Kategori: Futbol

  • İlk Millî Temasın Fotoğrafları

    İlk Millî Temasın Fotoğrafları

    Bugün ilk millî maçımızın 100. yıl dönümü… Dönemin meşhur dergisi Spor Âlemi, 5 Kasım 1923 tarihli sayısında, yine bize bir hazine sunuyor: İlk Millî Temasın Fotoğrafları! Keyifli seyirler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


  • İlk Millî Maç

    İlk Millî Maç

    1923-1959 arasında Türkiye’de futbolun mahalle maçlarından ibaret olduğunu zannedenlere gelsin. Tarih 26 Ekim 1923… Yedisi Fenerbahçeli on bir Türk futbolcusu, bugünden tam 100 yıl önce “İlk Millî Maç” için sahaya çıkıyor. O günü Cem Atabeyoğlu‘nun kaleminden okuyalım… Tuncay Yavuz aktarıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türk Millî Takımı Sahada

    Türkiye’nin FIFA’ya resmen kabulünden sonra Futbol Encümeni milli maç imkanları aramaya başlamış ve sonunda Romanya Futbol Federasyonu ile anlaşma sağlanmıştı. Ancak parasızlık çok şeyi engelliyordu. Bu nedenle ilk milli maçımıza çıkacak takımı hazırlayacak bir antrenör temini de mümkün olamamış ve bu görevi Galatasaraylı Ali Sami Yen Bey fahri olarak yükümlenmişti.

    Maçın oynanacağı Taksim Stadı müsteciri tarafından elden geçirilmiş ve giriş kapısının iki yanına biner kişilik iki kapalı tahta tribün ile 100 kişi alabilecek bir de balkon yapılmıştı. Ayrıca sahayı çevreleyen pist ile seyircilerin oturacakları yerler arasında tahta parmaklıklar konulmuştu.

    Bu maçın hakemliği FIFA’nın da izniyle, İstanbul’da oturan Çek asıllı hakem Cratky’ye verilmişti. Milli forma olarak temizliğin simgesi olan kar gibi beyaz forma ve şort seçilmiş, formanın göğsüne sarılmış bir bayrak simgesi olan kırmızı bant üzerindeki Ay-Yıldız ile güzeller güzeli bir “milli forma” ortaya çıkarılmıştı. Kırmızı bant kollar altından geçip sırtı da sarıyordu.

    İlk milli maç ve ilk milli takımın o tarifsiz heyecanı tüm İstanbul şehrini sardığından günün erken saatlerinden itibaren Taksim Stadı büyük bir meraklı hücumuna uğramış, tribünlerden aşan kalabalık taç ve avut çizgilerine kadar bütün sahayı doldurmuştu.

    26 Ekim 1923 gününü gösteriyordu takvimler. Maç saati geldiğinde önce maçın hakemi Cratky üzerinde lacivert kostümleri ve iki yanında iki yan hakemi, Rumen Gregoriu ve Türk Abdullah Güz olduğu halde sahaya çıkmış ve arkasından göğsünde Romanya bayrağının renkli kokardı bulunan beyaz formaları ve lacivert şortlarıyla Romanya milli takımı sahaya çıkmıştı. Bu sırada stadyumu dolduran seyircilerin heyecanı son haddini bulmuştu.

    Önde mavi kazağı ve upuzun boyuyla kaleci Nedim olmak üzere Ay-Yıldızlı bayrak forma içindeki Türk milli takımı kapıda görüldüğünde stadı büyük ve coşkun bir tezahürat kaplamıştı. Tarifsiz bir heyecan içindeydi stadı dolduran halk ve “Milli Takım”ını tarifsiz bir coşku içinde karşılıyordu. O ne büyük heyecandı.

    Saha ortasında kısa bir tören yapıldı. Rumen kafile reisi ile Türkiye Futbol Federasyonu başkanı Yusuf Ziya Öniş Bey arasında bayrak teatisi yapıldı. Kura atışını biz kazandık, takım kaptanı Hasan Kamil Sporel Bey, Harbiye yönündeki kaleyi tercih etti. Forvetlerimiz Taksim yönündeki Romanya kalesine hücum edeceklerdi.

    Ve takımlar şu tertipleriyle sahada yerlerini aldılar:

    TÜRKİYE: Nedim Kaleci (Altınordu), Hasan Kamil Sporel (Fenerbahçe), Cafer Çağatay (Fenerbahçe), İsmet Uluğ (Fenerbahçe), Nihat Bekdik (Galatasaray), Baron Feyzi (Altınordu), Emin (Altınordu), Alaeddin Baydar (Fenerbahçe), Zeki Rıza Sporel (Fenerbahçe), Sabih Arca (Fenerbahçe), Bedri Gürsoy (Fenerbahçe)

    ROMANYA: Pavlini (Romkomib Bükreş), Vetasyano (Venüs Bükreş), Protopescu (Trikolor Bükreş), Triç II (Braşova), Florian (Venüs Bükreş), Teklo (Venüs Bükreş), Norican (MTK Mareş Vaşarkey), Triç I (Braşova), Ganzel (Malbaki Bukovina), Klein (Polonia Bukovina), Dobic (MTK Mareş Vaşarkey)

    Büyük bir heyecan içindeki Türk futbolcuları bir türlü kendilerini toparlayıp gerçek futbollarını sergileyemiyorlardı. İlk milli maçın o büyük heyecanı hepsini sarmıştı ve bu büyük heyecanı üzerlerinden bir türlü atamıyorlardı. Bu aşırı heyecan takımımıza bir de gol mal oldu. Maçın 25’inci dakikasında Romanya santrforu Ganzel yerden sert bir vuruşla topu kalemize sokunca stadı bir anda büyük bir sessizlik kaplamıştı. İşte bu gol ve o büyük sessizlik futbolcuların üzerinde büyük etki yapmış ve Ay-Yıldızlı takım birden coşarak Romanya kalesine akın üzerine akın tazelemeye başlamıştı. 32’nci dakikada soldan bir akınımızda Ceylan Bedri ayağında topla ceylan gibi Romanya kalesine süzülürken çok sert bir hareketle durdurulmuştu. Hakem Cratky derhal frikik vermiş ancak ağır biçimde sakatlanan solaçık Bedri Bey sedye ile sahayı terketmek zorunda kalmıştı. Bu durum karşısında Baron Feyzi solaçığa geçerken solhafa da Altınordulu İbrahim Kelle alınmıştı.

    30-35 metre uzaklıktan frikik atışını Zeki Rıza Bey yapmış ve çok sert bir vuruşla topu Romanya kalecisi ve defansının şaşkın bakışları arasında solüst köşeden ağlara mıhlamıştı.

    İşte o anda Taksim Stadı’nda yer yerinden oynamıştı. Fesler havada uçuşmaya ve tezahürat emektar Topçu Kışlasının taş duvarlarından yankılar yapmaya başlamıştı.

    O ne büyük sevinç, o ne büyük heyecandı.

    Ay-Yıldızlı takım her an galibiyet golünü atabilirdi. Çocuklar coşmuşlardı artık. Romanya defansı tehlike üzerine tehlike atlatıyor, bunalıyordu adeta. Ancak ikinci golümüze kavuşamıyorduk bir türlü.

    İlk 45 dakika böylece kapanmıştı. Milli takımımız ikinci yarıya da aynı hızlı tempoyla başlamıştı. Daha beş dakika dolmadan bir akınımzda Sabih Bey’in yerden sert bir şutunda Romanya kalecisi topu tutamayıp elinden kaçırdığı anda hemen kale ağzında bitiveren Zeki Rıza Bey bomba gibi bir şutla topu Romanya ağlarına takmıştı.

    Yenilgiden galibiyete geçmiştik bu golle. Yer yerinden oynuyordu Taksim Stadı’nda.

    Oyunun geri kalan kısmında hakimiyet yine Türk takımındaydı. Sağlı sollu akınlarla Romanya defansını bunaltmamıza rağmen üçüncü golümüzü çıkaramıyorduk. Bunda Romanya defansının sert oyununun da etkisi oluyordu.

    62’nci dakikada ani bir Romanya akınında Cafer Bey, santrfor Ganzel’i faulle kesince hakem Cratky bu hareketi faul atışıyla cezalandırdı. Romen sağiçi Triç I, defansımızın baraj kurmasına fırsat bırakmadan yaptığı yerden sert bir vuruşla beraberliği sağladı.

    Bundan sonra Ay-Yıldızlı takımımız tekrar galibiyeti ele geçirmek için çok çaba harcadıysa da sonuç değişmedi ve maç 2-2 berabere sona erdi.

    Cem Atabeyoğlu – Türk Spor Tarihi Ansiklopedisi – 1991

  • Canlı Yapraklar – XLIV

    Canlı Yapraklar – XLIV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLIV” : 1913 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLIV

    Gördüğünüz fotoğraf yurdumuzun en eski iki kulübünün 42 sene önceki bir karşılaşmalarını canlandıran tarihi vesikadır.

    7 Haziran 1913 tarihinde Fenerbahçe santrforu Hasan Kâmil (Sporel)e bir arkadaşı tarafından imzalanarak sunulan bu resmin o tarihten önceki 12/25 Mayıs 1913’teki Fenerbahçe – Galatasaray maçına ait olduğunu tahmin etmek hata olmaz.

    Resimde dilimli formalılar Fenerliler, parçalı formalılar da Galatasaraylılardır. Futbolcuların pozisyonlarına göre de maç Galatasaray ceza sahası içinde oynanıyor.

    O zamanlarki Fenerbahçe Galatasaray maçları, bittabi, ne bugünkü heyecanı taşır ve ne de kalabalık toplardı. Mevsimin ilkbahar olmasına ve karşılaşmanın da güzel bir havada oynanmasına rağmen seyircilerin parmakla sayılacak kadar az olması insana garip geliyor.

    Bugün hiç kimse demez ki bu bir Fenerbahçe – Galatasaray maçıdır. Fakat uzağa gitmeğe hiç lüzum yok. İki ezeli rakip arasında yalnız iki tarafın idealist idarecileri önünde oynanmış maçlar yaşandığını iki kulübümüzün eski mensupları pekiyi hatırlarlar…

    İşte; ilk seneler böyle heyecansız ve alâkasız geçmiş Fenerbahçe – Galatasaray maçları, zamanla doğan şedit rekabet yüzünden, bugün memleketin en muazzam sportif hareketi seviyesine yükselmiş bulunuyor. Bunun böyle devam edip gitmesi aşikâr ve mukadderdir.

    Türk futbolunun yükselmesinde birinci derecede rol oynamış böyle bir rekabet çerçevesi içinde iki kulübümüzün yaptığı maçların adet ve neticelerinin umumi efkârca tam ve doğru olarak bilinmesi kadar tabii bir şey olmamak gerekir.

    Fakat bugün hakikat böyle midir? Maalesef, hayır!

    Her Fenerbahçe – Galatasaray maçı arifesinde gündelik gazetelere bakınız, spor mecmualarına bakınız. Birbirini tutmayan çeşitli rakamlar, türlü türlü istatistikler göze çarpar ve okuyanlar âdeta aldatılır… Ne ayıp!

    Memleketin en eski iki spor kulübü, aralarında kaç maç yapmışlar ve ne netice almışlardır? Bunu, maalesef, doğru olarak hemen kimse bilmez.

    Çünkü doğrusunu söyleyen ve ispata da muktedir kimse çıkmamıştır. Yanlışlıklar bazen ikaz olunur. Fakat bilindiğinden şaşılmaz. Bir rakam keşmekeşi içinde, haklı olarak, ya itimat uyanmaz veya verilen rakamlar işe gelmez… Hâlbuki hakikati tahrif akıbeti tehlikeli bir oyundur. O, er veya geç tezahür edecek ve kendini kabul ettirecektir.

    Biz, gazetelerimizin daima tezat ve hataya düştükleri bir mevzuu kesin surette halle yardım maksadıyla, aşağıdaki malumat ve istatistiği neşretmeği lüzumlu ve faydalı gördük. İki ezeli rakip amatörlük devrinde birinci ve profesyonelliğin kabulünden sonra da profesyonel takımlarıyla kaç maç yapmışlar, kaçar defa kazanıp yenilmiş veya berabere kalmışlar, yekdiğerlerine kaçar gol atmışlar ve ne kadar maçları, ne gibi sebeplerden, yarım kalmıştır?

    İşte bugün ve gelecek haftaki yazılarımızda bu noktalar, maçların nevileri ve oynandıkları sahalarla beraber sıra ile ve vuzuhla görülecektir.

    Takımların birinci ve profesyonel olarak tahdidi noktasına karşı şöyle bir fikir ileri sürülebilir:

    Profesyonelliğin kabulünün ilk yılında müteaddit profesyonel oyuncularla oynanmış ve ikisi Galatasaray ve biri de Fenerbahçe tarafından kazanılmış 3 amatör takımlar maçı vardır. Müteaddit profesyonel oyuncular oynatıldığına göre bu maçlar niçin liste haricinde kalsın? Bu fikre şu yolda mukabelede bulunulabilir:

    Amatörlük devrinde de, 19 Mayıs 1935 ve 21 Şubat 1939’da her ikisi de Fenerbahçe takımı tarafından kazanılmış öyle B takımları final maçları vardır ki iki kulüp bu müsabakalarda, hatta anlaşarak, sahaya birinci takımlar kadrosuyla çıkmışlardır. Şu halde bu maçların da- listede yer almaları icap eder…

    İşte; biz bu gibi ihtilâflara mahal bırakmamak için takımların tertiplerini değil, resmi hüviyetlerini göz önünde tuttuk ki doğrusu da, şüphesiz budur.

    Çok mühim bir mevzu karşısında ve mesuliyetin de büyüklüğünü müdrik olduğumuzdan, burada bir tarafı iltizam katiyen mevzuu bahis olamaz. Bu noktayı açıkça ileri sürdükten sonra yazı ve rakamlarımızın doğru olmadığını ispata her kendine güvenen bu sütunlarda davetlidir.

    Fenerbahçe ve Galatasaray kulüplerimizin birinci ve profesyonel futbol takımları, ilki 4 Ocak 1909 ve sonuncusu da 19 Aralık 1954’te olmak üzere, 46 yılda birbirleriyle tam 144 maç yapmışlardır.

    Bu 144 maçın (70)i lig, (48)i hususi (18)i milli küme, (8)i de şilt ve resmi kupa maçlarıdır. Gene bu 144 maçın (64)ü Kadıköy, (39)u Taksim, (22)si Mithatpaşa ve (19)u da Şeref Stadlarında oynanılmış bulunuyor. Bu (144) karşılaşmanın (53)ünü Fenerbahçe, (49)unu Galatasaray kazanmış, 35 maçta da taraflar yenişememişlerdir. Ayrıca 7 maç yarım kalmış bulunmaktadır.

    Gol bakımından ise, 144 maçta bugün için cidden garip bir tesadüf olarak tam bir beraberlik vardır ve iki taraf birbirlerine (210)ar gol atmış durumdadırlar.

    Fenerbahçe – Galatasaray maçları mevzuunda izaha muhtaç noktaların başında yarım kalan müsabakalar gelir. Tamamlanmamış bu 7 maçtan, inkıta sıralarında, üçünde Fenerbahçe, birinde Galatasaray galip, üçünde de iki taraf berabere vaziyette idiler.

    Gerçi, bu 7 maçtan ayrı olarak, yarım kalmış iki müsabaka daha vardır ve bunlara 16 Ekim 1915 ve 15 Ağustos 1924 teki lig maçlarıdır. Fakat halkın müdahalesi dolayısıyla, birincisi 20, ikincisi ise 1 dakika noksan aynanmış, bu lig maçlarının geri kalan zamanları 19 Şubat 1916 ve 19 Ağustos 1924 günlerinde taraflarca sahada ikmal edilmiş ve kati neticeler alınmış olduğundan bu iki müsabakayı yarım kalmış saymak ve tamamlanmaları için tekrar sahaya çıkışlar, dolayısıyla 4 maç olarak kabul ve listeye öyle ithal etmek manasız olur.

    Bu bakımdan, bu iki müsabaka, alâkalı lig heyetlerince de bu yolda muamele gördüklerinden, listemizde ilk tarih ve son neticeleriyle nazarı itibara alınmışlardır.

    Şimdi, yarım kalan 7 müsabakayı kısaca izah edelim:

    1) 12 Mayıs 1913’teki Fenerbahçe bayramında durum 0 – 0 iken nihayete 10 dakika kala merhum Emin Bülend’in çektiği şutu, kaleci Mateosyan’ın içerde tuttuğu iddiasıyla, hakem Aydınoğlu Raşit merhum gol saymak istememiştir. Fenerbahçeliler ise çizgi dışında tutulduğunu iddia ettiklerinden münakaşa uzamış ve Reşit sahayı terk ettiğinden müsabaka yarım kalmıştır.

    2) 15 Haziran 1923’teki Spor Alemi ve Türkiye İdman Mecmuaları turnuva kupasının finalinde taraflar 0 – 0 iken 67’nci dakikadaki korner atışında Ömer topu Galatasaray kalesine sokmuş ve hakem mister Allen gol kararı vermemiştir. Galatasaray, bu golün faulle atıldığını iddia ve karara itiraz ettiğinden müsabaka yarım kalmıştır.

    3) 6 Mayıs 1927’de Altınordulu Abdullah idaresinde oynanan (Cumhuriyet kupası) finalinin 68inci dakikasında iki taraf 1 – 1 berabere iken futbolcular arasındaki münazaaya halk da karışmış ve müsabaka yarım kalmıştır.

    4) 30 Haziran 1933’te oynanan şild maçı finalinde Fenerbahçe 2 – 0 galipken hakem İstanbulsporlu Emin halkın tezahüratını ileri sürerek 29’uncu dakikada sahayı terk etmiş ve maç neticelenmemiştir.

    5) 23 Şubat 1934’te Kasımpaşalı Nuri (Bosut) idaresindeki lig maçının 60ıncı dakikasında vaziyet 0 – 0 iken Galatasaray sağ hafı eski Kasımpaşalı, Kadri (Dağ) ile Fenerbahçe sol hafı Mehmet Reşat (Nayır) arasında geçen bir tekme atma hâdisesine diğer futbolcular da karışmışlar ve tabaddüs eden iki kulübümüz futbolcuları arasındaki bu en büyük kavga dolayısıyla maç yarım kalmıştır.

    6) 30 Ekim 1939’daki (Cumhuriyet kupası) maçının 65inci dakikasında Fenerbahçe 2-1 galipken hakem Şazi Tezcan’ın Ali Rıza’yı oyundan çıkarmak istemesine Fenerbahçe baş kaptanının itiraz ve muhalefeti üzerine hakem sahayı terk etmiştir.

    7) 13 Aralık 1942’de oynanan (Dostluk Kupası) maçının 67inci dakikasında taraflar 2 – 2 berabere iken hakem İstanbulsporlu Samih Duransov bir avut kararını, bilahare bazı Galatasaraylı futbolcuların itirazları üzerine. Fenerbahçe aleyhine penaltı cezasına çevirince bu defa da Fenerliler itiraz etmişler, sahada yer ve tartaklaşmalar ve nihayet Samih’in sahayı terk etmesi üzerine bu (Dostluk maçı) da tatsızca yarım kalmıştır.

    En eski iki kulübümüzün hem yarım kalan, hem de dostluğa aykırı son maçları 12 yıl önceki bu karşılaşmadır. Ebediyen son olması candan temenni olunur.

    (Gelecek haftaki resim ve yazı; gene eski bir Fenerbahçe Galatasaray maçı sahnesiyle şimdiye kadar oynanmış 144 maçın listesidir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 22 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • Alkışlar İçinde

    Alkışlar İçinde

    Fenerbahçe’nin mütareke/işgal yıllarını yazmaya devam ediyoruz. “Fenerbahçe’nin golünden sonra Taksim Stadyumu bir müddet için ‘Alkışlar İçinde’ çırpındı, inledi…” diyor haber. Müthiş bir anlatım değil mi? Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 3 – 0 İngiliz Muhtelit Takımı

    Fenerbahçeliler son haftalarda Ermenilere karşı kazandığı galibiyetten sonra bir çok takımlar tarafından davet edilmiş ve bilhassa bunlara (Iron Duke) drednotu timi de iştirak etmişti. Fakat müsabaka kararlaşmadan 8 Ağustos Çarşamba günü akşamı (Iron Duke) Sporting namı altında bir İngiliz muhtelit takımı ile çarpışarak üç sayı ile mağlup olduğundan Fenerbahçe oyununun da o günün galipleri ile yapılmasına karar verildi. Ve 13 Ağustos Pazar akşamı Taksim Stadyumu’nda binlerce meraklı arasında bu mühim müsabaka icra edildi. Akşam 6.45’de başlayan müsabaka pek şiddetli olmuştu. İngilizler çok kuvvetli olmakla beraber Fenerbahçe takımı da aralarında ufak bir tebdilat yapmıştı. Takım şöyle idi:

    Şekip, Hasan Kamil, Refik, Kadri, İsmet, Fahir, Sabih, Alaaddin, Zeki, Bedri, Ömer Beyler.

    Daha ilk dakikadan itibaren “Yaşa Alaaddin… Yaşa Zeki… Var ol İsmet” avazeleri etrafı inletmeye başlamıştı. Ermenilere yapılan oyunda biraz tenkit ettiğimiz Fener muhacimesi bugün harika denecek işler görüyordu. Hasmın kuvvetli müdafaası önünde bu çevik oyuncuların seri hareketleri pek ziyade alkışlanıyordu. Biraz sonra Zeki Bey kuvvetli rakibine ilk sayıyı hediye etti. Taksim Stadyumu bir müddet için alkışlar içinde çırpındı, inledi… Aradan az bir farkla Alaaddin Bey de gayet güzel bir sayı yaptı. Yine aynı fevkaladelik ile bir müddet daha çalkalanıldı. Artık müsabaka tamamen kızışmış ve Türklerin galibiyeti tahakkuk etmişti. Yalnız İngilizlerin Fenerbahçe kalesi önündeki harekatı bu katiyeti pek tasdik ettirmiyordu. İlk parti böylece nihayet buldu.

    İkincide İngilizler sıkı hücumları ile beraberliği temin ederek iki gün evvel kazandıkları yüksek namlarını lekelendirmekten kurtarmak istiyorlardı. Fakat ancak yirmi dakika kadar süren bu gayretleri sonraları gevşeyerek faikıyet yine Fener’e geçti. Ve nihayetlere kadar böylece devam eden müsabakayı son dakikalarda Alaaddin Bey üçüncü bir sayı daha ilave ederek müsabakayı sıfıra karşı üç sayı ile Fener’in galebesiyle neticelendirdi.

    Binlerce halk elleri üzerinde Fener’in oyuncularını kararmaya başlayan saha üzerinde “Yaşa”larla çıkardılar.

    Spor Âlemi – 31 Ağustos 1922

  • Canlı Yapraklar – XLIII

    Canlı Yapraklar – XLIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLIII” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLIII

    Birinci Dünya Savaşına tekaddüm eden yıllarda Osmanlı İmparatorluğunun merkezi İstanbul, muhtelif vesilelerle, birçok milletlerin harp gemileri tarafından ziyaret edilmiştir.

    Futbolun memleketimizde ilk taammüm devrine rastlayan bu senelerde bu gemiler mürettebatıyla müteaddit futbol maçları yapıldı. İngilizlerin Barham, Neozeland, Infilexible ve Almanların da Göben ve Breslav zırhlı ve kruvazörleri, sırasıyla, bu gibi temaslara vesile olmuşlardır.

    İngiliz donanmasından Infilexible dritnotu bir ziyaret maksadıyla 1914 Haziranında bir kaç gün için İstanbul limanında idi. Gariptir ki, 9 ay sonra, 18 Mart 1915 günü Boğazı zorlıyarak payitahta girmeğe teşebbüs ederken Çanakkale’de ağır surette yaralanan ve batmaktan zor kurtulan bu dritnot, dostane ziyareti esnasında enteresan bir futbol maçına imkân verdi.

    Kadıköy’de kurulan Ramblez İngiliz kulübü, dritnot süvarisiyle bu maç için mutabık kaldıktan sonra, müsabakaya alaka celbi için muhitindeki Fenerbahçe ve Altınordu kulüplerine müracaat etmiş ve muhtelit bir takım teşkili teklifinde bulunmuştu.

    Rusya seyahatinden henüz 3 gün önce dönmüş olan Fenerbahçe’den 7, Ramblez’den 3 ve Altınordu’dan da bir oyuncu alınmak suretiyle kurulan muhtelit takım 17 Haziran 1914 Salı günü Union Club sahasında yapılan bu maçı 1-0 kazanmıştır. İşte, yukarıdaki resim 2 takımı bu müsabakadan önce bir arada gösteriyor.

    Resimde, İngiliz takımından yalnız 8 oyuncu hazırdır. Bunlar ayakta ve kalbleri üzerinde salip işareti bulunan beyaz fanilelilerdir. Yine ayaktakilerden yakaları beyaz 3 koyu fanileli Ramblez kulübüne mensup İngilizlerdir ki, resimde millettaşlarına karşı bir cemile maksadıyla veya milli duygularla Inflexible oyunculariyle beraber durmuşlardır.

    Yerde oturan 8 genç ise, muhtelitin ayaktaki 3 Ramblezli hariç, Fenerbahçe ve Altınordulu 8 futbolcusudur.

    Ramblezlilerden palabıyıklı zatı ilk futbol neslimizin bugün maalesef pek az kalmış mensupları çok iyi tanırlar. Bu zat meşhur Horace Armitage’dir. Türkiye’de futbolun kurucularından olan bu İngiliz, Fenerbahçe kurulurken Hasan ve Dalaklı Hüseyin’le beraber (Kadıköy) kulübünden ayrılıp Fenerbahçe’ye girmiş, bir kaç defa sağaçık oynadıktan sonra, tam lig arifesinde yine Hasan ve Hüseyin’le beraber Kadıköy’e dönmek azizliğini göstermişti. Armitage Kadıköy’den de ayrılıp Galatasaray’a girdi ve Galatasaray’ın ilk şampiyonluğu kazanmasında büyük rol oynadı. Nihayet Ramblez teessüs edince oraya geçti.

    Bugün bizi daha fazla ilgilendirecekler şüphesiz ki yerde oturan 41 yıl öncelerin 8 delikanlısıdır.

    Bunlardan sağ baştaki, yukarıda adı geçen meşhur Dalaklı Hüseyin’dir. Bir futbol takımının hemen her yerinde aynı muvaffakiyetle oynamak hususiyetini taşımış olan merhum dalaklı Hüseyin ilk futbol neslimizin en mâruf simalarındandı. O günkü muhtelit takımda Altınordulu tek futbolcu odur.

    Dalaklı’nın yanında yine ilk futbol neslimizin meşhur solaçığı Fenerbahçeli Topuz Hikmet’in genç rakibi Süleymaniyeli Zeki olup o tarihlerde Fenerbahçe’de oynuyordu. 1913/14’te Süleymaniye kulübü lige girememiş, fakat oyuncuları formdan düşmemek için bir yıl müddetle muhtelif kulüplere dağılmışlardı.

    İşte, solaçık Zeki’nin yanında meşhur kaleci Arslanyan’ı görüyorsunuz. Arslanyan Türk futbolunda plonjonu ilk tatbik eden fevkalade mahir bir kaleci idi. Hâlen Romanya’da olan Karnik Arslanyan, 1913’ten itibaren 7 sene Sarı-Lâcivert kaleyi korumuş, mütarekede Kadıköy’de Dork Ermeni kulübünü kurup hem reisliğini, hem de kaleciliğini yapmıştır. Arslanyan’ın Kadıköy’deki evinin 1918 yılı Kasımının 29uncu Cuma günü yanması eski Fenerbahçelilere acı bir günü hatırlatır. Filhakika; henüz 16 gün önce işgal olunmuş İstanbul’da Fenerbahçe, işgal kuvvetleriyle ikinci maçını o gün yapacaktı. Beş gün önceki ilk mütareke devri maçında Fransızları 3-1 yendikten sonra İngilizlerle de karşılaşacak Fenerbahçe, bu garip yangın hâdisesi üzerine ekseri oyuncuların Arslanyan’ın eşyalarını kurtarmakla meşgul olmaları yüzünden sahaya zayıf bir tertip ve noksan kadro ile çıkmış ve 2-1 yenilmişti. Fakat Fenerbahçe, kendisini böyle bir şart altında yenmiş hasmını, davet ettiği rövanş maçında 4-0 yendi. İngilizler, talip oldukları üçüncü maçta da 4-1 yenilmekten kurtulamadılar.

    Arslanyan’ın yanında boğazı mendille bağlı Galip merhumu görüyorsunuz. Fenerbahçenin kaptanı ve devrinin bu meşhur müdafi oyuncusu hakkında fazla tafsilâtı lüzumsuz görürüz.

    Galip merhumun yanında ufacık bir genç, sanki korkudan tir tir titrer ki, dudaklarını da ısırmakla meşgul. Sırtında Sarı lacivert fanila bulunan bu minimini yavrucuğun kendinden iki misli yaşlılar arasında ne aradığını soranlarınız çok olduğu gibi onun kim olduğunu merak edecekler de şüphesiz ki pek fazladır. Bu merak sahiplerini haklı görmemek gayri kabil. Sonra ve ayrıca, kim tahmin edebilir ki bu kara ve kuru çocukcağız o günkü maçın da kahramanı olsun. Muhtelitin, İngiliz dritnot takımına karşı galibiyet golü onun o, değnek gibi, incecik bacaklarından fırlayan,- hem de kurşun gibi, bir şutla İngiliz ağlarına mıhlanmış bulunsun. İşte 41 yıl öncenin bu kara kuru, zayıf nahif yavrusu Fenerbahçe üçüncü takımı futbolcularından Burhan’dır. Yâni, Fenerbahçe kulübünün mütareke senelerinde yeniden ihyasında rolü pek büyük olan kadim mensubu, sonraları hokey takımı kaptanı eski mebuslardan, meşhur muharrir ve hâlen (Türk Sesi) başmuharriri ve sahibi Burhan Belge’dir.

    Burhan Belge’yi merhum Galip’le beraber, sağlı sollu himayelerine alanlardan soldaki Fenerbahçe ikinci takım santrhafı Haydar’dır. O yıl birinci takıma girecek Haydar iki sene sonra Altınordu’ya geçecektir.

    Haydar’ın yanında Fenerbahçe ikinci takım muavinlerinden büyük Arslanyan’ı görüyorsunuz. Sağ mı ve nerede olduğu maalesef meçhulümüzdür.

    Onun da yanında ve resmin en nihayetinde Arif yer almış. Kıymetli mühendis ve devrinin merhum Galip ile beraber aşılmaz Fenerbahçe defansını teşkil eden Arifin bu resimden 5 yıl sonra, maalesef şehitlik mertebesine yükseldiği malumdur.

    (Gelecek resim ve yazı: Pek eski bir Fenerbahçe -Galatasaray maçına aittir. Bu münasebetle, bugüne kadar ki 144 Fenerbahçe – Galatasaray maçının en doğru listesi…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 15 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • Mehmetçik Basri’nin Jübilesi

    Mehmetçik Basri’nin Jübilesi

    Milliyet gazetesinin 5 Temmuz 1965 tarihli nüshasında Mehmetçik Basri’nin Jübilesi haberi okuması pek keyifli enstantaneler ile süslü… Sizi baş başa bırakalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe – Şöhretler maçından notlar

    Can, Lefter’e “Penaltıyı sana bıraksaydım ‘Turgay’a bu halimle gol attım’ diye öğünürdün” dedi.

    Mehmetçik geldi… Krallar gibi gitti…

    Mithatpaşa seyircisi Türk futbolunun cesur, atak ve teknik futbolcusunu alkışlar içerisinde uğurladı…

    Bu gösteri Türk futbolcusuna ve efendice spor yapan herkese gösterilebilecek kadirşinaslığın en güzel örneği idi…

    Basri Dirimlili’nin jübile maçı, yıllardır özlediğimiz bir müsabaka idi… Bu maç, birkaç yıl öncesinin Turgay, Ahmet, Basri, Şeref, Naci, Kadri, Hilmi, Suat, Metin, Can, Lefter on birini gözlerimizin önüne getiriverdi. 11’i de o günkü Milli Takımın enerjisini, kuvvetini ve tekniğini taşıyor gibiydiler. O günkü kadar hırslı o günkü kadar gol arayan bir arzuları vardı…

    Şöhretler Takımının seçicisi antrenör ve meneceri Necati Karakaya idi.

    22 yıldız futbolcu, Galatasaray’ın malzemecisi Cin Ali ve ondan başka kimse yoktu soyunma odasında. Fenerbahçe’ye karşı oynayacakları sistemi şöyle izah etti:

    “Fenerbahçe bizi toplama bir takım olarak görecek… Sizler de kendinizi göstermek için tribünlere oynayacaksınız. Sizden takım oyunu istiyorum. Bizim klasik 4-2-4 oynayacağımızı zannedecekler. İlk anda altı forvet ile saldıralım. Fakat bunu yapmamıza imkân yok. Zira kalede Turgay var. Karambollere giremez. Onun demirli kolunu düşünerek, defans, adam adama markaj yapacak. WM oynayacağız. İçler kademeli olarak ileri geri fırlayacak. Zaten bunları size anlatmağa lüzum yok. Çünkü hepiniz artık, Türkiye’nin her takımında antrenör olabilecek seviyeye geldiniz. Topu ayağınızda tutmayınız kâfi…”

    Yıldızlar takımının seçici -menecer – antrenörü Necati Karakaya odadan çıktı, bitişik odanın kapısından içeri girdi. Sarı- Lacivertliler de şöhretlere karşı tatbik edecekleri taktiği tartışıyorlardı. Bir kenarda Basri, Lefter, Can, Şeref kafa kafaya vermişlerdi. Karakaya, onlara sokuldu ve şöyle konuştu:

    “Çocuklar, Turgay bu maça kolundaki demiri ile çıkıyor. Ona şarj yapmayınız.”

    Kaptan Şeref şu cevabı verdi:

    “Hiç merak etme ağabeycim. Turgay oynadığı müddetçe top havadan gider. Ama Necdet kaleye girerse kendilerini kollasınlar.”

    Maçın dördüncü dakikasında ceza sahasına Naci ve Kadri’yi çalımlayarak dalan Lefter, altı pas çizgisinde şutunu atarken Feriköylü haf Turgay tarafından düşürüldü. Hakem Hakkı Çaktırma tereddütsüz penaltıyı verdi. Turgay sararmış, solmuştu. Metin ve Naci ise hırsla itiraz ediyorlardı. Lefter topa koşarken, Can topu aldı ve dikti. Turgay’a baktı. Gerildi. Topa fişek gibi yanaştı, ayağını uzattı ve raket gibi havalandırdı. Top direğin üzerinden giderken, rahat bir nefes alan Turgay’a bakarak gülüyordu.

    Devre arası Lefter, Can’ın yanına yanaştı. “Penaltıyı, neden bana bırakmadın” dedi. Can onun şivesini taklit ederek şöyle konuştu: “Vre Leftercim. Sana bıraksaydım golü atardın. Sonra senelerce, tekaüt olmuşum. Bastonla Turgay’a gene gol atmışım diye öğünürdün.”

    Fenerbahçe’nin soyunma odasında bir baston vardı.

    İkinci yarıya çıkarken, bunu oraya getirmiş olan muzip Osman: “Lefter ağabey bastonunu unuttun” dedi.

    Maçın ilk devresi çok süratli geçmiş mide sinirinden kıvranan iki futbolcu soyunma odasında öğürüyordu. Biri şöhretlerden Metin Oktay, diğeri Fenerbahçe kaptanı Şeref Has…

    Şeref, Lefter’e takılıyordu:

    «Daha hâlâ, gelip de kaptanlığı elimden alırsın diye korkuyorum.»

    Spor Yazarları – Artistler maçının ilk devresinde, Artistlerin soyunma odasında hava çok elektrikli idi.

    Takım kaptanı Memduh Ün: “Çocuklar doğru dürüst oynayın” derken, son derecede sinirli görünen Fikret Hakan bir nutuk çekti: “Buraya artist arkadaşlarımızı temsilen geldik. Bu oyunla bizi rezil edeceksiniz. Biz kan – ter içinde didinirken, bir iki kişi atraksiyon yapıyor. Burada film çevirmiyoruz. Türk futbolunu temsil ediyoruz.”

    Artistler – Spor Yazarları maçı için gerekli izin stadyuma gelmemişti. Stat Müdürü Hayrullah Güvenir şöyle konuşuyordu: “Artistlerin de, Spor Yazarlarının da futbol oynamak için doktor raporları yok. Sonra biri sahada kalır. Al başına belâyı…”

    2 Temmuz 1965 – Milliyet Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XLII

    Canlı Yapraklar – XLII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLII” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLII

    Şu çömelmiş grubu görecek bugünkü nesil: “Bunlar da kimmişler?” diyebilirler ve diyeceklerdir de.

    Eğer bugünkü nesil, meşhur, hem de pek meşhurlarını tanımıyorsa bunun kabahati onun mudur? Asla! Bu, hepimizin suçudur.

    Türk futbolu beynelmilel âlemdeki bugünkü hatırı sayılır mevkiini bir çok fedakârların geçmişteki himmet ve gayretlerine borçludur. İlk kulüplerimizin feragat sahibi idarecilerinin himmetleri, ilk takımlarımızın tertemiz ruhlu futbolcularının gayretleri olmasaydı, futbol bu memlekette bugünkü sevgi ve alâkayı toplamaz, statlarımız insan yığınlarıyla dolup taşmazdı.

    Dünün bu fedakâr neslini bugünkü nesle tanıtmak lazımdır. Bu hem spor gazete ve mecmuaları ve hem de spora her memlekettekinden fazla yer veren günlük gazetelerimiz için ilk vazifelerden olmak gerekir. İşte; görülen fotoğraf, bu bakımdan ve türlü noktalardan pek kıymetli ve tarihi bir vesikadır. F.İ.F.A. ya kabulümüzü müteakip ilk defa teşkil olunan Milli Takım namzet kadrosunun ilk hazırlık maçı sırasında alınmış bulunuyor.

    Filhakika; Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı 1923 yılı ilkbaharında yapılması düşünülen Türkiye – Fransa milli maçı için – ki yapılamamıştır – ilk defa olarak o yılın ocak ayında Milli Takım teşkili işine girişmişti. Bu maksatla; Fenerbahçe’den Şekip, Hasan Kâmil, Cafer, İsmet, Kadri, Bedri, Zeki, Alâeddin, Sabih, Altınordu’dan Nedim, Refik Osman, Şükrü, Hüsnü, Galatasaray’dan Nihat, Edip, Rüştü ve Sadi olmak üzere 17 futbolcu davet etmişti.

    Bu kadronun antrenörlüğünü İttifak Reisi Ali Sami (Yen) merhum deruhte etmiş ve takıma her antrenmandan önce bir futbol kaidesinin nazari olarak gösterilmesi; bunu takiben de sahada yarım saat fi’li antrenman yapılması ve bu talimlerde müsellesi paslar, muhtelif hücum ve müdafaa şekilleri tatbiki takarrür eylemişti.

    Gene bu çalışmalarda püramatör futbolcular için devam, dikkat ve itaat ilk şark olarak ileri sürülmüş bulunuyordu.

    1923 senesi Ocak ayının 18inci Perşembe günü Divanyolu’ndaki (Şark Mahfeli)nde, adları yukarıda geçen 17 futbolcu önünde varılan bu kararlar gereğince, ilk milli takım namzetlerinin ilk idmanları 28 Ocak 1923 Pazar günü Kadıköy sahasında işgal ordusundan İngilizlerle yapılmıştır.

    Yukarıdaki resim, o gün yağmurlu hava ve çamur bir sahada yapılan bu ilk çalışma esnasında alınmış cidden tarihi ve kıymettar bir hâtıradır. Bu resimde, ilk milli takım namzetlerinin forvet hattını teşkil eden 5 eski ve kıymetli Türk futbolcusunu görüyorsunuz.

    Şimdiki Fenerbahçe stadının tahta perde ile çevrili zamanına rastlayan bu fotoğraf her bakımdan manalıdır. Ve baktıkça insana hüzün vermemesi, mazinin daha dün gibi gelen kocaman 32 senelik derinliklerinin tahassürle yâdına vesile olmaması imkânsız bulunuyor!

    Tahta perdelere bakın memleketin tribünsüz yegâne futbol sahasına bakın! Yağmur, çamur demeden antrenmana koşan her yaştan vefakâr meraklılara bakın… Ve nihayet, her birinin yüzlerinde asalet, bakışlarında metanet okunan dünün mahrumiyet, kahır ve cefaya mütehammil fedakâr futbolcularına bakın!

    “O halde, kimdir bunlar; o fedakârlar zümresinin bu 5 temsilcisi kimlerdir?” diyenleriniz şimdi büyük ekseriyeti teşkil ediyordur, değil mi?

    İşte onlar; mevkilerine göre bakın hem de ne muntazam sıralanmışlar:

    Sağ baştaki, sağ dizini çamur sahaya dayamaktan çekinmemiş genç meşhur soliç Bedridir. Fenerbahçe’nin, o sıralarda henüz (18) ini doldurmamış bu ceylân tipli açığı azimli ve gayretli çalışmasının mükâfatını birkaç ay sonra görecek ve ilk milli takımımızın solaçık mevkiini, o şipşirin ay yıldızlı forma sırtında olarak, süslemek şerefini o kazanacaktır. Bugünün kıymetli diş tabibi Bedri Gürsoy bu büyük şerefe, aynı mevkide, tam 12 defa ulaşmıştır.

    Sağdan ikinci, soliç mevkiini tutmuş kara bıyıklı yağız genç Badi Şükrüdür. Süleymaniye’nin kıymettar müdafii iken o yıl Altınordu’nun pek kudretli bir muhacimi oluveren Şükrü, büyük kabiliyetine rağmen, maalesef milli olamadı ve ondan çok daha acıdır ki, pek genç yaşta hayata da veda etti.

    Ortada hem tevazu, hem de ihtişamla duran genç meşhur Zeki’dir. Fenerbahçe ve milli takım kaptanı Zeki Türk futbolunda (Üstad) lakabıyla anılır. Ağır sanılırken yırtıcı hücumları, otoritesi, zekâsı, takımı sevk ve idaresi ve nihayet sağlı sollu kurşun gibi ve isabetli şütleriyle Türk futbolunun santrfor mevkiinde bir eşini daha göremediği bir kıymettir. Merkezi Avrupa kupası finalini oynayacak Först Wienna onu (Rapid)e karşı merkez muhacim oynatmak için, 28 sene önce, Viyana’ya kadar davet etmiş ve el üstünde taşımıştı. Şimdiki İstanbul Milletvekili Zeki Sporel (millî gol kralı) unvanını 15 sayı ile 30 yıldır muhafaza ediyor. Bu müstesna şeref daha kaç yıl onun uhdesinde kalacaktır, kim bilir!

    Resme göre (Üstad)in solundaki, sağ iç meşhur (Alaeddin)dir. Futbola, Zeki ile beraber, 44 sene evvel Fenerbahçe dördüncü takımında başlamışlar, 4 sene sonra, yani 40 yıl önce aynı gün birinci takıma geçmişler, 7 – 0 galip geldikleri o günkü lig maçında biri sağ ve diğeri de solaçıktan (3)er gol atmışlardı. Bu garip ve şayanı hayret beraberlik, bir kaç sene sonra, mevkileri yan yana olunca Türk futbolunda ilk ahenk olan (Zeki – Alâ’) kombinezonunu yarattı ve bu, milli takımda da yıllarca yaşadı… Alâeddin Baydar harikulade kıvraklık ve top hâkimiyeti, şedit şütleri ve bu meziyetlerinin neticesi attığı sayısız nefis gollerle Fenerbahçe futbolunun sevilmesinin başlıca amillerindendir.

    Nihayet; köşede, sol baştaki delikanlı sağaçık Sabih Arca’dır. Türk futbolunun ender yetişmiş incelik ve zarafet örneğidir. Fenerbahçe’nin bu kıymettar forvet ve defans oyuncusu milli takımımızın da sağaçık, soliç, solhaf, santrfor ve santrhaf mevkilerinde yıllarca aynı derecede maharetle oynamak suretiyle futbol bilgi ve kabiliyetinin enginliğini fi’len ispat ettiği gibi tertemiz spor hayatını da tevazu ve centilmenlikle taçlandırmıştır.

    (Gelecek resim ve yazı; Fenerbahçe – Altınordu Ramblez muhteliti İngiliz Inflexible dritnot takımıyle 42 yıl önce Kadıköy sahasında…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 9 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XLI

    Canlı Yapraklar – XLI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLI” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLI

    Fenerbahçe futboldaki büyük şöhretini ocağında yetişmiş ve gelişmiş çocuklarına borçludur. Esasen, memleketimizde genç takımları ilk kuran kulüp Fenerbahçe ve bu lüzumu duyan ve onu tatbik mevkiine koyan ilk idareci de Elkâtip Zade Mustafa beydir. Bu ileri görüşlü zat bu işe 1911 senesinde girişti.

    Elkâtip Zade ve takımları neden sonra diğer kulüplerimize örnek oldular…

    Fenerbahçe’de, hiç bir kulüple ölçülemeyecek nispette, şöhretli genç takımlar yetişmiştir.

    Bunların birincisi 1913 yılı genç takımıdır. Haydar, Ecvet, Fahri, Nuri, Necip Şahin, Necmi, Baron Feyzi, Zeki, Alâ, Bekir, Cafer ve Refik Osman’dan mürekkep olan bu kadro o yıl memleketimizde ilk defa olarak organize edilen İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğunu hiç yenilmeden almış ve Mahmut Muhtar Paşa merhumun, üzerinde: “Yarının kıymetli futbolcularına…” yazılı gümüş kupasını kazanmıştı.

    İmparatorluk devrinin spor muhibbi bu meşhur Paşasının kupaya yazdırdığı “Yarının kıymetli futbolcularına” sözü onun isabetli görüş kudretinin de mükemmel bir ölçüsüdür. Çünkü tam 10 yıl sonra, 1923’de Türk millî takımı kurulurken bu arada yetişmiş ve gelişmiş yukarıdaki gençler, yani 10 yıl önceki Fenerbahçe üçüncü takımı ay-yıldızlı ilk kadrolara esas olmuştu.

    Filhakika; ilk takımlarımızın meşhur Zeki, Alâ, Cafer, Bekir, Feyzi ve Refik Osman gibi 6 esas siması futbolu 1913’ün Fenerbahçe üçüncü takımında öğrenmiş gençlerdi.

    Futbol tarihimizin bu canlı hakikati Fenerbahçe kulübünün genç takımlar mevzuunda vaktiyle başardığı alemdarlık ve harcadığı büyük emeklerin ölmez hâtıra ve hattâ mükâfatı olarak yaşayacaktır.

    Filhakika; Sami Bey tarafından sol köşeye yazılmış şu bir kaç kelime yalnız bir şükran ifadesi değil; aynı zamanda, Fenerbahçeliler arasında cari sevgi, hürmet ve kadirşinaslık örneğidir de:

    (Fenerbahçe küçüklerinin muhterem muallimleri Fuat Beyefendiye. Bir hâtırai şükran olmak üzere takdim…)

    Bugün 30 yılını doldurmuş olan şu fotoğraftaki eski genç Fenerlileri birçok kimseler tanımayacaklar, fakat hüviyetleri sunuldukça içlerinde tanınacak ve hatırlanacaklar çok olacaktır.

    Ön sırada oturanlar, sağdan:

    Suat Belgin (Tekel levazım müdürü),

    Solaçık Seyfi, İzmir Fuar müdürü Ferruh Örel,

    Santrfor ve hâlen İstanbul futbol ajanı Sedat Taylan,

    Sağiç Şahap,

    Aynı zamanda milli atlet Haydar Aşan,

    Balkan şampiyonu tenisçilerimizden ve hâlen İstanbul Belediyesi Reis muavini Sedat Erkoğlu,

    Santrhaf ve hâlen İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret okulu müdürü Doktor Nihat Sayar.

    Ayaktakiler;

    Sağ baştaki kısaca boylu genç Suat Belgin’in ağabeysi Mocuk Hikmet merhumdur. Hikmet; milli takımımıza Fikret, Muzaffer, Niyazi ve Mehmet Reşat’ı veren Fenerbahçe’nin 1927 yılı genç takımının fedakâr antrenörü olup bu uğurda evvelâ sıhhatini, bir yıl sonra da hayatını feda etti.

    Merhum Hikmetin sağındaki beyaz saçlı zat Fenerbahçe’nin emektar uzvu ve eski reislerinden Doktor Hamit Hüsnü Kayacan merhumdur.

    Beyaz gömlekli genç de milli sağaçık ve eski Fenerbahçe genç takımlarının amatör antrenörlerinden Paşabahçe Cam fabrikası muhasebe müdürü Sabih Arca’dır.

    Sabih’in sağında solhaf Şevki, onun da sağında merhum bek Ziya görülüyor.

    Fenerbahçe kulübü, bugün, “genç takım” davasını ele almış bulunuyor. Gerçi şartlar düne nazaran çok değişmiştir. Fakat hâdisat ve hakikatler gösteriyor ki, randıman nispeti düne nazaran az da olsa, bu yola dönmeğe lüzum vardır. Bu bakımdan, Fenerbahçe kulübünde genç takım dâvasını feragat ve fedakârlıkla güden, vaktiyle o takımlardan yetişmiş, Sayın Siyami Arda’yı tebrik etmek ve ona müzahir olmak vazifedir.

    Fenerbahçe’nin 1913’ten sonraki ikinci meşhur genç takımı yukarıda resmini gördüğünüz 1924 yılı genç kadrosudur. Bu takım, 1924 yazında iki ay ilk milli takım antrenörü Hanter tarafından çalıştırılmış; sonra da, ilk Türk futbolcusu Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Kayacan ve nihayet Sami Coşar elinde tekâmül etmiştir.

    Bu takım, o yılın genç takımları arasında tertiplenen meşhur (Fen kupası) galibidir. Ayrıca, futbol tarihimizde yurt içinde turneye çıkan ilk genç takımdır. Hatırlayacaklar çok olsa gerek; Fenerbahçe’nin 1924 genç takımı, yukardaki fotoğrafın alındığı tarihlerde, 16 eylül 1924 günü merhum doktor Håmit Hüsnü Kayacan’ın riyaseti altında İzmir’e hareket etmiş ve orada 4 muhtelif kulübün birinci – ikinci takımlar muhtelitleriyle maç yapmıştır.

    Altay’ı 8 – 0, Altınordu’yu 6 – 0, Hilâli 4 – 0 ve Karşıyaka’yı da (11 – 0) yenen Fenerbahçe küçükleri 4 galibiyet almak ve hiç gol yemeden 29 gol atmak gibi fevkalade bir başarı sağlamış ve İzmir’de umumi hayranlık uyandırmışlardı.

    İşte, yukardaki fotoğraf Türk futbolunun baktıkça insana fevkalâdelikler okuyan 1924 senesi Fenerbahçe üçüncü takımının canlı bir hâtırasıdır. 1924 sonbaharında çekilmiş ve 20 Aralık’ta Sami Coşar tarafından Fuat Hüsnü Kayacan’a hâtıra olarak sunulmuştur.

    Arkadaki takımın yedek haflarından Hikmet’tir.

    Sonra, sol müdafi Füruzan Şansal ve müteakiben de iki kaleciyi görüyorsunuz.

    Beyaz fanilalı İhsan’dır. Geçen seneler Ankara futbol ajanı idi.

    Başında kep olan da merhum Hüsnü’dür.

    Hüsnü’nün sağında (Bloke) namiyle maruf müdafi İhsan, sonra muavinlerden Ulvi Örel, gene muavinlerden hâlâ veteriner albay Hakkı Gürtay ve nihayet gene haf hattından, hâlen Devlet Demiryollarında, Hayri Başol’u görüyorsunuz.

    İki sivilden sağdaki devrin birinci takım futbolcularından ziraat mühendisi Ragıp Mağden, soldaki de Fenerbahçe’nin ilk kadrolarının teknik ve zekasıyla maruf forveti, o tarihlerde yeni kurulmuş İş bankası müfettişlerinden ve bu meşhur takımın püramatör antrenörü ve geçen yılların da Urfa mebusu Hüseyin Sami Coşardır.

    (Gelecek resim ve yazı; 32 sene evvel ilk milli takım antrenman maçında milli takımının Türk futbolunda pek meşhur 5 muhacimini, yağmurlu bir havada Kadıköy sahasında göstermektedir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 1 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • 1933 Bilançosu

    1933 Bilançosu

    1933 yılında ilk Türkiye şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe’nin 1933 bilançosu Milliyet gazetesinde yayınlanmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin Şampiyonluğu

    16 Kanunuevvel 933 tarihinde başlayan İstanbul futbol şampiyonası nihayetlenmiş ve Fenerbahçe kulübünün üç takımı şampiyon olmuştu. Bugünkü yazımızda, bu kıymetli kulübümüzün bir senelik mesaisi hakkında ufak bir bilanço yapacağız:

    Evvela Fenerbahçeliler sene başında mükemmel denilecek bir sahaya malik oldular. Ve bu sahadan sonradır ki kulüp idarecileri bir kulübün daima payidar olması için behemehal bir antrenöre sahip olması düşüncesiyle, bütün sene gösterdiği mesaisiyle cidden takdire layık bir kimse olduğunu kabul etmek kadirşinaslığında bulunmak icap eden Her Şvenk’i aldılar ve bu seneki lig maçlarına giren Fenerbahçe takımlarını bu muktedir muallime terk ederek onun bilgisinden istifadeye başladılar.

    Lig maçlarının bidayetinde Fenerbahçe ve Beşiktaş takımlarının bu sene en kuvvetli iki teşekkül olduğu derhal kendini gösterdi. Bu seneye kadar mevcut olan Fener, Galatasaray rekabeti, mevsimin birinci maçında eski şiddetini kaybetmişti. Galatasaray ilk karşılaşmada Beşiktaş’a mağlup olmuş, bundan sonradır ki maçları da bir silsilei mağlubiyet olarak tevali etmiştir.

    Futbol heyetinin çok musip ve yerinde bir kararıyla bu seneki maçlara bir de B takımları ithal edilmişti. Birinci küme kulüpleri maç günlerinde mutlaka 22 oyuncu ile sahaya çıkmak mecburiyetini görünce daha fazla çalıştılar ve bu çalışmanın da semeresini gördüler.

    Fazla olarak Cumhuriyet gazetesi tarafından konan kupa için bir de gençler ligi tertip edilmişti. Her kulüp gibi Fenerbahçe de bu maçlara hararetle dahil olmuş ve bu suretle senelik üç şampiyona şubesinde hummalı bir faaliyetle sahaya atılmıştı.

    Haftanın iki gününde birinci ve B takımı, diğer iki gününde de genç ve dördüncü takım oyuncularını idman ettirmek üzere çalışmaya başlayan Her Şvenk mevsim başında emek verdiği bu üç takımın oyuncularında bu sene için muhakkak daima galibiyetler bekliyor. Ve diğer hasımlarına nazaran Fenerbahçelilerin daha muntazam, daha bilgili, daha fenni oyunlarını görerek memnun oluyordu.

    Fenerbahçe’nin birinci devrede birinci hasmı Beykoz’dı. İlk karşılaşmada çok korku geçiren Fenerliler oyunun birinci devresinde 1-0 mağlup idiler. Bu netice Fenerlileri her seneki gibi, ilk yedikleri golden müteessir etmemiş bilakis takımın, behemehal kazanmak azmi ikinci devrede kendini göstermiş ve yedikleri bir gole mukabil kırk beş dakikada tamam beş gol yaparak galip gelmişlerdi.

    Bundan sonrası da daima galibiyetlerle ilerlemiş yalnız altı maçın birinde İstanbulspor’la 1-1 berabere kalmıştı. O da gene Fenerlilerin hasma ehemmiyet vermedikleri bir günde olmuştu. Bayramda Fenerbahçe, İstanbulspor haftası yaptılar, o gün 6 golle galip gelen Fenerliler dört gün sonra nasıl olsa yeneriz diye oynadıkları lig maçında berabere kalmışlar ve birinci devrede bir puan kaybetmişlerdi.

    Fenerbahçe birinci takımı galibiyetten galibiyete koşarken, onların halefi olacak genç oyuncuları da ağabeyleri gibi daima galip geliyorlar ve kümelerin en ön saflarını işgal etmekten geri kalmıyorlardı.

    B takımı yaptığı 12 maçın on tanesini kazanmış yalnız iki maçta berabere kalarak tıpkı ağabeyleri gibi 34 puanla şampiyon olmuşlardır.

    Cumhuriyet kupasını kazanan genç takım da yalnız bir maçında berabere kalmış diğerlerini mütemadiyen kazanarak 35 puanla o da şampiyon olmuştur.

    Fenerbahçe’nin bu seneki muvaffakiyetinde hiç şüphe yoktur ki Macar antrenörün pek büyük bir hissei şerefi vardır. Memleketimize bugüne kadar gelen birkaç antrenörün içinde Fenerbahçe’nin bu antrenörü kadar çalışkan bir kimse görülmemiştir. Bir futbol hastası olan Her Şvenk, hakikaten Fenerbahçe’yi o kadar sevmiş, onu o kadar benimsemiştir ki hakiki bir Fenerbahçeli kadar, o adam da bir maçın arifesinde kulübünü, antrene ettiği takımlarını düşünüyor, onların kazanması için geceleri uykusunu da kaybediyordu. Bu vesile ile tekrar edelim, biz her kulübümüze bir antrenör edinmek için çok çalışmalarını, hatta çok pahalı olmayacak antrenörler tedarik etmelerini tavsiye edeceğiz. İşittiğimize göre Yunanistan’da birçok kulüplerin antrenörleri var. Niçin koca İstanbul’da yalnız Fenerbahçe’nin antrenörü olsun da diğer kulüplerin olmasın.

    Onlar da bu mühim meselenin halli için maddi fedakarlığın çarelerini arayarak bulsunlar. İşte Fenerbahçe idarecileri cidden çok fazla çalışarak vücuda getirdikleri mükemmel stadları sayesinde cidden Balkanlarda bir eşine tesadüf edilemeyecek bir saha, üç tenis kordu bir de antrenman sahası ve yakında güzel ve büyük tribünleriyle memlekete örnek olabilecek bir eser vücuda getirdiler. Bu kadar güzel bir kulüp binasına ve çok fazla azaya malik olan Fenerbahçelilere muhakkaktır ki bir de antrenör lazımdı. Her Şvenk gibi çok çalışkan bir hocaya malik olan Fenerliler bu sene fazla ve ehemmiyet vererek çalışmanın semeresini kazandıkları üç şampiyonluk ile bilfiil göstermiş oldular.

    Henüz ikmal edilmemiş şilt maçlarında Fenerbahçe’nin kazanmak ihtimali az değildir. Biraz daha gayret ederek kulüplerine şildi de kazandırmak Fenerbahçe oyuncularının erişemeyecekleri bir mesele değildir.

    Yarın Vefa ile yarım kalan şilt maçı 27 dakikalık ikmal edilecek 1-0 galip mevkiinde bulunan Fenerbahçe bu maçı kazanırsa 30 Haziran’da Galatasaray ile oynayacak ve bu maçın galibi İstanbulspor’la şildi paylaşacaktır. Biz bütün samimiyetimizle Fenerbahçelileri ve Her Şvenk’i candan tebrik eder ve gelecek sene de kendilerine aynı muvaffakiyeti temenni ederiz.

    22 Haziran 1933 – Milliyet

  • Sporda Sıkıyönetim

    Sporda Sıkıyönetim

    1935 yılında Libertas, Türkiye’ye geldiğinde Fenerbahçe ile yaptığı maçta kavga çıkınca, meşhur “Sporda Sıkıyönetim Lazım!” yazılarından birini de Vâlâ Nureddin kaleme almış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Âleminde Örfi İdare İlân Etmeli!

    Dünkü maçlara dair malûmatı spor kısmımızda okumuşsunuz ve hayretle, teessüfle ne söyleyeceğinizi şaşırmışsınızdır.

    Oyun oynamak üzere İstanbul’a getirilen ecnebi futbolcular Fenerbahçe’yi yenince, (seyircilerin de iştirakile) kendilerine bir temiz dayak atılmış…

    Bravo doğrusu!…

    Bu memleket, eski devirlerin fena vaziyetlerinden doğan Türklük aleyhindeki dedikoduları silmek için bunca külfetlere katlanıyor. Adımızı layık olduğu mertebeye yükseltmek için, bunca propagandalar yapıyoruz. Viyanalı sporculara atılan bir dayak, bütün fedakârlıkları sıfırla harap etmeğe kâfidir!

    Garp gazetelerini açınız. Spor bahisleri, orada, en mühim yerlerini işgal ediyor. Spor, artık, yalnız adale kuvveti olarak değil, bir irade terbiyesi olarak anlaşılmaktadır. Bizim memlekette yapılan bu ağlanacak hale ise manevi cihetten ne not vereceklerini de düşünün…

    Hatırlıyorum:

    Bir gün gazetemize Amerikan gazetelerinden aldığımız bir klişeyi derç etmiştik. Orada, bundan kat kat hafif bir spor kavgası görünüyordu ve altına müstehzi ve haysiyet kırıcı şu cümle yazılmıştı.

    İstanbul’da spor!?

    Ecnebileri bir tarafa bırakalım. Kendi kendimizin yüzüne nasıl bakacağız? Bu hadise o derece fecidir!

    Yenilince dayak atmak! Bu, ne demektir böyle?

    Bu zihniyetin önüne geçilmezse, galiba daha ileri varanlar da çıkacak…

    Ercüment Ekrem’in bir hikâyesi vardır.

    Bir Arnavut meclisinde bir işi reye koymuşlar; müsavat hâsıl olmuş; bunun üzerine, reis, tabancayı çekmiş, kendine aleyhtar olanlardan birini vurmuş:

    “Şimdi ekseriyet bizim tarafta!” demiş.

    Onun gibi, dayak atacak yerde daha kolayı var: Saldırmaları, tabancaları kuşanarak sahayı ihata edelim, ecnebi oyuncuları temizledik mi galebe mutlaka bizim tarafta olur!

    Yapılan muamele, mahiyet itibariyle, anlattığımdan farksızdır. Bir daha bir ecnebi takımını da-etmeye nasıl yüzümüz olacak?.

    Spor âleminde âdeta bir örfi idare ilan etmeli, en zecri tedbirler almalıdır.

    20 Nisan 1935 – Haber: Akşam Postası Gazetesi (Va-Nu)