Yazar: izidor

  • Haydi Bastır Kanarya

    Haydi Bastır Kanarya

    Sezon 1981-1982… Bolu beraberliği ile başladık lige. Tatsızız. Ardından Sakarya’yı deplasmanda, Adanaspor’u da İstanbul’da aynı skorlarla 2-1 yeniyor, düzelir gibi oluyoruz. Bursa deplasmanında 2-0 mağlubiyetten 79 ve 80inci dakikalarda Bahtiyar ve Selçuk ile 2-2 beraberliği güç bela kurtarıyoruz. Ardından Adana Demirspor deplasmanında da 1-1 beraberlikle ayrıldıktan sonra “Yine bize mide kramplarıyla maç seyretme dönemine mi girdik?” diyoruz. Hâlbuki kadromuz çok çok iyi. İşte Galatasaray maçı da geldi çattı. İnönü Stadı’nda Osman Denizci’nin golünde Sarı Tuncay ve rahmetli Küçük Alper ile alt tribüne düşmemize neredeyse ramak kalmıştı. O galibiyetle keyfimiz yerine geldi. Gelmez mi? Haydi Bastır Kanarya!

    Kült Bir Tezahüratın Doğuşu

    Hafta içi yine iş çıkışı Çiçek Pasajı’ndayım. Kimseler gelmemiş yalnızım. Can sıkıntısından tezahürat için söz yazıyorum. O senelerde çok ünlü olan Gönül Akkor’un söylediği “Ağla gözlerim ağla” şarkı müziğine söz yazmaya başladım. Hem mırıldanıyorum, hem de aklıma söz geldikçe yazıyorum. Baktım rahmetli Küçük Alper de geldi, o da bana katıldı. Birlikte hem söylüyor, hem yazıyoruz. Farkında olmadan yılların klasiği olacak bir tezahüratı yazıyormuşuz. Enver abi geldi, Sabahattin baba geldi, Amigo Yaşar geldi. Hem yazıyor, hem öğretiyor, hem söylüyoruz. Maç günü için de kâğıtlara yazıp çoğalttık. Alışmıştık zaten çuvallarla konfeti getirmeye. 10-15 tane kağıda tezahüratları yazmaktan mı üşenecektik?

    Kanaryamın renkleri,
    Sarar bütün kalpleri.
    On birinle bin yaşa,
    Haydi bastır Kanarya!

    Selçuk sağdan kayıyor,
    Ortasını yapıyor,
    Osman golü atıyor.
    Haydi bastır Kanarya!

    Var mı bizden büyüğü?
    Varsa çıksın ortaya!
    Kralını yeneriz,
    Haydi bastır Kanarya!

    Bu bestemizi, başka arkadaşlarımız, ben Mart ayında askere gittikten sonra sözler ekleyerek uzatmışlar. İyi de yapmışlar.

    Kocaeli Maçına Doğru

    Bu yolculuğumuzda, Galatasaray maçı galibiyetinin keyfinden sonra, ertesi hafta Eskişehirspor’u Alpaslan’ın golüyle 1-0 geçerek sürdürdük ama sonra İzmir’de Göztepe’ye 2-1 mağlup olunca yine bize mide krampları, yine bize stresler.

    Peşinden Gaziantep’i 5-1 yenince derin bir oh çekmiştik ki bu sefer de Beşiktaş’a Mehmet Ekşi’nin golüyle mağlup olduk. Ankara’da Ankaragücü’nü 1-3, İstanbul’da Altay’ı da Tavşan Mustafa, Osman Denizci ve Selçuk Yula’nın golleriyle 3-0 yenince, artık o zamanın dişli takımlarından Zonguldak için “Deplasmanda yeneriz” hayalleri kurmaya başlamıştık. Ancak Fenerbahçe dengesiz sonuçlar almaya Zonguldak’ta 0-0 berabere kalarak devam etti. Diyarbakırspor’u İstanbul’da 2-1 yendik amma taraftarımızı dengesiz sonuçlara alıştıran kadromuzla bu sefer bizi Kocaelispor deplasmanı endişesi sardı. İyi takımdı Kocaelispor.

    Mart’ta askere gidince ”Yok yok, şampiyonluk maçına gelmek için izin isterim, vermezlerse firar ederim” diye düşünceler saplanmıştı. Aklımız bir karış havada, askerliği oyun zannediyoruz o aralar. Emirin demiri kestiğini daha sonra öğrenecektik.

    Fenerbahçe’den ayrılma hissi sarınca yolda bir mahzunlaştım. Kocaeli maçına giderken otobüste bunu fark eden Büyük Alper yanıma geldi, “Ne oğlum bu halin? Kız meselesi mi? Gönlü varsa kaçırırız ne dert ediyorsun?” deyince kendime geldim. Yok be kardeşim ne kız meselesi yahu? biz de müthiş takımız, kadromuz süper.  Rize’den gelen Arif, Osman ve Zafer var, Onur var, Güngör var, Alpaslan var, Erdoğan var, genç takımdan A takıma aldığımız Müjdat Yetkiner ve Tavşan Mustafa Arabacıbaşı var, İsa var, Bahtiyar var, Selçuk Yula var.

    Maç Günü ve Gol Düellosu

    Normal şartlarda yenmemiz lazım Kocaeli’yi. Geldik, stada girdik. Başlamasını bekliyoruz. Takımlar sahaya çıktı. Bizim tribün inletiyor stadı: “Fener buraya, Fener buraya.”

    Uzatmayalım, endişeli ve stresliyiz. Maceralı günümüz… Kocaeli maçı başlar başlamaz 10uncu dakika Selçuk ile öne geçtiysek de 17nci dakikada beraberliği sağladılar. 21inci dakikada da Ceyhun diye iyi bir oyuncuları vardı, onunla 2-1 öne geçtiler ve ilk yarıyı mağlup bitirdik. Gol düellosu başlamıştı. Tribünde gerginlik had safhada. En önde oturuyorum, içim içime sığmıyor. Yerimde duramıyorum. Arkadaşlarla türlü totemlere başvuruyoruz; artık her şeyden medet umar olduk.

    İkinci yarı başladı mağlup durumda olmamıza rağmen kontrolü ele alıp baskılı oynamaya başladık ama Kocaeli de boş takım değil. Top bir o kalede bir bu kalede. Her an iki takımdan da gol gelebilir. Kale arkasındaki deplasman tribününün en ön sırasında gerilmiş yay gibiyim. Bir orta geldi, aslan yelesi gibi saçlarıyla rahmetli Selçuk’un topa yükselip kafayı yapıştırdığını gördüm.  Goooll! 2-2 !

    Top filelere yapıştığı anda zaten zembereği boşalmış yay gibiydim. Fırlamışım yerimden. Stadın zeminine atlamış, gol sevinciyle sevgi yumağı oluşturan bizim futbolculara sarılmak için koşuyorum. Artık kendimde değilim. Gooll. O anda kendime geldim. Sahaya atladığım için 3 polis arkamdan koşmaya başladı. Çok çabuk düşünüp bir şekilde durumu kurtarmalıydım. Yakalarlarsa cop yemek var işin ucunda. Onlardan kaçar pozisyonda sahaya doğru koşmayı bırakıp, bu sefer o üç polisin üzerlerine doğru koşmaya başladım. Şaşırdılar. Yaş 19, sporcuyum atletik yapılıyım zıpkın gibiyim. Onlara beş adım kala kollarımı açarak üç polisin üzerlerine balıklama atladım, hepsini altıma aldım. Yerde yuvarlandık şöyle bir. Adamlara sıkıca sarılıp öpüyor, bir yandan da “Goolll !!! Goooolllll!!!” diye sesim elverdiği kadar bağırıyorum.

    Ellerindeki coplar bir yana, biz bir yana savrulduk. “Neden atladın sahaya?” der gibi bakıp kibarca bir şeyler diyorlar ama ben duymuyorum bile. Goooollll. Gooollll aslanım benim, Selçuğum benim be!

    Adamlar baktılar ki bu adam deli :) Tribünün kapısını açtılar, “Çıkın yukarı kardeşim! Bu sefer bir şey yapmadık ama bir daha atlamayın, bu kadar sakin kalmayız” dediler ve beni tekrar içeri aldılar.

    Dört dakika sürmedi, Kocaelispor’da oynayan arkadaşım Zeki ile bir gol bulup 3-2 öne geçtiler. Mağlup duruma geçince tribünce tırnaklarımızı kemirmeye yine başladık. Dört dakika sonra bu defa Bahtiyar ile 3-3 yaptık. Kimin galip geleceği belli değil yine. Top bir onların kalesinde bir bizim kalemizde. Tavşan Mustafa Arabacıbaşı’nın süratiyle daha etkili ataklar yapıyoruz kaçan her gol pozisyonundan sonra ahlar vahlar eşliğinde saç baş yoluyoruz. Nihayet 89uncu dakikada Tavşan Mustafa’nın vuruşuyla bu defa topun, bize uzak olan kaleye girdiğini görünce rahatladık. “Tamam” dedik, “İnşallah bu sene şampiyon oluruz.”

    Ama olamadık. Ben askere gitmeden önce 5 puan farkla lider olduğumuz 1981-82 sezonun sonunda, 44 puanlı Beşiktaş’ın ardından 41 puanla 3.cü olarak bitirip, dengesiz başladığımız sezonu yine üzgün bitirdik. Kanaryamın renkleri bestemiz de, en nihayet 1982-83 sezonu şampiyonluğu göğüslemiş ve dalgalandırmıştı tribünlerimizi.

    Kocaeli maçında, ben 2nci golde sahaya atladım da 3üncü ve 4üncü gollerimizde atlayan olmadı mı? Ben bir daha atlamadım ama elbette atlayanlar oldu, ancak maalesef onlar benim kadar ucuz kurtulamamışlardı. Ne diyelim? Hey gidi gençlik işte…

    Selamlar, sevgiler Sarı-Lacivert günler…

    İzzet İsrael Benyakar / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Haydi Bastır Kanarya

    Kocaelispor 3 – 4 Fenerbahçe:

    27 Aralık 1981 – Türkiye Ligi – İzmit İsmet Paşa Stadı

    Hakem: Talat Tokat

    Kocaelispor: Erhan Arslan, Zeki Kaya, Mahir Danabay, Yusuf Altıntaş, Bülent Gürbey (Murat Vatansever), Turgay Aksu, Senad İbriç, Mustafa Çapanoğlu, Orhan Görsen, Ceyhun Güray, Yaşar Altıntaş.

    Fenerbahçe: Nurettin Yıldız, Onur Kayador, Güngör Tekin, Alpaslan Eradlı, Erdoğan Arıca, Müjdat Yetkiner, Osman Denizci (Mustafa Arabacıbaşı), Zafer Dinçer, İsa Ertürk, Bahtiyar Yorulmaz, Selçuk Yula.

    Sarı Kartlar: Zeki (Kocaelispor), Erdoğan, Güngör, Alpaslan (Fenerbahçe)

    Kırmızı Kart: Yusuf (42) (Kocaelispor)

    Goller:  Dak.10 Selçuk (0-1), Dak.17 Orhan (1-1), Dak.21 Ceyhun (2-1), Dak.64 Selçuk (2-2), Dak.68 Zeki (3-2), Dak.72 Bahtiyar (3-3), Dak.89 Mustafa (3-4)

  • Böyle Bir Geri Dönmek Görülmemiştir

    Böyle Bir Geri Dönmek Görülmemiştir

    Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki 4-4’lük maça bir de tribünden bakıyoruz! İzzet Benyakar, “Böyle bir geri dönmek görülmemiştir” diyerek, bu müthiş tarihe canlı şahitlik edişini anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    4-4’lük Maç Öncesi

    Tarih 1982 Mart. Fenerbahçe’den ve tribünlerden ilk kopuşum.

    Her zamanki gibi Çiçek Pasajı’nda demlendiğimiz dostum, arkadaşım Yaşar’a (rahmetli Amigo Yaşar Özkazıcı) “Şampiyon olursak kutlamalara katılmak için 2 günlüğüne firar edeceğim” dedim.

    “Firar edersen seni ilk ben teslim ederim karakola” dedi. Güldüm geçtim. 5 puan farkla liderdik gittiğimde. “Görüşürüz” dedim. Ama Erhan Önal’ı transfer ettikten sonra bütün işler tepetaklak gitmiş; zaten 1981-1982’de şampiyon olamamıştık. “Sağlık olsun, seneye oluruz” dedik, sineye çektik.

    Askerim. Takip ediyorum uzaktan da olsa tabii ama içimde bir kurt var. Galatasaray maçına yetişmeliyim. İzin günümü bölük komutanımdan aylar önce rica edip, güç bela denkleştirmişim. İzni de koparmışım.

    Maç Günü

    Uzatmayalım. Maç sabahı erken saatte vardım İstanbul’a. Eve gittim bir ağırlama, bir hoş beşten sonra rahmetli anacım kahvaltı vs. hazırlamış, donatmış masayı. Ama Fenerbahçe-Galatasaray maçı var. Bizim tribündeki çocuklar geceden sabahlamış, hazırlanmışlardır. Kim bilir kaçta gidersem onları bulup girebilirim maça.

    Alelacele bir kahvaltıdan sonra, saat 10.00’da davrandım.

    – Hadi ben çıkıyorum.

    Babam “Nereye?” dedi, “Daha yeni geldin oğlum. Dur da yüzünü görelim”

    Fenerbahçe sevdamın sebebi hikmeti, daha küçükken beni omuzlarında maça götüren, Fenerbahçe tarihindeki kadroları isim isim ezberleten, antrenman maçlarında da adam eksiği olunca onlarla oynamış olan babam, mekanı cennet olsun.

    – Baba Fenerbahçe-Galatasaray maçı var biliyorsun.

    – Tamam oğlum. Ben seni götürürüm, ben de girerim maça.

    – Ya baba Mecidiyeköy’ü bile kapatırlar. Bilet kalmaz. Kapıları da kapatırlar, giremeyiz.

    – Ben açtırırım, dedi

    Babamın bütün çevresi eski yönetici arkadaşlarından oluşuyor biliyorum. İçim rahat değil ama, yine de çaresiz “Peki” dedim.

    Az daha sohbetten sonra

    – Baba maç saat üçte, saat bir olmuş hala buradayız, ben çıkıyorum, dedim.

    – Oğlum daha 2 saat var maça, diyor babam. Güleyim mi ağlayayım mı?

    Ali Samiyen Stadına Varış

    Taksiye atladığımız gibi, soluğu Mecidiyeköy’de aldık. İnzibat barikat kurmuş stada kimseyi sokmuyor. Bende askerim ya, iki muhabbetten sonra barikat bizim için açıldı. Ama stadyum dolu, kapılar kapanmış. Biz doğru şeref tribününe yöneldik. Allah’ın işi mi, benim şansım mı bilinmez, daha kapıya vardığımız anda babamın yönetici bir arkadaşına rastladık. Girdik numaralıya.

    Ben tribüne koşuyorum. Babam da eski yönetici arkadaşlarıyla seref tribününe demlenmeye gidiyor. Tribüne çıkıp da yeşil çimleri görünce bir oh çektim. Bırak oturmayı ayakta duracak yer yok. Aradan sızdım, en öne çömeldim. Millet isyan etti. Numaralının kenarlarına doğru Fenerbahçe, Galatasaray taraftarı karışık oturuluyor o zaman. Hiç uzatmadım; asker olduğum için onlar da uzatmadı, arıza çıkmadan seyredebileceğim maçı şükür. Kapalı tribün tam karşımda, hepsi arkadaşım, seçebiliyorum bile. Stadyum yarı yarıya.

    Efsane Ötesi Maç Başlıyor

    Daha maçın başında yedik golü ama Özcan Kızıltan 2 dakika sonra cadde tarafındaki kaleye zımbaladı füzesini : 1-1

    Galatasaray bastırmaya başlıyor, biz karşılık veremiyor ve hala defans yapıyor, bocalıyoruz. Olduğumuz yerde kuduruyorum artık, ilk yarı 2 gol daha yedik, devre 1-3 bitti. Devre arası babamı görmeye aşağı ineyim dedim.

    – Ben eve gidiyorum bu maçta daha çok gol yer bunlar bu gidişle, dedi.

    İçimde cılız bir umutla

    – Ya baba, belki döndürürüz maçı, gibisinden bir şeyler geveledim.

    İkinci devre başlar başlamaz; Hosiç diye bir golcüleri vardı akıllı adamdı, bizim kaleci Yaşar’a aşırtma bir gol attı. 1-4 mağlup durumdayız. Artık bende de maçtan çıkma psikolojisi hakim olmaya başladı. Galatasaray tribünleri üstümüzde tepiniyor neredeyse. Görmek ve işitmek zul geliyor. Çıkıyorum.

    Off  o ne? Dur yahu!

    Alpaslan kollarını kaldırmış ileri hareketi yapıyor.

    Yürüyün! İleri! Aldığı gibi topu sürdü. Oh be! Atak yapıyoruz.

    Boş döndük ama takım canlandı. Topu alan dikine gidiyor. Bir atakta top rakip defanstan sekti; tıngır mıngır orta sahaya doğru yuvarlanırken, orta sahadan bütün heybetiyle kopup gelen Onur Kayador, hani “Yaradana sığınıp, çaktı” denilen cinsten topa bir vurdu ki sesi tribünlerde yankılandı. Bütün stadın sessizliği içinde gelecek olan golün sesini duydu adeta.. Bazuka gibi giden top önce uzak direğe sonra yakın direğe çarpıp ağlarla kucaklaştı. Statta cılız bir ses

    – Gool!

    Artık durmak yok. Sağlı sollu bunaltıyoruz. Galatasaray futbolcuları bu beklenmedik şahlanışımız karşısında sinmiş durumda. Çok beklemedik, üçüncü golü yine Özcan Kızıltan yazdı. Stattaki sesin volümü artık biraz daha yüksek perdeden:

    -Gooooll!!

    Hadi be oğlum diyorum içimden. Birkaç dakika sonra koçum Bulgar Mehmet, kimsenin beklemediği bir anda uzaktan avladı kaleciyi. Statta ses artık bayağı yüksek perde:

    -GOOOOLLL!!!

    Büyük Fenerbahçe Tribünleri

    Fener tribünlerinin coşkusu görülmeye değer. Skor tabelasının yan duvarlarını yumruklayan Fenerbahçe taraftarları yukarı tırmanıyor, attığımız dördüncü golü yazmakta geç kalan tabelacıya tepkisini alenen gösteriyor.

    Maçın bitmesine var daha! Yürüyün be ! Osman Denizci kaçırdı, Selçuk Yula kaçırdı. Habire ataktayız ama bir türlü girmiyor. Son dakika, gol gelmek üzere. “Bitirme maçı hocam” diyorum içimden hakeme. Selçuk ah Selçuk! Ah Osman! Yine kaçırıyor golü.

    Maç bitti, adı “4-4’lük maç” diye kaldı ama iki dakika daha uzasa, tarih bu maçı “1-4’den 5-4’lük maç” diye yazacaktı. Hâlâ o günün heyecanını yaşıyorum. Umarım tüm Fenerbahçelilere de yaşatabilmişimdir. Hepinize Sarı-Lacivert günler ve mazimizde yatan tarihe ekleyeceğimiz nice yeni zaferler diliyorum.

    İzzet İsrael Benyakar / Böyle Bir Geri Dönmek Görülmemiştir

  • İzzet Benyakar, Radomir Antic’i Yazdı

    Öyle bir G.Saray maçıyla hatırlıyorum ki Antiç’i…

    Takvim yaprağında o gün 19 Mart 1978 yazıyor.

    İlk yarısı karşılıklı atılan gollerle 1-1 bitmiş. İkinci yarıda her iki takımın kısır baskılı cılız ataklarıyla bitse de gitsek modunda maç sonuna gelmişiz. Görende beraberliğe razı bir izlenim bırakan geride top çevirme faslına başlamış takım, ki beni en çok rahatsız eden görüntü budur. Maçın neredeyse son 5 dakikası oynanırken top, bizim en gerideki oyuncumuz Coşkun Demirbakan’a geliyor. Karşısında Büyük Mehmet Oğuz, koca göbeğiyle topu kapmak için pres yapıyor. Bizim Coşkun’da öz güven tavan yapmış, hepimizin yüreğini ağzımıza getiriyor, nasılsa o koca göbekle topu kapamaz diye biraz da laubali davranarak yaklaşmasına izin veriyor.

    Ama Kadırgalı Ördek Mehmet bu, neticede kurt oyuncu topu bir anda kapıp kimsenin beklemediği seri bir şekilde sürerek İvançeviç gibi müthiş bir kalecinin sağına bırakıveriyor 1-2 mağlup durumdayız maçın bitmesine 5 dakika var. G.Saray tribünleri tek sıra olan polis kordonunun üstünden golün coşkusu ve maçın neredeyse bitmesi nedeniyle üzerimize çökmüş adeta tepiniyorlar. Kulaklarımız sağır olacak neredeyse. Ben de dahil olmak üzere bir çok Fenerbahçeli şapkalarını bayraklarını fırlatmış, nahoş homurtular eşliğinde maçı terk ediyor.

    Kapalının merdivenlerinden inerken yukardan bir gool sesi geldi. Eyvah üçüncüyü mü yedik derken, staddan çıkayım mı yoksa yukarı çıkıp golü kimin attığını mı kontrol edeyim.

    Uzatmayalım, tabii ki merakıma yenilip tekrar yukarı çıktım.

    Gördüğüm manzara maçın bitimine 3 dakika kala Antiç yeni açık tarafındaki kalenin önünde numaralı tribün çaprazındaki tarafta kanlar içinde yerde yatıyor, top G.Saray kalesinin içinde, Fenerbahçe tribünleri stad genelinde G.Saray tribünlerinin üzerine çökmüş ŞENOLA FENER ŞENOLA tezahüratı ile ortalığı inletiyor. Golü de göremedim ya, sordum birine

    Rahmetli Önder Mustafaoğlu orta sahadan ortalamış, Antiç uçarak yer ile karışık topa kafayı yapıştırmış ve kanlar içinde yere düşüp baygınlık geçirmiş.

    Radomir Antiç 1978-79 sezonunda Fenerbahçe’de kalmayıp Zaragoza’ya gitti ama, işte bu anlattığım golden ve o sezon gösterdiği üstün başarılı yararlılıklardan ötürü gönlümüzdeki yeri ÖMÜR BOYU REZERVE’dir.

    Selamlar, sevgiler Sarı-Lacivert günler…
    İzzet İsrael Benyakar

  • İzzet Benyakar Radomir Antiç’i Yazdı

    İzzet Benyakar Radomir Antiç’i Yazdı

    Bir kişi daha gitti… Dünyadan, Fenerbahçe’den, anılarımızdan birini daha kaybettik. Onu tribünde canlı izleyenlerden biri olan İzzet Benyakar Radomir Antiç’i yazdı. Keyifle ve hüzünle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Öyle bir G.Saray maçıyla hatırlıyorum ki Antiç’i…

    Takvim yaprağında o gün 19 Mart 1978 yazıyor.

    İlk yarısı karşılıklı atılan gollerle 1-1 bitmiş. İkinci yarıda her iki takımın kısır baskılı cılız ataklarıyla bitse de gitsek modunda maç sonuna gelmişiz. Görende beraberliğe razı bir izlenim bırakan geride top çevirme faslına başlamış takım, ki beni en çok rahatsız eden görüntü budur. Maçın neredeyse son 5 dakikası oynanırken top, bizim en gerideki oyuncumuz Coşkun Demirbakan’a geliyor. Karşısında Büyük Mehmet Oğuz, koca göbeğiyle topu kapmak için pres yapıyor. Bizim Coşkun’da öz güven tavan yapmış, hepimizin yüreğini ağzımıza getiriyor, nasılsa o koca göbekle topu kapamaz diye biraz da laubali davranarak yaklaşmasına izin veriyor.

    Ama Kadırgalı Ördek Mehmet bu, neticede kurt oyuncu topu bir anda kapıp kimsenin beklemediği seri bir şekilde sürerek İvançeviç gibi müthiş bir kalecinin sağına bırakıveriyor 1-2 mağlup durumdayız maçın bitmesine 5 dakika var. G.Saray tribünleri tek sıra olan polis kordonunun üstünden golün coşkusu ve maçın neredeyse bitmesi nedeniyle üzerimize çökmüş adeta tepiniyorlar. Kulaklarımız sağır olacak neredeyse. Ben de dahil olmak üzere bir çok Fenerbahçeli şapkalarını bayraklarını fırlatmış, nahoş homurtular eşliğinde maçı terk ediyor.

    Kapalının merdivenlerinden inerken yukardan bir gool sesi geldi. Eyvah üçüncüyü mü yedik derken, staddan çıkayım mı yoksa yukarı çıkıp golü kimin attığını mı kontrol edeyim.

    Tabii ki merakıma yenilip tekrar yukarı çıktım.

    Gördüğüm manzara maçın bitimine 3 dakika kala Antiç yeni açık tarafındaki kalenin önünde numaralı tribün çaprazındaki tarafta kanlar içinde yerde yatıyor, top G.Saray kalesinin içinde, Fenerbahçe tribünleri stad genelinde G.Saray tribünlerinin üzerine çökmüş ŞENOLA FENER ŞENOLA tezahüratı ile ortalığı inletiyor. Golü de göremedim ya, sordum birine

    Rahmetli Önder Mustafaoğlu orta sahadan ortalamış, Antiç uçarak yer ile karışık topa kafayı yapıştırmış ve kanlar içinde yere düşüp baygınlık geçirmiş.

    Radomir Antiç 1978-79 sezonunda Fenerbahçe’de kalmayıp Zaragoza’ya gitti ama, işte bu anlattığım golden ve o sezon gösterdiği üstün başarılı yararlılıklardan ötürü gönlümüzdeki yeri ÖMÜR BOYU REZERVE’dir.

    Selamlar, sevgiler Sarı-Lacivert günler…

    İzzet İsrael Benyakar Radomir Antiç’i yazdı.