Kategori: Özel Yazılar

  • 100. Yılda İzmir’de Atılan Şampiyonluk Turu

    13 Mayıs 2007.. Bir hafta önce İnönü’de Mateja Kezman’ın tribünleri susturan aşırtmasıyla Fenerbahçe Beşiktaş’ı 1-0 yenmiş; 63 puana ulaşarak ligin bitimine üç hafta kala beş puan farkla liderliğini sürdürmüş.

    Ancak fikstür zorlu: Önce Trabzonspor maçı Fenerbahçe’nin cezasından dolayı İzmir’de, ardından Galatasaray deplasmanı var. Saat 19.00’da Sarı-lacivertliler Trabzonspor’la kozlarını paylaşırken, takipçiler Beşiktaş ve Galatasaray aynı saatte sırasıyla Bursaspor ve Sivasspor deplasmanında.

    Yol gelgitlerle dolu. 2. dakikada Hüseyin Çimşir’in şok golüne 4. dakikada Tuncay Şanlı karşılık veriyor. Ancak İbrahim Yattara’nın 41. dakikadaki golüyle Trabzonspor ilk yarıyı 2-1 önde kapatıyor. 71. dakikada Alex de Souza’nın topu çizgiden çıkarılmış, iki dakika sonra da yine Alex bu defa penaltıyı dışarı atmış.

    85. dakikada durum Fenerbahçe için iç açıcı değil: Baskıya rağmen 2-1’lik yenilgi sürüyor. Galatasaray ise Sivas deplasmanında 1-0 galip ve bir sonraki hafta için umutlanmış. Beşiktaş ise Bursaspor deplasmanında 3-0 mağlup ve devredışı.

    85. dakikada her şey bir anda değişiyor: Önder Turacı’nın şutu Trabzonspor savunmasından dönerken topu önünde bulan Stephen Appiah ortalıyor ve (Kezman’ın yokluğunda) tek forvet Deivid de Souza kafayla golü buluyor. Durum şimdi 2-2. Bu golün hemen ardından Sivas’tan gelen gol haberi Galatasaray’ı yarış dışı bırakıyor. Kırmızı beyazlıların Fenerbahçe’den kiraladıkları Gürhan Gürsoy maçı 1-1’e getirirken İzmir’de Fenerbahçe taraftarına şampiyonluk şarkıları söyletiyor.

    Fenerbahçe İzmir’de şampiyonluk turlarına alışık. 1950 ve 1964’te Alsancak Stadlarında Türkiye şampiyonluklarını kutlamış. Ancak Atatürk Stadı’nda ilk şampiyonluk turu..

    Bir sonraki hafta Ali Sami Yen Stadı’na “şampiyon” olarak çıkacak. Tarihe “sulu maç” olarak geçen karşılaşmaya..

    Fenerbahçe 100. yılında şampiyon olan ender kulüplerden. Ve bu sarı-lacivertlilerin 26. Türkiye şampiyonluğu. 

    Tapfereritter

  • Fenerbahçe’nin Basketbolda İlk Türkiye Şampiyonluğu

    12 Mayıs 1957’de Spor Sergi Sarayı’nda Fenerbahçe ve Vefa Türkiye basketbol şampiyonluğu için karşı karşıya. Maçı alan şampiyon.. Nitekim Fenerbahçe galibiyetlerde üçte üç yapmış; Vefa’nın ise bir yenilgisi var. Vefa yenerse iki takım da aynı puanda buluşacak ve Vefa rakibini yendiği için şampiyon olacak.

    Bugün bir kişi “vefasızlıkla” itham edilmek istendiğinde, “Vefa, kimileri için bir semt adıymış” der geçilir. Kaldı ki, 1908 yılında kurulan Vefa Spor Kulübü, kuruluşunu 1940’lara kadar 1909 olarak kabul eden Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nden bile daha kıdemli bir kulübümüzdü. Öyle ki, 1960’lara kadar Vefa futbolda herkes için “Dördüncü Büyük”tü. Hatta, Fenerbahçe’nin 12. kez İstanbul Ligi şampiyonu olduğu 1946-47 sezonunda sarı-lacivertliler, şampiyonluğu Vefa’dan averajla koparabilmişlerdi.

    Ve hatta, Fenerbahçe 1959 yılında Galatasaray’ı 4-0 yenerek (şimdiki) Milli Lig’in ilk şampiyonu olduğunda, o sezon şimdilerdeki averaj kuralı uygulansaydı, aslında finalde karşısında Galatasaray’ı değil, Vefa’yı bulacaktı.

    Futbolda İstanbul Liginin ilk dördünün gediklisi Vefa, voleybolda da tarihe geçmiş ve 1947-48 sezonunda İstanbul şampiyonu olduktan sonra, tarihte ilk kez düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda da birinciliği kazanmıştı.

    Fenerbahçe’nin Altan Dinçer, Sacit Seldüz, Erdoğan Karabelen, Mehmet Baturalp, (futbol takımında da oynanan ve milli takıma yükselmiş) Can Bartu, (sinema dünyasından tanıdığımız) Yılmaz Gündüz, Metin Çabukel, Hikmet Vardar, Demir Şalt, Gündüz Erkan ve Fahrettin Gökmenoğlu’dan oluşan kadrosu ise aslında sezon boyu gösterdiği performansla Türkiye şampiyonluğunu haketmişti.

    Sarı-lacivertliler, sezon başında Zafer, Cihanoğlu ve Teşvik Turnuvalarında namağlup şampiyon olduktan sonra İstanbul Ligi’nde de 18’de 18 yaparak üçüncü kez üst üste şampiyonluğu kazanmışlardı. Galatasaray’ı sezon içinde dört kez yenmiş, Karagücü’nü ise 181-31 yenerek sayı rekoru kırmışlardı. Rakipsizlerdi ve son üç Türkiye Şampiyonasında yaşadıkları şanssızlıklarla karşılaşmaya niyetleri yoktu.

    Zaten Türkiye Şampiyonası’nı da şimdiye kadar rakipsiz götürmüşlerdi: İzmir şampiyonu Altınordu’yu 85-47, Ankara şampiyonu Ankaragücü’nü 85-58 ve Federasyon Kupası şampiyonu Mülkiye’yi 88-64 yenerken hiç zorlanmamışlardı.

    Şampiyonluk maçında Fenerbahçe, varını yoğunu ortaya koyan Vefa karşısında da ilk yarıyı 37-32 önde bitirdi. Yeşil beyazlılar Altan Dinçer’i iyi kilitlemişlerdi ama Can Bartu ve Yılmaz Gündüz sayı bulmakta zorlanmamıştı. İkinci yarıda ise Vefa’nın enerjisi tükenmiş ve toplam 16 sayı atabilmişti. Can Bartu’nun 18, Altan Dinçer’in 15, Yılmaz Gündüz’ün 10, Mehmet Baturalp’in 9, Erdoğan Karabelen’in 8 ve Gündüz Erkan’ın 2 sayısıyla maçı 62-48 kazanan Fenerbahçe üç sezondur çoktan hakkettiği Türkiye şampiyonluğunu nihayet kucaklıyordu.

    İki yıl sonra (1958-59 sezonu) Fenerbahçe (futbol, kadın basketbol, kadın voleybol ve atletizmin yanı sıra) basketbolda bir kez daha Türkiye şampiyonu olurken ise, bu defa o sezon Vefa’dan Fenerbahçe’ye transfer olmuş Tuncer Yavuzer, Yavuz Türkoğlu ve Güner Yalçıner başrollerdeydi ve bu defa kazanan taraftaydı.

    1957’nin namağlup şampiyon kadrosu, 1997 yılında Yılmaz Gündüz’ün vefatıyla, yaprak dökümü sürecine girdi.. Son iki buçuk senede ise bu yaprak dökümü hızlandı ve Can Bartu’nun 11 Nisan 2019 tarihinde ebediyete intikal etmesiyle kubbede hoş bir sâda olarak kaldılar. Tüm unutulmaz hatıralarıyla birlikte.. Hepsini rahmetle anıyoruz.

    Tapfereritter

  • Yıkılan Demirperde’den Gelen Sovyet! Çizgiden Çıkaran Ayak…

    20 Ağustos 1989.. Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda Fenerbahçe ve Galatasaray Başbakanlık Kupası’nda kozlarını paylaşıyorlar.

    Galatasaray’da eksik çok. Onun için maçın favorisi Fenerbahçe’ye karşı kontra-atak futbolu oynuyorlar. Başarılı da olmuşlar: Bülent Alkılıç ve (eski Fenerbahçeli) İlyas Tüfekçi’nin golleriyle henüz 22. dakikada öne geçmişler.

    Ancak Fenerbahçeliler rahat: Daha üç buçuk ay önce 3-0’lık yenilgiden 4-3’lük galibiyete geçmenin anıları taze. Bu maç da çevrilebilir. İlk ateşi 27. dakikada Şenol Çorlu yakıyor. Ardından Aykut Kocaman’ın kaçırdığı penaltı olsa da ikinci yarı için umutlar taze.

    Ancak 51. dakikada tüm Fenerbahçeliler bir anda buz kesiyor: Bir başka Galatasaray kontra-atağında İlyas Tüfekçi kaleci Toni Schumacher’le karşı karşıya kalıyor ve düzgün bir aşırtma vuruşla topu Fenerbahçe kalesine gönderiyor. Herkes “gol” diye bakarken ekranda bir ayak görünüyor. Ve top çizgideyken topu dikiyor havaya.. Fenerbahçelilerin “oh” dediği an.. Ardından da önce Şenol Çorlu, sonra da uzatmada Aykut Kocaman golleri üçlüyor ve Fenerbahçe Başbakanlık Kupası’nda bir kez daha şampiyon oluyor.

    Ancak maçın “gizli” ama bir o kadar da “unutulmaz” kahramanı çizgiden topu çıkaran “ayağın” sahibi İvan Vişnevski.

    11 Mayıs 1996’da 39 yaşında kaybettiğimiz İvan Vişnevski ülkemize bugün tarihe karışmış olan Sovyetler Birliği’nden gelen ilk futbolcu olmuştu 1989 yılında.

    Gerçi ülkemize bir başka “Demir Perde” ülkesi olan Romanya’dan futbolcular gelmiş ve Fenerbahçe’mizde de iz bırakmışlardı (Ion Nunweiler, İlie Datcu ve Mircea Sasu gibi). Ancak “Varşova Paktı”nın başat ülkesi Sovyetler Birliği’nden futbolcu transferi söz konusu olmamıştı.

    Bu transfer de 1989 yılında “Varşova Paktı”nın çatırdaması ve “Soğuk Savaş”ın fiilen bitişiyle mümkün olmuştu. O zaman Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Ukrayna doğumlu Vişnevski, “Vişne” olarak adlandırılmıştı Fenerbahçe tribününde. Ve 1989-90 sezonunda göğsünde ay-yıldızlı arma bulunan Fenerbahçe formasını geçirmişti sırtına.

    Ve bir anlamda da feda etmişti kendini. Çizgiden çıkardığı topla Fenerbahçe’ye kupayı kazandıranlardan biri olmuş, ama pozisyonun ardından sakatlanarak uzun süre çubuklu formadan uzak kalmıştı.

    Fenerbahçe formasıyla kazandığı son başarı ise bu defa 30 Mayıs 1990’da Beşiktaş’a karşı alınan 3-2’lik galibiyetle kazanılan Cumhurbaşkanlığı Kupası’ydı.

    Ölüm haberi ise Fenerbahçe’nin İstanbulspor’u yenip 1995-96 sezonunda kazanacağı şampiyonluğa bir hafta kala gelmişti. (1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla bağımsız olan) Ukrayna’da kanser tedavisi görmekteydi. 1986 yılındaki “Çernobil Faciası”nın binlerce mağduru gibi..

    İvan Vişnevski de hem “kubbede hoş sadâ” hem de “hatıralarda iz” bırakanlardan. 

    Saygıyla anıyoruz.

    Tapfereritter

  • 7 Mayıs 1950… Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu

    Yukarıda dönemin görselleri eşliğinde dinleyeceğiniz ses kaydı, bundan tam 70 sene önce, biri tribünde, diğeri sahada Fenerbahçe’nin şampiyonluğu için çarpışan iki kişinin, geçtiğimiz yıllarda kayıt altına alınan bir telefon konuşması.

    Kadim ve eşine gerçekten az rastlanacak kadar tutkulu bir Fenerbahçe taraftarı olan Talat Sarıtaş, Fenerbahçe tarihinin en entelektüel sporcularından biri, hatta büyük ihtimalle birincisi olmakla birlikte, ömrü boyunca haksızlık karşısında bir milim büküldüğü görülmeyen rahmetli Halit Deringör ile Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu’nu konuşuyor.

    Ne olur, ne olmaz, YouTube linkini de “şöylebırakalım.


    Fenerbahçe , 1950’nin Mayıs ayında, o sezonki Milli Eğitim Kupası’nın (yani Milli Küme’nin) final niteliğindeki iki maçını oynamak üzere İzmir’e gitti.

    6 Mayıs 1950 tarihinde oynanan Göztepe maçını Ahmet Erol’un (3) ve Lefter Küçükandonyadis’in golleriyle kazanan Fenerbahçe, ertesi gün Altay’ın karşısına çıktı. Belirlenmiş averaj sistemine göre Fenerbahçe’nin şampiyon olmak için maçı 4-0 kazanması gerekiyordu. Bir gol yemesi halindeyse şampiyonluk için gereken skor 8-1 olacaktı.

    Son dakikada gelen golle şampiyonluğu kazandığımız maçın detaylarını (son satırlardan anlaşıldığı kadarıyla yazısını otelin telefonundan yazdıran muhabirin kalemiyle) Milliyet gazetesinden okuyalım.

    Milli Eğitim Müsabakalarına bugün Alsancak stadında devam olundu. Birinci maçta Vefa, Göztepe’yi 4-0 yendi.

    İkinci maça Fener şu kadro ile çıktı :
    Cihat, Müzdat, Hilmi, Samim, Kamil, Nusret, Erol, Lefter, Ahmet, Cemal, Halit

    Oyuna Fenerbahçe rüzgara karşı başladı.

    Sinirli bir hava içinde devam eden oyunda Fenerbahçe nisbî bir hakimiyet tesis etti ise de 40. dakikaya kadar gol olmadı.

    Bu arada Cihat iki tane çok mühim kurtarış yaptı.

    40. dakikada derinliğine bir pas alan Ahmet sol bir şutla ilk golü yaptı, devre de böylece 1-0 Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi.

    İkinci devrede rüzgarı arkasına alan Fenerbahçe gol adedini 4’e çıkartmak gayesiyle oyuna hızlı başladı.

    4. dakikada Samim, Altay kalesinin karışmasından istifadeederek, köşeden ikinci golü yaptı.

    8. dakikada da Ahmet üçüncü golü kaydetti.

    Bundan sonra da oyun çığrından çıktı

    Altay kalecisi yaralandı, yerine santrfor Bayram geçti.

    Altay gol yememeye uğraşıyor, Fenerbahçeliler ise bir gol daha atarak şampiyonluğu kazanmak için uğraşıyor. Her iki takım aynı durumda çalışıyor, Fenerbahçe mütemadiyen bastırıyor fakat netice alamıyor.. Bu arada Fener iki gol yaptıysa da ofsayttan durduruldu. Oyun sonlarına doğru Bayram da sakatlandığından yerine Mehmet geçti. Bu arada bir korner oldu. Halit’in çok güzel attığı kornere bütün oyuncular birden çıktı. Kamil’le Samim kaleye yüklendiler ve top Samim’in kafasıyla içeri girdi.

    Altaylılar bu gole itiraz ettilerse de hakem kararında ısrar etti ve Altaylılar da sahayı terk ettiler. Oyun da zaten bitmişti.

    Tribünlerde ve sahada bir hercümerçtir gidiyordu. Fenerbahçeliler yarım saat kadar soyunma odasında kaldılar. Oyuncular polis ve jandarma kordonu altında otobüse gidildiği sırada, bazı taşkın seyircilerin taarruzuna uğradılar; güçlükle otobüse binildi. Otobüs mütemadiyen taşlanıyordu. Otobüste bütün oyuncular yere yatmış bir haldeydi. Otobüsün kırılmadık camı kalmadı. Futbolcularla biz bu şekilde otele geldik. Otelin etrafını da halk sarmıştı. Polis ve jandarmanın müdahelesiyle zorla içeri girildi.

    Bu arbedede Halit kulağına isabet eden bir taşla yaralandı ve tedavi altına alındı. Otel sabaha kadar inzibat kuvvetlerinin muhafazası altında kalacak.

    Sporcular odalarında kapıları kilitli olarak oturmaktadırlar.

    8 Mayıs 1950 tarihli Milliyet gazetesinden
  • İçeride 12 Bin, Dışarıda 12 Bin Taraftar. Efes’e 20 Atarak “Güle Güle”

    7 Mayıs 1995’te Fenerbahçe ile son üç yılın şampiyonu Efes Pilsen play-off yarı finali dördüncü maçında Abdi İpekçi Spor Salonu’nda karşı karşıya.. 2-2’de kilitlenen seride maçı alan finale çıkacak..

    Basketbolseverler “şehrin göbeğindeki” Spor ve Sergi Sarayı’nı özlüyor ama “sapa” Abdi İpekçi de 1992-93 sezonundan itibaren Fenerbahçe, Efes Pilsen ve Ülkerspor’un Avrupa Kupası başarılarıyla birçok defa “full çekmiş”. 12 yıl aradan sonra Avrupa Şampiyonası’na katılma yolundaki Milli Takımımız da (14 Kasım 1992’deki Belçika maçıyla) bu müthiş dalgayı iyice yükseltmiş..

    7 Mayıs 1995 ise benzersiz bir gün.. Çünkü, salon “full çekmekle” kalmıyor. İçeride 12.000 kişi varsa dışarıda da bir o kadar insan var. Eee, Fenerbahçe bu, gittiği yere bereket getirir. Basketbol ufak salonlardan Spor Sergi’ye taşındığında da, radyodan ilk defa naklen yayın yapıldığında da, 1989’da Abdi İpekçi’de ilk kez Lig maçları oynandığında da hep Fenerbahçe var. İslam Çupi’nin sözleriyle “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü‚ ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte‚ adı konamaz…”

    1994 Aralık’ında Başkanlığa gelen Ali Şen 1982-83 sezonunda basketbolu yeniden ayağa kaldırmış. İkinci başkanlığında da ilk şampiyonluğu basketbolda istiyor. Ama kadro aslında onun döneminde kurulmamış. Sezon başında Başkan rahmetli Hasan Özaydın. Basketbol Şubesine maddi destek veren 1907’liler ikinci sezonda da bu desteği sürdürüyor. Bir önceki yılın A millileri Harun Erdenay, Levent Topsakal ve Ömer Büyükaycan’la yollar ayrılmış; Hüsnü Çakırgil kalmış, İbrahim Kutluay ilk beş oyuncusu yapılmış, kadro Hakan Yörükoğlu, Faruk Beşok ve Yalçın Küçüközkan gibi takım oyuncularıyla takviye edilmiş, yabancılar ise Mitch Smith ve (sonradan gelen) Kevin Rankin gibi “mütevazı” beyazlardan seçilmiş.

    Fenerbahçe, son üç sezondur play-off finallerinde elendiği Efes Pilsen’i sene başında Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda dağıtmış, sezon içinde de Türkiye Kupası’ndan elemişse de, Ligdeki iki maçı da kaybettiğinden seriye (dönemin statüsü gereği) 1-0 geride başlamış.. Bu da yetmezmiş gibi, ilk maç uzatmada 60-63’lük yenilgiyle kuyuya düşülmüş. Son üç sezonun şampiyonunu üç kez arka arkaya yenmek gerek. Halbuki son 3 senede Fenerbahçe 19 maçta 3 kez yenebilmiş rakibini.

    Ancak bu sezon farklı bir takım var. Başantrenör Murat Didin önderliğinde; savunmasıyla bunaltan, çok oyuncuyla sayı bulan ve play-off’ta form grafiğini yükselten bir Fenerbahçe var sahada.

    Aslında ilk maçta da normal süre 52-52 bitmiş, bu da Fenerbahçe’nin savunma direncini gösteriyor. Sarı-lacivertliler Efes Pilsen’i kendi silahıyla vurmaya başlamış. 3 Mayıs’taki maçta Efes bulup bulabileceği en yüksek sayıya ulaşıyor: 64. Fenerbahçe ise maçın sonlarına doğru Altar Tunçkol’un arka arkaya (ve neredeyse 7-8 metreden) üç üçlüğüyle maçı koparıyor: 69-64. 5 Mayıs’taki maç ise ertesi günün gazetelerinin manşetinde artık. İlk yarıyı 34-19 önde bitiren Fenerbahçeliler maçı da 60-51 kazanırken rakiplerine adeta top göstermiyorlar. Efes, 19 sayı atan İbrahim Kutluay’ı ve neredeyse üçlük çizgisinden sayı bulan 2.12’lik Chicago Bulls patentli Kevin Rankin’e çare bulamıyor. Tribünler bu maçta da “full”.

    Acaba son maçta da tribünler böyle dolacak mı? Zira, Türkiye 6 Mayıs’ta dokuz günlük bayram tatiline girmiş.

    Ama sporda hareket durmuyor. Halter milli takımımız Naim ve Hafız Süleymanoğlu, Halil Mutlu ve Fedail Güler’in altınlarıyla Varşova’dan Avrupa şampiyonu olarak dönüyor. Fenerbahçe ise şampiyonlukla sonuçlanacak müteakip sezon (1995-96) öncesinde iç transferi tamamlamaya çalışıyor. Engin, Bülent, Aygün, Emre ve Kemalettin “boş mukaveleye” imza atıyorlar. Futbol takımı Samsunspor’a karşı bir önceki yılın “sekizlik tarifesini” yarıya indirmiş ve 4-1’le yetinmiş. Fenerbahçe atletizm takımları İzmir’den birincilik haberleriyle dönüyorlar..

    Maça Fenerbahçe taraftarının muhteşem desteğiyle başlıyor. Kevin Rankin-Larry Richard, İbrahim Kutluay-Volkan Aydın ve Mitch Smith-Mirsad Türkcan eşleşmelerinin hepsinde Fenerbahçeliler galip. İlk yarı Fenerbahçe 44-26 önde.

    Acaba deneyimli Efes geri döner mi? İlk iki maçta Efes hep geriden gelip Fenerbahçe’yi yakalamış, hatta iki ay öncesindeki Türkiye Kupası eşleşmesinde Fenerbahçe ilk yarıyı 52-28 önde kapamasına rağmen Efes bitime iki dakika kala 69-67 öne geçmiş (neyse ki Fenerbahçe toparlanıp 76-71’le rakibini elemiş). Ama ikinci yarı böyle bir senaryonun yanından bile geçilmiyor. Şut yüzdesi zirvelerde.. 27. dakika civarında skor 57-31. Fenerbahçe rakibini neredeyse ikiye katlamış durumda. Efes maça asılmaya çalışıyor. 30. dakikada bir hızlı hücumda Efes 3’e 1 pozisyonda sayıyı bulup farkı 20’ye indiriyor. Basket olan topu Ufuk Sarıca alıp müthiş bir hırsla Fenerbahçe’nin çemberinin dibine bırakıyor. Normal bir tepki, zira Efes Pilsen 30. dakikada ilk “rahat” sayısını bulmuş.

    Seyirci coştukça coşuyor ve maç sonunda fark “yuvarlak hesaba” bağlanıyor: 78-58. Fenerbahçe finale yükseliyor.

    Abdi İpekçi Spor Salonu iki yıl önce tarih oldu. Ancak, salonun önündeki taş parkeler dile gelse de anlatsa, içerideki seyirci kadar dışarıda kalan başka bir maç var mı tarihinde?

    Tapfereritter

  • 5 Mayıs 1996… Avni Aker’de Şampiyonluk Dönemeci

    BİRİNCİ AN:
    61. dakika. Hami Mandıralı’nın vurduğu frikik ve topun ağlarla buluşma sesi.. Trabzonspor taraftarından “gol” haykırışının gelmesiyle eş zamanlı olarak, hem Fenerbahçe kalecisi Rüştü Reçber barajdaki takım arkadaşlarına kızıyor hem de maçın sunucusu İlker Yasin (belki de tribünlere inanıp) “gol” diye bağırıyor.

    Saha sisli puslu, kimse sahayı net göremiyor. Fenerbahçe’nin 55. dakikada Oğuz Çetin’le kazandığı beraberlik golünde de serbest vuruşu kullananı seçebilmek mümkün olmamış ve İlker Yasin (Elvir Boliç’i gösteren rejiye inanıp) golü atanı yanlış anons etmiş.

    Bir saniye sonra anlaşılıyor ki top yan ağlarda. Fenerbahçelilerin yüreklerinin ağızlarına geldiği an..

    İKİNCİ AN: 
    83. dakikanın başları. Çoğunluk gerek Rüştü Reçber’in spektaküler kurtarışlarından gerek maçın özet görüntülerinden dolayı, Hami Mandıralı’nın iki farklı köşenin doksanına gönderdiği sanat eseri frikikleri hatırlıyor. Ancak, asıl onlardan sonra Trabzonspor üç kez organize bir şekilde gelmiş Fenerbahçe kalesine: Birincisinde Ünal Karaman’ın, ikincisinde ise Şota Arveladze’nin pasında Orhan Çıkrıkçı golleri kaçırmış, üçüncüsünde ise Şota Arveladze..

    Trabzonspor 83. dakikada “tüm hatlarıyla” yüklenmiş görüntüsü veriyor. Sanki 1-1 yetmiyormuş gibi. Fenerbahçe ise savunma direncini korumaya çalışıyor. Sanki 1-1 yetiyormuş gibi.

    Maçın nasıl biteceğinin bilinmediği an..

    ÜÇÜNCÜ AN:
    83. dakikanın devamı. Şota Arveladze’nin kaçırdığı pozisyonda topu (dört sezon önce uğruna kavgalar verilmiş 10 numaralı formayı giyen) Saffet Akbaş ceza alanından uzaklaştırıyor. İlk yarıda Elvir Boliç’i başarıyla tutan Cengiz Atila stoper olmasına rağmen Fenerbahçe yarı sahasında gol arayanlardan. Oğuz Çetin’in presi karşısında topu kaptırıyor ve ayakta kalamıyor. Kaslar yorgun.

    Topu kapan o sezon transfer edilen gurbetçilerden Tayfun Korkut. Kontraya onunla birlikte süratle çıkanlar üç taze kan ve iki “beyin”: (Üç dakika önce Halil İbrahim Kara’nın yerine girmiş diğer gurbetçi) Erol Bulut, (65. dakikada Elvir Boliç’in yerine taze kuvvet olarak girmiş) Tarık Daşgün, (ilk 11 oyuncusu olmasına rağmen Parreira’nın taktiği icabı ikinci yarıda oyuna giren) Bülent Uygun ve diğer iki “Sakaryalı”, Oğuz Çetin ve Aykut Kocaman.

    Tayfun Korkut orta çizgiyi geçer geçmez pasını soldan depara çıkmış Erol Bulut’a atıyor. Tam o sırada Aykut Kocaman sağa doğru arka direğe çapraz koşusuna başlamış. Üç kez gol kralı olmuş Kocaman kokuyu almış belli ki. Tarık da sol tarafa doğru yanıltma koşusuna başlamış. İlker Yasin yine oyuna değil, topa bakıyor. Trabzonspor savunması gibi Aykut Kocaman’ı gözden kaçırmış, “Tarık top istiyor” diyor (gol vuruşu anında da “Kaleci, boş pozisyon” demeye devam edecek). Üç dakika önce oyuna giren Erol Bulut, müthiş deparının ardından, üzerine gelen Lemi Çelik’in “belini kıran” cinsten bir çalım atıyor. Lemi Çelik de yorgun. O da forvet hattı gibi gol aramış Fenerbahçe kalesinde. Ve Cengiz Atila gibi, olması gerektiği yerde değil.

    Lemi Çelik’in yerine kademeye giren Tolunay Kafkas Erol Bulut’un önünü kesebilir ama o da Tarık Daşgün’ün çapraz koşusuna aldanmış.. Artık Erol Bulut’un önü açılmış.. Ve depara kalktığı andan itibaren Aykut’un uzak kanattaki koşusunu takip ediyor. Ortası da adrese teslim. Aykut Kocaman’ın gol vuruşu da usta işi: Top yerde ikinci kez sekmeden kaleci Metin Mert’i ters köşeye yatıran sert plase..

    Maç bitmeden “bu iş bitti” denilen an..

    DÖRDÜNCÜ AN:
    Hakem Metin Tokat’ın bitiş düdüğünden tam 10 saniye sonra Trabzonspor tribünleri sevinç yumağı oluşturmuş Fenerbahçeli futbolcuları alkışlıyor.    

    Unutulmaması gereken an..

  • 1 Mayıs 1972 : Karanlıktan Aydınlığa. Sarı Melekler’in Sekizinci Türkiye Şampiyonluğu

    Soldan Sağa : Feyza Güvener, Şeniz Sevinç, İnci Dönmez, Alev Ercins, Nil Avunduk, Perran Akaktan,
    Perihan Özbilgin, Tomris Özpars, Sema Bora

    Tapfereritter yazdı ama biz atladık. Bu 1 günlük gecikme için özür dileriz.
    Şampiyonluk yıl dönümümüz kutlu olsun.

    * * * * * *

    6 Haziran 1971.. Fenerbahçe erkek voleybolunun ikinci altın devrinin (1966-1969) yaratıcısı ve milli sporcular İsmail ve İbrahim’in babası Nusret Vuran erken yaşta vefat ediyor.

    Fenerbahçe voleybolunda zifiri karanlık.. 1970-71 sezonunda İstanbul 1. Küme’de ikinci olarak Türkiye Ligi’ne katılma şansını kılpayı kaybeden Sarı-lacivertlilerin Yönetiminde “bu şubeyi kapatalım”cılar baskın çıkmış. Üç yıl üst üste İstanbul şampiyonu ve kadro elde tutulabilse yıllarca Türkiye şampiyonu olabilecek kadro dağıtılmış ve 1971-72 sezonunda Fenerbahçe artık erkek voleybolunda yok.. Aynı akıbete 1968-1971 arasında 3 İstanbul, 2 de Türkiye şampiyonu olmuş kadın takımı da uğramak üzere..

    Ancak kadın takımı daha talihli.. “Devam” kararı alınıyor. Antrenörlüğünü erkek takımının eski oyuncusu, 1972 yılında ise Türkiye şampiyonu İETT’de oynayan Deniz Esinduy üstleniyor.

    İlk etapta namağlup İstanbul şampiyonu oluyor “Sarı Melekler”in öncüleri. Galatasaray ve Beşiktaş’ın yanı sıra, şampiyonluktaki en büyük rakibi Eczacıbaşı’na nefes aldırmıyorlar.. Bu onların 10. İstanbul şampiyonluğu..

    Ardından Kütahya’da 27 Nisan-1 Mayıs’ta düzenlenen Türkiye Şampiyonası.. Hedef 1969’dan beri özlemi çekilen Türkiye şampiyonluğu..

    Manisa Jimnastik’i 3-0’la geçtikten sonra, 28 Nisan’da rakip Eczacıbaşı.. 15-8, 15-10 ve 15-7’lik setlerle Eczacıbaşı’nı da 3-0’la safdışı bırakıyor Fenerbahçeliler.. Ardından Ankara devleri Ankara Demirspor ve Kolejliler ve aynı sonuçla mağlup ediliyor. 1 Mayıs 1972’de ise İzmir şampiyonu Altınordu da Fenerbahçe’den set almayı başaramıyor.

    Perihan Tangör, Sema Bora, Alev Ercins, Perran Akaktan, Şeniz Sevinç, İnci Tülay, Tomris Özpars, Feyza Güvener, Nil Avunduk, Gülfer Karabulut, Gülören Nas ve Tülay Yılmaz’dan kurulu kadro 5 maçta 5 galibiyet ve 15’e 0’lık set averajıyla benzersiz bir şampiyonluk kazanıyor.

    17. kez düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda sekizinci kez şampiyonluğa ulaşan Fenerbahçe kadın voleybolunun da en büyüğü.. Bir sezon sonra Türkiye’yi Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsil edecekler ki, o da başlı başına müthiş bir macera..

    Ama her şeyden önce, 1971 yazındaki zifiri karanlıktan 1972’nin 1 Mayıs’ında aydınlığa ulaşmaları başlı başına müstesna bir yer kazandırıyor bu takıma Fenerbahçe tarihinde..

    Tapfereritter

  • 2 Mayıs 1965 : Fenerbahçe Basketbolda Üçüncü Kez Türkiye Şampiyonu

    Fenerbahçe erkek basketbol takımı, 10 maçlık Türkiye Şampiyonası’nın ikinci ayağının oynandığı İzmir’de 2 Mayıs 1965 tarihinde Deniz Harp Okulu’nu 84-77 yenerek tarihinde üçüncü kez Türkiye şampiyonu oldu. Şampiyon Fenerbahçe’nin ardından İTÜ, Kolejliler, Galatasaray, Altınordu ve Deniz Harp Okulu sıralandılar.

    Fenerbahçe bu şampiyonluğu da daha öncekiler (1957 ve 1959) gibi namağlup kazanmıştı. Sarı-lacivertliler, basketbolda Türkiye şampiyonu olabilmek için ilginç bir şekilde hiç yenilmemek zorundaydı, zira ikili ya da üçlü averaj hesapları hiç Fenerbahçe’ye yaramamıştı. 1954, 1958, 1964 ve 1966’da küçük averaj farklarıyla, 1955 ve 1956’da ise tek yenilgiyle şampiyonluğa veda etmişti Sarı Kanaryalar..

    Bu Şampiyonada ise, ilk defa son maça gelmeden şampiyonluğunu ilan etmişti Fenerbahçe. Nitekim, 14-18 Nisan’da İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’ndaki ilk yarı maçlarında sırasıyla İTÜ’yü 86-69, Altınordu’yu 93-75, Galatasaray’ı 82-62, (Ankara TED) Kolejliler’i 86-62 ve Deniz Harp Okulu’nu 106-62 yenerek adeta rakipsiz olduğunu göstermiş, 28 Nisan-2 Mayıs’ta İzmir’de düzenlenen ikinci yarıda da hız kesmemişti. İTÜ’yü 63-58 ve Altınordu’yu 70-63 yendikten sonra Galatasaray’ı antrenman havasında 86-67 yenerek İzmirli taraftarların büyük tezahüratları altında şampiyonluğunu garantilemişti.

    Formaliteye dönüşen son iki maçta da ritmini kaybetmeyen Sarı-lacivertliler; önce Kolejliler’i 67-50, ardından (askerlik görevini ifa eden basketbolculardan kurulu) Deniz Harp Okulu’nu 84-77 mağlup ederek Türkiye Basketbol Şampiyonaları tarihinde 10’da 10 yapan tek takım olmuşlardı. Sarı-lacivertli basketbolcular ayrıca ilk kez İzmir’de kupa kaldırıyorlardı.  

    Fenerbahçe’nin şampiyonluk kupasını kaldırdığı bu maçta Erdal Poyrazoğlu 39, İlker Esel 11, Mehmet Baturalp 10, Hüseyin Kozluca 7, Tuncer Kobaner 5, Oktay Okan 4, Güner Yalçıner 4, Engin Muratoğlu 2 ve Ferhan Baras 2 sayı kaydetmişlerdi. Kupa töreninde Samim Göreç “en iyi antrenör”, Tuncer Kobaner ise “en centilmen oyuncu” ödüllerine layık görülmüşlerdi. Fenerbahçe ise tarihinde ikinci kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda oynamaya hak kazanmıştı.

    Nihayetinde Fenerbahçe müzesinin kupalarla dolup taştığı bir başka sezon olmuştu 1964-65… Futbol, atletizm (erkek), kürek (kürek) ve yelken takımlarının Türkiye, boks, kros ve atletizm (kız) takımlarının İstanbul şampiyonluklarının yanına bir büyük şampiyonluk daha eklenmişti..

    Tapfereritter

  • Fenerbahçe Gençlik Kulübü Oldu. Altınordu’ya Ne Oldu?

    Bazen Fenerbahçe’den “Gençlik Kulübü” diye bahsedilen gazete kupürleri ve fotoğraflar görürsünüz. Bu ibarenin hangi zamanlara dair olduğunu resmî belgelerde bulduk.

    12 Mart 1941 tarihli ve 4756 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan 15309 numaralı Kararname’de şöyle bir metin var :

    “İlişik (1) sayılı listede yazılı kulüplerin hizalarında gösterilen adlar altında birleşmeleri ve (2) sayılı listede yazılı olanların da kapatılmaları; Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü’nün 15/2/1941 tarih ve 1320 sayılı tezkeresile yapılan teklifi üzerine 3530 sayılı kanunun 13 üncü maddesinin son fıkrasına tevfikan İcra Vekilleri Heyetince 1/3/1941 tarihinde kabul olunmuştur.”

    Listeye baktığımızda “Kadıköyspor, Altunordu ve Fenerbahçe’nin “Fenerbahçe Gençlik Kulübü” olarak birleştiğini görüyoruz. Aynı gazetenin ikinci sayfasında ise kulüplerin tescil tarihlerini görmek mümkün. Gerçi Kadıköyspor’a dair sadece “Kadıköy Hasanpaşa Söğütlüçeşme Caddesi” adresi var ama Fenerbahçe için 14 Mart 1913, Altınordu içinse 6 Mart 1914 tescil tarihlerini görebilmek mümkün. Herhalde bu kararnameden sonra olacak, Kadıköyspor’un elindeki bütün malzemeler bir tutanakla Fenerbahçe’ye teslim edilmiş. Bu tutanak bugün müzede ama henüz sergilenmiyor. İnşallah bir gün görebiliriz.

    Devam edelim…

    Aradan 8 sene geçtikten sonra, bu kez 30 Mart 1949 tarihinde “T.C. Başbakanlık Muamelat Umum Müdürlüğü”nün bir evrakında yeniden Altınordu’ya rastlıyoruz. Bu kez şöyle deniyor :

    “1/3/1941 tarihli ve 2/15309 sayılı kararla birleştirilen Kadıköyspor-Altınordu-Fenerbahçe kulüplerinden Altınordu’nun adının sözü geçen karardan çıkarılması;”

    Yani şöyle mi oluyor? 1941 yılında Altınordu ve Kadıköyspor kapatılarak Fenerbahçe’ye katılıyorlar. Fakat 8 yıl sonra, 1949 yılında Altınordu tekrar müstakil bir spor kulübü haline geliyor. Neresinden baksanız enteresan bir süreç..

  • 1 Mayıs 1966 : Türkiye’de Televizyondan Naklen Yayınlanan İlk Maç

    Bir ilk olur da, içinde Fenerbahçe olmaz mı? Boşuna dememiş İslam Çupi üstad “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz” diye.

    Son iki sezonun şampiyonu Fenerbahçe, 1965-66 sezonunda hız kesmiş ve Mayıs başladığında şampiyonluk yarışında değil. Ancak, mücadelesini renklerine yaraşır şekilde sürdürüyor ve Türkiye Kupası’nı hedefliyor. Ligde ise hiçbir şampiyonluk adayına boyun eğmiyor. Ve 1 Mayıs’ta da (bir hafta önce şampiyonluğu garantileyerek altı yıl aradan sonra tur atan) Beşiktaş karşısında..

    Prestij mücadelesini renklendiren bir unsur daha var: Mithatpaşa Stadı’nda (şimdiki İnönü) oynanan maç ilk kez televizyonda stattan naklen yayınlanıyor. Yayıncı kuruluş ise: İstanbul Teknik Üniversitesi Televizyonu…

    Takip edebilenler ise, İstanbul’daki yaklaşık 3.000 televizyon alıcısı sahibi (ve tahminen komşuları).. İstanbul’un nüfusu 1966’da 2,5 milyondan az.

    İTÜ Televizyonu, daha önce Taşkışla binasının tepesine konulan tele-objektifle yine aynı stattaki milli (12 Kasım 1961’deki Türkiye-Sovyetler Birliği Dünya Kupası eleme maçı) ve yerel maçları (1 Ocak 1962’deki Fenerbahçe-Galatasaray maçı) “damdan” nakletmişti. Ancak, bu maçta ilk defa, yeni temin edilen televizyon kamerasıyla (Türk Philips Ticaret A.Ş. sağlıyor) stadyumun içinden gerçek yayın yapılacaktı. Maçın sunucusu ise bilinen bir isimdi: Halit Kıvanç.

    Türk radyoculuğunda devletin önderliği görülürken, televizyonda bir üniversitenin öncülüğü var. 1952’de İTÜ Televizyonu haftada bir gün düzenli yayına başlarken (açılışta da ilk konuşmayı spor dünyasının ünlü ismi Burhan Felek yaptı), yaygın televizyon yayıncılığına ise 1964’te TRT’nin kurulmasıyla geçilebilmişti. Ancak, İTÜ TV adeta bir televizyonculuk okulu olduğu gibi, TRT’nin ilk yayınları da İTÜ’den yapılmıştı.

    Maç 0-0 bitti. Maçı sunan Halit Kıvanç ise hem Türkiye’de bir ilk olmanın gururunu yaşıyordu hem de golsüz biten maçın burukluğunu:  

    Kıvanç’ın 1983’te anılarını topladığı “Gool diye diye” adlı kitabından:

    “Mithatpaşa’da oynanacak Fenerbahçe-Beşiktaş maçının sabahında gitmiştik stada… İstanbul Teknik Üniversite Televizyonu yöneticileri, tribüne yerleştirilen kameranın başında heyecanla hazırlıkları sürdürmüşlerdi. Ben de mikrofon başına geçmiş, ilk denemeleri yaparak maçın başlama saatini bekliyordum. Tarihi bir gün olduğu muhakkaktı. Spor tarihimizde de, yayın tarihimizde de önemli bir gündü. İlk kez bir futbol maçı televizyonla naklen yayınlanacaktı. Daha önceki denemelerde İTÜ-TV’nin kamerası uzaklarda bir binanın damına konmuş, oradan yayın yapılmıştı. Bu kez doğrudan doğruya stada yerleştirilen kamera ile gerçek TV naklen yayını başarılıyordu. Başarıldı da…

    Sporseverler, TV alıcısı olan az sayıdaki eve toplanmıştı. Meraktan bazısı bileti olduğu halde maça gitmemişti. ‘Bakalım televizyondan nasıl oluyor?’ diye… Ne yazık ki, onca sporsevere bir tek gol bile seyrettirememiştik. Bir tek gol anlatamamıştım ben de… Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın 90 dakikalık mücadelesi 0-0 kapanmıştı. Maçı sahada kazanan olmamıştı, ama saha dışında büyük kazanç, İTÜ-TV’nindi. Ülkemizde ilk kez bir maç naklen yayınlanmıştı, başarıyla yayınlanmıştı. Az kazanç mıydı bu?”

    Tapfereritter