Kategori: İşgal Yılları

  • Esir Şehrin Moral Kaynağı

    Esir Şehrin Moral Kaynağı

    Bugün sizlerle “Türk futbolunun ilk yıllarında hiçbir maç gazetelerde yer almadı” şeklinde göz göre göre yalan söyleyenlere ders verecek bir şey paylaşacağız. Fenerbahçe nasıl esir şehrin moral kaynağı olmuş, bunu göreceksiniz.

    Harington Kupası’nın fotoğrafını ve detaylarını araştırmak için açtığımız sayfada, dönemin Tevhid-i Efkar ve Vatan gazetelerinin birinci sayfalarında bu maça yer verildiğini görmüştük. Şimdi bunlara biri daha eklendi. Vakit gazetesi…

    Tarih, belgeyle yapılır. Birkaç tane ergeni etkileyip vatana hizmeti geçmiş insanları karalamanın adı çok başka bir şey…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İngilizler Yenildi

    Fenerbahçe 2, İngiliz Muhtelit Takımı 1 Gol Yaptılar

    Dün Taksim Stadyumu’nda heyecanlı ve mühim futbol maçları icra edilmiştir. Stadyum kesif bir temaşakar ile dolmuştu.

    Günün mühim müsabakası Fenerbahçe ve İngiliz muhtelit takımı arasında olan idi. Müsabakaya Fenerliler sağlam takımlarıyla gelmişlerdi. Hasım taraf da kuvvetliydi. Hakem bir İngiliz intihap edilerek maça saat altıya doğru başlandı. İlk 15 dakika tamamen İngilizlerin hâkimiyetini gösteriyordu. Bu faikıyet İngilizlere bir sayı kazandırdı. Bundan sonra netice değişmeyerek parti nihayetlendi.

    İkincinin başlangıcında Ömer Bey’in iyi bir pasından istifade eden merkez muhacim Zeki Bey vaktinden evvel kaleden çıkan İngiliz kalecisinin ayakları yanından mahirane bir şutla sayıyı yaptı.Bu sayıdan sonra Fenerliler hasmı fazla sıkıştırmaya başladılar ve oyunun nihayetine 10 dakika kala yine Zeki Bey tarafından ikinci sayıyı yaparak müsabakayı kendi galibiyetleri ile neticelendirdiller.

    Müsabakada İngilizlerden kaleci, merkez muavin, merkez muhacim, sol açık güzel oynamışlardır. Fenerlilerden İsmet, Kadri, Zeki, Şekip Beyler galibiyete yegâne âmil olmuşlardır. Fenerbahçe’nin bu muvaffakiyeti şahane addedilmeye şayandır. Maçın hitamında günün en kıymetli oyuncusu Zeki Bey ahalinin omuzların üstünde taşınarak şiddetle alkışlarnmıştır. Gençlerimizi hararetle tebrik ederiz.

    Aynı günde Fenerbahçe ikinci takımı 3 golle Galatasaray’ın ikinci takımına galip gelmiş ve üçüncü takımı da Darüşşafaka üçüncü takımına 2 sayı ile mağlup olmuştur.

    30 Haziran 1923 tarihli Vatan gazetesinden…


    Merak edenler inceleyebilsin diye, gazetelerin yüksek çözünürlüklü resimlerini de aşağıya ekledik.

    Fenerbahçe… Esir Şehrin Moral Kaynağı

    30 Haziran 1923 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinin 1. sayfası

    30 Haziran 1923 tarihli Vakit gazetesinin 1. sayfası

    30 Haziran 1923 tarihli Vatan gazetesinin 1. sayfası

  • Alaaddin Baydar

    Alaaddin Baydar

    Fenerbahçe’nin efsanevi işgal yılları kadrosunun oyuncularından olan Bedri Gürsoy, takım arkadaşlarını ve canlı izlediği futbolcuların portresini 1940 yılında Haber – Akşam Postası gazetesinde çiziyor. Sitemizde yayınlamaya Alaaddin Baydar portresi ile başlıyoruz… Tuncay Yavuz aktarıyor… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çocuk Yaşta

    Alaaddin küçücük yaşta Fenerbahçe’ye girmiş, orada yetişmiş, dördüncü, üçüncü, ikinci, birinci takımlarında uzun zaman futbol oynamıştır. Fenerbahçe’nin ve milli takımımızın eşsiz, rakipsiz biricik sağ iç muhacimiydi. Birçok temsili maçlara, olimpiyatlara, futbol seyahatlerine iştirak etmiştir. 18 defa beynelmileldir. Türk futbol aleminde son derece şöhret kazanmıştır. Kendi halinde, sessiz, nazik, spor ve aile terbiyesi mükemmel bir arkadaştır.

    Alaaddin birden bakınca yakışıklı değildir. Lakin konuştukça cana yakın olur. Sıcakkanlı, şirin ve sempatiktir.

    Kısaca bir boy, zayıfça bir vücut, esmer bir ten, büyücek bir baş, çıkıntılı geniş bir alın. Çeneye doğru müselles şeklinde sivrilen bir yüz. Elmacık kemikleri hafif hafif çıkık, büyücek bir ağız, kestane rengi saçlar, koyu ela güzel ve insana içi gülen pırıl pırıl parlayan iki göz.

    Vücudunun üst kısmına nazaran belden aşağısı, ayaklara doğru daha dolgun ve nema bulmuş. Karakteristik bir futbolcu vücudu ve tipi.

    Küçük yaştan beri futbol oynaya oynaya hafif çarpılmış, sırım gibi, sinir kesilmiş, demir gibi sımsıkı adaleli bir çift bacak. Öyle bacaklar ki sanki Allah bunları topu evirsin çevirsin, kıvırsın, kimseye vermesin diye çelik bir kanca gibi, kedi pençesi gibi sureti mahsusada yaratmış.

    Beni Fenerbahçe’ye O Götürdü

    Alaaddin’in bende kalan unutulmaz ve kıymetli hatırası beni Fenerbahçe’ye yazdırmış olmasıdır.

    Kadıköy sultanisinde talebeydim. Futbola son derece meraklıyım. Mektep takımımızın da merkez muhacimiyim. Alaaddin ise o zamanlar Fenerbahçe birinci takımında sağ için muhacim oynuyor. Ben onun fevkalade oyunlarını hiç kaçırmadan daima hayran hayran seyreden bir takdirkarıyım.

    Bir gün mektebimiz Fenerbahçe üçüncü takımını maça davet ediyor. Biz Fenerbahçe üçüncü takımını mağlup ediyoruz. O gün ben ve arkadaşım müdafi Kadri herhalde iyi bir oyun oynamış olacağız ki seyirciler arasında bulunan Alaeddin’in gözünden kaçmıyoruz ve bize Fenerbahçe’ye girmemizi teklif ediyor. Kadri ve ben çok seviniyoruz ve ertesi günü de gidip kulübe kaydolunuyoruz.

    Alaaddin kulübünü çok sever. Fenerbahçe’ye çok hizmetleri dokunmuştur. Oyunlarda hiç umulmadık zamanda can alıcı goller atar.

    Mütareke Kahramanı

    İkinci hatıra: Mütareke senelerinde bir gün İngilizlerin çok kuvvetli bir askeri takımıyla çetin bir maç yapıyorduk. Bir gol İngilizler, bir gol de biz yapmıştık. Oyunun bitmesine beş dakika vardı. Halk heyecan ve sabırsızlık içinde bağrışıyordu: “Galibiyet golü isteriz”. İngilizleri adamakıllı sıkıştırıyorduk ama bir türlü gol atamıyorduk.

    Maçın beraberlikle biteceği aşikardı. Zira artık düdük çalmasına iki dakika kalmıştı ki, Alaaddin bir aralık ne yaptı yaptı kaptığı topu evirdi kıvırdı, çevirdi, çalım yaptı ve sıkı bir burun şutu çekti. Topu İngiliz kalesinin ağlarına geçirdi. Halk sevinçten coştu. Avaz avaz “yaşa Ala, var ol Ala” diye haykırmaya başladı. Bir aralık seyirciler arasından beyaz sarıklı, sakallı bir hoca efendi cübbesini toplaya toplaya sahaya fırladı ve Alaaddin’i kucaklayıp öptü: “Bugünü bana gösterdin ya evlat, Allah senden razı olsun” diye bağırmaya başladı. Seneler geçti, hala bugün futbol meraklıları ve biz futbolcular bu vakayı hiçbir zaman unutamayız ve daima gülerekten bahsederiz.

    Başka bir vaka. Lakin bu feci ve yürekler sızlatıcı. Hatırladıkça hala tüylerim diken diken olur.

    Bir maçta yine Alaaddin en umulmadık bir anda galibiyet golünü atıyor, biraz sonra da oyun bitiyor. Alaaddin yorgun argın önüne bakaraktan, terlerini silerekten halkın arasından geçerek stadyum kapısından dışarıya çıkmak üzere. Birden karşısına bir adam çıkıyor ve elinde tuttuğu kayışlı, parlak ve madeni tokayı savurarak Alaaddin’in suratına hızla indiriyor ve gözleri dönmüş bir halde bağırıyor: “Demek galibiyet golünü sen attın ha, al öyleyse sana!”.

    Özellikleri

    Çok süratlidir. Türkiye’de yetişen oyuncularımızın en iyi koşanlarındandır. Pasları tehlikesi ve müessirdir. En umulmadık bir anda pas verir. Hem öylesine pas verir ki, “al bunu gol yap” der gibi. Çünkü artık bu fırsatı kaçırmamak acemi olmayan her futbolcu için muhakkaktır. Merkez muhacim Zeki diyebilirim ki, şimdiye kadar attığı gollerin hemen yarısını Alaaddin’in pası ile yapmıştır. Refik’in tarzında burun şutları vardır. Tehlikeli kornerler atar, şutları sıkı ve anidir.

    Topa son derece hakimdir. Ayak çalımları dünya yüzünde yetişen futbolcuların en başında gelecek ve akıllara hayret verecek bir hususiyettedir. Sanki Alaaddin’in ayakları birer mıknatıs top da demirden bir yuvarlakmış gibi daima topu çeker, top bir kere Alaaddin’in ayağına geçti mi aşk olsun onu alabilene. Bazen önüne sıra ile, iki, üç hatta beş kişi çıkar. Ala bunların içinden topu evirir, kıvırır, biçimine getirir, kurtarır. Öyle anlar olur ki top ayağından gitti zannederiz ve bağırırız: “Ne yaptın Ala? Fazla çalımın sonu işte bu, kaptırdın topu”. Halbuki, a, bir de bakarsınız hayret, top gene Alaaddin’in ayağındadır. Yumakla oynayan bir kedi gibi topu tekrar pençesine almıştır.

    Alaaddin o derece karışık ve girift çalımlar yapar ki karşısındaki hasımlar oradan oraya zıp zıp oynar durur. Seyirciler de hayran ve mütehayyir kendilerinden geçerler, haykırırlar: “Kıvır Ala, yaşa Ala”. Eşapeleri kuvvetlidir ve hızlıdır. Maçlarda enerjiktir. Nefesi, mukavemeti, deplasmanı, çevikliği, müdafaaya yardım edişi mükemmeldir.

    En büyük kusuru, sol ayağının zayıf olmasıdır. Kafa vuruşları iyi değildir. Vücut çalımları basittir. Soğukkanlı da değildir. Bazı maçlarda sinirlendiği, maneviyatının bozulduğu göze çarpar. Zaman zaman şahsi oyuna kaçtığı da görülür.

    Alaaddin değil yalnız Türkiye’de, gittiğimiz ecnebi memleketlerinde, olimpiyatlarda göze çarpmış, beğenilmiş, alkışlanmış, hepimizin iftihar edeceği bir futbol yıldızımızdır. Harikulade bir hususiyeti olan oyun tarzı vardır. Uzun seneler dahi geçse Alaaddin’in, bu yüksek futbolcunun unutulmasına imkan yoktur.

    Bedri Gürsoy

  • Fahir Yeniçay

    Fahir Yeniçay

    Türk Halkını Fenerbahçe’ye Aşık Eden Takım‘ın futbolcusuydu, Fahir Yeniçay.

    41 yıl sonra bir araya geldikleri akşam, arkadaşları “Onun kadar sinirsiz, sakin oynayana rastlamadık” demişler, Yeniçay da asla sert oynamamış olmasını şöyle açıklamıştı : 
    “Ben sahada 22 arkadaş birlikte spor yapıyoruz, diye düşünür ve hiç kimseyi rakip görmezdim”

    Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre 1921-1924 arası 24 resmî maçta forma giydi.

    Sözü biraz da fizikciler.info.tr” sitesine bırakalım.

    Hayatı

    Fahir Yeniçay 1902 yılında İstanbul’da doğdu.

    Orta öğrenimini İstanbul Kadıköy’deki Saint Joseph Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1922 yılında İstanbul Darülfünunu’nun (1925 yılında yapılan değişiklikle bugünkü Fen Fakültesi’ne dönüşen) Fen Medresesi’nde fizik ve kimya öğrenimine başladı.

    Yüksek öğrenimini 1925 yılında tamamlayan Yeniçay 1927 yılında Fransa’ya gitti ve Paris’teki Sorbonne Üniversitesinde, Fransız Fizikçisi Nobel ödüllü J. B. Perrin’in yönetiminde doktora çalışmalarına başladı. Bu çalışmalarını 1930 yılında tamamlayarak Su ve Cıva Üzerinde Tek Moleküllü Filmler adlı teziyle doktor ünvanını aldı. Bu, bir Türk bilim adamı tarafından yapılan ilk fizik doktorasıdır.

    Ankara’daki Gazi Enstitüsü’nde, lise öğretmenlerine verdiği kurslar sırasında, 31 Mayıs 1933’de kurulan yeni İstanbul Üniversitesi’nin öğretim kadrosunda yer aldı. Böylece Prof. Dr. Yeniçay, İstanbul Darülfünu’nun öğretim kadrosundan olup, İÜ Fen Fakültesi’nde Ali Yar (Matematik) ve Hamit Nafiz Pamir (Jeoloji) ile birlikte görevde kalan üç öğretim üyesi arasında yer aldı.

    Profesör Oluyor

    Prof. Dr. Yeniçay, 21 Ekim 1938 tarihinde de profesör unvanını aldı ve aynı yıl Feride Hanım ile evlendi. Bu evliliklerinden Hamit Yeniçay dünyaya geldi. 1939 – 48 yılları arasında Fen Fakültesi Dekanlığı, 1953 – 55 yılları arasında da İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü yaptı.

    Bilime ve fizik eğitimine olan katkıları, TÜBİTAK’ın 1972 yılında verdiği Hizmet Ödülü’yle değerlendirilen Prof. Dr. Yeniçay’ın sporcu kimliği ve sanata verdiği önem de vurgulanmalıdır. Uzun yıllar, Fenerbahçe ve Türk Milli Futbol takımının formasını taşıyan Prof. Dr. Yeniçay bu özelliğini çalışma yaşamına da taşımıştır. İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki Merkez Kampüsü’nde bulunan spor alanlarını Rektörlük görevi sırasında yaptırmıştır. Kürsüye geliş gidişlerinde, Eminönü – Fakülte arasını yürüyerek kateden Fahir Bey’in kürsüye geldiğinde ilk işi, sporcu kimliğinden gelen bir alışkanlıkla, soluk lacivert renkli eşofmanlarını giymekti. Onu tanımayanlar zaman zaman görevi konusunda yanılgıya düşmüş, bu giysileri içindeki Prof. Dr. Yeniçay’ı, kürsünün temizlik ve bakım işleriyle ilgilenen bir görevli sanmışlardır! Oysa bu eşofmanla sadece çalışma odasında ve laboratuarda çalışır; derslere ve resmi toplantılara ise, takım elbisesiyle katılırdı.

    Prof. Dr. Yeniçay 11 Mayıs 1988 Çarşamba günü aramızdan ayrıldı.

    http://fizikciler.info.tr/index.php/13-fizikciler/134-prof-dr-mustafa-fahir-yenicay-1902-1988


    Fahir Yeniçay’ın vefatından sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Şehsuvar Zebitay’ın (şuradan ulaşabileceğiniz) bir yazısı yayınlandı. Burada Fahir Yeniçay’dan “İlmî Haysiyet Abidesi” olarak söz ediliyordu.

    Son sözleri Ahmet Yüksel Özemre’ye bırakalım…

    Kahraman Bilim Adamı

    Fahir Hoca, Fransızca, Almanca ve İngilizce’ye de bu dillerin edebiyatlarına da bihakkın vâkıftı. Tek çocuğu olan Hamit Yeniçay da kendisi gibi fizikçi olup Kanada’ya göç etmiş ve orada vefat etmiştir.

    Fahir Hoca fevkalade disiplinli, dakik, çalışkan ve titiz bir zattı. Çok belirgin ve objektif bir akademik zihniyet sahibiydi. Bundan asla taviz vermemiştir. Hiç tahammül edemediği şey ilmî objektifliğin şahsî çıkarlar uğruna feda edilmesi ve ilim kisvesi altında üçkağıtçılığa tevessül edilmesiydi. Bu ve buna benzer durumlarla karşılaştığı zaman çok öfkelendirdi; fakat kimseye kin beslediği görülmemiştir.

    Gençliğinde Fenerbahçe futbol takımında uzun süre oynamış olmasının kendisine kazandırmış olduğu atletik bir yapıya sahipti. Uzun boylu ve tezcanlı olmasının verdiği avantajla hızlıca yürür ve merdivenleri bir solukta çıkardı. Az yemek yer; içki ve sigara kullanmaz; bol bol yürürdü. Türk mûsıkisinden de klasik batı müziğinden de hoşlanırdı.

    Matmazel Mazmanyan

    Bu arada Hoca ile 30 yıldan fazla bir zaman çalışmış olan sekreteri Matmazel Makruhi Mazmanyan’ı (1913-2003) da unutmamak gerekir. Matmazel Makruhi, Hoca’nın eşref saatini çok iyi bilen, fevkalade dürüst, gıybetsiz, dedikodusuz, sadık, çalışkan, dirayetli, muhabbetli ve süratli daktilo yazan etkin bir sekreter olarak Hoca’nın eli ayağı mesabesindeydi. Fizik Kütüphanesi’nin 20.000 kadar cildinden o sorumluydu. İyi Fransızca bilirdi. Türkçe diksiyonu ve sesinin edası harikulade güzeldi. Matmazel hepimizin sevgili ablası idi. Allah razı olsun, o yoğun işleri arasında, benim 144 sayfalık doktora tezimi de bir haftada daktilo edivermişti.

    Hoca, tatil günleri hariç, her gün saat 08:30’dan akşam 17:00’ye kadar sırtında kendisine alem olmuş olan lacivert eşofmanı ile laboratuvardan laboratuvara koşar, deney hazırlar, alet imâl veya tamir eder, araştırma yapar veya yönetir, misafirlerini kabul ederdi. İkinci vakti ise mutlaka bir duş alır, çayını içer ve kostümünü giyerdi. Derslerine daima kostüm ve kravatla girerdi. Emekli olduktan sonra fakültedeki odalarını muhafaza eden Fahir Hoca, Salı ve Cuma günleri Teşvikiye’de Kalıpsız Sokağı’ndaki evinden Vezneciler’e kadar, eskiden yaptığı gibi, çoğu sefer yürüyerek gelmiş ve saat 08:30’dan itibaren odasında ya da laboratuvarında çalışmaya koyulmuştur. Bu, vefatına kadar hep bu minval üzere devam etmiştir. (Ahmet Yüksel Özemre, Portreler Hatıralar)

    Tarihe saygı duyan her Fenerbahçelinin ezbere bilmesi gereken o işgal yılları Fenerbahçe on birinin; yani Şekip Kulaksızoğlu, Cafer Çağatay, Hasan Kamil Sporel, Fahir Yeniçay, İsmet Uluğ, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Bedri Gürsoy, Ömer Tanyeri, Sabih Arca, Zeki Rıza Sporel on birinin bu müthiş üyesine, Harington Kupası kahramanı bu sporcu bilim adamına saygılarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Kadri Göktulga’nın Futbol Hatıraları

    Çelebizade Sait Tevfik tarafından “Resimli Ay” dergisinde Fenerbahçeli sporcularla yapılan söyleşilere devam ediyoruz. 1921-1931 yılları arasında 64 resmî maçta forma giyen, Harington Kupası kahramanlarından Kadri Göktulga’nın Mart 1925 tarihinde verdiği röportaj için şöyle buyurun.

    * * * * * *

    Pek küçükten tanırım. Ekseri günler mektepten çıktıktan sonra daimi arkadaşlarından Nusret ve Bedri ile beraber Union Club’ın kalelerinde egzersizlerini yaparlardı. O vakitler Fenerbahçe Kulübü’nün küçük takımlarında oynuyorlar ve daha müptediliklerine rağmen takdir ediliyorlardı. Seneler geçtikçe birbirinden ayrılmayan bu üç oyuncudan biri olan Nusret Anadolu’ya gitti. Bedri ve Kadri ise evvela üçüncü ve pek az farkla ikinci takıma geçtikleri gibi, bu aylar zarfında birinci takıma da dahil oldular. Bedri muhacim hattında çalışırken, Kadri de muavin hattında geçilmez bir uzuv oldu ve bu sayede, pek genç bulunmasına rağmen, orada gösterdiği muvaffakıyet kendisini kulübünde müdafaa mevkiine yerleştirmeye sebep oldu. Şimdiki halde istikbali en parlak bir müdafi oyuncusudur. Birdenbire büyüyen ve aynı günlerde yükselen bu genç oyuncu kendi hatıratına şöyle başlıyor :

    “Pek küçükken sporun ne demek olduğunu bilmezdim. Sekiz, dokuz yaşında Kadıköy Sultanisi’nde bulunduğum zamanlar futbolu merak etmiştim. O zaman Kadıköy Sultanisi müdür ve muallimleri spora ehemmiyet verirlerdi. Her gün öğle teneffüsünde Haydarpaşa Çayırı’na çıkar ve takımlar teşkil ederek birbirimizle maçlar yapardık. O zamanlar mektebin en iyi oyuncuları meyanında bu senenin teferrüd eden idmancıları bulunurdu. Tabii biz çok küçük olduğumuzdan, ağabeylerimizin oyunlarını merakla seyretmekle iktifa ediyorduk.

    Yavaş yavaş her Cuma günleri Kadıköy Spor Kulübü’ne koşmaya başladık. Burası bize futbolun zevk ve şevkini tattırmıştı. Daha o zaman milli takım teşkilatı yoktu. Böyle olmakla beraber o zamanın genç oyuncuları bir çok hususatta daha ziyade ümit ve hevesle futbola çalışıyorlardı. Ben de sporun bu şubesinde yavaş yavaş göze çarpmaya başlıyordum. Mektep takımları arasında yaptığımız maçlarda benim de ismim etraftan “Yaşa” sedalarıyla kulağıma çarpmaya başlıyordu.

    Bu vaziyette birkaç sene daha çalıştıktan sonra ilk defa Fenerbahçe Kulübü’ne intisap ettim. Ve bu sevgili kulübe duhûlüm en tatlı günlerimi bildiriyordu. Bu suretle Fenerbahçe ikinci takımında bir sene müddetle oyun oynadım. O zamanlar etraftaki seyirciler benim pek iyi bir oyuncu olacağımı söylüyorlardı.

    1335 senesi lig maçları Kadıköy’de devam ederken, bir Cuma günü Vefa-Fenerbahçe ikinci takımları maçını icra ediyorduk. Ben o zamanlar pek iyi oynuyordum. Maçtan sonra pek muhterem kaptanım Zeki Bey, Bedri ile bana:

    – “Niçin ikinci takımda oynadınız? Öğleden sonra birinci takımda oynayacaktınız” dedi.

    Bir iki saat heyecanlı istirahatten sonra maç saati yaklaştı. Tekrar soyunarak arkadaşım Bedri ile beraber İttihat Spor Çayırı’na birinci takım ağabeyleri arasına yine beraber olarak dahil olduk. Birkaç dakika sonra da maç başlamıştı. Ben müdafi mevkiinde oynuyordum. O gün iki maç yapmamıza rağmen iki arkadaş da gayet muvaffakıyetle oynadık. Böylece birkaç maçta müdafi olarak oynatıldım. Fakat bundan sonraki maçlarda pek eski olan mevkiimi bırakarak kulüp tarafından sağ muavin olarak oynatılmaya başladım.

    Bu suretle birkaç sene asıl mevkiime pek yabancı kalmıştım. Sağ muavin mevkiinde birkaç sene daha oynadıktan sonra, İstanbul’un pek kıymetli ve muhterem oyuncusu Kamil Bey’in spor hayatından çekilmesiyle, yine kulüp tarafından onun yerine “müdafi” mevkiine geçirildim. Daha ilk maçta mevkimin oyuncusu olduğumu ispat ettim.

    Nihayet 1340 senesinde spor hayatımızda olimpiyat meseleleri mevzubahis olmaya başladı. Tabii bu havadis bütün sporcular arasında memnuniyeti mucip olmuştu. Herkes birbirleriyle rekabet ederek olimpiyada gitmek arzusundaydı. İşte benim de kulüp tarafından ismim federasyona verildi. Tabii seçme müsabakaları başlıyordu. İlk seçme müsabakasını yapmak üzere Eskişehir’e gittik. Orada birkaç maç yaptıktan sonra tekrar, seçme müsabakalarına devam etmek üzere Kadıköy Spor Çayırı’nda kurulan kampa dahil olduk. Her gün ve her dakikamız heyecanla geçiyordu. Antrenör Billy Hunter tarafından her gün idmanlarımıza devam ediyorduk. Ve her gün yapılan idmanlarda yavaş yavaş kendimi göstermeye başlıyordum. Biraz açıkça söylemek lazım gelirse, birkaç rakibi atlattıktan sonra mevkimi daha ziyade tersin etmiştim.

    Nihayet Avrupa’ya hareket zamanı yaklaştı. Fakat daha heyecanım ve düşüncem zail olmamıştı. Acaba hakiki müdafi olarak mı yoksa ihtiyat oyuncusu olarak mı gidiyordum? Arkadaşlarımın temin ettiğine ve benim de anladığıma göre takımda bir mevki kazanmıştım. Artık İstanbul’dan hareket günü gelmişti. Sabahleyin bütün istihzaratımızı kamil ederek arkadaşlarımın gözyaşları arasında İstanbul’u terk ediyordum. Beni taşıyan vapur spor muhiblerinin alkışları arasında yola devama başladı.

    Uzun bir yolculuktan sonra Paris’e vasıl olduk. Selim Sırrı Bey tarafından istasyonda istikbal edildik. Daha Paris’i göremeden Metropolitan ile Kolomb kamplarına vasıl olmuştuk. Kamp bir çok küçük kaleleri ihtiva ediyordu. İkişer kişi olmak üzere odalara ayrıldık. Büyük maça henüz on beş gün vardı. Bu on beş günü dahi idman ile geçirdik.

    Maçın arifesi akşamı reisimiz Ziya Bey tarafından salona davet edildik. Bütün oyuncular büyük bir heyecan içinde kıvranıyorduk. Ziya Bey bir mukaddimeden sonra hiçbir suretle itiraz edilmemek üzere takımı okumaya başladı. Beni sol muavin mevkinde okudular. O anda dehşetli bir darbe yediğimi anlayarak pek müteessir olmuştum. Son dakikaya kadar müdafi mevkiinde oynatıldığım halde bir gecede takım değiştirilmişti. Ve bu suretle pek meşru olarak takım yenilmişti.

    İşte bu darbe bütün ümitlerimi ve cesaretimi kırdı. Ertesi gün pek nevmid olarak maça çıktım. O gün müthiş bir talihsizlik olarak Çeklere mağlup olduk. Bu suretle ilk ayrılmadan ihraç edildikten sonra bütün takım azası serbest bir halde Paris’i gezmeye başladı. O muhteşem payitahtı bir müddet dolaştıktan sonra turneye çıkmak üzere Paris’i terk etmiştik.

    Bütün bu seyahat esnasında gördüğümüz maçlarda pek büyük istifadeler temin ettim. Ve mevkimin daha ziyade tekniğine dikkat ettim. Bütün bu turnelerde mevkimin üstadları olarak Uruguay’ı ve Çeklerin müdafilerini gördüm.Temmuz iptidalarında ise tekrar Paris’ten yola çıkıp, bir çok sıkıntılar çekerek sevgili İstanbul’a kavuştuk. Turne esnasında hakikaten bir çok haksızlık ve idaresizlik olmuştu. Fakat bunlar ilk defa yapılan muntazam teşkilat arasında nazar-ı müsamaha ile görülebilir.

    İstanbul’a vasıl olduktan sonra mevkime daha esaslı bir surette sarılarak çalışmaya başladım. Son zamanlarda federasyon tarafından tekrar imtihan ve turne meselesi çıktı. Ümit ederim bu sefer baştakilerin gadrine ve garezine uğramadan milletimi uzaklarda daha şerefle temsil edebilirim”

  • Türk Halkını Fenerbahçe’ye Aşık Eden Takım

    Türk Halkını Fenerbahçe’ye Aşık Eden Takım

    İşgal yıllarında başarıdan başarıya koşarak “Türk’ün kalbi sende atar” cümlesini gerçek kılan ve Harington Kupası‘nı da kazanan meşhur Fenerbahçe takımı, 41 yıl sonra bir araya gelmiş ve bu güzel buluşmanın detayları 19 Nisan 1964 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanmış. O birbirinden müthiş Fenerbahçelileri okumak büyük keyif… Huzurlarınızda Türk halkını Fenerbahçe’ye aşık eden takım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Namağlup Şampiyon

    Şampiyonluk güzel şey… Yenilmeden şampiyonluk, daha da güzel… Ama hiç gol yemeden şampiyon olmak, hepsinden güzel…

    İşte bu “en güzel”e 41 yıl önce ulaşmış 10 bahtlı kişi, geçen hafta bir araya geldiler ve 41 yıl önceyi yeniden yaşadılar. Bunlar 1922-1923 mevsiminde İstanbul Şampiyonluğu’nu hiç yenilmeden, hiç gol yemeden kazanan, o günlerin “Harika Takım”ı Fenerbahçe’nin futbolcuları idiler.

    Evet, o günlerin gazeteleri bu takımı yazarken “mutad kadro” demekle yetinirler, teker teker isim yazmazlardı. Çünkü herkes bu “Harika On Bir”in değişmediğini bilirdi. Kalede Şekip, beklerde Hasan Kamil, Cafer, haflarda Kadri, İsmet, Fahir forvette de Sabih, Alaaddin, Zeki Rıza, Ömer, Bedri…

    Bu “on bir”den sadece biri rahatsızdı kutlama gecesinde… Böylece takım sahay sağ beki Hasan Kamil’den mahrum çıkmak zorunda kaldı.

    Fenerbahçeliler Cemiyeti’nin yıllık yemeğinde bir araya gelmek imkanını bulan 41 yıl öncenin şampiyonları Türk sporuna unutulmaz başarılarını armağan etmiş ama 41 yıl sonra kalpten gelen takdirle hatırlandıklarını görmek de onlar için gerçek armağan olmuştu.

    Fenerbahçeliler Cemiyeti’nin organizasyonu ile bir araya gelen bu “Harika Takım” elemanları, 41 yıl önce bir maça çıkıyormuşçasına heyecanlıydılar. Gecenin spikeri Halit Kıvanç, onları takdimden sonra mikrofona çağırmış ve 41 yıl önceyi anmalarına vesile yaratan sorular sormuştu.

    Harika Takım

    İşte Şekip Kulaksızoğlu “Gol yemeyen kaleci olmanın sırrı?” sorusuna verdiği cevapla herkesi hayrette bırakıyordu : “Ben aslında kaleci değildim ki… Takımın esas kalecisi Almanya’ya gidince, kaleye geç, dediler, geçtim. Tesadüf olacak, gol yemedim. Zaten topların çoğunu da elle değil, ayakla karşılardım”

    Sağ bek Hasan Kamil’e acil şifalar dilenirken, mikrofonda sol bel Cafer Çağatay görünüyordu : “Ben mi sert oynarmışım? Doğru… Biraz serttim. Ama ne yapabilirdim ki? Duydunuz. Kalecimiz tesadüfen kaleyi koruyordu. Rakipler bir de beni geçerse, ne olurdu halimiz?”

    Hepsi “Harika Takım” olmak başarısını “basit bir tesadüf”müş gibi, büyük bir tevazu ile anlatıyordu.

    Sağ haf Kadri Göktulga da “Yalnız sert değil kuvvetli imişsiniz de… Bir kavgada siz göründünüz mü, herkes dağılırmış” diyen Kıvanç’ın sorusuna “Bilmem” cevabını veriyordu, “Öyleydim herhalde…”

    Santrhaf İsmet Uluğ’un takımın en arkasında çıkış sebebinin “en çok alkış toplamak” amacına dayandığı o gece açıklanıyor Uluğ’un bokstaki başarıları da dinleniyordu.

    Sol haf Fahir Yeniçay ise, 41 yıl önceki gibi sakindi. Arkadaşları “Onun kadar sinirsiz, sakin oynayana rastlamadık” diyorlar, Yeniçay da asla sert oynamamış olmasını şöyle açıklıyordu : “Ben sahada 22 arkadaş birlikte spor yapıyoruz, diye düşünür ve hiç kimseyi rakip görmezdim”

    Golcüler

    Forvettekilerin bazısı 41 yıl önceden şikayet ediyordu. Mesela sağ açık Sabih Arca “Bütün topları Kaptan Zeki’ye verirdi. Biz gol atamazdık” diyordu. En büyük zevkinin de rakibin bacakları arasından top geçirmek olduğunu söylüyordu.

    Sağ iç meşhur Alâ (Alâaddin Baydar), bilhassa Galatasaray’a attığı golleri unutamadığını belirtiyordu. Önceleri zayıf olan sol ayağını da antrenör Billy Hunter sayesinde kuvvetlendirdiğini sözlerine ekliyordu.

    Zeki Rıza “Kaptan” olduğu için, arkadaşlarının sevgisiyle pasları ekseriya kendisine verdiklerini söylemiş ve Kıvanç’ın “Hiç gol fırsatı kaçırdınız mı?” sorusuna gülerek şöyle demişti : “Hayatta çok fırsat kaçırdım ama sahada hiç gol fırsatı kaçırmadım”

    Sol iç Ömer Tanyeri, kendisine “Beleşçi” denmesinin, beklenmez golleri atışından doğduğunu ifade ediyordu : “Koşarken top hep benim ayağıma çarpar, kaleye giriverirdi. Bir defa da top kafama çarpıp Galatasaray kalesine girmiş ve bu golle Kupa’yı kazanmıştık. Ne bileyim, top beni seviyordu işte..”

    Sol açık Bedri Gürsoy’un saha kenarındaki hanımlara bakmaktan ayağındaki topu kaçırdığı da, gene 41 yıl sonra ortaya çıkıyordu. Gürsoy : “Vallahi” diyordu “Şimdi Zeki Bey’i seyre gelirlerdi, ben de ondan faydalanırdım”

    Büyük Şampiyonlar

    41 yıl öncenin “Harika Takım” futbolcularına Muvaffak Menemencioğlu, Tevfik Taşçı, Sait Selahattin Cihanoğlu ve Doğan Aka madalya takıyorlar. “Kaptan” Zeki Rıza Sporel de takımı adına o günkü idareci ağabeylerine mukabil madalya veriyordu.

    Ve “Büyük Şampiyonlar” ortadan çekilirken, 41 yıl öncekinden de çok alkışlanıyorlardı. Türk futbol tarihinin altın sayfasında yer alan bu isimler, daha nice 41 yıllar unutulmayacaklardı.

    19 Nisan 1964 – Milliyet / Türk Halkını Fenerbahçe’ye Aşık Eden Takım

  • İşgalde Rumlara Atılan 5 Gol

    Fenerbahçe, bundan bir asır önce, 3 Ekim 1920 tarihinde, Kadıköy’de Rum Karması ile karşılaştı ve bu maçı 5-2 kazandı. Aşağıda “Spor Alemi” mecmuasından maçın haberini göreceksiniz. Keyifli okumalar.

    * * * * * *

    Bugünkü maçı görmek için binden ziyade halk toplanmıştı. Fenerliler kulüpten içeriye girdiklerinde halk pek büyük bir merakla etraflarına koşuşmuşlardı.

    Maçta İngiliz takımının kaptanı hakem kabul edilmişti.

    Oyunun ilk sıralarında her iki tarafta heyecan pek ziyade idi. Her yapılan akın aleyhtarlar üzerinde büyük bir tesir husule getiriyordu. Oyun müddeti 20 dakika geçe Fenerliler şedit bir akın yaparak Hüsnü Bey (*) tarafından ilk sayıyı yaptılar ve biraz sonra yine çevik oyuncu Hüsnü Bey’in gayretiyle bir ikincisi ilave edildi. Maç ziyade şiddetlenmişti.

    Rumlar oyuncularını teşci’ için son derecede patırtı ediyorlardı. Fakat buna mukabil Fenerliler hücumlarını da tevkif etmeden devam ediyorlardı. Ve üçüncü ve dördüncü sayılarını da Alaaddin Bey’in (**) gayretiyle yaptılar.

    İkinci partide Rumlar ziyade çalışmaya başladılar. Ve mühim muhacimleri Poli tarafından Rumlar da birinci sayılarını yaptılar ve biraz sonra da (penaltıdan) Koço’nun şutuyla ikinci sayı yapıldı. Oyun meraklı bir safhaya dahil olmuştu, kuraklık esnasında Fenerliler son bir beşinci sayı (***) ile kuvvetli hasımlarını ikiye karşı beş sayı ile mağlup eyledi.

    Fener takımı Zeki ve Refik Beylerden mahrum bulunuyorlardı. Takımlarına dahil olan ikinci timden Suat ve Arif kuvvetli arkadaşları arasında aynı mevkide çalıştılar ve muvaffak oldular. Her oyuncu vazifesini yaptı. Rumlarda muavin hattı ve bir müdafileri ve orta muhacimleri gayet iyi çalışıyorlardı.

    Spor Alemi Mecmuası

    (*) Hüsnü Erciyes
    (**) Alaaddin Baydar
    (***) Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre bu beşinci golü atan oyuncu Sabih Arca.

  • Kadıköy’de Rum Karması’na Karşı

    Kadıköy’de Rum Karması’na Karşı

    Arşiv taramalarında denk geldikçe işgal döneminde oynanan maçların haberlerini sitemize eklemeye devam ediyoruz… Fenerbahçe, bundan bir asır önce, 3 Ekim 1920 tarihinde, Kadıköy’de Rum Karması’na karşı bir maça çıktı ve karşılaşmayı 5-2 kazandı. Bu maç, 24 Kasım 1918 tarihinde başlayan işgal dönemi Fenerbahçe maçlarının 51.si idi. Beş yıllık süreçte Fenerbahçe, yaptığı 126 maçın tam 103 tanesini kazanmıştı… Aşağıda “Spor Alemi” mecmuasından maçın kısa haberini göreceksiniz. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 5 – 2 Rum Karması

    Bugünkü maçı görmek için binden ziyade halk toplanmıştı. Fenerliler kulüpten içeriye girdiklerinde halk pek büyük bir merakla etraflarına koşuşmuşlardı.

    Maçta İngiliz takımının kaptanı hakem kabul edilmişti.

    Oyunun ilk sıralarında her iki tarafta heyecan pek ziyade idi. Her yapılan akın aleyhtarlar üzerinde büyük bir tesir husule getiriyordu. Oyun müddeti 20 dakika geçe Fenerliler şedit bir akın yaparak Hüsnü Bey (*) tarafından ilk sayıyı yaptılar ve biraz sonra yine çevik oyuncu Hüsnü Bey’in gayretiyle bir ikincisi ilave edildi. Maç ziyade şiddetlenmişti.

    Rumlar oyuncularını teşci’ için son derecede patırtı ediyorlardı. Fakat buna mukabil Fenerliler hücumlarını da tevkif etmeden devam ediyorlardı. Ve üçüncü ve dördüncü sayılarını da Alaaddin Bey’in (**) gayretiyle yaptılar.

    İkinci partide Rumlar ziyade çalışmaya başladılar. Ve mühim muhacimleri Poli tarafından Rumlar da birinci sayılarını yaptılar ve biraz sonra da (penaltıdan) Koço’nun şutuyla ikinci sayı yapıldı. Oyun meraklı bir safhaya dahil olmuştu, kuraklık esnasında Fenerliler son bir beşinci sayı (***) ile kuvvetli hasımlarını ikiye karşı beş sayı ile mağlup eyledi.

    Fener takımı Zeki ve Refik Beylerden mahrum bulunuyorlardı. Takımlarına dahil olan ikinci timden Suat ve Arif kuvvetli arkadaşları arasında aynı mevkide çalıştılar ve muvaffak oldular. Her oyuncu vazifesini yaptı. Rumlarda muavin hattı ve bir müdafileri ve orta muhacimleri gayet iyi çalışıyorlardı.

    Spor Alemi Mecmuası / Kadıköy’de Rum Karması’na Karşı

    (*) Hüsnü Erciyes
    (**) Alaaddin Baydar
    (***) Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre bu beşinci golü atan oyuncu Sabih Arca.

  • Fenerbahçe’nin İşgalcileri Sepetlediği Maç

    İstanbul 16 Mart 1920’de müttefikler tarafından işgal edildikten ancak 3.5 sene sonra 6 Ekim 1923’de özgürlüğüne kavuştu. Bununla beraber, Harington Kupası maçı, Fenerbahçe için işgal kuvvetlerine karşı oynanan son maç olmadı. 30 Eylül 1923 tarihinde Goldstream Guards ile bir maç daha yapan Fenerbahçe (*) bu maçı 5-1 kazanacaktı. Yukarıda gördüğünüz fotoğraflar (**) dönemin Spor Alemi isimli gözde mecmuasından. Aşağıda ise yine aynı dergiden maçın anlatımını göreceksiniz. Hatamız olmuşsa affola. Keyifli okumalar…

    * * * * * *

    Fenerbahçe Kulübü’nün son sene içinde ecnebi takımlarına karşı kazanmış olduğu muvaffakıyetler arasına bir de mağlubiyet karışmıştı ki işgal kuvvetlerinin İstanbul’dan hareketinden evvel herhalde silinmesi icap ediyordu. Bu maksatla Fenerbahçe’yi belli başlı üç oyuncusundan mahrum olduğu bir günde ikiye karşı altı gol ile mağlup etmeye muvaffak olan Goldstream Guards futbol ekibi kendisine vaki olan mükerrer müracaatlara rağmen rövanş maçını kabul etmemişti. Son defa olarak icra olunan teşebbüse nihayet cevab-ı muvaffakıyet alındığı cihetle 30 Eylül Pazar günü için kararlaştırılmıştı.

    Fenerbahçeliler mahal-i müsabakaya malum takımlarıyla geldikleri gibi İngilizler de Grenadier Guards oyuncularından bir iki kişi ile takviye edilmişlerdi. Büyük bir kalabalık huzurunda saat dört buçukta maça başlandı. Daha ilk dakikalardan itibaren oyunun heyecanlı olacağı hissediliyordu. Nitekim Fenerbahçe’nin rakip kalesine güzel bir inişini müteakip, İngilizlerin sür’atli mukabil bir akınları oyunu canlandırmıştı. Bilhassa bugün Fenerbahçe muhacim hattının iki açık oyuncusu İngilizleri çok uğraştırdılar.

    Zeki Bey oyunun bidayetinden on dakika sonra sıkı bir şutla ilk golü yaptı. Bu sayı üzerine müsabaka daha ziyade ehemmiyet kesbetmeye başladı. İngilizler behemehal mukabele etmek istiyorlardı. Biraz sonra soldan ilerleyen bir akın neticesinde merkez muhacimleri almış olduğu bir pası, top yere konmaksızın ve ani olarak Fener kalesine tevcih etti ve onlar da bir sayı kazandılar. Fakat Ömer Bey’in bir golü bunu yakından takip etti ve biraz sonra haftaym zamanı geldiğinden müsabakaya fasıla verdiler.

    İkinci haftaym oyun ekseriya Fenerbahçe’nin lehine olmakla beraber bir müddet neticesiz devam ettiyse de sonlara doğru Goldstream oyuncularından birinin topa kale önünde el ile vurması üzerine verilen bir penaltı cezasından Fenerbahçe üçüncü sayıyı da kazandı. Ekseriya vaki olduğu gibi bugün de Fenerbahçe takımının karşısındaki oyuncularda yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı.

    Üst üste pek müsait iki fırsat kaçıran Zeki ve Alaaddin Beyler birbirini müteakip iki golle takımlarının sayılarını beşe iblağ ettiler ve bu suretle müsabaka bire karşı beş ile ve Fenerbahçe’nin parlak galibiyetiyle nihayet buldu. Fenerbahçe’nin bilhassa bugünkü oyununda umumi bir ahenk görüldü.

    Muhacim hattında bilhassa ilk haftaymda cenahlar iyi işledi. İştirak-ı mesai diğer günlere nazaran daha iyiydi. Muavin ve müdafiler çok çalıştılar. Oyunun merkez sikleti üzerinde orta muavin mühim bir amil idi. Şekip Bey günden güne terakki ediyor. İngilizlerin ekserisi güzel oynadılar. Aynı günde Fenerbahçe ikinci üçüncü takımları da Ermenilere galip gelmişlerdir.

    * * * * * *

    (*) Fenerbahçe bu maça aşağıdaki kadroyla çıktı. Goller de parantez içlerinde…

    – Şekip Kulaksızoğlu
    – Cafer Çağatay (1)
    – Hasan Kamil Sporel
    – Fahir Yeniçay
    – İsmet Uluğ
    – Kadri Göktulga
    – Sabih Arca
    – Alaaddin Baydar (1)
    – Zeki Rıza Sporel (2)
    – Ömer Tanyeri (1)
    – Bedri Gürsoy

    (**) Kapaktaki açıklamalar ise şöyle :

    – İngilizlerin galip Goldstream takımı nihayet büyük bir mağlubiyetle şehrimizi terk etti.

    – Yukarıdaki resim : Günün en mühim oyuncusu Bedri Bey parti arasında limon yerken.

    – Ortadaki resim : Fenerbahçe – Goldstream takımları (Cafer ve Hasan Kamil Beyler bulunmadığı zaman resim alınmıştır)

    – Aşağıdaki resim : Parti arasında Fenerbahçe’den Zeki, Alaaddin, Fahir Beyler dinlenirken.

  • Fenerbahçe İşgalcileri Sepetledi

    Fenerbahçe İşgalcileri Sepetledi

    İstanbul 16 Mart 1920’de müttefikler tarafından işgal edildikten ancak 3.5 sene sonra 6 Ekim 1923’de özgürlüğüne kavuştu. Bununla beraber, Harington Kupası maçı, Fenerbahçe için işgal kuvvetlerine karşı oynanan son maç olmadı. 30 Eylül 1923 tarihinde Coldstream Guards ile bir maç daha yapan Fenerbahçe (*) bu maçı 5-1 kazandı ve işgalcileri böylece sepetledi. Yukarıda gördüğünüz fotoğraflar (**) dönemin Spor Alemi isimli gözde mecmuasından. Aşağıda ise yine aynı dergiden maçın anlatımını göreceksiniz. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Rövanş

    Fenerbahçe Kulübü’nün son sene içinde ecnebi takımlarına karşı kazanmış olduğu muvaffakıyetler arasına bir de mağlubiyet karışmıştı ki işgal kuvvetlerinin İstanbul’dan hareketinden evvel herhalde silinmesi icap ediyordu. Bu maksatla Fenerbahçe’yi belli başlı üç oyuncusundan mahrum olduğu bir günde ikiye karşı altı gol ile mağlup etmeye muvaffak olan Goldstream Guards futbol ekibi kendisine vaki olan mükerrer müracaatlara rağmen rövanş maçını kabul etmemişti. Son defa olarak icra olunan teşebbüse nihayet cevab-ı muvaffakıyet alındığı cihetle 30 Eylül Pazar günü için kararlaştırılmıştı.

    Fenerbahçeliler mahal-i müsabakaya malum takımlarıyla geldikleri gibi İngilizler de Grenadier Guards oyuncularından bir iki kişi ile takviye edilmişlerdi. Büyük bir kalabalık huzurunda saat dört buçukta maça başlandı. Daha ilk dakikalardan itibaren oyunun heyecanlı olacağı hissediliyordu. Nitekim Fenerbahçe’nin rakip kalesine güzel bir inişini müteakip, İngilizlerin sür’atli mukabil bir akınları oyunu canlandırmıştı. Bilhassa bugün Fenerbahçe muhacim hattının iki açık oyuncusu İngilizleri çok uğraştırdılar.

    Zeki Bey oyunun bidayetinden on dakika sonra sıkı bir şutla ilk golü yaptı. Bu sayı üzerine müsabaka daha ziyade ehemmiyet kesbetmeye başladı. İngilizler behemehal mukabele etmek istiyorlardı. Biraz sonra soldan ilerleyen bir akın neticesinde merkez muhacimleri almış olduğu bir pası, top yere konmaksızın ve ani olarak Fener kalesine tevcih etti ve onlar da bir sayı kazandılar. Fakat Ömer Bey’in bir golü bunu yakından takip etti ve biraz sonra haftaym zamanı geldiğinden müsabakaya fasıla verdiler.

    İkinci Devre

    İkinci haftaym oyun ekseriya Fenerbahçe’nin lehine olmakla beraber bir müddet neticesiz devam ettiyse de sonlara doğru Goldstream oyuncularından birinin topa kale önünde el ile vurması üzerine verilen bir penaltı cezasından Fenerbahçe üçüncü sayıyı da kazandı. Ekseriya vaki olduğu gibi bugün de Fenerbahçe takımının karşısındaki oyuncularda yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı.

    Üst üste pek müsait iki fırsat kaçıran Zeki ve Alaaddin Beyler birbirini müteakip iki golle takımlarının sayılarını beşe iblağ ettiler ve bu suretle müsabaka bire karşı beş ile ve Fenerbahçe’nin parlak galibiyetiyle nihayet buldu. Fenerbahçe’nin bilhassa bugünkü oyununda umumi bir ahenk görüldü.

    Muhacim hattında bilhassa ilk haftaymda cenahlar iyi işledi. İştirak-ı mesai diğer günlere nazaran daha iyiydi. Muavin ve müdafiler çok çalıştılar. Oyunun merkez sikleti üzerinde orta muavin mühim bir amil idi. Şekip Bey günden güne terakki ediyor. İngilizlerin ekserisi güzel oynadılar. Aynı günde Fenerbahçe ikinci üçüncü takımları da Ermenilere galip gelmişlerdir.

    Açıklamalar

    (*) Fenerbahçe bu maça aşağıdaki kadroyla çıktı. Goller de parantez içlerinde…

    – Şekip Kulaksızoğlu
    – Cafer Çağatay (1)
    – Hasan Kamil Sporel
    – Fahir Yeniçay
    – İsmet Uluğ
    – Kadri Göktulga
    – Sabih Arca
    – Alaaddin Baydar (1)
    – Zeki Rıza Sporel (2)
    – Ömer Tanyeri (1)
    – Bedri Gürsoy

    (**) Kapaktaki açıklamalar ise şöyle :

    – İngilizlerin galip Goldstream takımı nihayet büyük bir mağlubiyetle şehrimizi terk etti.

    Yukarıdaki resim : Günün en mühim oyuncusu Bedri Bey parti arasında limon yerken.

    Ortadaki resim : Fenerbahçe – Goldstream takımları (Cafer ve Hasan Kamil Beyler bulunmadığı zaman resim alınmıştır)

    Aşağıdaki resim : Parti arasında Fenerbahçe’den Zeki, Alaaddin, Fahir Beyler dinlenirken.

    Spor Âlemi / Fenerbahçe İşgalcileri Sepetledi

  • Bir “Zorunlu Bağış” Hikayesi

    Bir “Zorunlu Bağış” Hikayesi

    Salgın günlerinin gündem maddelerinden biri de toplanan bağışlar… Bağış toplamak, bundan 99 sene önce, tıpkı bugünkü gibi, devletin başvurduğu finansal çözümlerden biriydi. Başkent İstanbul’un içinde bulunduğu zor günlerde, Fenerbahçe’nin şampiyonluk maçından önce Dahiliye Nezareti’nden verilen talimat bir “zorunlu bağış” hikayesi olarak, bu yazının konusu oldu ve sizlerle buluştu.

    1921… Osmanlı İstanbul’u tarihinin en zor günlerini geçiriyordu. Dünya savaşından yenik çıkan ülkenin batısı şehir şehir işgal edilmeye başlanmıştı. 1919 Mayıs’ında İzmir ile başlayan işgal hareketleri, 1920 yılı başlarında Trakya’nın kademe kademe işgali ile devam etmiş, 16 Mart’ta ise başkent İstanbul ile sonlanmıştı.

    Osmanlı’nın 500 yıldır hüküm sürdüğü Rumeli topraklarında kayda değer sayıda vatandaşı yaşıyordu. Topraklar genişledikçe buralara yerleştirilen müslüman halk, toprak kayıplarından sonra Trakya üzerinden Batı Anadolu’ya ve İstanbul’a doğru göç etmeye başladılar. 1912 Balkan savaşlarından sonra başlayan bu göç hareketleri böylece 1920 sonrası işgal altındaki başkentin en büyük sorunlardan biri haline geldi. İstanbul’da çok sayıda Rumeli göçmeni perişan ve umutsuz halde, gelecek kaygısı ile yaşamaya çalışıyordu.

    İstanbul’da Göçmenler

    Devlet bu sorunu çözmek için bir organizasyon kurma ihtiyacı hissetti. Göçlerin kayda değer bir sorun olmaya başladığı 1912 yılında kurulan ve o günün içişleri bakanlığına bağlı çalışan “Muhacirin Müdüriyet-i Umumisi”; Anadolu’ya geri dönen ve “muhacirin” diye adlandırılan göçmenlerin barınmalarını sağlamak ve temel ihtiyaçlarını gidermekle görevli olan tek yetkili kurumdu.

    İstanbul doğal olarak ülke futbolunun merkezi konumundaydı. Futbol, savaş yıllarında ara ara sekteye uğrasa da insanların ilgisini hiç kaybetmemişti. 1921 yılında kulüpler şampiyonluk mücadelesini başlıca 2 ayrı organizasyonda sürdürüyorlardı. O sene, 1915’te oynanmaya başlanan “Cuma Ligi”nin 6. sezonuydu. Cuma ligi dışında kalan takımların oluşturduğu “Pazar Ligi”nin ise ilk sezonu oynanmıştı. Cuma Ligi’ni Galatasaray’ın önünde birinci bitiren Fenerbahçe ile Pazar Ligi’ni Beşiktaş’ın önünde tamamlayan İttihatspor “İstanbul Şampiyonu” olabilmek için mücadele edeceklerdi.

    İstanbul halkının merakla beklediği yılın spor müsabakasının, göçmenler için kaynak arayan “Muhacirin Müdüriyet-i Umumisi”nin dikkatini çekmesi çok zaman almadı. İşgal altındaki şehirde, devletin elindeki kısıtlı kaynaklar göçmenlerin ihtiyaçlarını gidermeye yetmiyordu. Para lazımdı ve o dönemde para bulmak gerçekten zordu. Bu şartlar altında Müdüriyet-i Umumi, maçın yapılacağı bugünkü Fenerbahçe Stadı’nın idare olarak bağlı olduğu Kadıköy’ün “Belediye Dairesi”ne resmi bir “tezkere” gönderdi. Tezkere, “Ahval ve hadisat-ı malum dolayısıyla dersaadete ilticaya mecbur olan miktarı pek mühim muhacirin-i islamiyenin ihtiyaçlarının esbabınca isti’mal etmek üzere” diye başlıyordu. Günümüz Türkçesi ile sözü edilmek istenmeyen toprak kayıplarından dolayı başkente göç etmek zorunda kalan müslüman göçmenlerin ihtiyaçlarının gereğince giderilmek için kullanılmak üzere zorunlu bir bağış emrini içeriyordu.

    Muhacirin Müdüriyet-i Umumisi, maçın göreceği ilgiden o kadar emindi ki, emrin yerine getirilmesi için gereken koşulları da tezkereye ekleyerek işi şansa bırakmak istemedi. “İttihad Spor ve Fenerbahçe Spor Kulüpleri’nce Kadıköy’de oynanacak müsabakanın hasılatından, müsabakanın icrasına imkan bırakacak derecede meblağın ayrılıp kalanının saltanat arabalarıyla nakledilmesi için icab edenlerin itası” cümlesi ile maçtan elde edilen gelirin, maçın oynanması için gerekli masraflar yapıldıktan sonra, önceden hazır edilecek saltanat arabalarıyla taşınması öngörülüyordu.

    Maç Günü

    Takımların şampiyonluk, devletin ise hasılat için sabırsızlıkla bekledikleri gün, 17 Ağustos 1921, gelip çattı. Maçı, Süleymaniye Kulübü’nden Zeki Bey idare edecekti. Fenerbahçe rakibi İttihatspor karşısına,  Şekip, Galip, Hasan Kamil, Fahir, İsmet, Ethem, Ömer, Boldin, Zeki Rıza, Alaeddin ve Sabih 11’i ile çıktı. Akşam gazetesinin haberine göre maçta “her taraftan gelip stadı dolduran binlerce kişilik büyük bir kalabalık” vardı. Muhacirin Müdüriyeti hasılat öngörüsünde haklı çıkmıştı.

    Sarı-Lacivertliler maça hızlı başlayarak ilk yarıyı Zeki Rıza’nın golleri ile 2-0 önde kapadı. İkinci yarıya hızlı başlayan taraf ise İttihatspor oldu. Maçtan sonra basının övgüsüne layık görülen Bekir, 5 dakika içinde attığı iki gol ile skoru 2-2’ye taşımayı başardı. Son yarım saate girilirken şampiyonluk maçı isminin hakkını verir hale gelmişti. Bu heyecan atılan bir golle son buldu. Dakikalar 77’yi gösterirken topu ağlara gönderen kişi Sabih, şampiyon ise maçı 3-2’lik skorla kazanan Fenerbahçe’ydi.

    Çok değil, 1900’lerin başında, oynayanların suçlu sayıldığı futbol artık devletin gerektiğinde bağış yoluyla gelirine ortak olduğu toplumsal bir öğe haline gelmişti. Spor tarihimizde tespit edilen ilk “zorunlu bağış”ın uygulandığı maçın taraflarından Fenerbahçe ise işgalin ilerleyen günlerinde sadece İstanbul halkına değil, tüm ülkeye umut veren mücadelesini sahalarda sürdürecek ve bu “umut mücadelesi” hiç bitmeyecekti.

    Barış KENAROĞLU / Bir “Zorunlu Bağış” Hikayesi

    Not : Aşağıdaki gazete kupürü maçın ertesi günü, 18 Ağustos 1921 günü yayınlanan Akşam gazetesinden… Soldaki fotoğraf Fenerbahçe’nin ağabey-kardeşi Hasan Kamil Sporel ve Zeki Rıza Sporel. Sağdaki ise İttihatspor’un Fenerbahçe çıkışlı müthiş futbolcusu “Bombacı” Bekir Rafet Teker.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Bir "Zorunlu Bağış" Hikayesi
    Bir “Zorunlu Bağış” Hikayesi