Kategori: Voleybol

  • Çamlıca Kız Lisesi

    Çamlıca Kız Lisesi

    Türk spor tarihinde kulüplere, kadın basketbol ve voleybol takımlarını armağan eden Ayten Salih ve arkadaşlarının okulu, Çamlıca Kız Lisesi! 14 Şubat 1948 tarihinde “Sarı-Lacivert” dergisinde Süha Girgin imzasıyla yayınlanan yazı, bize 6 sene sonra Türk spor tarihine silinmez bir şekilde imzasını atacak okulun o dönemki atmosferini anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çamlıca Kız Lisesi

    Memleketimizin varlığı ile iftihar edeceği kültür yuvalarından biri daha : Çamlıca Kız Lisesi…

    275’i leyli olmal üzere 432 öğrencinin feyiz aldığı bu ilim ve spor yuvası 1939-40 ders yılı başında, Küçük Çamlıca’nın Kadıköy’e doğru uzanan eteğine mine gibi ilişmiş zarif bir binada tekrar açılmıştı.

    Diğer kız liselerine nispeten az talebe mevcuduna rağmen bugüne kadar hep muvaffak olmuş ve tanınmış örnek sporcular da yetiştirmişlerdir.

    1941-42 ders yılında atletizm, 1946-47 ders yılında da voleybol şampiyonluklarını kazanmış olan yeşil-lacivertliler diğer spor kollarında da muhtelif ikincilikler ve üçüncülükler almışlardır.

    Spor yurdunun kurucusu ve aynı zamanda başkanı olan okulun müdürü, sabık Kütahya Milletvekili sayın Bay Cevdet Barlas bu hususta hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan değerli bir idarecidir.

    Beden eğitimi öğretmeni Bayan Şehime Özdemir ve Bayan Sabahat Açıkalp el ele vererek çalışmaktadırlar.

    Gerek cimnastikhanede, gerek bahçedeki voleybol ve basketbol sahalarında birçok sportif hareketlerine şahit olduğunu okulun spor çalışmalarını iki cepheden mütalaa etmek yerinde olur:

    A) Okul içi faaliyetler: Sınıflar arasında tertip edilen atletizm, voleybol, hentbol müsabakalarıyla, ritmik jimnastiklerden ibarettir.

    Bunların arasında genç kızlarımızın vücutlarının gelişmesi için pek müsait olan bedii dans ile ritmik cimnastiğe önemli yer ayrılmıştır. Öteden beri her sene sonunda, velilerin huzurunda yapılan gösterilerde, talebeler bu sahada öğrendiklerinin birer örneğini vermektedirler.

    B) Dış faaliyetler: Diğer okullarla yapılan voleybol grup maçlarını muvaffakiyetle başararak ön mevkii işgal etmelerine rağmen güzide oyuncuları Naime’nin okuldan ayrılmasıyla final maçını kaybetmiş böylelikle 1947-48 ders yılı ikincisi olmuşlardır.

    Voleybol ekibi final maçına kadar geçen yılki Kamuran (kaptan)-Zuhal-Emel-Gönül Dramalı-Türkan ve Naime kadrosunu muhafaza etmekte iken sonradan Nermin Ertüke ve Necla Durak ile takviye edilmiştir.

    Diğer taraftan Nermin Ertüke, Selçuk Özcan, Necla Durak, Hasibe Yesin, Özcan Ayer, Zuhal, Gönül Dramalı, Süheyla İnan ve Nurten Tulgar’dan mürekkep salon hentbolu ekibi çalışmalarını hızlandırmış vaziyette olup finale kadar yükselecek kuvvettedir.

    Atletizmde Necla Yücesoy, voleybolda Süheyla ve Güner gibi sporcuları yetiştirip mezun eden ve aynı klasta bir sporcusu olan Naime Yılmaz’ı bir idarecinin indî mütalaasından dolayı kaybeden Çamlıcalılar, birincilikler için, henüz çalışmaya başlamamışlardır.

    Yeşil-Lacivertli atletlerin yaptıkları dereceler bugün liseler arasında başta gelmektedir. 1947 atletizm sezonu sonunda Federasyonca Türkiye’nin en iyi 10 derecesini ihtiva ederek neşredilen listede Naime Yılmaz yüksekte 1.35 metre, uzun atlamadaki 4.52 metrelik dereceleriyle birinci sırayı işgal etmektedir. Ve yine Necla Yücesoy’un 1943’de 100 metredeki 13.6’lık, uzun atlamadaki 4.90 metrelik eski Türkiye rekorlarına son senelerde erişebilecek atlet parmakla gösterilecek kadar azdır.

    Kır koşularında, geçen sene Türkan Falay’ın ferdî birinciliğinden başka takım ikinciliğini de alan Çamlıcalılar bu sene yapılan tek koşuya T.Falay, Kamuran, Ayfer ve Rabia ekibiyle iştirak etmişler ve neticede T.Falay’ın ferdi ikinciliğini kazanmışlardır.

    Yeşil-Lacivertlilerin orta kısım sporcuları da bu yıl büyük başarılar elde etmişler; voleybolda Lütfiye Yılmaz (Kaptan), Birsen Toraman, Nejla Onar, Mualla, Süreyya Helvacıoğlu, Kumru Son, Nefise, Türkan Cin’den kurulu ekip kendi kümesindeki bütün rakiplerini kabir bir üstünlükle mağlup etmiş, finalde de Nişantaşı kız ortayı zorlu bir oyundan sonra yenerek 1947-48 ders yılı şampiyonluğunu kazanmışlardır.

    İzciliğe gelince: 93 tam teçhizatlı izci takımına malik Çamlıcalılar 1946’da, Çınarcık’taki kampa 25 kişilik bir ekiple katılmışlardır. Bu kamp canla başla çalışan kız izcilerimize şüphesiz ki birçok bilgiler, kabiliyetler, iyi itiyatlar kazandırmış, her zaman şevk ve heyecanla anacakları derin hatıralar bırakmıştır.

    Çamlıcalılara gelecek ders yılları içinde başarılar temenni ederiz.

    Süha GİRGİN / Sarı-Lacivert Dergisi – 14 Şubat 1948

  • Olimpiyatlarda Fenerbahçeliler

    Olimpiyatlarda Fenerbahçeliler

    Dünyanın en büyük spor kulübü Fenerbahçe, Türkiye adına 18 olimpiyat oyununa 156 sporcu gönderdi. Ve olimpiyatlarda Fenerbahçeliler, Türk spor tarihine geçen işlere imza attılar. Aşağıdaki listede bu isimleri branşlara göre ayrılmış ve alfabetik sırada göreceksiniz. Kaynak bir yazı oldu. Emeği geçenlere teşekkürlerimizle…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Olimpiyat Oyunlarında Yer Alan Fenerbahçeli Sporcular

    1924 Paris (9)

    1928 Amsterdam (9)

    • Cavit Cav, Galip Cav (Bisiklet),
    • Alaaddin Baydar, Bedri Gürsoy, Cevat Seyit, İsmet Uluğ, Kadri Göktulga, Sabih Arca, Zeki Rıza Sporel (Futbol)

    1936 Berlin (5)

    • Fikret Arıcan, Mehmet Reşat Nayır, Niyazi Sel, Yaşar Alpaslan (Futbol)
    • Behzat Baydar (Yelken)

    1948 Londra (14)

    • Doğan Acarbay, Halil Zıraman, Kemal Aksur, Mustafa Özcan, Ruhi Sarıalp, Seydi Dinçtürk (Atletizm)
    • Ahmet Erol, Cihat Arman, Erol Keskin, Fikret Kırcan, Lefter Küçükandonyadis, Murat Alyüz, Samim Var, Selahattin Torkal, (Futbol)

    1952 Helsinki (8)

    • Avni Akgün, Doğan Acarbay, Ekrem Koçak, Halil Zıraman, Osman Coşgül, Turhan Göker (Atletizm)
    • Nejat Diyarbakırlı, Sacit Seldüz, (Basketbol).

    1960 Roma (4)

    • Aydın Onur, Canel Konvur, Ekrem Koçak, Muharrem Dalkılıç (Atletizm)

    1964 Tokyo (1)

    • Muharrem Dalkılıç (Atletizm)

    1968 Meksiko (1)

    • Sırrı Acar (Güreş)

    1972 Münih (2)

    • Hikmet Şen, Mehmet Tümkan (Atletizm)

    1984 Los Angeles (2)

    • Mehmet Terzi, Mehmet Yurdadön (Atletizm)

    1988 Seul (3)

    • Kibar Tatar, Ramazan Gül (Boks)
    • Halit Haluk Babacan (Yelken)

    1996 Atlanta (5)

    • Aysel Taş, Serap Aktaş (Atletizm)
    • Nurhan Süleymanoğlu (Boks)
    • Kerem Özkan, Şükrü Sanus (Yelken).

    2000 Sydney (10)

    • Ebru Kavaklıoğlu, Oksana Mert (Atletizm)
    • Agasi Ağagüloğlu, Nurhan Süleymanooğlu, Ramazan Palyani, Selim Palyani (Boks)
    • İlknur Akdoğan (Yelken)
    • Aytekin Mindan, İlkay Dikmen, Uğur Orel Oral (Yüzme).

    2004 Atina (9)

    • Anzhela Kinet, Binnaz Uslu, Eşref Apak, Filiz Kadoğan (Atletizm)
    • Atagün Yalçınkaya, Sedat Taşçı (Boks)
    • Ertuğrul İçingir (Yelken)
    • İlkay Dikmen, Uğur Orel Oral (Yüzme).

    2008 Pekin (17)

    • Karin Melis Mey, Nevin Yanıt, Halil Akkaş, Selim Bayrak (Atletizm)
    • Adem Kılıçcı, Onur Şipal, Yakup Kılıç (Boks)
    • Cem Zeng, Melek Hu (Masa Tenisi)
    • Ertuğrul İçingir (Yelken)
    • Demir Atasoy, Deniz Nazar, Dilara Buse Günaydın, Gülşah Gönenç, İris Rosenberger, Kaan Tayla, Serkan Atasay (Yüzme)

    2012 Londra (18)

    • Burcu Ayhan Yüksel, Fatih Avan, Gamze Bulut, Hüseyin Atıcı, Karin Melis Mey, Nevin Yanıt, Nimet Karakuş, Tuğçe Şahutoğlu (Atletizm)
    • Birsel Vardarlı Demirmen, , Esmeral Tunçluer, Yasemin Horasan (Basketbol)
    • Adem Kılıçcı, Ferhat Pehlivan, Yakup Şener (Boks)
    • Melek Hu (Masa Tenisi)
    • Alican Kaynar, Nazlı Çağla Dönertaş (Yelken)
    • Eda Erdem Dündar (Voleybol)

    2016 Rio (17)

    • Furkan Şen, Ramil Guliyev, Tuğçe Şahutoğlu, Umutcan Emektaş, Yasmani Copello Escobar (Atletizm)
    • Ayşe Cora, Birsel Vardarlı Demirmen, Esra Ural, Tuğçe Canıtez (Basketbol)
    • Ali Eren Demirezen, Batuhan Gözgeç, Mehmet Nadir Ünal, Onur Şipal, Önder Şipal, Selçuk Eker (Boks)
    • Alican Kaynar, Nazlı Çağla Dönertaş (Yelken)

    2020 Tokyo (22)

    • Eda Tuğsuz, Ersu Şaşma, Kayhan Özer, Oğuz Uyar, Özkan Baltacı, Ramil Guliyev, Tuğçe Şahutoğlu (Atletizm)
    • Batuhan Çiftçi, Bayram Malkan, Buse Naz Çakıroğlu, Esra Yıldız (Boks)
    • Onat Kazaklı (Kürek)
    • Eda Erdem Dündar, Meliha İsmailoğlu, Naz Aydemir Akyol (Voleybol)
    • Alican Kaynar, Ateş Çınar, Deniz Çınar (Yelken)
    • Baturalp Ünlü, Deniz Ertan, Hüseyin Emre Sakçı, Ümit Can Güreş (Yüzme)
  • Canel Konvur

    Canel Konvur

    Fenerbahçe’nin 1950’li yıllarda Türk sporuna vurduğu damgada kadın sporcuların emeği yadsınamaz bir gerçek olarak ortada duruyor. Canel Konvur da bu gerçeğin en önemli isimlerinden biri. Tapfereritter efsane sporcumuzu yazdı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin İlk Olimpik Kızı

    1926 yılında Mübeccel Argun’la atletizm pistlerinde ilk kez temsil edilmişti Fenerbahçe. Ama 1940’lardaki ikinci kuşağın ardından sarı-lacivertli bir kadın atletizm takımının kurulması 1957’yi bulmuştu.

    Fenerbahçeli milli atlet Ünal Uyguç’un girişim ve gayretleriyle ağırlıklı olarak Nişantaşı-Çamlıca Kız Liseleri öğrencilerinden oluşan bir takım ortaya çıkmıştı. Devir zaten Fenerbahçe’nin “Altın Kızları”nın devriydi ve Ayten Salih önderliğindeki voleybol ve basketbol takımları 1955’ten beri bütün şampiyonlukları topluyorlardı.

    Canel Konvur Piste Çıkıyor

    İlk başarısını da 26 Ocak 1958’de Atatürk Kır Koşusu’nda şampiyon olarak yaşıyordu Fenerbahçe takımı.. Yarışın birincisi ise adından yıllarca bahsettirecek 19 yaşındaki Canel Konvur’du.

    19 Temmuz’da yüksek atlamada 1.43’le ilk Türkiye rekorunu kırmıştı Konvur. Bu rekor bugün için düşük gelebilir. Ancak o dönem çıtayı geçenlerin bugünkü gibi mindere değil kum havuzuna düştüklerini hatırda tutmak, çabalarına ayrı bir saygı duymak gerekir. Konvur’un yıldızının parladığı dönemde Romanya’nın efsanevi atleti Yolanda Balaş (1958-1964 arası Olimpiyat ve Avrupa şampiyonu) çıtayı 1.78’e yükseltmişti. (Bükreş’te yıllardan beri Balaş’ın adının verildiği bir stadyum var).

    2 Ağustos 1959’da Fenerbahçe kadın takımı Beyoğluspor’u geride bırakıp atletizmdeki ilk İstanbul şampiyonluğuna ulaşırken Konvur rekor kırdığı branşlara uzun atlamayı da eklemiş, ayrıca 80 metre engelli de koşmaya başlamıştı. O yıldan itibaren milli takımlarımızda da değişmeksizin yer almaya başlayan üç kadın atletimizden biri Fenerbahçeli Canel Konvur olmuştu (diğerleri Ankara’nın yıldızları Gül Çıray ve Aycan Önel’di).

    1960 Olimpiyatları

    Bu üçlü 1960 yılında Roma’da düzenlenen ve özellikle güreşçilerimizin büyük zaferine sahne olan Olimpiyatlara katılan öncü Türk kadın atletleri olmuştu. (ilk “olimpik” kadın atletimiz 1948 Londra Olimpiyatlarına katılan Üner Teoman’dı). Olimpiyatlarda 1.50’yi geçen Konvur, 1961’de 1.60’a ulaşmış, Türkiye ve Dünya rekorları arasındaki uçurumu azaltmıştı (bu Türkiye rekoru 1972’de kırılabilecekti).

    Yükseğe atlama kabiliyetiyle dikkat çeken bu genç kız, 1955’ten beri İstanbul ve Türkiye şampiyonluklarını elinden bırakmayan Fenerbahçe kadın voleybol ve basketbol takımlarının da radarına girmişti. Konvur parkelerde de önce yedek sonra as oyuncu olarak yeralmaya başlamış, bu iki sporda 1961’e kadar seri İstanbul ve Türkiye şampiyonlukları kazanan bu efsane takım için ter dökmüştü. Sarı-lacivertliler 1960-61 sezonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Türkiye’yi temsil eden ilk kadın voleybol takımı olarak Romen Dinamo Bükreş’in karşısına çıktığında da ilk altıda Canel Konvur vardı.

    Bu yükselişinin ödülünü de 1962 yılında ilk kez Voleybol Milli Takımı’na seçilerek aldı. Böylece Fenerbahçeli Canel Konvur iki ayrı spor dalında milli formayı giyme onuruna erişmiş ilk Türk kadın sporcu oldu.,

    Sporculuk Hayatının Sonu

    Konvur 1966’da aktif sporculuk hayatını noktalarken Fenerbahçe kadın atletizm takımı 1959’da eline geçirdiği İstanbul şampiyonluğunu kesintisiz sürdürüyor, kadın voleybol takımının üçüncü kuşağı ise yeni İstanbul ve Türkiye şampiyonlukları serisine hazırlanıyordu..

    Konvur ise rekorlarla, şampiyonluklarla, “en”lerle ve “ilk”lerle dolu bir spor geçmişi bırakıyordu gerisinde.. Her şeyden önce Olimpiyatlarda Türk milli takımlarına açık ara en fazla sporcu gönderen kulüp olan Fenerbahçe’nin “ilk Olimpik kızı”ydı.. Ve 4 Haziran 2018’de Bodrum’da ebediyete yolcu edilirken de Fenerbahçe ve Türk bayraklarına sarılı bir şekilde uğurlanıyordu.

  • Sabiha Rıfat Gürayman

    Sabiha Rıfat Gürayman

    Milliyet gazetesi’nde 20 Aralık 1973 tarihinde Güngör Gönültaş imzalı bir röportaj / yazı dizisine başlamış ve takip eden üç gün boyunca, okul yıllarında Fenerbahçe’nin erkek voleybol takımında oynayan, Türkiye’nin ilk kadın yüksek mühendisi Sabiha Rıfat Gürayman ve hayatı anlatılmış. İsmi geçenlerin hepsi nur içinde yatsın, diyerek… Keyifle okumanız dileğiyle..

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not : Kendisinin evlenmeden önceki soyadının “Ecebilge” olduğunu tespit ettik. Bunu da yazmadan geçmeyelim.


    Sabiha Rıfat Gürayman

    Sabiha Rıfat (Gürayman) 50. yılına giren genç Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk kadın yüksek mühendisidir. Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal’in sosyal hayata soktuğu Türk kadınını, o, kendi görev alanında başarı ile temsil etmiştir.

    BİR ESKİ GAZETEDEN : “… Bayındırlık Bakanlığı adına yapının kontrol şefi bir kadındır : Yüksek Mühendis Sabiha Gürayman. Anıtkabir’in yapısı, Atatürk’ün kafes ardından, peçe altından kurtardığı, yargıçlıktan, mühendisliğe kadar bütün hayat kapılarını açtığı Türk kadınına teslim olunmuştur. (Bülent Ecevit, Ulus Gazetesi, 1952)

    Otuz yıllık meslek hayatında böylesine bir başarının da sahibi olan Sabiha Rıfat, şimdi Emirgân’daki evinin pencerelerinden denizi seyrederken eski anılarına dalıp gitmektedir.

    Manastır’da Başlayan Hayat

    “Ben, 1910 Manastır doğumlu Sabiha Rıfat, babamı Yüzbaşı Rıfat Bey’i, yaralı, yorgun bir savaşçı olarak anımsıyorum.. Kars’da, Filistin’de, Balkanlarda dövüşmüş, vurulup esir düşmüş babamı…”

    Baba, Hareket Ordusu ile İstanbul’a girdikten sonra, aldığı görev üzerine ailesini Manastır’dan getirtmiş ve Üsküdar’a yerleşmiştir.

    “Bir tartışma ve arkasından kaymakamın kafasında patlayan bir iskemle, Üsküdar’daki günlerimizin sonu oldu. Babamı Biga’ya sürmüşlerdi.”

    Sonra tekrar savaş ve yoksulluk yılları başlamıştır. Baba, yuvaya döndüğünde ise beraberinde Kurtuluş Savaşı’nı getirmiştir.

    “Küçük ilçe büyük kargaşanın içinde idi. Her gün silahlı olaylar çıkıyor, kardeş kanı akıyordu. Hayat, yokluk içinde geçiyordu. Gaz yoktu, tuz yoktu, şeker yoktu. Geceleri subay ailelerinden birinin evinde, küçük bir idarenin etrafında toplaşıp aydınlığı paylaşıyorduk.”

    Sabiha Rıfat beş yaşında idi o zamanlar. Annesi ise 21 yaşında zayıf, duygulu, ince bir kadındı. Evin tek güvencesi güngörmüş bir Türk kadını olan babaanne idi.

    “Yuvadaki hocamı, Tango Şevket hanımı anımsıyorum şimdi. Bir de sabahları sarımsak yutardık nedense.. Sonra her şey dağılıverdi. Ne Tango Şevket Hanım hocamız, ne de mevlitlerde şeker yerine dağıtılan nohutlar…”

    Sonda bütün subaylar ortadan kaybolmaya başladılar. Baba da bir gün emir aldığını ve hep birlikte Erdek’e gitmek zorunda olduklarını açıkladı.

    Milli Mücadele Yılları

    “Daha Karabiga’da etrafımızı Anzavur’un atlıları sardı. Bizi bir eve hapsettiler. Babamı sadece İstanbul’a gitmek şartı ile serbest bıraktılar. Vapurdan Tekirdağ’da indik. Babam, bir mavna kiraladı. Gece yola çıkıldı. Ne kötü bir gece idi. Şiddetli bir deniz vardı. Mavnadakilerin hepsi Rum balıkçılarıydı. 20 evlik bir Rum köyünün bulunduğu bir adaya sığındık. Babamın gözleri adamlarda, eli tabancasının üstünde idi. Yanımızda bir subayının babama emanet ettiği karısı, anneme sokulmuş ağlıyordu. Babaanneme usulca soruyordum : Keserler mi bunlar bizi?”

    1919’da birliğine doğru yola çıkan babanın ve ailesinin çilesi bitmemişti daha. Ertesi günü ve geceyi Erdek’te sadece dört duvarı kalmış bir dükkanın içinde geçirdiler. Baba, sabah kiraladığı talikalara onları ve eşyaları taşıdı. Yola çıktılar…

    “Talikalar, zeytin ağaçları ile dolu yeşil bir vadiyi izleyen yolda ilerliyordu. Birden yamaçlardan atlılar inmeye başladı. Silah sesleri geliyordu. Babam silahını çekip atladı. Etrafı bir sürü çeteci ile doldu. Dipçikliyor, tekmeliyor, yumrukluyorlardı babamı.. Malımızı yağmaladılar. Küçük rahlemde okuduğum Kur’ân toz toprak içinde ayaklar altında idi. Fırladım, kapıp aldım yerden, göğsüme bastırdım. Çetecilerden biri bir tekme attı bana, kendimi toprakların içinde buldum. Ağlıyordum. Çeteciler ise herkesi üzerindeki elbiselere kadar soyuyor, alıp götürüyorlardı.”

    1920’de artık İstanbul’a dönülmüştür. Baba, tevkif edilmiştir. Anne ve Sabiha Rıfat’ın küçük kardeşindeki hastalığın artık sabahları aç karnına sarımsak yemekle geçiştirilemeyeceğini söylemiştir doktor. Anne ve küçük kardeş tüberkülozdur. Çerkes Okulu ve Esma Sultan ilkokulundaki yılları gene de bitivermiştir Sabiha Rıfat’ın..

    “İlerici bir din dersi hocamız vardı. Sınıftaki davudi sesli bir kız öğrenciye tecvitle Kur’ân okuturdu. Hocalar dayanamaz, kapıları açarlardı. Koridorlarda gürül gürül dolaşırdı bu ses. Sonra dua ederdik. Küçücük ellerimizi kaldırıp hep birlikte ‘Allahuekber, Allahuekber, Ordumuz olsun daim muzaffer. Riyaziye hocamı anımsıyorum. Beni çok seven bu hocam, alıp büyük sınıflara götürür, problem çözdürürdü. Matematikçi, küçük bir talebe idim. Hocam kendisi gibi bir riyaziye öğretmeni olmamı istiyordu.”

    Dersaadet’te Saadet Yok

    İstanbul işgal altındaydı. Yürekli hocalar vardı. Halide Edip, Hürriyet-i Ebediye tepesinde konuşacaktı. O gün herkes, öğretmeninden, öğrencisinden, odacısına kadar oraya koştu.

    “İngilizler müsaade etmemişlerdi Halide Edip’in konuşmasına. Kalabalığı dağıttılar. Ama herkes Mustafa Kemal’i konuşuyordu. Her geçen gün bir arkadaş aramızdan kayboluyordu. ‘Babası ile Anadolu’ya geçti. Mustafa Kemal’in yanına’ diyorlardı. Gıpta ediyor, özlem duyuyor, birer kahraman olarak düşünüyorduk giden arkadaşlarımızı..”

    “Tam 14 yaşındayım. Gene de başım dönüyor, dönüyor, dönüyor. Her taraf kararıyor. Dünya tepeme iniyor sanki. Artık bütün umutlarım küçük bir çocuğun elinden uçuveren kırmızı bir balondur sanki. Oturmuş, riyaziye hocamın dizlerinde ağlıyorum, ağlıyorum. O da ağlıyor benimle, ağaçlar da…”

    Öğretmen olmak isteyen hem de şiddetle isteyen küçük Sabiha Rıfat artık hiçbir zaman Çapa Öğretmen Okulu’na giremeyecek. Boynundaki arıza nedeniyle doktor muayenesinde çürüğe çıkmıştır. Şimdi, Nişantaşı Kız Orta Okulu’na gitmektedir. Kurtuluş Savaşı bitmiştir. İstanbul, düşman işgalinden kurtuluşunun coşkulu günlerini yaşamaktadır. Onların ise ekonomik düzenleri bozulmuş, babaannenin sandığı boşalmış, anne ve küçük kardeşteki hastalık kötü sonu hazırlamaktadır.

    “Küçük kardeşim Mithat annemin kollarında her geçen gün büyüyeceğine küçülüyordu. Oysa annem hamile idi ve bir kardeş daha bekliyorduk. 1926’da Manastır’dan göç eden anneannemle dayımı kapıdan çıkan küçük bir tabut karşıladı. O kötü sonbahar gecesini hatırlıyorum şimdi. Sabaha karşı annem iyice ağırlaşmıştı. Acı, erken doğumu hazırlamış, sancılar içinde kıvranıyordu. Babaannem ve anneannem sabaha doğru ona doğum yaptırdılar. Tanrı, çocuğunu kaybeden anneye 14 saat sonra nur topu gibi bir erkek çocuğu daha armağan etmişti. Ancak bu doğum, annemin hayata karşı olan son direncini de alıp götürmüştü. Annem, dayımla birlikte dinlenmek üzere Denizli’ye gitti. Babam ise işi gereği Adapazarı’na dönmüş, ben ve babaannem İstanbul’da yine yapayalnız kalmıştık.”

    İstanbul Kız Lisesi’nde

    Ortaokul bitmiş, küçük Sabiha bir genç kız olmuştur. İstanbul Kız Lisesi’ne kaydını yaptırmıştır. Denizli’de bir süre dinlenmiş ve annesi ile tekrar İstanbul’a dönmüşlerdir.

    “Okul arkadaşım Nesibe’ye uğramıştım. Atatürk’ün emri ile Mühendis Mektebi’ne bu yıl kız öğrenci alınacağını söyledi. Koşup gittik. Kayıtlar o gün kapanıyordu. Giriş sınavlarına ise iki gün kalmıştı. ‘Boşuna yorulma kızım’ dediler. Tepem atmıştı. ‘Beyefendi siz bana sadece kayıt şartlarını söyleyiniz’ dedim.”

    Mühendis Mektebi ve Fenerbahçe

    1927’de Mühendis Mektebi’ne giren iki kız öğrenciden biri Sabiha Rıfat’dı. Güç bela son dakikada okula kaydını yaptırmıştı. Sınavda ise başarılı olmuştu. Artık, büyük devrimcinin Türk kadınına açtığı yolda ilerlemeye çalışan yüzlerce Türk kadınından biri idi.

    “Okulda 350 erkek öğrencinin arasında iki kız talebe idik. Melek ve ben. Önceleri merakla izleniyorduk. Ama giderek her şey değişti. Artık erkek arkadaşlarımla spor yapabiliyordum. O yıllar Galatasaray ile Fenerbahçe takımları vardı. Birinci yılın sonunda okulun voleybol takımına seçildim. Sonra Fenerbahçe Kulübü’ne kaydedildim. İlk maçımızı Kabataş’la yapmıştık. Kaybedeceğiz ve sorumlu olacağız diye ödüm kopmuştu. Çok şükür kazandım. Sonra bir çok resmî maçta oynadım.

    Okul yıllarında ilk öğrenci hareketi oldu. Arkadaşlarım derslerimizin çoğunu notlardan izlemek zorunda kalıyorlardı. Laboratuvarlar yetersizdi. Yatılı öğrenciler bir çok şeyden yoksundular. Kitaplar, yemekler, giysiler gibi nedenler üzerinde ısrarla duruyorlardı. Bir süre yemekler ve dersleri boykot ettik. Olaylar okulda büyük bir neşesizlik yaratmıştı. Ve bu durum okul bitinceye kadar sürdü. Boykot yedi arkadaşımızın okuldan uzaklaştırılmalarına sebep oldu. Hiçbir şey de değişmedi. Not almaktan okul sonuna kadar canımız çıktı.

    Fransa’dan, o yıllar “Köprüler Allahı” diye tanınan bir öğretim üyesi gelmişti. Kendisine benden bahsettikleri için görmek istemiş. Bu sırada ben de voleybol antrenmanından dönüyordum. “Sabiha” diye bağırdılar durdum. Sakallı bir hoca idi. Üstüm başım toz toprak içindeydi. Hoca “Dinamit patladığı zaman korkmayacak mısınız?” diye takıldı. Fransa’ya davet etti.

    Okulun bana kazandırdığı en değerli şeylerden biri kuşkusuz eşimdir. O da inşaat mühendisliği tahsil ediyordu. O da iyi bir voleybolcu idi. Ancak okul yıllarımızda bir arkadaşlığın ötesinde hele bir evliliği hiç düşünmemiştik. Aslında ailemin gün geçtikçe bozulan ekonomik durumu beni o sıralar bunaltıp duruyordu. İstanbul’da kimsem kalmamıştı. Dayım bizlerle oturmak zorunda kalmıştı. Gece notları temize çekip ev işi yapmaktan anam ağlıyordu. Remzi ile başlayan arkadaşlığımız pekişmişti. Zaman zaman dertleşiyorduk. Ama erkekler inanın hep güzel şeylerin konuşulmasından hoşlanırlar…”

    Ve işte artık hayat başlıyordu. Kavgası ve barışı ile acısı ve mutlulukları ile…

    Sabiha Rıfat da artık okullu değildi.

    “Ooh işte okul bitti. Artık kimseye yük olmadan yaşayabileceğim.”

    Nafia Müdürlüğü’nde İşbaşı

    Gerçekten 6 yıla yaklaşan okul dönemi sona ermiştir. Mühendis Okulu’ndan 1933 Şubatında mezun olan Sabiha Rıfat, Ankara’ya Nafia Müdürlüğü’ne atanmıştır. Aynı dönemde mezun olan Melek Hanım ise Bursa’ya tâyin edilmiştir. Vali Üstündağ’dan diplomalarını aldıklarında, kız arkadaşının ve meslektaşının “Şimdi ne yapacağız?” sorusuna “Hiiiç” demiştir Sabiha Rıfat, “Herkes gibi, onlar ne yaparlarsa, biz de onu yapacağız!”

    “Erkek meslektaşlarıma aramızda bir ayrıcalık görmüyordum, yadırgamıyordum. Kimbilir belki de beni başarıya götüren önemli bir nedendi bu. Nisan 1933’de Remzi ile birlikte gittik Ankara’ya. Onun da tayini Ankara’ya çıkmıştı. Gidip Vali Nevzat Tandoğan’ı gördük. İkimiz de dal gibi idik. Arkadaşlar ‘Aman rüzgarlı havada sokağa çıkmayın’ diye takılırlardı bize. Vali Bey, baş mühendisin kulağına bir şeyler söyledi. Sonradan öğrendim, ‘Aman kıza fazla yüklenmeyin’ demiş. Cebeci’de babamla bir ev tuttuk, kardeşimi de yanımıza aldık.”

    Çalışma hayatının ilk yıllarında “Mühendis Hanım”a çıktı Sabiha Rıfat’ın adı. Önceleri pek kolay olmuyordu. Odaya giren mühendisi soruyor ve çıkıyordu. Sonra alıştılar. Sevdiler de…

    “Odacım yaşlı bir adamcağızdı. Bir gün işi için gelmiş bir vatandaşla konuşuyordu. ‘Bu mühendis hanım var ya’ diyordu, ‘Bir rapor verdi mi koca bir binayı yıktırır’. Daha sonraları çevremdeki ilgi ve sevgi saygıya dönüştü”

    1933-34 yıllarında Erzurum Çeşmesi semtinde ve Kaba Küllük’teki iki ortaokul projesini Sabiha Rıfat’a verdiler. Tatbikatını istediler. 1935’de okullar bitmiş ve kabulleri yapılmıştı bile. İnönü’nün oğlu da o yıl ortaokula başlayacaktı. Okula gittiğinde projeyi gösterdiler İnönü’ye. Projede Sabiha Rıfat adı yazılıydı. Yıllar sonra bir heyetle karşısına çıktığında İnönü “Ben sizi tanıyorum efendim”dedi. “Siz şu okulu yapan mühendis hanım değil misiniz?”

    “O yıl ilk defa mühendisleri kent dışındaki işlere de göndermeye başlamışlardı. Bu arada da iki köprü ihale edildi. Bunlardan biri Ankara-Beypazarı yolunun 86. kilometresinde idi. O yıllarda bu tür işler önemli işlerden sayılıyordu. Tecrübeli bir mühendis düşünülüyor ve daha çok kadın olduğum için ben hiç akla gelmiyordum. Başmühendise ‘Ben gitmek istiyorum’ dedim. ‘Dağ başında bir şantiyede kadın mühendis, olmaz’ dedi. Ancak direniyor ve her gün gitme isteğimi tekrarlıyordum.”

    Tutulamıyor

    Bir müdürler toplantısında Başmühendis, Vali Tandoğan’a durumu anlattı. “Tutamıyorum bu kızı” dedi. Tandoğan, toplantıdaki doktora döndü ve “Anlat” dedi. Doktor, Keskin’de doğum yapan bir kadının öldüğünü ve doğuma giden doktorun ölen kadının eşi tarafından öldürüldüğünü anlattı. Tandoğan Başmühendise döndü ve “Sabiha Hanıma anlatın bunu, bakalım gitmek isteyecek mi hâlâ”dedi.

    “Tabii, dedim. Gideceğim ve başaracağım. Öyle mutlu idim ki. Daha ilk günlerde şantiye ve çadır hayatına alışmıştım. Ustalar, ameleler ve çevre köylüleri ‘Mühendis Hanım’ diyor başkaca bir şey demiyorlardı. Büyük bir ilgi ve sevgi bulmuştum. Yakın köylerden yemek yapıp getirenler vardı. Golf pantolonumu ayağıma çekiyor ve sabahtan akşama kadar işin başında onlarla birlikte çalışıyordum. Bir gün yakın köylerden birindeki düğüne davet ettiler. Ayağımda pantolon, sırtımda ceket ve başım açıktı. Yemekte yeşil sarıklı, sakallı bir şeyh vardı. Beni ilgi ile karşılamıştı…”

    Kış bastırıyordu. Yollar bozuktu. İşin bir an önce bitirilmesi gerekiyordu.  Kar bastırırsa 2-3 ay mahsur kalabilirlerdi. İşçiler arasında da bir huzursuzluk başlamıştı. İşçiler zam istiyorlardı, müteahhit veremiyordu. O gece, yemeğini yemiş, çadırına çekilmişti Sabiha Rıfat. Birden içeri müteahhit girdi. “Gidiyorlar mühendis hanım”

    “Çırayı kaptığım gibi dışarı fırladım. Koştum, koştum. İncecik sesim, gecenin karanlığında yankı yapıyordu. Var gücümle ‘Durun, durum’ diye bağırdığımı anımsıyorum. ‘Nereye gidiyorsunuz?’ dedim. Daha iyi para alacaklarını, bu nedenle köydeki cami yapımına gittiklerini söylediler. Kış gelmişti. Karın da bastırmasından korkuyorlardı. ‘Yazıklar olsun’ dedim. ‘Kadınlığımdan utanın! Camiden çok bu köprünün yapımı gerekli, dönün bu işimizi bitirelim’ dedim. Aralarında konuştular. Birlikte başladık. Birlikte bitirdik. Köprü bitmişti. Vali olayları duymuş, başarıma sevinmişti. Yıllar sonra öğrenebildim. Bizim kemer köprüye “Kız Köprüsü” adını takmışlar, öyle diyorlarmış.. Ne kadar sevinmiştim duyunca…”

    Başkent’in Acar Mühendisi

    Sabiha Rıfat artık kendisini kabul ettirmiş bir mühendistir. Ankara’da bir çok yol ve köprü yapımında görev almıştır. Kendisini seven geniş bir çevresi olmuştur. Bu arada Ankara Valisi ve bazı milletvekillerinin de olduğu bir toplantıda siyasi hayata girmesi istenmiş, Sabiha Rıfat da bu teklife “Ben mesleğimi seviyorum” diyebilmiştir. 1935’de Çetinkaya’nın Nafia Vekilliği sırasında, Yapı ve İmar İşleri Reisliği kurulmuştur. Sabiha Rıfat, 1940’a kadar burada görev yapmıştır. 1938’de ihaleye çıkartılan TBMM yapımı durmuş, mukavele feshedilmiştir. Sabiha Rıfat yapının kendi dairesine verilmesi üzerine kontrol mühendisliğine getirilmiş ve yedinci kısmın ihalesi yapılana kadar da bu görevde kalmıştır. 1939’da okul arkadaşı Remzi Gürayman ile evlenmiş ve eşi ile 1.5 aylık bir Amerika seyahatine çıkmıştır.

    Amerika gezisinden döndükten sonra Sabiha Rıfat, masasının üstünde Müdürlüğünün resmî bir yazısını buldu…

    “Koordinasyon B. Şefliğine, Anıtkabir Kontrol Şefliği ödevini bugüne kadar başarı ile yapmış olan değerli arkadaşımız Y. Mühendis Ekrem Demirtaş’ın ayrılması dolayısıyla açılan Kontrol Şefliğine Yüksek Mühendis Sabiha Gürayman getirilmiştir.

    Sabiha Gürayman’ın bu yeni ödevinde de şimdiye kadar olduğu gibi, muvaffakiyet göstereceğine olan inancımı tekrarlarken, bütün arkadaşlarımın büyük tarihi yapının fevkalade olan önemini göz önüne alarak kendisine candan yardım etmelerini bilhassa rica ederim.

    Bayındırlık Bakanlığı, Yapı ve İmar İşleri Reisliği – 29.12.1945″

    Bu büyük ve mutlu bir olaydı. Karar, bir toplantıda alınmış ve Sabiha Rıfat Gürayman’ın bu göreve atanmasına bütün mühendis arkadaşları ittifakla karar vermişlerdi.

    “Atatürk mü? Peygamberimdi. Yazıyı okuyunca ağladım. O an, masamda işgal yıllarının içine uzanıp gittim. Yunanistan yanlısı resim hocamın gözlerine bakarak söylediğim şarkıyı anımsadım. Kocamla oturup bütün bir gece düşündük. 1945’de bir kış günü idi. Yollar bozuk olduğundan ancak bir at arabası ile Rasattepe’ye doğru yola çıktık. Yol çamur, hava buz gibi idi. Arazide içinde sobası bile olmayan bir rasat binası vardı. İşte burası o günden sonra şantiye binası olarak kullanılacaktı. O gün müteahhide inşaat sahasını teslim ettim. Müthiş duygulanmıştım. Geride bıraktığım uzun yılları ve yürüdüğüm yolu düşündüm. Büyük devrimciye olan borcumun ağırlığı altında eziliyordum. Bu borcun hiç değilse küçücük bir parçasını ödeyebilmek için bu ne kadar güzel bir rastlantı idi. Neden bilmiyorum, ilkokulda ezberlediğim iki mısra geldi aklıma : ‘Mezarımı derin kazın dar olsun, etrafında lâle sümbül bol olsun”. Ağlıyordum artık…”

    Anıtkabir

    Anıtkabir inşaatına ilk kazmayı Nafia Vekili Sırrı Day vurdu. Olay gerek yurtta, gerekse dış ülkelerde büyük ilgi görmüş, yakından izleniyordu. İkinci Dünya Savaşı sıralarında işlerde duraksamalar başgösterdi. İşi alan bazı firmalar çeşitli nedenlerle güçlük çıkartıyor, daha çok malzeme fiyatlarının artışı bir çok hukuki anlaşmazlığa yol açıyordu. Mahkemeler, sözleşmelerin feshi, iş uzayıp gidiyordu. Bu arada önemli bir ihale de yapılmış, ancak işi alan şirket diğer işleri nedeniyle çalışmaları bir türlü süratlendirememişti. Şikayetler zaman zaman Sabiha Rıfat’ta toplanıyordu. 1950’deki iktidar değişikliğinden yararlanmak isteyenler de Anıtkabir Kontrol Mühendisliğinden bu titiz mühendis hanımı uzaklaştıramadılar.

    “Anıtkabir ikindiden sonra bir başka güzeldir. Taşın sarımsı rengi ile güneşin altın ışıkları bir başka türlü kaynaşırlar. Bir sonbahar akşamında birden siyah bulutlarla doldu gökyüzü, yağmur, gökgürültüsü birbirini kovaladı. Gece olmuştu sanki, az sonra kor gibi bir kırmızılık siyah bulutlara karıştı. Anlatamayacağım muhteşem bir tablo idi bu. Herkes işi gücü bıraktı, toplaşıp seyretmeye başladık. Hiç kimse konuşmuyordu. Dalıp gitmişti herkes.. Akşamları paydos olunca taş çıtırtıları ve her türlü gürültü bitince, Rasattepe’de bir sessizlik gelip oturur. O anlarda günlük yaşantınızı unutuverirsiniz. Daha iyiyi, daha güzeli yaratmak özlemini duyarsınız ve size böyle bir görev verdiği için şükredersiniz Tanrı’ya…”

    On yıl geçmiştir bu görevde. Unutulmaz anılar bırakan on yıl. Anıtkabir’e gelen her kişinin karşısına yapının sorumlusu olarak o çıkarılmıştır. O bilgi vermiştir. “Bir kadın ha”diyerek şaşıranların arasında Yunanistan Başbakanı Venizelos da vardır.

    Anıtkabir’den ayrılırken Sabiha Rıfat’ın elini sıkmış ve “Hayatımda ilk defa böylesine büyük bir işin başında bir kadın görüyorum. Sizi tebrik ederim” demiştir.

    Emekliliğe Doğru

    Sonra aylar geçmiş, nakil töreni sırasında bir Yunanlı diplomat Sabiha Rıfat’ın yanına yaklaşmış ve “Sizinle kıvanç duyduk hanımefendi. Atina’da sayın başbakanımız sizden bahsettiler. Ona ‘Atatürk’e Türk kadınının şükran borcunu ödemek için bir vesile bulduğum için daha bir bahtiyarlık duyuyorum’ demişsiniz. Bu cevabınızı unutamıyoruz.”demiş.

    “Bir gün Bayındırlık Bakanı Sırrı Day, çalışmaları izlemiş ve bana dönmüştü. ‘Sabiha Hanım’ demişti ‘Biliyor musunuz? Atatürk başını kaldırıp da baksa idi. Türk kadınına açtığı yoldan yürüyerek buraya kadar gelmiş olan sizi görerek kim bilir ne kadar memnun olacaktı.”

    Anıtkabir, nakil töreninden bir süre sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Sabiha Rıfat da Yapı ve İmar İşleri Reisliği’nde Teknik Müşavirliğe getirildi. Siyasi ortam gün geçtikçe bozuluyordu. Zaman zaman zorlamalar oluyor, kadrolar değişiyordu. Meslekte tam otuz yılını doldurmuştu. Emekliliğini istedi. Ve gene bir gün masasının üstünde Bayındırlık Bakanı’nın imzalı bir mektubunu buldu.

    “Otuz senelik devlet hizmetinden sonra kendi arzunuzla emekliye ayrılmış bulunuyorsunuz. Meslek ve memuriyet hayatınızın tamamını vakfettiğiniz bakanlığımda bıraktığınız boşluk daima hissedilecektir. Anıtkabir gibi bir eserle taçlandırdığınız meslek hayatınızın aynı başarı ile devamını temenni eder, saygılarımı sunarım.”


    30 Mayıs 2020 Tarihli Ek – Tarihte Bir İlk

    Bugün Fenerbahçe tarihinde bir ilke imza atıyoruz. Daha doğrusu atılmış bir imzayı gün yüzüne çıkarıyoruz. Tarih : 1929 yılı Şubat ayı.

    Fenerbahçe erkek voleybol takımının bir resmi. Ayakta, ortada bu takımın kadın sporcusu : Sabiha Rıfat (Ecebilge) Gürayman…

    Elimizde yalnızca aşağıdaki bir haberde, birkaç cümle, bir de yukarıdaki 1973 yılında Milliyet gazetesine verdiği röportaj vardı. Artık takım arkadaşlarıyla birlikte fotoğrafı da var.

    Sabiha Rıfat Gürayman
  • Kimsesizler Yurdunda Son Dans

    Kimsesizler Yurdunda Son Dans

    Fenerbahçe kadın voleybol takımı, senelerce süren şampiyonluklar serisine devam etmek istiyordu. Zafer adeta kimsesizler yurdunda son dans gibi geçen birkaç günün sonunda geldi. Arkadaşları, efsane kaptan Ayten Salih’i Kıbrıs’a kupayla uğurladılar. Tapfereritter yazdı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    21 Mayıs 1960

    Fenerbahçe Yönetim Kurulu Başkanlığına
    Biz Öksüzler Yurdu’nda kendimizi çok yalnız ve öksüz hissediyoruz. Galatasaray tüm idarecileri ve sporcularıyla burada. Biz kendimizi daha da yalnız hissediyoruz. Lütfedip, son maçımıza gelirseniz, bizleri çok mutlu edersiniz. Saygılar.

    Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı Kaptanı Ayten Salih’in 19 Mayıs 1960’ta Fenerbahçe Kulübü’ne çektiği telgraf buydu.

    Yaşananlar ise şimdilerde pek popüler olan, Chicago Bulls’un altıncı NBA şampiyonluğu hakkındaki belgeselde yaşananların bir benzeri: 1954 yılında kurulan Fenerbahçe’nin “Altın Kızları” altıncı senesinde. Basketbol, atletizm ve kürekte defalarca şampiyon olmuşlar. Ancak en büyük kudretleri voleybolda: 1955’te başlayan şampiyonluk serisi o yıla kadar kesintisiz sürmüş.

    Fakat, aynı Chicago Bulls ve Michael Jordan gibi bu kadronun bu haliyle son senesi. Zira takımın kurucusu, yıldızı ve beyni Ayten Salih o yıl (1960) üniversiteden mezun olup Kıbrıs’a gidecek ve doktor olarak Kıbrıs Türk halkına hizmet verecek.

    İngiliz idaresindeki Kıbrıs’ta yeni bir düzen kuruluyor: 19 Şubat 1959’da Londra’daki Lancaster House’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kurucu Antlaşmaları Türkiye, Yunanistan, Birleşik Krallık ve Ada’daki Türk ve Rum toplum liderleri tarafından akdedilmiş ve (sadece üç yıl yaşayacak) yeni devletin 16 Ağustos 1960’ta bağımsız olacağı ilan edilmiş. Kıbrıs Türkü Ayten Salih de orada lazım..

    Ancak gitmeden önce son bir şampiyonluk istiyor: Voleybolda beşinci kez Türkiye şampiyonluğu.

    Kaptan Son Bir Kupa İstiyor

    Fakat şampiyonluk hiç de kolay değil. Ezeli rakibimiz kadrosuna iki uzun oyuncu katmış ve 3 Nisan 1960’ta Fenerbahçe’yi 3-1 yenerek ilk kez İstanbul şampiyonu olmuş. Fenerbahçe’nin tahtı sallantıda. Kaldı ki, basketbolda da bir sezon önce İstanbul’da şampiyonluğun sürpriz bir şekilde Ankara’nın Gazi Eğitim Enstitüsü’ne kaptırılması hatırlarda. Ayten Salih’i hüzünlü bir veda mı bekliyor?

    Şampiyona bu yıl İzmit’te düzenleniyor. Son dönemdeki en büyük sportif faaliyet. Zira Türkiye 27 Mayıs 1960’taki askeri darbe öncesinde sıkıyönetim günlerinde..

    Ayten Salih’in anlatımıyla;

    Galatasaray bir gece önceden başkanıyla, yöneticileriyle bir gece önceden gitmiş ve SEKA tesislerine yerleşmiş. Geç kaldığımız için bulabildiğimiz oteli de kızlar beğenmediler. Ertesi gün Vali’ye gittik. Kimsesizler Yurdu’na yerleştirildik (…) Burayı da yadırgayınca gece uyuyamadık ve ertesi gün ilk maçımızda [Ankara Demirspor] bir set verdik.”

    İkinci gün voleybolun yükselen değeri Rasimpaşa’yı da 3-0 yeniyor Fenerbahçe’nin Altın Kızları. Son gün (aynı şekilde ilk iki maçını galibiyetle kapatan) Galatasaray’la şampiyonluk maçına çıkacaklar.

    Yalnızlık Son Buluyor

    Anlatıyor Ayten Salih:

    Son gün geldi. [Bizi maça götürecek] Cip geldi. Giyindik eşofmanları. Yola çıktık, gidiyoruz. (Telgrafı düşünerek) ‘Gelmediler’ dedim. Çok da üzüldüm. Tam dönüyoruz. Bir de baktım, İstanbul yolu gözüktü. Üç tane simsiyah kocaman araba. Arka arkaya dizilmişler, ışıklar yanıp sönüyor. Eller kollar havada, birileri bana el sallıyor.

    Fenerbahçe Yönetimi “Altın Kızları”nı kimsesiz bırakmamıştı. “Altın Kızlar” da Fenerbahçe’yi kupasız bırakmadılar. Fırtına gibi maça çıkıp 2-0 öne geçtiler. Ardından ise bir set verdiler. Topladı Ayten Salih kızları:

    Bu benim son yılım. İmtihanları verip gidiyorum. Bana vereceğiniz son yadigar. Elinizden gelen gayreti göstereceğinize inanıyorum.

    O gayretle aldılar seti, maçı ve şampiyonluğu..

    Son All-Star maçında, NBA’daki ilk sezonundaki ayakkabılarını giyen Michael Jordan’ın ayakları nasıl kan içindeyse, kaptanları için varlarını yoklarını ortaya koyan Seta [Yağcıoğlu], Güneş [Çapa] ve diğer oyuncuların ayakları da İzmit’te kan içindeydi.

    Fenerbahçe’nin kahramanlarıydı onlar. Yürekten oynayıp, kaptanlarını kahraman gibi uğurlamışlardı.

    Tapfereritter / Kimsesizler Yurdunda Son Dans


    Notlar :
    İzmit’te bütün oteller dolu olunca Fenerbahçe şampiyona boyunca, Kimsesizler Yurdu’nda kalmıştı. Aşağıdaki fotoğraflar Seta Yağcıoğlu arşivinden bu yurdun binasını ve bahçesini gösteriyor.

    Kimsesiz çocuklar, Fenerbahçe’nin final maçını izlemeye geldiler ancak Galatasaraylılar çocukların salondan çıkartılmasını istediler. Bunun üzerine Fenerbahçe kaptanı Ayten Salih “Çocuklar çıkarsa, biz de bu maçı oynamayız” dedi ve Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna çocuklar da şahit oldular.

    En altta , Ayten Salih bu özel günü anlatıyor.

  • 1 Mayıs 1972 : Karanlıktan Aydınlığa. Sarı Melekler’in Sekizinci Türkiye Şampiyonluğu

    Soldan Sağa : Feyza Güvener, Şeniz Sevinç, İnci Dönmez, Alev Ercins, Nil Avunduk, Perran Akaktan,
    Perihan Özbilgin, Tomris Özpars, Sema Bora

    Tapfereritter yazdı ama biz atladık. Bu 1 günlük gecikme için özür dileriz.
    Şampiyonluk yıl dönümümüz kutlu olsun.

    * * * * * *

    6 Haziran 1971.. Fenerbahçe erkek voleybolunun ikinci altın devrinin (1966-1969) yaratıcısı ve milli sporcular İsmail ve İbrahim’in babası Nusret Vuran erken yaşta vefat ediyor.

    Fenerbahçe voleybolunda zifiri karanlık.. 1970-71 sezonunda İstanbul 1. Küme’de ikinci olarak Türkiye Ligi’ne katılma şansını kılpayı kaybeden Sarı-lacivertlilerin Yönetiminde “bu şubeyi kapatalım”cılar baskın çıkmış. Üç yıl üst üste İstanbul şampiyonu ve kadro elde tutulabilse yıllarca Türkiye şampiyonu olabilecek kadro dağıtılmış ve 1971-72 sezonunda Fenerbahçe artık erkek voleybolunda yok.. Aynı akıbete 1968-1971 arasında 3 İstanbul, 2 de Türkiye şampiyonu olmuş kadın takımı da uğramak üzere..

    Ancak kadın takımı daha talihli.. “Devam” kararı alınıyor. Antrenörlüğünü erkek takımının eski oyuncusu, 1972 yılında ise Türkiye şampiyonu İETT’de oynayan Deniz Esinduy üstleniyor.

    İlk etapta namağlup İstanbul şampiyonu oluyor “Sarı Melekler”in öncüleri. Galatasaray ve Beşiktaş’ın yanı sıra, şampiyonluktaki en büyük rakibi Eczacıbaşı’na nefes aldırmıyorlar.. Bu onların 10. İstanbul şampiyonluğu..

    Ardından Kütahya’da 27 Nisan-1 Mayıs’ta düzenlenen Türkiye Şampiyonası.. Hedef 1969’dan beri özlemi çekilen Türkiye şampiyonluğu..

    Manisa Jimnastik’i 3-0’la geçtikten sonra, 28 Nisan’da rakip Eczacıbaşı.. 15-8, 15-10 ve 15-7’lik setlerle Eczacıbaşı’nı da 3-0’la safdışı bırakıyor Fenerbahçeliler.. Ardından Ankara devleri Ankara Demirspor ve Kolejliler ve aynı sonuçla mağlup ediliyor. 1 Mayıs 1972’de ise İzmir şampiyonu Altınordu da Fenerbahçe’den set almayı başaramıyor.

    Perihan Tangör, Sema Bora, Alev Ercins, Perran Akaktan, Şeniz Sevinç, İnci Tülay, Tomris Özpars, Feyza Güvener, Nil Avunduk, Gülfer Karabulut, Gülören Nas ve Tülay Yılmaz’dan kurulu kadro 5 maçta 5 galibiyet ve 15’e 0’lık set averajıyla benzersiz bir şampiyonluk kazanıyor.

    17. kez düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda sekizinci kez şampiyonluğa ulaşan Fenerbahçe kadın voleybolunun da en büyüğü.. Bir sezon sonra Türkiye’yi Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsil edecekler ki, o da başlı başına müthiş bir macera..

    Ama her şeyden önce, 1971 yazındaki zifiri karanlıktan 1972’nin 1 Mayıs’ında aydınlığa ulaşmaları başlı başına müstesna bir yer kazandırıyor bu takıma Fenerbahçe tarihinde..

    Tapfereritter

  • Karanlıktan Aydınlığa

    Karanlıktan Aydınlığa

    Fenerbahçe kadın voleybol takımı 1 Mayıs 1972 ‘de karanlıktan aydınlığa çıktı. Sarı meleklerin sekizinci Türkiye şampiyonluğu bu tarihte geldi. Huzurlarızda Tapfereritter’in şampiyonluk yazısı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Devir Kapanıyor

    6 Haziran 1971.. Fenerbahçe erkek voleybolunun ikinci altın devrinin (1966-1969) yaratıcısı ve milli sporcular İsmail ve İbrahim’in babası Nusret Vuran erken yaşta vefat ediyor.

    Fenerbahçe voleybolunda zifiri karanlık.. 1970-71 sezonunda İstanbul 1. Küme’de ikinci olarak Türkiye Ligi’ne katılma şansını kılpayı kaybeden Sarı-lacivertlilerin Yönetiminde “bu şubeyi kapatalım”cılar baskın çıkmış. Üç yıl üst üste İstanbul şampiyonu ve kadro elde tutulabilse yıllarca Türkiye şampiyonu olabilecek kadro dağıtılmış ve 1971-72 sezonunda Fenerbahçe artık erkek voleybolunda yok.. Aynı akıbete 1968-1971 arasında 3 İstanbul, 2 de Türkiye şampiyonu olmuş kadın takımı da uğramak üzere..

    Kadın Takımı Devam Ediyor

    Ancak kadın takımı daha talihli.. “Devam” kararı alınıyor. Antrenörlüğünü erkek takımının eski oyuncusu, 1972 yılında ise Türkiye şampiyonu İETT’de oynayan Deniz Esinduy üstleniyor.

    İlk etapta namağlup İstanbul şampiyonu oluyor “Sarı Melekler”in öncüleri. Galatasaray ve Beşiktaş’ın yanı sıra, şampiyonluktaki en büyük rakibi Eczacıbaşı’na nefes aldırmıyorlar.. Bu onların 10. İstanbul şampiyonluğu..

    Ardından Kütahya’da 27 Nisan-1 Mayıs’ta düzenlenen Türkiye Şampiyonası.. Hedef 1969’dan beri özlemi çekilen Türkiye şampiyonluğu..

    Manisa Jimnastik’i 3-0’la geçtikten sonra, 28 Nisan’da rakip Eczacıbaşı.. 15-8, 15-10 ve 15-7’lik setlerle Eczacıbaşı’nı da 3-0’la safdışı bırakıyor Fenerbahçeliler.. Ardından Ankara devleri Ankara Demirspor ve Kolejliler ve aynı sonuçla mağlup ediliyor. 1 Mayıs 1972’de ise İzmir şampiyonu Altınordu da Fenerbahçe’den set almayı başaramıyor.

    Perihan Tangör, Sema Bora, Alev Ercins, Perran Akaktan, Şeniz Sevinç, İnci Tülay, Tomris Özpars, Feyza Güvener, Nil Avunduk, Gülfer Karabulut, Gülören Nas ve Tülay Yılmaz’dan kurulu kadro 5 maçta 5 galibiyet ve 15’e 0’lık set averajıyla benzersiz bir şampiyonluk kazanıyor.

    17. kez düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda sekizinci kez şampiyonluğa ulaşan Fenerbahçe kadın voleybolunun da en büyüğü.. Bir sezon sonra Türkiye’yi Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsil edecekler ki, o da başlı başına müthiş bir macera..

    Ama her şeyden önce, 1971 yazındaki zifiri karanlıktan 1972’nin 1 Mayıs’ında aydınlığa ulaşmaları başlı başına müstesna bir yer kazandırıyor bu takıma Fenerbahçe tarihinde..

    Tapfereritter

    Soldan Sağa : Feyza Güvener, Şeniz Sevinç, İnci Dönmez, Alev Ercins, Nil Avunduk, Perran Akaktan, Perihan Özbilgin, Tomris Özpars, Sema Bora