Kategori: Futbol

  • 1 Mayıs 1966 : Türkiye’de Televizyondan Naklen Yayınlanan İlk Maç

    Bir ilk olur da, içinde Fenerbahçe olmaz mı? Boşuna dememiş İslam Çupi üstad “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz” diye.

    Son iki sezonun şampiyonu Fenerbahçe, 1965-66 sezonunda hız kesmiş ve Mayıs başladığında şampiyonluk yarışında değil. Ancak, mücadelesini renklerine yaraşır şekilde sürdürüyor ve Türkiye Kupası’nı hedefliyor. Ligde ise hiçbir şampiyonluk adayına boyun eğmiyor. Ve 1 Mayıs’ta da (bir hafta önce şampiyonluğu garantileyerek altı yıl aradan sonra tur atan) Beşiktaş karşısında..

    Prestij mücadelesini renklendiren bir unsur daha var: Mithatpaşa Stadı’nda (şimdiki İnönü) oynanan maç ilk kez televizyonda stattan naklen yayınlanıyor. Yayıncı kuruluş ise: İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu…

    Takip edebilenler ise, İstanbul’daki yaklaşık 3.000 televizyon alıcısı sahibi (ve tahminen komşuları).. İstanbul’un nüfusu 1966’da 2,5 milyondan az.

    İTÜ Televizyonu, daha önce Taşkışla binasının tepesine konulan tele-objektifle yine aynı stattaki milli (12 Kasım 1961’deki Türkiye-Sovyetler Birliği Dünya Kupası eleme maçı) ve yerel maçları (1 Ocak 1962’deki Fenerbahçe-Galatasaray maçı) “damdan” nakletmişti. Ancak, bu maçta ilk defa, yeni temin edilen televizyon kamerasıyla (Türk Philips Ticaret A.Ş. sağlıyor) stadyumun içinden gerçek yayın yapılacaktı. Maçın sunucusu ise bilinen bir isimdi: Halit Kıvanç.

    Türk radyoculuğunda devletin önderliği görülürken, televizyonda bir üniversitenin öncülüğü var. 1952’de İTÜ Televizyonu haftada bir gün düzenli yayına başlarken (açılışta da ilk konuşmayı spor dünyasının ünlü ismi Burhan Felek yaptı), yaygın televizyon yayıncılığına ise 1964’te TRT’nin kurulmasıyla geçilebilmişti. Ancak, İTÜ TV adeta bir televizyonculuk okulu olduğu gibi, TRT’nin ilk yayınları da İTÜ’den yapılmıştı.

    Maç 0-0 bitti. Maçı sunan Halit Kıvanç ise hem Türkiye’de bir ilk olmanın gururunu yaşıyordu hem de golsüz biten maçın burukluğunu:  

    Kıvanç’ın 1983’te anılarını topladığı “Gool diye diye” adlı kitabından:

    “Mithatpaşa’da oynanacak Fenerbahçe-Beşiktaş maçının sabahında gitmiştik stada… İstanbul Teknik Üniversite Televizyonu yöneticileri, tribüne yerleştirilen kameranın başında heyecanla hazırlıkları sürdürmüşlerdi. Ben de mikrofon başına geçmiş, ilk denemeleri yaparak maçın başlama saatini bekliyordum. Tarihi bir gün olduğu muhakkaktı. Spor tarihimizde de, yayın tarihimizde de önemli bir gündü. İlk kez bir futbol maçı televizyonla naklen yayınlanacaktı. Daha önceki denemelerde İTÜ-TV’nin kamerası uzaklarda bir binanın damına konmuş, oradan yayın yapılmıştı. Bu kez doğrudan doğruya stada yerleştirilen kamera ile gerçek TV naklen yayını başarılıyordu. Başarıldı da…

    Sporseverler, TV alıcısı olan az sayıdaki eve toplanmıştı. Meraktan bazısı bileti olduğu halde maça gitmemişti. ‘Bakalım televizyondan nasıl oluyor?’ diye… Ne yazık ki, onca sporsevere bir tek gol bile seyrettirememiştik. Bir tek gol anlatamamıştım ben de… Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın 90 dakikalık mücadelesi 0-0 kapanmıştı. Maçı sahada kazanan olmamıştı, ama saha dışında büyük kazanç, İTÜ-TV’nindi. Ülkemizde ilk kez bir maç naklen yayınlanmıştı, başarıyla yayınlanmıştı. Az kazanç mıydı bu?”

    Tapfereritter

  • Türk Halkını Fenerbahçe’ye Aşık Eden Takım

    Türk Halkını Fenerbahçe’ye Aşık Eden Takım

    İşgal yıllarında başarıdan başarıya koşarak “Türk’ün kalbi sende atar” cümlesini gerçek kılan ve Harington Kupası‘nı da kazanan meşhur Fenerbahçe takımı, 41 yıl sonra bir araya gelmiş ve bu güzel buluşmanın detayları 19 Nisan 1964 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanmış. O birbirinden müthiş Fenerbahçelileri okumak büyük keyif… Huzurlarınızda Türk halkını Fenerbahçe’ye aşık eden takım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Namağlup Şampiyon

    Şampiyonluk güzel şey… Yenilmeden şampiyonluk, daha da güzel… Ama hiç gol yemeden şampiyon olmak, hepsinden güzel…

    İşte bu “en güzel”e 41 yıl önce ulaşmış 10 bahtlı kişi, geçen hafta bir araya geldiler ve 41 yıl önceyi yeniden yaşadılar. Bunlar 1922-1923 mevsiminde İstanbul Şampiyonluğu’nu hiç yenilmeden, hiç gol yemeden kazanan, o günlerin “Harika Takım”ı Fenerbahçe’nin futbolcuları idiler.

    Evet, o günlerin gazeteleri bu takımı yazarken “mutad kadro” demekle yetinirler, teker teker isim yazmazlardı. Çünkü herkes bu “Harika On Bir”in değişmediğini bilirdi. Kalede Şekip, beklerde Hasan Kamil, Cafer, haflarda Kadri, İsmet, Fahir forvette de Sabih, Alaaddin, Zeki Rıza, Ömer, Bedri…

    Bu “on bir”den sadece biri rahatsızdı kutlama gecesinde… Böylece takım sahay sağ beki Hasan Kamil’den mahrum çıkmak zorunda kaldı.

    Fenerbahçeliler Cemiyeti’nin yıllık yemeğinde bir araya gelmek imkanını bulan 41 yıl öncenin şampiyonları Türk sporuna unutulmaz başarılarını armağan etmiş ama 41 yıl sonra kalpten gelen takdirle hatırlandıklarını görmek de onlar için gerçek armağan olmuştu.

    Fenerbahçeliler Cemiyeti’nin organizasyonu ile bir araya gelen bu “Harika Takım” elemanları, 41 yıl önce bir maça çıkıyormuşçasına heyecanlıydılar. Gecenin spikeri Halit Kıvanç, onları takdimden sonra mikrofona çağırmış ve 41 yıl önceyi anmalarına vesile yaratan sorular sormuştu.

    Harika Takım

    İşte Şekip Kulaksızoğlu “Gol yemeyen kaleci olmanın sırrı?” sorusuna verdiği cevapla herkesi hayrette bırakıyordu : “Ben aslında kaleci değildim ki… Takımın esas kalecisi Almanya’ya gidince, kaleye geç, dediler, geçtim. Tesadüf olacak, gol yemedim. Zaten topların çoğunu da elle değil, ayakla karşılardım”

    Sağ bek Hasan Kamil’e acil şifalar dilenirken, mikrofonda sol bel Cafer Çağatay görünüyordu : “Ben mi sert oynarmışım? Doğru… Biraz serttim. Ama ne yapabilirdim ki? Duydunuz. Kalecimiz tesadüfen kaleyi koruyordu. Rakipler bir de beni geçerse, ne olurdu halimiz?”

    Hepsi “Harika Takım” olmak başarısını “basit bir tesadüf”müş gibi, büyük bir tevazu ile anlatıyordu.

    Sağ haf Kadri Göktulga da “Yalnız sert değil kuvvetli imişsiniz de… Bir kavgada siz göründünüz mü, herkes dağılırmış” diyen Kıvanç’ın sorusuna “Bilmem” cevabını veriyordu, “Öyleydim herhalde…”

    Santrhaf İsmet Uluğ’un takımın en arkasında çıkış sebebinin “en çok alkış toplamak” amacına dayandığı o gece açıklanıyor Uluğ’un bokstaki başarıları da dinleniyordu.

    Sol haf Fahir Yeniçay ise, 41 yıl önceki gibi sakindi. Arkadaşları “Onun kadar sinirsiz, sakin oynayana rastlamadık” diyorlar, Yeniçay da asla sert oynamamış olmasını şöyle açıklıyordu : “Ben sahada 22 arkadaş birlikte spor yapıyoruz, diye düşünür ve hiç kimseyi rakip görmezdim”

    Golcüler

    Forvettekilerin bazısı 41 yıl önceden şikayet ediyordu. Mesela sağ açık Sabih Arca “Bütün topları Kaptan Zeki’ye verirdi. Biz gol atamazdık” diyordu. En büyük zevkinin de rakibin bacakları arasından top geçirmek olduğunu söylüyordu.

    Sağ iç meşhur Alâ (Alâaddin Baydar), bilhassa Galatasaray’a attığı golleri unutamadığını belirtiyordu. Önceleri zayıf olan sol ayağını da antrenör Billy Hunter sayesinde kuvvetlendirdiğini sözlerine ekliyordu.

    Zeki Rıza “Kaptan” olduğu için, arkadaşlarının sevgisiyle pasları ekseriya kendisine verdiklerini söylemiş ve Kıvanç’ın “Hiç gol fırsatı kaçırdınız mı?” sorusuna gülerek şöyle demişti : “Hayatta çok fırsat kaçırdım ama sahada hiç gol fırsatı kaçırmadım”

    Sol iç Ömer Tanyeri, kendisine “Beleşçi” denmesinin, beklenmez golleri atışından doğduğunu ifade ediyordu : “Koşarken top hep benim ayağıma çarpar, kaleye giriverirdi. Bir defa da top kafama çarpıp Galatasaray kalesine girmiş ve bu golle Kupa’yı kazanmıştık. Ne bileyim, top beni seviyordu işte..”

    Sol açık Bedri Gürsoy’un saha kenarındaki hanımlara bakmaktan ayağındaki topu kaçırdığı da, gene 41 yıl sonra ortaya çıkıyordu. Gürsoy : “Vallahi” diyordu “Şimdi Zeki Bey’i seyre gelirlerdi, ben de ondan faydalanırdım”

    Büyük Şampiyonlar

    41 yıl öncenin “Harika Takım” futbolcularına Muvaffak Menemencioğlu, Tevfik Taşçı, Sait Selahattin Cihanoğlu ve Doğan Aka madalya takıyorlar. “Kaptan” Zeki Rıza Sporel de takımı adına o günkü idareci ağabeylerine mukabil madalya veriyordu.

    Ve “Büyük Şampiyonlar” ortadan çekilirken, 41 yıl öncekinden de çok alkışlanıyorlardı. Türk futbol tarihinin altın sayfasında yer alan bu isimler, daha nice 41 yıllar unutulmayacaklardı.

    19 Nisan 1964 – Milliyet / Türk Halkını Fenerbahçe’ye Aşık Eden Takım

  • Hasan Kamil Sporel’in Amerika’yı Fethi

    Fenerbahçe tarihine damga vuran isimlerden olan ve dün de vefat yıl dönümü dolayısıyla kulübümüzün bir anma yayınladığı Hasan Kamil Sporel, Galatasaray’a gol atan ilk futbolcumuzdu. İşgal dönemlerinde formamızı giydi; Harington Kupası maçında oynadı. Ve yıllar sonra Fenerbahçe Başkanlığı yaptı… 6 Kasım 1335 (1919) tarihli Spor Alemi dergisinde bu müthiş isme dair, başlığı “Amerika’da Türk İdmancılarımız” olan bir haber vardı. Aynen buraya alalım istedik.

    “Keyifli okumalar” demeden önce bir “elden ele” soralım; yukarıdaki takımı tanıyan var mı acaba? Hasan Kamil’in oynadığı “Güney Michigan” takımı imiş. X işaretli Hasan Kamil diyor ama X gözükmüyor. Muhtemelen oturanlar arasında soldan ikinci…

    * * * * * *

    Fenerbahçe Kulübü’nün en mühim oyuncusu olan Hasan Kamil Bey, Balkan Harbi sıralarında arkadaşı Kemal Bey ile buradan müfarakat ettiği malûm olmuş bir keyfiyetti. (Kemal Bey’den de gelecek nüshada resimleriyle birlikte bahsedilecektir). Kendileri uzun yolculuğu müteakip Amerika’ya vasıl olmuşlardı. Aynı şehirde şimdi elektrik tahsilinde bulunuyorlardı.

    Kamil Bey burada bulunduğu sıralarda futboldaki maharetini seyircilerin bile takdirini celp ediyordu. Şimdi ise elimize gelen mektupları ve resimleriyle Amerika’da da mühim bir mevki işgal ettiği anlaşılıyor. Amerika spordan en ileri giden milletlerden birisi olduğundan aramızdan ayrılan bir kardeşimizin oradaki şampiyon takımlara kadar terakki ederek oynaması her halde Türk idmancıları için iftihar olunacak bir hadisedir. Sırf Amerikalı olan o şampiyon takım arasında yalnız bir Kamil vardır. Bunun için şampiyon takım ile kendisinin resimlerini bu nüshaya derç ediyoruz.

    Burada üç idmancı biraderi bulunuyor. Hepsi de sporcudur. Büyükleri Mesut Bey esarette. Bunun küçüğü Zeki Bey Türk oyuncuları içinde futbol, hokey, teniste simalardan olup, Fenerbahçe birinci takım kaptanı bulunuyor. Diğeri Arif Bey de futbol ve denizcilikte çalışıyor. Şimdi Fenerbahçe ikinci takımı oyuncularındandır.

  • Hasan Kamil Sporel Amerika’da

    Hasan Kamil Sporel Amerika’da

    Fenerbahçe tarihine damga vuran isimlerden olan ve dün de vefat yıl dönümü dolayısıyla kulübümüzün bir anma yayınladığı Hasan Kamil Sporel, Galatasaray’a gol atan ilk futbolcumuzdu. İşgal dönemlerinde formamızı giydi; Harington Kupası maçında oynadı. Ve yıllar sonra Fenerbahçe Başkanlığı (*) yaptı… 6 Kasım 1335 (1919) tarihli Spor Alemi dergisinde bu müthiş isme dair, başlığı “Amerika’da Türk İdmancılarımız” olan bir haber vardı. Aynen buraya alalım istedik. Ayrıca “Hasan Kamil Sporel Amerika’da” başlığını pek yakında müstakil bir eser olarak da göreceksiniz. :)

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Amerika’da Türk İdmancılarımız

    Fenerbahçe Kulübü’nün en mühim oyuncusu olan Hasan Kamil Bey, Balkan Harbi sıralarında arkadaşı Kemal Bey ile buradan müfarakat ettiği malûm olmuş bir keyfiyetti. (Kemal Bey’den de gelecek nüshada resimleriyle birlikte bahsedilecektir). Kendileri uzun yolculuğu müteakip Amerika’ya vasıl olmuşlardı. Aynı şehirde şimdi elektrik tahsilinde bulunuyorlardı.

    Kamil Bey burada bulunduğu sıralarda futboldaki maharetini seyircilerin bile takdirini celp ediyordu. Şimdi ise elimize gelen mektupları ve resimleriyle Amerika’da da mühim bir mevki işgal ettiği anlaşılıyor. Amerika spordan en ileri giden milletlerden birisi olduğundan aramızdan ayrılan bir kardeşimizin oradaki şampiyon takımlara kadar terakki ederek oynaması her halde Türk idmancıları için iftihar olunacak bir hadisedir. Sırf Amerikalı olan o şampiyon takım arasında yalnız bir Kamil vardır. Bunun için şampiyon takım ile kendisinin resimlerini bu nüshaya derç ediyoruz.

    Burada üç idmancı biraderi bulunuyor. Hepsi de sporcudur. Büyükleri Mesut Bey esarette. Bunun küçüğü Zeki Bey Türk oyuncuları içinde futbol, hokey, teniste simalardan olup, Fenerbahçe birinci takım kaptanı bulunuyor. Diğeri Arif Bey de futbol ve denizcilikte çalışıyor. Şimdi Fenerbahçe ikinci takımı oyuncularındandır.


    (*) Hasan Kamil Sporel’in Fenerbahçe başkanlığı macerası, 29 Haziran 1960 kongresinde başladı ve 495 gün sonra, 3 Kasım 1961’de sağlık sebepleriyle bu görevden istifa edişiyle son buldu.

  • Şaheserler Yaratan Fenerbahçeli, Münir Nurettin Selçuk

    Bugün 27 Nisan, bir müthiş Fenerbahçelinin, Münir Nurettin Selçuk’un vefat yıl dönümü… Mustafa Kemal Paşa’nın Fenerbahçe’yi ziyaretinde bizzat orada olan ve bu hatırasına sitemizde yer verdiğimiz o olağanüstü insanı, fotoğraflar ve anılar eşliğinde yâdedelim istedik.

    Yukarıdaki evrak kendisinin Fenerbahçe üye kaydını gösteren kimlik belgesi. Sevgili Barış Kenaroğlu transkripsiyonu yaptı. Yoğurtçu Caddesi’nde oturan, 15 yaşındaki talebenin fotoğrafının altında “Hüviyeti balada muharrer Münir Bey’in kulübümüz azasından olduğu tasdik olunur” yazıyor.

    Kısa bir süre sonra Münir Nurettin’i Fenerbahçe ikinci takımında görüyoruz. Alaaddin Baydar, Şekip Kulaksızoğlu ve Çelebizade Sait Tevfik gibi meşhur isimlerin de bulunduğu bu fotoğrafta en alt sırada soldan ikinci kendisi.

    Aşağıda ise önce Bedri Gürsoy’un kendisi hakkında yazdıkları, son olarak da Sait Selahattin Cihanoğlu ile beraber meşhur Kuşdili Lokali’nde çekilmiş bir fotoğrafları göreceksiniz.

    “Fenerbahçe’yi sevmezse gönül, aşkı ne anlar?” diyerek bir kez daha, nur içinde yat üstat…

    Söz Bedri Gürsoy’da…

    “Maçlarda pek enerjik değildi. Sol ayağı zayıftı. Deplasmanı yoktu. Kafa vuruşları noksandı. Hele sıkı gelen toplara kabil değil kafa ile vurmazdı. Bunun sebebini soranlara şu esprili cevabı verirdi :

    “Sert gelen toplara kafa vurmanın iki mahzuru ve benim için tehlikesi vardır. Bir kere tabiidir ki, sıkı sademe ile dimağ sarsılır, dolayısıyla hançerem titrer, oradaki ses tellerim bozulabilir. Sonra da sıkı gelen şutlara kafa vuruşu yapılırsa insanın saçları çabuk dökülürmüş”

    Bugün Münir Nurettin’in sesinin hiç bozulmadığına ve hâlâ başında parlak siyah saçlarının mevcut olduğuna bakılırsa bu kanaatinde, bu eski sporcumuzun tamamıyla hakkı varmış.

    Münir Nurettin kulübünü çok severdi ve bugün de çok sever. Koyu ve candan bir Fenerbahçelidir. Eski kulüp arkadaşlarına karşı sarsılmaz bir samimiyet ve muhabbet gösterir.

    Münir Nurettin Fenerbahçeli olduğu için daima iftihar eder. Fenerbahçeliler Münir Nurettin Fenerbahçeli olduğu için övünürler. Halk da bu kıymetli musiki sanatkarımızın aynı zamanda sporcu olduğunu öğrenerek onu bir kat daha takdir etsin.”

  • Şaheserler Yaratan Fenerbahçeli

    Şaheserler Yaratan Fenerbahçeli

    Bugün 27 Nisan, bir müthiş Fenerbahçelinin, Münir Nurettin Selçuk’un vefat yıl dönümü… Mustafa Kemal Paşa’nın Fenerbahçe’yi ziyaretinde bizzat orada olan ve bu hatırasına sitemizde yer verdiğimiz o olağanüstü insanı, fotoğraflar ve anılar eşliğinde yâdedelim istedik. Şaheserler yaratan Fenerbahçeli sıfatı nasıl da yakışıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yukarıdaki evrak kendisinin Fenerbahçe üye kaydını gösteren kimlik belgesi. Sevgili Barış Kenaroğlu transkripsiyonu yaptı. Yoğurtçu Caddesi’nde oturan, 15 yaşındaki talebenin fotoğrafının altında “Hüviyeti balada muharrer Münir Bey’in kulübümüz azasından olduğu tasdik olunur” yazıyor.

    Kısa bir süre sonra Münir Nurettin’i Fenerbahçe ikinci takımında görüyoruz. Alaaddin Baydar, Şekip Kulaksızoğlu ve Çelebizade Sait Tevfik gibi meşhur isimlerin de bulunduğu bu fotoğrafta en alt sırada soldan ikinci kendisi.

    Şaheserler Yaratan Fenerbahçeli

    Aşağıda ise önce Bedri Gürsoy’un kendisi hakkında yazdıkları, son olarak da Sait Selahattin Cihanoğlu ile beraber meşhur Kuşdili Lokali’nde çekilmiş bir fotoğrafları göreceksiniz.

    “Fenerbahçe’yi sevmezse gönül, aşkı ne anlar?” diyerek bir kez daha, nur içinde yat üstat…

    Bedri Gürsoy Anlatıyor

    “Maçlarda pek enerjik değildi. Sol ayağı zayıftı. Deplasmanı yoktu. Kafa vuruşları noksandı. Hele sıkı gelen toplara kabil değil kafa ile vurmazdı. Bunun sebebini soranlara şu esprili cevabı verirdi :

    “Sert gelen toplara kafa vurmanın iki mahzuru ve benim için tehlikesi vardır. Bir kere tabiidir ki, sıkı sademe ile dimağ sarsılır, dolayısıyla hançerem titrer, oradaki ses tellerim bozulabilir. Sonra da sıkı gelen şutlara kafa vuruşu yapılırsa insanın saçları çabuk dökülürmüş”

    Bugün Münir Nurettin’in sesinin hiç bozulmadığına ve hâlâ başında parlak siyah saçlarının mevcut olduğuna bakılırsa bu kanaatinde, bu eski sporcumuzun tamamıyla hakkı varmış.

    Münir Nurettin kulübünü çok severdi ve bugün de çok sever. Koyu ve candan bir Fenerbahçelidir. Eski kulüp arkadaşlarına karşı sarsılmaz bir samimiyet ve muhabbet gösterir.

    Münir Nurettin Fenerbahçeli olduğu için daima iftihar eder. Fenerbahçeliler Münir Nurettin Fenerbahçeli olduğu için övünürler. Halk da bu kıymetli musiki sanatkarımızın aynı zamanda sporcu olduğunu öğrenerek onu bir kat daha takdir etsin.”

    Şaheserler Yaratan Fenerbahçeli
    Şaheserler Yaratan Fenerbahçeli

  • Tahtaperde Aleko ve Galip’in Son Gecesi

    Tahtaperde Aleko ve Galip’in Son Gecesi

    Türkiye’de futbolun kuruluş yıllarından meşhur bir ismi konuk ediyoruz bu kez… Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, sağ olsun, Tahtaperde Aleko’nun bir söyleşisini göndermiş. Bize de aktarmak kaldı. İçindeki güzel hatıralar bir yana, meğerse (Midilli eşrafının aile tanışıklığından ötürü olacak) Aleko, Fenerbahçe’nin efsane ismi Galip Kulaksızoğlu ile çok iyi arkadaşmış ve hatta Galip Bey ölmeden önceki gece birlikte bir-iki kadeh bir şeyler içmişler… Huzurlarınızda Tahtaperde Aleko ve Galip’in son gecesi. Her ikisi de nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tahtaperde Aleko

    – Kafa koçanı mı, dedi. Geçenlerde kömür kağıdı ile birlikte kaybettim! Bir bakarsan iyi oldu! Artık benim ne işime yarayacak! 1905 yıllarında ilk takım arkadaşlarım 27 kişi idi. Bugün onlardan yaşayan üç kişi var : Biri ben, Tahtaperde Aleko, diğeri, İngiltere’de Toto, Yunanistan’da Kimon. Eh üçümüz de artık antika sayılırız. Yaşımı vallahi billahi bilemeyeceğim.

    Bir süre parmaklarıyla hesaplar gibi yaptı. O sırada, kızı Panayota hemen söze karıştı :

    – Baba, 84 yaşındasın şimdi!

    Aleko gülerek, sakin bir sesle devam etti :

    – Biliyorum. 1296 yılında (1880) Midilli’de doğdum, diyeceksin. Biliyorum be, ama hatırlamak işime gelmiyor…

    – Bu Tahtaperde adını nasıl aldınız?

    – Bir futbol hastası Musevî gencinin azizliği oldu. Gene o tarihlerde, İngilizlerin bir küçük harp gemisi gelirdi buralara… Bahriyeliler ilk defa meşin topu getirdikleri için, bizimle eni konu ahbaptırlar. Her gelişlerinde hemen takımlarını getirirler, çıkardık Fenerbahçe çayırına… İngilizlerin zehir gibi bir sol açıkları vardı. Fakat, bütün akınları gelip, benim önüme kesilirdi. Bir türlü geçemezdi beni! Gene bir maçta idi. Akınlar kesilince, sol açık çılgına dönmüş, tepinip duruyordu. Bu sırada, sahanın kenarında bir Musevî genci birden bağırdı : “Geçemezsin onu, bak çekmiş tahta perdesini… Tahtaperde Aleko… Tahtaperde Aleko…”

    İşte o günden sonra bu isim, yafta gibi yapıştı bize. Bir daha da çıkmadı. Elli yıldır yukarı gitsem, Tahtaperde Aleko, aşağı gitsem, Tahtaperde Aleko, diye çağırırlar beni…

    Türkiye’nin İlk Futbolcuları

    – Futbolu kaç yıl oynadınız? İlk golünüzü hatırlar mısınız?

    – İlk zamanlarda Moda Kulübü, Elpis takımları vardı. Sonra bunlar çoğaldı. Ben, Moda Kulübü’nde sağ bek oynuyordum. Hatırımda kaldığına göre, yukarıda soyadı aldığım maçtı. İngilizlerin o su gibi akan sarı delikanlısı, gelip gelip şutları çekiyor ama bir türlü gol olmuyordu. Maç sonlarına doğru, bir ara bizimkilerin bir akını oldu. Ben, santra yerine kadar gelmiştim. Birden, top bizim akıncının ayağından alındı. Bir şutla bana kadar geldi. Biraz sürüp körlemeden bir vurdum. Nasıl vurdum, ben de bilmiyorum. Ama, birden seyirciler tarafından bir “Goooolll!” sesidir geldi. Bir de baktım, fesler havada uçuyordu. Bu, benim bek olduğum halde, attığım ilk golüm oldu. 40 yıl var, oynadım bu mereti… Günde 10 altın kazandığım olurdu.

    “Tahtaperde, maç var, gel!” diye bir haber saldılar mı, ne altın, ne iş, soluğu sahada alırdım. Böylesine severdim meşin topu… Futbolu bizler getirdik ama, şimdi başkaları parsayı topluyor. Biz para almadık, üstelik para verdik!… Ömür verdik ve oğlum!… Ben, bek yerinden vurduğum zaman top, sahayı aşar, Papazın Bağı’na düşerdi (tahminen 100-110 metre). Böyle oynardık. Futbolda marifet, müdafaa oyuncusunun, rakip forların ayağından, zekasını ve hünerini kullanıp, topu çalabilmesidir!

    Maçlara hazırlanışlarını şöylece anlattı :

    – Bu sıralarda bekardım. Takım arkadaşlarımdan Hasan, Hüseyin adında iki kıymetli for vardı. Onları daha bazılarını alıp, eve getirir, çilingir sofrasını kurar, hem tek tek atar, hem de ertesi günü birlikte çıkacağımız maç için, İngilizlere karşı oyun şekli hazırladık!

    Hey gidi Galip!

    – Oyun arkadaşlarınızdan en çok kimi severdiniz?

    Gözleri birden perdelendi. 84 yaşına basmış bu koca ihtiyar, anlatılması güç bir dostluğa bağlılıkla, bir yandan ağlıyor, bir yandan anlatıyordu :

    – Bir Galip beyimiz vardı. Senelerce Fenerbahçe’ye takım kaptanlığı yapmıştır. Mertti, cömertti, Her şeyini kulübüne verenlerdendi. Son akşamı, onunla bir-iki çakıştırmıştık. Sonra gitti. O gidiş! Ölüm haberini aldığım zaman, bana bıçak soksalardı, kan çıkmazdı…

    Bundan 20 yıl evvel, onu son defa bir oyuna çağırmışlar. Fenerbahçe Stadı’na gitmiş. Kendisine forma ve futbol donu vermişler. “Yok” demiş. “Bu yaştan sonra bacaklarımı gösterip, meşin topla aramı bozamam! Şöyle bir-iki vurup, kurdumu dökeyim yeter!…”

    Baldızı İzmaro, Tahtaperde Aleko’nun sevdiği yemekler için bakınız ne diyor:

    – Ah efendim, hâlâ ete, pilava bayılıyor. Sebzeyi yediği zaman, kendimi doymuş saymıyor. 4 yumurtayı bir akşam yemeğinde yer. Bir bir yumurta yesek, ancak setliçle kendimizi kurtarıyoruz!…

    Onun, spor hayatı dışında avcılığı, balıkçılığı vardı. Onun sepetinde İstanbul’un en nadide ıstakozları bulunurdu. Bir avcılık hikayesini anlatırlar. Meşhur Avcı Sait, Fenerbahçeli Galip, Aleko ava giderler. Bir sülün çıkar. Aleko ateşler. Sülün tepeaşağı gelir. Galip bağırır : “Yaşa Sait!”. Aleko kızar, göğsüne vura vura : “Ne Said’i be! Aleko yok mu burada!…”

    Tahtaperde Aleko’nun yanlış teşhis yüzünden 19 yaşında ölen bir oğlunun yası ona hayatı zehir etmiş. Bu konuda şöyle diyor :

    – Onun ölümünden sonra neşem gitti. Hayatı bıraktım. Ne yapalım ki, hayat hâlâ bizi bırakmadı. Bakalım, sevdiklerimize ne zaman kavuşacağız.


    Yazıya Dair

    Röportaj : Necdet Erdem – T.E.
    Fotoğraflar : Tamer Güvenç

    En Üstte : Aleko’nun da aralarında bek oynadığı 1905’deki Elpis Kulübü’nün futbol takımını gösteriyor. Takım durumuna göre kaleci Yorgo, sağ bek Aleko (Tahtaperde), sol bek Mihal, İdareci Yorgo (giyimli), saf haf Kiryako, santrhaf Papazınoğlu, sol haf Boyacı Niko, sağ açık İstefo, saç iç Todori, santrfor Yorgo, sol iç Vasil (sağ ve Yunanistan’da), sağ açık Yorgi Lagopolos’u göstermektedir.

    Küçük Fotoğraf : Tahtaperde Aleko

    Sol Altta : Aleko 84’lük ama, gönlü taptazedir. Bütün ev halkı hizmetinde vazife alır. Baldızı kravatını düzeltirse, kızı kol düğmelerini takar. Onu, ömründe bir kere olsun traşsız gören olmamış!…

    Sağ Altta : Zaman olur, yaş ilerler, top oynanmaz, maça gidilmez olur!… İşte, o devir için, Aleko : “Benim gibi yapınız, diyor. Radyonun başına oturun. Dinler, bağırır, kurdunuzu dökersiniz…”

  • 1959 Öncesini İnkar, Cumhuriyeti İnkardır

    “1959 Öncesi Şampiyonluklar” ile ilgili sitemizdeki ilk yazıyı King Santillana yazmış ve “Milli Küme’yse Sayılmaz, Süper Lig’se Sayılır!” diyerek, onlarca takımın ve yüzlerce sporcunun emeğini yok sayan zihniyete bir ders vermişti.

    Türkiye Futbol Federasyonu 1923 yılında kurulduğu halde (mızıkçı bir çocuk gibi) bu tarihten sonraki 40 yılı görmezden gelip, Türk futbolunu 1959’dan başlatmak isteyenler var. Bu zevatın en bariz taktiği, aynı şeyi, ayrı insanların milyonlarca kez söylemesi… Birisi bir saçmalığı yazıyor, ona cevap veriyorsunuz, aynı argümanla bir başkası daha geliyor. Biri daha! Biri daha! Bitmiyorlar… Gerçi siz her türlü zırvayı çürütseniz dahi, bu tiplerin “Vahap Beyaz bir tane bile maç yönetmemiş. Öyle lig mi olur?” bahanesiyle gelmeyeceğinin garantisi yok. Ne de olsa tabiat meselesi…

    Biz yalın ve net gerçeklere gelelim. Sıradaki gerçek, yine bir temsil konusu…

    Türkiye Futbol Şampiyonası, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk devasa spor organizasyonuydu. 1924 yılından, Millî Küme’nin kurulduğu 1937’ye kadar altı kez düzenlenebilen bu “Devlet” organizasyonunda 1924’de Harbiye, 1927’de Muhafızgücü, 1932’de İstanbulspor, 1933’de ve 1935’de Fenerbahçe, 1934 senesinde ise Beşiktaş şampiyon oldu.

    Bir parantez… Neden “Devlet” vurgusunu bu kadar çok yapıyoruz, tahmin etmişsinizdir… Dürüstçe “Koskoca 36 yılda bizim sadece bir tane Türkiye şampiyonluğumuz var, o yüzden bu yılları yok sayıyoruz” diyemeyip, sürüyle bahane uyduran tiplerin en önemli dayanak (!) noktalarından biri de Türkiye Futbol Birinciliği ve Millî Küme organizasyonlarının “özel” olduğu… Hayır efendim, ikisi de buz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî şampiyonalarıdır. Nokta! Kapa parantez…

    Yukarıdaki haritada Türkiye Futbol Birinciliklerine katılan takımların şehirlerini görüyorsunuz. Tam 29 şehir… Özetleyecek olursak :

    – Ankara, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya ve Trabzon 6 kez,

    – Adapazarı, Antalya, Giresun, Samsun ve Uşak 5 kez,

    – Kütahya 4 kez,

    – Adana, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Isparta, Manisa ve Mersin 3 kez,

    – Afyon, Aydın, Edirne ve Muğla 2 kez,

    – Amasya, Bilecik, Kocaeli ve Zonguldak ise 1 kez katılmışlar.

    Bir de aşağıdaki haritaya bakalım… 1959’dan 1967’ye kadar Türkiye Birinci Futbol Ligi’ne katılan şehirleri gösteriyor. Toplam 9 sezon! Şiir gibi olacak ama…
    Yedi tanesinde yalnızca üç şehir;
    Ankara, İstanbul ve İzmir.
    İki tanesinde dört takım var;
    Birinde Adana, birinde Eskişehir.

    Birkaç kısa bilgiyle bitirelim.

    – 1959 sonrası Türkiye 1. Futbol Ligi’nde (günümüzdeki adıyla Süper Lig’de) temsil edilen şehirlerin iki haneli bir rakama ulaşması ancak 1971-1972 sezonunda mümkün oldu.

    – 1924 yılında gerçekleşen ve en az sayıda (13) şehrin katıldığı Türkiye Futbol Birinciliği’nin temsil gücüne Süper Lig ancak 1977-1978 sezonunda erişti.

    – Süper Lig hiçbir zaman, Türkiye Futbol Birinciliği’nin 1927, 1932, 1933, 1934 ve 1935 yıllarının katılım rakamlarına ulaşamadı. Sırasıyla 17, 19, 18, 21 ve 22 şehrin temsil edildiği bu organizasyonlara karşılık, Süper Lig 1985-1986, 1986-1987 ve 1987-1988 sezonlarında 15 şehirde düzenlenebildi, o kadar…

    İnkarcılara son söz… Tarih dediğiniz şey, Cem Yılmaz’ın meşhur “Ne vericeksin bana? Ne veriym abime?” diyaloğunda olduğu gibi yazılmaz, yorumlanmaz… Neredeyse yirmi yıl süren aralıksız savaşlardan çıkmış bir Türkiye’nin, Kurtuluş’tan hemen sonra gösterdiği çabaya ve dünyayı sürüm sürüm süründüren iktisadî buhrana rağmen sportif organizasyonlar düzenleme uğraşına saygısızlık edemezsiniz. O şampiyonluklar sayılacak. Emek verenler unutulmayacak. Çeyrek asırlık beceriksizliğinizin faturasını Türk futbol tarihine kesemeyeceksiniz.

  • 1959 Öncesini İnkar Cumhuriyeti İnkardır

    1959 Öncesini İnkar Cumhuriyeti İnkardır

    Bu turnuvalar genç cumhuriyetin önemle üzerinde durduğu organizasyonlardır. Yani evet; 1959 Öncesini İnkar Cumhuriyeti İnkardır!

    1959 Öncesini İnkar Cumhuriyeti İnkardır

    Yerel Değil Ulusal Turnuvalar

    “1959 Öncesi Şampiyonluklar” ile ilgili sitemizdeki ilk yazıyı King Santillana yazmış ve “Milli Küme’yse Sayılmaz, Süper Lig’se Sayılır!” diyerek, onlarca takımın ve yüzlerce sporcunun emeğini yok sayan zihniyete bir ders vermişti.

    Türkiye Futbol Federasyonu 1923 yılında kurulduğu halde (mızıkçı bir çocuk gibi) bu tarihten sonraki 40 yılı görmezden gelip, Türk futbolunu 1959’dan başlatmak isteyenler var. Bu zevatın en bariz taktiği, aynı şeyi, ayrı insanların milyonlarca kez söylemesi… Birisi bir saçmalığı yazıyor, ona cevap veriyorsunuz, aynı argümanla bir başkası daha geliyor. Biri daha! Biri daha! Bitmiyorlar… Gerçi siz her türlü zırvayı çürütseniz dahi, bu tiplerin “Vahap Beyaz bir tane bile maç yönetmemiş. Öyle lig mi olur?” bahanesiyle gelmeyeceğinin garantisi yok. Ne de olsa tabiat meselesi…

    Biz yalın ve net gerçeklere gelelim. Sıradaki gerçek, yine bir temsil konusu…

    Türkiye Futbol Şampiyonası, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk devasa spor organizasyonuydu. 1924 yılından, Millî Küme’nin kurulduğu 1937’ye kadar altı kez düzenlenebilen bu “Devlet” organizasyonunda 1924’de Harbiye, 1927’de Muhafızgücü, 1932’de İstanbulspor, 1933’de ve 1935’de Fenerbahçe, 1934 senesinde ise Beşiktaş şampiyon oldu.

    Bir parantez… Neden “Devlet” vurgusunu bu kadar çok yapıyoruz, tahmin etmişsinizdir… Dürüstçe “Koskoca 36 yılda bizim sadece bir tane Türkiye şampiyonluğumuz var, o yüzden bu yılları yok sayıyoruz” diyemeyip, sürüyle bahane uyduran tiplerin en önemli dayanak (!) noktalarından biri de Türkiye Futbol Birinciliği ve Millî Küme organizasyonlarının “özel” olduğu… Hayır efendim, ikisi de buz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî şampiyonalarıdır. Nokta! Kapa parantez…

    Haritalarla Anlatalım

    Yukarıdaki haritada Türkiye Futbol Birinciliklerine katılan takımların şehirlerini görüyorsunuz. Tam 29 şehir… Özetleyecek olursak :

    – Ankara, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya ve Trabzon 6 kez,

    – Adapazarı, Antalya, Giresun, Samsun ve Uşak 5 kez,

    – Kütahya 4 kez,

    – Adana, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Isparta, Manisa ve Mersin 3 kez,

    – Afyon, Aydın, Edirne ve Muğla 2 kez,

    – Amasya, Bilecik, Kocaeli ve Zonguldak ise 1 kez katılmışlar.

    Bir de aşağıdaki haritaya bakalım… 1959’dan 1967’ye kadar Türkiye Birinci Futbol Ligi’ne katılan şehirleri gösteriyor. Toplam 9 sezon! Şiir gibi olacak ama…
    Yedi tanesinde yalnızca üç şehir;
    Ankara, İstanbul ve İzmir.
    İki tanesinde dört takım var;
    Birinde Adana, birinde Eskişehir.

    1959 Öncesini İnkar Cumhuriyeti İnkardır

    Gerçekler

    Birkaç kısa bilgiyle bitirelim.

    – 1959 sonrası Türkiye 1. Futbol Ligi’nde (günümüzdeki adıyla Süper Lig’de) temsil edilen şehirlerin iki haneli bir rakama ulaşması ancak 1971-1972 sezonunda mümkün oldu.

    – 1924 yılında gerçekleşen ve en az sayıda (13) şehrin katıldığı Türkiye Futbol Birinciliği’nin temsil gücüne Süper Lig ancak 1977-1978 sezonunda erişti.

    – Süper Lig hiçbir zaman, Türkiye Futbol Birinciliği’nin 1927, 1932, 1933, 1934 ve 1935 yıllarının katılım rakamlarına ulaşamadı. Sırasıyla 17, 19, 18, 21 ve 22 şehrin temsil edildiği bu organizasyonlara karşılık, Süper Lig 1985-1986, 1986-1987 ve 1987-1988 sezonlarında 15 şehirde düzenlenebildi, o kadar…

    İnkarcılara son söz… Tarih dediğiniz şey, Cem Yılmaz’ın meşhur “Ne vericeksin bana? Ne veriym abime?” diyaloğunda olduğu gibi yazılmaz, yorumlanmaz… Neredeyse yirmi yıl süren aralıksız savaşlardan çıkmış bir Türkiye’nin, Kurtuluş’tan hemen sonra gösterdiği çabaya ve dünyayı sürüm sürüm süründüren iktisadî buhrana rağmen sportif organizasyonlar düzenleme uğraşına saygısızlık edemezsiniz. O şampiyonluklar sayılacak. Emek verenler unutulmayacak. Çeyrek asırlık beceriksizliğinizin faturasını Türk futbol tarihine kesemeyeceksiniz.

    1959 Öncesini İnkar Cumhuriyeti İnkardır.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Büyük Nutuk ve Bedii Yazıcı

    Büyük Nutuk ve Bedii Yazıcı

    Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre 2 Mart 1934 ve 5 Temmuz 1936 tarihleri arasında 19 resmî maçta Fenerbahçe kalesini koruyan ve 1950’lerde kısa bir süre Fenerbahçe Başkanlığı da yapan Bedii Yazıcı, 1997 yılında aramızdan ayrıldı. Tabii hemen aklınıza “Büyük Nutuk ve Bedii Yazıcı arasında ne gibi bir ilişki var?” sorusu gelecek… Ama önce bir paragraf futbol…

    Fenerbahçe’nin ikinci Türkiye şampiyonluğu olan 1934-1935 Türkiye Futbol Birinciliği maçlarına giden yolda, İstanbul Ligi’nin ilk dört maçında (Süleymaniye, Beykoz, İstanbulspor, Vefa) forma giyen Bedii Yazıcı, aynı sezonun sonunda, İstanbul Ligi finalinde Galatasaray’a karşı da iki maç üst üste kaleye geçmiş ve gol yemeyerek Fenerbahçe’yi İstanbul şampiyonluğuna taşımıştı.

    Hayatının en önemli çalışması ise, 1995’de biten Nutuk çevirisiydi. Önsözünü aşağıdaki gibi yazdığı o muhteşem eseri, bu önemli günde sizlerle paylaşmak ve “burada” kayıt altına almak istedik.

    23 Nisan kutlu olsun.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Nutuk ve Bedii Yazıcı Giriş Yazısı

    Uzun yıllardır, kanımca tüm Türk tarihinin en önemli yapıtı olan Nutuk’u yeni kuşakların anlayacağı bir Türkçe ile yayınlatmayı arzulamaktayım. Bu amaçla, uzun ve yorucu bir çalışma sonucunda, bir yanda Ulu Atatürk’ün özgün ve tam metni diğer yanda da benim çevirimle bu belgeyi hazırladım. Çevirinin sonunda önemli sağlık sorunlarıyla karşılaştım. Yapıtın buna karşın tamamlanabilmiş olması; Atatürk’e içten bağlılığımın, hiç eksilmeyen ulusal görev coşkumun sonucudur.

    Eminim ki, yapıt, bugüne dek yapılmış diğer çevirilerden biraz daha değişik bir biçimde okurlara Ata’mızın gerçekten ne demek istediğini anlatacaktır.

    Bedii Yazıcı, Moda, Şubat 1995

    Büyük Nutuk ve Bedii Yazıcı
    Bedii Yazıcı Fenerbahçe kalesinde…