Kategori: Futbol

  • Taksim Stadı’nın Tribünleri ve Çim Hokeyi

    “İkisinin birbiriyle ne alakası var?” diyeceksiniz… Haklısınız… Fakat resimleri görünce, bu işlere biraz meraklıysanız, siz de büyüleneceksiniz.

    Basel Üniversitesi’nin “1920’lerde ve 1930’larda Türk ve Yugoslav Şehirlerinde Gündelik Yaşama Görsel Bir Yaklaşım” isimli projesinde, dört tane harika fotoğrafa denk geldik.

    Birinci fotoğraf, Cengiz Kahraman koleksiyonundan, 1925 senesinde çekilmiş bir çim hokeyi maçının resmi. Mekan Anadolu Hisarı olarak belirtilmiş.

    İkinci fotoğraf (yine Cengiz Kahraman’dan) bu defa Fenerbahçe Stadı’nın o müthiş binasını da kadraja almış. Yılın 1933 olduğu söyleniyor..

    Üçüncü ve dördüncü resimler ise bu defa Yapı Kredi Arşivi’nden… Fotoğrafları çeken ya Namık Görgüç ya da Selahattin Giz. Bunlar da 30 Kasım 1934 tarihinde oynanan ve 0-0 berabere sonuçlanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında, Taksim Stadı’nın tribünleri.

    Meraklıları muhteşem detaylarla baş başa bırakalım…

  • Kadri Göktulga’nın Futbol Hatıraları

    Çelebizade Sait Tevfik tarafından “Resimli Ay” dergisinde Fenerbahçeli sporcularla yapılan söyleşilere devam ediyoruz. 1921-1931 yılları arasında 64 resmî maçta forma giyen, Harington Kupası kahramanlarından Kadri Göktulga’nın Mart 1925 tarihinde verdiği röportaj için şöyle buyurun.

    * * * * * *

    Pek küçükten tanırım. Ekseri günler mektepten çıktıktan sonra daimi arkadaşlarından Nusret ve Bedri ile beraber Union Club’ın kalelerinde egzersizlerini yaparlardı. O vakitler Fenerbahçe Kulübü’nün küçük takımlarında oynuyorlar ve daha müptediliklerine rağmen takdir ediliyorlardı. Seneler geçtikçe birbirinden ayrılmayan bu üç oyuncudan biri olan Nusret Anadolu’ya gitti. Bedri ve Kadri ise evvela üçüncü ve pek az farkla ikinci takıma geçtikleri gibi, bu aylar zarfında birinci takıma da dahil oldular. Bedri muhacim hattında çalışırken, Kadri de muavin hattında geçilmez bir uzuv oldu ve bu sayede, pek genç bulunmasına rağmen, orada gösterdiği muvaffakıyet kendisini kulübünde müdafaa mevkiine yerleştirmeye sebep oldu. Şimdiki halde istikbali en parlak bir müdafi oyuncusudur. Birdenbire büyüyen ve aynı günlerde yükselen bu genç oyuncu kendi hatıratına şöyle başlıyor :

    “Pek küçükken sporun ne demek olduğunu bilmezdim. Sekiz, dokuz yaşında Kadıköy Sultanisi’nde bulunduğum zamanlar futbolu merak etmiştim. O zaman Kadıköy Sultanisi müdür ve muallimleri spora ehemmiyet verirlerdi. Her gün öğle teneffüsünde Haydarpaşa Çayırı’na çıkar ve takımlar teşkil ederek birbirimizle maçlar yapardık. O zamanlar mektebin en iyi oyuncuları meyanında bu senenin teferrüd eden idmancıları bulunurdu. Tabii biz çok küçük olduğumuzdan, ağabeylerimizin oyunlarını merakla seyretmekle iktifa ediyorduk.

    Yavaş yavaş her Cuma günleri Kadıköy Spor Kulübü’ne koşmaya başladık. Burası bize futbolun zevk ve şevkini tattırmıştı. Daha o zaman milli takım teşkilatı yoktu. Böyle olmakla beraber o zamanın genç oyuncuları bir çok hususatta daha ziyade ümit ve hevesle futbola çalışıyorlardı. Ben de sporun bu şubesinde yavaş yavaş göze çarpmaya başlıyordum. Mektep takımları arasında yaptığımız maçlarda benim de ismim etraftan “Yaşa” sedalarıyla kulağıma çarpmaya başlıyordu.

    Bu vaziyette birkaç sene daha çalıştıktan sonra ilk defa Fenerbahçe Kulübü’ne intisap ettim. Ve bu sevgili kulübe duhûlüm en tatlı günlerimi bildiriyordu. Bu suretle Fenerbahçe ikinci takımında bir sene müddetle oyun oynadım. O zamanlar etraftaki seyirciler benim pek iyi bir oyuncu olacağımı söylüyorlardı.

    1335 senesi lig maçları Kadıköy’de devam ederken, bir Cuma günü Vefa-Fenerbahçe ikinci takımları maçını icra ediyorduk. Ben o zamanlar pek iyi oynuyordum. Maçtan sonra pek muhterem kaptanım Zeki Bey, Bedri ile bana:

    – “Niçin ikinci takımda oynadınız? Öğleden sonra birinci takımda oynayacaktınız” dedi.

    Bir iki saat heyecanlı istirahatten sonra maç saati yaklaştı. Tekrar soyunarak arkadaşım Bedri ile beraber İttihat Spor Çayırı’na birinci takım ağabeyleri arasına yine beraber olarak dahil olduk. Birkaç dakika sonra da maç başlamıştı. Ben müdafi mevkiinde oynuyordum. O gün iki maç yapmamıza rağmen iki arkadaş da gayet muvaffakıyetle oynadık. Böylece birkaç maçta müdafi olarak oynatıldım. Fakat bundan sonraki maçlarda pek eski olan mevkiimi bırakarak kulüp tarafından sağ muavin olarak oynatılmaya başladım.

    Bu suretle birkaç sene asıl mevkiime pek yabancı kalmıştım. Sağ muavin mevkiinde birkaç sene daha oynadıktan sonra, İstanbul’un pek kıymetli ve muhterem oyuncusu Kamil Bey’in spor hayatından çekilmesiyle, yine kulüp tarafından onun yerine “müdafi” mevkiine geçirildim. Daha ilk maçta mevkimin oyuncusu olduğumu ispat ettim.

    Nihayet 1340 senesinde spor hayatımızda olimpiyat meseleleri mevzubahis olmaya başladı. Tabii bu havadis bütün sporcular arasında memnuniyeti mucip olmuştu. Herkes birbirleriyle rekabet ederek olimpiyada gitmek arzusundaydı. İşte benim de kulüp tarafından ismim federasyona verildi. Tabii seçme müsabakaları başlıyordu. İlk seçme müsabakasını yapmak üzere Eskişehir’e gittik. Orada birkaç maç yaptıktan sonra tekrar, seçme müsabakalarına devam etmek üzere Kadıköy Spor Çayırı’nda kurulan kampa dahil olduk. Her gün ve her dakikamız heyecanla geçiyordu. Antrenör Billy Hunter tarafından her gün idmanlarımıza devam ediyorduk. Ve her gün yapılan idmanlarda yavaş yavaş kendimi göstermeye başlıyordum. Biraz açıkça söylemek lazım gelirse, birkaç rakibi atlattıktan sonra mevkimi daha ziyade tersin etmiştim.

    Nihayet Avrupa’ya hareket zamanı yaklaştı. Fakat daha heyecanım ve düşüncem zail olmamıştı. Acaba hakiki müdafi olarak mı yoksa ihtiyat oyuncusu olarak mı gidiyordum? Arkadaşlarımın temin ettiğine ve benim de anladığıma göre takımda bir mevki kazanmıştım. Artık İstanbul’dan hareket günü gelmişti. Sabahleyin bütün istihzaratımızı kamil ederek arkadaşlarımın gözyaşları arasında İstanbul’u terk ediyordum. Beni taşıyan vapur spor muhiblerinin alkışları arasında yola devama başladı.

    Uzun bir yolculuktan sonra Paris’e vasıl olduk. Selim Sırrı Bey tarafından istasyonda istikbal edildik. Daha Paris’i göremeden Metropolitan ile Kolomb kamplarına vasıl olmuştuk. Kamp bir çok küçük kaleleri ihtiva ediyordu. İkişer kişi olmak üzere odalara ayrıldık. Büyük maça henüz on beş gün vardı. Bu on beş günü dahi idman ile geçirdik.

    Maçın arifesi akşamı reisimiz Ziya Bey tarafından salona davet edildik. Bütün oyuncular büyük bir heyecan içinde kıvranıyorduk. Ziya Bey bir mukaddimeden sonra hiçbir suretle itiraz edilmemek üzere takımı okumaya başladı. Beni sol muavin mevkinde okudular. O anda dehşetli bir darbe yediğimi anlayarak pek müteessir olmuştum. Son dakikaya kadar müdafi mevkiinde oynatıldığım halde bir gecede takım değiştirilmişti. Ve bu suretle pek meşru olarak takım yenilmişti.

    İşte bu darbe bütün ümitlerimi ve cesaretimi kırdı. Ertesi gün pek nevmid olarak maça çıktım. O gün müthiş bir talihsizlik olarak Çeklere mağlup olduk. Bu suretle ilk ayrılmadan ihraç edildikten sonra bütün takım azası serbest bir halde Paris’i gezmeye başladı. O muhteşem payitahtı bir müddet dolaştıktan sonra turneye çıkmak üzere Paris’i terk etmiştik.

    Bütün bu seyahat esnasında gördüğümüz maçlarda pek büyük istifadeler temin ettim. Ve mevkimin daha ziyade tekniğine dikkat ettim. Bütün bu turnelerde mevkimin üstadları olarak Uruguay’ı ve Çeklerin müdafilerini gördüm.Temmuz iptidalarında ise tekrar Paris’ten yola çıkıp, bir çok sıkıntılar çekerek sevgili İstanbul’a kavuştuk. Turne esnasında hakikaten bir çok haksızlık ve idaresizlik olmuştu. Fakat bunlar ilk defa yapılan muntazam teşkilat arasında nazar-ı müsamaha ile görülebilir.

    İstanbul’a vasıl olduktan sonra mevkime daha esaslı bir surette sarılarak çalışmaya başladım. Son zamanlarda federasyon tarafından tekrar imtihan ve turne meselesi çıktı. Ümit ederim bu sefer baştakilerin gadrine ve garezine uğramadan milletimi uzaklarda daha şerefle temsil edebilirim”

  • 7 Mayıs 1950… Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu

    Yukarıda dönemin görselleri eşliğinde dinleyeceğiniz ses kaydı, bundan tam 70 sene önce, biri tribünde, diğeri sahada Fenerbahçe’nin şampiyonluğu için çarpışan iki kişinin, geçtiğimiz yıllarda kayıt altına alınan bir telefon konuşması.

    Kadim ve eşine gerçekten az rastlanacak kadar tutkulu bir Fenerbahçe taraftarı olan Talat Sarıtaş, Fenerbahçe tarihinin en entelektüel sporcularından biri, hatta büyük ihtimalle birincisi olmakla birlikte, ömrü boyunca haksızlık karşısında bir milim büküldüğü görülmeyen rahmetli Halit Deringör ile Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu’nu konuşuyor.

    Ne olur, ne olmaz, YouTube linkini de “şöylebırakalım.


    Fenerbahçe , 1950’nin Mayıs ayında, o sezonki Milli Eğitim Kupası’nın (yani Milli Küme’nin) final niteliğindeki iki maçını oynamak üzere İzmir’e gitti.

    6 Mayıs 1950 tarihinde oynanan Göztepe maçını Ahmet Erol’un (3) ve Lefter Küçükandonyadis’in golleriyle kazanan Fenerbahçe, ertesi gün Altay’ın karşısına çıktı. Belirlenmiş averaj sistemine göre Fenerbahçe’nin şampiyon olmak için maçı 4-0 kazanması gerekiyordu. Bir gol yemesi halindeyse şampiyonluk için gereken skor 8-1 olacaktı.

    Son dakikada gelen golle şampiyonluğu kazandığımız maçın detaylarını (son satırlardan anlaşıldığı kadarıyla yazısını otelin telefonundan yazdıran muhabirin kalemiyle) Milliyet gazetesinden okuyalım.

    Milli Eğitim Müsabakalarına bugün Alsancak stadında devam olundu. Birinci maçta Vefa, Göztepe’yi 4-0 yendi.

    İkinci maça Fener şu kadro ile çıktı :
    Cihat, Müzdat, Hilmi, Samim, Kamil, Nusret, Erol, Lefter, Ahmet, Cemal, Halit

    Oyuna Fenerbahçe rüzgara karşı başladı.

    Sinirli bir hava içinde devam eden oyunda Fenerbahçe nisbî bir hakimiyet tesis etti ise de 40. dakikaya kadar gol olmadı.

    Bu arada Cihat iki tane çok mühim kurtarış yaptı.

    40. dakikada derinliğine bir pas alan Ahmet sol bir şutla ilk golü yaptı, devre de böylece 1-0 Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi.

    İkinci devrede rüzgarı arkasına alan Fenerbahçe gol adedini 4’e çıkartmak gayesiyle oyuna hızlı başladı.

    4. dakikada Samim, Altay kalesinin karışmasından istifadeederek, köşeden ikinci golü yaptı.

    8. dakikada da Ahmet üçüncü golü kaydetti.

    Bundan sonra da oyun çığrından çıktı

    Altay kalecisi yaralandı, yerine santrfor Bayram geçti.

    Altay gol yememeye uğraşıyor, Fenerbahçeliler ise bir gol daha atarak şampiyonluğu kazanmak için uğraşıyor. Her iki takım aynı durumda çalışıyor, Fenerbahçe mütemadiyen bastırıyor fakat netice alamıyor.. Bu arada Fener iki gol yaptıysa da ofsayttan durduruldu. Oyun sonlarına doğru Bayram da sakatlandığından yerine Mehmet geçti. Bu arada bir korner oldu. Halit’in çok güzel attığı kornere bütün oyuncular birden çıktı. Kamil’le Samim kaleye yüklendiler ve top Samim’in kafasıyla içeri girdi.

    Altaylılar bu gole itiraz ettilerse de hakem kararında ısrar etti ve Altaylılar da sahayı terk ettiler. Oyun da zaten bitmişti.

    Tribünlerde ve sahada bir hercümerçtir gidiyordu. Fenerbahçeliler yarım saat kadar soyunma odasında kaldılar. Oyuncular polis ve jandarma kordonu altında otobüse gidildiği sırada, bazı taşkın seyircilerin taarruzuna uğradılar; güçlükle otobüse binildi. Otobüs mütemadiyen taşlanıyordu. Otobüste bütün oyuncular yere yatmış bir haldeydi. Otobüsün kırılmadık camı kalmadı. Futbolcularla biz bu şekilde otele geldik. Otelin etrafını da halk sarmıştı. Polis ve jandarmanın müdahelesiyle zorla içeri girildi.

    Bu arbedede Halit kulağına isabet eden bir taşla yaralandı ve tedavi altına alındı. Otel sabaha kadar inzibat kuvvetlerinin muhafazası altında kalacak.

    Sporcular odalarında kapıları kilitli olarak oturmaktadırlar.

    8 Mayıs 1950 tarihli Milliyet gazetesinden
  • 7 Mayıs 1950

    7 Mayıs 1950

    Yukarıda dönemin görselleri eşliğinde dinleyeceğiniz ses kaydı, bundan tam 70 sene önce, biri tribünde, diğeri sahada Fenerbahçe’nin şampiyonluğu için çarpışan iki kişinin, geçtiğimiz yıllarda kayıt altına alınan bir telefon konuşması. Konu 7 Mayıs 1950.

    Kadim ve eşine gerçekten az rastlanacak kadar tutkulu bir Fenerbahçe taraftarı olan Talat Sarıtaş, Fenerbahçe tarihinin en entelektüel sporcularından biri, hatta büyük ihtimalle birincisi olmakla birlikte, ömrü boyunca haksızlık karşısında bir milim büküldüğü görülmeyen rahmetli Halit Deringör ile Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu’nu konuşuyor.

    Ne olur, ne olmaz, YouTube linkini de “şöylebırakalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    7 Mayıs 1950

    Fenerbahçe , 1950’nin Mayıs ayında, o sezonki Milli Eğitim Kupası’nın (yani Milli Küme’nin) final niteliğindeki iki maçını oynamak üzere İzmir’e gitti.

    6 Mayıs 1950 tarihinde oynanan Göztepe maçını Ahmet Erol’un (3) ve Lefter Küçükandonyadis’in golleriyle kazanan Fenerbahçe, ertesi gün Altay’ın karşısına çıktı. Belirlenmiş averaj sistemine göre Fenerbahçe’nin şampiyon olmak için maçı 4-0 kazanması gerekiyordu. Bir gol yemesi halindeyse şampiyonluk için gereken skor 8-1 olacaktı.

    Son dakikada gelen golle şampiyonluğu kazandığımız maçın detaylarını (son satırlardan anlaşıldığı kadarıyla yazısını otelin telefonundan yazdıran muhabirin kalemiyle) Milliyet gazetesinden okuyalım.

    Fenerbahçe Şampiyon

    Milli Eğitim Müsabakalarına bugün Alsancak stadında devam olundu. Birinci maçta Vefa, Göztepe’yi 4-0 yendi.

    İkinci maça Fener şu kadro ile çıktı :
    Cihat, Müzdat, Hilmi, Samim, Kamil, Nusret, Erol, Lefter, Ahmet, Cemal, Halit

    Oyuna Fenerbahçe rüzgara karşı başladı.

    Sinirli bir hava içinde devam eden oyunda Fenerbahçe nisbî bir hakimiyet tesis etti ise de 40. dakikaya kadar gol olmadı.

    Bu arada Cihat iki tane çok mühim kurtarış yaptı.

    40. dakikada derinliğine bir pas alan Ahmet sol bir şutla ilk golü yaptı, devre de böylece 1-0 Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi.

    İkinci devrede rüzgarı arkasına alan Fenerbahçe gol adedini 4’e çıkartmak gayesiyle oyuna hızlı başladı.

    4. dakikada Samim, Altay kalesinin karışmasından istifadeederek, köşeden ikinci golü yaptı.

    8. dakikada da Ahmet üçüncü golü kaydetti.

    Bundan sonra da oyun çığrından çıktı

    Altay kalecisi yaralandı, yerine santrfor Bayram geçti.

    Altay gol yememeye uğraşıyor, Fenerbahçeliler ise bir gol daha atarak şampiyonluğu kazanmak için uğraşıyor. Her iki takım aynı durumda çalışıyor, Fenerbahçe mütemadiyen bastırıyor fakat netice alamıyor.. Bu arada Fener iki gol yaptıysa da ofsayttan durduruldu. Oyun sonlarına doğru Bayram da sakatlandığından yerine Mehmet geçti. Bu arada bir korner oldu. Halit’in çok güzel attığı kornere bütün oyuncular birden çıktı. Kamil’le Samim kaleye yüklendiler ve top Samim’in kafasıyla içeri girdi.

    Altaylılar bu gole itiraz ettilerse de hakem kararında ısrar etti ve Altaylılar da sahayı terk ettiler. Oyun da zaten bitmişti.

    Tribünlerde ve sahada bir hercümerçtir gidiyordu. Fenerbahçeliler yarım saat kadar soyunma odasında kaldılar. Oyuncular polis ve jandarma kordonu altında otobüse gidildiği sırada, bazı taşkın seyircilerin taarruzuna uğradılar; güçlükle otobüse binildi. Otobüs mütemadiyen taşlanıyordu. Otobüste bütün oyuncular yere yatmış bir haldeydi. Otobüsün kırılmadık camı kalmadı. Futbolcularla biz bu şekilde otele geldik. Otelin etrafını da halk sarmıştı. Polis ve jandarmanın müdahelesiyle zorla içeri girildi.

    Bu arbedede Halit kulağına isabet eden bir taşla yaralandı ve tedavi altına alındı. Otel sabaha kadar inzibat kuvvetlerinin muhafazası altında kalacak.

    Sporcular odalarında kapıları kilitli olarak oturmaktadırlar.

    8 Mayıs 1950 tarihli Milliyet gazetesinden
  • Fenerbahçe’nin Kalecileri

    Fenerbahçe’nin Kalecileri

    Geçenlerde Facebook grubumuzun takipçilerinden İhsan Pekcan beyefendi, Fenerbahçe’nin tarihte forma giyen bütün kalecilerinin bir listesini sormuş. Hazırda yoktu ama kıymetli büyüğümüz Cem Ertuğrul’un 2007 basımı kitabından bu bilgiyi derledik. Haliyle 2007 sonrası yok ama onun haricinde kalan liste aşağıda… İzzet İsrael Benyakar ağabeyimizin uyarısıyla bunların “resmî” maçlar olduğunu da belirtelim. “Fenerbahçe futbol takımı en şanlı yıllarını, muhteşem kalecileri sayesinde yaşadı” desek, yeridir. İşte Fenerbahçe’nin kalecileri…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tarih Boyunca Fenerbahçe’nin Kalecileri

    Adı SoyadıTarih AralığıMaç
    Nuri Bey1909-19105
    Ali Sait Bey1910-191211
    Hulki Kutluk1911-19121
    Vahram Mateosyan1913-19142
    Karnik Arslanyan1913-191841
    Mr. Körner1917-19183
    Suat Keskin1919-192322
    Kenan Or1920-19225
    Şekip Kulaksızoğlu1921-192632
    Fevzi Bey19231
    Hamit Akbay1925-19272
    Fehmi Eriş1926-19273
    Nedim Kaleci1926-19315
    Hüsnü Teoman1928-19307
    Rıza Nemlioğlu1928-193127
    Natık As19312
    Hüsamettin Böke1932-1939105
    Safa Özyurt19332
    Bedii Yazıcı1934-193619
    Necdet Erdem1935-193825
    Mr. Manoleas19391
    Müfit Bey19391
    İrfan Denever1939-19402
    Cihat Arman1939-1951227
    Nuri Pekesen1940-194636
    Kadri Bey19411
    Murat Yağızer1941-19424
    Sabri Kiraz1943-194723
    Hüsnü Terzioğlu1946-194916
    Erdal Kocaçimen1947-195123
    Şalabi Levi1950-19515
    Selahattin Ünlü1952-195774
    Vural Akar19532
    Şükrü Ersoy1954-1962109
    Mehmet Çeçik1957-19585
    Özcan Arkoç1958-196290
    Turgut Yelmen19591
    Mehmet Ali Çiçek1961-19626
    Üner Zonguralp1961-196210
    Hazım Canıtez1962-1968154
    Ali Filibeli1962-196950
    Yılmaz Urul19666
    Vasile Radoviç1966-196724
    Yavuz Şimşek1967-1977161
    Rasim Erten19691
    Ilie Datcu1969-1974158
    Adil Eriç1973-197784
    Fuat Güngör1977-19799
    Radmilo Ivançeviç1977-197973
    Adem İbrahimoğlu1979-198176
    Fikret Karakadıoğlu1980-19813
    Nurettin Yıldız1981-199065
    Yaşar Duran1981-1991163
    Jivan Lukovcan1986-198867
    Murat Aydın1986-19884
    Can Barhan1987-198915
    Toni Schumacher1988-1991106
    Neşet Muharrem1989-19926
    Engin İpekoğlu1991-2000141
    Altay Dağdelen1992-19938
    Can Okuyucu1992-19932
    Kazım Konak19943
    Rüştü Reçber1994-2006371
    Murat Şahin1995-19998
    Fevzi Layiç1996-19979
    Oğuz Dağlaroğlu1999-200319
    Recep Biler2000-200420
    Robert Enke20031
    Cem Ertuğrul’un “Fenerbahçe’nin Tüm Maçları – 100 Yılda 4667 Maç” kitabından…
  • 5 Mayıs 1996… Avni Aker’de Şampiyonluk Dönemeci

    BİRİNCİ AN:
    61. dakika. Hami Mandıralı’nın vurduğu frikik ve topun ağlarla buluşma sesi.. Trabzonspor taraftarından “gol” haykırışının gelmesiyle eş zamanlı olarak, hem Fenerbahçe kalecisi Rüştü Reçber barajdaki takım arkadaşlarına kızıyor hem de maçın sunucusu İlker Yasin (belki de tribünlere inanıp) “gol” diye bağırıyor.

    Saha sisli puslu, kimse sahayı net göremiyor. Fenerbahçe’nin 55. dakikada Oğuz Çetin’le kazandığı beraberlik golünde de serbest vuruşu kullananı seçebilmek mümkün olmamış ve İlker Yasin (Elvir Boliç’i gösteren rejiye inanıp) golü atanı yanlış anons etmiş.

    Bir saniye sonra anlaşılıyor ki top yan ağlarda. Fenerbahçelilerin yüreklerinin ağızlarına geldiği an..

    İKİNCİ AN: 
    83. dakikanın başları. Çoğunluk gerek Rüştü Reçber’in spektaküler kurtarışlarından gerek maçın özet görüntülerinden dolayı, Hami Mandıralı’nın iki farklı köşenin doksanına gönderdiği sanat eseri frikikleri hatırlıyor. Ancak, asıl onlardan sonra Trabzonspor üç kez organize bir şekilde gelmiş Fenerbahçe kalesine: Birincisinde Ünal Karaman’ın, ikincisinde ise Şota Arveladze’nin pasında Orhan Çıkrıkçı golleri kaçırmış, üçüncüsünde ise Şota Arveladze..

    Trabzonspor 83. dakikada “tüm hatlarıyla” yüklenmiş görüntüsü veriyor. Sanki 1-1 yetmiyormuş gibi. Fenerbahçe ise savunma direncini korumaya çalışıyor. Sanki 1-1 yetiyormuş gibi.

    Maçın nasıl biteceğinin bilinmediği an..

    ÜÇÜNCÜ AN:
    83. dakikanın devamı. Şota Arveladze’nin kaçırdığı pozisyonda topu (dört sezon önce uğruna kavgalar verilmiş 10 numaralı formayı giyen) Saffet Akbaş ceza alanından uzaklaştırıyor. İlk yarıda Elvir Boliç’i başarıyla tutan Cengiz Atila stoper olmasına rağmen Fenerbahçe yarı sahasında gol arayanlardan. Oğuz Çetin’in presi karşısında topu kaptırıyor ve ayakta kalamıyor. Kaslar yorgun.

    Topu kapan o sezon transfer edilen gurbetçilerden Tayfun Korkut. Kontraya onunla birlikte süratle çıkanlar üç taze kan ve iki “beyin”: (Üç dakika önce Halil İbrahim Kara’nın yerine girmiş diğer gurbetçi) Erol Bulut, (65. dakikada Elvir Boliç’in yerine taze kuvvet olarak girmiş) Tarık Daşgün, (ilk 11 oyuncusu olmasına rağmen Parreira’nın taktiği icabı ikinci yarıda oyuna giren) Bülent Uygun ve diğer iki “Sakaryalı”, Oğuz Çetin ve Aykut Kocaman.

    Tayfun Korkut orta çizgiyi geçer geçmez pasını soldan depara çıkmış Erol Bulut’a atıyor. Tam o sırada Aykut Kocaman sağa doğru arka direğe çapraz koşusuna başlamış. Üç kez gol kralı olmuş Kocaman kokuyu almış belli ki. Tarık da sol tarafa doğru yanıltma koşusuna başlamış. İlker Yasin yine oyuna değil, topa bakıyor. Trabzonspor savunması gibi Aykut Kocaman’ı gözden kaçırmış, “Tarık top istiyor” diyor (gol vuruşu anında da “Kaleci, boş pozisyon” demeye devam edecek). Üç dakika önce oyuna giren Erol Bulut, müthiş deparının ardından, üzerine gelen Lemi Çelik’in “belini kıran” cinsten bir çalım atıyor. Lemi Çelik de yorgun. O da forvet hattı gibi gol aramış Fenerbahçe kalesinde. Ve Cengiz Atila gibi, olması gerektiği yerde değil.

    Lemi Çelik’in yerine kademeye giren Tolunay Kafkas Erol Bulut’un önünü kesebilir ama o da Tarık Daşgün’ün çapraz koşusuna aldanmış.. Artık Erol Bulut’un önü açılmış.. Ve depara kalktığı andan itibaren Aykut’un uzak kanattaki koşusunu takip ediyor. Ortası da adrese teslim. Aykut Kocaman’ın gol vuruşu da usta işi: Top yerde ikinci kez sekmeden kaleci Metin Mert’i ters köşeye yatıran sert plase..

    Maç bitmeden “bu iş bitti” denilen an..

    DÖRDÜNCÜ AN:
    Hakem Metin Tokat’ın bitiş düdüğünden tam 10 saniye sonra Trabzonspor tribünleri sevinç yumağı oluşturmuş Fenerbahçeli futbolcuları alkışlıyor.    

    Unutulmaması gereken an..

  • Avni Aker’de Şampiyonluk Dönemeci

    Avni Aker’de Şampiyonluk Dönemeci

    5 Mayıs 1996… Fenerbahçe tarihinin heyecanı dorukta noktalarından biri. Avni Aker’de şampiyonluk dönemeci dönülürken Türkiye’nin dört bir yanında Fenerbahçeliler yerlerinde duramıyordu. Tapfereritter yazdı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Birinci An

    61. dakika. Hami Mandıralı’nın vurduğu frikik ve topun ağlarla buluşma sesi.. Trabzonspor taraftarından “gol” haykırışının gelmesiyle eş zamanlı olarak, hem Fenerbahçe kalecisi Rüştü Reçber barajdaki takım arkadaşlarına kızıyor hem de maçın sunucusu İlker Yasin (belki de tribünlere inanıp) “gol” diye bağırıyor.

    Saha sisli puslu, kimse sahayı net göremiyor. Fenerbahçe’nin 55. dakikada Oğuz Çetin’le kazandığı beraberlik golünde de serbest vuruşu kullananı seçebilmek mümkün olmamış ve İlker Yasin (Elvir Boliç’i gösteren rejiye inanıp) golü atanı yanlış anons etmiş.

    Bir saniye sonra anlaşılıyor ki top yan ağlarda. Fenerbahçelilerin yüreklerinin ağızlarına geldiği an..

    İkinci An

    83. dakikanın başları. Çoğunluk gerek Rüştü Reçber’in spektaküler kurtarışlarından gerek maçın özet görüntülerinden dolayı, Hami Mandıralı’nın iki farklı köşenin doksanına gönderdiği sanat eseri frikikleri hatırlıyor. Ancak, asıl onlardan sonra Trabzonspor üç kez organize bir şekilde gelmiş Fenerbahçe kalesine: Birincisinde Ünal Karaman’ın, ikincisinde ise Şota Arveladze’nin pasında Orhan Çıkrıkçı golleri kaçırmış, üçüncüsünde ise Şota Arveladze..

    Trabzonspor 83. dakikada “tüm hatlarıyla” yüklenmiş görüntüsü veriyor. Sanki 1-1 yetmiyormuş gibi. Fenerbahçe ise savunma direncini korumaya çalışıyor. Sanki 1-1 yetiyormuş gibi.

    Maçın nasıl biteceğinin bilinmediği an..

    Üçüncü An

    83. dakikanın devamı. Şota Arveladze’nin kaçırdığı pozisyonda topu (dört sezon önce uğruna kavgalar verilmiş 10 numaralı formayı giyen) Saffet Akbaş ceza alanından uzaklaştırıyor. İlk yarıda Elvir Boliç’i başarıyla tutan Cengiz Atila stoper olmasına rağmen Fenerbahçe yarı sahasında gol arayanlardan. Oğuz Çetin’in presi karşısında topu kaptırıyor ve ayakta kalamıyor. Kaslar yorgun.

    Topu kapan o sezon transfer edilen gurbetçilerden Tayfun Korkut. Kontraya onunla birlikte süratle çıkanlar üç taze kan ve iki “beyin”: (Üç dakika önce Halil İbrahim Kara’nın yerine girmiş diğer gurbetçi) Erol Bulut, (65. dakikada Elvir Boliç’in yerine taze kuvvet olarak girmiş) Tarık Daşgün, (ilk 11 oyuncusu olmasına rağmen Parreira’nın taktiği icabı ikinci yarıda oyuna giren) Bülent Uygun ve diğer iki “Sakaryalı”, Oğuz Çetin ve Aykut Kocaman.

    Geliyor

    Tayfun Korkut orta çizgiyi geçer geçmez pasını soldan depara çıkmış Erol Bulut’a atıyor. Tam o sırada Aykut Kocaman sağa doğru arka direğe çapraz koşusuna başlamış. Üç kez gol kralı olmuş Kocaman kokuyu almış belli ki. Tarık da sol tarafa doğru yanıltma koşusuna başlamış. İlker Yasin yine oyuna değil, topa bakıyor. Trabzonspor savunması gibi Aykut Kocaman’ı gözden kaçırmış, “Tarık top istiyor” diyor (gol vuruşu anında da “Kaleci, boş pozisyon” demeye devam edecek). Üç dakika önce oyuna giren Erol Bulut, müthiş deparının ardından, üzerine gelen Lemi Çelik’in “belini kıran” cinsten bir çalım atıyor. Lemi Çelik de yorgun. O da forvet hattı gibi gol aramış Fenerbahçe kalesinde. Ve Cengiz Atila gibi, olması gerektiği yerde değil.

    Lemi Çelik’in yerine kademeye giren Tolunay Kafkas Erol Bulut’un önünü kesebilir ama o da Tarık Daşgün’ün çapraz koşusuna aldanmış.. Artık Erol Bulut’un önü açılmış.. Ve depara kalktığı andan itibaren Aykut’un uzak kanattaki koşusunu takip ediyor. Ortası da adrese teslim. Aykut Kocaman’ın gol vuruşu da usta işi: Top yerde ikinci kez sekmeden kaleci Metin Mert’i ters köşeye yatıran sert plase..

    Maç bitmeden “bu iş bitti” denilen an..

    Dördüncü An

    Hakem Metin Tokat’ın bitiş düdüğünden tam 10 saniye sonra Trabzonspor tribünleri sevinç yumağı oluşturmuş Fenerbahçeli futbolcuları alkışlıyor.    

    Unutulmaması gereken an..

    Avni Aker'de Şampiyonluk Dönemeci
    Avni Aker’de Şampiyonluk Dönemeci

  • Fenerbahçe Yenilmez. Bu Formayla Dalga Geçilmez

    4 Mayıs 1989 tarihli Milliyet gazetesinden…

    Sahalarda ender görülen hareketlerdi: Galatasaray kalecisi Zoran Simoviç üzerine yumuşak gelen topu göğsüyle istop etmiş ve ayağıyla sağ kanada doğru uzaklaştırmış, gelen topu Cevad Prekazi göğsüyle yumuşatıp röveşatayla uzaklaştırmış, ondan gelen topu da Mirsad Kovaçeviç (Türk vatandaşı adıyla Mirsad Güneş) yine göğsüyle yumuşatıp röveşatayla Fenerbahçe yarı sahasına göndermişti.

    Zaten skor da ender görülen cinstendi: O sezon Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale çıkan Galatasaray Türkiye Kupası (o sezonki adıyla Federasyon Kupası) çeyrek finalinin 3 Mayıs 1989’daki rövanşında ilk yarı 3-0 öndeydi. Galatasaray, Fenerbahçe’yi 1960’tan beri bir kez (26 Ağustos 1970’te sezon başı Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası’nda) 3-0 yenmişti. Fenerbahçe ise bu dönemde rakibini defalarca üçlemiş, dörtlemiş, beşlemiş ve altılamıştı.

    İki yabancılı ligimizin üç yabancılı Galatasaray’ı o sezon Fenerbahçe ve Beşiktaş arasındaki şampiyonluk yarışına havlu atmış, ancak Avrupa Kupalarında rövanşları çok iyi oynadığını göstermiş. Bu eşleşmenin ilk maçında da Fenerbahçe’nin 2-0’lık üstünlüğünü maç sonunda 2-2’yle bertaraf etmiş, ikinci maçta da 3-0’dan sonra röveşatalarla topu Fenerbahçe yarı sahasına göndererek “al biraz da sen oyna” demişti.

    İkinci yarı da Fenerbahçe aldı topu ve oynadı..

    4-3 biten maçta devre arasında olup bitenleri, Veselinoviç’in takımla konuşmasını muhtelif belgesellerde maçın kahramanları Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman ve Hasan Vezir’den dinledik.. Buradan sonrasını ise, (sakatlığından dolayı ilk yarıda aksayan Oğuz Çetin’in yerine) ikinci yarıda 14 numaralı formayla oyuna girerek Galatasaray kontra-ataklarına set çeken ve sinirlenen Prekazi’yi de kırmızı kartla oyundan attıran maçın “gizli kahraman”larından Taygun Erdem’in, İzzet Benyakar’ın yönettiği “Fenerbahçe Tarihi Kadroları” sayfasındaki anılarından okuyalım:

    Ömer Abi (Kaner) devre bitmeden “hazırlan, oyuna giriyorsun” dedi ve ben sahada ısınmaya başladım. Kimin çıkacağını, nereye gireceğimi düşünürken, bir anda maç başlamak üzere iken, Ömer Abi bir kez daha geldi ve ‘Ön libero oynuyorsun, yükleneceğimiz dakikalarda kontralarda orta sahada dikkatli ol, kuş uçurtma’ dediği anda Sadık Deda düdüğü çaldı ve 2. yarı başladı.

    Fenerbahçe’nin, Veselinoviç’in sahaya çıkan oyuncularına son anda dediği gibi, “ilk golü ilk beş dakikada atarsanız, beş olur”  cümlesinin (bir eksikle) hayata geçişi.. 47. dakika ve Taygun Erdem’le devam:

    Uzun bir top attım bizim sahadan sol kanada doğru. Döndü dolaştı, Aykut Hoca (Kocaman) harmanlayıp, Erhan Önal Abi’mi çalımlayıp, sol ayağıyla iğne deliğinden topu ağlara bıraktı. O goldeki taraftarın uğultusu bizi ateşledi. İnanın, ben [devre arasında] kimin çıktığını golden sonra anladım. Baktım herkes var, Ergin Abi’ye (Parlar) ‘kim çıktı ya’ diye sorduğumda, ‘Oğuz Abi (Çetin)’ cevabını alınca, ben ‘Ne, Oğuz Abi mi?’ dediğimi dün gibi hatırlıyorum (adalesi çekmiş ve çıkmış).

    Sonrasında ise İslam Çupi’nin tabiriyle “ikinci devre boyunca Galatasaray yarı sahasında şeytanın bolerosundan figürler yapan” Rıdvan Dilmen’in ve (Aykut Kocaman’ın gol kralı olduğu sezon) “Vezir” makamına Fenerbahçe formasıyla ulaşan Hasan Vezir başroldeler. Bu dakikaları ve Vezir’in skoru 3-3’e getiren (dikkatli izleyicilerin şimdiki Youtube görüntülerinde yakalayabilecekleri) golündeki an’a dikkat çeken Taygun Erdem’den devam:

    Daha sonra Rıdvan Abi sahne aldı. Soldan topu fulelerle ve çalımlarla getirip Hasan Abi’ye aktardı. O da Simoviç’in altından yuvarlayıverdi: 3-2.. Ben de orta sahada Prakazi’nin sarı kartlı olduğunu bildiğimden yakaladığım bir pozisyonda onu sinirlendirerek bana kafa atmasını sağladım.. İkinci sarıdan dışarı.. Sağ kanatta Hakan Tecimer-Ben-Rıdvan Abi bir üçgen yaptık. Daha sonra Rıdvan Abi’nin penaltı noktasına yaptığı ortaya Hasan Vezir Abi voleyi patlattı, şutun şiddetinden Cüneyt Abi (Tanman), Yusuf Abi (Altıntaş) korkudan sırtlarını dönmek zorunda kaldılar topa. Simoviç’in kafasının üstünden tavana: 3-3… ‘Allahım’ dedim, ‘bunu ne olur sonuçlandır, 1 gol daha atalım’ derken, 2. golün kopyası: 4-3. Rıdvan Abi-Hasan Vezir… Tarih itinayla yazılmıştı.

    Evet tarih itinayla yazılıyordu gerçekten. Ama hiçbir zafer, yüreği ağza getiren anlar olmadan lezzet kazanmaz. Skor 4-3 iken, Aykut Kocaman Veselinoviç’in kehanetini az daha yerine getiriyordu. Ancak, dördüncü golden sonra ekranlara ağlama görüntüsü gelen Simoviç klasını konuşturarak beşinci golü önlemiş, takımına son bir “can” daha vermişti. 10 kişi kalmış Galatasaray da “can havliyle” yüklendi. (Galatasaray’a göre) sağ kanattan akan Savaş Koç topu çaprazdan Fenerbahçe kalesine gönderdi. Topa son anda ayak koyan Müjdat Yetkiner’in müdahalesi Kaleci Schumacher’i kontrpiyede (ters ayakta) bıraktı. Dakika 90’dı. Ama Schumacher de iki Dünya Kupası finali apoletliydi. Dönemin renkli spor dergisi Gelişim Spor’un tabiriyle “sanki uzadı”. İlk yarının sonunda topu röveşatayla Fenerbahçe yarı sahasında gönderen Mirsad Güneş’in önünde kaptı. Kaptan, sadece golü değil, arkadaşlarının tüm emeğini kurtarmıştı. Kendisini tebrik etmek isteyen Taygun Erdem’e de “Çık, çık, maç devam, devam” demişti.

    Türk sporunun en büyük rekabetinin futboldaki 111 yılını ikiye bölsek, ilk yarısının (1909-1965) yıllarca konuşulan ve en sembolik değerdeki maçı, (herhalde) 14 Haziran 1959’da Fenerbahçe’nin ezeli rakibini 4-0 yenerek (şimdiki) Türkiye Ligi’ndeki ilk şampiyonluğu kazandığı karşılaşma olur. İkinci yarının en sembolik maçı da belki bu 4-3’lük karşılaşmadır. Bu maç bir kuşağa ümit vermiş, maç bitmeden Fenerbahçe’nin yenilmeyeceğini göstermiştir. Onun içindir ki Fenerbahçe bu zaferi 12 yıl sonra Gaziantepspor’a karşı tekrarlayabilmiştir. Onun içindir ki, “4-3’lük maç” dendiğinde “Hangisi?” diye sormak sadece Fenerbahçelilere ait bir ayrıcalıktır.

    Maçın sonunu yine Erdem’in anlatımıyla bağlayalım:

    Mesut Dizdar Baba (O dönemde Vali Özel Kalemiydi ve [Fenerbahçe] Yönetim Kurulu üyesiydi) bana ‘Sen gerçek Fenerbahçelisin oğlum, herkese nasip olmayacak bir maçta gizli kahramansın’ deyip, beni alnımdan öpmüştü. Ne para ne pul. Hayatımda ilk defa anlatıyor ve yazıyorum bu anları. O an benim en büyük mirasım.

  • Fenerbahçe Yenilmez

    Fenerbahçe Yenilmez

    Tarihe damgasını vuran cümleler vardır. İşte bu da onlardan biri… “Fenerbahçe yenilmez. Bu formayla dalga geçilmez”. Tapfereritter, 3 Mayıs 1989’u yazıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Unutulmaz Bir Gün

    Sahalarda ender görülen hareketlerdi: Galatasaray kalecisi Zoran Simoviç üzerine yumuşak gelen topu göğsüyle istop etmiş ve ayağıyla sağ kanada doğru uzaklaştırmış, gelen topu Cevad Prekazi göğsüyle yumuşatıp röveşatayla uzaklaştırmış, ondan gelen topu da Mirsad Kovaçeviç (Türk vatandaşı adıyla Mirsad Güneş) yine göğsüyle yumuşatıp röveşatayla Fenerbahçe yarı sahasına göndermişti.

    Zaten skor da ender görülen cinstendi: O sezon Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale çıkan Galatasaray Türkiye Kupası (o sezonki adıyla Federasyon Kupası) çeyrek finalinin 3 Mayıs 1989’daki rövanşında ilk yarı 3-0 öndeydi. Galatasaray, Fenerbahçe’yi 1960’tan beri bir kez (26 Ağustos 1970’te sezon başı Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası’nda) 3-0 yenmişti. Fenerbahçe ise bu dönemde rakibini defalarca üçlemiş, dörtlemiş, beşlemiş ve altılamıştı.

    İki yabancılı ligimizin üç yabancılı Galatasaray’ı o sezon Fenerbahçe ve Beşiktaş arasındaki şampiyonluk yarışına havlu atmış, ancak Avrupa Kupalarında rövanşları çok iyi oynadığını göstermiş. Bu eşleşmenin ilk maçında da Fenerbahçe’nin 2-0’lık üstünlüğünü maç sonunda 2-2’yle bertaraf etmiş, ikinci maçta da 3-0’dan sonra röveşatalarla topu Fenerbahçe yarı sahasına göndererek “al biraz da sen oyna” demişti.

    İkinci yarı da Fenerbahçe aldı topu ve oynadı..

    Taygun Erdem Anlatıyor

    4-3 biten maçta devre arasında olup bitenleri, Veselinoviç’in takımla konuşmasını muhtelif belgesellerde maçın kahramanları Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman ve Hasan Vezir’den dinledik.. Buradan sonrasını ise, (sakatlığından dolayı ilk yarıda aksayan Oğuz Çetin’in yerine) ikinci yarıda 14 numaralı formayla oyuna girerek Galatasaray kontra-ataklarına set çeken ve sinirlenen Prekazi’yi de kırmızı kartla oyundan attıran maçın “gizli kahraman”larından Taygun Erdem’in, İzzet Benyakar’ın yönettiği “Fenerbahçe Tarihi Kadroları” sayfasındaki anılarından okuyalım:

    Ömer Abi (Kaner) devre bitmeden “hazırlan, oyuna giriyorsun” dedi ve ben sahada ısınmaya başladım. Kimin çıkacağını, nereye gireceğimi düşünürken, bir anda maç başlamak üzere iken, Ömer Abi bir kez daha geldi ve ‘Ön libero oynuyorsun, yükleneceğimiz dakikalarda kontralarda orta sahada dikkatli ol, kuş uçurtma’ dediği anda Sadık Deda düdüğü çaldı ve 2. yarı başladı.

    Fenerbahçe’nin, Veselinoviç’in sahaya çıkan oyuncularına son anda dediği gibi, “ilk golü ilk beş dakikada atarsanız, beş olur”  cümlesinin (bir eksikle) hayata geçişi.. 47. dakika ve Taygun Erdem’le devam:

    Uzun bir top attım bizim sahadan sol kanada doğru. Döndü dolaştı, Aykut Hoca (Kocaman) harmanlayıp, Erhan Önal Abi’mi çalımlayıp, sol ayağıyla iğne deliğinden topu ağlara bıraktı. O goldeki taraftarın uğultusu bizi ateşledi. İnanın, ben [devre arasında] kimin çıktığını golden sonra anladım. Baktım herkes var, Ergin Abi’ye (Parlar) ‘kim çıktı ya’ diye sorduğumda, ‘Oğuz Abi (Çetin)’ cevabını alınca, ben ‘Ne, Oğuz Abi mi?’ dediğimi dün gibi hatırlıyorum (adalesi çekmiş ve çıkmış).

    Şeytanın Bolerosu

    Sonrasında ise İslam Çupi’nin tabiriyle “ikinci devre boyunca Galatasaray yarı sahasında şeytanın bolerosundan figürler yapan” Rıdvan Dilmen’in ve (Aykut Kocaman’ın gol kralı olduğu sezon) “Vezir” makamına Fenerbahçe formasıyla ulaşan Hasan Vezir başroldeler. Bu dakikaları ve Vezir’in skoru 3-3’e getiren (dikkatli izleyicilerin şimdiki Youtube görüntülerinde yakalayabilecekleri) golündeki an’a dikkat çeken Taygun Erdem’den devam:

    Daha sonra Rıdvan Abi sahne aldı. Soldan topu fulelerle ve çalımlarla getirip Hasan Abi’ye aktardı. O da Simoviç’in altından yuvarlayıverdi: 3-2.. Ben de orta sahada Prakazi’nin sarı kartlı olduğunu bildiğimden yakaladığım bir pozisyonda onu sinirlendirerek bana kafa atmasını sağladım.. İkinci sarıdan dışarı.. Sağ kanatta Hakan Tecimer-Ben-Rıdvan Abi bir üçgen yaptık. Daha sonra Rıdvan Abi’nin penaltı noktasına yaptığı ortaya Hasan Vezir Abi voleyi patlattı, şutun şiddetinden Cüneyt Abi (Tanman), Yusuf Abi (Altıntaş) korkudan sırtlarını dönmek zorunda kaldılar topa. Simoviç’in kafasının üstünden tavana: 3-3… ‘Allahım’ dedim, ‘bunu ne olur sonuçlandır, 1 gol daha atalım’ derken, 2. golün kopyası: 4-3. Rıdvan Abi-Hasan Vezir… Tarih itinayla yazılmıştı.

    Bir Tarih Yazılıyor

    Evet tarih itinayla yazılıyordu gerçekten. Ama hiçbir zafer, yüreği ağza getiren anlar olmadan lezzet kazanmaz. Skor 4-3 iken, Aykut Kocaman Veselinoviç’in kehanetini az daha yerine getiriyordu. Ancak, dördüncü golden sonra ekranlara ağlama görüntüsü gelen Simoviç klasını konuşturarak beşinci golü önlemiş, takımına son bir “can” daha vermişti. 10 kişi kalmış Galatasaray da “can havliyle” yüklendi. (Galatasaray’a göre) sağ kanattan akan Savaş Koç topu çaprazdan Fenerbahçe kalesine gönderdi. Topa son anda ayak koyan Müjdat Yetkiner’in müdahalesi Kaleci Schumacher’i kontrpiyede (ters ayakta) bıraktı. Dakika 90’dı. Ama Schumacher de iki Dünya Kupası finali apoletliydi. Dönemin renkli spor dergisi Gelişim Spor’un tabiriyle “sanki uzadı”. İlk yarının sonunda topu röveşatayla Fenerbahçe yarı sahasında gönderen Mirsad Güneş’in önünde kaptı. Kaptan, sadece golü değil, arkadaşlarının tüm emeğini kurtarmıştı. Kendisini tebrik etmek isteyen Taygun Erdem’e de “Çık, çık, maç devam, devam” demişti.

    Türk sporunun en büyük rekabetinin futboldaki 111 yılını ikiye bölsek, ilk yarısının (1909-1965) yıllarca konuşulan ve en sembolik değerdeki maçı, (herhalde) 14 Haziran 1959’da Fenerbahçe’nin ezeli rakibini 4-0 yenerek (şimdiki) Türkiye Ligi’ndeki ilk şampiyonluğu kazandığı karşılaşma olur. İkinci yarının en sembolik maçı da belki bu 4-3’lük karşılaşmadır. Bu maç bir kuşağa ümit vermiş, maç bitmeden Fenerbahçe’nin yenilmeyeceğini göstermiştir. Onun içindir ki Fenerbahçe bu zaferi 12 yıl sonra Gaziantepspor’a karşı tekrarlayabilmiştir. Onun içindir ki, “4-3’lük maç” dendiğinde “Hangisi?” diye sormak sadece Fenerbahçelilere ait bir ayrıcalıktır.

    Maçın sonunu yine Erdem’in anlatımıyla bağlayalım:

    Mesut Dizdar Baba (O dönemde Vali Özel Kalemiydi ve [Fenerbahçe] Yönetim Kurulu üyesiydi) bana ‘Sen gerçek Fenerbahçelisin oğlum, herkese nasip olmayacak bir maçta gizli kahramansın’ deyip, beni alnımdan öpmüştü. Ne para ne pul. Hayatımda ilk defa anlatıyor ve yazıyorum bu anları. O an benim en büyük mirasım.

  • 1 Mayıs 1966 : Türkiye’de Televizyondan Naklen Yayınlanan İlk Maç

    Bir ilk olur da, içinde Fenerbahçe olmaz mı? Boşuna dememiş İslam Çupi üstad “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz” diye.

    Son iki sezonun şampiyonu Fenerbahçe, 1965-66 sezonunda hız kesmiş ve Mayıs başladığında şampiyonluk yarışında değil. Ancak, mücadelesini renklerine yaraşır şekilde sürdürüyor ve Türkiye Kupası’nı hedefliyor. Ligde ise hiçbir şampiyonluk adayına boyun eğmiyor. Ve 1 Mayıs’ta da (bir hafta önce şampiyonluğu garantileyerek altı yıl aradan sonra tur atan) Beşiktaş karşısında..

    Prestij mücadelesini renklendiren bir unsur daha var: Mithatpaşa Stadı’nda (şimdiki İnönü) oynanan maç ilk kez televizyonda stattan naklen yayınlanıyor. Yayıncı kuruluş ise: İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu…

    Takip edebilenler ise, İstanbul’daki yaklaşık 3.000 televizyon alıcısı sahibi (ve tahminen komşuları).. İstanbul’un nüfusu 1966’da 2,5 milyondan az.

    İTÜ Televizyonu, daha önce Taşkışla binasının tepesine konulan tele-objektifle yine aynı stattaki milli (12 Kasım 1961’deki Türkiye-Sovyetler Birliği Dünya Kupası eleme maçı) ve yerel maçları (1 Ocak 1962’deki Fenerbahçe-Galatasaray maçı) “damdan” nakletmişti. Ancak, bu maçta ilk defa, yeni temin edilen televizyon kamerasıyla (Türk Philips Ticaret A.Ş. sağlıyor) stadyumun içinden gerçek yayın yapılacaktı. Maçın sunucusu ise bilinen bir isimdi: Halit Kıvanç.

    Türk radyoculuğunda devletin önderliği görülürken, televizyonda bir üniversitenin öncülüğü var. 1952’de İTÜ Televizyonu haftada bir gün düzenli yayına başlarken (açılışta da ilk konuşmayı spor dünyasının ünlü ismi Burhan Felek yaptı), yaygın televizyon yayıncılığına ise 1964’te TRT’nin kurulmasıyla geçilebilmişti. Ancak, İTÜ TV adeta bir televizyonculuk okulu olduğu gibi, TRT’nin ilk yayınları da İTÜ’den yapılmıştı.

    Maç 0-0 bitti. Maçı sunan Halit Kıvanç ise hem Türkiye’de bir ilk olmanın gururunu yaşıyordu hem de golsüz biten maçın burukluğunu:  

    Kıvanç’ın 1983’te anılarını topladığı “Gool diye diye” adlı kitabından:

    “Mithatpaşa’da oynanacak Fenerbahçe-Beşiktaş maçının sabahında gitmiştik stada… İstanbul Teknik Üniversite Televizyonu yöneticileri, tribüne yerleştirilen kameranın başında heyecanla hazırlıkları sürdürmüşlerdi. Ben de mikrofon başına geçmiş, ilk denemeleri yaparak maçın başlama saatini bekliyordum. Tarihi bir gün olduğu muhakkaktı. Spor tarihimizde de, yayın tarihimizde de önemli bir gündü. İlk kez bir futbol maçı televizyonla naklen yayınlanacaktı. Daha önceki denemelerde İTÜ-TV’nin kamerası uzaklarda bir binanın damına konmuş, oradan yayın yapılmıştı. Bu kez doğrudan doğruya stada yerleştirilen kamera ile gerçek TV naklen yayını başarılıyordu. Başarıldı da…

    Sporseverler, TV alıcısı olan az sayıdaki eve toplanmıştı. Meraktan bazısı bileti olduğu halde maça gitmemişti. ‘Bakalım televizyondan nasıl oluyor?’ diye… Ne yazık ki, onca sporsevere bir tek gol bile seyrettirememiştik. Bir tek gol anlatamamıştım ben de… Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın 90 dakikalık mücadelesi 0-0 kapanmıştı. Maçı sahada kazanan olmamıştı, ama saha dışında büyük kazanç, İTÜ-TV’nindi. Ülkemizde ilk kez bir maç naklen yayınlanmıştı, başarıyla yayınlanmıştı. Az kazanç mıydı bu?”

    Tapfereritter