağzında iki sokağı birleştiren müselles şeklindeki bir evin tavan arasına çıkardı. Burası Fenerbahçe Kulübü idi.

    Genç Fenerbahçeliler beni büyük bir samimiyet ve hürmetle karşıladılar. O gün geç vakte kadar beraberce oturduk, çay içip sohbet ettik. Bu yuvanın sıcak havası üzerimde silinmez bir intiba bırakmıştı.

    Evim Erenköy’de olduğu için her akşam muayenehaneden eve dönerken bu tavan arasına uğruyor ve Fenerbahçelilerin arasında tatlı saatler geçiriyordum.

    Bir gün Fenerbahçeliler bana, bu samimi yuvanın reisliğini teklif ettiler. Bu vazifenin daha imtiyazlı bir şahsa verilmesi icap ettiğini söyleyerek bu samimi teklifi reddettim ve Fenerbahçe Kulübü’nün riyasetine gelmesi için Erenköy’deki evimin komşusu Nafia Nazırı Hulusi Bey’den ricada bulundum. Hulusi Bey bu ricamı kabul ederek, Fenerbahçe’nin fahri reisliğini üzerine aldı. Bu arada ben de Galatasaray’dan istifa ederek Fenerbahçelilerin arasına katıldım.”

  • Fenerbahçe’nin Savaşçıları

    Fenerbahçe’nin Savaşçıları

    Birinci Dünya Savaşı yıllarında cepheye gidenlerin arasında tabii ki sporcular ve kulüp üyeleri de vardı. Kasım 1915 tarihli Donanma mecmuasında yayınlanan “Şehit ya da Silah Altında Bulunan Sporcular” listelerinde Fenerbahçe Spor Kulübü’nün azaları da bulunuyor. Galip Kulaksızoğlu, Yahya Berki Karagözoğlu, Sait Selahattin Cihanoğlu, Wilhelm Kohlhammer vb. belli başlı isimler dışında 1932 yangını bu isimlerin kim olduğunun bilinmemesine bahane olmamalıydı. Gerçekten çok yazık. Onlar kelimenin tam anlamıyla, Fenerbahçe’nin savaşçıları…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Kulübü’nün Elyevm Şehit Yahut Silah Altında Bulunan Azaları

    Galip Bey                                     Birinci Futbol Takımı Kaptanı

    Yahya Bey                                   Mecruh ve Taht-ı Tedavide

    Kemal Bey                                   Şehit

    Nüzhet Bey                                 Birinci Futbol Timi Azasından (Mecruh)

    Sait Bey                                       Birinci Futbol Timi Azasından

    Zeki Bey                                       İhtiyat Zabitlerinden

    Safi Bey                                       İhtiyat Zabitlerinden

    Hafid Bey                                    Zabit Namzedi

    Cemi Bey

    Nuri Bey                                      Birinci Futbol Azasından

    Sadık Bey                                    Birinci Futbol Azasından

    Rüştü Bey                                    Kotra ve Denizcilik Şubesinden

    Osman Bey                                 Futbol İkinci Tim Azasından

    Fahri Bey                                     Sandal ve Deniz Şubesinden

    Sezai Bey                                    

    Burhaneddin Bey

    Hulki Bey                                     Deniz ve Sandal Şubesinden

    Ömer Bey                                    Süvari Mülazım-ı Sani (İhtiyat)

    Garî Bey                                      Futbol Birinci Timi Azasından

    Afif Bey                                        Zabit Namzedi

    Bedri Bey                                    Zabit Namzedi

    Hafid Bey                                    Zabit Namzedi

    Ferit Bey                                      Zabit Namzedi

    Kemal Bey                                   Zabit Namzedi

    Emin Bey                                     Zabit Namzedi

    Zeki Bey                                       Mecruh ve Taht-ı Tedavide

    Nebil Bey

    Vasıf Bey

    Şevki Bey

    Servet Bey

    Kenan Bey

    Sabri Bey                                     Birinci Futbol Timi Azasından

    İsmail Bey

    Atâ Bey

    Rauf Bey

    Şakir Bey                                     İhtiyat Zabit Vekili

    Vehbi Bey                                    Müftüzade – Futbol Birinci Tim Azasından

    Arif Bey                                       Futbol Birinci Tim Azasından (Askeri Mühendis)

    Nurettin Bey                               Şehit

    Mehmet Bey                              Mülazım-ı Sani

    Nurettin Bey

    Cemal Bey

    Wilhelm Kolhammer                 Birinci Tim Azasından (Almanya’da Asker)

    Mehmet Nasuhi Bey                 İkinci Tim Azasından ve İhtiyat Zabitlerinden

    Ethem Bey                                  İkinci Tim Azasından

    Manço Selahattin Bey

    Süreyya Mithat Bey                  Birinci Tim Azasından

    Mustafa Behçet Bey                 Mecruh ve Taht-ı Tedavide

    Müfit Bey                                    İhtiyat Zabit Namzedi

    Sami Bey                                     İhtiyat Zabit Namzedi

    Mithat Bey

    Donanma Dergisi / Fenerbahçe’nin Savaşçıları

  • Spor Hayatımıza Şeref Veren Fenerbahçe

    Spor Hayatımıza Şeref Veren Fenerbahçe

    Harf inkılabı öncesi kaynaklarda Fenerbahçe ve Türk sporu hakkında çok ciddi bilgiler var. Tabii sadece bunlarla yetinmeyip, eski / yeni bütün kaynakları alt alta okuyarak daha doğru bilgilere ulaşmak mümkün. Bunlardan birisi de 1926 yılında yayınlanan Aylık Mecmua… Sizi “Spor Hayatımıza Şeref Veren Bir Kulüp : Fenerbahçe” yazısıyla baş başa bırakalım. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    * * * * * *

    Türkiye’de Futbolun Başlangıcı

    Bugün memleketimizdeki spor hayatında çok mühim bir mevkiye sahip olan Fenerbahçe Kulübü’nün tarih-i teşkili oldukça eski bir zamana aittir ve tarih-i teşkilinden bugüne kadar geçirdiği hayatta bir çok muvaffakiyetlerle doludur. Fenerbahçe Kulübü’nün  tesisine, Galatasaray Kulübü’nün teşkili üzerine memlekette, bilhassa Türkler arasında spora karşı gösterilen inhimâk sebep olmuştur. Bu Türk kulüplerinin tesisinden evvel Moda’da bir İngiliz kulübü ile Kadıköy’de Rumlardan, Ermenilerden, İtalyanlardan mürekkeb Kadıköy isminde bir futbol kulübü bulunuyordu. Gayri Türk kulüplerinde birkaç tane Türk oyuncu vardı.

    1322 senesinde futbol istilai bir şekil almıştı. Heveslileri günden güne çoğalıyordu. Bu sıralarda Kadıköy’deki Türkler bir kulüp teşkil etmek istediler. Bunlardan Galip, Nasuhi, Elkatip Mustafa, Fuat Beyler münavebe ile arkadaşlarının evlerinde toplanarak müzakerelere başladılar. O zamanki idarenin nazar-ı dikkatini celp etmemek için içtimalarını gizli yapıyorlardı.

    Sene 1907

    Bir sene sonra yani 1323’de Fenerbahçe Kulübü resmen teşkil etmişti. O zaman Rumblers, Progre, Moda isimlerindeki ecnebi takımlar çok kuvvetli bulunuyorlar, Galatasaray da bunlarla başa çıkmaya uğraşıyordu. Fenerlileri ilk yaptığı müsabakalar tabii çok defa mağlubiyet ile neticeleniyordu. Fenerbahçe’nin ilk oyuncuları arasında Galip, Nuri, Nüzhet, Mahmut ağabey gibi oyuncular vardı. Fakat Fenerliler muvaffak olmak için çok çalışıyorlardı ve Türkler arasında yetişen güzide oyuncuları aralarına alıyorlardı. Bu şerait dahilinde Fenerbahçe günden güne kesb-i kuvvet ediyor ve takıma Hasan Kamil, Said, Hikmet, Otomobil Nuri, Miço, Arif, Süreyya Beyler gibi o zamanın en iyi o zamanın en iyi oyuncuları dahil oluyordu. Fenerbahçe kuvvetli bir şekle inkılabından sonra Galatasaray’ın önüne tehlikeli bir rakip olarak çıktı ve 328 senesinde Galatasaray’dan şampiyonluğu aldı.

    Balkan Harbi, spor faaliyetine vurulan ilk darbe oldu. Fakat Harb-ı Umumi’nin zuhurundan sonra kulüplerin uğradığı sadme daha şiddetli oldu. Kulüplerin en güzide oyuncuları cepheye gidiyorlar, geride kalan oyuncular ise takımda açılan rahneyi dolduramıyorlardı. Esasen Harb-ı Umumi’ye tekadüm eden günlerde Fenerbahçe bir sarsıntı daha geçirdi : Bir nokta-i nazar ihtilafından dolayı takımın en kuvvetli oyuncularından Nuri, Bekir, Hikmet, Haydar Beyler kulüpten çıkmışlardı. Bunlardan Bekir, Nuri ve Haydar Beyler (Progre)yi Altınordu’ya tahvil ederek senelerce şampiyon çıkan bir kulübün esasını kurmuşlardı. Hikmet Bey de Galatasaray’a girmişti.

    Bu vaziyet karşısında Fenerliler hariçten yabancı anasırla takımlarını takviye etmek gayesini takip etmeyerek ikinci, üçüncü ve dördüncü takımlarını yetiştirmeye başladılar. Filhakika bu takımlarda o zamanın çok kıymetli oyuncuları bulunuyordu. Mesela Zeki, Alaaddin, Refik, Şekip, Cemil, Haydar Beyler gibi oyuncular bu takımlarda idiler. Fenerliler ellerindeki oyuncuların kıymetini takdir ederek bunları çalıştırmaya başladılar ve bir buçuk iki sene sonra Zeki ve Alaaddin Beyler birinci takıma çıktılar. Henüz 15-16 yaşında olan bu oyuncular o zamanın pos bıyıklı oyuncuları arasında süratle teferrüd edildiler ve Fenerbahçe’nin birinci takımında oynadıklarının ikinci senesinde İstanbul muhtelitinde oynamaya başladılar.

    Birinci Dünya Savaşı ve Sonrası

    Harb-ı Umumi, spor tarihi üzerine de çöken bir facia oldu. Asil kadrolar, kıymetsiz oyuncular ile dolduruluyor, ancak spor ruhunu öldürmemek gayretiyle çalışan teşkilat kuvvetlerin muvazenesizliği arasında bocalıyordu. Mesela Galatasaray Kulübü, birinci takımında dört Alman oynatıyor, Fenerbahçe birinci takımında iki Rum ve bir Ermeni oyuncu bulunuyordu.

    Fenerbahçe’nin en kuvvetli ve şöhretli devresi mütareke senelerinde başlar. Şehrimizdeki ecnebi takımlarına karşı hemen daima muvaffakıyet temin eden Fenerbahçe sa’i ve gayretiyle yalnız İstanbul’un değil, Türkiye’nin bile en sevilen kulübü olmuştur. İngilizlerden müteaddit kupalar almış, yaptığı müsabakaların yüzde doksanını kazanmıştı. Mâhaza İngilizler ile yapılan bu temasların Fenerbahçe’nin futbol tarzı üzerinde yaptığı inkılap ve faydalar gayrikabil-i inkardır. Fenerlilerin o maruf ahenk ve tesanüdü İngilizlerle yapılan müsabakalardan tahsil etmiş ve Slavya müsabakaları hazırlanan esasi inkişafı tam haline getirmiştir.

    Aylık Mecmua (Ekim 1926) / Spor Hayatımıza Şeref Veren Fenerbahçe