Yazar: lacivertsar

  • Fenerbahçe Yenilmez

    Fenerbahçe Yenilmez

    Tarihe damgasını vuran cümleler vardır. İşte bu da onlardan biri… “Fenerbahçe yenilmez. Bu formayla dalga geçilmez”. Tapfereritter, 3 Mayıs 1989’u yazıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Unutulmaz Bir Gün

    Sahalarda ender görülen hareketlerdi: Galatasaray kalecisi Zoran Simoviç üzerine yumuşak gelen topu göğsüyle istop etmiş ve ayağıyla sağ kanada doğru uzaklaştırmış, gelen topu Cevad Prekazi göğsüyle yumuşatıp röveşatayla uzaklaştırmış, ondan gelen topu da Mirsad Kovaçeviç (Türk vatandaşı adıyla Mirsad Güneş) yine göğsüyle yumuşatıp röveşatayla Fenerbahçe yarı sahasına göndermişti.

    Zaten skor da ender görülen cinstendi: O sezon Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale çıkan Galatasaray Türkiye Kupası (o sezonki adıyla Federasyon Kupası) çeyrek finalinin 3 Mayıs 1989’daki rövanşında ilk yarı 3-0 öndeydi. Galatasaray, Fenerbahçe’yi 1960’tan beri bir kez (26 Ağustos 1970’te sezon başı Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası’nda) 3-0 yenmişti. Fenerbahçe ise bu dönemde rakibini defalarca üçlemiş, dörtlemiş, beşlemiş ve altılamıştı.

    İki yabancılı ligimizin üç yabancılı Galatasaray’ı o sezon Fenerbahçe ve Beşiktaş arasındaki şampiyonluk yarışına havlu atmış, ancak Avrupa Kupalarında rövanşları çok iyi oynadığını göstermiş. Bu eşleşmenin ilk maçında da Fenerbahçe’nin 2-0’lık üstünlüğünü maç sonunda 2-2’yle bertaraf etmiş, ikinci maçta da 3-0’dan sonra röveşatalarla topu Fenerbahçe yarı sahasına göndererek “al biraz da sen oyna” demişti.

    İkinci yarı da Fenerbahçe aldı topu ve oynadı..

    Taygun Erdem Anlatıyor

    4-3 biten maçta devre arasında olup bitenleri, Veselinoviç’in takımla konuşmasını muhtelif belgesellerde maçın kahramanları Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman ve Hasan Vezir’den dinledik.. Buradan sonrasını ise, (sakatlığından dolayı ilk yarıda aksayan Oğuz Çetin’in yerine) ikinci yarıda 14 numaralı formayla oyuna girerek Galatasaray kontra-ataklarına set çeken ve sinirlenen Prekazi’yi de kırmızı kartla oyundan attıran maçın “gizli kahraman”larından Taygun Erdem’in, İzzet Benyakar’ın yönettiği “Fenerbahçe Tarihi Kadroları” sayfasındaki anılarından okuyalım:

    Ömer Abi (Kaner) devre bitmeden “hazırlan, oyuna giriyorsun” dedi ve ben sahada ısınmaya başladım. Kimin çıkacağını, nereye gireceğimi düşünürken, bir anda maç başlamak üzere iken, Ömer Abi bir kez daha geldi ve ‘Ön libero oynuyorsun, yükleneceğimiz dakikalarda kontralarda orta sahada dikkatli ol, kuş uçurtma’ dediği anda Sadık Deda düdüğü çaldı ve 2. yarı başladı.

    Fenerbahçe’nin, Veselinoviç’in sahaya çıkan oyuncularına son anda dediği gibi, “ilk golü ilk beş dakikada atarsanız, beş olur”  cümlesinin (bir eksikle) hayata geçişi.. 47. dakika ve Taygun Erdem’le devam:

    Uzun bir top attım bizim sahadan sol kanada doğru. Döndü dolaştı, Aykut Hoca (Kocaman) harmanlayıp, Erhan Önal Abi’mi çalımlayıp, sol ayağıyla iğne deliğinden topu ağlara bıraktı. O goldeki taraftarın uğultusu bizi ateşledi. İnanın, ben [devre arasında] kimin çıktığını golden sonra anladım. Baktım herkes var, Ergin Abi’ye (Parlar) ‘kim çıktı ya’ diye sorduğumda, ‘Oğuz Abi (Çetin)’ cevabını alınca, ben ‘Ne, Oğuz Abi mi?’ dediğimi dün gibi hatırlıyorum (adalesi çekmiş ve çıkmış).

    Şeytanın Bolerosu

    Sonrasında ise İslam Çupi’nin tabiriyle “ikinci devre boyunca Galatasaray yarı sahasında şeytanın bolerosundan figürler yapan” Rıdvan Dilmen’in ve (Aykut Kocaman’ın gol kralı olduğu sezon) “Vezir” makamına Fenerbahçe formasıyla ulaşan Hasan Vezir başroldeler. Bu dakikaları ve Vezir’in skoru 3-3’e getiren (dikkatli izleyicilerin şimdiki Youtube görüntülerinde yakalayabilecekleri) golündeki an’a dikkat çeken Taygun Erdem’den devam:

    Daha sonra Rıdvan Abi sahne aldı. Soldan topu fulelerle ve çalımlarla getirip Hasan Abi’ye aktardı. O da Simoviç’in altından yuvarlayıverdi: 3-2.. Ben de orta sahada Prakazi’nin sarı kartlı olduğunu bildiğimden yakaladığım bir pozisyonda onu sinirlendirerek bana kafa atmasını sağladım.. İkinci sarıdan dışarı.. Sağ kanatta Hakan Tecimer-Ben-Rıdvan Abi bir üçgen yaptık. Daha sonra Rıdvan Abi’nin penaltı noktasına yaptığı ortaya Hasan Vezir Abi voleyi patlattı, şutun şiddetinden Cüneyt Abi (Tanman), Yusuf Abi (Altıntaş) korkudan sırtlarını dönmek zorunda kaldılar topa. Simoviç’in kafasının üstünden tavana: 3-3… ‘Allahım’ dedim, ‘bunu ne olur sonuçlandır, 1 gol daha atalım’ derken, 2. golün kopyası: 4-3. Rıdvan Abi-Hasan Vezir… Tarih itinayla yazılmıştı.

    Bir Tarih Yazılıyor

    Evet tarih itinayla yazılıyordu gerçekten. Ama hiçbir zafer, yüreği ağza getiren anlar olmadan lezzet kazanmaz. Skor 4-3 iken, Aykut Kocaman Veselinoviç’in kehanetini az daha yerine getiriyordu. Ancak, dördüncü golden sonra ekranlara ağlama görüntüsü gelen Simoviç klasını konuşturarak beşinci golü önlemiş, takımına son bir “can” daha vermişti. 10 kişi kalmış Galatasaray da “can havliyle” yüklendi. (Galatasaray’a göre) sağ kanattan akan Savaş Koç topu çaprazdan Fenerbahçe kalesine gönderdi. Topa son anda ayak koyan Müjdat Yetkiner’in müdahalesi Kaleci Schumacher’i kontrpiyede (ters ayakta) bıraktı. Dakika 90’dı. Ama Schumacher de iki Dünya Kupası finali apoletliydi. Dönemin renkli spor dergisi Gelişim Spor’un tabiriyle “sanki uzadı”. İlk yarının sonunda topu röveşatayla Fenerbahçe yarı sahasında gönderen Mirsad Güneş’in önünde kaptı. Kaptan, sadece golü değil, arkadaşlarının tüm emeğini kurtarmıştı. Kendisini tebrik etmek isteyen Taygun Erdem’e de “Çık, çık, maç devam, devam” demişti.

    Türk sporunun en büyük rekabetinin futboldaki 111 yılını ikiye bölsek, ilk yarısının (1909-1965) yıllarca konuşulan ve en sembolik değerdeki maçı, (herhalde) 14 Haziran 1959’da Fenerbahçe’nin ezeli rakibini 4-0 yenerek (şimdiki) Türkiye Ligi’ndeki ilk şampiyonluğu kazandığı karşılaşma olur. İkinci yarının en sembolik maçı da belki bu 4-3’lük karşılaşmadır. Bu maç bir kuşağa ümit vermiş, maç bitmeden Fenerbahçe’nin yenilmeyeceğini göstermiştir. Onun içindir ki Fenerbahçe bu zaferi 12 yıl sonra Gaziantepspor’a karşı tekrarlayabilmiştir. Onun içindir ki, “4-3’lük maç” dendiğinde “Hangisi?” diye sormak sadece Fenerbahçelilere ait bir ayrıcalıktır.

    Maçın sonunu yine Erdem’in anlatımıyla bağlayalım:

    Mesut Dizdar Baba (O dönemde Vali Özel Kalemiydi ve [Fenerbahçe] Yönetim Kurulu üyesiydi) bana ‘Sen gerçek Fenerbahçelisin oğlum, herkese nasip olmayacak bir maçta gizli kahramansın’ deyip, beni alnımdan öpmüştü. Ne para ne pul. Hayatımda ilk defa anlatıyor ve yazıyorum bu anları. O an benim en büyük mirasım.

  • 1 Mayıs 1972 : Karanlıktan Aydınlığa. Sarı Melekler’in Sekizinci Türkiye Şampiyonluğu

    Soldan Sağa : Feyza Güvener, Şeniz Sevinç, İnci Dönmez, Alev Ercins, Nil Avunduk, Perran Akaktan,
    Perihan Özbilgin, Tomris Özpars, Sema Bora

    Tapfereritter yazdı ama biz atladık. Bu 1 günlük gecikme için özür dileriz.
    Şampiyonluk yıl dönümümüz kutlu olsun.

    * * * * * *

    6 Haziran 1971.. Fenerbahçe erkek voleybolunun ikinci altın devrinin (1966-1969) yaratıcısı ve milli sporcular İsmail ve İbrahim’in babası Nusret Vuran erken yaşta vefat ediyor.

    Fenerbahçe voleybolunda zifiri karanlık.. 1970-71 sezonunda İstanbul 1. Küme’de ikinci olarak Türkiye Ligi’ne katılma şansını kılpayı kaybeden Sarı-lacivertlilerin Yönetiminde “bu şubeyi kapatalım”cılar baskın çıkmış. Üç yıl üst üste İstanbul şampiyonu ve kadro elde tutulabilse yıllarca Türkiye şampiyonu olabilecek kadro dağıtılmış ve 1971-72 sezonunda Fenerbahçe artık erkek voleybolunda yok.. Aynı akıbete 1968-1971 arasında 3 İstanbul, 2 de Türkiye şampiyonu olmuş kadın takımı da uğramak üzere..

    Ancak kadın takımı daha talihli.. “Devam” kararı alınıyor. Antrenörlüğünü erkek takımının eski oyuncusu, 1972 yılında ise Türkiye şampiyonu İETT’de oynayan Deniz Esinduy üstleniyor.

    İlk etapta namağlup İstanbul şampiyonu oluyor “Sarı Melekler”in öncüleri. Galatasaray ve Beşiktaş’ın yanı sıra, şampiyonluktaki en büyük rakibi Eczacıbaşı’na nefes aldırmıyorlar.. Bu onların 10. İstanbul şampiyonluğu..

    Ardından Kütahya’da 27 Nisan-1 Mayıs’ta düzenlenen Türkiye Şampiyonası.. Hedef 1969’dan beri özlemi çekilen Türkiye şampiyonluğu..

    Manisa Jimnastik’i 3-0’la geçtikten sonra, 28 Nisan’da rakip Eczacıbaşı.. 15-8, 15-10 ve 15-7’lik setlerle Eczacıbaşı’nı da 3-0’la safdışı bırakıyor Fenerbahçeliler.. Ardından Ankara devleri Ankara Demirspor ve Kolejliler ve aynı sonuçla mağlup ediliyor. 1 Mayıs 1972’de ise İzmir şampiyonu Altınordu da Fenerbahçe’den set almayı başaramıyor.

    Perihan Tangör, Sema Bora, Alev Ercins, Perran Akaktan, Şeniz Sevinç, İnci Tülay, Tomris Özpars, Feyza Güvener, Nil Avunduk, Gülfer Karabulut, Gülören Nas ve Tülay Yılmaz’dan kurulu kadro 5 maçta 5 galibiyet ve 15’e 0’lık set averajıyla benzersiz bir şampiyonluk kazanıyor.

    17. kez düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda sekizinci kez şampiyonluğa ulaşan Fenerbahçe kadın voleybolunun da en büyüğü.. Bir sezon sonra Türkiye’yi Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsil edecekler ki, o da başlı başına müthiş bir macera..

    Ama her şeyden önce, 1971 yazındaki zifiri karanlıktan 1972’nin 1 Mayıs’ında aydınlığa ulaşmaları başlı başına müstesna bir yer kazandırıyor bu takıma Fenerbahçe tarihinde..

    Tapfereritter

  • Karanlıktan Aydınlığa

    Karanlıktan Aydınlığa

    Fenerbahçe kadın voleybol takımı 1 Mayıs 1972 ‘de karanlıktan aydınlığa çıktı. Sarı meleklerin sekizinci Türkiye şampiyonluğu bu tarihte geldi. Huzurlarızda Tapfereritter’in şampiyonluk yazısı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Devir Kapanıyor

    6 Haziran 1971.. Fenerbahçe erkek voleybolunun ikinci altın devrinin (1966-1969) yaratıcısı ve milli sporcular İsmail ve İbrahim’in babası Nusret Vuran erken yaşta vefat ediyor.

    Fenerbahçe voleybolunda zifiri karanlık.. 1970-71 sezonunda İstanbul 1. Küme’de ikinci olarak Türkiye Ligi’ne katılma şansını kılpayı kaybeden Sarı-lacivertlilerin Yönetiminde “bu şubeyi kapatalım”cılar baskın çıkmış. Üç yıl üst üste İstanbul şampiyonu ve kadro elde tutulabilse yıllarca Türkiye şampiyonu olabilecek kadro dağıtılmış ve 1971-72 sezonunda Fenerbahçe artık erkek voleybolunda yok.. Aynı akıbete 1968-1971 arasında 3 İstanbul, 2 de Türkiye şampiyonu olmuş kadın takımı da uğramak üzere..

    Kadın Takımı Devam Ediyor

    Ancak kadın takımı daha talihli.. “Devam” kararı alınıyor. Antrenörlüğünü erkek takımının eski oyuncusu, 1972 yılında ise Türkiye şampiyonu İETT’de oynayan Deniz Esinduy üstleniyor.

    İlk etapta namağlup İstanbul şampiyonu oluyor “Sarı Melekler”in öncüleri. Galatasaray ve Beşiktaş’ın yanı sıra, şampiyonluktaki en büyük rakibi Eczacıbaşı’na nefes aldırmıyorlar.. Bu onların 10. İstanbul şampiyonluğu..

    Ardından Kütahya’da 27 Nisan-1 Mayıs’ta düzenlenen Türkiye Şampiyonası.. Hedef 1969’dan beri özlemi çekilen Türkiye şampiyonluğu..

    Manisa Jimnastik’i 3-0’la geçtikten sonra, 28 Nisan’da rakip Eczacıbaşı.. 15-8, 15-10 ve 15-7’lik setlerle Eczacıbaşı’nı da 3-0’la safdışı bırakıyor Fenerbahçeliler.. Ardından Ankara devleri Ankara Demirspor ve Kolejliler ve aynı sonuçla mağlup ediliyor. 1 Mayıs 1972’de ise İzmir şampiyonu Altınordu da Fenerbahçe’den set almayı başaramıyor.

    Perihan Tangör, Sema Bora, Alev Ercins, Perran Akaktan, Şeniz Sevinç, İnci Tülay, Tomris Özpars, Feyza Güvener, Nil Avunduk, Gülfer Karabulut, Gülören Nas ve Tülay Yılmaz’dan kurulu kadro 5 maçta 5 galibiyet ve 15’e 0’lık set averajıyla benzersiz bir şampiyonluk kazanıyor.

    17. kez düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda sekizinci kez şampiyonluğa ulaşan Fenerbahçe kadın voleybolunun da en büyüğü.. Bir sezon sonra Türkiye’yi Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsil edecekler ki, o da başlı başına müthiş bir macera..

    Ama her şeyden önce, 1971 yazındaki zifiri karanlıktan 1972’nin 1 Mayıs’ında aydınlığa ulaşmaları başlı başına müstesna bir yer kazandırıyor bu takıma Fenerbahçe tarihinde..

    Tapfereritter

    Soldan Sağa : Feyza Güvener, Şeniz Sevinç, İnci Dönmez, Alev Ercins, Nil Avunduk, Perran Akaktan, Perihan Özbilgin, Tomris Özpars, Sema Bora

  • Basketbolda Üçüncü Kez Türkiye Şampiyonu

    Basketbolda Üçüncü Kez Türkiye Şampiyonu

    Fenerbahçe erkek basketbol takımı, 10 maçlık Türkiye Şampiyonası’nın ikinci ayağının oynandığı İzmir’de 2 Mayıs 1965 tarihinde Deniz Harp Okulu’nu 84-77 yenerek basketbolda üçüncü kez Türkiye şampiyonu oldu. Şampiyon Fenerbahçe’nin ardından İTÜ, Kolejliler, Galatasaray, Altınordu ve Deniz Harp Okulu sıralandılar.

    Yine Namağlup

    Fenerbahçe bu şampiyonluğu da daha öncekiler (1957 ve 1959) gibi namağlup kazanmıştı. Sarı-lacivertliler, basketbolda Türkiye şampiyonu olabilmek için ilginç bir şekilde hiç yenilmemek zorundaydı. Zira ikili ya da üçlü averaj hesapları hiç Fenerbahçe’ye yaramamıştı. 1954, 1958, 1964 ve 1966’da küçük averaj farklarıyla, 1955 ve 1956’da ise tek yenilgiyle şampiyonluğa veda etmişti Sarı Kanaryalar..

    Bu Şampiyonada ise, ilk defa son maça gelmeden şampiyonluğunu ilan etmişti Fenerbahçe. Nitekim, 14-18 Nisan’da İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’ndaki ilk yarı maçlarında sırasıyla İTÜ’yü 86-69, Altınordu’yu 93-75, Galatasaray’ı 82-62, (Ankara TED) Kolejliler’i 86-62 ve Deniz Harp Okulu’nu 106-62 yenerek adeta rakipsiz olduğunu göstermişti. 28 Nisan-2 Mayıs’ta İzmir’de düzenlenen ikinci yarıda da hız kesmemişti. İTÜ’yü 63-58 ve Altınordu’yu 70-63 yendikten sonra Galatasaray’ı antrenman havasında 86-67 yenerek İzmirli taraftarların büyük tezahüratları altında şampiyonluğunu garantilemişti.

    Formaliteye dönüşen son iki maçta da ritmini kaybetmeyen Sarı-lacivertliler; önce Kolejliler’i 67-50, ardından (askerlik görevini ifa eden basketbolculardan kurulu) Deniz Harp Okulu’nu 84-77 mağlup ederek Türkiye Basketbol Şampiyonaları tarihinde 10’da 10 yapan tek takım olmuşlardı. Sarı-lacivertli basketbolcular ayrıca ilk kez İzmir’de kupa kaldırıyorlardı.  

    Fenerbahçe’nin şampiyonluk kupasını kaldırdığı bu maçta Erdal Poyrazoğlu 39, İlker Esel 11, Mehmet Baturalp 10, Hüseyin Kozluca 7, Tuncer Kobaner 5, Oktay Okan 4, Güner Yalçıner 4, Engin Muratoğlu 2 ve Ferhan Baras 2 sayı kaydetmişlerdi. Kupa töreninde Samim Göreç “en iyi antrenör”, Tuncer Kobaner ise “en centilmen oyuncu” ödüllerine layık görülmüşlerdi. Fenerbahçe ise tarihinde ikinci kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda oynamaya hak kazanmıştı.

    Nihayetinde Fenerbahçe müzesinin kupalarla dolup taştığı bir başka sezon olmuştu 1964-65… Futbol, atletizm (erkek), kürek ve yelken takımlarının Türkiye, boks, kros ve atletizm (kız) takımlarının İstanbul şampiyonluklarının yanına bir büyük şampiyonluk daha eklenmişti..

    Tapfereritter / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • 2 Mayıs 1965 : Fenerbahçe Basketbolda Üçüncü Kez Türkiye Şampiyonu

    Fenerbahçe erkek basketbol takımı, 10 maçlık Türkiye Şampiyonası’nın ikinci ayağının oynandığı İzmir’de 2 Mayıs 1965 tarihinde Deniz Harp Okulu’nu 84-77 yenerek tarihinde üçüncü kez Türkiye şampiyonu oldu. Şampiyon Fenerbahçe’nin ardından İTÜ, Kolejliler, Galatasaray, Altınordu ve Deniz Harp Okulu sıralandılar.

    Fenerbahçe bu şampiyonluğu da daha öncekiler (1957 ve 1959) gibi namağlup kazanmıştı. Sarı-lacivertliler, basketbolda Türkiye şampiyonu olabilmek için ilginç bir şekilde hiç yenilmemek zorundaydı, zira ikili ya da üçlü averaj hesapları hiç Fenerbahçe’ye yaramamıştı. 1954, 1958, 1964 ve 1966’da küçük averaj farklarıyla, 1955 ve 1956’da ise tek yenilgiyle şampiyonluğa veda etmişti Sarı Kanaryalar..

    Bu Şampiyonada ise, ilk defa son maça gelmeden şampiyonluğunu ilan etmişti Fenerbahçe. Nitekim, 14-18 Nisan’da İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’ndaki ilk yarı maçlarında sırasıyla İTÜ’yü 86-69, Altınordu’yu 93-75, Galatasaray’ı 82-62, (Ankara TED) Kolejliler’i 86-62 ve Deniz Harp Okulu’nu 106-62 yenerek adeta rakipsiz olduğunu göstermiş, 28 Nisan-2 Mayıs’ta İzmir’de düzenlenen ikinci yarıda da hız kesmemişti. İTÜ’yü 63-58 ve Altınordu’yu 70-63 yendikten sonra Galatasaray’ı antrenman havasında 86-67 yenerek İzmirli taraftarların büyük tezahüratları altında şampiyonluğunu garantilemişti.

    Formaliteye dönüşen son iki maçta da ritmini kaybetmeyen Sarı-lacivertliler; önce Kolejliler’i 67-50, ardından (askerlik görevini ifa eden basketbolculardan kurulu) Deniz Harp Okulu’nu 84-77 mağlup ederek Türkiye Basketbol Şampiyonaları tarihinde 10’da 10 yapan tek takım olmuşlardı. Sarı-lacivertli basketbolcular ayrıca ilk kez İzmir’de kupa kaldırıyorlardı.  

    Fenerbahçe’nin şampiyonluk kupasını kaldırdığı bu maçta Erdal Poyrazoğlu 39, İlker Esel 11, Mehmet Baturalp 10, Hüseyin Kozluca 7, Tuncer Kobaner 5, Oktay Okan 4, Güner Yalçıner 4, Engin Muratoğlu 2 ve Ferhan Baras 2 sayı kaydetmişlerdi. Kupa töreninde Samim Göreç “en iyi antrenör”, Tuncer Kobaner ise “en centilmen oyuncu” ödüllerine layık görülmüşlerdi. Fenerbahçe ise tarihinde ikinci kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda oynamaya hak kazanmıştı.

    Nihayetinde Fenerbahçe müzesinin kupalarla dolup taştığı bir başka sezon olmuştu 1964-65… Futbol, atletizm (erkek), kürek (kürek) ve yelken takımlarının Türkiye, boks, kros ve atletizm (kız) takımlarının İstanbul şampiyonluklarının yanına bir büyük şampiyonluk daha eklenmişti..

    Tapfereritter

  • İlk Naklen Yayın

    İlk Naklen Yayın

    1 Mayıs 1966 tarihinde Türkiye’de ilk kez bir maç televizyondan naklen yayınlandı. Tapfereritter, okumaya doyum olmayan kalemini bu ilk naklen yayın hikayesine ayırdı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İlklerin Takımı

    Bir ilk olur da, içinde Fenerbahçe olmaz mı? Boşuna dememiş İslam Çupi üstad “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz” diye.

    Son iki sezonun şampiyonu Fenerbahçe, 1965-66 sezonunda hız kesmiş ve Mayıs başladığında şampiyonluk yarışında değil. Ancak, mücadelesini renklerine yaraşır şekilde sürdürüyor ve Türkiye Kupası’nı hedefliyor. Ligde ise hiçbir şampiyonluk adayına boyun eğmiyor. Ve 1 Mayıs’ta da (bir hafta önce şampiyonluğu garantileyerek altı yıl aradan sonra tur atan) Beşiktaş karşısında..

    Prestij mücadelesini renklendiren bir unsur daha var: Mithatpaşa Stadı’nda (şimdiki İnönü) oynanan maç ilk kez televizyonda stattan naklen yayınlanıyor. Yayıncı kuruluş ise: İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu…

    Takip edebilenler ise, İstanbul’daki yaklaşık 3.000 televizyon alıcısı sahibi (ve tahminen komşuları).. İstanbul’un nüfusu 1966’da 2,5 milyondan az.

    İTÜ Televizyonu

    İTÜ Televizyonu, daha önce Taşkışla binasının tepesine konulan tele-objektifle yine aynı stattaki milli (12 Kasım 1961’deki Türkiye-Sovyetler Birliği Dünya Kupası eleme maçı) ve yerel maçları (1 Ocak 1962’deki Fenerbahçe-Galatasaray maçı) “damdan” nakletmişti. Ancak, bu maçta ilk defa, yeni temin edilen televizyon kamerasıyla (Türk Philips Ticaret A.Ş. sağlıyor) stadyumun içinden gerçek yayın yapılacaktı. Maçın sunucusu ise bilinen bir isimdi: Halit Kıvanç.

    Türk radyoculuğunda devletin önderliği görülürken, televizyonda bir üniversitenin öncülüğü var. 1952’de İTÜ Televizyonu haftada bir gün düzenli yayına başlarken (açılışta da ilk konuşmayı spor dünyasının ünlü ismi Burhan Felek yaptı), yaygın televizyon yayıncılığına ise 1964’te TRT’nin kurulmasıyla geçilebilmişti. Ancak, İTÜ TV adeta bir televizyonculuk okulu olduğu gibi, TRT’nin ilk yayınları da İTÜ’den yapılmıştı.

    Halit Kıvanç Anlatıyor

    Maç 0-0 bitti. Maçı sunan Halit Kıvanç ise hem Türkiye’de bir ilk olmanın gururunu yaşıyordu hem de golsüz biten maçın burukluğunu:  

    Kıvanç’ın 1983’te anılarını topladığı “Gool diye diye” adlı kitabından:

    “Mithatpaşa’da oynanacak Fenerbahçe-Beşiktaş maçının sabahında gitmiştik stada… İstanbul Teknik Üniversite Televizyonu yöneticileri, tribüne yerleştirilen kameranın başında heyecanla hazırlıkları sürdürmüşlerdi. Ben de mikrofon başına geçmiş, ilk denemeleri yaparak maçın başlama saatini bekliyordum. Tarihi bir gün olduğu muhakkaktı. Spor tarihimizde de, yayın tarihimizde de önemli bir gündü. İlk kez bir futbol maçı televizyonla naklen yayınlanacaktı. Daha önceki denemelerde İTÜ-TV’nin kamerası uzaklarda bir binanın damına konmuş, oradan yayın yapılmıştı. Bu kez doğrudan doğruya stada yerleştirilen kamera ile gerçek TV naklen yayını başarılıyordu. Başarıldı da…

    Sporseverler, TV alıcısı olan az sayıdaki eve toplanmıştı. Meraktan bazısı bileti olduğu halde maça gitmemişti. ‘Bakalım televizyondan nasıl oluyor?’ diye… Ne yazık ki, onca sporsevere bir tek gol bile seyrettirememiştik. Bir tek gol anlatamamıştım ben de… Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın 90 dakikalık mücadelesi 0-0 kapanmıştı. Maçı sahada kazanan olmamıştı, ama saha dışında büyük kazanç, İTÜ-TV’nindi. Ülkemizde ilk kez bir maç naklen yayınlanmıştı, başarıyla yayınlanmıştı. Az kazanç mıydı bu?”

    Tapfereritter / İlk Naklen Yayın

  • 1 Mayıs 1966 : Türkiye’de Televizyondan Naklen Yayınlanan İlk Maç

    Bir ilk olur da, içinde Fenerbahçe olmaz mı? Boşuna dememiş İslam Çupi üstad “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz” diye.

    Son iki sezonun şampiyonu Fenerbahçe, 1965-66 sezonunda hız kesmiş ve Mayıs başladığında şampiyonluk yarışında değil. Ancak, mücadelesini renklerine yaraşır şekilde sürdürüyor ve Türkiye Kupası’nı hedefliyor. Ligde ise hiçbir şampiyonluk adayına boyun eğmiyor. Ve 1 Mayıs’ta da (bir hafta önce şampiyonluğu garantileyerek altı yıl aradan sonra tur atan) Beşiktaş karşısında..

    Prestij mücadelesini renklendiren bir unsur daha var: Mithatpaşa Stadı’nda (şimdiki İnönü) oynanan maç ilk kez televizyonda stattan naklen yayınlanıyor. Yayıncı kuruluş ise: İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu…

    Takip edebilenler ise, İstanbul’daki yaklaşık 3.000 televizyon alıcısı sahibi (ve tahminen komşuları).. İstanbul’un nüfusu 1966’da 2,5 milyondan az.

    İTÜ Televizyonu, daha önce Taşkışla binasının tepesine konulan tele-objektifle yine aynı stattaki milli (12 Kasım 1961’deki Türkiye-Sovyetler Birliği Dünya Kupası eleme maçı) ve yerel maçları (1 Ocak 1962’deki Fenerbahçe-Galatasaray maçı) “damdan” nakletmişti. Ancak, bu maçta ilk defa, yeni temin edilen televizyon kamerasıyla (Türk Philips Ticaret A.Ş. sağlıyor) stadyumun içinden gerçek yayın yapılacaktı. Maçın sunucusu ise bilinen bir isimdi: Halit Kıvanç.

    Türk radyoculuğunda devletin önderliği görülürken, televizyonda bir üniversitenin öncülüğü var. 1952’de İTÜ Televizyonu haftada bir gün düzenli yayına başlarken (açılışta da ilk konuşmayı spor dünyasının ünlü ismi Burhan Felek yaptı), yaygın televizyon yayıncılığına ise 1964’te TRT’nin kurulmasıyla geçilebilmişti. Ancak, İTÜ TV adeta bir televizyonculuk okulu olduğu gibi, TRT’nin ilk yayınları da İTÜ’den yapılmıştı.

    Maç 0-0 bitti. Maçı sunan Halit Kıvanç ise hem Türkiye’de bir ilk olmanın gururunu yaşıyordu hem de golsüz biten maçın burukluğunu:  

    Kıvanç’ın 1983’te anılarını topladığı “Gool diye diye” adlı kitabından:

    “Mithatpaşa’da oynanacak Fenerbahçe-Beşiktaş maçının sabahında gitmiştik stada… İstanbul Teknik Üniversite Televizyonu yöneticileri, tribüne yerleştirilen kameranın başında heyecanla hazırlıkları sürdürmüşlerdi. Ben de mikrofon başına geçmiş, ilk denemeleri yaparak maçın başlama saatini bekliyordum. Tarihi bir gün olduğu muhakkaktı. Spor tarihimizde de, yayın tarihimizde de önemli bir gündü. İlk kez bir futbol maçı televizyonla naklen yayınlanacaktı. Daha önceki denemelerde İTÜ-TV’nin kamerası uzaklarda bir binanın damına konmuş, oradan yayın yapılmıştı. Bu kez doğrudan doğruya stada yerleştirilen kamera ile gerçek TV naklen yayını başarılıyordu. Başarıldı da…

    Sporseverler, TV alıcısı olan az sayıdaki eve toplanmıştı. Meraktan bazısı bileti olduğu halde maça gitmemişti. ‘Bakalım televizyondan nasıl oluyor?’ diye… Ne yazık ki, onca sporsevere bir tek gol bile seyrettirememiştik. Bir tek gol anlatamamıştım ben de… Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın 90 dakikalık mücadelesi 0-0 kapanmıştı. Maçı sahada kazanan olmamıştı, ama saha dışında büyük kazanç, İTÜ-TV’nindi. Ülkemizde ilk kez bir maç naklen yayınlanmıştı, başarıyla yayınlanmıştı. Az kazanç mıydı bu?”

    Tapfereritter

  • Potanın Kraliçeleri’nin Taç Giydiği Gün

    Önce 4 Nisan 1992… Şimdi tarihe karışmış Spor Sergi Sarayı’nda Fenerbahçe ve Galatasaray kozlarını bu defa kadın basketbolunda Türkiye Ligi şampiyonluğu için paylaşıyorlar. Oturmuş kadrosuyla sarı-kırmızılılar son iki sezonun şampiyonu, Fenerbahçe ise bir önceki sezon çıkmış lige ve ikinci senesinde şampiyonluğa ortak. Play-off yok ve şampiyon normal sezonun sonunda belli olacak. Maç öncesinde iki yenilgili Fenerbahçe lider, üç yenilgili Galatasaray ikinci. Dolayısıyla, iki takıma da galibiyet şart. Tribünler dolu..

    Maçın son saniyelerine Galatasaray 1 sayı önde giriyor ve son hücumda Fenerbahçeli basketbolcu pota altından basketi kaçırıyor. Galatasaray üçüncü kez üst üste şampiyon. Fenerbahçe ise ikinciliğe yuvarlanıyor ve şube korku tüneline giriyor. Zira, kadın basketbol takımının kapatılması gündemde. Amerikalı Vickers ülkesine dönüyor. Takımın “beyni” Derya Taşçı (sonradan “Kaptan-ı Derya” olarak anılacak) Galatasaray’a transfer oluyor. Diğer oyuncular yaz boyunca “ne olacak?” diye beklerken, Yönetim Ağustos’ta bütçeyi düşürerek “devam” kararı alıyor.

    Ama iş işten geçmiş. Galatasaray Derya’nın yanısıra, Yükseliş’ten Handan Özbek ve Kolej’den Çelen Kılınç’ı da ekleyip, iki yeni Amerikalısıyla birlikte milli takımdan daha kuvvetli hale gelmiş ve her sezon hangi takımın yıldızı sivrildiyse transfer edip rakipsiz hale gelmiş. Tam ezeli rakibimizin sevdiği düzen: Rekabet olmasın ve herkes ona hizmet etsin. Sonuç belli: Play-off, Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası’nın kadınlarda ilk kez oynandığı 1992-93’ten 1997-98’e kadar 6 sezonda 18 kupa.

    Peki bu devranı kim döndürür? Açıkça söyleyelim, futboldan diğer amatör sporlara kadar ezeli rakibimiz ne zaman seri şampiyonluklar kazandığı bir düzen kurmuşsa karşısında Fenerbahçe’yi bulmuştur. Üçüncü bir takım yoktur. Kadın basketbolunda da bu, 1998-99 sezonunda gerçekleşir.

    O sezon Avrupa’da tarihinde ilk kez “Final Four” oynayan bir Galatasaray vardır ama.. Zaferlerin büyüklüğü de rakibin büyüklüğüyle ölçülür. Normal sezonda rakibine karşı iki maçı da kaybeden Fenerbahçe, 14 Mart 1999’da Türkiye Kupası finalinde ezeli rakibini 8 yıl sonra, hem de 72-53 yener ve (ilk kez) şampiyon olur.

    Bu belki “Potanın Kraliçeleri”nin doğumgünüdür.. Zira taç takmak için Lig şampiyonu olmak lazımdır. 6-8 Nisan’da Final Four sahnesinden üçüncülük apoletiyle inen Galatasaray (dönemin statüsü gereği) 1-0 önde başlayacağı play-off final serisinde iki galibiyet alsa bile (10. kez üstüste) şampiyon olacaktır.

    Ancak Türk sporunda mutlu sonlar (eninde sonunda) Fenerbahçe lehine biter. Ancak, Fenerbahçe’nin mutlu sonlara gelene kadarki yolları hep inişli çıkışlıdır. En güzel filmler ve romanlardaki gibi.

    İlk maçta 72-59’luk galibiyetin ardından, ikinci maçta 58-50’lik yenilgi Fenerbahçe’yi seride 2-1 geriye düşürür. Büyük çoğunluk, Galatasaray’ın yılların deneyimiyle sonraki maçı da alıp 3-1’le işi bitireceği kanaatindedir. Ama Fenerbahçe 66-49’la ezeli rakibini ezer geçer. 19 Nisan 1999 Pazartesi günü finalin son maçı Abdi İpekçi’de oynanacaktır.

    19 Nisan’da Türkiye, bir önceki gün düzenlenen Genel ve Yerel Seçimlerin sonuçları ve gazete manşetleriyle uyanır. 1995 seçimlerindeki tablo altüst olmuş; Ecevit’in DSP’si birinci, Bahçeli’nin MHP’si ikinci parti olarak çıkmıştır.

    Aynı gün Fenerbahçeli kadın basketbolcular ise taç takmaya çıkarlar. Final serisindeki iki farklı galibiyetleriyle Türkiye Kupası finalindeki zaferlerinin tesadüfi olmadığını kanıtlamışlardır. İlk yarı kafa kafaya gider ve 30-29 Fenerbahçe lehine biter. İkinci yarıda ise Clarissa Davis ve Didem Akın’ın bombardımanı Galatasaray’ın gardını düşürür. Son 8 dakika kala fark 15’e çıktığında Fenerbahçeli taraftarlar şampiyonluk şarkılarına başlamıştır. Sarı-lacivertlilerin düşük bütçeli dar kadrolarını yıllarca Spor Sergi’de, Caferağa’da destekleyenler ise ayrı bir gururludur.

    Kadın basketbolunun ilk Türkiye şampiyonu (1956) Fenerbahçe’nin “Altın Kızları”ndan (1954-1961) sonra, “Potanın Kraliçeleri” de ilk kez Türkiye Ligi’nde taç giymişlerdir: Didem Kantarcı (Akın), Clarissa Davis, Andrea Nagy, Serap Yücesir, Arzu Özyiğit, Ceren Ateş, Tuğba Cengiz, Ceyda Evrengül, Yeliz Şahin ve Nalan Mete..

    21 yıl oldu.. Bugün Fenerbahçe bu branşta da Türkiye’nin bir numarası, Avrupa’nın da köklü markası ise, “Potanın Kraliçeleri”nin taç taktıkları gün 19 Nisan 1999’dur.

    Tapfereritter

  • Kraliçelerin Taç Giyme Günü

    Kraliçelerin Taç Giyme Günü

    Ayten Salih önderliğinde Türkiye’de kadın basketbol branşının kurulmasını sağlayan ve üst üste Türkiye şampiyonlukları kazanan Fenerbahçe, 1960’lı yıllardan sonra derin bir sessizlik dönemine girdi. Aziz Yıldırım bu branşı tekrar canlandırdığında, kraliçelerin taç giyme günü gecikmedi. Tapfereritter sizi 19 Nisan 1999’a götürüyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önce 4 Nisan 1992

    Şimdi tarihe karışmış Spor Sergi Sarayı’nda Fenerbahçe ve Galatasaray kozlarını bu defa kadın basketbolunda Türkiye Ligi şampiyonluğu için paylaşıyorlar. Oturmuş kadrosuyla sarı-kırmızılılar son iki sezonun şampiyonu, Fenerbahçe ise bir önceki sezon çıkmış lige ve ikinci senesinde şampiyonluğa ortak. Play-off yok ve şampiyon normal sezonun sonunda belli olacak. Maç öncesinde iki yenilgili Fenerbahçe lider, üç yenilgili Galatasaray ikinci. Dolayısıyla, iki takıma da galibiyet şart. Tribünler dolu..

    Maçın son saniyelerine Galatasaray 1 sayı önde giriyor ve son hücumda Fenerbahçeli basketbolcu pota altından basketi kaçırıyor. Galatasaray üçüncü kez üst üste şampiyon. Fenerbahçe ise ikinciliğe yuvarlanıyor ve şube korku tüneline giriyor. Zira, kadın basketbol takımının kapatılması gündemde. Amerikalı Vickers ülkesine dönüyor. Takımın “beyni” Derya Taşçı (sonradan “Kaptan-ı Derya” olarak anılacak) Galatasaray’a transfer oluyor. Diğer oyuncular yaz boyunca “ne olacak?” diye beklerken, Yönetim Ağustos’ta bütçeyi düşürerek “devam” kararı alıyor.

    Ama iş işten geçmiş. Galatasaray Derya’nın yanısıra, Yükseliş’ten Handan Özbek ve Kolej’den Çelen Kılınç’ı da ekleyip, iki yeni Amerikalısıyla birlikte milli takımdan daha kuvvetli hale gelmiş ve her sezon hangi takımın yıldızı sivrildiyse transfer edip rakipsiz hale gelmiş. Tam ezeli rakibimizin sevdiği düzen: Rekabet olmasın ve herkes ona hizmet etsin. Sonuç belli: Play-off, Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası’nın kadınlarda ilk kez oynandığı 1992-93’ten 1997-98’e kadar 6 sezonda 18 kupa.

    Peki bu devranı kim döndürür? Açıkça söyleyelim, futboldan diğer amatör sporlara kadar ezeli rakibimiz ne zaman seri şampiyonluklar kazandığı bir düzen kurmuşsa karşısında Fenerbahçe’yi bulmuştur. Üçüncü bir takım yoktur. Kadın basketbolunda da bu, 1998-99 sezonunda gerçekleşir.

    Fenerbahçe Geri Dönüyor

    O sezon Avrupa’da tarihinde ilk kez “Final Four” oynayan bir Galatasaray vardır ama.. Zaferlerin büyüklüğü de rakibin büyüklüğüyle ölçülür. Normal sezonda rakibine karşı iki maçı da kaybeden Fenerbahçe, 14 Mart 1999’da Türkiye Kupası finalinde ezeli rakibini 8 yıl sonra, hem de 72-53 yener ve (ilk kez) şampiyon olur.

    Bu belki “Potanın Kraliçeleri”nin doğumgünüdür.. Zira taç takmak için Lig şampiyonu olmak lazımdır. 6-8 Nisan’da Final Four sahnesinden üçüncülük apoletiyle inen Galatasaray (dönemin statüsü gereği) 1-0 önde başlayacağı play-off final serisinde iki galibiyet alsa bile (10. kez üstüste) şampiyon olacaktır.

    Ancak Türk sporunda mutlu sonlar (eninde sonunda) Fenerbahçe lehine biter. Ancak, Fenerbahçe’nin mutlu sonlara gelene kadarki yolları hep inişli çıkışlıdır. En güzel filmler ve romanlardaki gibi.

    İlk maçta 72-59’luk galibiyetin ardından, ikinci maçta 58-50’lik yenilgi Fenerbahçe’yi seride 2-1 geriye düşürür. Büyük çoğunluk, Galatasaray’ın yılların deneyimiyle sonraki maçı da alıp 3-1’le işi bitireceği kanaatindedir. Ama Fenerbahçe 66-49’la ezeli rakibini ezer geçer. 19 Nisan 1999 Pazartesi günü finalin son maçı Abdi İpekçi’de oynanacaktır.

    Müthiş Final

    19 Nisan’da Türkiye, bir önceki gün düzenlenen Genel ve Yerel Seçimlerin sonuçları ve gazete manşetleriyle uyanır. 1995 seçimlerindeki tablo altüst olmuş; Ecevit’in DSP’si birinci, Bahçeli’nin MHP’si ikinci parti olarak çıkmıştır.

    Aynı gün Fenerbahçeli kadın basketbolcular ise taç takmaya çıkarlar. Final serisindeki iki farklı galibiyetleriyle Türkiye Kupası finalindeki zaferlerinin tesadüfi olmadığını kanıtlamışlardır. İlk yarı kafa kafaya gider ve 30-29 Fenerbahçe lehine biter. İkinci yarıda ise Clarissa Davis ve Didem Akın’ın bombardımanı Galatasaray’ın gardını düşürür. Son 8 dakika kala fark 15’e çıktığında Fenerbahçeli taraftarlar şampiyonluk şarkılarına başlamıştır. Sarı-lacivertlilerin düşük bütçeli dar kadrolarını yıllarca Spor Sergi’de, Caferağa’da destekleyenler ise ayrı bir gururludur.

    Kadın basketbolunun ilk Türkiye şampiyonu (1956) Fenerbahçe’nin “Altın Kızları”ndan (1954-1961) sonra, “Potanın Kraliçeleri” de ilk kez Türkiye Ligi’nde taç giymişlerdir: Didem Kantarcı (Akın), Clarissa Davis, Andrea Nagy, Serap Yücesir, Arzu Özyiğit, Ceren Ateş, Tuğba Cengiz, Ceyda Evrengül, Yeliz Şahin ve Nalan Mete..

    21 yıl oldu.. Bugün Fenerbahçe bu branşta da Türkiye’nin bir numarası, Avrupa’nın da köklü markası ise, “Potanın Kraliçeleri”nin taç taktıkları gün 19 Nisan 1999’dur.

    Tapfereritter / Kraliçelerin Taç Giyme Günü

  • Minikler de Büyük Olur. Fenerbahçe’den Önder Okan Geçti.

    Minikler de Büyük Olur. Fenerbahçe’den Önder Okan Geçti.

    Vefatının 33. yıldönümünde “Tapfereritter” imzalı bir yazıyla, Fenerbahçe’nin Minik Önder’ini, Önder Okan’ı anıyoruz… Fenerbahçe’de minikler de büyük olur!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önder Okan

    Fenerbahçe basketbol takımında hem oyuncu hem de antrenör olarak ter döken kaç kişi var?

    Sacit Seldüz, Altan Dinçer, Mehmet Baturalp, Erol Demiroma, Hüseyin Kozluca ve Erdal Poyrazoğlu hem potaların altında hem de sahanın kenarında Sarı kanaryalara hizmet ettiler. Hem de camianın evlatları olarak çoğu zaman takımın en çok ihtiyaç duyduğu zorlu günlerde..

     Bu emektarlardan biri de 33 yıl önce bugün genç yaşta amansız hastalıktan kaybettiğimiz Önder Okan.. Nam-ı diğer “Minik Önder”.. Ancak bıraktığı izle bir o kadar da “Büyük” Önder..

    İTÜ’de parlayan 1941 doğumlu Önder Okan’ın yolu ilk kez basketbolcu olarak askerlik dönüşü 1967-68 sezonunda Fenerbahçe’yle kesişti. Türkiye Ligi’nin ikinci sezonunda Fenerbahçe güçlü kadrosuyla ilk 16 maçı kazanıp namağlup şampiyonluğa giderken, ilk beşinden Ferhan Baras, Erdal Poyrazoğlu ve İlker Esel askere gidince güç kaybetti ve İTÜ’nün bir puan gerisinde ikincilikte kaldı. Önder Okan ise birçok maçtaki skorer oyunuyla galibiyetlere katkıda bulunmuştu.

    Okan bir sezon aradan sonra 1969-70 sezonunda ikinci kez Fenerbahçe forması giyerken, ilk kez ağabeyi Oktay Okan’la da aynı forma altında buluşuyordu. O dönemde milli formayı da sırtına geçiren Okan, bu sezon da Fenerbahçe’nin İTÜ’nün gerisinde ikincilikte kalmasıyla şampiyonluk sevincini yaşayamadı.

    Antrenörlük Dönemi

    Faal basketbolculuğu bıraktıktan sonra antrenörlük kariyerine başlayan Okan, Başkan Ali Şen’in basketbol şubesini yeniden ayağa kaldırdığı dönemde 1983-84 sezonunun başında Fenerbahçe altyapısının başına geçti. Ali Şen yönetiminin 1983 Aralık’ında istifasının ardından, A takım Başantrenörü Aydan Siyavuş’un da Efes Pilsen’e transfer olmasıyla, Okan 11 Ocak 1984’te sarı-lacivertli geminin dümenine geçti.

    1983-84’te yarı finalde yine kılpayı şampiyonluktan dönen Fenerbahçe, 1984-85 sezonunda dar kadrosuna rağmen harikalar yarattı. Normal sezonu lider bitiren Fenerbahçe, tarihinde ilk kez Avrupa kupalarında tur atlayıp (iki tur birden), yine ilk kez Koraç Kupası’nda çeyrek final grubuna kalırken, Boraç Çaçak’ı safdışı bırakmış ve dünya çapında basketbol ekolü olan Yugoslavya’nın bir takımını eleyen ilk Türk takımı olmuştu. Dar kadronun dezavantajları ise Fenerbahçe’yi ve Okan’ı finallerde yakaladı. 2 Nisan’daki şampiyonluk maçında Sarı kanaryalar ezeli rakibinin üç yabancısına karşı tek yabancıyla (Calvin Roberts) mücadele verirken, oyun kurucu Aliço’nun da 40 derece ateşle sahaya çıkabilmesi nedeniyle altı sayılı yenilgiyle karşılaştı..

    Fenerbahçe’nin yolu sezon sonunda Önder Okan’la ayrılmış; Okan’ı ise Hilalspor’u çalıştırırken yıllardır günde neredeyse üç paket içtiği sigaranın olumsuz sonuçları yakalamıştı. Yoğun bakımdayken duyduğu son mutlu sözler ise takımı Hilalspor’un şampiyon olup 1. lige yükseldiğine dairdi..

    Minikler de Büyük Olur, Kocaman Hatıralar Bırakır

    Fenerbahçe’nin müzesinde bir de “Önder Okan Kupası” var. Eski oyuncuları ve antrenörlerini anmak için Fenerbahçe ile (bir önceki sezonun şampiyonu) Eczacıbaşı’nın sezon başında 24 Ağustos 1988’de karşı karşıya geldikleri maçta, Fenerbahçe rakibini 88-85 yenerek bu anlamlı kupayı kazandı.

    Evet, sarı-lacivertlilerin müzesinde Önder Okan adına bir kupa vardı.. Ancak, daha da önemlisi Fenerbahçe basketbol tarihinde “Minik Önder”in bıraktığı “büyük” hatıralar vardı..

    Tapfereritter