Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, geçen sene Covid’in en yoğun olduğu kapanma zamanlarında konusu Ahmet Mukbil Yazman olan bir hatıralar geçidi kaleme almış. Biz de müsaadesiyle sitemize taşıdık. Merhum Yazman, aynı zamanda iyi de bir Fenerbahçeli idi. Geçenlerde fotoğraf albümleri müzayedelerde parça parça satışa çıkartıldı ve Fenerbahçe / Türk spor tarihine bir “Keşke” daha eklendi… Keyifli okumalar…
Çok sporcuydu; kulüpte oturmaz, bütün vaktini kondisyon odasında geçirirdi.
1970’li yıllarda “Marmara Denizi kirlendi” diye yüzmeyi bıraktı, sadece güneşlenip duş alırdı.
İyi bir kulüpçüydü, her türlü davada kulübün gönüllü savunucusuydu.
Sene 1965 veya 1966…
“Gel Seyhun, bir deneme yapıp ilerde olacak kazalarda motoru bozulan balıkçılara, kurtarma sandalına binmiş kazazedelere yol gösterelim” dedi.
“Tamam, Ahmet abi. Ne yapacağız?” dedim.
“Kendimizi içinde kürek olmayan şişme bir botla Sarayburnu’ndan akıntıya bırakalım ve denizde hayatta kalma mücadelesi verelim. Ben çalıştım; 2-3 hafta sonra akıntılar bizi sürükleyecek ve Limni adasında karaya çıkacağız.” cevabını verdi.
Bu çılgın bir projeydi ve ben açıkçası 20’li yaşlarda olmama rağmen korkmuştum. Kime sorsam “Deliliğin de bir sınırı vardır” diyordu… Ahmet abi işte böyle bir adamdı.
1973 senesinde Hikmet İkbal ve Selçuk Yeşil ile birlikte üç arkadaş bir Moda sandalı ile İstanbul’dan Marmaris’e gittiler ve bu seyahatlerini de Yacht mecmuasına yazdılar. Dönüşte kulüpte bu sandal seyrini bol bol anlatırdı ve “Bunu yapmalısınız. Bu denizin içinde yelken yapmak gibi oluyor” derdi. Anlatırken heyecanını görmeniz gerekirdi.
Bundan bir sene sonra Yüksek Denizcilik Okulu 2. Sınıf talebesi üç denizci genç buldu, bunları kulübe getirdi ve böyle bir sandal ile daha uzaklara gitmeleri için kondisyon çalıştırdı. Bu gençler aynı zamanda Orhan Akra’nın kursunda yelken çalıştılar.
1974’de Kıbrıs Barış Harekâtı olmuş ve dünyadan ambargo yiyince, bize tek yardım eden Kaddafi olmuştu Bir anda değişik bir fikir geldi Ahmet abi’nin aklına:
“Bizim Marmaris’e gidişimizden daha uzaklara gidin, Akdeniz’e açılın ve Libya’ya sandalla gidin. Bu gidişin adını da ‘Büyük Denizcimiz Turgut Reis’i Anma’ koyun” dedi.
Bunlar üç denizci genç Ömer Selçuk (21),Tuncay Saral (21) ve Hüseyin Kolluoğlu (19); bir ekip kurdular ve adını da “Genç Turgutlar” koydular.
1975 senesinde onlara kulübün önünde iskelede güzel bir uğurlama yaptık. Orhan Akra abim navigasyondan megafonla bağırdı, “Genç Turgutlar! Yolunuz açık olsun!” diye…
Bu çocuklar deniz haritaları ve iptidai navigasyon aletleri ile Libya’ya kadar gittiler. Necati Zincirkıran, Sadun Boro’dan sonra bu gençlere de çok destek oldu. Libya’da üç şehre uğrayıp geri döndüler. Bingazi, Misurata ve Trablus’ta çalışan işçilerimiz onları bir kahraman gibi karşılayıp ağırladı.
Dışişleri bakanımız İhsan Sabri Çağlayangil elçiliği arayıp, denizci çocukların Kaddafi’yle görüşmesini ve ona Türkiye’den getirdikleri bayrağı vermelerini sağladı. Dönüşlerinde ise başbakan Ecevit onları Gelibolu’da alkışlayarak karşıladı. Ustaları Ahmet abiye muazzam bir gurur verdiler. O da “Şimdiki hedef sandalla daha uzaklara gitmek” derdi. Hep çıtayı yükseltir, bir türlü o çıtaya erişilmezdi.
1990’ların sonunda İzmirli Erden Eruç bu sefer yelkensiz, sadece kürekle, dünya turuna çıktı. Başkanlığım sırasında kulüpte seyahatini anlatan bir konuşma yaptı. Ben de onu takdim ederken yaptığım konuşmada hem Ahmet abi ve iki arkadaşına hem de “Genç Turgutlar”a değindim.
Ahmet abi, sen gel de şu yapamadığımız işi, kendimizi akıntıya bırakmayı yapalım. Delilik de olsa Covid’den ev hapsinde olacağıma, sevdiğim denizde sandal hapsinde olurum.
Türkspor dergisinin 31 Mart 1947 tarihli ilk sayısında Saim Turgut Vefa imzalı bir yazı Kadıköylü futbolcu Hasan Bey‘i anlatıyor… Futbolun İncisi Hasan Bey’e çok yakışan bir tabir olmuş. Nur içinde yatsın…
Evet… Türk sporunda öyle inciler var ki… Bunları sıralamak, (spor tarihi)nin vitrinlerine koymak; onları incitmeden kutularına muhafazalarına yerleştirmek vazifesini -elimden geldiğinden fazla- başarmaya çalışmak şerefi; beni bu sahada koşturuyor ve coşturuyor.
(Türk) (Spor)cusu zaten baştan başa (idman)a ilk yaştan itibaren başlamış, bugüne kadar gelen onun her sahasında her memleket Bedestanında öyle (inci)ler var ki… Bunları birer birer saymak, dizmek birkaç asırlık ömürle bitmez.
Yakın bir mazininkileri sıralamaya da yetişmek şerefi benim de hisseme düşerse. Ne şeref… İşte bunlardan biri:
Türk futbolcuları arasında (Hasan)lar çok meşhurdur. Top peşinde koşanların başında gelen bu Kadıköylü Hasan (merhum) biricik incidir.
Tanınması: Hasan merhum Türk futbolunun en eski simalarındandır. Onu bizim tarih (1905)ten sonra tanıyabilir.
İlk kulübü: Kadıköy’dür. Kadıköyü’nde o vakitler Papazın Çayırı denilen şimdiki Fenerbahçe stadının (eski Ünyon kulüp, İttihat spor kulübü, bazen de Kadıköy ligi denilen çayırında) ilk futbol oynayan gençlerdendi. Kadıköy kulübüyle de oynardı.
Diğer kulüplerde: Sonra, Kadıköy kulübünden sonra, Galatasaray’da meşhur futbolcu arkadaşı (hatta kardeşi denebilecek kadar pek seviştikleri Hüseyin merhumla; Dalaklı Hüseyin ile beraber) Galatasaray birinci futbol takımında yer almışlardı. Hasan merhum sonra Fenerbahçe kulübünde de oynadı, Hüseyin de beraber. Bu bir aralık devam etti.
Günün birinde Galatasaray’dan bazı mühim simalar, bir kulüp kurup memleket sporunu daha (aydın)latmak istediler. Raşit Bey de bu işe önayak olmuştu. Bir Ünyon kulüp sahası yapıldığı vakit, Hasan ve Hüseyin de beraber…
Bundan sonra bu devrin bu zamanın da en eski ve değerli sporcusu, idarecisi olduğuna delil istemeyen muhterem bir şahsiyeti olan üstat, Burhan Felek’in arzusiyle onun kulübüne girmişlerdi. Hüseyin de beraber…
Daha sonraki zamanlarda, bu iki inci şimdiki Üniversitenin özü Darülfûnun kulübünün antrenörlüğünü yapmıştı. En son güzel maçlarını da göğsü beyaz yıldızlı yeşil formanın altında Anadolu kulübünde oynadı idi.
Yeri: Santrahafdı. Son zamanlarda birkaç defa bek oynarken de görmüştüm. Mamafih en çok sevdiği ortahaflıktı, en muvaffak olduğu da bu yerdi. Hemen hemen bu yer o günden beri Türk futbolunda ne yazık ki dolamamıştır. O derecede başaran bir futbolcu Hasan merhumun yerini tam manasile işgal edememiştir.|
Meziyetleri: Fevkalâde topa hakimdi, o futbola aşıktı. Fakat top onun esiriydi Türk futbol tarihinde onun kadar birbirini seven canlı cansız iki maddeye rast gelinemez.
Top onun cazibesine tutulmuş seyrederdi; ayağındaki çekici kuvvetten nasıl ayrıldığına onu gören herkes gibi ben de şaşar ve hayret ederdim.
Bir futbol takımını çok iyi idare ederdi. Karşıki takımın zayıf, kuvvetli taraflarını pek az zamanda denemek bulmak hakkıydı. Yalnız onun hakkıydı.
Futbol istidadını haiz olanları bir köşede seçerdi, yetiştirirdi
İyi bir antrenördü. Bilhassa İttihatspor’da, Ünyon Kulüp’te… En son Anadolu’da, Ünyon Kulüp’te, İttihatspor’da toplanmış bir takımı yetiştirdi. Fakat (Anadolu) kulübünde sonradan devrinin en meşhur futbolcularını yetiştirmek: şerefini, merhum kazanmıştı. Bunlar arasında Halit, Rasim, Keçi Kemal, Yusuf, Muhtar, Hattat Şecai, Doktor Hüdai, Doktor Hüsnü, Maliyeci Muammer Kemal, Nasuhi, Macid, (merhum) Atıf, Cemal, Topçu Barbari, Kaleci Şemsi.
Öğretme Tarzı: Bugünün en fenni futbol üstatlarının tarzıydı. Bunları bir filmle tespit mümkün olsaydı, O zamanı görememiş olanlar da bir defa görmekle ustalığını tasdik ederlerdi.
Hizmetleri: En eski devirlerde Kadıköy kulübünde oynarlarken biri santrahaf olarak (Hüseyin de santrafordu) pek göze çarptığı söylenirdi.
Galatasaray’da: Kulübün birinci Avrupa seyahatinde (Romanya’da, Macaristan’da) en büyük hizmetlerini yapmıştı. Bu seyahate beraber gidenler, Hasan ve Hüseyin’in çok muvaffak olduklarını söylerler.
Fenerbahçe’de: Rusya seyahatinde, Odesa’da yaptıkları maçlarda muvaffak olanların başında gelir.
Ünyon Kulüp (İttihatspor)da: Galatasaray, Fener kulüplerine karşı açılan rekabet savaşında bu kulüpte oynadılar, her ikisine karşı zaman zaman zafer sayfaları yazdılar.
Anadolu’da: Balkan harbi sonunda İstanbul limanına gelen Veymut ile Zelandiya zırhlılarının, yerli yabancı takımlarına karşı Anadolu kulübü tarihinin şanlı sayfalarını, Burhan Felek’in ve arkadaşlarının zekâsıyla beraber Hasan ve Hüseyin’in çok güzel üstadane oyunlarına borçludur. Bu maçların sonunda sporcu İngilizler, yabancılar, Hollandalıların ilk sıktığı el değerli üstat Hasan’ın eliydi.
Üstadın Antrenörü Kimdi? Hemen hemen kendisiydi. Zekâsı; kabiliyetiydi. Hüseyin merhum gibi futbola karşı istidatlıydı. İlk takdir edenler arasında birinci futbolcumuz, üstat Fuad Hüsnü Bey (şimdi Beykoz Halkevi Reisi) vardı.
Bu itibarla Hasan, Türk futbolunun en eski ve çok değerli incilerindendi.
Saim Turgut Vefa | Türkspor Dergisi – 31 Mart 1947
Pek az kişi bilir ama Halit Kıvanç‘ın Fenerbahçe yazarlığı muhteşemdir. Üstat her hafta kaleme aldığı “Fener Alayı” köşesinin “Bayram Haftası” başlıklı yazısında, Fenerbahçe Stadı’nın 1949 yılındaki açılışını yazmış. Keyifli okumalar.
Allah’ın inayetiyle stadımızı açtık. Lâkin geçen Pazar Kadıköyü’nü bir görmeliydiniz! Doğrusu yarım Üniversite inşaatını, yıllanmış Radyo Sarayı’nı düşününce bu mütevazı stad karşısında iftihar duymamak elde değildi.
Malûmunuz, bu seneki kış gariplik ve şiddette meşhur Ceza Hey’etimizi bile gölgede bıraktı. Bir bakıyorsunuz kar, fırtına, tipi, soğuk, don… Bir de bakıyorsunuz güneş, parlak sema, ılık rüzgâr, bahar güneş! Amma isterseniz bir sokağa çıkın! Mektep çocuklarına bir haftalık kartopu tatili kazandıran modern nezle hazır: Hapşuuu!
Eeee böyle havada da cahil yan hakemi gibi şaşkına dönmemek mümkün değil… (Lafa bakın yani! Sanki hakemin bilgilisi olurmuş da…)
Neyse ki Ulu Tanrı bizleri çok seviyormuş da hemen imdadımıza yetişti. Aman efendim, neydi o hava, neydi o hava? Hani hilafsız söylüyorum, bu kışta o güzel havayı görüp de sandığa koşup mayoyu çıkarmamak elde değildi. (Ne attım ama? Maç tahmini yazıyorum sanki!)
Kısacası yirmi beş kuruşluk roman tabiriyle tam “yazdan kalma” bir gündü.
Stadın önündeki mahşeri kalabalığı yararak ve insana serbest seçimi hatırlatan jandarmaların yanından geçerek içeri girince hepimiz bir “Aaaaa!” çektik. Ne ayıplıyorsunuz canım? İnönü Stadı’nın 21 kademeli tribünlerine: “Amma da yüksek ha?” dedikten sonra Fener Stadı’nın 35 kademeli tribünü karşısında “Aaaa!” değil, alfabenin bütün harflerini sıralasak yine az…
Çok geçmeden Şehir Bandosu marşlara başladı. Ankara radyosunu dinleye dinleye Şopen’le Bethoven’e alışmış olan halk, zeybek havalarını dudak bükerek karşıladı. Nihayet kordela da kesildikten sonra Vali Lütfü Kırdar’ı sahanın ortasında gördük. Topa ilk vuruşu o yapacaktı. Fakat epey durakladıktan sonra yanında bulunan Vildan Aşir’in kulağına eğildi ve : “W mi vurayım?” diye sordu. “Bu hususta hükümetin nokta-i nazarı ne?”
Derken ilk vuruş yapıldı. Böylece sayın valimiz bir sene evvel temel atma ve bir sene sonra da kordela kesme törenlerinde hayli yorulmak suretiyle stadın bu hale gelmesine büyük mikyasta yardım etmiş oldu.
Nihayet oyun başladı. Fenerbahçelilerin bugünün şerefine tertiplemiş oldukları gol müsabakası zevkle seyredildiği sırada hakemin bir kararı tribünü az kalsın Kravçenko davasına çeviriyordu. Neyse ki haftaym imdada yetişti.
Nihayet oyun bittiği zaman İnönü Stadı’nın frigofrik tribünlerinde titremiş tecrübeli seyircilerin verdikleri parayı helal ederek staddan çıktıkları görüldü.
Bu sırada büyüklerden birine sokulup “Efendim” diyecek oldu, “Şu İnönü Stadı’nın duşlarının ısıtılmasını rica…”
Büyüğümüz tebessümle: “Haydi haydi” dedi, “Soğuk duş insanı daha dinçleştirir”
Kendisine artık: “Öyle amma, hasta oluyor çocuklar…” diyemedim.
Muhakkak ki ona da: “Aldırma” cevabını verecekti, “Sporcudur onlar. İki günde iyileşiverirler.”
Halit Kıvanç | 21 Şubat 1949 – Öz Fenerbahçe (Bayram Haftası)
Öz Fenerbahçe dergisinin 16 Ağustos 1948 tarihli sayısında Alaaddin Baydar, büyük Fenerbahçeli (Cumhurbaşkanlığı Flarmoni Orkestrası Solist Saksafonisti ve Ankara Radyosu Caz Orkestrası Şefi) Nihat Esengin hakkında duygu dolu bir yazı kaleme almış. Keyifli okumalar…
Cumhurbaşkanlığı Flarmonik orkestrası solist saksafonisti ve Ankara Radyosu caz orkestrası şefi kıymetli sanatkar, Nihat Esengin’i memleketimizde tanımayan yoktur. Onun büyük bir incelikle çaldığı nefis eserleri hep takdir ederiz.
“Nihat Esengin Amerika’ya gidiyor” dediler. Bu yerinde verilmiş güzel kararı hararetle alkışladım. İnsanda kendine karşı ne kadar büyük bir itimat olmalı ki saksafon diyarına böyle bir seyahat tertip edebilsin.
Ankara gazetelerinde Nihat Esengin’in radyoda bir veda konseri vereceğini okumuştum. O akşam davetiyesini aldım. Nihat, giderayak kalabalık bir yekûn tutan takdirkârlarına nefis bir musiki ziyafeti çekti. Ve emin oldum ki Amerika’da muhakkak muvaffak olacaktır.
Vücut yapısı aksine çok ince bir ruh taşıyan Nihat’ın zorlu bir sporcu olduğunu bilmem ki bilir misiniz? Pek küçük yaşta futbol ve tenise başlayan Nihat Sarı-Laciverdi hakiki bir muhabbetle sever ve ona adeta tapardı. Ne yazık ki Muhafızgücü’nde oynamasına rağmen Fenerbahçe formasını bir kere olsun giymek kendisine bir türlü nasip olmadı. Bu ona adeta büyük bir dert oldu.
Nihat Fenerbahçe’yi sevdiği kadar bizleri de çok severdi. Ankara’ya geldiğimiz zamanlar onu hep aramızda görürdük. Kulübü bizim kadar sevmesi ve ona bütün kalbiyle merbut olması yüzünden biz de onu bize yakın görürdük.
1937 senesinde Fenerbahçe birinci takımının Ankara’yı ziyareti münasebetiyle bir Fenerbahçe-Galatasaray tekaütler maçı tertip edilmişti. O gün Ankara stadyumundaki soyunma odasında valizimden Fenerbahçe formasını, çoraplarını, futbol ayakkabım ve sair levazımımı çıkardım. Oturduğum bandın bir köşesine koydum. Soyunup giyinirken köşede duran arkası bana dönük bir zatın hıçkıra hıçkıra ağladığını görerek hayret ettim. Koca bir adamın fol yok, yumurta yokken ağlamasına bir mânâ veremedim. Yüzünü görmediğim, tabii sesini işittiğim bu zat ani bir hareketle bana doğru koşarak:
“Alâcığım, kusura bakma müteessir oldum. Çantan elinde, soyunma odasına girip sessiz, sadasız soyunman bana çok dokundu. O eski maçları, eski takımı, galibiyet günlerini hatırladım” diyerek boynuma sarılması ve sürekli bir halde ağlaması görülecek ve unutulmayacak bir hadise idi.
Fenerbahçe’yi canı gibi seven Nihat Esengin’e güle güle derim.
Alaaddin Baydar (Eski Fenerbahçe ve Millî Takım Sağiçi)
Öz Fenerbahçe dergisinin ilk sayısında Alaaddin Baydar imzalı bir yazı, Ankara’da bir Fenerbahçe kulübü kurulduğunu yazıyor; kurucuları, idare heyetini, yapılacak faaliyetleri ve kulübün Fenerbahçe Spor Kulübü ile ilişkisini açıklıyordu. Bu güzel teşebbüsün haberi, bize tarihten çok ilginç bir bilgiyi de beraberinde getirdi. Meğer Hıncal Uluç’un babası Fuat Uluç Fenerbahçeli ve Ankara Fenerbahçeliler Kulübü’nün de kurucu üyesi imiş. Keyifli okumalar…
Ankara’da bulunan biz Fenerbahçeliler “Ankara Fenerbahçeliler Kulübü” adı ile içtimai ve sportif bir kulüp kurduk. Gayemiz daimi toplanabilecek bir lokal temin ederek hem aradaki tesanüdü kuvvetlendirmek ve hem de Fenerbahçeli gençlerin spor yapmalarını temin etmektir.
Müessisler soyadı esas alınmak üzere alfabe sırasıyla:
Arif Anıl (Belediye Reisi Muavini, Doktor), Alaaddin Baydar, Nasuhi Baydar, Kemali Beyazıt (Maraş Milletvekili), İhsan Ruhi Berent (Maden Tetkik Arama Genel Müdürü), Kemal Bora (Adliye Müfettişi), Sait Çelebi, Mecit Duruiz (İş Bankası Genel Müdürü), Müfit Elbir (S.K.F. Mağazası Sahibi), Nihat Esengin, Refik Kuntol (eski sol açık), Ragıp Ziya Mağden (eski sağ haf), Turhan Cemal (Devlet Demiryolları Cer Müfettişi), Niyazi Sel (eski sağ açık), Hasan Kamil Sporel (Zeki Rıza’nın ağabeyi, eski orta muhacim ve müdafi), Feridun Tokay (Gümrük ve İnhisarlar Zat İşleri Müdürü), Selahattin Görsem (eski mukavemet koşucusu), Ragıp Tüzün (Ankara Belediye Reisi), Yarbay Fuat Uluç, Nevzat Usberg’ten (eski sol açık) ibaret olup yirmi kişidir.
İdare heyeti intihabı da yapıldı. Reisliğe Nasuhi Baydar, umumi katipliğe İhsan Berent, umumi kaptanlığa Alaaddin Baydar, muhasebeci ve veznedarlığa Hasan Kamil Sporel ve Müfit Elbir tayin olundu. Müessis heyet ve idare heyetinin ilk muvaffakiyeti güzel bir konser temin etmek oldu. Yeni Sinema’da, şehrin en mümtaz tabakasının iştirak ettiği bu müsamere fevkalade oldu. Büyük muvaffakiyet kazanıldı. Gerek maddi ve gerek manevi bakımdan…
Müsamerenin tertip heyeti Nihat Esengin ve Kemal Tözem ve Sait Çelebi’den mürekkepti. Sanatkarlar konsere bilamenfaat iştirak etmek gibi Fenerbahçelilere karşı büyük bir jestte bulundular.
Kıymetli sanatkar Mithat Fenmen, Enver Kapelman, Nihat Esengin güzel parçalar çaldılar. Sevinç Tevs iştirakiyle Nihat Esengin’in kıymetli caz orkestrası, Nevin Arınık, Azize Tözem’in alaturka şarkı türküleri ve nihayet radyo temsil kolunun güzide artistlerinin oynadığı güzel bir piyesle bu bulunmaz geceye veda edildi. Müsamereden sonra seyirciler gerek sanatkarları ve gerekse belli başlı Fenerbahçelileri hep tebrik ediyorlardı.
İlk kuruluşta kulübe büyük menfaatler temin eden bu güzide sanatkarlarımıza ne kadar teşekkür edilse azdır.
İkinci ve en mühim işimiz bina aramak oluyor. Binanın Fenerbahçe’nin şerefiyle mütenasip olması bittabi en büyük emelimizdir. Bu sebeple kiranın fazlalığına ehemmiyet vermiyor, binanın her cihetçe mükemmel olmasını istiyoruz. Bulduğumuz kaloriferli, bahçe içinde, münferit iki güzel ev için neticeyi pek yakında alacağımızı ümit ediyoruz. Parke döşeli salonlarında bilardo, pinpon, bezik, ve briç gibi oyunlar oynanacağı gibi konferans ve konserler de verileceği şüphesizdir. Kulübün büfesi için daha şimdiden birçok müracaatlar olmaktadır.
Kulübün rengi sarı laciverttir. Rozeti aynen ana kulübünkine benzemekte yalnız dış dairenin beyaz kısmı üzerinde “Ankara Fenerbahçeliler Kulübü 1948” yazısı bulunmaktadır.
Daha lokal açılmadığı halde üç yüze yakın azamız bulunmakta, spor şubeleri faaliyete geçtiği zaman bunun iki üç bine yükseleceği faal aza tarafından temin edilmektedir. Amatör maron’a katiyen müsaade etmeyeceğiz. Nim profesyonellik denilen bu halin kulüp sevgisini, spor ahlakını, civanmertliğini berbat ettiği malumdur. Kulübümüz azası spordan bir menfaat aramayacak, sporu spor için yapacaktır.
Nizamnamemizdeki iki madde Fenerbahçe kulübümüzü doğrudan doğruya ilgilendirmektedir.
Diğeri: “Kulübün feshine karar verildiği takdirde kulübün bütün mal ve mülkleri İstanbul’daki Fenerbahçe kulübüne devredilir”
Görülüyor ki isimde ufak bir tebeddül olmakla beraber iki kulüp arasında bir fark yoktur. Fenerbahçe Spor Kulübü namının yalnız İstanbul’da kalması tensip edilmiştir. Şu ve bu düşünce ile…
Pek yakın bir istikbalde kulübün kendi malı bir binası ve spor sahaları olması emelimizdir. Bu olayı bütün Fenerbahçelilere ve Fenerbahçe’yi sevenlere tebşir ederim.
Yazan: Alaaddin Baydar (Eski Fenerbahçe ve Millî Takım Sağ İçi)
Fenerbahçelilerin 1919-1922 arasındaki Kurtuluş Savaşı hikayeleri ne yazık ki yeterince kayıt altına alınamadı. Fakat bunlardan birisi, “Yavuz” lakaplı efsane sporcumuz ve başkanımız İsmet Uluğ‘un Tıbbiye’den Anadolu’ya nasıl silah kaçırdıklarını anlattığı hatırası çok meşhur. Sitemizde bulunmadığını fark edince hemen yazalım istedik. İlk ağızdan! Keyifli okumalar…
Not: Yukarıdaki fotoğrafta yer alanlar sırası ile şu şekilde… Ayaktakiler: Hüsnü Bey, Kamil Bey, Hasan Kamil Sporel, Kenan Or, Suat, Galip Kulaksızoğlu. Oturanlar: Ethem Bellisan, İsmet Uluğ, Yaver Ekrem Rüştü Bey, Fenerbahçe Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi, Şehzade Ali Vasıf Efendi, Zeki Rıza Sporel, Sabih Arca
Yavuz İsmet Anlatıyor
Askeri Tıp talebesiydim. Okul, bugünkü Haydarpaşa Lisesi…
Biraz ilerimizde Selimiye Kışlası, İngilizlerin işgali altındaydı… Osmanlı İmparatorluğu’nun silahları burada, depolarda saklıydı…
Müslüman bir Hint askerinden parolayı öğrenmiştik. Gece Fenerbahçeli gençler buraya girer, silahları çalar ve İbrahimağa Çayırı’na taşırdık. Arkadaşlarım arasında atlet Salim, futbolcu Mehmet de vardı. Mehmet sonra şehit oldu…
Gece karanlığında, çaldığım silahlarla İbrahimağa Çayırı’na koşuyordum. Peşime bir manga İngiliz askeri takıldı… Hedefime gidemezdim, okula kaçtım ve silahları röntgen dairesine kilitledim… Buraya girdiğimi görmüşlerdi.
Sabah okul, İngiliz askerleri tarafından basıldı. Başlarında subayları Arthur Whittall vardı… Arthur Whittall, Cadikeuy ve Moda’nın santrhafı idi… Çok defa karşı karşıya oynamıştık. Birbirimizi severdik.
Okul arandı ve sıra röntgen deposuna geldi. Açmamı istediler. Artık her şey bitmişti…
Son bir deneme ile “Kapı açılırsa, içerideki röntgenler yanar” dedim. Arthur Whittall durakladı. Bana hafifçe tebessüm etti. “Haklı, haydi gidelim” dedi… Ve askerlerini aldı gitti. Silah olduğunu anlamış, fakat bir sporcuyu mahkum etmek istememişti.
Bir Not Daha: Vesileyle İsmet Uluğ’un Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye nasıl geçtiğini de bir kez daha anımsayalım istedik.
“… İki sene sonra etrafımda alaylar, istihzalar yerine hayretler, takdirler görünmeye başladı. Bu zamana kadar ağabeyimin o kulüpte bulunması dolayısıyla Galatasaray’da oynuyordum. Bu kulübü cidden severdim. Harp senelerinde Galatasaray’ın şayan-ı hürmet azaları vatanı müdafaaya koştuğundan kulüp bir takım spor ruhu taşımayan şahsiyetlerin elinde kalmıştı. Ve nihayet sporculuğun kıymettar bir uzvu olan muhterem reisi Ali Sami Bey bile gücendirilerek istifa ettirildiğinden kulüp bütün bütün çığrından çıkmıştı. Bu hal karşısında biraderim istifa ettiği gibi ben de kulüple olan alakamı kıta ederek ilk defa ve resmen Fenerbahçe kulübüne dahil oldum.”
Aralık 1993 tarihli Birleşik Grup Aylık Bülteni’nde Fenerbahçe’nin efsane isimlerinden Osman Kavrakoğlu ile çok güzel bir röportaj yapılmış. Camianın bütününe, gruplara ve yönetimlere dair bazı tespitleri olağanüstü… Keyifle okuyacaksınız.
Bu ayki konuğumuz Osman Kavrakoğlu. Fenerbahçe Kulübü’ne sayısız hizmetler vermiş ve çeşitli görevlerde bulunmuş Kavrakoğlu ile evinde görüştük. Biz sorduk o cevapladı:
Sayın Kavrakoğlu bizlere biraz kendinizden bahseder misiniz?
Efendim, 1915’de Rize’de doğdum. Rize 1. Dünya Harbi’nde Rusya tarafından işgal edilince ailece İstanbul’a göç ettik ve Kadıköy’e yerleştik.
Kadıköy Ortaokulu benim ilk ve orta öğrenimimi yaptığım yerdir… Sonra İstanbul Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum.
Kısa bir müddet avukatlık yaptıktan sonra politikaya atıldım ve Rize beni mebus seçti. 10 sene de Adnan Menderes döneminde mebusluk yaptım.
Demokratların üyesiyken 1950 yılında reisimiz Şükrü Saraçoğlu idi. Sonra Şükrü Bey “Ben rahatsızlandım” deyip ayrıldı ve ben kendisinden sonra reis oldum. Uzun seneler yaklaşık 6 dönem bu reisliğim sürdü. En sonunda rahmetli Adnan Bey “Artık Devlet idaresine daha yaklaşmam lazım, Fenerbahçe’yi gençlere bırakalım!” dedi. Ben de başkanlıktan ayrıldım. Fakat dünyada ailemden sonra en çok Fenerbahçe ve Demokrat Parti’ye gönül vermişimdir. Tabiidir ki Fenerbahçe daha da eskidir ve halen de ayaktadır. Ailemizin bayram günleri Fenerbahçe’nin zafer günleridir.
Aslında Fenerbahçe çocukluğumuzdan beri ruhumuza işlemiş; Fenerbahçe sevgisi ailenin içinde bir ikinci aile olmuştur ve biz bu ailenin bir ferdiyiz. Zaman zaman üzüntülü günlerimiz oldu kulüpte. İdarecilerin, teknik işlerin ve özellikle futbolun dışında kalması şarttır. O dönemde teknik sorumluluk da idarecilerin üzerindeydi. Kaptanlık ve Reisliği bir arada yaptık gibi olduk. Zaman zaman zorlandık.
Bir ara büyük bir inkılap yaptık. Yepyeni bir kadro kurduk. Taraftarlar o zaman bu kadroya “küçük şeytanlar” adını koydu ve o “küçük şeytanlar” mükemmel şampiyon oldular, büyük neticeler aldılar. Hepsi milli oldular. Şimdi rahat günlerimiz. Aslında kar kış giderim bütün maçlara. Fakat gece maçları bana biraz zor geliyor. Tek zevkimiz Fenerbahçe’yi daha iyi görmek. Onun zaferleri bizim bayram günlerimiz oluyor.
Osman Kavrakoğlu
Başkanlık döneminizde Fenerbahçe için neler yaptınız?
Bizim en büyük hizmetimiz stadyumun arsasının tapusunu Fenerbahçe’ye çıkartmamızdır. Maalesef daha sonra burası iyi bir parayla Beden Terbiyesine satıldı. Biz o tarihte hapisteydik, stad da elden çıktı. Bugün o stad elimizde olsaydı trilyonlar ederdi.
Şimdi geçmişte olanlardan dolayı suçlama yapmayalım. O günün şartları içerisinde böyle olmuştur.
Ayrıca Fenerbahçe içerisinde ciddi muhasebe sistemini ilk ben kurdum. Fenerbahçe tarihinde ayrıca ilk banka hesabı ve kulüp adına 3-5 kuruş banka hesabı bizim dönemimizde oldu. Daha iyi murakabe kurduk. Bizim yetişmemizde açık şeffaf bir idare anlayışı vardı ve uzun seneler devam etti bu.
Fenerbahçe için kim bir şey yaparsa Allah razı olsun” derim. Seyircimizin muvaffakiyete ihtiyacı vardır. Temkinli davranmak gerekir. Transfer hataları yapıyorlar. Kulüp güzel bir kulüptü, büyük sempatizanı vardır. Yanlış oyuncular alınıyor. Benim aldığım futbolcular hep milli yıldız olmuştur. Kaleci Selahattin’i aldım. Turgay en büyüktü o zaman ve Selahattin onun yerine milli takıma girdi. Burhan -canavar adını koymuşlardı- santrfordu, milli takımda oynadı. Solaçık Abdullah Akgün öyle, Ahmet Erol öyle, bunlarla hatırladıkça övünürüz.
Reislikten ayrıldıktan sonra da Fenerbahçe’yi bırakmadım. Bana Yassıada’dan döndükten sonra da reislik teklif ettiler. Ben de “Ben artık Fenerbahçe’ye taraftar olurum” dedim ve sporu yönetecekler gençler olmalı” dedim. Birçok kongreye riyaset ettim. Sonra Yüksek Divan Kurulu Başkanı seçtiler ve bu görevde yaşlanıp hastalık geçirinceye kadar kaldım.
Fenerbahçe’den müspet bir intiba ile ayrılmak da önemlidir ve ben bunu sağladım. Fenerbahçe’nin tüm idarecileri taraftarları hepsi benim kardeşimdir. Tereddütsüz hepsini severim ve hepsi muvaffak olsun isterim… Bize ne zaman gelirlerse aklımızın elverdiğince yol göstermeye çalıştık, yardımcı olmaya çalıştık. Bu hem bizim tabiatımızın icabı, hem de zevkimiz oldu. Tabii insan için unutulmamak çok önemli. Hele bizim gibi 80’e yaklaşmış insanlar için hatırlanmak fevkalade bir olaydır.
Kongreye yaklaştığımız bu günlerde biraz gruplar ve grupçuluk üzerine neler söyleyeceksiniz Sayın Kavrakoğlu?
Aslında gruplar olmalı ama düşmanlık derecesine varan bir rekabet zararlıdır. Kongreye kadar gelirler ve kongreden sonra gelecek kongreye kadar herkesin kazananın arkasında olması gerekir. Türkiye’nin siyasi alanında da bu kötü bir gelenektir. Bir parti iktidara geliyor ve ertesi gün muhalefet başlıyor! Böyle 4 sene muhalefet olmaz. Seçim kampanyasında olur muhalefet, kritikler yapılır fakat seviyeli olmalıdır. Kulüpte böyle devamlı muhalefete karşıyım. Zaman zaman oyuncular bile ayartılmak istenmiştir. Grupların muhalefeti seçimden sonraya bırakılmalıdır.
Aslında grup çalışmalarına girmek bizlerin konumundaki kişilere uygun değildir. Grup toplantılarının hiçbirine katılmam. Gönlüm hepsiyle birliktedir ve gönlüm ister ki hepsi el ele versin ve Fenerbahçe’yi iyi idare etsin.
Aslında bu grup işini ben başlattım 1948’de. O zaman müessesan heyeti vardı. Biz bir harekete başladık. Bu heyetin faydalı tarafları da vardı, zararlı tarafları da var. Tabii eğitimliye yaklaşmıyorlar. Adeta bir ekol, adeta bir aristokrasi!… Mücadele ettik o zaman ben gençtim tabii, yeni yeni politikaya da hevesleniyordum. 1950’de ben seçimleri kazandım ve ondan sonra Fenerbahçe’de ben hiç seçim kaybetmedim!…
Beşiktaş’ın, Galatasaray’ın kendi mülkleri var, bugün Galatasaray Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde oynuyor. Fenerbahçe nasıl çalışmalar yapmalı?
Fenerbahçe bunların hepsinden öndeydi. Her alanda üstündük. Maalesef bu kongre rekabetleri Fenerbahçe’yi zaman zaman zafiyete düşürdü.
Her şeyden evvel birlik beraberlik diye devamlı söylenen sözler gelenekte laftadır. Hedefte birlik beraberlik gerekir. Bu yılda gayret gösterilmelidir. Kıskançlıklarla, yolları tıkamakla bu işler olmaz. Barış içinde olunmalı ve ileriye çabuk adımlar atılmalıdır.
Geçmiş yönetim çeşitli projeler geliştirmiş, ama hepsi askıda kalmış. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Casino hakkındaki görüşleriniz neler?
Kulüpler menfaat sağlamak açısından çeşitli çarelere başvuruyorlar… Büyük kulüp de kumarhane açmıştır. Aslında orası bir sosyal kulüptür ve buna rağmen orada açılan kumarhaneyi biz benimsememişizdir. Kaldı ki Fenerbahçe’deki kumarhaneyi hiç hazmedemeyiz.
Türkiye’de şöyle bir anormallik vardır. Dünyanın en önemli kumar merkezi Las Vegas’tır. Ondan sonra en çok sayıda kumarhaneye sahip şehir İstanbul olmuştur. Bu gücümüze gidiyor. Biz millet olarak haddimizi bilmiyoruz. Herkes mutlaka takatinin üstünde bir gayretle caka satma peşindedir ve bunun için de kolay kazanma yollarından biri olarak düşündükleri kumarı seçmektedirler. Aslında kumar kolay para kazanma değil tam tersi kolay para kaybetme yoludur. Bu bakımdan ben bunu Fenerbahçe’ye münasip görmedim. Zannederim ki zamanla arkadaşlar bunu tasfiye ederler.
Bir politikacı olarak, kulübün politize edilmesi hakkında eleştiriler var. Bu eleştirilere yaklaşımınız nasıl?
Şimdi bakın ben bunu size anlatayım. Ben de politikacıydım. Ama ilk önce Fenerbahçeli sonra politikacı oldum. Ben Fenerbahçeli olduğum için politikacı olmadım ya da politikada muvaffak olduğum için Fenerbahçeli olmadım. Politika kulüplere karıştırılmamalıdır. Bunlar milletin malıdır.
Fenerbahçe’nin üyesi istediği her partiye rey verir ama Fenerbahçeliler onları bir arada tutan ortak noktadır, Benim devrimde Türkiye’nin en ünlü futbolcusu Zeki Sporel idi. Zeki Sporel’i ben Fenerbahçe’deki itibarıma değil, partideki itibarıma güvenerek Rize’ye gönderdim ve İstanbul’un yıldızı üstat Zeki Sporel’i Rize’den mebus yaptım. Yani bizler siyasi gücümüzü Fenerbahçe’den almayıp hatta Fenerbahçelileri siyasi güçten koruduğumuzu gösterir.
Bu bakımdan politika ile kulüp katiyen karışmamalı ve her siyasi de objektif olarak muvaffak kulüplere yardımcı olmalıdır. Nitekim Başbakanımız Galatasaray’a yardımcı olmuştur ve iyi de olmuştur.
Osman Kavrakoğlu
Tanju ve Rıdvan hakkındaki görüşleriniz?
Kulüpler ve yöneticiler zaruret olmadıkça hiçbir oyuncuya karşı olmazlar.
Tanju Samsun’dan yetişmiş, Galatasaray’a gelmiş, ekolünde çok muvaffak olmuş mamafih Fenerbahçe Tanju’dan istediği randımanı alamamıştır.
Rıdvan’a gelince talihsiz çocuk 10-12 kere ameliyat oldu ve efkar-ı umumiyeye mal olmuş bir sporcu olduğu için normal futbolcu statüsünden çıkıp “idareci futbolcu” oldu. İdareye karıştı! Tanrı büyük bir kabiliyeti zayıf bir bünyeye vermiş maalesef!
Biçimli bir şekilde bu işe son verip, bir jübile ile Fenerbahçeli olarak bu işi noktalamalıdır. Tanju’ya bir şey demem ama Rıdvan eski futbolcu-yönetici olarak aramızda kalmalıdır.
Transfer politikası için istikrarsız diyorlar. Bu konuda tecrübeli bir kişi olarak neler söyleyeceksiniz?
Kavun karpuza ihtiyacınız var diyelim! Gidersiniz eğer satın alan işi biliyorsa iyisini, bilmiyorsa keleğini alır gelir. Yani usta bir göz ve seçici gereklidir. Kusurlu bulmuyorum da tecrübesiz buluyorum. Oyuncu seçmek hakikaten usta işidir ve bu işin piyasada çok simsarları vardır ve kulüpleri aldatırlar.
Batıda öyle şeyler var ki; örneğin Federasyon, “Ancak milli futbolcu transferi yapılabilir” kaidesi koyunca, gittiler bir sürü içi geçmiş futbolcuyu 1-2 kere milli takımlarında 10-12 dakika oynatarak getirip bize sattılar. İşte Fenerbahçe tüm bunların üzerine çıkabilecek tecrübeli idarecileri de yetiştirmelidir. Onun için grupları usta idareci yetiştirmek yarışına sokmak gerekir. Ben gruptayım bu benim grubumda değil diye usta gözleri, yetenekli idarecileri düşürüp yerine sırf kendi grubunda diye başka fakat usta olmayan birini getirmek son derece yanlıştır. Fenerbahçe bu nedenle kaybediyor.
Bu sene de transferi beğenmiyorum. Mesela Hotiç’te iş yoktu! Ayrıca Wagenhaus’u da hoca tutuyor ama performansı düşük. Nielsen ile Uche daha iyi gibiler, inşallah iyi olur. İdarecilerin hepsi Fenerbahçe sevgisi ile dolular ama bunun üzerine bu konuda da bir usta göz ve tecrübe gereklidir.
Fenerbahçe başkanı ne gibi niteliklere sahip olmalıdır?
Şimdi bu iş çok büyüdü ve yükseldi. Bizim zamanımızda biz bu işi parasız yapardık. Bizim sermayemizin en büyük kısmı Fenerbahçe’nin şöhretinden geliyordu. Buna bizler kendi şahsi nüfus ve kabiliyetimizi ekleyerek bir şeyler yaptık.
Bugün yalnız Fenerbahçe’nin itibarı ve idarecinin şahsı dirayeti kâfi gelmiyor. Maddi kudret de şarttır. Bu nedenle öteden beri ben kulübün şirket haline getirilmesini istedim; Bir kooperatif şirketi olabilir, kar kasdi olmadan kongre üyeleri arasında hisse senedi satılabilir bir sermayemiz doğar.
Kongreleri de sağdan soldan otomobille toplanan üyeler değil, aksiyonel gelir teşkil getirdikleri delegeler, idarenin daha iyi ve güzel yürümesi için akılların ve menfaatlerini de birleştirerek kullanırlar oylarını. Bu büyük mali portreye ihtiyaç gösteren dönemde yöneticilerin mali imkânlar içinde olmalarında da fayda var, bu nedenle diğer üyelerin bu adamlar kulüpten yemek için buradalar fikri egale edilmiş olur. Tabiidir ki sadece bu yeterli değildir. Başkanın sosyal hayattaki nüfus ve itibarı ve saygınlığı da bir o kadar önemlidir.
Ayrıca idarecilik genelde çok bir zorlaştı. Bizim devrimizde taraftar ve sporcu rengi ve formasına ve kulübüne daha bir bağlıydı. Bugün şartlar çok değişti hayat da maddileşti. Bizim zamanımızda yapılan fedakârlıkları artık çocuklardan bekleyemeyiz. Günün şartlarına uymak durumundayız.
Fenerbahçe yönetimine ve taraftarlarına mesajınız var mı?
Takımımızı taraftarlarımız desteklesinler, kongreye kadar yönetime yardımcı olsunlar. Seçim zamanı kongreden önce nasıl partiler programlarını hazırlıyorsa, gruplar da o şekilde programlarını hazırlasınlar, hazırlık toplantılarında kongre üyelerine anlatmaktadırlar. Kim daha ikna edici ve üretici ise yönetime adilane o gelmelidir.
Dergimizi nasıl buldunuz?
Vallahi gayet güzel! Baskısı iyi, içeriği iyi. Eh mesajlarımızı da iletiyorsunuz. Pek memnun edici. Muvaffakiyetler diliyorum.
Fenerbahçelilerin çoğunu üzen adeta kangren bir hale gelen 5 yıllık bekleme süresini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda ben çok gayret ettim ama maalesef muvaffak olamadım. Mutaassıp bir grup ısrarla bu 5 seneyi devam ettirdiler. Yanlış bir şey. Fenerbahçe sevilen bir teşekküldür. Takım en iyi durumda olmasa dahi, kulüp hala en iyi durumdadır. Kapıları açmak, yok taraftar üye, yok o üye, yok delege üye; Bunları kaldırmak lazımdır. Kapıları açıp üye kabulünde hiç endişe yoktur. Bilakis fayda vardır!
Mutaassıp gruplar aman kimse girmesin, idare elimizden gitmesin diye bu 5. maddeyi değiştirmediler. Gerek Dernekler Kanununa, gerek tüzüğümüze uygun olan şartlar ile herkes Fenerbahçe’ye üye kaydedilebilmelidir. Yok, tesislerden faydalanma vb. gibi bir sürü saçmalıklara son verilmelidir. Ne demek efendim Fenerbahçe üyesi tesislerinden tabiidir ki faydalanır. Bunları bir takım tasniflerle ayırarak üyeler arasında fark ve sınıf gözetmenin hiçbir âlemi yoktur… Neden korkuluyor? Bu gereksizdir. Bunlar abestir!
Bilhassa demokrasiye tam koştuğumuz bir devrede, Fenerbahçe gibi tüm Türkiye’ye mal olmuş bir müesseseye yok 5 sene bekleyeceksin, yok o yok bu gibi antidemokratik şartlar yakışmaz. Ayrıca Fenerbahçe’ye üye olan kişi mükellefiyet altına girmektedir. Bu mükellefiyete girmeye gönüllü olan kişiyi nasıl kapıdan dışarı bırakıyorsun zorluyorsun? Açalım kongreyi!
Aslında tahdit etmek, üyeliği kanıksama da getiriyor. Hep aynı adamlar, aynı kafalar. Hem dedikodulara hem de verimliliğin azalmasına neden oluyor. Ben o zamanlar dediğim gibi bu maddenin kaldırılması için çok gayret sarf ettim. Madem milyonlarca taraftarımız var diye iftihar ediyoruz, neden isteyenlere imkân vermiyoruz? Sonra üyeliklerde son derece çirkinlikler de var. Ölenlerin yerine başkaları yazılmış, benim büyük kulüpten arkadaşlarım var. Makbuzlarını aldım kendilerinden bir de baktım ki onların yerine başkaları çıktı kayıtlardan!
Birleşik Grup 5 yıllık süre ile ilgili detaylı çalışmalar yaptı. Son toplantımız da ise konuya Prof. Burcuoğlu güzel bir yorum getirdi. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Grupçular var, ben bunlarla çok uğraştım. Divan Başkanlığı sırasında ben açalım kapıları her gelen bizdendir dedim. Varsın kongremiz kalabalık olsun, daha iyi rekabet iyi olur, çalışmalar iyi olur, daha iyi adamlar gelir. Bu konuya kendimi adamış biriyim. Bu işe varım. Eğer Birleşik Grup bunu başarırsa çok büyük ve önemli bir iş yapılmış olur.
Unutamadığınız bir hatıranızı anlatabilir misiniz?
Pek çok hatıramız var. Birini anlatayım; Ankara’da işlerimizin çokluğu nedeniyle biz Galatasaray maçına gidemedik. Kupanın final maçıydı bu, çift maç oynanırdı o zaman. Fenerbahçe 1-0 kaybetti. Basın ve Galatasaraylılar bu olayı şişirdiler! Aman efendim ağları deldik vb. gibi. Hiçbir şut ağları delemez! Bir kere bu prensip.
Ben çok üzüldüm tabii. Biz çok kuvvetliydik o zaman Galatasaray’ı rahat yenebilirdik. Hayret ettim bu olaya. Bir hafta sonraki maça geldim. Çocuklara maç öncesi son antrenmanlarında lüzumsuz yenildiğimizi, söyledikten sonra; Ben şimdi sizi 11 kardeş olarak sahaya çıkarıyorum. Öyle bir birlik kuracak, öyle bir kollektivite göstereceksiniz ki hakiki kabiliyetiniz ortaya çıksın! Bunu da ayrıca bir beyanatla “Biz Galatasaray’ı yeneriz!” diye belirttim. Hakikaten maça gittik.
Rahmetli Profesör Kazım Gürkan’a rastladık orada, “Yahu Osman aşırı bir beyanat verdin, bu Galatasaray-Fenerbahçe maçıdır” dedi. Ben de çocukları üstünlüklerini hissettirmek ve mücadeleye sevk etmek açısından bu faydalıdır, ayrıca biz kuvvetliyiz dedim. Nitekim harikulade bir maçla Galatasaray’ı 4-0 yendik! Böylece de “O ağları delen 1-O’lık mağlubiyetin cevabını verdik!”
Sıcak sohbetinize ve konukseverliğinize tüm Fenerbahçeliler adına teşekkür ederiz.
Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu “Büyük” Fikret Arıcan, hayatını anlattığı ve “Keşke yeniden basılsa” dediğimiz, müthiş görsellerle süslü kitabında “Hadiseli Türkiye Birinciliği” başlığı ile Fenerbahçe’nin ilk ulusal zaferini nasıl kazandığını yazmış. Keyifli okumalar.
Not: Fotoğrafta “Büyük” Fikret Arıcan (sağda) ve dönemin İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy bir arada.
1933 Türkiye Futbol Birinciliği
Cumhuriyetin 10. Yılına rastlayan 1932-1933 yılları şampiyon takımları Türkiye Birinciliği için Ankara’da toplanmıştı. O zaman 19 Mayıs Stadı olmadığından maçlar Gazi Terbiye Enstitüsü sahasında yapılıyordu. Biz Trabzonspor’la oynayacak, galip gelirsek İzmirlispor’la final yapacaktık. Trabzonspor hakkında bilgimiz yoktu.
Kapalı ve sert bir havada maç başladı. Zorlu bir oyun oluyordu. Fakat Zeki Bey’in müthiş frikikleriyle oyunu 3-0 aldık. Ancak işin önemini maç bittikten sonra kavradık. Trabzonspor’dan Salim Galatasaray’a, Taka Naci bize, Hasan Polat Beşiktaş ve Gençlerbirliği’ne, Ali ve Mahmut Polat Ankara Gençlerbirliği’ne girerek yıldız oldular. Halbuki biz Trabzonspor’u hiç önemsememiştik. Doğrusu sonuç Trabzonspor için şanssızlıktı. Maç sırasında bizim hafbek Cevat -ki çok güçlü ve bileği sağlam biriydi- Naci ile takışmışlar. Naci, Cevat’a sataşmış, Cevat biraz saf görünüşlü biriydi. Ben de santrhaf oynuyordum. Cevat bana geldi, “Fikret, şu bir karış herife bak bana kafa tutuyor…” dedi. “Aldırma…” dedim O’na… Ben sanki hadiseyi körüklemişim. Cevat kalktı, “Ben bıçağını alırım ondan…” diyerek Naci’ye saldırdı. Yatıştırana kadar akla karayı seçtim. Zaten Trabzonspor da bu maçtan sonra dağıldı. Oyuncular gerek tahsil, gerekse aile yaşamları nedeniyle çeşitli kentlere dağıldılar.
Final müsabakamızı İzmirspor’la oynayacaktık. Kemal Halim’in hakemliğinde maça başladık. Bir süre sonra Esat yanlışlıkla kendi kalesine bir gol attı. Bütün gayretimize rağmen beraberliği temin edemiyorduk. Maç elektriklenmişti. Kemal Halim hastalanarak maçı yarım bırakınca iş iyice çığırından çıktı. Federasyonun kararıyla verilen bir başka hakemle oyuna başladık ve bir penaltı kazandık. İzmirsporlular bu penaltıya uzun süre itiraz ettiler. Saha karıştı. Oyun da yarıda kaldı.
Gece Fenerbahçe ve İzmirspor temsilcilerinin katılmasıyla federasyonda bir toplantı yapıldı. Maçın tekrarı gerekiyordu. İki taraf da buna razıydı. Fakat maç nerede oynanacaktı? Uzun tartışmalar oldu. Zeki Bey’in yanında ben de vardım. Maçı ecnebi bir hakemin yönetiminde İzmir’de oynayabileceğimizi söyledik. İzmirliler de bunu kabul ettiler. Biz vapurla gittik İzmir’e… Maçtan önce İzmir gazeteleri, “Ankara’da yendik… İzmir’de de yeneriz’ diyerek Hüsamettin’in sola yattığı ve topun sağdan girdiği karikatürlerini yayınlıyorlardı. Bunlar bize doping olmuştu. Anlaşmaya göre maç hasılatı İzmirspor Kulübü’ne kalacaktı. Elde edilen 4000 lira ile sonradan milyonlar eden bir stad yeri aldılar ve hiç olmazsa bunu kazandılar.
Maç sırasında Zeki Bey, benim solaçık oynamamı istemişti. Böylece İzmirsporlular şaşıracak hücum gücümüz artacaktı. Onların kalesinde Sami Ozok, defanslarında Reşat, Nazmi gibi değerli oyuncular vardı. Oyunun ilk on dakikası içinde bir gol attım. Peşinden Zeki Bey, Niyazi ve Muzaffer sıraladılar. Devre 4-0 bitti. İkinci yarıda oyun sertleşti. Zeki ve Niyazi birer gol daha atarak skoru 6-0’a çıkardılar. Bu arada İzmirsporlu oyunculardan biri Zeki Bey’e fena bir tekme attı. Zeki, sesini çıkarmadı. Bana dönerek, “Ben çıkıyorum, kavga gürültü etmeden maçı bitirin…” dedi. Onunla beraber karşımda oynayan İzmirsporlu sağbek Reşat da ağlayarak sahayı terketti. Şampiyon olarak vapurla İstanbul’a dönüşümüzü ve bizi rıhtımda büyük tezahüratla karşılayan kalabalığı hiç unutmam…
“Büyük” Fikret Arıcan | Hadiseli Türkiye Birinciliği
Geçtiğimiz aylarda Galatasaraylı Muvakkar Ekrem Talu‘nun, yine Galatasaraylı Muslih Peykoğlu’na yazdığı zehir zemberek bir açık mektup yayınlamıştık. O tarihten çok kısa bir süre sonra, bu kez Öz Fenerbahçe dergisinde, muhatabının “Sarı Kırmızı Hoca” olduğu belirtilen hayalî bir röportaj yayınlanmış. Belli ki hoca efendi Muslih Peykoğlu. Röportajın yazarı ise belli değil. Yine bir ihtimal Muvakkar Ekrem Talu olabilir… Keyifle okuyacaksınız…
Not: Fotoğrafın yazı ile pek bir ilgisi yok gibi gözükebilir… Fakat ne de olsa Fenerbahçe ve Galatasaray ile ilgili her konunun ve yazının halet-i ruhiyesi bu! Öyle değil mi? :)
Muhayyel Röportajlar
“Sarı Kırmızı Hoca” ile Bir Mülakat
Hazreti bir hayli aradım. Kimi “Ağa Camii’ne va’za gitti”, kimi “Çukur Camii’de Mevlidi olmalı”, kimi de “Galatasaray’da mukabelesi var” dediler.
Halûk’u telefonla aradım. O, hazretin günlük bütün hareketini takip ediyordu. Her saniyesinden haberdardı, ondan telefonla malûmat rica ettim:
Hocayı arıyorum, dedim.
Yeşil hocayı mı?
Hayır! Sarı-Kırmızı hocayı!
Ha! Onu şimdi bu saatte mektepte bulursun. Son sınıfta dersi var.
Ayol son sınıfta “ulûmu diniye” başladı mı?
Yok canım! Şey dersi: Hayvanat!
Hemen mektebe koştum. Kapıdan girmek bir mesele… Eskiden benim zamanımda böyle değildi. Buraya da Mütevelli mi karışıyor nedir?
Olmaz bayım! Hem siz Galatasaraylı olsanız da kâfi değil. Şecereyi de inceleyeceğiz. Yardirektörlükten emir aldık.
Bereket o sırada koyu ve halis Galatasaraylılardan kaleci Osman ve Eşref Mutlu yanımıza geldiler ve çoraplarını, kazaklarını, mendillerini, kravatlarını, rozetlerini, eşarplarını gösterip Galatasaraylı olduklarını ispat ettikten sonra bana da şefaat ederek hep beraber içeri girebildik.
Tavanları yüksek bir oda… Yerde sedirler, Şam örtüleri… Ortada bir mangal… Ödağacı ve kakule kokusu her tarafı kaplamış. Duvarlarda (Ya Ali), (Ya Hafız), (Bu da geçer ya hu) levhaları…
Hemen rahlesinin önüne seğirttim, önünde rükûa vardım, beni sinek kovar gibi bir selamla karşıladı:
Şöyle yamacıma takarrûb eyle evlat bakayım! Ne istersin, ne dilersin, muradın ne ola? dedi.
Röportaj için geldiğimi söyledim.
Zinhar! dedi. O kafirlerin, o zındıkların, o lahana yapraklarının, o ketentohumu lapası heriflerin, o buldog, o puanter, o pekinua’ların, o at kestanesi gölgesinde sabah namaz kılan yezitlerin ceride-i naferidesine beyanda bulunmam!
Hocam kerem et! Benim hatırım için…
Şimdi bahçedeki heykelinizden başlatırsın ha! Ev sahibinizin hatırını saymasam seni karşımda bir an tutmam! Lain seni!
Elini öpeyim.
Aptestin var mı?
Yooo!
Öyleyse olmaz. Gaslini tazele de gel!
Hocam ibadete değil, ziyarete geldim. İki çift laf edip gideceğim.
Ne istersin?
Sizin Fenerbahçe’ye girdiğinize dair bir haber duyduk. Aslı var mı?
Sus! Sus! Böyle günahı kebairi bana nasıl hamlederler. Ben değil Fenerbahçe’ye, senelerdir evin, mektebin bahçesine bile girdiğim yok. Ne zaman Adalar’a vapurla gidecek olsam, Fener’in önünden geçerken tövbe istiğfar etmeden yapamam. Kıldığım nafilelerin çoğu evvelce Fenerlilerle bir arada muhtelit takımlarda yer aldığım içindir.
Bu sırada talebe velisi bazı bayanların müdür muavini olan “Hoca”ya mektep taksiti getirdiklerini haber verdiler. Hoca, hademeye:
Olmaz! Kabul etmem! Söyle o hatunlara, karşıma erkekleştikleri zaman gelsinler! dedi.
Hepimizin sevdiği bir yönetici olan Yavuz Kayral hakkında, Fenerbahçe Spor Dergisi’nin Aralık 1983 tarihli sayısında çıkan yazı… Kendisine sağlıklı bir ömür diliyoruz. Gerçekten çok özledik. Keyifli okumalar…
Kulübümüzün iki yıldan beri Ankara temsilciliğini yapmakta olan iş adamı Yavuz Kayral, günün üç dört saatini Fenerbahçe’ye ayırmaktan kendini alamıyor. Yoğun işleri arasında, kulübün önemli işlerini de Ankara’da sürat ve ustalıkla halleden Kayral’a kendi işinden fedakarlık ederek kulüp işlerine bu kadar vakit ayırmak epeyce pahalıya mal oluyor amma onun üstün kulüp sevgisi ve Sarı-Lacivertli renklere olan tutkusu, her şeyin üstünde geliyor.
Çankaya’da çok şık bir mobilya mağazasına sahip olan Kayral, Fenerbahçe’nin yurt içi ve yurt dışı tüm maçlarını da izlemekten kendini alamıyor. Son Çekoslovakya seyahatine de katılan Kayral, Sarı-Lacivertli takımı bir an yalnız bırakmamaktadır.
Fenerbahçe Kulübü’nün Ankara’da çeşitli resmî makamlarda, en üst zirvedeki işlerinden tutunuz, lisans ve askerlik işlerine kadar her şeyi seve seve yüklenen ve bu işler için tek kuruş almayan bu vefakar kulüp üyemiz, Ankara’da seçkin iş adamlarını kulübe kayıt ettirmekten geri kalmamış ve bu alanda da Fenerbahçe’ye hizmetler ifa etmiştir.
Yavuz Kayral Her Maçı İzler
Yavuz Kayral’ın en büyük özelliği onun Fenerbahçe’nin her maçını izlemesidir. Yurt içinde ve yurt dışında Fenerbahçe’yi izlemekten geri kalmaz ve bu uğurda her türlü maddi fedakarlığa katlanır.
Kayral’a göre, Fenerbahçe’nin hem Türkiye Ligi’nde, hem de kupadaki şampiyonluğu büyük başarıdır.
Takım içindeki uyumun, Yönetim Kurulu’nda uyum olduğu sürece devamlı olabileceğine işaret eden Yavuz Kayral, Fenerbahçe’nin Ankara’da bir lokali olması gerektiğini ve şayet bina işi halledilirse, bu lokalin möble ve dekorasyonunu kendisinin yüklenebileceğini söylemektedir.
Futbolda olduğu gibi, basketbolda da bu yıl şampiyon olabileceğimize değinen Kayral, “Geçen yıl kıl payı kaçırdığımız şampiyonluğu elde etmemiz gerekiyor ve müessese takımları da artık hegemonyalarını sürdüremezler” diyor.
Yavuz Kayral’ın Biyografisi
1954 yılında Ankara’da doğan Yavuz Kayral, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi mezunudur. İngilizce bilir. Möble ve dekorasyon üzerine büyük tecrübe ve ihtisası vardır. Ankara’da amatör olarak futbol oynamıştır. Evli ve iki çocuk sahibidir.
Aralık 1983 – Fenerbahçe Spor Dergisi (Kamuran Tekil)