Kategori: Atletizm

  • Melih Kotanca’nın Dramı

    Melih Kotanca’nın Dramı

    Melih Kotanca, Fenerbahçe tarihinin en büyük birkaç futbolcusundan birisiydi. Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunun tam 5 tanesine (1940, 1943, 1944, 1945 ve 1946) 85 maçta attığı 128 golle damga vurdu. Aşağıda okuyacağınız yazı, 1975 yılında “Sarı Kanaryalar” gazetesinde yayınlanmış. Çok ama çok acı… Melih Kotanca’nın dramı bir gün Fenerbahçe’nin onu “gerçekten” hatırlaması ile son bulur mu? Kim bilir? Biz elimizden geleni yapalım da…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    “Adımı Dahi Anmak İstemiyorlar” diyen…

    Melih Kotanca, Fenerbahçe Kulübü’nün İlgisizliğinden Yakınıyor

    1940 yıllarında, Fenerbahçe’yi seyretmek üzere stadlara koşanlar, bir büyük “Futbol Devi”ni görürlerdi. Bu dev aynı zamanda atletizm pistlerinin unutulmaz yıldızlarından da birisiydi…

    Tam on bir sene Fenerbahçe formasını teri ile ıslatan, attığı gollerle sporseverlerin kalplerinde taht kuran, atletizmde kazandığı başarıları, yıllardan beri daha sonraki nesillere bir efsane gibi anlatılan, kırık kolu ile takımını yalnız bırakmayarak, oyuna devam eden Fenerbahçe Stadı’nda atletizmde birincilikler kazandıktan sonra, motorla futbol takımının maçına koşan, Fenerbahçe’nin unutulmaz yıldızı Melih Kotanca, gösterişli spor yaşantısını bıraktıktan sonra, şimdi tam bir dram yaşıyor…

    Kupalar, Madalyalar

    Bu dram bir vefasızlık dramıdır. Bir kadirbilmezlik dramıdır. Başka bir deyişle, Fenerbahçeli yöneticilerin yaptıkları bir büyük hatadır. Melih Kotanca bu konudaki duygularını şu sözlerle dile getiriyor :

    “Fenerbahçe’ye her şeyimi verdim. Sporcu olarak hiç kimsenin yapamayacağı kadar hizmet ettim. Yüzlerce kupa ve madalya kazandırdım, fakat bugün için o şerefli Fenerbahçe camiasında benim kupalarıma yer verilmiyor. Hatta Melih Kotanca adını ağızlarına almak istemiyorlar. Hayatta hiçbir yaşayan varlığım yok, öldükten sonra bunlar “bit pazarında” satılacaklar. Bunu düşünerek kulübe bir teklif yaptım. ‘Benim bu kupalarımı kulüpte muhafaza edin, vitrin veya diğer harcamalarınızın, hatta yer kirasını dahi vereyim’ dedim. O kadar acıdır ki, yıllarca el üstünde tuttukları Melih’in artık ismini dahi duymak istemiyorlar…”

    Dramın Öbür Yüzü

    Melih Kotanca’nın dramının bir yüzü bu. İkinci yüzü ise apayrı. Burada Fenerbahçe Kulübü yöneticileri değil, kader rol oynuyor ve Melih Kotanca’nın hayattaki tek varlığı olan Gönül’ü elim bir trafik kazası sonunda kaybediyor. Futbol sahalarının Atletizm pistlerinin yenilmeyen adamı, kaderin bu yazgısı karşısında yeniliyor ve insanlardan kaçarak, kendi dünyasında yaşamaya başlıyor. Riyakarlıktan ve onların kalleşliklerinden uzak olarak.

    Halen yaşamını Kadıköy’ün Ziverbey semtindeki imalathanesinde sürdürmeye çalışıyor.

    Kadere karşı gelerek, kendisini unutanlara ve değer vermeyenlere aldırmadan…

    Hayat Öyküsü

    Şimdi Kotanca’nın spor dışındaki yaşam öyküsünü kendisinden dinleyelim :

    “1915 yılında Balıkesir’de dünyaya geldim. Ortaokulu yine aynı şehirde tamamladım. Askerlik görevimi İstanbul Hadımköy’de yaptım. Benim için sporun dışında geçimimi sağlayacak işler gerekliydi. 1936-38 yılları arasında Beyoğlu’nda bir banka şubesinde çalışmaya başladım. Daha sonra beni Isparta’ya tayin ettiler, ben de bu görevden ayrıldım…

    Benim için hayatta en kıymetli şey kulübümdü. Ondan ayrılmamak için, iş hayatıma da İstanbul’da devam etmek zorundaydım. 1941-45 yılları arasında Deniz Yolları’nda çalışmaya başladım. Daha sonra serbest olarak tavukçuluk ve yoğurtçuluk yaptım. 1942 yılında da evlendim. 1944 yılında ise ilk çocuğum Gönül dünyaya geldi. 1963 yılında da Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ni bitirdi…

    Benim hayatta tek varlığım, tek dayanağımdı. 1969 yılında Amerika’da bir burs kazandı. Bütün karşı çıkmalarıma rağmen gitti. Bu gidişin benim yıkımım olacağını bilseydim, hiç göndermezdim. Gittiğinin günü dört kız arkadaşı ile birlikte trafik kazasında öldü…

    Naaşını Türkiye’ye getirdim. Küçükyalı mezarlığına defnedildi. Ben otobüs işletmeciliği yapıyordum. Kendi kendime ‘Artık bundan sonra yaşamanın anlamı yok’ diyerek kendimi içkiye verdim. Artık tüm insanlardan kaçıyor, tek başıma içki içiyordum. Bu arada bütün maddi varlığımı sattım. Gönül’ümün mezarının yanında kendime bir yer hazırladım. Benim yıkımım dört-beş sene kadar sürdü. Gidenin geri gelemeyeceğini anladım, artık kendi kenime yaşantımı sürdürüyorum.”

    Talaş ve Mazot Kokuları…

    İşte yıllarını Sarı-Lacivertli renklere veren Melih Kotanca’nın kısa yaşam öyküsü… Dünün meşhur Melih’i, bugün Ziverbey’de talaş ve mazot kokuları arasında, tutuşturucu imal etmeye çalışıyor. Hala kalbinde Fenerbahçe sevgisi var, ne kadar unutulsa dahi… İki katlı evinin alt katını imalathane haline getirmiş, üst katında ise mütevazi yaşantısını sürdürüyor.. Odanın duvarlarını eski günlerinin resimleri süslüyor. Gençliğini Fenerbahçe’ye hizmet ederek harcayan Melih Kotanca ihtiyarladıktan sonra bir tarafa atılmanın üzüntüsü içinde yaşamını sürdürüyor, yapayalnız. Şimdi artık Balıkesirspor’u düşünüyor, “Şampiyon olsunlar, kupa ve madalyalarımı vereceğim” diyerek…

    Melih Kotanca'nın Dramı
  • Olimpiyatlarda Fenerbahçeliler

    Olimpiyatlarda Fenerbahçeliler

    Dünyanın en büyük spor kulübü Fenerbahçe, Türkiye adına 18 olimpiyat oyununa 156 sporcu gönderdi. Ve olimpiyatlarda Fenerbahçeliler, Türk spor tarihine geçen işlere imza attılar. Aşağıdaki listede bu isimleri branşlara göre ayrılmış ve alfabetik sırada göreceksiniz. Kaynak bir yazı oldu. Emeği geçenlere teşekkürlerimizle…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Olimpiyat Oyunlarında Yer Alan Fenerbahçeli Sporcular

    1924 Paris (9)

    1928 Amsterdam (9)

    • Cavit Cav, Galip Cav (Bisiklet),
    • Alaaddin Baydar, Bedri Gürsoy, Cevat Seyit, İsmet Uluğ, Kadri Göktulga, Sabih Arca, Zeki Rıza Sporel (Futbol)

    1936 Berlin (5)

    • Fikret Arıcan, Mehmet Reşat Nayır, Niyazi Sel, Yaşar Alpaslan (Futbol)
    • Behzat Baydar (Yelken)

    1948 Londra (14)

    • Doğan Acarbay, Halil Zıraman, Kemal Aksur, Mustafa Özcan, Ruhi Sarıalp, Seydi Dinçtürk (Atletizm)
    • Ahmet Erol, Cihat Arman, Erol Keskin, Fikret Kırcan, Lefter Küçükandonyadis, Murat Alyüz, Samim Var, Selahattin Torkal, (Futbol)

    1952 Helsinki (8)

    • Avni Akgün, Doğan Acarbay, Ekrem Koçak, Halil Zıraman, Osman Coşgül, Turhan Göker (Atletizm)
    • Nejat Diyarbakırlı, Sacit Seldüz, (Basketbol).

    1960 Roma (4)

    • Aydın Onur, Canel Konvur, Ekrem Koçak, Muharrem Dalkılıç (Atletizm)

    1964 Tokyo (1)

    • Muharrem Dalkılıç (Atletizm)

    1968 Meksiko (1)

    • Sırrı Acar (Güreş)

    1972 Münih (2)

    • Hikmet Şen, Mehmet Tümkan (Atletizm)

    1984 Los Angeles (2)

    • Mehmet Terzi, Mehmet Yurdadön (Atletizm)

    1988 Seul (3)

    • Kibar Tatar, Ramazan Gül (Boks)
    • Halit Haluk Babacan (Yelken)

    1996 Atlanta (5)

    • Aysel Taş, Serap Aktaş (Atletizm)
    • Nurhan Süleymanoğlu (Boks)
    • Kerem Özkan, Şükrü Sanus (Yelken).

    2000 Sydney (10)

    • Ebru Kavaklıoğlu, Oksana Mert (Atletizm)
    • Agasi Ağagüloğlu, Nurhan Süleymanooğlu, Ramazan Palyani, Selim Palyani (Boks)
    • İlknur Akdoğan (Yelken)
    • Aytekin Mindan, İlkay Dikmen, Uğur Orel Oral (Yüzme).

    2004 Atina (9)

    • Anzhela Kinet, Binnaz Uslu, Eşref Apak, Filiz Kadoğan (Atletizm)
    • Atagün Yalçınkaya, Sedat Taşçı (Boks)
    • Ertuğrul İçingir (Yelken)
    • İlkay Dikmen, Uğur Orel Oral (Yüzme).

    2008 Pekin (17)

    • Karin Melis Mey, Nevin Yanıt, Halil Akkaş, Selim Bayrak (Atletizm)
    • Adem Kılıçcı, Onur Şipal, Yakup Kılıç (Boks)
    • Cem Zeng, Melek Hu (Masa Tenisi)
    • Ertuğrul İçingir (Yelken)
    • Demir Atasoy, Deniz Nazar, Dilara Buse Günaydın, Gülşah Gönenç, İris Rosenberger, Kaan Tayla, Serkan Atasay (Yüzme)

    2012 Londra (18)

    • Burcu Ayhan Yüksel, Fatih Avan, Gamze Bulut, Hüseyin Atıcı, Karin Melis Mey, Nevin Yanıt, Nimet Karakuş, Tuğçe Şahutoğlu (Atletizm)
    • Birsel Vardarlı Demirmen, , Esmeral Tunçluer, Yasemin Horasan (Basketbol)
    • Adem Kılıçcı, Ferhat Pehlivan, Yakup Şener (Boks)
    • Melek Hu (Masa Tenisi)
    • Alican Kaynar, Nazlı Çağla Dönertaş (Yelken)
    • Eda Erdem Dündar (Voleybol)

    2016 Rio (17)

    • Furkan Şen, Ramil Guliyev, Tuğçe Şahutoğlu, Umutcan Emektaş, Yasmani Copello Escobar (Atletizm)
    • Ayşe Cora, Birsel Vardarlı Demirmen, Esra Ural, Tuğçe Canıtez (Basketbol)
    • Ali Eren Demirezen, Batuhan Gözgeç, Mehmet Nadir Ünal, Onur Şipal, Önder Şipal, Selçuk Eker (Boks)
    • Alican Kaynar, Nazlı Çağla Dönertaş (Yelken)

    2020 Tokyo (22)

    • Eda Tuğsuz, Ersu Şaşma, Kayhan Özer, Oğuz Uyar, Özkan Baltacı, Ramil Guliyev, Tuğçe Şahutoğlu (Atletizm)
    • Batuhan Çiftçi, Bayram Malkan, Buse Naz Çakıroğlu, Esra Yıldız (Boks)
    • Onat Kazaklı (Kürek)
    • Eda Erdem Dündar, Meliha İsmailoğlu, Naz Aydemir Akyol (Voleybol)
    • Alican Kaynar, Ateş Çınar, Deniz Çınar (Yelken)
    • Baturalp Ünlü, Deniz Ertan, Hüseyin Emre Sakçı, Ümit Can Güreş (Yüzme)
  • Erdal Akkan

    Erdal Akkan

    İki gün sonra, 4 Eylül’de önemli bir Fenerbahçelinin ölüm yıl dönümü : Erdal Akkan.

    Fenerbahçe’nin ve Türk atletizminin bu unutulmuş ismi için sözü, Fenerbahçe edebiyatının 1 numarası İslam Çupi‘ye bırakıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kendi Boyundan 30 Santim Fazla Atlayan Adam

    Yıl, 1956 adlı yıl iken, Türkiye pistleri pıtraktı…

    Ekrem Koçak, Cahit Önel, Osman Coşgül, Gül Çıray, Muzaffer Selvi gibi, dev adamlar dev adımlarla Balkan Akdeniz Oyunları pistlerini pislemeyip şereflendirirken, rekorlar rakı kadehi kolaylığında kırılırken, 1956’yı unutturmayan 56 yapan başka biri de vardı…

    Öyle elektrik direklerine ellerini uzattığında, ampul çevirme gibi bir beceriyi gerçekleştirebilecek kadar uzun boylu değildi, ortancadan az uzundu…

    Kıvırcık sık siyah saçlı idi… Yüzü çikolataya az süt karıştırılmış, siyah sarı karışımı bir renge sahipti. Bu renge kestirmesinden, rengin melezi derlerdi… Vücudu, eti kemiklerine çok yapışmış bir incelikte ve çeliklikte idi…

    Bu gelin genci delikanlı da atletti… Adı Erdal Akkan’dı ve yüksekten atmaz, yüksek atlardı.

    O tarihte Türkiye’nin en yüksek adamı idi… Çıta 1.97’ye konulduğunda, vücudu bu yüksekliğe hiç ırım kırım demeden, öte tarafa Türkiye yüksek atlama rekortmeni olarak bay gürültülerle geçiyordu…

    İlanla mı bulunmuş, kim bulmuş, hangi hınzır beyin düşünmüş, hangi zehir kalem yazmış, bilmiyoruz…

    O zamana kadar sadece Erdal Akkan dedikleri Erdal Akkan’a, 1.97’lik Erdal Akkan olduktan sonra şöyle denilmeye başlanmış…

    “Kendi boyundan 30 santim yüksek atlayan adam…”

    İnsanlar mı Yoksa Bardaklar mı Daha Vefalı

    Ve sonra başladı, geçmemesi gereken güzel günlerin geçmeye başlaması…

    İstanbul’un yeşili, renk kataloğundan silindi…

    Atletizm pistleri rekortmen yerine, ot yetiştirmeye başladı… Kendi fanilalarını kendileri yıkayıp yarışanlar, ilaçsız delik kuruşsuz rekorlar kıranlar, Balkan ve Akdeniz oyunlarında kimseyi önüne geçirmeyenler, yani Türk atletizminin kralları, bir bir tahttan indiler… Krallıklarını bırakıp, sadece vatandaş kalabalığına karıştılar…

    Aranmadılar, yoklanmadılar, unutuldular…

    Erdal Akkan da bunlardan biri idi…

    Bir zamanın alkışlanan aranır adamı olmak, öteki zamanda alkışlanmaz aranmaz adamı olmak zordur…

    Kişiyi sallar, bozar, kişiyi toplumdan soyutlar, küskün ve ezik yapar… Kişiyi, “İnsanlar mı yoksa bardaklar mı daha vefalı?”…” gibi sonradan çıkılması olanaksız inişlere yapıştırıverir…

    Milliyet bir büyük eskiyi bulduğu zaman o büyük eski de inişe geçmiş ve sırtı ile, bir hastane yatağına yapışmıştı…

    Erdal Akkan şimdi felçtir. “Düzelir mi, düzelmez mi?”nin kararı Tanrı’dandır…

    Ama Türkiye’nin büyük şampiyonları “bir Tanrı gibi” yaşatmadığı, Tanrı’nın her gün gördüğü başka bir gerçektir…

    İslam Çupi / Milliyet Gazetesi – 12 Mart 1985


    Not : Bol miktarda İslam Çupi yazısı için İslamÇupi.org adresini de ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.

  • Küçük Dünyada Bir Büyük Ölü

    Küçük Dünyada Bir Büyük Ölü

    “Melih Kotanca’yı bir de ondan dinleyelim” diyerek sözü Fenerbahçe edebiyatının bir numaralı ismine bırakıyoruz. 12 Haziran 1986 tarihli Milliyet gazetesinde İslam Çupi “Küçük Dünyada Bir Büyük Ölü” başlığı ile bir dramı yazıyor.

    Bu dram, Fenerbahçe tarihine emek veren yüzlerce insanın başına geldi. Unutuldular. Mezar yerleri yok oldu. İsimleri silindi. Sadece futbolcular değil, kurucular bile bu kaderden nasibini aldı. Becerebilir miyiz, bilmiyoruz ama nefesimiz yettiği sürece çabalayacağız ve Fenerbahçe’ye yıllarca hizmet eden o büyük insanları, bu küçük dünyada Fenerbahçe ile birlikte anacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Küçük Dünyada Bir Büyük Ölü

    Melih Kotanca öldü. Etrafındaki kalabalığı ile değil, etrafındaki yalnızlığına, yalnız baka baka öldü.

    Ben 1940 yılının Haziran’ında büyümüşlüğü tanımamış dokuzunda bir çocuktum. Fakat Melih Kotanca’yı büyümüş olmasam da tanıyordum.

    İstanbul Atletizm Şampiyonası’nda o gün üç yarış kazanmıştı. Rüzgar gibi girip, rüzgar gibi çıkmıştı Fenerbahçe Stadı’ndan. Sonra kayboldu.

    O zamanlar Fenerbahçe’nin ahşap tribünlerinde oturan büyüklerimiz, büyük olan her şeyi bilirlerdi.

    Dediler ki, Fenerbahçe’nin, Şeref Stadı’nda, Vefa ile lig maçı var. Melih, Kadıköy’den Çırağan önlerine bir sürat motoru ile santrfor olmaya gitti. Ertesi günü duyduk ki, Fenerbahçe Vefa’yı 4-0 yenmiş, üç golü de Melih atmış.

    Melih Kotanca, 1940 yılında tüm Balkan ülkelerini ezip, atletizmde üç madalya alırken de, Fenerbahçe’nin santrforu olarak leblebi gibi goller atıp şampiyonluklar kazandırırken de, sadece kuru bir alkıştı… Futbolu ve atletizmi Fenerbahçe’de bırakırken de kuru bir alkıştı.

    Yaşamı süresince çok şeyi değil, hiçbir şeyi olmadı.

    Hayatı da; büyük sporculuğu gibi, amatörcesine geçti. Tek ceketi ile mutlu olan adamdı.

    Tanrı anlaşılan Melih Kotanca’nın yalnızlığını bu büyük şampiyona yakıştıramadı ki; nihayet yanına aldı.

    Ölen Melih Kotanca değil, ölen Fenerbahçe Kulübü… Melih Kotanca’nın ölümü ile ilgili Fenerbahçe’nin verdiği ilana bakın. Soyadı yanlış… İlanın içinde ne Melih’in üç altın madalyalı bir Balkan Atletizm şampiyonu olduğu yazılı, ne de Fenerbahçe’de eşsiz santrforluğu ve gol krallığı… Esas Tanrı’dan rahmeti Kotanca’ya değil, Fenerbahçe Kulübü’ne dilemek gerek… Vah, vah, vah…

    İslam Çupi

  • Fenerbahçe’den Bir Melih Kotanca Geçti

    Fenerbahçe’den Bir Melih Kotanca Geçti

    Vefatının 34. yıldönümünde, Melih Kotanca‘yı, Fenerbahçe’nin bu efsane sporcusunu sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz. Tapfereritter yazıyor. Evet, Fenerbahçe’den bir Melih Kotanca geçti!


    30 Haziran 1940

    Kurbağalıdere köprüsünün yanıbaşına yanaşmış olan Moda Deniz Kulübü’ne ait “Rüzgar” adlı sürat teknesi misafirini karşı yakada Şeref Stadı’nda Fenerbahçe ile Vefa arasında oynanan “Milli Küme” maçına yetiştirmek üzere bekliyordu. Biraz sonra atlet formalı ve çivili koşu ayakkabılı bir sporcu kan-ter içinde çıkageldi. Bu sporcu, Fenerbahçe Stadı’nda düzenlenen “Gül Kupası” adlı kulüplerarası ve puanlı atletizm yarışmalarında 200 metre, 4×200 bayrak ve cirit atmada birinci olup Fenerbahçe’ye puanlar kazandırarak ikinci kez üst üste şampiyon olmasını sağlayan Melih Kotanca’ydı (Fenerbahçe 42, Galatasaray 21, Beşiktaş 20 puan almıştı).

    Ayağının tozuyla stadyumdan rıhtıma koşup “Rüzgar” teknesine bindikten sonra, tekne denizi yara çıka Moda Burnu, Haydarpaşa ve Kızkulesi önünden geçerken, Kotanca da atlet kıyafetlerini çıkarıp futbolcu kıyafetlerini giymişti. Çırağan Sarayı’nın rıhtımına yanaştıklarında fırladı ve Şeref Stadı’nda “Nasıl olsa Melih gelecek” diye maça 10 kişi çıkmış Fenerbahçe’ye katıldı.  

    Fenerbahçe Vefa’yı 4-0 yenip ikinci kez Milli Küme şampiyonluğunu garantileyerek tarihinde dördüncü kez Türkiye şampiyonu olurken, 35. dakikada Fenerbahçe’nin üçüncü golü Melih Kotanca’nın ayağından gelmişti. Bu onun kendisini Milli Küme gol kralı yapan 23. golüydü. Galatasaraylı “Baba” Gündüz Kılıç 16, Beşiktaşlı “Baba” Hakkı Yeten 14 golle “Atom” Melih Kotanca’nın çok gerisinde kalmışlardı.

    Ekim 1936

    Güneş Kulübü’nün teknik yetkilisi Kemal Rıfat Bey’in (Kalpakçıoğlu) gözü Balıkesir’den eline bilet tutuşturulup gönderilen 21 yaşındaki bu genci tutmamıştı. “Sen git, biz sana haber veririz” deyip yollamıştı kulüpten. Cebindeki üç kuruş parayla iki gün etrafını dolaşan, iki gün sonra da “vedalaşmadan dönmek ayıp olur” diye son bir kez kulübe uğrayan bu genç Kotanca’ydı.

    Kulüptekiler, Kemal Rıfat Bey’e “Abi ne yaptın? Büyük yetenekmiş bu çocuk” diye üstelemiş olacaklar, veda için gelen Kotanca bu defa “Neredesin sen?” diye azar işitti. Kulüpte oda verilip, lisansı çıkarıldı. Fenerbahçe’nin üçüncü kez üst üste şampiyonluğuyla bitecek 1936-37 sezonunun 25 Ekim’deki ilk maçında Hilal’e bir gol attı, ikinci hafta ise 6-0 biten Topkapı maçında ise dört gol kaydetti. İlk on birdeki yeri daha baştan kesindi artık. İstanbul Ligi’ni de ikinci tamamlayıp o sezon ilk kez düzenlenen Milli Küme’ye katılmaya da hak kazanmıştı Kotanca’lı Güneş. Ve daha da kuvvetli parlayacaktı. 

    20 Mart 1938

    Taksim Stadı’ndaki Milli Küme maçında Melih Kotanca 87. dakikada kendisinin dördüncü golünü atarken takımını da Galatasaray karşısında 7-0’lık galibiyete taşıyordu. Galatasaraylı dostlarımızın bu dönemleri yok saymaya çalışmalarının çok sayıdaki nedenlerinden biriydi bu maç. 5 Haziran’daki rövanşa intikam için çıkan Galatasaraylılar bu defa 4-2’lik bir yenilgi almışlardı. Esasen 20 Mart’taki maç da (güya) intikam maçıydı. Zira, İstanbul Ligi’ndeki maçta da 6-0 yenilmişti Galatasaray Güneş’e (merak edenler için söyleyelim, Galatasaray bu yenilgiyi Fenerbahçe ve Real Madrid’e olduğu gibi 6 Kasım’da değil, bir 19 Aralık günü almıştı)..

    Parlıyordu Güneş.. 1937-38 İstanbul Ligi şampiyonluğundan sonra, 1938 Milli Küme şampiyonluğu da Güneş’in olmuştu. Aynı sezon atletizmde de İstanbul şampiyonu yine aynı takımdı..

    5 Ekim 1940

    Melih Kotanca takım arkadaşı Turan Çelikbaş’tan stafeti aldığında Yunan atlet Mandikas’tan 10 ilâ 15 metre gerideydi. Fenerbahçe Stadı’nda düzenlenen 11. Balkan Atletizm Şampiyonası’nda Türk milli takımı 4×100 bayrak yarışında son 100 metreye oldukça dezavantajlı bir pozisyonda girmişti. İlk 100 metreci Fikret Taygun başarılı bir performans sergileyememiş, ikinci bayrakçı Muzaffer Baloğlu (bir önceki Şampiyona’nın birincisi) sakatlığı nedeniyle görevini yapmakla yetinmiş, ancak fark bir hayli açılmıştı. Turan Çelikbaş varını yoğunu ortaya koyup farkı kapatıp stafeti Melih Kotanca’ya verdiğinde ise pek umut yoktu.

    Ancak öyle bir 100 metre koştu ki Kotanca… 5.000 seyircinin gözlerine inanamadığı bir sprintle 5 metre kala Yunan’ı geçti ve Türk milli takımını birinciliğe taşıdı.

    Bununla da kalmamıştı Kotanca.. 200 ve 400 metrelerde altın, 400 metre engellide de gümüş madalya kazanarak Türkiye’yi Yunanistan’ın iki puan önünde 134 puanla tarihinde ilk kez Balkan şampiyonluğuna taşıyordu (İkinci Dünya Savaşı koşulları nedeniyle, aslında pek de iddialı olmayan Bulgaristan ve Romanya’nın katılamamaları nedeniyle gayriresmî olarak yapılan puan tasnifinde Yugoslavya da 114 puanla üçüncü olmuştu).      

    Bu, Kotanca’nın atletizm kariyerindeki zirveydi. 1937’de 400 metrede gümüş almış, ayrıca bronz kazanan 4×400 bayrak takımımızda yeralmıştı. 1939’da ise 4×100 ve Balkan Bayrak yarışlarında da bronz alan takımımızın üyesiydi.

    Bu zaferler Kotanca için aynı zamanda bir teselliydi de.. İkinci Dünya Savaşı koşullarında A milli futbol takımımızın 1937-1948 arasında tam 11 yıl tek maç yapmadığı döneme gelmişti futbolculuğu.. Milli Küme’de 1940, 1945 ve 1946’da olmak üzere üç kez gol kralı olarak dönemin en büyük golcüsü olduğunu kanıtlayan “Atom” Melih futbolda bir kez bile ay-yıldızlı formayı sırtına geçirememişti.   

    11 Haziran 1939

    1938-39 sezonunun başında sporseverler gazetelerde yeralan sarsıcı bir haberle şaşkınlığa uğradılar: Güneş Kulübü futbol, atletizm ve güreşte faaliyetlerine son veriyordu. Cihat Arman, Rasih Minkari ve Ömer Boncuk’un yanı sıra Melih Kotanca da Sarı Kanaryalarla anlaşmıştı. Ancak, dönemin mevzuatı gereği kulüp sporcuları o sezon hiçbir kulüpte oynayamayacaklardı.

    Melih Kotanca’nın sarı lacivertli formayı giymesi de, Fenerbahçe’nin o dönem geleneksel olarak sezon sonlarında kutladığı kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde, İngiliz Middlesex Wanderers takımıyla 11 Haziran 1939 tarihli maçı buldu (Bu takımın adını profesyonel ya da amatör liglerde bulabilmek mümkün değildir. Zira, bu takım daha 19. yüzyılda profesyonelliğe geçmiş İngiliz futbolunun, amatörlüğün hala sürdüğü ülkelere temsil amaçlı gönderdiği bir amatör karma takımdı. Zaten “Wanderers” da “Gezginler” demekti).

    Bu maçla Fenerbahçe kariyerine başlayan Kotanca sarı-lacivertli formayla ilk golünü 25 Haziran 1939’da Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda oynanan Milli Küme maçında Ankaragücü’ne karşı attı.

    15 Mayıs 1948

    “İngiliz futbolunun yöntemlerini benimsemek istiyor ve daha fazla İngiliz takımıyla temas kurabilmeyi arzuluyoruz. (…) Bu gayretlerimizin ilk başarılı örneğini ise Queen’s Park Rangers’ın ülkemizi ziyareti teşkil etmiştir. Bu nedenle, davetimize icabet etmesinden ötürü Queen’s Park Rangers’a teşekkürlerimizi sunuyor, (..) 1948-49 sezonunda başarılar diliyoruz.” Genel Sekreter Zeki Rıza Sporel “Başkan” unvanıyla imzaladığı 19 Temmuz 1948 tarihli bu mektubuyla, bir taraftan İngiliz takımına teşekkür ederken, diğer taraftan kabuğunu kırmak isteyen Türk ve Fenerbahçe futbolundaki zihniyet değişimini de yansıtıyordu. Gerçekten de, A milli futbol takımı 11 yıl sonra ilk kez 23 Nisan 1948’de Atina’da Yunanistan’a karşı oynadığı dostluk maçıyla tekrar sahalara dönerken, Fenerbahçe de aynı yılın Aralık ayında tam 23 yıl sonra yurtdışına çıkarak Atina’da dört maç yapıyordu.

    Yaş 33

    Ancak, 33 yaşındaki Melih Kotanca için futbola veda zamanı gelmişti (atletizme 1941’de Vefa’ya karşı oynanan bir maçın ardından verilen 9 aylık haksız cezaya isyan ederek fiilen veda etmişti). Zeki Rıza Sporel’in nazik teşekkür mektubunun muhatabı Queens Park Rangers’la 15 Mayıs 1948’de oynanan karşılaşma Melih Kotanca’nın son maçıydı (bu, Fenerbahçe’nin de 1947’de açılan İnönü Stadı’ndaki ikinci maçıydı). 20. dakikada Ahmet Erol’un yerine girmiş ve yine de Fenerbahçe’ye hareket getirmişti.

    Ancak 33 yaşın yanısıra, hayatın gerçekleri de vardı. Futbolumuzun amatörlük döneminde hayatını idame ettirmek ve kızını okutmak için çalışmak zorundaydı. Denizyollarında “Konya” vapurunun ambar memuru idi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarının dışa açılma döneminde bu vapurla sık sık Yunanistan’a gitmesi futbol düzenini de etkilemeye başlamıştı.

    Halit Deringör anlatıyor:

    “Bir gün Şeref Stadı’nda maç oynarken, Stadın önünden geçen bir gemi düdük çaldı. Melih, sahada düdüğü duyunca ambale oldu. Ne kadar engel olmaya çalışsak da başarmıyoruz, bizi bırakıp gidiyor. Meğerse o gün o gemi Yunanistan’a gidiyormuş. Kotanca’nın da gemide şahsi eşyası ve parası varmış. Vapura yetişmek için çok uğraşıyor ama yetişemiyor. Gemi uzaklaşıp gidiyor. Aynı akşam Zeki Rıza Sporel’in evinde yemekteyiz. Hepimize birer cüzdan hediye etti. [Melih’in cüzdanının içinde para da varmış]. Melih’in bu durumuna üzülen yöneticiler, onu takviye etmişlerdi.”

    26 Nisan 1969

    2 Mayıs 1969’da gazetelerin acı haberler sayfasına düşen bu ilan Melih Kotanca’nın hayata küsüşünü simgeliyordu:

    “VEFAT: Fenerbahçeli milli atlet ve futbolcu Melih Kotanca’nın Bağlarbaşı Amerikan Kız Koleji 962-963 mezunu biricik kızı GÖNÜL KOTANCA 26/4/1969 tarihinde Amerika’da İndiana şehrinde geçirmiş olduğu trafik kazasında vefat etmiştir. Cenazesi 3/5/1969 Cumartesi Kadıköy Osmanağa Camisinde öğle namazını müteakip Küçükyalı mezarlığında defnedilecektir. BABASI MELİH KOTANCA”

    Bir Yunanistan seferinde tanışıp evlendiği eşinden ayrılan Kotanca’nın yegane meşgalesi kızını okutmaktı. Ancak, ABD’den gelen haber bir babanın alabileceği en kötü haberdi. Hayata küsmüştü. İnzivaya çekildi. Kupalarını ve madalyalarını kulübe teslim etmek istedi. Alan olmadı.

    İnzivaya çekilse de, arada hatırlanmak onun da hakkıydı. Hatırlayan olmadı. Ta ki sporsever Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk eski şampiyonları ödüllendirip onore etmeye karar verene kadar..

    18 Haziran 1979

    Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nun Şeref tribününde Fenerbahçe ve Trabzonspor arasındaki Cumhurbaşkanlığı Kupası maçını izliyor. Yanında geçmişte ay-yıldızlı formaya çeşitli sporlarda başarılar, madalyalar ve nice gurular yaşatmış sporular var. İçlerinden biri de Melih Kotanca.

    Sabah 11’de Çankaya Köşkü’ne kabul edilmişler. Ödüllerini aldıktan sonra Muhafız Alayı’nda öğle yemeği yemişler. Sonra da Cumhurbaşkanı’yla birlikte maça. Yine de gazetecilere şikayetlerini sıralayıp karınca kararınca yol göstermeye çalışıyordu. Yıllar sonra kapıların iyiden iyiye devşirme sporculara açılacağını görürcesine:

    “O devirlerin ünlüsüydük. Beklentimiz yoktu. Koştuk, oynadık. Yaşlandık şimdi ve unutulduk. Forması altıda yıllarımı verdiğim Fenerbahçe’nin Başkanı’nı gördüm dün. “Beni tanıdın mı?” dedim. Yüzüme baktı ve hatırlamadı. İşte bu benim sadece kendi örneğim. Şimdiki gençler güvence istiyorlar. Bulamayınca spora sarılmıyorlar..”

    Hatırladı sonra Faruk Ilgaz. Sonra da Emin Cankurtaran. Sahipsiz bırakmadılar Fenerbahçe efsanesini. Sağlığıyla ilgilendiler..

    8 Haziran 1986

    Bir vefat ilanı..

    Tezatların vuruculuğunu seven Türk basını “bir dönemin rekortmen sprinterinin” felç olup “yatağa düştüğünü” yazıyor üç ay önce..

    8 Haziran 1986’da ise vefatını.. Bir efsane daha kayıp gitmişti Türk sporundan.. Neler sığdırmamıştı ki Fenerbahçe’deki yıllarına? 1940’taki Milli Küme şampiyonluğunun ardından buhranlı geçen iki sezonun sonunda, Fenerbahçe’nin makus talihini döndüren ünlü Admira maçı öncesinde, 1941-42 İstanbul Ligi gol kralı olmuştu.

    Müteakip sezon Fenerbahçe bir kez daha Milli Küme şampiyonu olurken, Melih Kotanca da artık Türkiye Gol Kralı idi. Fenerbahçe 1943-44 yılında İstanbul ve Türkiye Şampiyonu, 1944-45 sezonunda Milli Küme, Başbakanlık Kupası ve İstanbul Kupası şampiyonu, 1945-46 sezonunda ise Milli Küme ve Başbakanlık Kupası şampiyonu olurken en golcü futbolcusu hep Melih Kotanca idi. 1945 ve 1946 Milli Küme sezonlarında da Gol Kralı olurken, bu başarısını daha sonraki Fenerbahçelilerden Cemil Turan ve Aykut Kocaman egale edebileceklerdi. Fenerbahçe’nin dört sezon üst üste Türkiye şampiyonluğu kazandığı tek dönemdi bu. Ardından 1946-47 ve 1947-48 sezonlarında İstanbul Ligi şampiyonu olan Fenerbahçe bu kulvarda da açık ara liderdi (1947-48 itibarıyla Fenerbahçe 13, Galatasaray 10 ve Beşiktaş 9 kez İstanbul şampiyonu olmuştu).

    1947-48 sezonunda şampiyon takımın oyuncusu olarak futbola veda ettiğinde, 185 kez giydiği Fenerbahçe formasıyla 205 gol atmış ve inanılmaz bir ortalama yakalamıştı. 25 Şubat 1940 tarihinde Topkapıspor’la oynanan ve Fenerbahçe’nin 14-0 galibiyetiyle biten İstanbul Ligi maçında 8 gol atarak Zeki Rıza Sporel’le birlikte “bir maçta en çok gol atan Fenerbahçeli futbolcu” unvanını halen koruyor Kotanca..

    Fenerbahçe, hayatlarının her biri ayrı bir “destan” olan sembolleri sayısız olduğu için “efsane”dir. Kotanca da en parlaklarından biri. Fenerbahçe parladıkça, onlar da parlayacak. Türk sporu Kotanca’ları hiç unutmayacak.

    Tapfereritter

  • Bugün Günlerden Canel Konvur

    Bugün Günlerden Canel Konvur

    Tapfereritter’in müthiş yazısının akabininde, biz de Canel Konvur ile ilk rekorundan sonra Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan röportajı buraya koymak istedik. Seni unutmayacağız, büyük sporcu…

    Yeni Rekortmenimiz Canel Konvur

    Genç atletimizin her antrenmanında anne ve babası mutlak tribünde.

    Geçen Pazar Fenerbahçe Stadı’nda yapılan Fenerbahçe-Beyoğluspor atletizm bayramında 1.43’lük derecesi ile kızlar arası yüksek atlama Türkiye rekorunu kırmaya muvaffak olan Fenerbahçeli kız atlet kendisine bu büyük başarısından dolayı tezahüratta bulunan binlerce seyirciye selamla mukabele ediyordu. Bu genç rekortmen Canel Konvur’du. Fenerbahçe Stadı’nın yeşil çimenleri üzerinde ayakkabılarını bağlarken, hayat hikayesini anlattı :

    “- 1939 yılında Kuşadası’nda dünyaya geldim. Bir müddet sonra ailece İstanbul’a yerleştik. Halen lise son sınıftayım. Atletizme jimnastik öğretmenim Hasan Bey ve babamın isteği üzerine başladım. Babam Ziya Konvur 25 sene bilfiil atletizm ile meşgul olmuş ve 15 sene de idarecilik yapmıştır. Esaslı olarak bir seneden beri atletizm ile uğraşmaktayım. Amerikalı antrenör Francy’nin bana çok yardımları dokundu. İlk resmi müsabakamda 1.30 atladım. Devamlı çalışma sayesinde bugünkü durumuma geldim. Gayretle ve azimle çalışan her insanın kendi sahasında muvaffak olacağına eskiden beri inanırdım. Rekor kırmam benim için bir sürpriz değildir. Zira ben bunu her zaman beklemekteydim. Bundan sonra çalışmalarımı aksatmak şöyle dursun, bilakis daha da hızlandıracağım. Benim idealim baraj derecesini aşmaksa da bu tâlidir. Cumartesi ve Pazar günleri hariç haftanın her günü burada çalışırım. Antrenmanlarımı her zaman annem ve babam dikkatle takip ederler. Bilhassa babam belki de antrenörden fazla benimle meşgul olur. Kendi branşımda dünya rekortmenlerinin stilini tatbik ediyorum. Diğer taraftan yeni olarak engelli koşularına başladım. İlk engelli koşumu bu Cumartesi günü yapacağım. Bu branşta da muvaffak olacağımı zannediyorum.”

    Sözleri bitmişti. Spaykslarının bağlarını sıktı. Kum havuzunun önünde yükselen çıtaya doğru koştu. Stadın ihtiyar tribünlerinde orta yaşlı bir kadınla erkek başbaşa vermişler, rekorlara doğru koşan kızlarına bakıyorlardı.

    Ekrem Karpat – 26 Temmuz 1958 – Cumhuriyet Gazetesi

  • Canel Konvur

    Canel Konvur

    Fenerbahçe’nin 1950’li yıllarda Türk sporuna vurduğu damgada kadın sporcuların emeği yadsınamaz bir gerçek olarak ortada duruyor. Canel Konvur da bu gerçeğin en önemli isimlerinden biri. Tapfereritter efsane sporcumuzu yazdı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin İlk Olimpik Kızı

    1926 yılında Mübeccel Argun’la atletizm pistlerinde ilk kez temsil edilmişti Fenerbahçe. Ama 1940’lardaki ikinci kuşağın ardından sarı-lacivertli bir kadın atletizm takımının kurulması 1957’yi bulmuştu.

    Fenerbahçeli milli atlet Ünal Uyguç’un girişim ve gayretleriyle ağırlıklı olarak Nişantaşı-Çamlıca Kız Liseleri öğrencilerinden oluşan bir takım ortaya çıkmıştı. Devir zaten Fenerbahçe’nin “Altın Kızları”nın devriydi ve Ayten Salih önderliğindeki voleybol ve basketbol takımları 1955’ten beri bütün şampiyonlukları topluyorlardı.

    Canel Konvur Piste Çıkıyor

    İlk başarısını da 26 Ocak 1958’de Atatürk Kır Koşusu’nda şampiyon olarak yaşıyordu Fenerbahçe takımı.. Yarışın birincisi ise adından yıllarca bahsettirecek 19 yaşındaki Canel Konvur’du.

    19 Temmuz’da yüksek atlamada 1.43’le ilk Türkiye rekorunu kırmıştı Konvur. Bu rekor bugün için düşük gelebilir. Ancak o dönem çıtayı geçenlerin bugünkü gibi mindere değil kum havuzuna düştüklerini hatırda tutmak, çabalarına ayrı bir saygı duymak gerekir. Konvur’un yıldızının parladığı dönemde Romanya’nın efsanevi atleti Yolanda Balaş (1958-1964 arası Olimpiyat ve Avrupa şampiyonu) çıtayı 1.78’e yükseltmişti. (Bükreş’te yıllardan beri Balaş’ın adının verildiği bir stadyum var).

    2 Ağustos 1959’da Fenerbahçe kadın takımı Beyoğluspor’u geride bırakıp atletizmdeki ilk İstanbul şampiyonluğuna ulaşırken Konvur rekor kırdığı branşlara uzun atlamayı da eklemiş, ayrıca 80 metre engelli de koşmaya başlamıştı. O yıldan itibaren milli takımlarımızda da değişmeksizin yer almaya başlayan üç kadın atletimizden biri Fenerbahçeli Canel Konvur olmuştu (diğerleri Ankara’nın yıldızları Gül Çıray ve Aycan Önel’di).

    1960 Olimpiyatları

    Bu üçlü 1960 yılında Roma’da düzenlenen ve özellikle güreşçilerimizin büyük zaferine sahne olan Olimpiyatlara katılan öncü Türk kadın atletleri olmuştu. (ilk “olimpik” kadın atletimiz 1948 Londra Olimpiyatlarına katılan Üner Teoman’dı). Olimpiyatlarda 1.50’yi geçen Konvur, 1961’de 1.60’a ulaşmış, Türkiye ve Dünya rekorları arasındaki uçurumu azaltmıştı (bu Türkiye rekoru 1972’de kırılabilecekti).

    Yükseğe atlama kabiliyetiyle dikkat çeken bu genç kız, 1955’ten beri İstanbul ve Türkiye şampiyonluklarını elinden bırakmayan Fenerbahçe kadın voleybol ve basketbol takımlarının da radarına girmişti. Konvur parkelerde de önce yedek sonra as oyuncu olarak yeralmaya başlamış, bu iki sporda 1961’e kadar seri İstanbul ve Türkiye şampiyonlukları kazanan bu efsane takım için ter dökmüştü. Sarı-lacivertliler 1960-61 sezonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Türkiye’yi temsil eden ilk kadın voleybol takımı olarak Romen Dinamo Bükreş’in karşısına çıktığında da ilk altıda Canel Konvur vardı.

    Bu yükselişinin ödülünü de 1962 yılında ilk kez Voleybol Milli Takımı’na seçilerek aldı. Böylece Fenerbahçeli Canel Konvur iki ayrı spor dalında milli formayı giyme onuruna erişmiş ilk Türk kadın sporcu oldu.,

    Sporculuk Hayatının Sonu

    Konvur 1966’da aktif sporculuk hayatını noktalarken Fenerbahçe kadın atletizm takımı 1959’da eline geçirdiği İstanbul şampiyonluğunu kesintisiz sürdürüyor, kadın voleybol takımının üçüncü kuşağı ise yeni İstanbul ve Türkiye şampiyonlukları serisine hazırlanıyordu..

    Konvur ise rekorlarla, şampiyonluklarla, “en”lerle ve “ilk”lerle dolu bir spor geçmişi bırakıyordu gerisinde.. Her şeyden önce Olimpiyatlarda Türk milli takımlarına açık ara en fazla sporcu gönderen kulüp olan Fenerbahçe’nin “ilk Olimpik kızı”ydı.. Ve 4 Haziran 2018’de Bodrum’da ebediyete yolcu edilirken de Fenerbahçe ve Türk bayraklarına sarılı bir şekilde uğurlanıyordu.

  • Şampiyon Atlet Mübeccel Argun ve İlk Kadın Yarışları

    Soldan üçüncü Fenerbahçe’nin ilk kadın atleti Mübeccel Hüsamettin Hanım… Mübeccel Argun…

    Türkiye’de kadınlar arasında ilk atletizm yarışları 12 Şubat 1926’da Kadıköy’de (o zamanlar hâlâ İttihat Spor Sahası olarak bilinen) Fenerbahçe Stadı’nda yapıldı. Bu önemli güne dair dönemin gazetelerinde yazılanları derledik. Yanlış bilinen bazı hususları da düzelten bir çalışma oldu. Keyifli okumalar…

    * * * * * *

    Saat on buçuktan itibaren seyirciler gelmeye başlamışlardı. Genç hanımların koştuklarını görmek hususi bir zevk uyandıracağı için olacak ki şimdiye kadar hiçbir atletizm müsabakasında görülmeyen bir kalabalık vardı.

    Saat on bire doğru, sporcu hanımlar yanlarında Ömer Besim (Koşalay) Bey bulunduğu halde göründüler. Ömer Besim Bey, daha önce bu tip yarışlarda emsaline rastlanmamış kalabalığı görünce, yarı şaka, yarı ciddi “Anlaşıldı” dedi, “Bir daha atletizm müsabakaları tertip edildiği zaman mutlaka hanımların da teşrik edilmesi lazım!”

    Müsabaka kalabalığın gösterdiği alaka ve heyecanı tamamıyla tatmin edecek bir cereyan almakta gecikmedi. Zira birkaç günden beri koşuya iştirak edeceklerinden bahsedilen yirmi kadar hanımın soyunma odalarına girip de hazırlanmaları lazım geldiği zaman hanımlar arasında bir telaş, bir heyecan hasıl oldu. Oraya buraya dağıldıkları, ötede, beride heyecanlı heyecanlı koşuştukları görüldü. Anlaşılan hanımlardan bazıları spor eşyalarını evde unutmuşlardı.

    Bu arada Ömer Besim Bey de İttihat Kulübü’nün bir ucundan diğerine koşuyor, hanımları toplamaya ve müsabakaya sokmaya çalışıyordu. Bütün bu faaliyete rağmen, koşuya iştirak etmeleri lazım gelen yirmi hanımdan ancak yedisi meydana çıkabilmişti.

    İttihat Spor Kulübü’nün küçük binasının kapısından çıkan hanımlar fotoğrafçıların hücumuna maruz kaldılar. İkdam gazetesi muhabiri saha içinde ve hanımların etrafında gerek amatör, gerekse profesyonel on dört objektif saymıştı. Tribündekilerle beraber bu sayı yirmiyi geçiyordu. Besim Ömer Bey’in “Haydi?..”si sporcuları fotoğrafçılardan kurtardı. Hanımlar, meydana çıktılar, sıralandılar, herkes dikkatle bekliyordu.

    İki koşu yapılacaktı. Biri 60 metrelik sürat, diğeriyse 300 metrelik mukavemet koşusu…

    Sürat koşusuna üç atlet katıldı :
    Nermin Hanım, Emine Hanım ve Safiye Hanım.

    Unvan Bey’in el çırpmak suretiyle verdiği işareti müteakip üç hanım fırladılar. Başlangıçta birinciliği temin eden Nermin Tahsin Hanım altmış metre müsabakayı 11.10’da koşarak birinciliği muhafaza etti. Bir metre farkla Emine Hanım ikinciliği ve Safiye Hanım da üçüncülüğü kazandılar. Nermin Hanım’a niçin birinci geldiği sorulduğu zaman : “Çalıştım, bir haftadan beri antrenman yapıyordum” dedi.

    Biraz sonra 300 metrelik mukavemet koşusu yapıldı. Bu koşuya beş atlet katıldı :
    Mübeccel Hanım, Yeliz Hanım, Nermin Hanım, Minnoş Hanım ve Mürüvvet Hanım

    Bu müsabakada birinciliği Mübeccel (Argun) Hanım iyi bir koşudan sonra kazandı. İkinciliği yine Nermin Tahsin Hanım aldı. Mübeccel Hanım hakiki bir sporcu idi. Ne gibi sporlarla meşgul olduğu sorulduğunda : “Çok eskiden koşardım, şimdi British School spor asistanıyım. Her spordan bir parça yaparım. Hokey oynarım. En ziyade istidadım hokey oynamaktadır” dedi.

    Atletizm Federasyonu Başkanı Unvan Bey’in verdiği madalyalardan başka “bütün idmancıların kalbinde hürmetle yaşayan idmancılar şeyhi Faik (Üstünidman) Hoca tarafından birinci gelenlere verilmek üzere gönderilen” ödüller de sporculara takdim edildi.

    Bugün belki de bir atletizm bayramı olarak kutlanması gereken bugün için dönemin gazeteleri şöyle yazmış : “Büyük bir haz ile kaydedeceğimiz nokta, 12 Şubat 926’nın Türk sporculuğu tarihinde sayılı ve kıymetli bir tarih olduğudur.”

    Ve küçük bir takılmayı da unutmamışlar:
    “Herhalde hanımlarımız arasında böyle müsabakalar yapılması hiç de fena değildir. Ancak hanımlarımız da gelecek koşularda spor pantolonlarını veyahut ayakkabılarını evde unutmamayı şimdiden hatırlatmayı da faydasız bulmuyoruz.”

    Mübeccel Argun, 26 Nisan 1982’de hayatını kaybetti. “Onu kim hatırlıyor?” diye sormayın. En azından spor camiasının hatırlamadığı kesin… Acıdır ki kulübü de onu uzun seneler evvel unuttu.


  • Şampiyon Atletimiz Mübeccel Argun

    Şampiyon Atletimiz Mübeccel Argun

    Türkiye’de kadınlar arasında ilk atletizm yarışları 12 Şubat 1926’da Kadıköy’de (o zamanlar hâlâ İttihat Spor Sahası olarak bilinen) Fenerbahçe Stadı‘nda yapıldı. Bu önemli güne dair dönemin gazetelerinde yazılanları derledik. Yanlış bilinen bazı hususları da düzelten bir çalışma oldu. Şampiyon atletimiz Mübeccel Argun nur içinde yatsın… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kadınlar Piste Çıkıyor

    Saat on buçuktan itibaren seyirciler gelmeye başlamışlardı. Genç hanımların koştuklarını görmek hususi bir zevk uyandıracağı için olacak ki şimdiye kadar hiçbir atletizm müsabakasında görülmeyen bir kalabalık vardı.

    Saat on bire doğru, sporcu hanımlar yanlarında Ömer Besim (Koşalay) Bey bulunduğu halde göründüler. Ömer Besim Bey, daha önce bu tip yarışlarda emsaline rastlanmamış kalabalığı görünce, yarı şaka, yarı ciddi “Anlaşıldı” dedi, “Bir daha atletizm müsabakaları tertip edildiği zaman mutlaka hanımların da teşrik edilmesi lazım!”

    Müsabaka kalabalığın gösterdiği alaka ve heyecanı tamamıyla tatmin edecek bir cereyan almakta gecikmedi. Zira birkaç günden beri koşuya iştirak edeceklerinden bahsedilen yirmi kadar hanımın soyunma odalarına girip de hazırlanmaları lazım geldiği zaman hanımlar arasında bir telaş, bir heyecan hasıl oldu. Oraya buraya dağıldıkları, ötede, beride heyecanlı heyecanlı koşuştukları görüldü. Anlaşılan hanımlardan bazıları spor eşyalarını evde unutmuşlardı.

    Bu arada Ömer Besim Bey de İttihat Kulübü’nün bir ucundan diğerine koşuyor, hanımları toplamaya ve müsabakaya sokmaya çalışıyordu. Bütün bu faaliyete rağmen, koşuya iştirak etmeleri lazım gelen yirmi hanımdan ancak yedisi meydana çıkabilmişti.

    Şampiyon Atletimiz Mübeccel Argun

    Haydi!

    İttihat Spor Kulübü’nün küçük binasının kapısından çıkan hanımlar fotoğrafçıların hücumuna maruz kaldılar. İkdam gazetesi muhabiri saha içinde ve hanımların etrafında gerek amatör, gerekse profesyonel on dört objektif saymıştı. Tribündekilerle beraber bu sayı yirmiyi geçiyordu. Besim Ömer Bey’in “Haydi?..”si sporcuları fotoğrafçılardan kurtardı. Hanımlar, meydana çıktılar, sıralandılar, herkes dikkatle bekliyordu.

    İki koşu yapılacaktı. Biri 60 metrelik sürat, diğeriyse 300 metrelik mukavemet koşusu…

    Sürat koşusuna üç atlet katıldı :
    Nermin Hanım, Emine Hanım ve Safiye Hanım.

    Şampiyon Atletimiz Mübeccel Argun

    İlk Yarış

    Unvan Bey’in el çırpmak suretiyle verdiği işareti müteakip üç hanım fırladılar. Başlangıçta birinciliği temin eden Nermin Tahsin Hanım altmış metre müsabakayı 11.10’da koşarak birinciliği muhafaza etti. Bir metre farkla Emine Hanım ikinciliği ve Safiye Hanım da üçüncülüğü kazandılar. Nermin Hanım’a niçin birinci geldiği sorulduğu zaman : “Çalıştım, bir haftadan beri antrenman yapıyordum” dedi.

    Biraz sonra 300 metrelik mukavemet koşusu yapıldı. Bu koşuya beş atlet katıldı :
    Mübeccel Hanım, Yeliz Hanım, Nermin Hanım, Minnoş Hanım ve Mürüvvet Hanım

    Şampiyon Atletimiz Mübeccel Argun
    Şampiyon Atletimiz Mübeccel Argun

    Şampiyon Fenerbahçeli

    Bu müsabakada birinciliği Mübeccel (Argun) Hanım iyi bir koşudan sonra kazandı. İkinciliği yine Nermin Tahsin Hanım aldı. Mübeccel Hanım hakiki bir sporcu idi. Ne gibi sporlarla meşgul olduğu sorulduğunda : “Çok eskiden koşardım, şimdi British School spor asistanıyım. Her spordan bir parça yaparım. Hokey oynarım. En ziyade istidadım hokey oynamaktadır” dedi.

    Atletizm Federasyonu Başkanı Unvan Bey’in verdiği madalyalardan başka “bütün idmancıların kalbinde hürmetle yaşayan idmancılar şeyhi Faik (Üstünidman) Hoca tarafından birinci gelenlere verilmek üzere gönderilen” ödüller de sporculara takdim edildi.

    Bugün belki de bir atletizm bayramı olarak kutlanması gereken bugün için dönemin gazeteleri şöyle yazmış : “Büyük bir haz ile kaydedeceğimiz nokta, 12 Şubat 926’nın Türk sporculuğu tarihinde sayılı ve kıymetli bir tarih olduğudur.”

    Ve küçük bir takılmayı da unutmamışlar:
    “Herhalde hanımlarımız arasında böyle müsabakalar yapılması hiç de fena değildir. Ancak hanımlarımız da gelecek koşularda spor pantolonlarını veyahut ayakkabılarını evde unutmamayı şimdiden hatırlatmayı da faydasız bulmuyoruz.”

    Şampiyon Atletimiz Mübeccel Argun

    Mübeccel Argun, 26 Nisan 1982’de hayatını kaybetti. “Onu kim hatırlıyor?” diye sormayın. En azından spor camiasının hatırlamadığı kesin… Acıdır ki kulübü de onu uzun seneler evvel unuttu.

    Şampiyon Atletimiz Mübeccel Argun