Spor Âlemi dergisinin 31 Ağustos 1922 tarihli nüshasında yer alan “Cephede Futbol” haberinde, iki çok güzel fotoğraf var. Keşke yüksek çözünürlüklü olanları bulabilsek de bir yerlere (en başta Fenerbahçe Stadyumu’na veya Kadıköy’e, sonra da diğer spor alanlarına) ebediyen nakşedebilsek.
Cephede Spor: Çolak Kemal Beyefendi’nin takımıyla Kazım Paşa’nın takımı arasında yapılan iki müsabakanın birincisinde bire karşı iki sayı ile Kemal Beyefendi’nin takımı galip, ikincisinde berabere kalmışlardır.
Kemal Bey’in takımında Kadri, Kami, Fahri Beyler… Kazım Paşa’da İzzet, Adnan, Cevad, Refik, Hüsnü Beyler temayüz etmişlerdir.
Son hafta cephe karargahında müteşekkil futbol takımıyla Kemal Beyefendi’nin takımı arasında icra edilen maça Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Fevzi, İsmet, Yakub Şevki, Nureddin, Fahreddin Paşalar hazeratı ile Kemal Beyefendi ve pek çok büyük rütbeli ümera ve zabitan gelmişler, müsabakaya da atlayıcı İzzet Bey hakem intihap edilmişti.
İlk dakikadan itibaren Kemal Bey’in takımı daima topu cephenin kalesi önünde dolaştırmaya başladıysa da kalecinin mahareti sayı yapılmasına mani oluyordu.
Cephe takımında Anadolu kulübünden Ferid, Tayyareci Zeki, Hüsnü ve Hacı Beyler çok fedakarane çalışmışlarsa da nihayette müsabaka berabere neticelenmiştir.
Spor Âlemi Dergisi – 31 Ağustos 1922
Fotoğraf-1) Anadolu’da Spor… Cephe futbol takımı ile Kemal Beyefendi futbol takımı. (Ayakta beyazlılar cephe-kırmızı beyaz oturanlar Kemal Beyefendi takımıdır)
Fotoğraf-2) Kazım Paşa takımı ile Kemal Beyefendi takımının müsabakadan evvel aldırdıkları fotoğraf. (Beyazlılar Kazım Paşa takımıdır)
19 Mayıs’ın sabit olarak kutlanmaya başladığı 1936 yılından hemen önce, 1935 senesinde Fenerbahçe Stadı’nda bir “Atatürk Günü” düzenlendi. Sizleri o günün gazetelere yansıyan detaylarıyla baş başa bırakıyoruz.
Tek bir kalp, bir arzu ve ayni gayeyi güden binlerce halk, onun ateşin çocukları ve İstanbulun tanınmış klüpleri, dün Fenerbahçe stadında canımızdan çok sevdiğimiz Atatürk’e şükran borçlarını ödemek, minnetlerini sunmak içint sportmen varlıklarını müsabakaların sonuna kadar ciddi bir intizam dahilinde gösterdiler.
Saat 2,5 tan itibaren başlıyan (merasim) sonuna kadar bize ne tatlı halecanlar, ve unutulmaz hatıralar bıraktı. Tertemiz spor formalariyle Atatürk heykeli önünden büyük bir vecidle geçen ve kalbi neş’e, sıhhat ve iman dolu gençliğin duyduğu süruru biz de onlar kadar dışardan hissettik.
Seneler var ki Türk sporculuk hayatı, tarihi bu kadar kalabalık bir halk kitlesi önünde müsabaka yapmamıştır.
Bahtiyar çocuklar, bu kadar azameti yaratan, hepimizi daima iyiliğe büyüklüğe götüren Büyük Önderimiz şerefine yaptığımız bu neş’eli günü her sene daha büyülterek, spor varlığımızı da arttırmak suretiyle daha semeredar kılmağı borç bilmeliyiz.
Binlerce ana, baba, kardeş ve vatandaş önünde içtiğimiz andı unutmaz ve varlığınızı yükseltmeğe çalışırsanız, kendinize daha büyük spor, sahaları, daha zengin spor bayrakları ve memlekete daha gürbüz nesil hazırlamış olursunuz.
Karakaş’ın bize hazırladığı yeni cirid rekorunu memnuniyetle dinlerken Beşiktaş-Güneş ve Fener-Galatasaray muhtelitleri sahada yer aldılar.
Maç kaydettiğim şahıslar üzerinde temerküz etmiyecek çünkü son devreleri hariç çoktandır seyrettiğimiz maçlar içinde bu kadar zevkli maç firsatı bulamam korkusuyle kâfi not tutamadım.
Dünkü maçta sevindiğim en mühim nokta bizde acaba millî takım için elimizde iyi unsur var mı? Gibi tereddütlerim kısmen zail olmuştur.
Çünkü dünkü maçta 7-8 gencin bu mevkie tamamen lâyık olduklarını gösterdikleri temiz ve kombine oyun, ayak hâkimiyetleri, kafa vuruşları, yer tutmaları biribiriyle çok iyi anlaşabilmeleri ispate etmiştir.
Dünkü maç yerden oynanan, pası çok, ruhlu, kombine bir oyundu. İlk devrelerde biribiriyle çok iyi anlaşan Fener-Galatasaray kombinezonu ile devre sonuna doğru gittikçe açılan ve Fener-Galatasaray muhtelitini mağlup vaziyete getirecek kadar iyi oynayan Beşiktaş Güneş kombinezonu bize çok iyi oyunlar çıkardılar.
Hasret kaldığımız kaleye atılan şütler, kısa paslarla ilerlemeler, kendini yormadan seri oyun temini dün çok iyiydi.
İstemiyerek kapıldığımız sert oyunlardan ayrı bir, dışarı atmadan saha dahiline topu çevirmeğe çalışırsak, ve şahsi oyunlardan biraz tevakki edersek maç kabiliyetimiz bir kat daha artar. Başta Beşiktaş-Güneş muhtelitinde Mehmed Ali, Faruk, Feyzi, Nuri, Rasih, Hakkı Şeref ve Fener-Galatasarayda Bedii, Esat, Reşat, Necdet, Münevver, Fikret, Danyal, Şaban olmak üzere hepsi bize çok güzel bir maç seyrettirdiler.
En güzeli ortadaki bütün suitefehhümleri atan ve kur’a neticesi Fener renkleriyle çıkan Galatasaraylı kardeşlerimizin sportmence hareketleri, ve şahsi olmıyan çok temiz oyun sistemleri bu iki büyük rakibin istedikleri zaman ne kadar müttehid hareket edebileceklerini dün ne iyi ispat etmiş oldu… Onları can ve gönülden tebrik etmeği vazife bilirken karşı tarafı, sanki tek bir klüp oyuncuları gibi oynıyan ve yerlerine hepsi ne kadar alışmış hissini veren kombine oyunu zikretmeden geçemiyeceğim.
Sporcuların Atatürk gününü lâyık olduğu şerefli bir şekilde bitirmeleri bizler için sevinilecek ve iftihar edilecek bir meseledir.
“Atatürk ve Futbol” ilişkisi anlatılırken “Futbolu hiç bilmezdi. Falancaya sormuştu da ondan öğrenmişti” gibi saçmalıklar yazılıp çizilir. Halbuki Başkomutan ve Futbol hiç de birbirine yabancı kavramlar değildi. Buna dair bir belge daha gün yüzüne çıkıyor.
Bakalım İsmet Paşa, 1922 yılında Paris’te kendisine yöneltilen “Türklerce tercih edilen spor hangisidir?” sorusuna ne cevap vermiş.
“Binicilik ile futboldur: Kıtaâtımız Anadolu’da iken her alaydan futbol takımları yaptık. Oyun nizâmâtına fazla riayet etmemekle beraber askerin gösterdiği heves istikbal için büyük ümitler bahşedecek surettedir. Birinci derecede ehemmiyeti haiz olan bu mesaili hal için Lozan Konferansı’nın neticelenmesini bekliyoruz.”
3 Mayıs 1918 tarihinde Fenerbahçe Spor Kulübü hatıra defterine aşağıdaki satırları yazan, 27 Temmuz 1922’de “Büyük Taarruz” hazırlıklarını planlama aşamasında bir futbol maçı tertip eden Başkomutan, futbolu pekâlâ biliyordu.
“”Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta mazhar-ı takdir olmuş bulunan asar-ı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbab-ı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim.””
30 Eylül 1926 tarihinde Ankara’da Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete giden Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Heyeti, Atatürk‘ün müthiş konuşmasını dinlemiş… Sizi, “Gazi’nin Spor Manifestosu” denebilecek bu mükemmel metinle baş başa bırakalım… Keyifli okumalar…
Ankara, 30 (A.A.) – Spor kongresi namına Reis-i Cumhur Hazretlerine arz-ı tazimata memur edilen heyet-i mahsusa bugün saat on beşte Çankaya’da müşarünileyh hazretleri tarafından kabul buyurulmuştur. Maarif Vekili Necati Beyefendi hazretleri maksad-ı ziyareti bütün Türk gençliğini temsil eden kongre azası namına arz-ı tazimat etmek olduğunu beyan eyledi.
Gazi Paşa Hazretleri Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı teşkilatının nerelere kadar teşmil edilebildiğini sormuşlardır. Merkez-i Umumi namına Ali Sami Bey şimendifer uğrağı ve sahil vilayetlerden birçoğunun mıntıka teşkilatı olduğunu, dâhilde ve Şark vilayetlerinde vesait-i nakliye fıkdanı yüzünden teşkilatın taazzuv edemediğini, yalnız Sivas’ta bir teşekkül vücuda gelmek üzere olduğunu arz etti. Kongrece sporculuğun ırk meselesi, memleket ve müdafaa-i vatan meselesi olduğu kanaatiyle çalışıldığını, bir senelik mesai tetkik edilirse eski ve yeni zihniyet farkının spora ve sporculuğa karşı bir engel olarak dikildiğini, bu zihniyet farkının İstanbul’da cemiyet-i umumiye-i belediyede bir azayı sporcuları tulumbacılara teşbih gibi fena bir ifadede bulunduracak kadar derin olduğunu ve mali müşkülatın da bazı işleri yapmaya mani bulunduğunu izah eyledi.
Reisicumhur Hazretleri bu izahatı hususi bir alaka ile dinlemişler ve murahhasları sükûn ve sürur içinde bırakan atideki beyanatta bulunmuşlardır:
“Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın senelik kongresini akdeden heyet-i muhteremeyi huzuruyla şerefyab olduğum güzide heyetinizi de hürmet ve muhabbetle selamlarım. Son sene zarfındaki dâhili ve harici mesainizi dikkatle ve büyük alaka ile takip ettim. Bugünlerde de kongreniz müzakeratını takip ediyorum.
Efendiler, şikâyet ettiğiniz, hatta müteessir olduğunuz bir takım hususat ve esbab mevcut olmakla beraber ben himmetinizin netayicini şayan-ı memnuniyet ve tebrik buluyorum. Şahsen müteselliyim. Çünkü spor hayatında memleketçe, milletçe, hükümetçe, başlanılmış ciddi, şuurlu mesai tarihi çok yenidir.
Filhakika bütün dünya milletlerinin bu hususta sarf ettikleri derin vakit, büyük zahmet ve çok uzun müddet nazar-ı teemmüle alınırsa memleketimizde bu mühim işin deruhte edildiğinden bugüne kadar geçen zaman çok değildir.
Tekrar ederim: Memleketimizde spor hayatında ciddi ve şuurlu mesainin sarfına başlanalı çok değildir. Buna rağmen bugün elde edebildiğimiz neticelerin asla ye’s-aver olmaması lüzumuna kani bulunuyorum.
Efendiler, mütemadi ve mütevali mesainiz esnasında iktiham çaresini bulamadığınız barikatlar karşısında kaldığınızı biliyorum. Bilhassa çok müşteki olduğunuz ve önünde elem ve teessür duyduğunuz mânianın mali cihet olduğu tebarüz ediyor. Sizin çok hassas olduğunuzu anladığım bu mânia karşısında benim size yegâne söyleyeceğim söz şudur:
Bu noktada asla füturlu olmayınız! Bu sözümün sizi teselli ve sadece teşvik için söylenmiş bir söz oluğunu telakki etmeyeceğinize eminim. Benim emniyetimin sizde de tahassülünü temin için arzu ederseniz bazı izahatta bulunayım:
Efendiler, senelerce evvel bu memleket, bu güzel, kıymetli millet büyük bir felaketin içinde bırakılmıştı. Ben memleket ve milleti düştüğü felaketten çıkarabileceğim kanaatiyle Anadolu’ya geçtiğim ve maksadın icap ettirdiği teşebbüsata giriştiğim zaman cebimde de elimde de beş para bulunmadığını beyan edebilirim.
Fakat parasızlık benim milletle beraber atmaya muvaffak olduğum hedefe müteveccih adımları tevkife değil, zerre kadar tenkise dahi sebep teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk. Yürüdükçe, muvaffak oldukça maddi müşkülat ve mevâni kendiliğinden hallolundu.
Efendiler, Ankara’da mukaddes topraklarımızı her taraftan sarsan ve fiilen işgal etmiş düşman ordularını bu mukaddes topraklardan atmak imkânından bahsettiğim zaman bana en şuurlu, dûr-endîş oldukları iddia olunan zevat bütün bu teşebbüsatın paraya mütevakkıf olduğundan bahsettiler. Ve “Ne kadar para vardır?” veya “Nereden para bulabilirsin?” gibi sualler tevcih ediyorlardı. Benim verdiğim cevap şu idi:
“Türk milleti kendi hayat ve selametine müteveccih olduğuna kanaat edeceği teşebbüsatı başarabilecek kadar servete maliktir. Ve teşebbüsün ciddiyetine kanaati halinde onun istilzam ettiği kadar servet menbaı müteşebbislerin emrine amade kılar.”
Efendiler, bu dediklerim sözden fiile geçmiş hakikatler değil midir?
Efendiler, bu noktada şunu da ilave edelim ki bir gün Ankara’da ilk milli hükümet teşekkül ettiği zaman etrafın servetinden bahsetmeyeceğim. Fakat o hükümeti teşkil eden ricalin dahi bana “Hükümet teşekkül etti. Fakat idare-i devlet ve hükümet için nereden para alacağız?” dediklerini hatırlarım. Verdiğim cevap çok sade olmuştu:
“Mesainiz devleti milleti istihlasa matuf olunca ve bu hedef ve mesainiz büyük Türk milletince malum olunca sualiniz tekerrür etmeyecektir. Türk milleti kendisi için kendi ati ve selameti için çalışan müteşebbisleri ve heyetleri müşkülat karşısında bırakmayacak kadar yüksek vatanperverlik ve yüksek şeref hissiyatıyla mütehalliddir efendiler”
Aradan yedi sene geçtikten sonra bugün Türk milletinin içinde bulunduğu vaziyet ve temas ettiği hudud-u medeniyet mucib-i memnuniyet değil midir?
Henüz iddia etmiyorum ki memleket bütün menabi-i serveti inkişaf etmiş ve milleti layık olduğu saadetin refaha isal için hükümet-i cumhuriyenin yed-i istifadesine geçmiştir. Fakat bugüne kadar olduğu gibi teşebbüsat-ı milliyemizde iman ile muvaffakiyet ve iman ile azimkârane yürüyecek olursak ki yürüyeceğiz, bu son işaret ettiğim nokta-i muvaffakiyet ve hatta tamamen mütehallid olacaktır.
Binaenaleyh efendiler, sizin içinde bulunduğunuz mesai ve teşebbüsatınızın hedefi milletin hayati bir meselesini, ırkı bir meselesini, medeni bir meselesini hale matuf bulundukça önünde mütereddit durduğunuz maddi manianın kendiliğinden mütereffi! olacağına ve bunun önüne çıkan müşkülatın kendinden hallolunacağına şüpheniz kalmasın.
Efendiler, cihanda spor hayatı, spor âlemi mühimdir. Bunu siz mütehassıslara izahtan müstağniyim. Bu kadar mühim olan spor hayatı bizim için daha mühimdir. Çünkü ırk meselesidir. Irkın ıslah ve küşayişi meselesidir, ıstıfâsı meselesidir. Ve hatta biraz da medeniyet meselesidir.
Ben bu noktaları size ayrı ayrı izah etmek istemiyorum. Çünkü siz esasen meşgulsünüz. Yalnız ben millette, evlad-ı memlekette sporculuğun nazarımda ne kadar mühim olduğunu izah için şunu diyebilirim ki: Mukaddes vatanı, Türk milletinin yüksek şeref ve menfaatini müdafaa eden ordudur. Bundan daha mühim, daha ali bir istinat mutasavver midir? Bahusus bugünkü cumhuriyet ordusundan bahsolunurken bundan daha ali bir kuvvet mutasavver midir?
İşte bu kıymetli, bu yüksek, bu ali kuvvetin huzurunda size hitaben diyorum ki:
Bütün milleti ve bütün memleket evlatlarını sportmen yapmak için sarf olunan mesainin ehemmiyet ve kutsiyeti aynı derecede kıymetli ve mühimdir ve şerefli ordumuza kıymetli bir menba teşkil edebilmek nokta-i nazarından kahraman ordumuzca da en ali hissiyat ile takdir, takdis ve himaye olunmaya şayan olan bir menba kutsiyetini ihraz eder.
Efendiler hükümet-i cumhuriyemiz ve muhterem Türkiye Büyük Millet Meclisi millet için esaslı ve hayati olduğuna şüphe etmediği meselede kendilerine terettüb eden vazifeleri yapacaklardır. Buna bittabi asla şüphe etmeyiniz. Fakat efendiler, çok ali bir işin müteşebbisi bulunan muhataplarıma açık kati söyleyeyim ki muvaffak olmak için her tülü muavenetten ziyade bütün milletçe sporun mahiyeti ve kıymeti anlaşılmak ve ona kalpten muhabbet etmek, onu vatani vazife telakki etmek lazımdır.
İşte sizin omuzlarınızdaki ağır yüklerden biri bu hakikati tecelli ettirmek olmalıdır. Gerçi vatanda köylülerimiz, köy çocukları, denilebilir ki, bütün hayatlarını tarlalarda, meralarda, ormanlarda harekât ve mesai-i bedeniye içinde geçirirler. Fakat usulü dairesinde ilim ve fen dairesinde olmadığı için gayenin talep ettiği neticeye intizar olunamaz.
Efendiler, Türk ırkında mazinin meşum ve menfi izleri kalmıştır. Bunun esbab-ı tarihiyesini başka vesilelerle çok kere izah ettim. Tekrar etmeyeceğim. Yalnız görüyorsunuz ki tarihlerde cihanlar hakimi olmuş koskoca Türk milletine bugünkü neslimiz varis olduğu zamanda bu koca milleti biraz zayıf, biraz hasta ve biraz cılız bulmuştuk.
Efendiler, gürbüz ve yavuz evlatlar isterim. Bunları yetiştirmek tedbirlerini ve mesuliyetini üzerinize almış adamlarsınız. Bu neticeyi görmezsem hakkınızdaki muhabbetim, itimadım ancak o zaman zail olur. Fakat sizin kadar vatanperver insanların bunda tekâsül edeceğine ihtimal verilebilir mi?
Efendiler: Siz şimdiye kadar bence muvaffaksınız. Bu tarzda, azimle, fedakarlıkla, yürümeye devam ettikçe behemehâl muvaffak olacağınızı şimdiden size tebşir ederim.
Saha-i muvaffakiyatınızın yalnız sizin mesainizle netîcepezîrolacağını zaten kabul edememek vaziyetinde bulunduğunuzu bana samimi olarak söylediniz. Bunda tamamen hakkınızı teslim ettikten sonra size diyorum ki sizin muvaffakiyetinizle millet muvaffakiyetini ilan edecektir. Fakat buna şunu kayd-ı ilave ediyorum ki hatırınızda kalsın: Bir heyet-i içtimaiye, yalnız spor tebdil-i renk ve kuvvet edemez. Orada hâkim olan sıhhi, içtimai, medeni, birçok esbab ve şeraitin teminine matuf teşebbüs ve tedbirler tatbik olunmak lazımdır ki bu olunmaktadır. Siz bu cereyanda dikkat ve tetkikinizi daima hassas bulundurarak memleketin her köşesinde bütün bu tedabire muvazi yürütebileceğiniz spor mesailinde muvaffakiyet teminini arayacaksınız.
Ben şüphe etmem ki işaret ettiğim bu dikkate ehemmiyet vereceksiniz ve behemehâl bu sayede Türk sporculuğu beynelmilel sahnede layık olduğu mevkii ihraz edecektir. O zaman çok yukarıda işaret ettiğim gibi Türk sporculuğu memleket ve millet hayatında müessir olduğu kadar biraz da medeni ve belki de benim tahminimden fazla bir şiar-ı medeniyet olacaktır.
Efendiler, heyet aliyenize tekrar bana bu sözleri söylemeye vesile verdiğinizden dolayı teşekkür ederim.
Sizi bana gönderen hassas insanlardan mürekkep gençlik cevvaliyetiyle vatan ve milliyet aşkıyla hal-i feveranda bulunan kongrenize teşekkür ederim. Sizi avdet ederken Türkiye İdman Cemiyetleri İttihadı’nın teşkiline badi bütün insanların güzel niyetlerine ve baria muvaffakiyetlerine müteşekkir olarak selamlarım.
Sözlerimde işaret ettiğim ciddi muvaffakiyatı bana, hükümet-i cumhuriye ve cumhuriyetin sahib-i aslisi ve murakıbı olan büyük Türk milletine fiilen gösterebileceğiniz zamana büyük Türk milletine namına muntazır olduğum sözlerini son sözlerim olarak söylerim.
1925 yılında Mustafa Kemal Atatürk‘ün huzurunda maç yapmak için Bursa’ya giden Fenerbahçe takımında kimlerin olduğunu uzun zamandır arıyorduk. Meğer cevap burnumuzun dibinde, yine dönemin gazetelerinde imiş. Fenerbahçe tarihinde bir ilk’e daha imza atmanın gururuyla; huzurlarınızda Gazi’nin Fenerbahçe kadrosu…
Fenerbahçeliler Maçlarını Lütfen Seyreden Büyük Gazi’ye Arz-ı Tazimat Ettiler
Büyük Gazi şerefine Fenerbahçeli futbolcularla Bursa muhtelit takımı arasında bir maç icra etmek üzere Fenerbahçelilerin dün sabah hareket ettiğini haber vermiştik. Fenerbahçeliler dün öğle üzeri Bursa şehrine vasıl olmuşlar ve orada Bursa mıntıkasına mensup sporcular tarafından istikbal edilmişlerdir. Fenerbahçelilerin “Kınalıada” vapuruyla icra ettikleri bu seyahate kulübün birinci, ikinci, üçüncü futbol takımları azasıyla tenis ve denizcilik şubesi mensupları ve kulüp müessislerinden yirmi kişi iştirak etmiş ve bu suretle Fenerbahçeliler altmış beş kişilik bir kafile teşkil eylemiştir. Bursa’da Fenerbahçeliler Bursa’da bulunan Ankara Muhafızgücü oyuncularının teşkil ettiği Ankara-Bursa muhtelit takımıyla karşılaşmışlardır. Bu maçta Fenerbahçe takımı şu suretle teşekkül etmiştir:
Birinci haftaymda Ankara-Bursa muhteliti bir gol yapmış ve ikinci haftaymda Fenerbahçe’den Sedat Bey bir gol yaparak maç beraberlikle neticelenmiştir.
Gazi Paşa Hazretleri, dokumacılık fabrikasının vaz-ı esas resminde hazır bulunduktan sonra, Fenerbahçe-Bursa muhtelit maçına gitmek üzere elektrik fabrikasının ziyaretini vakt-i ahire talik ettiklerini Vali Bey vasıtasıyla bildirmişler ve Atıcılar’ı teşrif ederek futbol müsabakasını tribünlerin yanındaki mahal-i mahsustan temaşa buyurmuşlardır.
Gazi Paşa Hazretlerinin idman mahallini teşrifleri esnasında Fenerbahçeliler tarafından müşarünileyhe arz-ı tazimat edilmiş ve otomobillerinin etrafını saran sporcularımız tarafından resm-i selam ifa olunmuştur. Fenerbahçeli gençler müsabakayı müteakip Mudanya’ya gitmişler ve geceleyin “Kınalıada” vapuruyla İstanbul’a avdet eylemişlerdir.
2 Ekim 1925 – Akşam Gazetesi (Gazi’nin Fenerbahçe Kadrosu)
Not: Fenerbahçe de birinci, ikinci ve üçüncü takımdan oluşan bir kadro olduğu için oyuncuları ancak tahmin edebiliyoruz. Muhtemelen Hüsnü Teoman, Füruzan Şansal, Suat Belgin, Ragıp Ziya Mağden, Şekip Kulaksızoğlu, Sedat Taylan ve Şahap Moltay olacak…
Fenerbahçe – Atatürk ilişkisine dair sözlü aktarımlar hepimizin malumu. Tüm bu aktarımları saygıyla kabul edip; tarihin yasası gereği somut kanıtlara, belgelere ulaşma amacıyla yaptığımız çalışmaların verdiği meyveleri sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Cumhuriyet’in kuruluşunun 98. yılında, Fenerbahçemiz’in Mustafa Kemal Paşa’nın gazetesi “Minber”de yer alan haberi ile karşınızdayız.
Adını dini bir terim olan ve “Yüksek, özel yer” anlamına gelen minberden alan gazete, I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılan Osmanlı Devleti’nin galip devletler ile Mondros ateşkes antlaşmasını imzalamasından 1 gün sonra yayın hayatına başladı.
Gazetenin sahibi olarak Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostu Ali Fethi (Okyar) Bey, sorumlu müdürü ise yine Mustafa Kemal Paşa’nın uzun yıllar yakınında olacak olan Doktor Rasim Ferit (Talay) Bey gözüküyordu.
Mustafa Kemal Paşa ile Ali Fethi Bey’in dostluklarının ve birbirine yakın siyasi düşüncelerinin, Minber’in yayın hayatına başlamasındaki en önemli etken olduğunu söyleyebiliriz. Peki iki arkadaşın buluştuğu ortak payda neydi?
Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi Bey, İttihatçı iki subaydılar. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde Talât, Enver ve Cemal Beylerin yönlendirdiği genel merkezin otoriter tutumuna karşı çıkan bu iki arkadaş İttihat ve Terakki’nin liberal kanadını temsil ediyorlardı. Bu karşıtlığın en çok kendini gösterdiği konu ise, cemiyetin asker üyelerinin politikaya ve devletin idari işlerinde söz sahibi olup olmamasıydı. Genel Merkez, asker olan üyelerin politikaya ve devletin idari işlerine karışmalarına karşı çıkmazken, Mustafa Kemal ile Fethi Beyler, cemiyetin kongrelerinde bu tutumu eleştirmişler, askerlerin politikadan uzaklaştırılmasını istemişlerdi.
Gazetenin genel yayın yönetmeni olan Dr. Rasim Ferit ise o yıllarda İstanbul İl Sıhhiye müdürü olarak görev yapıyordu. Dr. Rasim Bey, hem Mustafa Kemal Paşa’nın hem de Ali Fethi Bey’in ortak arkadaşıydı.
Dr. Rasim’in Mustafa Kemal Paşa ile olan yakınlığını mektuplaşmalarından anlıyoruz. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul dışında bulunurken, önemli konularda Başkent’teki yüksek makamlar ve kişilerle haberleşmesi gerektiğinde, mesajlarını, güvendiği arkadaşı Dr. Râsim Ferit Bey aracılığı ile yolluyordu. Bu mektuplardan birinde ortaya çıkan detay ise, Minber Gazetesi’nin doğmasına yol açacaktı.
İktidar Boşluğu ve Teklif
Savaşın kaybedilmesinin ardından devleti savaş döneminde yöneten İttihat ve Terakki Hükümetinin istifa etmesi ile iktidar koltuğu boşalmıştı. Bu iktidar boşluğunun doldurulması, devletin ateşkes ve barış antlaşması sürecinde iyi temsil edilmesi için çare arayanlardan birisi de Yıldırım Orduları Grup Komutanlığında ikinci adam olan Mustafa Kemal Paşa’ydı.
Hükümetin istifasından sonra kurulacak İzzet Paşa hükümetinde “Harbiye Nazırı” ve “Başkomutanlık Genelkurmay Başkanlığı” görevlerini yürütmek isteyen Paşa, bu teklifini Adana’dan çektiği telgrafla İstanbul’a iletti. Telgrafın gönderildiği kişi ise arkadaşı Dr. Rasim Bey’di.
Mustafa Kemal Paşa, Dr.Rasim Bey’den teklifini hem sadrazama hem de Padişah Vahdettin’e iletmesini istiyordu. Dr. Rasim Bey’in aracılığı ile saraya giden teklifin reddedilmesinin ardından kurulmuş olan İzzet Paşa hükümetinin ömrü de uzun olmayacaktı. Bu aşamada Mustafa Kemal Paşa, Dr.Rasim Bey’e gönderdiği ikinci mektupta, teklifinin reddedilmesinin sebeplerinin araştırılmasını ve konunun Ali Fethi Bey ile de değerlendirilmesini arkadaşı Dr. Rasim Bey’den rica ediyordu.
“Minber”
İşte Minber Gazetesi Osmanlı Başkentinde bir iktidar boşluğu varken, devlet yenik ayrıldığı savaşın ardından Mondros Ateşkesi’ni imzalamışken yayın hayatına başladı. İlk sayının kapağında Mondros Ateşkes Antlaşmasının maddeleri yer alıyordu.
Gazetenin, ülkenin içinde bulunduğu durumdan çıkarmak için çareler arayan ve o dönemde “Milliyetçi” olarak nitelenen Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi Bey gibi kişilerin fikirlerinin kamuoyunda destek bulması için bir araçtı.
Kuruluş için gereken sermayeyi 3 arkadaş sağladılar ve “Siyasi, İlmi, Edebi, İktisadi Günlük Gazete” olan Minber, Mondros Ateşkesinin imzalanmasının ertesi günü İstanbul’da yayınlanmaya başlandı.
İzzet Paşa hükümetine girmek için yaptığı teklifin reddedilmesine rağmen, daha önceden yaverliğini yaptığı Padişah Vahdettin’e birkaç ziyarette bulunan Mustafa Kemal Paşa, bir yandan da Minber aracılığı ile kendisini kamuoyuna tanıtmaya çalışıyordu. Gazetenin 17.sayısında kendisi ile yapılmış ve askeri kariyerini anlatan bir haber, gazetenin ilk sayfasını süslüyordu.
İzzet Paşa hükümetinin kısa sürede istifa etmesinin ardından, Padişah Vahdettin hükümeti kurma görevini Tevfik Paşa’ya verdi. Bu esnada Minber grubu, Meclis-i Mebusan’da Tevfik Paşa’nın güvenoyu olmaması için çalışmalar yaptı. Ancak başarılı olamadı.
Mustafa Kemal Paşa’nın, kabinede yer alma ümidi; bir anlamda da Minber’in misyonu, 21 Aralık 1918’de sona erdi. Bu tarihte Tevfik Paşa hükümeti Meclis-i Mebusan’ı süresiz olarak feshetti. Gazetenin 51 sayılık yayın hayatı bu olay ile birlikte noktalanmış oldu. Minber döneminin sona ermesinin, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Osmanlı’nın milliyetçi kanadının mücadelelerini meşruti zeminde yapma umutlarını tükettiğini de değerlendirmelerimize ekleyebiliriz.
Fenerbahçe, Minber’de
Ülkenin genel siyasi durumuna paralel olarak, dönemin tabiri ile “spor aleminde” de durum farklı değildi. Balkan Savaşlarının ardından liglerin yönetimini yabancılardan devralan Türkler, kendi aralarında yaptıkları mücadeleleri sadece sahada değil, masada da sürdürüyorlardı. Fenerbahçe – Galatasaray ekseninde geçen bu mücadeleyi fırsat bilip aradan sıyrılan ve İttihat ve Terakki’nin takımı hüviyetini taşıyan Altınordu, İstanbul’un mütareke dönemi futbolunda öne çıkıyordu. Maçların yarım kaldığı, savaşların liglerin tamamlanmasına engel oluşturduğu bu dönem, aynı zamanda Kadıköy’ün Sarı-Lacivert takımının “Esir Şehrin Moral Kaynağı” olmasına şahitlik edecekti.
Fenerbahçe’nin mütareke ve işgal yıllarında İngiliz takımları ile yaptığı maçların ilki “Atatürk ve Fenerbahçe” ilişkisinin yeni ve önemli bir satır başı olarak tarihteki yerini bu yazı ile birlikte alıyor. Mustafa Kemal Paşa için o dönem taşıdığı önemi yukarıda ortaya koyduğumuz Minber Gazetesi’nin 29. sayısında yer alan Fenerbahçe haberinin, detayları dikkate alındığında, kulübümüzün gurur vesilelerinden biri olacağından şüphe duymuyoruz.
Fenerbahçe’nin mütareke döneminde İngiliz takımlarıyla yaptığı maçların ikincisi, Minber’in 30 Kasım 1918 tarihli sayısında şu ifadelerle yer buldu:
“Dün Union Kulüp’te Fenerbahçe ile İngiliz Takımı arasında bir futbol maçı yapıldı. Fenerbahçe kulübü bu müsabakaya ümit edildiği kadar kuvvetli bir takım ile çıkamadığı gibi oyuncular arasında da kendilerinden beklendiği ölçüde bir yardımlaşma yoktu.Birinci yarıda her iki tarafın hücumları sonuçsuz kaldı. İkinci yarıda İngilizler ard arda iki gol yaptılar. Maçın sonlarına doğru Fenerbahçe de buna bir sayı ile karşılık verdiği için oyun bire karşı iki gol yapan ingilizlerin galibiyeti ile sonuçlandı. İngilizlerin dün çıkarmış oldukları takım kuvvetli kabul edilemez. Bunun bizim kulüplerin kuvvetini ölçmek için yapılmış bir tecrübe olduğuna, şehrimizde bir çok ingiliz askeri bulunduğu için pek kuvvetli takımlar çıkaracaklarına şüphe yoktur. Dört senedir birkaç müsabaka haricinde spor aleminde geniş bir durgunluk hüküm sürerken, Balkan muharebesi esnasında olduğu gibi bu sene de iyiden iyiye faaliyetler başlayacağı tabidir. Önümüzdeki cumadan itibaren lig maçlarına başlanacaktır.”
29 Kasım 1918’deki maç ile ilgili diğer bilgilere dönem basınının diğer temsilcilerinden ulaşmak mümkün. 30 Kasım 1918 tarihli İkdam Gazetesi’nde bu önemli maçın haberi şu satırlarla okuyucuya aktarılmış:
“İngiliz ikinci alayı üyeleriyle Fenerbahçe Kulübü arasında dün saat ikide Kadıköy İttihat Kulübü’nde bir müsabaka yapılmıştır. İngiliz takımı egzersizleri bulunduğundan dolayı (muhtemelen maçtan sonra kışlada egzersiz olduğuna atıf var) kırk beşer dakika olan oyun devrelerinin yarımşar saate indirilmesini istemişler ve bu talep kabul edilerek oyun müddeti bir saat olmak üzere ayarlanmıştır. İlk yarıda her iki taraf da şiddetli hücumlarda bulunduğu halde bir netice çıkmamıştır. Bu müddet zarfında İngiliz kaleci Mister Morris kaleyi gayet iyi müdafaa etmiştir. İkinci yarıda Fener’in müdafi (bek) tarafından yapılan hata üzerine İngilizler tarafından bir penaltı vuruşu yapılmış ve bu suretle Fener ilk golü yemiştir. Bunun üzerine oyun devam etmiş ve İngilizler bir, Fenerbahçe de daha bir gol yemişler. Bu suretle oyun bir karşı iki olarak Fenerbahçe aleyhine neticelenmiştir. Oyun esnasında Fener’in bazı azası Kadıköyü’ndeki yangın sebebiyle oyunda hazır bulunmamışlar ve bu sebepten gelecek Pazartesine bir maç daha yapılmasına karar verilmiştir. Oyun esnasında Galip ve Zeki Bey’ler özellikle takdir edilmişlerdir.“
Dönemin iki gazetesinin haberlerini, Fenerbahçe ve Türk Spor tarihçiliğinin önemli ismi Rüştü Dağlaroğlu’nun notlarında yer alan bilgilerle desteklediğimizde; İkdam Gazetesi’nde sözü edilen ve Fenerbahçe’nin sahada eksik takımla yer almasına neden olan yangının kaleci Karnik Arslanyan’ın evinde çıktığını öğreniyoruz.
Fenerbahçe : Ümit Edilen
Haberi bulduğumuzda “Mustafa Kemal Paşa, kendi gazetesini okuyordur herhalde” diye düşünmüştük.
Haberin detaylarını ortaya çıkarmaya başladığımızda, gözlerimiz buğulandı önce.
Fenerbahçe tarihine bir Cumhuriyet Bayramı hediyesi bırakacak olmanın gururunu “Fenerbahçe kulübü bu müsabakaya ümit edildiği kadar kuvvetli bir takım ile çıkamadığı gibi” cümlesine sığdırdık.
Mustafa Kemal Paşa bir gazete çıkaracak, gazete sadece 51 gün yayınlanacak, bu 51 günün içinde Fenerbahçe maçının haberi olacak, haberde de Fenerbahçe’den “ümit edilen” diye bahsedilecek.
Fenerbahçe’nin, Mustafa Kemal’in ümit ettiği kadar kuvvetli bir takımla sahaya çıkamamasının sebebi de takımın yarısının Kaleci Karnik Arslanyan’ın evinde çıkan yangını söndürmek için yardıma koşması olacak. Sahaya çıkan takıma “Fenerbahçe” emanet edilecek.
Kendi vatanında, ülkeyi işgale gelen İngiliz takımına yenilgi hazmedilemeyecek. “Gelecek hafta bir daha oynayalım” denilecek… Fenerbahçe… Ümit edilen…
10 Kasım 1970 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Ulu Önder Atatürk’ü anmak için kaleme alınan yazılar arasında “Atatürk ve Spor” başlıklı bir metin de var. Kıymetli sözleri ve Arıburnu hatırası bilindik ama Fenerbahçe Başkanı Yavuz İsmet Uluğ’un milli maça davet anısı bizim için yeni… Acaba Fenerbahçe ile Atatürk arasındaki muhabbeti kıskanıp işi “Futbol nedir bilmezdi. Futbolcuları tanımazdı” diyenler bir kez daha utanır mı?
Yavuz İsmet Uluğ (Fenerbahçe Kulübü Eski Başkanı) :
“Rusya ile Ankara’da iddialı bir karşılaşmaya hazırlanıyorduk. Ata’mızı da aramızda görmek istedik. Kendisini maça davet ettik. Ancak Atatürk’ün cevabı ‘Kendinize güveniyorsanız geleyim. Benim mağlubiyetlere tahammülüm yoktur’ olunca cesaret edip ısrar edemedik. Atatürk maça gelmedi. Son 10 dakikaya kadar 1-0 galip olduğumuz maçı arka arkaya yediğimiz gollerle 2-1 kaybedince ‘İyi ki çağırmadık’ diye sevindik.”
Atatürk ve Spor
Türk gençliğini her şeyin üstünde tutan ve büyük önem veren Büyük Önder Atatürk’ün ebediyete intikalinin 32nci yıl dönümünde büyük saygı ile anıyoruz.
Sporu bir dava, bir nesil gelişmesi meselesi olarak gören Büyük Atatürk’ün “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” ilkesine bağlılığımızı bir kere daha tekrarlarken O’nun spor hakkındaki ölmez sözlerini yeni yetişen genç kardeşlerimize sunuyoruz.
“Açık ve kati söyleyelim ki sporda muvaffak olmak için her türlü muavenetten ziyade bütün milletçe sporun mahiyeti ve kıymeti anlaşılmış olmak ve ona kalpten muhabbet etmek, onu vatani vazife telakki eylemek lazımdır.”
“Zafer zafer benimdir diyebilenin, muvaffakiyet muvaffak olacağım diye başlıyanın ve muvaffak oldum diyebilenindir.”
“Her çeşit spor faaliyetini Türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak lazımdır. Bu işte hükümetin şimdiye kadar olduğundan çok daha ciddi davranması, Türk gençliğinin spor bakımından milli heyecan içinde itina ile yetiştirilmesi önemli tutulmalıdır.”
Büyük Ata’nın Spora Ait Bir Hatırası
Arıburnu Kumandanı idim, iki tarafın ateş hattan arasında 50 – 60 metre mesafe vardı. Birbirlerine en yakın hatlar arasında dolaşan Türk ve İngiliz keşşaflarından ikisi, gecenin kara kesafeti içinde ellerindeki silahları istimal edemeyecek kadar burun buruna temas etmişler.
Her iki cesur keşşaf, silahlarını atmışlar. Doğrudan doğruya birbirlerini boğazlamak için ellerini kullanmak zaruretini hissetmişler, İngiliz keşşaf yumruklarını sıkmış, boks denilen sporun Türk neferinin vücut ve kalbi üzerinde tatbik etmeye başlamış. Bu mahirane yumruk idmanını bilmeyen Türk neferi, kalbine maddeten, vicdanına manen vurulan darbelerin tesiri altında iki elini ötekinin boğazına uzatmış, var kuvvetiyle düşmanın gırtlağını yakalamış, düşman neferinin boğazı iki demir pençeli mengenesinde sıkışınca bizim nefer boks darbelerinin iptida hafiflediğini, biraz sonra zail olduğunu görmüş.
Nefer, esirini sürükleyerek benim yanıma getirdi. Gece yarısından sonra idi. Evvela düşman neferini sorguya çektim:
— Ne oldu? Sen niçin buralara kadar geldin?
— Spor, cevabını verdiler.
Bizimkine sordum:
— Nasıl oldu?
Nefer, esirin verdiği ilmi cevabı anlamamış olmaktan korkarak:
— Bilmiyorum, dedi.
Ben birincinin ilmi ve fenni değil, ikincinin cehlinden ziyade edep ve terbiyesi üzerinde fazla duramadım.
— Sen sportmen misin?
— Evet, çok iyi…
— Bizim neferi nasıl buldun?
— Bilmiyor, dedi.
Türk neferine döndüm:
— İşitiyor musun? Senin için bilmiyor, cahildir, dedi. Kısaca:
— Huzurunuza getirdim efendim, cevabım verdi.
Benden, SPOR nedir? diye sorarlarsa, vereceğim cevap şudur:
“Spor, vatanın, milletin âli menfaatlerine tecavüz edenleri gırtlağından yakalayıp memleket ve millet hadimlerinin huzuruna getirebilecek kabiliyeti maddiyesi ve maneviyesidir.”
Cumhuriyet Gazetesi – 10 Kasım 1970 – Milli Maça Davet
Fenerbahçe’nin kuruluşunun Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen dönem içerisinde özel bir anlamı vardır. Bu anlam, bir avuç gencin, yaşadıkları topraklarda yabancıların hakimiyetinde oynanan futbol oyununa, adeta isyan ederek, dahil olmalarında gizlidir.
Çoğunlukla yabancıların yaşadığı Kadıköy’de, yine yabancı çocukların çoğunlukta olduğu bir okulda görev yapan bir Türk öğretmenin sözleriyle filizlenen “bağımsızlık” ve “eşitlik” gibi duygular; Fenerbahçe burnundaki çayırlarda yaptığı antrenmanlarla kendini göstermiş ve Fener’e ışık olmuştur.
1907 yılının bahar aylarında Fenerbahçe Spor Kulübü’nü meydana getiren gençlerin taşıdığı duygular, kuruluş yıllarında çekilen zorluklara rağmen zayıflamamış; ülkemizin (Mustafa Kemal Paşa tarafından yakılan) bağımsızlık ateşinin etrafında pervane olmuştur.
Fenerbahçe Spor Kulübü, “kendisine ebedi muvaffakiyetler” dileyen Mustafa Kemal Paşa’nın kulübü ziyaret günü olan 3 Mayıs’ı, “Kuruluş Günü” olarak kutlamaktadır. İşte bugün 114 yaşına gelen Fenerbahçemizin içinde tarih yatan mazisinden satır başları….
23 Temmuz 1908’de tekrar ilan edilen Meşrutiyet sonrasında Türkiye toprakları adeta cemiyetler ve kulüplerle dolup taşmıştı.
Fenerbahçe’nin ismi 1908 yılı başlarından itibaren günlük gazetelerde maç haberleri görülmeye başlanmış, bugüne kadar tespit edilen ilk fotoğrafı ise, 1908’in Aralık ayında Musavver Muhit adlı dergide yayınlanmıştı.
Bu sırada Padişaha ait olan Papazın Çayırı’nın bir bölümü Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Songülen’in de aralarında bulunduğu girişimciler tarafından kiralanarak “Union Club” kurulmuş, günümüzün Fenerbahçe Stadyumu’nun bir anlamda temeli atılmıştı.
Bu tarihten kısa bir süre sonra Ayetullah Bey dışında kalan kurucular türlü nedenlerle kulüpten ayrıldılar. O zaman yüzbaşı olan Mustafa Kemal Bey Fransa’da, Picardie manevralarında iken, Fenerbahçe tarihinin ilk buhranını geçiriyordu.
Sahaya çıkaracak sporcu bulamadığı için Üsküdar Pazaryolu Kulübü ile birleşen Fenerbahçe’nin, yapılan ilk toplantıda bağımsızlığının tehlikeye düşmesi üzerine ayağa kalkan Ayetullah Bey’in kulübü bu badireden nasıl kurtardığını, o gün o toplantıda bulunan Nasuhi Baydar’dan dinleyelim:
“Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di. …. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp…. ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!” Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi : – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır” Sonra bir teklif ile geldi: – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)” Ayetullah, birdenbire, köpürdü: – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz” Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu : – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?” “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”
Fenerbahçe, bu tehlikeli dönemeçten iki sene sonra, 1912’de ilk şampiyonluğunu yaşadı.
Mekteb-i Sultani’den ve Galatasaray takımından ayrılan Hasan Kamil Sporel ile birlikte daha da güçlenen Fenerbahçe’de; Elkatipzade Mustafa Bey, İstanbul çayırlarından topladığı futbolcularla Türkiye’nin ilk altyapı takımlarını oluşturarak, futbol tarihine ve Fenerbahçe’nin sonraki 20 yılına adeta tek başına damgasını vurdu.
Nasuhi Baydar, bu büyük Fenerbahçeliyi şöyle anlatacaktı:
“Gündüz mağazaya, gece eve gitmeyip Fenerbahçe’nin istikbal ve hali ile meşgul olduğu günler birbirini takip etti. Mustafa artık kulüpte yatıyor, kulüpte yiyor, yalnız kulübün işleriyle alakalanıyordu. Fenerbahçe’ye maddi veya manevi yardımda bulunabilecek kim varsa, Mustafa bunların hepsiyle dost oluyordu Filan yerde bir sandal, falan yerde iki kale filesi, şu gümrük ambarında birkaç çift spor kundurası, burada bir az tahsisat, hepsini Mustafa öğreniyor, Fenerbahçe’ye temin etmenin yolunu buluyordu. Ve böylece, Fenerbahçe varlıklı bir müessese olurken Mustafa da kendi varlığını kaybetti, babasının mirasını bile… Fenerbahçe Mustafa’ya neler borçlu değildir? Bunun muhasebesini değme mütehassıs tutamaz. Fakat, Mustafa bütün alacaklarını bir iki gole, bir şampiyonluğa çoktan helal etmiştir.”
Ertesi sene 1913 tarihli tüzüğünü yazan Fenerbahçe, Cemiyetler Kanunu’na göre tescil edilen kulüpler arasına katıldı.
Nafia Nazırı Mehmet Hulusi Bey’in ve Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Doktor Hamit Hüsnü Kayacan’ın, sırayla Başkan oldukları 1913-1915 yılları arasında Fenerbahçe başarıdan başarıya koşarken, kulüp tarihini asıl damga vuran isim ise Galip Kulaksızoğlu oldu.
Seneler boyunca kulübe yeni gelen bütün genç sporcuları Atatürk’ün Fenerbahçe hatıra defterine yazdığı yazının karşısına götürüp onlara bu yazıyı okuyan, bütün çağdaşlarının deyimiyle “en büyük Türk sporcusu” Galip, Fenerbahçe’nin kuruluşundan itibaren bütün branşlarda spor yaptı. Genel kaptanlık, başkanlık, hatta stadyum müdürlüğü bile yaptı. Ölene kadar kulübüne hizmet etti, kulübü için yaşadı.
1914 yılı, artık bir spor kulübü olan Fenerbahçe için alabildiğine hareketli geçti.
O sene ilk Galatasaray galibiyeti alındı.
1932’deki yangın felaketine kadar evimiz olacak ve birbirinden meşhur konukları ağırlayan Kuşdili Lokali açıldı.
İkinci İstanbul Ligi şampiyonluğu kazanıldı ve Fenerbahçe ilk yurt dışı seyahatine, Rusya’ya gitti.
Fakat 1914 yılı bitmeden dünya kelimenin tam anlamıyla birbirine girdi.
Fenerbahçe’nin ilk Galatasaray galibiyeti
Kuşdili Lokali’nin açılışı
1913-1914 şampiyonu Fenerbahçe
Rusya seyahatine çıkan Fenerbahçe futbol takımı ve yöneticileri
Cumhuriyet döneminde bakanlık görevi de yapacak olan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Kadıköy sorumlusu Sabri Toprak, savaş yıllarında kulübün başkanlığını yürüttü ve kulüp üyelerinin cepheden cepheye koştuğu seferberlik zamanlarında kulübe muazzam hizmetlerde bulundu. Sabri Toprak, aynı zamanda Fenerbahçe tarihinin en kıymetli misafirini kulübe getiren isim olacaktı.
Savaş sona ermeden kısa bir süre önce, 3 Mayıs 1918 tarihinde, o dönem adı İttihat Spor Sahası olarak bilinen Kadıköy Fenerbahçe Stadı’nda bir İdman Bayramı yapılacaktı.
Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa, bir önceki geceyi, Fenerbahçe Başkanı olan, arkadaşı Sabri Bey’in evinde misafir olarak geçirdi.
Öğlen saatlerinde de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Kuşdili’ndeki lokalini ziyarete geldi ve burada saatlerce kaldı.
Son dönemde yapılan araştırmalarda ortaya çıkan gazete haberleri, Mustafa Kemal Paşa’nın sadece Fenerbahçe kulübü’ne değil, aynı zamanda Fenerbahçe Stadyumu’na da geldiğini böylece kanıtlamış oldu.
Yalnızca 1 sene sonra millî mücadeleyi başlatmak için Anadolu’ya geçecek olan Atatürk, önce kulüp hatıra defterini imzaladı.
Günün sonunda Elkatipzade Mustafa Bey’in idaresindeki futaya binip Sabri Bey’in Moda’daki evine geri dönmeden önce iskeleden kendisini uğurlayanlara dönerek “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler dilerim” dedi.
O gün orada olanlardan biri de Münir Nurettin Selçuk’tu. Seneler sonra bir röportajında o günü anlattı :
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarına İstanbul’da destek verenler içinde Fenerbahçe Spor Kulübü de bulunuyordu.
Mütareke ve işgal yıllarında esir şehrin moral kaynağı olan takım, Türk halkını Fenerbahçe’ye aşık etmişti.
Sabri Toprak uzun bir süre, diğer vatanseverlerle birlikte Malta’da sürgündü. Geri döner dönmez, Anadolu’ya geçti.
1921 senesinde Londra’ya giden Türkiye Büyük Millet Meclisi heyetinde, Fenerbahçe’nin Kurucu Başkanı Nurizade Ziya Bey bulunuyor, kulübün 1 numaralı üyesi Enver Yetiker, İstanbul gümrüğünde Milli Mücadele için çalışıyor, bir diğer kurucumuz Necip Okaner ise deniz subayı olarak çarpışıyordu.
Fenerbahçeliler sadece sahada değil, Milli Mücadele’nin her cephesinde savaşıyorlardı.
1922 Türkiye için zaferin yılı oldu.
Anadolu’da Milli Mücadele’yi kazanan Türk ordusu, aynı yılın Ekim ayında, başlarında Refet Paşa olduğu halde İstanbul’a giriyor, onları karşılayanlar arasında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı heyeti de bulunuyordu.
Refet Paşa birkaç gün sonra, önce Fenerbahçe Stadyumu’na, sonra da kulübün Kuşdili’ndeki lokaline ziyarete gelecek, orada 4 sene önce Mustafa Kemal Paşa’nın imzaladığı deftere “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçelilere” yazacaktı.
1923’de Fenerbahçe, artık onlarca şubesi olan çok büyük bir spor kulübü olarak, üçüncü tüzüğünü kaleme aldı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, Fenerbahçe Atatürk’ün “Yeni Devlet, Yeni Toplum” idealine sıkı sıkı sarılacak, Atatürk’ün gösterdiği yolda, bütün inkılapları canı gönülden destekleyecekti.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1925 yılında Bursa’da bir Fenerbahçe maçını izledi. Dönemin resmi gazetesi sayılan Hakimiyet-i Milliye’de yer alan habere göre Mustafa Kemal Paşa; Fenerbahçe ile Bursa ve Ankara karmasının karşı karşıya geldiği ve 1-1 sonuçlanan maçı, kendisi için özel olarak hazırlanan tribünde izlemişti.
1926 Şubat ayında, Fenerbahçe Stadı’nda ilk Türkiye Kadınlar Atletizm müsabakaları yapılacak. Fenerbahçeli Mübeccel Argun da şampiyonlar arasında yerini alacaktı.
1929 yılında, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendislerinden Sabiha Rıfat Ecebilge Gürayman, Fenerbahçe’nin şampiyon erkek voleybol takımında forma giydi.
“Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz bir yol vardır: “Büyük Türk kadınını meclisimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hayatta erkeğin arkadaşı, muavin ve destekleyicisi yapmak yoludur” diyen Atatürk’ün aydınlık toplum ideali, Fenerbahçe’nin ışık saçan feneri oldu.
1927 senesi, hem Fenerbahçe hem de İstanbul’un tarihi için önemli bir senedir.
Cumhuriyetin ilanından sonra ilk kez İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayanlar arasında Fenerbahçe Spor Kulübü de vardır.
Fenerbahçeli denizcilerin Moda açıklarına gelen Mustafa Kemal Paşa’ya kayıklarıyla yaptıkları karşılama dönem basınınca “emsalsiz” olarak nitelenmiştir. Bu karşılamadan sonra teknesi kıyıya yanaşan Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerden bir dürbün istemiş ve bir süre Fenerbahçe kıyılarını seyrettikten sonra “Şurası ne güzel bir yerdir” demiştir.
1927’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından günler boyunca okunan “Nutuk” adlı eserin, seneler sonra Fenerbahçe Başkanlığı da yapacak olan, Fenerbahçeli futbolcu Bedii Yazıcı tarafından günümüz Türkçesine uyarlanması, Fenerbahçe ile Atatürk’ü tekrar bir araya getiren önemli bir olaydır.
1931 ve 1932 yıllarında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal imzalı iki kararname ile Fenerbahçe Stadyumu önce 10 yıllığına Fenerbahçe’ye kiralandı, sonrasında ise Fenerbahçe’nin mülkü oldu.
1932’nin 5 Haziran gecesini 6 Haziran sabahına bağlayan saatlerde, Fenerbahçe tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşandı.
18 sene boyunca Fenerbahçe’nin bütün hatıralarına ev sahipliği yapan Kuşdili Lokali feci bir yangın neticesinde yok oldu. Türkiye’nin dört bir yanından taraftarların, gazetelerin bağış kampanyaları aracılığıyla yardıma koştuğu Fenerbahçe’ye en büyük bağış Mustafa Kemal Atatürk’ten geldi.
1933 yılında Fenerbahçe, yurtta büyük yankı uyandıran, ilk Türkiye Şampiyonluğu’nu kazandı.
Fenerbahçe Atatürk’ün sağlığında biri 1935, diğeri 1937 yıllarında olmak üzere iki ulusal şampiyonluk daha kazanacak, 28 şampiyonlukla bugüne kadar en çok Türkiye şampiyonu olan takım unvanını koruyacaktı.
1934 senesinde, büyük bir törenle Fenerbahçe Stadyumu’na Atatürk’ün bir büstü konuldu.
Fenerbahçeli sporcular, Atatürk’ün Fenerbahçeli çocukları, yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:
“Büyük Atatürk, Senin açtığın yolda, senin göstereceğin hedefe yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu ve mertliği ile senin peşinden geleceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz.…“
Bundan sonra, uzun seneler boyunca ve 1938’de sonra gitgide artan bir özlemle, bütün kuruluş yıl dönümleri o büstün önünde kutlanacaktı.
1935’de kurucuları arasında Celal Bayar’ın ve Fenerbahçe tarihinin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel’in de bulunduğu Moda Deniz Kulübü kuruldu.
Atatürk, çok sevdiği Kadıköy’e ve Fenerbahçe’ye her sene bir kez geliyordu. Fakat 17 Mayıs 1936’da Mustafa Kemal Atatürk Kadıköy ve Fenerbahçe semtlerine adeta bir güneş gibi doğdu.
Bu ziyaretin bir fotoğrafı bugün Fenerbahçe Stadı’nı süslüyor. O mutlu günün diğer resimleri ise Suna ve İnan Kıraç Vakfı – İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinde ortaya çıktı.
Saint-Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni iken Fenerbahçe Spor Kulübü’nün temellerini atan Enver Yetiker, 1937 yılında İstiklal Madalyası aldı. Fenerbahçe’yi beraber kurduğu Nurizade Ziya Songülen, bir sene önce, 1936’da hayata veda etmişti… 1938’in Şubat ayında ise Sabri Toprak vefat etti…
Birkaç ay sonra, Türkiye en büyük kaybını yaşayacaktı…
10 Kasım 1938’de, sabah 09:05’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hayata gözlerini yumdu. Hatırası sonsuza dek Türk halkının ve “takdirlerine ve tebriklerine mazhar olan” Fenerbahçe camiasının kalbinde yaşayacak.
Fenerbahçe’nin kurulduğu günlerde kulübe giren ve bir araya getirildiğinde muazzam bir tarih anlatısı haline gelen yazıları bize armağan eden Nasuhi Baydar, 11 Kasım 1938’de Ulus gazetesinde Atatürk’ün ardından yazdığı yazıyla yürekleri dağlıyor. Gerçekten çok büyük acı…
Avare bir çocuktum; etrafımda her şey pembe idi. Bir gün babamı rengi uçmuş, yorgun getirdiler. Altı gün başı ucundan ayrılmadım. Altıncı gün -kışın yaza döndüğü ılık ve aydınlık bir gündü- donar gibi, karanlıklara gömülür gibi, cihanı simsiyah, güneşi söner, yıldızları düşer gibi gördüm. Babamın ölüm acısı – Allahım, ne tükenmez acı idi o- birden yüreğime çöktü.
Sonra aylar ve yıllar geçti.
Babamın adını da, sevgisini de çocuğuma verdim. Neşesi neşemdi. Dudağı bükülse ruhumu bir çelik pençe kavrardı. Sesini hiçbir nağmeye değiştiremez, bakışlarını hep öyle saf, gölgesiz isterdim. Bir sabah onu yatağında dalgın ve ateşli buldum. Akşam, çırpınıyordu. Onun mini mini vücudunu kemiren amansız hastalık, tam on beş gün, beynimi damla damla akıttı; şaşkınlara döndüm. Her inleyişi içime gök gürültüsü hışmıyla aksetti. Evlat acısını -o acıyı kimseler tatmasın!- gözlerimde, damarlarımda, kalbimde duyduğum zaman mevcudiyetim yıkılıyor sandım. Ve onun kederini ayrılmak imkansız bir yük gibi hep taşıdım.
İnsan babasını ve çocuğunu niçin sever? O nadide duygunun sebebini kalbinize sorunuz.
Babamın ve oğlumun sevgisini hepimizin babamıza vermiştim. Her karşılaşışta ona çocuğun babasına, babanın çocuğa atfettiği nazarlarla baktım. Sesini o hislerle dinledim. Teneffüs ettiğim havada, içtiğim suda, bütün mevcudiyetimde onun hakkını teslim ede ede sevdim. Babam, yavrum, vatanım gibi duya duya, bile bile sevdim. Onun sayesinde avare çocukluk günlerimin neşesini, ilk çocuğumu zevkle bağrıma bastığım günlerin sonsuz saadetini tekrar tanıdım.
Ve onun da tıpkı babam, ve tıpkı oğlum gibi, affetmeyen bir hastalıkla hasta olduğunu öğrendiğim gün eski acılarım tazelendi, eski yaralarım deşildi. Onun acısını da mı tadacaktım, onun acısını da mı tadacaktık?
Ah, Atatürk! Sen bize sevgilerin en kıymetlisini öğrettin. Vatan sevgisi nedir, millet sevgisi nedir, onu seninle bildik.
O sevgileri hatıranla idame edeceğiz; o sevgilerle birbirimize daha fazla sokulacak, daha ziyade yaklaşacağız. Biliyoruz ki senin dünyalara sığmayan büyük ruhun ancak bizi yolunda yürür, sevginle sevişir görmekle müsterih olacaktır. Sen daima gözlerimizde, dudaklarımızda, kalplerimizde ve dimağlarımızda yaşayacaksın. Gözlerinle görece, sözlerinle söyleyecek, hislerinle duyacak, fikirlerinle düşüneceğiz. Ve her şeyden fazla sevmiş olduğun vatanını ve milletini duyguların ve düşüncelerinle yoğurarak istemiş olduğun vatan ve millet halinde ebediyen yaşatmak için el ele verip çalışacağız. Atatürk! Sen, hepimizin vicdanına yaşayacaksın.
Moda ve Kadıköy açıklarında Fenerbahçe Kulübü’nün denizcilik kısmı gençleri büyük Gazi’ye karşı emsalsiz bir spor tezahürü yaptılar. Gençler futalarıyla açıkta pek muntazam bir surette ahz-ı mevki ederek “Şa Şa Şa” nidalarıyla büyük münciyi müteaddit kereler selamlamışlardır. Sporcu gençlerin bu tezahüratı umumen mazhar-ı takdir olmuştur.
2 Temmuz 1927 tarihli Cumhuriyet gazetesinden
Milliyet Gazetesi
Vapurumuz, Anadolu sahiline gittikçe yaklaşıyordu. Hatta, Moda burnu hizasına geldiğimiz zaman sahilde ve civar tepelerde toplanan halkı birer birer teşhis etmek bile kabil oluyordu. Gazi, Fenerbahçe önünden geçerken, bir dürbün istedi ve Fenerbahçe mesiresini bir müddet dürbünle tetkik ederek – Şurası ne güzel bir yerdir, buyurdular.