Kategori: Anı-Biyografi

  • Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi

    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi

    Fenerbahçe tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Kayacan kardeşlerin büyüğü (ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan‘ın ağabeyi) Doktor Hamit Hüsnü Kayacan, vefatından bir süre önce Öz Fenerbahçe dergisine verdiği röportajda, Fenerbahçe’ye gelişini ve kulübün Kuşdili Lokali‘ne geçişini hikaye etmiş. Muhtemelen aklınıza “Bunun neresi bir Kadıköy hazinesinin aralanan sır perdesi oluyor?” suali gelmiştir. Haksız sayılmazsınız. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri‘nde, Fenerbahçe Kulübü’nün Hazine-i Hassa’dan kiraladığı ve yangın felaketine kadar 18 sene boyunca ikamet ettiği bu muhteşem binaya dair, yeni bir belge ortaya çıktı. Aşağıda önce Hamit Hüsnü Bey’in hatıratını, sonra da kıymetli tarihçimiz Barış Kenaroğlu’nun transkripsiyonu ile Padişah V. Mehmed’in iradesini göreceksiniz. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Sevgisi

    1308 (miladi 1892) yılında Mekteb-i Tıbbiye’den neş’et ettikten sonra, ertesi sene rahmetli arkadaşım Hakkı Şinâsi Paşa ile birlikte irade-i seniye ile Almanya’ya gönderildik. Almanya’da uzun süren bir tahsil ve ihtisastan sonra memlekete avdette Bâbıâlide İbrahim Nazif’in eczahanesinin üzerinde bir muayenehane açarak tabipliğe başladım.

    Spora karşı öteden beri içimde engin bir sevgi vardı. Bu arada biraderim Fuat ile birlikte Galatasaray Kulübü’ne intisap ettik. Fuat futbol oynuyordu. Ben de idareci oldum. Hatta Galatasaray’ın yurt dışına yaptığı ilk Macaristan seyahatinde kafile reisliğini ben deruhte ediyordum.

    Memleket dışına ilk defa çıkan Galatasaray’ın bu seyahatinden dönüşte, hâlen zahire borsasında bulunan sevgili ahbabım Yahya Berkî bir gün muayenehaneme geldi. Dereden tepeden konuşurken, bana : “Bugün gel seni bir yere götüreyim” dedi ve beraberce çıkarak Kadıköyü’ne geçtik. Yahya beni Altıyolağzı’nda, iki sokağı birleştiren, müselles şeklindeki bir evin tavan arasına çıkardı. İşte burası Fenerbahçe kulübü idi.

    Genç Fenerbahçeliler beni büyük bir samimiyet ve hürmetle karşıladılar. O gün geç vakite kadar oturduk, çay içip sohbet ettik. Bu yuvanın sıcak havası üzerimde silinmez bir intiba bırakmıştı. Evim Erenköy’de olduğu için, her akşam muayenehaneden eve dönerken bu tavanarasına uğruyor ve Fenerbahçelilerin arasında tatlı saatler geçiriyordum.

    Yeni Lokale Geçiyoruz

    Bir gün Fenerbahçeliler bana bu samimi yuvanın reisliğini teklif ettiler. Bu vazifenin daha imtiyazlı bir şahsa verilmesi icabettiğini söyleyerek bu samimi teklifi reddettim ve Fenerbahçe Kulübü’nün riyasetine gelmesi için Erenköyü’ndeki evimin komşusu Nafıa Nazırı Hulusi Bey’den ricada bulundum. Hulusi Bey bu ricamı kabul ederek Fenerbahçe’nin fahrî reisliğini üzerine aldı. Ben de Galatasaray’dan istifa ederek Fenerbahçelilerin arasına katıldım.

    Zaman geçip gidiyor, Fenerbahçemiz daima olarak inkişaflar kaydediyordu. Âza adedi de günden güne artmakta olduğundan, Altıyolağzı’ndaki müselles evin tavanarası bize dar gelmeye başlamıştı. Yeni bir lokale ciddi olarak ihtiyacımız vardı. Bu arada Kurbağalıdere üzerinde bir binada bulunan Uhuvvet Kulübü’nün iki odasının boş olduğunu haber aldık. Biri altta, diğeri üstte olan bu iki oda muvakkat bir zaman için bizim ihtiyacımızı karşılayabilecekti. Oraya taşındık.

    Lâkin, taşındıktan birkaç gün sonra bütün âzada bir adem-i memnuniyet başgösterdi. Zira bu Uhuvvet Kulübü denilen yer bir kumarhane gibi bir şeydi. Fenerbahçemizin bir kumarhane ile aynı çatı altında bulunması hiç de hoş bir şey değildi. El altından sondajlara başladım. Ve öğrendim ki Hazine-i Hassa’nın maçı bulunan bu binanın müsteciri bulunan Uhuvvet Kulübü kontrat müddetini hayli geçirdiği halde taksitlerini ödememişlerdir.

    Bir Hal Çaresi Kendini Gösteriyor

    Bu hal, Uhuvvet Kulübü’nü buradan çıkarmamıza yarayacaktı. Zihnim hep bu mesele ile kurcalanmaya başladı. Bir gün muayenehaneme bir hasta geldi. Kendisini muayene ettikten sonra, hasta defterine ismini kaydettirmek için sordum :

    • İsminiz?..
    • Ahmet.
    • Ne işle iştigal ediyorsunuz?..
    • Hazine-i Hassa hukuk müşaviriyin..

    Birdenbire sevincimden çıldıracaktım. Ahmet Bey de bir şey anlamamış tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu. Hemen kendisini iskemleye oturtarak ben de karşısına geçtim ve Uhuvvet Kulübü’nün hikayesini uzun uzadıya bütün teferruatı ile kendisine anlattım. Çarşamba günü kendisine gelmemi söyleyerek gitti. Çarşamba’yı iple çektim ve randevu saatinde gittim.

    Ahmet Bey’den Allah razı olsun, çok kolaylık gösterdi ve alâkadar oldu. Usulen müzayede yapılması icabettiği halde bu işi müzayedesiz hallediverdi. Lâkin kontratın bir şahsın üzerine yapılması icabediyormuş. Bilâtereddüt senede 80 altın lira üzerinden kendi üzerime kulübü kiraladım. O zamanki kazancım çok şükür yerinde idi. Avrupa’da ihtisas yapmış olmam dolayısıyla muayenehanem dolup taşıyordu. Bu parayı kendim seve seve verdim.

    Kontratı cebime yerleştirdikten sonra muayenehaneye bile uğramadan soluğu doğruca kulüpte aldım. Erken gelişim çocukları hayrete düşürmüştü. Hepsi hayretlerini izhar ettiler. Cebimden kontratı çıkarıp gösterdiğim zaman hepsi yerlerinden zıpladılar ve boynuma sarıldılar. İşte bu manzara benim için milyonlarca altından daha kıymetli idi.

    Bu bayram sevinci yatıştıktan sonra Uhuvvet Kulübü idarecilerine gittim ve kontratımı göstererek artık binayı tahliye etmeleri lazım geldiğini ileri sürdüm. Şiddetle reddettiler ve çıkmayacaklarını söylediler. Bu vaziyet karşısında Kuşdili karakoluna şikayette bulundum ve üç gün içinde polis marifetiyle tahliye olundular. Yalnız o kadar kızmışlardı ki çıkarken binada ne cam bıraktılar, ne çerçeve. Hatta bahçedeki demir parmaklıkları bile söküp götürdüler. Artık koskoca bina tamamen bizim, yani Fenerbahçe’nin malı olmuştu.

    Bütçe Meselesi

    Kulübün altındaki gazinoyu da 25 Lira kira ile yine koyu bir Fenerbahçeli olan Hamdi’ye kiraladık. Bütçemiz çok zayıftı. Bu yüzden paraya ihtiyacımız vardı. Bu müşkül içinde çırpınırken bir gün Hazine-i Hassa’dan bir protestoname aldık. Ahkâmı kontrata binaen kulübün tahliyesi isteniyordu. Bu vaziyet karşısında derhal soluğu Ahmet Bey’in yazıhanesinde aldım. Meğerse gazinoyu Hamdi’ye kiralamamız buna sebep olmuş.

    Ahmet Bey’le birlikte tekrar komisyonlara, heyetlere girdik çıktık ve neticede yine kontratı üzerimizde bıraktık fakat bu sefer senelik 80 altından 100 altına çıkmıştı. Bizi bir düşüncedir almıştı. Bu bir servetti, bunu nasıl verebilecektik?.. Çocuklar bol keseden : “Ben 3 Lira veririm, “Ben 5 Lira veririm” diye atıyorlardı. İçlerinde en ateşlileri, Allah gani gani rahmet eylesin Galip’ciğimdi. Kendilerine:

    • Çocuklar“, dedim; çok vaadedip hiç vermemektense az vaadedip vermeyi tercih edin…

    Bir gün Sultan Reşad’a yapılacak bir konsültasyon için Yıldız Sarayı’na gitmiştim. Orada aziz dostum başmabeyinci Tevfik Bey’e rastladım. Kendisine vaziyeti anlattım. Huzura girdi ve yarım saat sonra dışarı çıktığı zaman yüzü gülüyordu :

    • İrade-i seniye ile mezkûr bina senede 40 altından 10 sene müddetle Fenerbahçe Kulübü’ne kiralanmıştır. Keyfiyet Hazine-i Hassa’ya bildirilecektir. Haydi sen kalk git de çocuklara müjdeyi ver..” diyordu.

    Hamit Hüsnü Kayacan


    Ve işte Barış Kenaroğlu’nun transkripsiyonunu yaptığı o evrak; yani Padişah’ın iradesi… Fenerbahçe tarihini çok seviyoruz.

    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi
    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi… Kuşdili’nde Hazine-i Hassa’dan kiralanan ebniyede teşkil edilen Fenerbahçe Spor Kulübü’nün mevcudiyetini sürdürebilmesi ve beklenen hizmeti verebilmesi için kira bedelinin yarıya indirilmesi ve mukavele müddetinin uzatılmasına dair kulüp heyet-i idaresine ait talebin uygun bulunduğu.

    Hazine-i Hassa-i Şahane – Tahrirat Kalemi – Aded 88

    Ümid-i istikbal olan gençlerin fikren olduğu mertebeye bedenen de kavi yetişebilmelerini temin için 1 mart 1331 tarihinden itibaren üç sene müddet ve senevi seksen lira ücret ile kuşdilinde hazine-i hassadan isticar edilen ebniyede teşkil olmuş olan Fenerbahçe Spor Kulübünden intifa edilen hıdemat-ı müfide ve mühimmenin istihkakı muhtelif şubeler küşadına ve levazım-i esasisinden madud olan alet ve edevatın atide tedarikine mütevakıf olup halbuki mezkur kulübün idame-i mevcudiyeti için erbab-ı hamiyet tarafından verilmekte olan ianat-ı cüziyyeden mütehassıl varidatın bir kısm-ı mühimi bedel-i icara ita edilmekte olunması kısmının temin-i maksad mümkün olamamakta olduğundan sebeb ile saye-i füyuzat-vaye-i hazret-i padişahiden kulübçe bu hususa arz ve ifa edilmekte olan mesere-i sa’i ve ikdamın pek müfid neticelere mazhar buyurulması içün  bedel-i icarın kırk liraya tenziline ve kulübçe ihtiyac ile münasib tadilat ve tevsiatın  vücuda getirilmek üzere müddet-i mukavelenamenin dahi sekiz sene daha temdidine delalet edilmesi kulüb-i canibden hazineye verilen arzuhalde istida olunmuş ve hakikaten mezkur idman kulübü tarafından memleketimizde terbiye-i bedeniyyenin inkişaf ve intişarı zımmında ibraz edilen hıdemat paye-i mühim olup işbu hizmetin daire-i istifadesi bir kat daha tevsi ve hamiyet-i idarenin bu babdaki hem gayretlerini de teşvik için müsteda-i vakıanın tervici muvafık görülmekte bulunmuş ise de emr ü ferman-ı hümayun cenab-ı tacidar-ı her ne ü ca ile şeref müteallik buyuruluyor ise de mantuk-ı feyze tevfik-i hareket-i muhat-ı alem-i abd bu babda emr ü ferman hazret-i men’ül lehmindir.

    25 Receb 1333 / 26 Mayıs 1331 Hazine-i Hassa Müdür-i Umumisi

  • Biz Deliler Gibi Fenerliyiz

    Biz Deliler Gibi Fenerliyiz

    10 Mayıs 1985 tarihli Milliyet gazetesinde İslam Çupi almış yanına Ateşböceği Ercan ile Öztürk Serengil’i… Ve adeta “Biz Deliler Gibi Fenerliyiz” başlığının altında, hep beraber şov yapmışlar. Keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Biz Deliler Gibi Fenerliyiz

    Bu milleti yıllar yılı “kasık basuru” yapan iki büyük komik, pardon komedyen Ateşböceği Ercan’la Öztürk Serengil’i bir yuvarlak masada, iki omzumun yanına aldım.

    Ercan sol tarafıma park ettiği için solcu, Öztürk sağ tarafıma çöreklendiği için sağcı mı oldu?..

    Yazının burasına gelince kızılca kıyamet geldi. Ercan, “Ben hayatımda sol elle aşk mektubu bile yazmadım” demez mi? Ercan der de, Öztürk susar mı?.. “Ben de hayatımda yataktan sağ tarafıma yuvarlanarak hiç kalkmadım…

    İkisine de sordum… “Aşkınız?..

    Eh, İstanbul Kız Lisesi önünde değiliz, Yeşilçam’ın cümbüşünde değiliz, bir film setinde hiç değiliz, ya neredeyiz? Milliyet Spor Servisi’ndeyiz.

    Spor Servisi’ndeki Öztürk ve Ercan -zeka yaşları gür ömürlü olsun- Spor Servisi’nde olduklarını hemen çaktıkları için Ayşe, Fatma, Feride demediler, “Fenerbahçe” dediler…

    Ben” diye başladı Öztürk, “Bugünkü yöneticilerden bazıları süt kuzusu bile değilken, ben Boks Şubesi’nin yöneticisi idim…

    • Cepten para verdin mi?
    • Cepten para vermedim. Bizim terzi delikten huylandığı için, benim pantolonları cepsiz diker. Ama Kadıköy’de ne kadar cepli Fenerbahçeli erkek varsa, derhal hacamat… Benim Fenerbahçe’ye topladığım paraları, Sülün Osman 1000 yıl yaşasa idi toparlayamazdı…

    Ercan, Öztürk gibi parasal bir erkek değil, platonik bir erkek… “Ben sandıktan çıkmadığım için, beni Bayülken topu bile deviremez. Ben 25 yıldır Fenerbahçe moral şubesinin yöneticisiyim… Benim kamplarda futbolculara verdiğim morali, ne dolar, ne mark verebilir…

    İkisine birden bir soru sordum : “Fenerbahçe’yi ne kadar seviyorsunuz?

    İkisi birden tek cevap verdi : “Deliler gibi…

    Nasıl Fenerbahçeli Olduk?

    İkisi de sünnet olmadan Fenerbahçeli olmuşlar… Öztürk’ün Giresun’da sınıf takımında kaleci oynarken lakabı Cihat’mış. Bir gün Giresun’a Öz Fenerbahçe dergisi gelmiş, sahte Cihat, gerçek Cihat’la tanışmış, gerçek Cihat’ın fotoğrafı kensilmiş, langırt duvara… Gerçek Cihat duvara yapışınca, Öztürk’e de Fenerbahçe sevgisi yapışmış.

    Ercan mini midi iken Abdülvahit Turan karamelası satarmış. Satarken, birisini yiyeceği tutmuş, içinden Fenerbahçe takımının fotoğrafı çıkmış. “Bir takımın ancak bu kadar tatlı bir şekeri olur” demiş ve Ercan, o gün bu gün ağzının tadını hiç bozmamış….

    İkisinin de Fenerbahçe aşkından sonra ikinci göz ağrıları Beşiktaş’mış. Ama ittifak bozulmuş. Beşiktaş NATO’da iken, Varşova Paktı’na kaçmış. Bozuklar… Öztürk hıncını söyledi : “Bu kere Beşiktaş’ı kanırta kanırta yenip şampiyon olacağız..

    On yıldır maça gitmeyen Öztürk, böyle söylerken, 10 yıldır hiçbir maçı kaçırmayan Ercan, bu defaki Fenerbahçe maçını kaçıracak…

    Ercan hasta Fenerbahçeli, Neco hasta Beşiktaşlı… Bu maçlarda her ikisinin tansiyonu, lipid ve kolestrolü tavana vuruyormuş. O gün otomobilleri ile ıssız bir dağda kontak kapatacaklarmış… Kendin pişir kendin ye vaziyetleri… Rakılama vaziyetleri… Tavlalama vaziyetleri… Maçın sonucunu gece öğreneceklermiş.. Ehlikeyf taraftar, bu ikiliye denir işte…

    Eski Fenerli Trabzonspor Başkanı

    10 yıldır maça gitmeyen Öztürk, iki yıl önce, Fenerbahçe’nin Trabzonspor’u 4-2 yendiği maça gitmiş. Yanında M.Ali Bey varmış… M.Ali Bey, hem Öztürk’ün büyük patronu, hem de Trabzonspor Başkanı… Hemen Öztürk’ün suratında bir Trabzonspor maskesi. Trabzon ilk golü yemiş, Öztürk profesyonel cenaze ağlayıcısı gibi perişen… Trabzon ikinci golü yemiş, Öztürk, ahlar-vahlar içinde bitap… Trabzon üçüncü golü yiyince Öztürk’te ne Trabzon maskesi kalmış, ne keder, ne gam… İnci Birol’un zillerini bulsa parmaklarına takıp tüm tribünü oynatacak. O anda patronuna bakacağı tutmuş, ne görse beğenirsiniz: Patron da bıyık altından devamlı tebessüm koyveriyor… İçinden şöyle geçirmiş Öztürk… “Patron da gülüyor. O da eski Fenerli, arada sırada Fenerliliğini hatırlamazsa rahat edemez…

    İki komedyen, Milliyet Show’ın perdelerini şöyle çektiler…

    Komedyenlik bizimle…
    Futbol, Cemil’le…
    Türk parası Özal’la…
    Sizlere ömür öldü…

    İslam Çupi / Biz Deliler Gibi Fenerliyiz (Milliyet Gazetesi – 10 Mayıs 1985)

  • Süresiz İzin

    Süresiz İzin

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet’in yazdığı, Semai Şatıroğlu yazısını hatırlarsınız. Fenerbahçe’nin bu renkli ismi, bu defa bir başka müthiş Fenerbahçelinin, Hasan Pulur’un yazısında karşımıza çıktı. Hasan Pulur’un on yıllarca yazdığı “Olaylar ve İnsanlar” köşesinde yayınlanan bu süresiz izin hikayesini keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

    Ama önce Sibel Kurt’un Haziran 2010’da Fenerbahçe resmî dergisi için Hasan Pulur ile yaptığı röportajdan bir bölümü aktaralım.

    Sibel Kurt : Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Hasan Bey?

    Hasan Pulur : Babam Kurtuluş Savaşı’na katılan subaylardandı. Kurtuluş Savaşı’nda ordu askerlerinin Fenerbahçeli olmasında en büyük etken; İstanbul’da İngiliz işgalci takımını Fenerbahçe Spor Kulübü’nün futbol takımı yeniyor ve yendikçe de bu haberler Anadolu’ya gidiyordu. “Fenerbahçe İngilizleri yendi, muhtelif karmayı yendi.” diye ordu içinde yayılıyordu.  Orduysa yabancılara karşı savaşta bir zafer kazanmış gibi heyecan duyuyordu. Böylece subayların da çoğu o yıllardan beri Fenerbahçeli oldu. Halen de Fenerbahçelilikleri devam ediyor zaten. İşte ben de babam gibi Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe ile büyüdük. Öyle ya da böyle 60 yıldır Fenerbahçeliyim.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Süresiz İzin

    Spor Servisimizin Şefi Namık Sevik’in teyzesi Feride Umaç geçenlerde öldü. Cenaze işlerini Namık Sevik’in “yar-ü vefakarı” Kadıköy’ün ve Fenerbahçe’nin önemli kişisi “Hırsız Semai” yürütüyordu.

    Cenaze işleri deyip geçmemeli! Gayet de mühim iştir!

    Defin ruhsatı alacaksın, Belediye’ye koşacaksın, mezar bulacaksın, yıkatacaksın, namazını kıldıracaksın, toprağa vereceksin ve de mezar kapandıktan sonra yolunu kesen ıskatçılara para dağıtacaksın!

    Eeeee, Allah kem gözlerden saklasın “Hırsız Semai” de tam bu işler için biçilmiş kaftandır.

    Sevik’in teyzesi hastahanede ölmüştü. Önce hastahanenin hesabını kapatmak gerekti.

    Ölüm belgesi dolduruldu ve “Hırsız Semai”nin tabiriyle üzerine “nal gibi” VEFAT mührü basıldı.

    “Hırsız Semai” belgeyi alıp vezneye indi. Parayı ödeyecekti. Kağıdı vezneye uzattı. Veznedar galiba çok dalgın olacaktı ki kocaman “VEFAT” damgasını görmedi ve sordu :

    • Hastanız taburcu mu edildi?

    “Hırsız Semai” veznedare göz kırptı :

    • Hayır süresiz izine çıktı!

    Hasan Pulur / Milliyet Gazetesi – Olaylar ve İnsanlar – 12.03.1967

  • İbrahim İskeçe

    İbrahim İskeçe

    Fenerbahçe’nin dört sene üst üste Türkiye Şampiyonu olan efsane kadrosunun golcülerinden biriydi, İbrahim İskeçe… 1997 yılında vefat ettikten iki gün sonra, 23 Temmuz 1997’de takım arkadaşı Halit Deringör, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde onu yazdı. İkisi de nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İbrahim İskeçe

    1941 yıllarının Fenerbahçe’sinden sağ açık Küçük Fikret, saç iç İbrahim İskeçe ve ben kaldım… O yılların tüm yıldızları, teker teker sönüp kaydılar… Evvelsi gün de sağ iç İbrahim İskeçe de onlara katıldı… Küçük Fikret ile ben kaldım.. Hangimiz perdeyi kapatacak bilemiyorum.

    Hepsinin arkasından da yazmak bana düşüyor. Sonuçta; herhalde bizim için de yazacak biri olacak!

    İskeçe, 1938 yıllarında, Yunanistan’da sınav kazanıp değiştirme usulü ile Haydarpaşa Lisesi’ne gelmişti. Gerçekten, çok zeki ve çalışkandı. Her zaman okulda derece alır ve bu suretle de yatılı okuma hakkını elde ederdi.

    Liseyi bitirdiği günlerde bir Fenerbahçe-Beyoğluspor takımı ile özel bir maç sırasında İskeçe’yi izleyen rahmetli Başbakan Saracoğlu çok beğenmişti. Ancak İskeçe’nin lisanslı olması için Türk vatandaşlığına geçmesi gerekiyordu. Ertesi gün rahmetli Başbakan Saracoğlu yarım saat içinde Bakanlar Kurulu kararı ile İskeçe’yi Türk vatandaşlığına geçiriyor. İskeçe de lisanslı olarak ilk adımını atıyor.

    İskeçe’nin, Fenerbahçe’deki futbol yaşamı 1941’den 1948 yılına kadar devam ediyor. Bu süre içinde 124 maç oynuyor ve de 61 gol atıyor. İnce, zarif, titiz ve teknik bir futbolcuydu. Futbol için estetik bir fiziği vardı.

    Futboldan daha önemlisi de bu süre içinde okuyup tıp doktoru olmasıdır. Ankara Numune ve Şişli Etfal Hastanesi’nde hocalık yaparak da ülkemize birçok doktorun yetişmesine neden olmuştur. Şişli Etfal Hastanesi’nde bir kliniğe İbrahim İskeçe ismi de verilmiştir.

    Federasyon Başkanlığı

    İskeçe, 1980 önceleri iki kez Federasyon Başkanlığı yaptı. Birincisinde ben de onun danışmanı olmuştum. Birlikte çalışmıştık. Bir Altay-Fenerbahçe tartışmalı maçı sonrası, Fenerbahçe’ye 2 maç saha kapatma cezası vermiştik de İbrahim, karar sonrası, yandaki odaya girip gözyaşlarını tutamayıp ağlamıştı. Bunu hiç unutmam.

    İskeçe daha sonraları, birkaç kez de Fenerbahçe Başkanlığı’na aday gösterilmişse de kendi arzusuyla adaylıktan çekilmişti. Fenerbahçe Divan Kurulu ve Onur Kurulu üyesiydi.

    Son günlerde, gücü kaybolmuş ve omuzları düşmüş, konuşmakta zorluk çekiyor. “Neyin var?” diye sorduğumda “Hastayım” demişti. “O halde kendini bir hekime göster” deyince güldü. “Gösterdim, hiçbir şey yok. ‘Beyninde ufak bir noktacık var’ dediler”

    “Görkemli İbrahim’e ne olur ki bu noktacık” deyip, moralini düzeltmek istedim.

    İşte İbrahim İskeçe’den geride kalan onurlu bir yaşam… Ne yazık ki okul ve takım arkadaşımın son yolculuğunda bulunamadım ve bu acı haberi seyahat dönüşü okuduğum bir gazeteden öğrendim. Ruhu şad olsun.

    Halit Deringör / 23 Temmuz 1997 – Cumhuriyet Gazetesi (İbrahim İskeçe)

  • Ali Muhiddin Hacı Bekir

    Ali Muhiddin Hacı Bekir

    1934-1950 yılları arasında Şükrü Saracoğlu’nun başkanlığı altında kurulan Fenerbahçe yönetim kurullarında görev alan Ali Muhiddin Hacı Bekir, 28 Aralık 1950 tarihinde Fenerbahçe Başkanı oldu ve tam 2 sene boyunca bu görevi yürüttü. Aşağıda başkanlığa gelişinin hemen ardından Halit Kıvanç‘ın kendisiyle yaptığı röportaj var. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ali Muhiddin Hacı Bekir

    • Evet, insan bazen çok sevdiği, hayranı olduğu sevgilisinden bucak bucak kaçmak ister. Kaçar kaçar, çünkü korkusu büyüktür. Tekrar tutulmak, daha derin bir aşka müptela olmak…

    Şu anda o sevgilinin kolları içinde bulunan Ali Muhiddin Hacı Bekir’in sözünü keserek:

    • Fakat, diyorum, siz kaçmak istedikçe o sizi kovaladı. İşte nihayet iki aşıkın kucaklaşma sahnesini büyük sevinçle seyrediyoruz.

    “Fenerbahçe” ve “Ali Muhiddin…”

    Bu iki ismin birbirinden ayrılmasına, bu iki sevgilinin Kadıköy’ün şirin bir köşesinde saadet içinde yaşamaktan uzaklaşmasına imkan var mı?

    Sarı-Lacivertlilere zevkli bir bayram yaratan, 1951’in ilk uğur ışığı olan haber hepimizin malûmuydu artık :

    Ali Muhiddin Hacı Bekir, Fenerbahçe Kulübü reisi oldu. O’nu takdik ve tarif mi? Bunu başarabilecek bir edip, yazacak bir kalem her şeyi ifade edebilir mi acaba?

    “Fenerbahçe’nin Ali Muhiddin’i” İşte!

    Taksim’deki evinde samimi bir hasbihaldeyiz. Cihat Arman’la ikimize:

    • Bendeki kulüp hastalığı gene nüksetti. Fakat itiraf da edeyim ki, Fenerbahçe’nin hizmetinde tekrar vazife almaktan dolayı duyduğum memnunluk sonsuz. Çünkü bu öyle büyük bir şereftir ki…

    Sualli cevaplı klasik röportaja kaçmaya zaten imkan kalmıyor. Muhterem reisimiz;

    • Uzun zamandır maça gitmiyorum, diye anlatıyor… Çünkü sarı-lacivertli formayı sahada görür görmez yeniden hastalanacağımı gayet iyi biliyordum. Buna rağmen gazeteler ve radyo da beni her an sevgili Fenerbahçeme ulaştırıyordu. Fenerbahçe’nin sıcak, samimi, temiz havası, asil ruhu insanı içine aldı mıydı, hiç farkında bile olmazsınız.

    İdare vazifesinden uzak kaldığı sıralarda da her an kulübünü düşündüğünü ifadeye çalışan Ali Muhiddin:

    • Artık, diyor, kulüpler eski zihniyet ve metodlarla idare edilemez. Reform lazımdır, reform. Mesela Fenerbahçe’nin muazzam bir güreş şubesi niçin olmasın? Boksta sarı-lâcivert renkleri taşıyarak dövüşen şampiyonlarımız niçin bulunmasın? Herhalde kulüpte bazı yenilikler yapmak şarttır.
    • Ümidiniz?
    • Büyük
    • Gayeniz?
    • Fenerbahçe…

    Hoş Geldin

    Birden Cihat’a dönerek;

    • Bir futbolcunun, daha doğrusu bir sporcunun muvaffakiyeti, diyor, idari mülahazalardan uzak kaldığı derecede artar. Sen eski bir futbolcusun, bunu daha iyi takdir edersin. İdari samimiyet, spor sahası dışındaki dostane hava tam olunca takım da zaferden zafere koşar. Benim tek gayem, Fenerbahçe camiasının bölünmesi imkansız bir bütün olduğunu herkese ispat etmek…

    Bu sırada kızı Alye Hacı Bekir’in elinde bir fotoğrafla geldiğini görüyoruz. Senelerce evvel Ali Muhiddin’in idareci olarak sahada göründüğü bir resim bu! Hepimizden önce kendisi alıp uzun uzun ve zevkle seyrediyor. Sarı-Lâcivert renklerle gene yan yana bulunacağını düşünmek, Ali Muhiddin’i mesut ediyor şimdi. Duyduğu memnunluk yüzünden okunuyor. Resmi bize uzatırken:

    • Ne güzel günlerdi onlar, diyor ve hemen arkasından da ilave etmeyi unutmuyor: İnşallah bundan sonra daha güzellerini de göreceğiz. Hepimiz bir tek kafa gibi düşündükçe, bir tek vücut gibi hareket ettikçe zafer de, kupa da, şampiyonluk da bizimdir evvel Allah.

    Şerefli Fenerbahçemiz yirminci asrın ikinci yarısına “bölünmez bir kale” olarak giriyor. Civarına yağmur yağabilir, etrafında şimşekler çakabilir, fakat sarı-lâcivertli yuva her zaman genç ve dinç olarak ayakta duracaktır.

    1951’in hepimiz için hayırlı olmasını dilerken sevgili reisimiz Ali Muhiddin Hacı Bekir’e “Hoş geldin” diyoruz. Mamafih bu “hoş geldin” biraz da fuzuli ya… Çünkü o idarede olmadığı zamanlarda bile her an içimizde bulunuyordu.

    Halit Kıvanç – Öz Fenerbahçe

  • Kadıköy’de Tarih Canlandı

    Kadıköy’de Tarih Canlandı

    25 Ocak 1996 tarihli Milliyet gazetesinde, Cüneyt Şengül’ün imzasıyla “Kadıköy’de Tarih Canlandı” başlıklı bir haber yayınlandı. Bugün ne yazık ki (aynı sezon açılışları gibi) terk ettiğimiz bir gelenek gerçekleşmiş, Fenerbahçe’nin en yaşlı sporcuları bir araya gelmişti.

    Sohbeti başlatan Faruk Ilgaz sadece tek gol yiyerek şampiyon olduğumuz sezonu doğru hatırlıyordu, fakat sezon 1939 değil, 1937 olacaktı.

    4 Şubat 1937 tarihinde Fenerbahçe, Galatasaray’ı Bülent Büyükyüksel’in hat-trickine eklenen, “Büyük” Fikret Arıcan’ın golüyle 4-1 yenmiş ve o sezon hem İstanbul Ligi, hem de Milli Küme Şampiyonluğu’nu kazanmıştı.

    Günün en ilginç olayı ise Necdet Erdem-Tarık Özerengin karşılaşmasıydı. Galatasaray’ın ilk ve tek 1959 öncesi Türkiye şampiyonluğunu kazandığı 1939 Milli Küme finalinde Necdet Erdem, takımı 1-0 öndeyken ve durduk yere kavga çıkarmış, hakem Tarık Özerengin’e saldırmıştı. Her ne kadar haberde “Tarık Özerengin de yumruk attı” diyorsa da Tarık Bey merhum, yalnızca kendini müdafaa etmeye çalışmıştı. Bununla beraber, haber bizi olay sonrası hakkında aydınlatıyor.

    Keyifli okumalar diliyor, kulübümüzün buna benzer organizasyonları sıklıkla yapmasını temenni ediyoruz. Maalesef, gidenlerin yeri dolmuyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kadıköy’de Tarih Canlandı

    Fenerbahçe’nin yaşayan en eski futbolcuları ve yöneticileri ilk kez bir araya gelerek anılarını tazelediler. Eski başkanlardan Faruk Ilgaz’ın öncülüğünde toplanan 1930-40 senelerinin Sarı-Lacivertli futbolcuları, o zamanların ünlü hakemlerinden Tarık Özerengin’i karşılarında görünce adeta eski günleri yeniden yaşadılar. Bir araya gelen eski şöhretler şu isimlerden oluşuyordu :

    Necdet Erdem, İrfan Denever, Sedat Bayur, Faruk Hızer, Fazıl Arzık, Bülent Büyükyüksel, Zeynel Üner, Yaşar Yalçınpınar, Naim Şukal, Fikret Kırcan ve yöneticiler Rüştü Dağlaroğlu, Melih Ilgaz.

    Faruk Ilgaz bu kadronun 1939 yılında ligde bir gol yiyerek şampiyon olan kadro olduğuna değinerek, “O zaman tek golü Galatasaray’dan yemiştik. Fakat maçı 4-1 alarak şampiyon olduk” diyerek sohbeti başlattı.

    Hakem Tarık Özerengin’in ilginç bir anısı ise hayli ilgi topladı. İstanbul’da oynanan Galatasaray-Ankara Demirspor maçında, Demirspor’un kalesini koruyan Necdet Erdem, Galatasaray’ın forveti Katır Cemil ile yumruklaşıyor ve bu yumruktan o maçta hakem olan Tarık Özerengin de nasibini alıyor. Özerengin de yumruğa karşılık verince olay karakolda bitiyor, kaleci Necdet Erdem de soluğu hapishanede alıyor. Daha sonra Özerengin bir dilekçe ile Erdem’i hapisten kurtarıyor.

    Seneler önce bu olaydan sonra dostluklarının bozulmadığını söyleyen Özerengin, Necdet Erdem’le neşe içinde kucaklaştı. Eski şöhretler, yenilere mesaj yollamadan da kendilerini alamadılar:

    “Her şey para değil. Biraz da yüreğinizle oynayın”

    Cüneyt Şengül / Milliyet – Kadıköy’de Bir Tarih Canlandı

  • Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-IV

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-IV

    “Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları” serisinde dördüncü bölümdeyiz. Süreç 1938’e doğru ilerliyor. O sene Fenerbahçe, Türkiye Futbol Federasyonu ile büyük bir anlaşmazlığa düşüyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Naci Barlas’ın Hatıraları-I
    Naci Barlas’ın Hatıraları-II
    Naci Barlas’ın Hatıraları-III


    Kulübe Üye Oluyorum

    Nihayet Fenerbahçe’de top oynama çağına gelmiştim. Eminönü’nde bir mağazadan top ayakkabısı satın aldım ve aile dostumuz olan Arif Sporel’in yardımı ile Fenerbahçe yıldız takımına alındım. Antrenörümüz o tarihte Fenerbahçe takımında sağ iç oynayan Esat Kaner’di. Haftada bir de Herr Schveng gelir ve antrenmanı durdurur bize çift kale yaptırırdı.

    Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bir gün gene Herr Schveng’in gelip çift kale yaptırdığı bir antrenmanda maçı durdurdu beni yanına çağırarak “Yok çocuğum top oynamak. Var sen dans yapmak” dedi. Ve beni takımdan çıkarıp soyunma odasına gönderdi. O zaman malzemeci Cemil efendiyi bularak soyunma odasını açtırdım. O zamanlarda antrenmanlarda formaları kulüp verirdi. Ben o formayı Cemil efendiye vermeyip aldım, eve getirdim.

    Birkaç gün sonra mahalle arkadaşım olan Melih’le (Galatasaray Sultani’sinde okuyordu fakat Fenerbahçeli idi. Sonraları Fenerbahçe kulübünde tenis şampiyonu oldu) kulübe gittik. O tarihte kulüpte 2 adet tenis kortu vardı. Zaten Melih tenis meraklısı idi. Ben de bizim yıldızlar takımını seyretmedim. Tenis oynayanları seyrettim. O sırada Arif Sporel tenis oynuyordu. Beni gördü ve niçin burada olduğumu sordu. Ben de durumu söyledim. İsmi Lambo olan stad bakıcısına, şimdi ismini hatırlayamadığım, zannederim ismi Suat olan ağabeyimizi çağırdı ve kulübe kaydımın yapılmasını söyledi. Zaten yıldız takıma kaydolurken Resim ve Nüfus Kağıdı ve ikamet teskeresi vermiştik. Ben bu suretle 1938 senesinde Fenerbahçe Kulübü üyesi oldum.

    Bunları şunun için söylüyorum. Bu anıları anlatan kimsenin nasıl ve ne zaman Fenerbahçeli olduğunu bilmenizi istediğim içindir. Düşünün 17 yaşında kulüp üyesi oluyorum ve 18 yaşında kongreye girme hakkı kazanıyorum ve 18 yaşında ilk defa kulüp başkanı ile bir salonda (salon dediğimiz yer en çok 40 kişi alan kulübün altındaki yerdi) arkalarda bir yerde Abdülhamit Şinasi ve ağabeyi Haldunla oturuyorduk.

    Kongreler

    Kongredeki bütün dikkatimle ve hayranlığımla Fenerbahçelileri seyrediyordum. Evde “Kongrede ne oldu” diye soranlara çok büyük adamlar geldi. Hepsi çok şık ve gravatlı idi. Fenerbahçe’yi konuştular ama ben onları seyretmek ne konuştuklarını anlamadım. Yalnız bir defasında Haldun elini kaldır diye dürttü. Sonra da bir defa daha ellerimizi kaldırılmasını istediler ( o zaman bu oylamanın adı iş’ari rey idi) sonunda Atatürk Mustafa Kemal Paşamızın da adı geçti ve kongre bitti. Dışarıda (sonra adı Saatçi Melih olarak bilinen) Melih ne oldu dedi. Ben de Şükrü Saracoğlu başkan oldu dedim.

    1938 senesi Fenerbahçe için en enteresan hadiselerle geçen bir yıldır. Şöyle ki o yıl adı Milli Küme olan bir organizasyon kuruldu. Milli Küme kurulunca maçlar daha enteresan hale geldi. Çünkü Milli Küme Ankara ve İzmir takımlarının da iştirakiyle oynanıyordu. Fenerbahçe her hafta cumartesi ve Pazar gününe rastlayan Fenerbahçe maçlarını kendi sahasında oynamak istedi. Zira Kadıköy’de hiç maç oynanmıyor ve Fenerbahçe hep deplasmanda oynuyordu. Biz bir Pazar günü stada gittik. Takım sahada bekliyordu. Karşı takımdan hiç kimse gelmeyince maç tatil edildi zannettik. Meğerse maç Taksim’de imiş ve biz hükmen mağlup sayılmışız. Müteakip haftalarda da bu şekilde bir takım karışıklıklar oldu. Yani sizin anlayacağınız biz maç seyredemez olduk. Daha sonra daha fecisi oldu. Fenerbahçe milli kümeden ihraç edildi. Hatta Fenerbahçe’nin hiçbir kulüple özel maçlar yapması da yasaklanmıştı.

    Büyük Anlaşmazlık

    Bunun üzerine Fenerbahçe kulübü futbol şubesini kapattı. Komşunuz olan Bek Fazıl kulübe küstü. Bir gün Niyazi Sel ağabeyimiz gelip Fazıl’ı evden götürdü. Niyazi Sel’e itiraz edilemezdi çünkü hem takımın en yaşlısı hem de çok ciddi hali olan birisiydi. Meğerse Federasyon (o zamanki adını bilmiyorum) bizi tekrar kümeye almış ve maçların Fenerbahçe Stadı’nda oynanmasını kabul etmiş. Ancak yönetim kurulu futbol şubesini kaptığı için takımın lisanslarını vermiyormuş.

    Biz ilk maçımızın bizim sahada Vefa ile oynanacağını malzemecimiz Cemil Efendinden öğrenince hemen Altıyol ağzında meskenimiz olan Gülüm’ün Kahvesi’ne koştuk. Orada Kamalı Nazif, Şinasi, Bodur Ahmet, Kafa Kemal pişpirik oynuyorlardı. Maç bizim sahada Vefa ile oynanacak diyince o zaman Fenerbahçe Genç veya ikinci takımında oynayan Şinasi ve Kamalı Nazif itiraz ettiler. Lisanslar yok ve kulüp futbolu kaldırdı dediler. Aradan bir müddet geçti. Fatin Soydaner kahveye geldi “Ne oturuyorsunuz aptallar sahada maç var. Herkes maça gidiyor” dedi. Nazif hemen karşıdaki Eczacı Namık’a koştu ve öğrendi ki Necdet maçı oynuyoruz demiş ve maça gitmiş. İşin garibi bize bu haberi veren Fatin hariç hepimiz dünya sürat rekoru kırarak stada koştuk. Maça nasıl girdiğimizi bile hatırlamıyorum.

    Maça girdik fakat maç bir türlü başlamıyordu. Bir aralık Büyük Fikret gitti geldi. Vefalılar kendi aralarında antrenman yapıyorlardı. Bizim futbolular bir köşede toplu olarak oturmuşlar bekliyordu. Nihayet maç başladı ve yüreklerimiz ağzımızda zar zor güç bela maçı 1-0 kazandık. Akşam Naci Bostancı kahveye geldi. Meğerse maçı lisanssız oynamışız ve Ankara kabul etmiş. Ertesi gün daha feci bir durum oldu. Necdet abi Vefa maçına çıkan futbolcuların kulüpten ihraç edildiklerini söyledi. Kulüp dağılıyor zannettik. Zaten Pazartesi mektep başladı. Ben o zaman Haydarpaşa Lisesi 1. sınıfta idim. Küçük Fikret benden bir yaş büyüktü ve 11-C’de oynuyordu. Fikret aynı zamanda Haydarpaşa Lise Takımı’nda oynuyordu. O devrin futbol tarihine geçen bir Işık Lisesi maçını hatırlayan pek az insan kalmıştır.

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları / Devam Edecek

  • Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    1994 senesinde Birleşik Vakıf’ın bir dergisinde Dr. Rüştü Dağlaroğlu röportajı yayınlanmış. Bildiğimiz kadarıyla, şimdiye kadar bu kıymetli Fenerbahçeli ile gerçekleştirilen ve kayıt altına alınan tek sohbet bu. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Beş Senelik Bekleme Süresi

    Kitabınızda kongrelerde yanlış seçim taktiği dolayısıyla yönetim kadrolarına ehil olmayan kişiler geldi diyorsunuz. Bu seçim usulünde bir yanlışlık olduğu herkesçe malum. Acaba buna ilave olarak Birleşik Grup’un çok önemle ve ısrarla üzerinde durduğu yeni insanların ve beyinlerin Fenerbahçe’ye hizmet vermesini engelleyen beş sene bekleme süresinin ivedilikle iptali konusuna ne diyorsunuz?

    Ekmek elden gidecek diye bu beş seneyi kaldırmıyorlar.

    Biliyorsunuz biz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Bucuoğlu’nu bu konuda konuşmacı olarak davet ettik ve Kasım 1993 bültenimizde tüzüğün bu maddesinin ne kadar antidemokratik ve ilgili hiçbir yasa ile uyum sağlamadığı konusunda uzman kişilerin görüşlerini aktardık. Demokratik bir koşul değildir, kaldırılması gereklidir. Bir de üstelik yaptırımları vardır. Birleşik Grup bu konu üzerinde çok önemli çalışmalar yapmaktadır.

    Ben bu çalışmaları bilmiyordum. Çok güzel, bravo. Ben de bunun kaldırılmasına öteden beri taraftarım. Zaten Fenerbahçe bir halk kulübüdür. Prensip olarak bunu kabul etmek gereklidir. Çünkü bakın bizle mukayese edebileceğimiz iki kulüp var. Beşiktaş ve Galatasaray. Bunların menbaına bakınız; Beşiktaş’ın Saray’dı, Galatasaray’ın da Galatasaray Mektebi Sultanisiydi. Fenerbahçe’nin de halktır ve halka açılmalıdır. Bu beş senein kaldırılma nedeni ekmek elden gidecek diye, o kongrelere hakim olamayız korkularıdır.

    Bakın ben şimdi sizden Birleşik Grup’un bu konudaki çalışmalarını duydum, pek memnun oldum.

    Şimdi efendim, kulübe üye kaydederken tabiidir ki bazı vasıfları aramak gereklidir. Açıkçası sizden bunu duymak beni çok memnun etti.

    Tarih Saptırılıyor

    Sizden bir şeyler öğrenmek bizim için çok önemli. Bu konuda en detaylı bilgileri siz verebilirsiniz.

    Kulüp maalesef çok uzun yıllar yarını düşünmeyen kişilerin eline kaldı. Bakın ben gidemedim ama arkadaşların söylemesi ile muttali oldum konuya. Bu, Atatürk’ün Beşiktaşlı olduğu ile ilgili Ateş Hattı’nda bir Fenerbahçeli spor yazarına “Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye sormuşlar. O da “Diyebiliriz” demiş!…

    Ben de dışarıdaydım. Kulüp beni davet etti. İki arkadaş daha çağırmışlar, bizlerden bilgi aldılar. Konu ile ilgili cevap hazırladık. Fakat hâlâ neşredilmedi. TRT nedense bidayetten beri Fenerbahçe’ye muarız. Yahut bu intibayı veren davranışlar içinde. Sporla ilgililer içinde birkaçının Fenerbahçe’ye karşı olmalarından herhalde. Bu çok kötü bir şey. Tarafsızlık gerekir.

    Çok gaflar yapılıyor. Kanallar çoğalınca! Evvelki akşam Slavya Prag maçı dolayısıyla Ümit Aktan, biliyorsunuz hasta bir Galatasaraylı olduğunu. Dün akşam da Slavya’nın Türkiye’ye gelişini dün gibi hatırlıyorum. Belki de diyorum ben, bunu benim kadar hatırlayan bir sol açık Bedri vardır. İşte tafsilat veriyorlar: 1923’de ilk gelişinde Fenerbahçe’ye 10 gol attı, Galatasaray’dan 4 gol yedi vs. 4 defa geldi 2’şer defa yenildi! Yanlış bu! 3 defa geldi. Bir tek mağlubiyeti var, o da Fenerbahçe’ye karşı, Bekir’in attığı golle! 4-0 Galatasaray galip gelmiş! İmkanı mı vardı o zaman? Merkezi Avrupa Şampiyonu bir takıma 4 gol atabilmenin. Aslında şimdi bunlar mevzumuzun dışında.

    Slavya Maçları

    Rica ederiz efendim, sizinle sohbet ediyoruz. Biz mutluyuz sizin anlattıklarınızdan.

    Şimdi hiç unutmam. Fenerbahçe’den önce Galatasaray’la Altay epey gol yediler Çeklerden. Artık İstanbul’daki halkla o kadar iddialı konuşuyorlar ki Çekler o zaman “Biz Türkiye’den gol yemeden gideriz” diyorlar! Şimdi Fenerbahçe maçı Salı günü, maçtan önce bunlara çay veriliyor. Bizim kulübün Fahri Başkanı o zaman Şehzade Ömer Faruk Efendi. Allah rahmet eylesin.

    Orada elit bir davetli grubu var. Ben de futbolcularla birlikteyim. Anya çıkardı portföyünü, “Bunda az çok bir şeyler var” dedi. O zaman bize tercüme ettiler Fransızca’dan. “Bunu, bize gol atacak Türk futbolcusuna vereceğim” dedi. Hakikaten ertesi gün bizimkiler gol attılar! Ömer attı. 10 gol yedik ama bakın ne oldu biz gol atınca! Bu Fenerbahçe’nin tarihinde en ağır mağlubiyettir. Bunu hatırınızda tutmanızı rica edeceğim. Fakat böyle bir netice bugün ne olurdu? Fenerbahçe’yi üzüntüye gark ederdi! Hayır, sadece Fenerbahçe’yi değil, herkesi sevince boğdu! Çünkü Fenerbahçe böyle bir takıma gol attı. Namus kurtuldu. Ve omuzlarda taşındı. Böylesine bir iddiaya karşı. Tarihteki bakın 90 senede Fenerbahçe’nin en ağır mağlubiyetinde, namusumuzu kurtaran Fenerbahçe omuzlarda taşındı! Yine namusumuzu kurtarırsa Fenerbahçe kurtarıyor!

    Nasıl Fenerbahçeli Oldum?

    Şimdi Rüştü Bey, nasıl Fenerbahçeli oldunuz, nasıl bu tarihçeyi yazdınız? Nasıl doneleri topladınız? Bu çok önemli ve detaylı kitabı yazmaya nasıl adım attınız?

    Bakınız, ben Fenerbahçe’nin mütareke yıllarında İngiliz takımlarını yenmesi sevinçleri arasında Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe’nin en büyük şansı şu; Fenerbahçe’nin en kuvvetli olduğu devrini Türk milletinin en gamlı, en kederli bir devrinde yaşamış olmasıdır. Ve o devirde de karşısında en amansız hasımlar vardı. Düşünün, o 1. Dünya Savaşı’nı. Kaç cephede İngilizler karşımızda. Bir veya birkaç evladını veya yakınını şehit vermemiş tek bir aile gösteremezdiniz. Bunun için onlara karşı büyük bir kin vardı. Bu haleti ruhiye ile gazetelerde okuyorsunuz. “Fenerbahçe İngilizleri yendi” Kim o İngilizler? Benim kardeşimi, amcamın oğlunu öldürenler! Bir çok Türk genci gibi ben de bu duygularla Fenerbahçeli oldum. Kulübe kaydın 1921. 1921’de yaşım küçüktü. Hüviyetimi ancak 1924’de alabildim.

    Şimdi bu kitabı nasıl yazdım. Ben Fenerbahçeli olurken bu maçları büyüklere sorarak, gazetelerden okuyarak not defterime kayıt ederek işe başladım. Beni esasen harekete geçiren sebep de bir Fenerbahçe kongresidir. Ben İsviçre’deydim o yıllarda. Doktora yapıyordum. Bu kongrede Fenerbahçe tarihinin yayılmasına karar veriliyor. Fakat hiçbir harekette bulunmuyorlar! Ben bunu duydum. İstanbul’a geldiğimde bizim santrfor ve sol iç oynayan ve aynı zamanda gazetecilik yapan bir spor dergisi çıkaran Sedat ve birkaç gazeteci bana “Yahu bize arasıra yazı yazar mısın” diyorlardı. Ben de işte işgal yıllarında çoğuna şahit olduğum maçları yazınca, büyük alaka gördüm. Aman beni göklere çıkardılar ve bu şekilde yazmaya tahrik ettiler.

    Şimdi bakınız bazı şeyler çok değişiyor. Eskiden Fenerbahçe Kulübü’nün bir kongre kararının yerine getirilmemesi çok büyük bir ayıptı, adeta suçtu. Şimdi ben komiteyi hep suçluyordum ve madem ki onlar yapmadılar bari ben elimden geldiği kadar bu işi yapayım dedim ve 1957’deki ilk yayını hazırladım. Şimdi size bir şey göstereceğim, bakalım ne diyeceksiniz? Bu işin alfabesi, yahut başlangıcı.

    Atatürk ve Fenerbahçe

    Eski kırmızı bir defter! Okuyucularımıza kapağındaki yazıyı okuyorum : “1918-1926 yılları arası Fenerbahçe maçları” ve eski Türkçe yazılmış bir defter. 80 senelik bir defter. Yani siz bunu yaklaşık 10 yaşında yazmaya başlamışsınız. İçinde skorlar cetveller de var. Çok ilginç, tarihçenin ilk menşei bu demek ki.

    Şimdi biraz önce size Atatürk ile ilgili bir şeyden bahsettim. Ergun Hiçyılmaz biliyorsunuz Fenerbahçelidir. Kendisine “Ateş Hattı” programından bir sual tevcih ediyorlar. “Efendim Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye. O da sanki sarhoşmuş gibi “Diyebiliriz” diyor!…

    Eğer Beşiktaş Kulübü böyle bir şey söylese idi, ben buna derhal müdahale ederdim. Ama bu bir şahıs. Beşiktaş saygıdeğer bir kulüptür. Böyle bir iddiada bulunmaz! Bizimle röportaj istediler. Bize şöyle dediler “Biz soracağız siz cevap vereceksiniz!” Bizi niye tahdit ediyorsunuz? dedik. Bu soruların dışına çıkmayacaksınız. “Efendim Atatürk tarafsız kişiliğini korumak için kulüplerin hepsine teveccühte bulunmuştur” falan denildi. Derken, ben hazırlıklı gitmiştim, Atatürk’ün Fenerbahçe’ye müteallik davranışlarını not almıştım. Mesela bizim stada büstünün konulması; Türkiye hudutları dahilinde Atatürk’ün bizzat büstünün konuşmasına müsaade ettiği tek staddır. Şimdi bakın bu kadar önemli bir olay o yıllarda normal bir olay imiş.

    Bakın kulübe gelen telgrafı görüyorum ve kulübün 26. sene-i devriyesinde geliyor bu telgraf ve ben not almışım. O gün program yapılıyor. Daha önce Atatürk’e müracaat ediliyor. “Kulübümüzün 26. sene-i devriyesi 1 Haziran’dır. O gün aynı zamanda stadımıza Muhterem Reis-i Cumhurumuz, ulu zatlarının bir büstünü koymak istiyoruz. Müsaade buyurulur mu?” diye bir yazı gönderiliyor yaklaşık bir ay önceden; “Memnuniyetle” diye bir cevap alınıyor. Büst hazırlanıyor. Bir hafta evvel de Atatürk ve İsmet Paşa davet ediliyor. Bakınız bu 26. sene-i devriyede programda neler var:

    Program

    1. Gazi Büstü’nün açılış töreni.
    2. Bir ecnebi futbol maçı
    3. Zeki Sporel’in futbola vdası
    4. Yunanlı atletin katıldığı müsabaka
    5. 120 Fenerbahçeli sporcunun geçit töreni

    Atatürk’ten bu 26. sene-i devriye davetine gelen cevabı okuyorum.

    “Fenerbahçelilerin gösterdikleri temiz duygulara teşekkürler ederim efendim”
    Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal

    Ben bunu okurken ağlıyorum! İsmet Paşa’dan gelen cevap :

    “Ulu Gazi’nin heykeliyle süslenen stadınızın kulübümüzün şerefli muvaffakiyetlerine sahne olmasını dilerim”
    Başveki

    Bunlar çerçevelenecek şeyler. Ben bunu yaptıracağım ama bundan on binlerce yaptırıp dağıtmak isterdim. Herkes bu yazıları görsün efendim. Duymak başka görmek başka!

    Projeler, Gruplar ve Gelecek

    Bakınız geçen dönemde Fenerbahçe Hastanesi, Fenerbahçe Koleji gibi projeler hazırlanmış, devletten teşvikleri alınmış. Bunların bir bitiş tarihi var ve Birleşik Grup mevcut yönetime bu projelerin yapılması konusunda yardım teklif etmiş. Nitekim geçen haftalarda kulübe bir mektupla bu projeleri uygulamalarını şayet düşünmüyorlarsa, grup olarak bu göreve talip olduklarını ve müsaade istediklerini bildirdiler. Henüz cevap alınmadı zannederim. Bugün bunlar gerçekten iyi para ve alt yapı sağlayacak projeler.

    Fenerbahçe Kulübü’ne hizmet için idare heyetinde olmak gerekli değildir. Dışarıdan çalışmaya imkan verilmelidir. Duyduğuma memnun oldum.

    Kadıköy Grubu ile Birleşik Grup Derneği’nin birleşmesine ne diyorsunuz?

    Bakın ben gruplara karşıyım. Birleşip birleşmediklerini bilmem.

    Birleşik Grup bunu birleşme olarak düşünmüyor. Ancak tüm gruplar feshedilerek bir araya gelirlerse bu birleşme gerçek birleşme olur. Buna varız diyorlar.

    Evet. Esas olan bu. Çok güzel bir görüş. Fenerbahçe’nin yükselmesi için birleşme ama gerçek birleşme olmalıdır.

    Siz bilmezsiniz. Grupçuluk benim için doğdu. Onun için bu konuda konuşmak istemiyorum. Fenerbahçe Kulübü gül gibi idare ediliyordu ve 20-30 sene öncesinden 60 bin kişilik stada sahip olacaktı. Bu grupçuluk başladı ve her şey elden çıktı. Bu konuda konuşursam çok kişiyi kırarım!

    Ama Fenerbahçe Kulübü’nün idare heyeti seçilmiş insana, görevi devam ettiği müddetçe saygı duyarım. Bilhassa Başkan’a. En sevmediğim dahi olsa saygı gösteririm, yardım ederim. Ama zararı hususları tenkit ederim daha sonra.

    1907 Grubu

    Demek ki Fenerbahçe’ye layık iyi yönetimler için beş sene bekleme süresini aşıp, kapıları delege sayısını yükseltmek ve grupları birleştirmek gerekli diyorsunuz. Bu beş sene süreyi kaldırma çalışmalarımıza destek veriyorsunuz.

    Ben bunu bizzat yaşadığım için fevkalade destekliyorum. Çok sevdiğim saydığım Fenerbahçe sempatizanları maalesef bundan dolayı kulüpten uzaklaştılar. Hizmet veremediler. Ben taraftarım ve desteklerim bunu. Mesela bir 1907’ler Grubu var. Biri bendeniz, biri de Bedri Gürsoy. Orada o kadar kıymetli gençler var ki hepsi gerçek Fenerbahçeli. Daha bizim bilmediğimiz ne Fenerbahçe potansiyeli varmış. Bunlara karşı bigane durmak büyük bir gaflet hatta ihanet açıklaması.

    Yaklaşımları güzel ve çağdaş arkadaşlar, çok çok dikkate alınması ve benimsenmesi gerekli bir Fenerbahçeli grup.

    Amatör Şubeler

    Efendim siz yönetim kadrolarında uzun yıllar görev yapmışsınız, eski kürekçisiniz, Fenerbahçe’nin amatör şubelere yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

    Yerden göğe kadar haklısınız. Ben bu acıyı 40 sene evvel tattım. Ve bu acıyı sildim. Bakın size o kadar cesurane konuşuyorum. Galatasaray Atletizm Şubesi bizi silip süpürürken “Bunları yeneceğiz” dedim ve yendik! Kararlı olunca Türk Atletizmine hükümran olduk. Şunu da söyleyeyim size ben bu şubelere önem verdiğim için en sevdiğim bir Fenerbahçelinin bana sempatisini kaybettim. Zeki Sporel beni çok severdi ama “Eh yeter artık” demiştir. Bakın 1907’liler Allah razı olsun Basketbol şubesine katkıları çok büyük.

    Rakip kulüplerle mücadele için, dağılmamak gerekli, gücünüzü mutlaka memleketteki en popüler spor futbola teklif edeceksiniz ama amatör şubeleri de Fenerbahçe’nin şanına layık bir şekle getirmek için çalışacaksınız.

    Bizim bir radyo kurduğumuzu biliyor musunuz?

    Duydum ama detaylı bilmiyorum.

    Deneme yayınlarında olan bu radyoyu, seçimlerden sonra kulübe devretmeyi düşünüyor Birleşik Grup. Sayın Dağlaroğlu, siz Fenerbahçe tarihinin yazarı olarak, Fenerbahçe’nin dünü ve bugünü arasındaki yapısal ve kültürel bağı en detaylı bilen kişilerden birisiniz. Bu açıdan bakıldığında Fenerbahçe’nin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

    Öncelikle gerçek anlamda grupların samimi olarak, ancak kendi gruplarını lağvederek bir araya gelmeleri gereklidir. Bütün heveslerini, heyecanlarını kulübe teksif ederlerse bu düzelir. İhya olunur. Bu arada görüştüğümüz gibi bu beş sene bekleme süresinin de kalkması ve tüm Fenerbahçelilere görev yapabilme imkanı tanınmalıdır. Fenerbahçemiz fevkaladedir. Bugün Galatasaray’ın son beş senede gösterdiği atılım ve başarı dolayısıyla küçük çocukların artık Galatasaraylı olma hevesinden bahsediliyor. Bakınız, Fenerbahçe’nin güzel bir başarısı tekrar hakiki durumu ve halkımızın Fenerbahçe’ye sevgisini gösterir.

    Takımdan umutlu musunuz?

    Biraz sabırlı olmak gereklidir. Fenerbahçe geçen sene yıkılmadı. Senelerdir bozukluklar var. Çabucak netice beklemek yanlıştır.

    Rıdvan için ne düşünüyorsunuz?

    Vallahi, hocamızın kararı böyle, uyacağız.

    En Unutamadığım Anı

    Anılarınız çoktur. Bunlar arasında sizi en çok etkileyen anınızı okurlarımıza aktarır mısınız?

    Beni en çok onurlandıran bir tanesini aktarayım; 1951 senesinde Türk atletizm tarihinde yurt dışına çıkan ilk kulüp takımı olarak Fenerbahçe Yunanistan’a gitti. Kadroda 16 enternasyonel atlet vardı. Nisan ayı Türk atletleri için iyi bir ay değildir. Hazırlık dönemidir. Yaz ayları bizim için önemlidir. Bu bakımdan Yunan atletleri bizden avantajlı idiler. Buna rağmen bu bir fırsattı ve ertelenemezdi. Yunan Milli Bayramında oluyordu bu karşılaşma. Ben de kulübün Genel Sekreteriyim ve organizasyonu da ben yapmıştım. Karşı taraftaki kulüplerin başkanları da ahbaplarım. Onlar bizi davet ettiler. Bir de Karabakis diye Yunanistan’ın o dönemler en büyük spor mağazasına sahip organizatör bir arkadaş var.

    Müsabakalar 60.000 kişinin önünde 12 gün devam etti ve Fenerbahçe’nin puantaj durumu şöyleydi : 66 puanla Fenerbahçe birinci, 39 puanla Panathinaikos (Yunanistan’ın en eski kulübü) ikinci. Büyük bir sevinç yaşadık. Seyirciler arasında birçok da yabancı misyon var. Bizim büyükelçimiz de orada. Mükafat tevzi var ve biz 10 kupa kazanmıştık. Bizi kokteyle davet ettiler. Daha evvel de Panathinaikos futbol kulübü bize ziyafet verdi ve kulübün reisi Atletizm Federasyonu Başkanı zat bizi gayet kibar ve sportmence tebrik etti ve “Bizi Milli bayramımızda yenen takım Fenerbahçe olduğu için üzülmüyorum. Ayrıca altını çizen başka bir şey söyleyeceğim size. Ben yalnız Panathinaikos taraftarı değilim. Ben yalnız Yunan Atletizm Federasyonu Başkanı değilim. Fenerbahçe’nin sarı-lacivertli formasını üç sene sırtında taşımış bir futbolcu ağabeyinizim!” dedi. Meğerse 1915-1916 yıllarında Robert Kolej öğrencisi iken Fenerbahçe’de futbol oynamış. Bunları unutmak mümkün mü? Bakınız kokteylde de Ruşen Eşref Ünaydın Allah rahmet eylesin, “Atatürk’ün ruhunu da şad ettiniz sadece başarı kazanmadınız” dedi.

    Yani Atamız boşuna Fenerbahçeli olmamış. Çok teşekkür ederiz, sayın Dağlaroğlu.

    Rüştü Dağlaroğlu’nun 28 Mayıs 1926 tarihinde, henüz 18 yaşında iken, Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ne yazdığı yazı: “Ne mutlu Fenerbahçeliyim diyene!…”

  • Hociyindi

    Hociyindi

    Nasuhi Esat Baydar, portrelerinde bu defa hemen hiçbirimizin bilmediği ilginç bir simaya yer veriyor. Hociyindi, yani Fenerbahçe’nin sarıklı hocası… Tuncay Yavuz‘un, Bedri Gürsoy‘un kaleminden aktardığı Alaaddin Baydar portresinde yazılı olan hikayeyi hatırlarsınız. Orada şöyle bir enstantane vardı :

    “Maçın beraberlikle biteceği aşikardı. Zira artık düdük çalmasına iki dakika kalmıştı ki, Alaaddin bir aralık ne yaptı yaptı kaptığı topu evirdi kıvırdı, çevirdi, çalım yaptı ve sıkı bir burun şutu çekti. Topu İngiliz kalesinin ağlarına geçirdi. Halk sevinçten coştu. Avaz avaz “yaşa Ala, var ol Ala” diye haykırmaya başladı. Bir aralık seyirciler arasından beyaz sarıklı, sakallı bir hoca efendi cübbesini toplaya toplaya sahaya fırladı ve Alaaddin’i kucaklayıp öptü: “Bugünü bana gösterdin ya evlat, Allah senden razı olsun” diye bağırmaya başladı. Seneler geçti, hala bugün futbol meraklıları ve biz futbolcular bu vakayı hiçbir zaman unutamayız ve daima gülerekten bahsederiz.”

    İşte beyaz sarıklı, sakallı, vatanperver hoca efendi, bu yazıdaki Hociyindi… Halit Çapın’ın dediği gibi; Biz Fenerbahçeliyiz, bizden çok adam çıkar. Size keyifli okumalar olsun, Hociyindi’yi bulmak da bizim boynumuzun borcu olsun..

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şimdiki çocuklar bilmezler. Bizim mektepte öğreticilerimize “Hoca efendi” diye hitap ederdik. Bazı haylazlar da kendilerini sık sık cezalandıran bunlardan öc almak isterken hoca efendi sözünü, tahkir makamında “koca hindi”in hafif şekliyle “hociyindi” gibi tekerlerlerdi.

    Bizim de Fenerbahçe’de, fakat kendisinden alınacak öcümüz olmayan, bilakis pek hoşlandığımız, hakkımızda gösterdiği alakaya pek duygulandığımız ve bu sebeplerle hociyindi diye çağırdığımız bir dostumuz vardı. Beyaz sarıklı, cübbeli, hayderili, galoş kunduralı, velhasıl, o zamanın bütün din adamları kılığında bir hoca, ve zannedersem, Kadıköyü’nün Gazhane semtinde bir camiin imamı veya müezzini idi. Kuşdili çayırlarından futbol oynandığı günlerde uzaktan uzağa seyircimiz olurdu. Zaman geçtikçe bizlere daha çok yaklaştığını fark ettik. Bir iki sene sonra yakın bir aşinamız gibi idi. Kim bilir hangi bahane ile günün birinde o bize veya biz ona bir şeyler söyledik. Böylelikle aramızda ahbaplık peyda oldu. Nihayet, kulübe girmeye, bizlerle oturup futboldan, futbol maçlarından, sporun her cinsinden bahse cür’et etti.

    Fenerbahçe’nin Ateşli Bir Taraftarı Oldu

    Cür’et etti, diyorum, çünkü saçlı ve sakallı, cübbeli ve sarıklı bir zatın, gençlerle, gavur icadı futbola dair konuşması, bununla da kalmayıp onların kulüplerine girmez, onların yaşayışlarına az çok katılması – devrin geleneğine göre- hoş görülmeyebilirdi. Ancak imam efendi uyanık insandı. Batıl itikatlara inanmazdı. Başkalarına da inanmamak tavsiyesinde bulunurdu. Hatta, daha ileri gider “Er kişi zorlu olmalıdır” yahut “Birleşin, el ele verin, yenilmezsiniz” gibi sözlerle bizleri spora ve kulüpçülüğe teşvik ederdi. Zaman geçtikçe hocayindi Fenerbahçe’nin ateşli bir taraftarı oldu. Yenilirsek üzülür, gözleri dolar, maçta gayret göstermemiş olanları ayıplardı. Yenersek sevinir, sevincini bizlerden fazla belirtirdi. Bir zafer günü, fesinin üstündeki sarığı çözdükten sonra, şerefimize bir kadeh bira içtiğini bile hatırlarım.

    Gel zaman git zaman, Birinci Cihan Harbi’ni takip eden Mütareke devri oldu. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, İstanbul galip devletlerin işgali altına girmiş, ekalliyetler azmış, her şey memleketi aleyhine dönmüştü. Vatanın istikbali bahis mevzuu idi. Bir güler yüz görmek kabil değildi. Yalnız iki hadise, Mustafa Kemal’in Anadolu’da mukavemeti, Fenerbahçe’nin İstanbul’da futbol galibiyetleri gönüllere ferah veriyordu, dersem mübalağa etmiş olmam.

    İşgal kuvvetlerinin Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin futbol takımlarını maça çağırıyor ve yeniyorduk. Bu maçlarda Hociyindi hâlâ gözlerim önündedir: Oyunun gidişine göre, çehresi bembeyaz, mosmor, pespembe olur, elleri titrer, vücudu dikleşir. Yahut aşına bir darbe yemişçesine büzülürdü. Ve nihayet, gol sayısı lehimizde çoğalınca neş’esine pâyan olmazdı. Son dakikasında Alaaddin’in tek golile galip geldiğimiz çetin bir maçta Hocayindi, adeta kendini kaybetti; Alaaddin’in peşisıra koşmaya başladı. Onu kucaklamak, tebrik etmek istiyor, bir taraftan da iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Hocayindi, Fenerbahçe’nin bu golünü millî zaferin de müjdecisi saymıştı; gerçekten duygusunda da aldanmamıştı. “Birleşin, el ele verin, yenilmezsiniz” diyen o değil mi idi? Bir şeye inanmak, onun taraftarı olmak memleketi de sevmek için bir sebeptir. Ben Hociyindi’yi Fenerbahçe’nin bir taraftarı olduğu kadar, kuvvetli bir vatanperver olarak da tanıdım.

    Nasuhi Baydar

  • 105 Yıllık Bir Esaret Hatırası

    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası

    Bugün sizlere Malta Ulusal Arşivi sayesinde elde ettiğimiz çok önemli bir belgeyi sunuyoruz. Tam 105 yıllık bir esaret hatırası… Birinci Dünya Savaşı yıllarında esir düşüp Malta’ya sürgüne gönderilen kıymetli Fenerbahçe Başkanı Tevfik Haccar Taşçı‘nın el yazısıyla bir evrak…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önce biraz Tevfik Bey’i tanıyalım…

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu,1957 tarihli “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” kitabında Tevfik Haccar Taşçı’yı şöyle anlatır :

    “Halep eşrafından tüccar Hacı Mehmet Bey’in oğlu Tevfik Haccar 1899’da İstanbul’da doğmuş olup Fenerbahçe’nin ilk müntesiplerindendir. Tahsil için gittiği Manchester’dan 1910’da avdetinde futbol takımında tekrar yer almış, fakat 1911 harbi dolayısıyla Trablusgarp cephesine gitmiştir. Avdetinde Fenerbahçe Kulübü’ne kısa bir müddet reislik eden Tevfik Bey, Birinci Dünya Savaşı’nda Kanal muharebelerinde İngilizlere esir düştü ve Malta’ya sürüldü.

    Mütarekeden sonra, Fenerbahçe kulübünde tekrar rol alan Tevfik Bey bilhassa tenisin gelişmesinde faaliyet göstermiş ve Müessisan devrinin 3 kişilik idare heyetlerinde yıllarda muhasip aza olarak çalışmıştır. Çok sevilen ve hürmet edilen bir Fenerbahçelidir.”

    Nasuhi Esat Baydar, “Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi“nde Fenerbahçe’nin 1911-1912 sezonunda yaşadığı ilk şampiyonluğu Tevfik Bey’in başkanlığında kazandığını yazmıştı.

    Ve Tevfik Haccar Taşçı, “Türk Tenisinin Kalbi Fenerbahçe’de Atıyordu” başlıklı yazıda okuyabileceğiniz gibi, Türkiye’nin ilk tenis kitabını kaleme alan kişiydi. O yazıda “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Tenis Heyet-i Müttehidesi (Federasyonu) azası ve Fenerbahçe Spor Kulübü müessislerinden tenis kaptanı  Haccarzâde Mehmed Tevfik imzalı kitapta yok, yok” demiştik. Fakat yoklardan biri şimdi gün yüzüne çıkıyor.

    Malta Hatırası

    Tevfik Bey’in Malta’daki esirlik günlerinde George H. Salter isimli bir subay da orada görev yapmaktadır. Detaylarını şurada okuyabileceğiniz şekilde, George bir günlük tutmaya başlar ve oradaki esirlerden de bu günlüğe bir şeyler yazıp çizmelerini ister. Sıra Tevfik Haccar Taşçı’ya geldiğinde, bu kıymetli Fenerbahçeli, deftere William Shakespeare’in II. Richard oyunundan “I count myself in nothing else so happy as in a soul remembering my good friends” cümlesini yazar.

    Çok büyük bir incelik göstererek bize ilgili sayfayı gönderen, Malta Ulusal Arşivi’nin değerli uzmanları Melvin Caruana, Leonard Callus ve Charles Farrugia’ya tekrar teşekkür ederiz. Bu asırlık hatıranın müzemizde sergilenmesi dileğiyle…

    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası
    105 Yıllık Bir Esaret Hatırası