Kategori: Süreli Yayınlarda Fenerbahçe

  • 1955 Hatıraları I

    1955 Hatıraları I

    Öz Fenerbahçe dergisinin fotoğraf albümü özelliğinden istifade ederek yazlık bir seriye başlıyoruz… Huzurlarınızda 1955 Fenerbahçe Hatıraları I. Keyifli seyirler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


  • Şeref Has’a İlk Mektup

    Şeref Has’a İlk Mektup

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Şeref Has’a İlk Mektup” başlıklı altıncısı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şeref Has’a İlk Mektup

    Bir akşamdı, sensiz Fenerbahçe’yi seyrettik.

    Tek tesellimiz, İtalya’daki elçiliğimizin ikileşmesidir.

    Tarabya koyu yine güzeldi Şeref!

    Hani küçük küçük adımlarla ezdiğin o yumuşak asfaltın solundaki kâğıt helvacı yine heykel gibi duruyordu. Tel kadayıfı saçlı kız şimdi bile su kayağı yapıyor, Boğaz, bakıyorum da en güzel laciverti ile boyanmış.

    Dudaklarımın arasında bir ıslak sigara… Bazı kalem meraklıları vardır. Bir kadeh votka içip “Suç veya Ceza”yı yazacağım inadına kapılırlar. En çok “Sigarayı ıslatıyorum ya, o halde varım” cümlesini severler. Ben de o heriflerden biriyim işte! Aklımda bir telefon numarası kalmış. Şöyle düşündüm: “Telefonu mevcuttur ya, o halde kendisi de vardır.” Parmaklarım iki üç gündür belli deliklere gidiyor. 63 53 47… Erkek sesleri, kadın sesleri, kulaklarıma hep aynı cümlenin raksını getiriyorlar:

    “Yok efendim, Şeref”

    Bu cümlenin ötesinde efendi bir merak başlıyor. Soruyorlar: “Kimsiniz beyefendi?” Bir parça dereden tepeden konuşuyorum. Saklıyorum kişiliğimi. Sonra cevabımı taşıyorum Boğaz’a, Yeniköy’e:

    “Sizin evin basın müşaviri.”

    Tanıyorlar. Bir sürü sitemler duman gibi beynimi sarıyor: “Nerdesin”li, “Ne yapıyorsun”lu meraklar. Arkasından: “Şeref acaba başarır mı, başaracak mı?” sorusuna cevap arayan hisler. Tanrı evi haline getirilen telefon telleri.

    Ablaların memnun Şeref!

    “Bir titizden kurtulduk. Canımızı çıkarıyordu, Şimdi rahatız.”

    Şeker oğlan. Hepsi yalan hepsi mizah. Kalpler sen oldun, çarpıyorlar, Başarmanı, İtalya’da kalmanı istiyorlar.

    Bak n’oldu biliyor musun? Senin “Air France”la havalandığının gecesinde Mithatpaşa Stadı’nda Fenerbahçe vardı. 90 dakika oynamayan, ağlatan bir Fenerbahçe, 4-0’dan sonra o yağmur olan, o bora olan, o gök gürültüsü olan taraftarın “Beeşş, Beeşş!” diye seslendiği bir Fenerbahçe.

    Değişen bir şey yok bizim ülkede. Toprak Mithatpaşa’nın dört bir tarafından yükselen pilonların üzerindeki lâmbalardan 20 tanesi söndü. Artık futbol ışıklarını başka yerlerde aramak zorundayız.

    Başarılar Şeref!

    Tekrar göreceğiz, görüşeceğiz seninle. İnşallah pembe ve kahve renkli İtalya’nın her dergi ve gazetesinde SEN de olacaksın.

    Selamlar

    (İmzam aşağıda Şeref…)

    İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Sinyor Venedik’te

    Sinyor Venedik’te

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Sinyor Venedik’te” başlıklı beşincisi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sinyor Venedik’te

    Bir gitarın gece tellerinden çıkıp, kulaklarda müzik olan Venedik… Yüz yıllardan beri su üstünde oturmasına rağmen, bir gün olsun vıcıklaşmamış Venedik… Pencerelerini dünyaya bir darphane çabukluğu ile aralamış Venedik…

    Ve o Venedik’te bir Türk… Daha doğrusu başarılarını Çimene indirmiş bir “ayaklı büyükelçi…” Her çatı penceresine bir ressam paleti yerleştirilmiş bu dev galeride “sanat kavgası” yapacak. Bir tarafta insan zekâsı ve zevkinin yontulup yontulup üst üste konduğu San Marco, öte yanda çimenlerine toprak ve kireç karışmış bir futbol sahası…

    Dünya bir tuhaf… İnsanlar Rönesans’ı yapılardan, tablolardan, heykellerden, kitap satırlarından çıkarıp, getirmiş bir düdük sesine iki “Bravooo!”ya, birkaç gole yığmışlar. En çok yaşayan 90 dakika oksijen yürütüyor; bu köhne yuvarlaktan…

    Bu dehâsı, altında kramponu bulunan kundura olan güç sanatın “Yalnız adam”ısın Can… Tek kalmak, olmamak değildir.

    Ne demiştin, Ege vapuru Tophane rıhtımının karpuz kabuklu lâciverdinden ayrılırken…

    “Bu bir plâsmanın sonucudur. Venedik yükseklik olarak İtalya haritasının beynidir. Klâsman için bundan daha uygun şehir bulamazdım.”

    Gülüyordun. Bütün mizahınla, bütün boş verirliğinle gülüyordun:

    “Futbol topu her yerde 280 gramdır. İnsan bu ağırlığı taşımak gücünü kaybetmediği müddetçe oynar. Buna Birleşmiş Milletler bile mâni olamaz.”

    Senin bu rahatlığına milyonlar verilir Can!… John Charles’in 5 yılda anlatamadığı İtalya futbol endüstrisinin cehennemi sıcaklığına bu kadar kısa bir süre sonra bulduğun vantilâtör için seni kutlamak lâzım.

    Venedik’ten gelen satırlarını okudum, resimlerine baktım. Bir anda yayılıvermişsin; bu kanal şehrine… Şu trafik polisinin tempolu çalan düdüğünde senin ritmin var. Bronzun en güzel tonu ile omuzlara inen yuvarlak güneş, Can’ın İtalya’da 34 hafta dökeceği “Futbol teri”nin suyunu taşıyor. Kibrit ateşi kadar kısa sokakta, bir iskemleye yığılmış mandolinden isimsiz nota halinde fırlayanlar; senin “çalımının senfonisi” olacaktır.

    Bekliyoruz Can! Hem de inanarak bekliyoruz. Türk futbolu ile A. Lamourris’in “kırmızı balon” eseri arasında rezil münasebetler kuran Liret yüksekliğindeki o belli kişilere indireceğin şamarın sesini duymak istiyoruz. Türkiye’den futbolcu alınmak söz konusu olduğu zaman: “Ölüler evine bu kadar para ödenmez, yazıktır” diyen dostlarımızın (!) dillerini keseceğin günü sabırsızlıkla bekliyoruz…

    Yalnız değilsin Can…

    Her futbol lafı eden Türk, kalemlerini haftada bir gün spor toto kolonları üstünde raks ettirenler senden bir şey taşıyorlar. İnananların, bel bağlayanların, sana tapanların türküsüdür; bu… Onlar için Venedik Milva’nın mikrofonundan çıkmış, Maria Allariso’nun kalçalarından fırlamış senin ayakların olmuştur.

    Tanrı o ayakları başarıya koşturmaktan yormasın! Bilirim zaten; başarmak bu kadar güzelken, kaybetmeye yanaşmazsın.

    Kalbimin kadehini o kimseye vermeyeceğin “senin” topunun, şerefine kaldırıyorum.

    İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Yeni İlahi Komedya

    Yeni İlahi Komedya

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Yeni İlahi Komedya” başlıklı dördüncüsü… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yeni İlahi Komedya

    Gitti beyler…

    Koşa koşa, güle oynaya, o Kadıköy’den Akaretler’e kadar uzattığımız “otorite asfaltı”nın üzerine basa basa gitti, Kafalarımızın tepesinde birer telaş meşalesi yakarak kayboldu.

    Özcan Arkoç’un kendisine yeni bir kazak, yeni bir kale bulması önemli değil… Esas önemli olan, bir gidişin arkasından filizlenen his ve düşünce zavallılığıdır. “Bir odanın içindekileri” unutulmaz magazin tipleri yaratan günümüz İnsan fabrikası Pitigrilli bile, bütün dişlerini göstererek seyretmektedir.

    “Önce otorite ve disiplin…” diyorlardı. Satış listesini düzenleyen ilham bu idi. Fenerbahçe her hafta ayağına 6 dolarlık yün çorap giyen aslarından bıkmıştı. “Hususi otomobille- aristokrasisi”ne tesirli bir yumruk aranmıştı,

    Alkışlamıştık, sevmiştik bu inadı… Demek ki Fenerbahçe stadı kursağında viski sızıntısı olan, dudaklarına Pall-Mall sıkıştıran kişilerden çok çeneleri arasında çiklet çiğneyen delikanlıların bahçesi olacaktı.

    Aldanmışız. Meğer yeni idare heyetindeki kişiler, her dükkân duvarına asılmış “Satılan mal geri alınmaz” ibaresinin olgunluğuna bile tırmanamamışlar. Bir futbolcunun satış fiyatını tespit et, piyasaya sür, 21 gün basına “Karardan asla dönülmeyecektir” kelimeli 250 şer gramlık beyanatlar ver, sonra 22. gün oyuncu önüne uzatılan yeni bir mukavele bulunca bas feryadı.

    Birisi: “İnşallah yalandır” niyeti ile rakı kadehlerinin başına otururken, öteki telefona sarılıp bir rakip başkanına dert yanacak:

    “Olur mu beyefendi, olur mu? Niye alıyorsunuz bu şantajcıyı? Dostluğumuz, arkadaşlığımız… İki kulüp arasındaki sarsılmaz bağlar… Bir futbolcu bir kulüpten üstün tutulur mu? Almayacaksınız değil mi? Mahsus oyalıyorsunuz muhakkak?”

    Ama apareyin öbür ucundaki ses bizimki kadar telaşlı ve darmadağınık değildir. Sakin ve hükümlüdür:

    “Satışa çıkarmışsınız aldık. Bu meseleyi fazla konuşmayalım beyefendi.”

    21 gün sürüp 22, gün bir “Rüzgâr bezi” gibi, caart diye yırtılan bu otorite ve disiplin masalını Fenerbahçe camiası uzun yıllar unutmayacaktır, unutamayacaktır.

    Bir an gözlerinizi borç senetlerinden ayırıp Rousseau’ya kadar gidiniz. Ünlü düşünür satırlarında: “Önce öldürdüğüne, sonra oturup ağlayan…” kişileri çok güçlü tarif etmiştir.

    Zaten herkes biliyor.

    Disiplin ve otorite aşığı insanların uzaklaştırışı değildi bu… Özcan’ı, Özcan’a vermek istemedikleri şey para ile vurmaya çalışacaklardı. Fiyat piyasası feci idi. Türkiye’de bir takımın bu parayı vererek bir kaleci transfer edebilmesi için “milli piyango milyoneri” olması gerekirdi.

    Sarsıntısız bir inançları vardı. Tıpış tıpış geri dönecekti. Çünkü kafalarında İtalya başkenti için düzenlenen broşürlerdeki klasik cümle vardı:

    “Her yol Roma’ya gider.”

    Oysa yaşadığımız şehir İstanbul’du ve burada maalesef her yol Fenerbahçe idare heyetinin odasına gitmiyordu.

    Şimdi büyük prensipler unutulmuş, bir futbolcunun yası tutuluyor.

    Biliyor musunuz? «Comedie Français» trubu ellerine Dante’nin «İlâhi Komedya»sını alıp odaya gelse idi ancak bu kadar gülebilirdik.

    İslam Çupi – Temmuz 1962 – Akşam Gazetesi

  • Dört Futbolcu

    Dört Futbolcu

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Dört Futbolcu” başlıklı üçüncüsü… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Dört Futbolcu

    Şükrü dedi ki: “Bırakın bana Fenerbahçemi,,

    Basri konuşma yerini ağlayarak terk etti…

    Fenerbahçe Kulübü, kongreden kongreye iskemleleri sahip değiştiren “İdare Heyeti Odası” değildi. Üstelik o “İdare Heyeti Odası” iki gün önce bırakın diğerlerini, 17 yıllık bir Fenerbahçeli için bu derece hain bir “Darağacı” olmamalı idi.

    Ne demişti, Şükrü Ersoy?

    “Bırakın bana Fenerbahçe’mi… Para istemiyorum. Gerekirse, forma ve top ayakkabılarımı da cebimden alayım. Sadece hayatımın en güzel yıllarını dolduran o çimenlerden beni mahrum etmeyin. İdmana çıkayım Bu sevgiyi İsmet Abi (İsmet Uluğ) çok iyi bilir. Onu koparıp almaya hakkınız yok. Futbolcu olarak belki takıma yaramayabilirim, ama üye Şükrü Ersoy olarak Fenerbahçe’ye hizmet etmek kararındayım.”

    Ve cevap yeryüzünün ilk cinayetini işleyen o malûm “çene kemiği”nden bile çirkindir:

    “Tespit edilen 22 kişilik kadroda yoksun. Antrenmanlara çıkamazsın.”

    Şimdi bir soru:

    “Acaba yasak, sadece Fenerbahçe’nin idman yapacağı saatlere mi, yoksa bütün günlere mi teşmil edilecek?”

    “Ebedi yasak” ise yaşadık. Demek Fenerbahçe’de farkında olmadığımız bir toprak reformu (!) yapılmış. Koca stada yeni bir isim bulunmuş: “Mehmet Ağa”nın bağı…

    Şükrü bir kenara çekilip kendisine şöyle denemez mi idi?

    “Evlât! Bu yuvaya 17 yıllık bir hizmetin var. Ama artık Fenerbahçe ve futbol için çok yaşlandın. Gel senin önümüzdeki futbol mevsimi başında jübileni yapalım.”

    Her halde Fenerbahçe’de 17 yıllık bir emeğe verilecek paslı bir kupanın faturasını ödeyecek cüzdan bulunurdu.

    Fenerbahçe İdare Heyetinin iki gün önce satış listesindekilerle yaptığı konuşmada Artin ve Basri’ye de aynı şey söylenmişti. Artin boynunu bükmüş, Basri ise kapıyı açarak gözyaşları arasında dışarıya fırlamıştı.

    İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Amatör Ruh Takımı

    Amatör Ruh Takımı

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Amatör Ruh Takımı” başlıklı ikincisi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Amatör Ruh Takımı: Fenerbahçe

    Başkana göre “Otuz yıl önceki ruhla şahlanan bir Fenerbahçe” seyredeceğiz. Bunun müjdesini “Amatör isimler”, parasız yapılan transferler veriyor…

    Fenerbahçe’de şöhretin karşılığı; para canlısı, kulis yaparak takımda oynayan her lâfı para isteyip form tutmamak olan bir grafiğin ressamı olmuş… Bıkmışlar. Kaprissiz bir takım yaratmak idealine koşuyorlar.

    Kendi zaviyelerinden hakları var. Ağızları yanık. Ama bir de bugünkü feza devrinde futbolun bile mücadelesinde “paraya ihtiyaç” yok mu?

    Para vereceksin.

    Otuz yıl evvelki ruhu değil, meslek aşkını arayacaksın.

    Para kazanmak için futbolcu oynayacak.

    Futbolu sevdiği ve bu imkânı en iyi şartlarla ona Fenerbahçe temin ettiği için o formayı giyecek.

    Yoksa bugünkü amatörler yarın “Popüler Fenerbahçe’nin formasını giydiği için” şımarmayacak mı?

    Şöhretler istenmiyor… Kabul. Fenerbahçe’nin adı “şöhret” değil mi? Galatasaray’ın tam ters açısından liglere katılıyor Fenerbahçe. Yalnız unutmamalı ki bir takımı kaliteli yapan şöhretlerdir. Bugün Brezilya bile isimleriyle Şili’de şampiyon olduğunu itiraf ediyor. Otorite iyi şey… Ama yıldızsız bir otoritenin takımı Rappa’nın İsviçresi gibi turistik seyahat yapar.

    Hâlbuki Fenerbahçe camiası “şampiyonluk iddiasının kaybolduğu” an daima sarsıntı geçirmiştir. Sahada isim olarak sadece “Fenerbahçe formasını” göreceğiz. Rakiplerin büyük bir kısmı için bu kâfi ise de şampiyonluk sarhoşluğunu yaratacak iksir değildir. Şöhretlerin satılması gerekirdi. Hakları var, çünkü randıman vermiyorlardı. Fakat yeni şöhretler veya hiç olmazsa hazır istidatlar alınsaydı. Yordan (Beykoz), A. İhsan (Kasımpaşa) gibi… Bunlara teşebbüs edildi. Ama bir 60 bin Yordan’a uzatılamadı. Biz böyle düşünüyoruz. Ama arzularız ki sezon Fenerbahçe’ye hak versin.

    Teknik yönden yeni bir antrenör, havasında olmayan bir on bir Sarı-lacivertlileri terleten nokta… Ama rakiplerinin isimsiz Fenerbahçe’yi yakaladık diye yenmek için oynamaları belki de yıllardan beri “Kapalı takıma karşı ne yapılır?” istihfamından teknik adamları kurtarıp puan dağarcıklarını doldururlar. Beşiktaş’ın üç yıl evvel yaptığı gibi isimsiz on bir bir mucize yaratır. Şampiyon olur. Ama takımını “ideal” olarak Fenerbahçelilerin gözüne biraz zor takdim eder.

    Not: Bu yazı dizildiği sırada Galatasaraylı Ergun’un transferi için çalışılıyordu. Son dakikada olan bu transfer Sarı-lacivertli camiada da bizim gibi düşünenlerin bulunduğunu ve zaman zaman harekete geçtiğini göstermektedir.

    İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Bir Kilo Namus

    Bir Kilo Namus

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Bir Kilo Namus” başlıklı ilki… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Kilo Namus

    Herkes namuslu…

    Şu tayyör kumaşını eksik almış cici kız, şayet İktisat Fakültesi’nin kantininde birkaç sıcak çay içmişse, “açık şehir” haline gelen namusunu ilmin sayfaları ile örtmeğe çalışacaktır.

    Budaktaki göz, günün herhangi bir saatinde ipince bir minarenin metrelerine tırmandığı zaman, günahlarını bir balon safrası gibi, fırlatıp attığını zannedecektir.

    Bilmem bugünlerde arka sayfalara baktınız mı? Bir namus lafıdır; gidiyor. Herkes, her şey, her gün yıkanan naylon gömlek gibi pırıl pırıl bembeyaz… Siyahlıkların hepsi sanki tencere diplerinde kalmış.

    100 kilometre hızla giden bir otomobilin içine bindirilen genç “Gezmeye gitti” şirinliği ile takdim edilir; 2000 kilometre öteden ailece yükselen para çığlıkları onlara göre bir “sermaye namusu”dur.

    Kulüple çiftlik arasında kesin bir ayırım yapamayacak kadar kafasında hücre yerine gübre taşıyan futbolun kustuğu insanlara göre satış listelerini düzenleyen el namussuzdur. Onlar saçları aklaşıncaya kadar alıcı bulmak tutkusunda olan birer hasta adamdır.

    Bir başka kişi azı dişlerinin arasına kurduğu tebessümle 1 ay sonra sararacak bir fotoğrafta yapışır kalır. Büyük bir lâf etmiştir. Söz bağlılığı, yönünden her gün Moda vapurunun halatını boynuna geçiren Kadıköy iskelesinin çilekeş babası gibidir. Sadıktır, fakat hissiz…

    Çünkü aynı kişi 2 ay önce bir maçın 2 puan pazarlığını patates çuvallarının üzerine oturmuş, altın dişinden başka parıltısı olmayan bir insanın iştahı ile yapmıştı.

    Daha öteye gidelim!

    Yine bizimki bir tarihte semtin ve arkadaşlarının “Antrenör değiştirelim!” feveranına, cüzdanındaki borç senetlerini çıkararak hep aynı şekilde bağırmıştı: “Ya o; ya icrayı boylarsınız.”

    Bir espri yapalım dedik. Ertesi gün çalan telefonun öbür ucundaki ses bize gazetecilik dersi vermeye kalktı. Espri ile tepsiyi karıştıracak kadar düşünme inceliğini kaybetmişe bir hikâye anlatalım:

    “Bir adamcağız bir filmin sadece 5 dakikasını seyreder çıkarmış. Bu yedi gün her seans devam etmiş. Seyrettiği sahne şu: Perdesi kalkık, elektrikleri yanık bir odanın penceresi… İçinde soyunan bir kadın… Ama kadın tam külotunu çıkarırken önünden bir tren geçermiş.

    Adamcağızın davranışı sinemada yer gösteren ışıkçının dikkatini çekmiş. Nihayet sormuş; son seansta:

    (Birader, hep aynı şey için 7 gün sinemaya gelmeğe – değer mi?)

    Kişioğlu şöyle bir sarsılmış. Bir iki yutkunmuş ve sonra hislerini kesinlikle açıklamış:

    “Valla ne yalan söyleyeyim, her gün her seans trenin bir kere rötar yapabileceğini düşündüm de…”

    Hikâye bu kadar…

    Ama kaleme alan bir tek şeyi unutmuş. Adamcağızın ve namusun adını koymayı… Oysa fark etmez. Nasıl olsa çağdaş yazıcılığın büyüklerinden Amerikalı Sallinger, günümüze damgasını koyuvermiş:

    “Dünyanın ancak bir kilo namusu kaldı. Bunun hepsi senin olsa, ancak 3 öğün namuslusun…”

    İslam Çupi – Akşam Gazetesi – 1962

  • 9 Numara

    9 Numara

    1956 tarihli Fenerbahçe Spor Gazetesi’nden Sezgin Burak imzalı bir çizgiroman çıktı: 9 Numara.

    Gerçi sonraki sayılar arşivimizde olmadığı için hikayeyi bitiremedik ama merhum Sezgin Burak ve Fenerbahçe Spor Gazetesi emekçilerini anmak için güzel bir vesile oldu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


  • Spor Âlemi’nin Dördüncü Yılı

    Spor Âlemi’nin Dördüncü Yılı

    Türk spor tarihinin en müthiş dergisi unvanını 100 yıldır kimselere kaptırmayan Spor Âlemi’nin dördüncü yılı vesilesiyle (büyük ihtimalle Burhan Felek tarafından) kaleme alınan başyazısı, ağır bir üslubu olmakla birlikte, en başından beri savunduğumuz “Tarihî Devamlılık” konusunda çok önemli bir tespit içeriyor.

    Tarih 5 Eylül 1922… Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı ve Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi kurulmuş. İlki isim değiştirerek bugüne kadar geldi; ikincisi ismini aynen koruyarak bugün de yaşıyor. İşte “Tarihî Devamlılık”.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Âlemi’nin Dördüncü Yılı

    Bu nüshamızla üçüncü hayat-ı neşriyemizin sahife-i endişesini çevirip dördüncü yıla giriyoruz.

    Her yılbaşı nüshasında ufak bir muvazene-i mazi ve bir tahmin-i istikbal yapmak artık bu sene üçe baliğ olunca bir itiyat halini aldı. Mülkümüz gibi mucizeler memleketinde bir şeyi evvelden vaat etmek, ne kadar güç olduğunu bilmekle beraber şimdiye kadar her devr-i seneví nüshalarında yazdığımız tarz-ı hizmeti az çok tatbike -lehülhamd- muvaffak olduk. İlk sene-i devriyemizde dediğimiz gibi vakıa:

    “Efkâr-ı kâriîn güneşi çok bir bahar gibidir ki; onun şems-âbâd olması ne kadar güzelse bulutlu oluşu da o kadar şayan-ı arzudur.”

    Fi’l-hâl spor ve onun müteallikâtı sebebiyle kârilerin meyil ve emellerini bilmek bir gazetecinin vazifesidir. Fakat bu meyil ve emellerin hulûs ve safveti şartıyla… Spor Âlemi bu son sene-i neşrinde çirkin bir hiss-i rekabet sevkiyle oldukça ağır ithamlara maruz kaldı. Bunları def’ ve ref’ için turuk-ı kânuniyeye müracaat mecburiyetinde bile bulundu. Ancak şayan-ı şükrandır ki; ne bu hadise-i nahoş bir sporcu eseri ne de sebep bir spor meselesi idi. Geldi, geçti, demekle iktifa etsek de bunu çekememezliğe, istirkâba atfetmeden de geçemeyeceğiz.

    Evvelce de dediğimiz gibi adab-ı münazara ve münakaşayı bir tarafa bırakıp karşısındaki her türlü mikyas-ı vicdanî haricinde iftiralarda bulunanlara bir müsteskî-i ahlakî olarak bakmayı en münasip bir hareket telakki eyledik.

    Şu kadar var ki; bütün bu meselelerle sebat-ı sa’yimizin sarsılacağını tahmin edenlere karşı daha büyük bir azim ile işe sarıldık. Son senemiz, münderecatı, resimleri itibariyle yalnız Türkiye’nin değil cihanın spor hadisatı hakkında bir tarihçe teşkil eder. Alelhusus adedini her gün artırmaya çalıştığımız memalik-i garbiye muhabirlerimizle âlem-i medeniyetin spor hadisatını en seri ve hakiki tarzda kârilerimize arz eylemeyi mesai programımıza ithal eyledik. Spor Âlemi son senelerdeki âmâlinden Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın tamamen ve kâmilen teşekkülünü görmekle ne kadar mübahî ve müftehir ise Türk sporunu himaye için memleketin ayan ve eşrafından mürekkep olarak teşekkül eden ve şehzadelerimizin mazhar-ı himayesi olan Millî Olimpiyat Cemiyeti’nin teessüsünü de daha muzâaf bir şükranla karşılar.

    Spor Âlemi bugüne kadar artık muhterem kârilerce kesb-i vuzuh eden meslek ve tarz-ı neşrine zamîmeten sporun artık bir şekl-i ilmî alması mecburiyeti dolayısıyla her nüshasında bir spor şubesinin amelî ve ilmî tatbik ve idaresine dair Avrupa mütehassıslarının efkâr ve kanaatini resimleriyle nakledecek ve bununla “sporcunun şahsî kıymeti”ni artırmak gayesini hedef-i tahrir ittihaz eyleyecektir.

    Spor Alemi – 5 Eylül 1338 (1922)

  • Sarı Lacivert Dergisi

    Sarı Lacivert Dergisi

    Fenerbahçe tarihi boyunca birden fazla “Sarı Lacivert Dergisi” çıktı fakat 1983 tarihli olanı en yakın tarihlisi ve aynı zamanda en kısa ömürlüsü… Fenerbahçe Spor Kulübü Müzesi’nin eski müdürü Alp Bacıoğlu‘nun bundan 30 sene önce çıkardığı dergi, sponsor bulamadığı için kapanmış. “Çıkarken” başlıklı başlangıç yazısını, dergiye emeği geçenlerle buraya almak istedik.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çıkarken

    Fenerbahçemizin 76 yıllık geçmişinde zaman zaman çıkan Fenerbahçe ile bu dergilerde yükselen kalem sahibi bazı fedakar kişilerin övülmeye değer çabaları hariç Fenerbahçe kulübü yayın sahasında adını duyuramamıştır. Türkiye’nin en popüler, en ileri, en büyük spor yuvasının uğrayacağı haksız hücumlara ve uzun geçmişinde olduğu gibi pek çok kötü niyetlerin hedefi olması ihtimaline karşı menfaatlerinin korunması şarttır.

    Sporsever halkımızın büyük çoğunluğu Fenerbahçe isim ve varlığına gönülden bağlıdır. İşte ana amacımız ismimizin altındaki başlıkta okuduğunuz şekli ile Türkiye’nin en büyük taraftar kitlesinin sesi olmaktır. Bu sahada bugüne kadar Fenerbahçe taraftarı pek sessiz ve öksüz kalmıştır. Ancak “Sarı Lacivert Fenerbahçe” Fenerbahçeli taraftarlara yönelik bu şekli ile yalnız onların düşüncelerini yayınlamakla görevini bitirmiş olmayacaktır. Kulübümüzün haklarını korumayı ve bunları sizlere duyurmayı yine baş amaçlarımızdan biri saymaktayız.

    Her şeye rağmen bu dergiyi yayınlarken gözü kapalı kulüpçü olacak değiliz. Fenerbahçeliliğin sembollerinden olan ağırbaşlılık ve doğruluktan asla ayrılmayacağız. Sporumuza fayda ve onur getirecek her başarıyı her güzel olayı rakiplerimiz tarafından yaratılsa bile Fenerbahçeliliğe yaraşır centilmenlikle alkışlayacağız.

    Ancak hemen şunu ilave edelim ki rengimiz sarı-lacivert olduğuna göre en baş görevimiz Fenerbahçe’nin iyiliği ve yükselmesi olduğu ortaya çıkar. Bu gaye uğruna dergimizi yaşatmak ve daha mükemmel hale getirmek siz okuyucularımızın desteğine bağlıdır. Fenerbahçe’nin gür sesini sizlere duyurmaya çalışırken bize destek olacağınızı umar, sizlere şimdiden teşekkürlerimizi sunarız.

    Sarı Lacivert Dergisi


    İmtiyaz Sahibi: Alp Bacıoğlu

    Genel Yayın Yönetmeni: Adem Yılmaz

    Yazı İşleri Sorumlusu: Aslan Hüsnü Kanık

    Fotoğraf ve Redaksiyon: Mehmet Timuçin Sucu

    Grafik ve Teknik Sekreter: Hüseyin Belgerden

    Reklam Sorumlusu: Erkin Sarpkaya

    Halkla İlişkiler Sorumlusu: Selver Eren