Etiket: Abdi İpekçi Spor Salonu

  • 1991 Basketbol Şampiyonluğu

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    22 Mart 1991 / Buz Kesenler

    Menajer Doğan Hakyemez maç başlarken elini Hüsnü Çakırgil’in sırtına koyduğunda, maç öncesinde ısınmış olması gereken oyuncusunun terinin buz gibi olduğunu fark etmişti. Yıllardır Fenerbahçeli taraftarların hâkimiyetindeki Spor ve Sergi Sarayı’nın tıklım tıklım ve sarı-lacivertli renklerle bezenmiş tribünleri, Türkiye Basketbol Ligi’nde 25 yıldır şampiyonluğa susamış seyircinin coşkulu tezahüratlarıyla inliyordu oysa. İyiye mi, kötüye mi yormak gerekirdi o “soğuk teri”?

    Maç başladığında, bir süreliğine bu endişenin yersiz olduğu görüldü: 2 gün önce Bursa’da oynanan maçta Tofaş SAS’ı evinde hem de 97 sayı atarak farklı mağlup edip final serisinde 1-0 öne geçen Fenerbahçe, evindeki maçta da 7-0 öne fırlamıştı ilk dakikalarda. Üçe ulaşanın şampiyon olacağı seride Fenerbahçe için hiçbir şey ne “güç” ne “geç” olacak gibiydi sanki. Üç gün sonra, ilkbaharın sarmalamaya başladığı Adana’da hasret kalınan kupayı kaldıracak gibiydi sarı-lacivertliler..

    Ama öyle olmadı.

    7-0 geri düştüğünde soğukkanlılığını bozmayan Tofaş antrenörü Mete Babaoğlu alan savunmasına döndü. Fenerbahçe’nin skorerleri tıkır tıkır işleyen çarka sanki demirden bir çomak girmiş gibi bir anda istop etti. Tofaş 11-9 öne geçivermişti. Sarı-lacivertliler yine de şoku atlatıp devreyi 37-30 önde bitirmeyi başardılar. Ancak, Tofaşlı basketbolcular Fenerbahçe’nin keskin şutörlerine karşı tanksavarlarını artık keşfetmişlerdi.

    İkinci yarı, Fenerbahçe’nin çarkı tamamen durdu: Sezonun açık ara en skorer takımı 20 dakikada 23 sayı bulabildi. Hüsnü Çakırgil üçlük denedikçe çemberi dövmüş, Levent Topsakal her içeri daldığında duvarlara çarpmış, Larry Richard ise pota altında Pete Williams karşısında etkisiz kalmıştı. Spor Sergi’nin sirene benzeyen düdüğü çaldığında skor tabelasında 61-60’lik Tofaş galibiyeti yazılıydı.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Hüsnü Çakırgil artık yalnız değildi: Şimdi binlerce seyirci buz kesmişti. Yakın tarihe gitti hafızalar. 83’te ve 85’te Calvin’li, Efe’li, Aliço’lu, Hakan’lı, Necdet’li, 88’de Williams’lı, Erman’lı, Ferhat’lı, Fatih’li, Şadi’li, 90’da  Richard’lı, Fatih’li, Serdar’lı, Can’lı kadrolar nasıl şampiyonlukları son nefeste kaybettilerse, bu kadro da mı aynı akıbete uğrayacaktı? Adeta rakipsiz geçirilen bu sezon da “Şampiyon Fenerbahçe” diye haykırılamayacaksa, ne zaman haykırılacaktı?

    26 Mayıs 1990 / Karar Günü

    Neredeyse bir yıl öncesi.. Fenerbahçe sezonun şampiyonu Galatasaray’ı Ankara’da 95-86 yenerek ezelî rakibini üçüncü kez bozguna uğratmış ve tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazanmış.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    TRT spikerleri eskiden Cumhurbaşkanlığı Kupalarını “En büyük ve en anlamlı kupa”  diye tarif ederlerdi. Gerçekten de bu kupa Fenerbahçe için çok değerliydi. Türkiye Basketbol Federasyonu’nun neredeyse her sezon değişen garip statüleri 1989-90 sezonunda da Fenerbahçe’yi vurmuş, Sarı Kanaryalar son derece formda ve açık ara lider bitirdikleri normal sezonun bitiminden tam 38 gün sonra ve maç temposunu tamamen kaybetmiş bir şekilde (eleme grubundan maç temposunu kazanmış bir şekilde yarı finale yükselen) Paşabahçe’nin karşısına çıkarılmışlardı.

    Abdi İpekçi’de olaylı maç sonrası iki maçta elenen Fenerbahçe’de ağızları bıçak açmıyor, bir sezon sonra tekrar şampiyonluğa oynayacak takımın kurulup kurulmayacağını (başta Başantrenör Çetin Yılmaz ve Menajer Doğan Hakyemez olmak üzere) kimse bilmiyordu. Fikstürü hazırlayan ne düşünmüştü bilinmez ama Cumhurbaşkanlığı Kupası da 30 gün sonraydı.

    NBA efsanesi Karem Abdul-Jabbar’ın da izlediği Ankara’daki maçın ilk yarısı da NBA’e nazire yaparcasına 57-53 gibi yüksek bir skorla Galatasaray lehine bitmiş, maçın bitiminde ise son gülen Fenerbahçe olmuştu.

    “Devam” kararı bu maçtan sonra alındı. Fenerbahçe Başkanı Metin Aşık teknik ekibi görevde tuttu. Bu, son 8 sezonda 11 kez antrenör değiştirmiş Fenerbahçe için alışılmadık bir şeydi. Başkan Aşık bütçe konusunda da garanti verdi. Bu açık çek Yılmaz-Hakyemez ekibinin elini rahatlattı. Ligin en başarılı Amerikalısı “Aslan Yürekli” Richard, Kaptanlar Aliço ve Hakan, “Altobelli” Can ve Ferhat elde tutulacak, ayrıca play-offlarda “şut atarken elleri titremeyecek” oyuncular alınacaktı.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Bu tanıma uygun iki “transfer bombası” yaz aylarında patladı. Türkiye Liginin en iyi üçlükçüsü Hüsnü Çakırgil (İzmit takımı) Nasaş’tan, en gözde oyun kurucusu Levent Topsakal da (bir sezon önce Avrupa Kupalarında çeyrek finale çıkan ilk Türk takımı) Efes Pilsen’den Fenerbahçe’ye geçmişlerdi. (Gaziantep takımı) Beslen’den Bülent Tacettin ve (Mersin takımı) Çukurova’dan alınan eski oyuncu Kemal Dinçer de (efsanevi Fenerbahçeli basketbolcu Altan Dinçer ile voleybolcu Seçkin’in oğulları) yedek bankını kuvvetlendireceklerdi.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Hüsnü Çakırgil “elleri titremeyen şutör” olarak alınmıştı, gel gör ki yukarıda bahsettiğimiz Tofaş SAS maçında 9 sayıda kalarak finalin ikinci maçında ümitleri boşa çıkarmıştı. Çetin Yılmaz devreye girdi. “Atmaya devam et” dedi. “Girmezse yine at, işin bu”.

    Attı Hüsnü Çakırgil.. 25 Mart’ta Adana’da oynanan finalin üçüncü ayağında 9/12’lik üçlük atarak 33 sayıya ulaştı ve takımını 99-65 galip getirdi. Final serisi sonunda da en skorer oyuncuydu “Play-off’un süperi” olarak seçilmişti. Demek ki Fenerbahçe, 1990 yazının transfer döneminde “turnayı gözünden vurmuştu”

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Tıkanmış Düzen ve Bir Hesaplaşma

    1990 yılı geldiğinde Türk basketbolu bir tıkanıklık içindeydi. Efe’li, Erman’lı, Mehmet’li Melih’li kuşağın 1981’de kazandığı Balkan şampiyonluğu ve katıldıkları Avrupa Şampiyonası’ndan sonra kuşaklararası geçiş sağlanamamış ve Türk millî takımı tarihinde ilk kez 12 yıl (1993’e kadar) Avrupa Şampiyonalarından uzak kalmıştı. Aynı dönemde ise 1983’te İtalya, 1987’de komşu Yunanistan, 1989 ve 1991’de Yugoslavya Avrupa şampiyonu olmuş, Türkiye ise Akdeniz’deki bu büyük basketbol dalgasının uzağına savrulmuştu.

    Öyle ki, 1991 yılında Türkiye artık ana eleme turlarına (Challenge turu) bile giremiyor, o yaz Lüksemburg, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İskoçya gibi ülkelerle ön eleme oynamak zorunda kalıyordu. 1991 Kasım’ındaki Challenge turuna ise Paşabahçe, Beslen ve Kolej’le oynayarak hazırlanacaktı.

    Bu görüntünün tek sorumlusuymuş gibi, Levent Topsakal 1990-1992 arasında millî takıma alınmamıştı. 10 Ekim 1990’da karar açıklandığında Fenerbahçe camiası ayağa kalktı. Hüsnü Çakırgil de millî takımdan affını istedi. Basketbol camiası da artık bu tıkanıklıkların aşılmasını ve yeni jenerasyonun önünün açılmasını arzuluyordu. Arzular gerçek de oldu. 1992 Nisan’ında 24 yıllık Solakoğlu Başkanlığı sonlandı. Milli Takım yeniden yapılandırıldı. Levent Topsakal dahil yeni kuşak bayrağı devraldı ve Türkiye’yi 12 yıl sonra Avrupa Şampiyonası’na taşıdı.

    Ve 1990-91 sezonu basketboluyla kendini kanıtlamış Levent Topsakal’ın Türk basketboluna ne kadar faydalı olacağını kanıtlamak istediği bir sezondu. Sezon sonunda takımı şampiyon olmuş, kendisi ise Reebok tarafından “Yılın Yıldız Basketbolcusu” seçilmişti..

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    17 Ocak 1991’den 30 Mart 1991’e

    Basra Körfezi’nde Yüksek Gerilim, Antalya Körfezi’nde Düşük Tansiyon

    Suudi Arabistan’da konuşlanan ABD öncülüğündeki koalisyon kuvvetleri 17 Ocak 1991 sabahı Saddam Hüseyin idaresindeki Irak’a karşı “Çöl Fırtınası” harekâtını başlattı. Tarihî günler yaşanıyordu. 2 Ağustos 1990’da komşusu Kuveyt’i işgal ederek adeta yutan Irak’a BM Güvenlik Konseyi’nin 29 Kasım 1990 tarihli kararıyla 15 Ocak 1991’e kadar Kuveyt’ten çekilmesi “ültimatomu” verilmişti. Süre dolduğunda ise Irak ordusu hâlâ işgali sürdürüyordu.

    1990 yazında ilk kez özel televizyon kanalıyla tanışan Türk halkı CNN’in naklen yayınlarının ekranlarda gösterilmesiyle ilk kez bir savaşı evinden canlı takip etti. Takip edilen aynı zamanda dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıcıydı: 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sembolik olarak, 1990 yılında ise Almanya’nın yeniden birleşmesiyle fiilen sona eren Soğuk Savaşla birlikte dünya; Varşova Paktı’nın çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla “iki kutuplu”luktan, ABD’nin tek “süper güç” olduğu “tek kutuplu”luğa evriliyordu. “Çöl Fırtınası” harekâtındaki başat rolüyle ABD kendi liderliğindeki yeni dönemin başladığını ilan ediyordu adeta.

    Ortadoğu’da ve dünyada meydana gelen bu tarihî gelişmelerin Türkiye’yi, Türk sporunu ve Fenerbahçe’yi etkilememesi mümkün değildi. Savaşı yanı başında hisseden Türkiye’yi Irak’ın elindeki uzun menzilli füzelerin ve (Saddam Hüseyin’in 1988 yılında Halepçe’de kullandığı) kimyasal silahların endişesi sardı.

    Irak’a karşı koalisyonun başını çeken ABD de endişeliydi. ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu liglerde oynayan Amerikalı basketbolcuları topladı ve bir dizi önlem paketi sundu (takımların tek yabancı hakkı vardı ve ligdeki 12 takımın 11’inin yabancıları Amerikalıydı). Başkonsolosluk, oyuncuların İstanbul’u terketmelerini gerektirecek bir durumun bulunmadığını ifade etti, ancak terör saldırılarına karşı müteyakkız olmalarını tavsiye etti.

    Bu gelişme üzerine Basketbol Ligi’ndeki bazı takımlar da (27 Ocak’ta Beslen maçı için Gaziantep’e gidecek Fenerbahçe ve 18 Ocak’ta Çukurova’yla oynamak üzere Mersin’e gidecek olan Galatasaray dahil) güney ve güneydoğu illerindeki deplasman maçlarını düşünerek liglerin ertelenmesini talep ettiler. Bu arada Fenerbahçe’nin Amerikalı oyuncusu Larry Richard Gaziantep deplasmanına gitmek istemediğini Kulübe bildirdi.

    ABD Başkonsolosluğunun telkinine karşın, bazı Amerikalı oyuncular Türkiye’yi terketme eğilimine girdiler. Nihayetinde de Çukurova, Efes Pilsen, Galatasaray, İTÜ ve Paşabahçe’nin Amerikalıları ülkelerine kaçtılar (bunun üzerine Efes Pilsen, Galatasaray ve Paşabahçe apar topar yeni Amerikalılar transfer ettiler). Larry Richard ise Fenerbahçe’nin 18 Ocak’taki Nasaş maçına çıkmadı ve karşılaşmayı tribünden izledi.

    Ancak, tribünden izlerken de “Aslan Yürekli” olduğunu hatırladı belki de. Kalmaya karar veren az sayıdaki Amerikalıdan biri oldu. 27 Ocak’ta Gaziantep’teki Beslen maçına çıktı ve lakabının hakkını vererek 31 sayıyla galibiyeti takımına kazandırdı.

    Kalmaya karar veren bir diğer Amerikalı ise yine Fenerbahçe’nin 1987’de Yaz Ligi’nde keşfedip Türkiye’ye getirdiği “Örümcek” Pete Williams’tı. Ve bu iki müstesna Amerikalı sezon sonunda takımlarına final oynattılar. Bu iki oyuncu sahada birbirlerine rakip olsalar da ABD’den beri dost ve kader arkadaşıydılar. 1987 Yaz Ligi’nde kendini göstermek için sahaya çıkmaya parası olmayan Richard’a Williams arka çıkmıştı. O sezon Williams Fenerbahçe’nin yolunu tutup Calvin’den beri Fenerbahçe taraftarının özlediği “spektaküler Amerikalı” rolünü doldurdu. Eczacıbaşı’nın yolunu tutan Richard ise “Baturalp’in piliçleri”yle birlikte iki Türkiye Ligi şampiyonluğu kazandı.

    Bununla birlikte, 29 Mart 1991’de final serisinin Antalya’da oynanacak beşinci ayağının bir gün öncesinde sanki ibre tamamen Williams’a döner gibiydi. Fenerbahçe teknik kadrosu hayretler içinde Isparta’daki 4. maçta Richard’ın kolunu kaldırmaya bile mecalinin olmadığını görüyorlardı. Sağlık ekibi ise çaresizdi. Ligin ribaund kralı Richard da ne olduğunu bilmiyordu.

    Kader ağlarını mı örüyordu? 1984-85 sezonunun finalinde Fenerbahçe ezelî rakibini rahat bir tempoyla yenip şampiyonluk maçına çıkarken oyun kurucusu Ali Rıza Limoncuoğlu’nun (Aliço) 40 derecelik ateşi nedeniyle takım neredeyse maçı baştan kaybettiyse, bu sezon da mı bir benzeri olacaktı?

    Richard’a yapılan tedavide yorgunluktan dolayı kanındaki şeker oranının ziyadesiyle düştüğü anlaşıldı (bu ani düşüşlere Richard’ın 1992’den sonra giydiği Efes forması altında da tanık olunacaktı). İstanbul’da bu işin uzmanı Prof. Dr. Üstün Korugan arandı. Korugan, Richard’a iki serum bağlanmasını önerdi. Richard ayağa kalktı. Antalya’daki son maçta Tofaşlılar Richard’ın performansına inanamadılar. Oysaki Richard iki serumla ayağa kalkmıştı.

    27 Mart 1991 / Görkem Yaraşır Fenerbahçe Şampiyonluklarına

    Larry Richard’ın sağlık durumundaki bu keskin iniş-çıkış aslında Fenerbahçe’nin şampiyonluğu bir nevi riske attığının göstergesiydi. Zira, uzayan serilerde nispeten kuvvetsiz takımın umutlanıp daha dirençli hale gelmesine basketbol tarihi defalarca tanık olmuştu. Olmaya da devam edecekti. Örneğin, Fenerbahçe 2010-11 sezonunda Galatasaray’ı final serisinde 4-2 mağlup edip ezeli rakibinin sahasında kupa kaldırırken, ilk iki maçtaki 20 farklı galibiyetlerin ardından son dört maçta zorlanmıştı.

    Kaldı ki, Fenerbahçe final serisinin 27 Mart’ta Isparta’da oynanan dördüncü ayağında şampiyon olmaya çok yaklaşmıştı. Normal sürenin son saniyesine Tofaş SAS 67-66 önde girerken, Fenerbahçe’nin hücumcuları yine tıkanmış, son topu kullanmak da savunmacı Ferhat Oktay’a kalmıştı. Faulle durdurulan Ferhat iki serbest atışı da baskete çevirse Fenerbahçe maçı 68-67 kazanacak ve maçın bitiş düdüğü de Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan edecekti.

    Olmadı öyle. Ferhat Oktay 1/2 attı, maç da uzatmaya gitti. Uzatmada da Tofaş maçı 76-74 alıp, seriyi 2-2’ye getirdi. Artık “galip kadar galipti” Tofaş. Futbol yorumcuları karıştı lafa.. “Fenerbahçe hasılat için seriyi uzattı” dediler. Halbuki, “Anadolu basketbolu sevsin” diye Federasyon’un tarafsız sahalarda oynattığı maçların hasılatı da Federasyon’a kaldığı yetmiyormuş gibi, takımların seyahat, iaşe ve konaklama masrafları da cabasıydı.

    O sezonun yazgısı da o şekilde yazılmıştı işte. Böyleydi Fenerbahçe’nin şampiyonluk yolu. Meşakkatli, zahmetli ve alınteri dolu. Görkemli olur hep Fenerbahçe şampiyonlukları.. Son saniye serbest atışlarıyla şampiyonluğu yakıştırmamıştı tarih Fenerbahçe’ye..

    29 Mart 1991 / Beklenen Görkem ve Giderilen Özlem

    Rakip Tofaş’tı ama oyuncuları çok da yabancı değildi. İlk beşinde Fenerbahçe’nin 1982-90 arasındaki kadrolarında önemli yer tutmuş üç oyuncusu vardı: Efe Aydan, Fatih Özal ve Pete Williams. Zaten çok da centilmence geçti maçlar.

    Bununla birlikte, bu demek değildi ki Tofaş şampiyonluğa “aç” değildi. Kuruluşundan beri resmî kupa kazanamamış Bursa kulübü şampiyonluk kupasının bir kulbuna tutunmuştu.

    Ancak, Fenerbahçe hem “aç” hem “susuz”du. Hiddink’in futbol takımının teknik direktörlüğe getirildiği sezonun başındaki umutlar, ligin ilk maçındaki Aydınspor hezimetiyle başlamadan bitmiş, sarı-lacivertliler için neredeyse bütün sezon “bitse de kurtulsak” kabilinden geçmişti. Bu nedenle, Basketbol Ligi’ndeki şampiyonluk Fenerbahçelilerin o sezon tutunduğu son daldı. Koca bir camia bu şampiyonluğa kenetlenmişti (2017’deki Euroleague şampiyonluğu da farklı değildi aslında)..

    Antalya’daki maçta Fenerbahçe baştan itibaren hiç bocalamadı. Ama Tofaş da gardını düşürmedi: İlk yarının ortaları geçilirken skor 23-23’tü.
    Türk basını müessese kulüplerinin şirketlerinin faaliyet gösterdiği sektörler üzerinden manşet atmayı sever. “Efes sarhoş etti”, “Ülker tat verdi”, “Telekom hatları kesti” veya “Tofaş Renault’u solladı” gibi başlıklar defalarca kullanılmıştır. Ancak, bu seride başrol Fenerbahçe’deydi ve Sarı Kanaryalar 23-23’ten sonra “vitesi beşe taktı” ki, Tofaş bir daha yetişemedi. İlk yarı bitmeden fark bir anda 20’ye çıkarken ikinci yarının ortalarına doğru ise skor 64-37’ye ulaşmıştı ki, Fenerbahçe rakibini adeta ikiye katlamış gibiydi. Sekiz dakika kala fark hâlâ 27 idi: 68-41.

    Dedik ya, Fenerbahçe’ye görkemli şampiyonluklar yaraşır diye. Son sekiz dakika tek bir sayı bile atmadı Fenerbahçe. Bursa ekibi ise teslim olmuş ama daha “itibarlı” bir skor arayışına girmişti. Son sekiz dakikadaki 16-0’lık Tofaş SAS serisi sadece skoru belirledi: 68-57’lik galibiyetle şampiyondu Fenerbahçe.

    Türkiye Ligi öncesindeki Türkiye şampiyonluklarını İstanbul (1957 ve 1959) ve İzmir’de (1965) kucaklamıştı Fenerbahçe.. Şimdi Fenerbahçe basketbol takımını tarihte ilk kez misafir eden Antalyalılar sarı-lacivertlileri şampiyon gönderecekti İstanbul’a.

    İkinci yarı boyunca zafer şarkıları söyleyen Antalyalı Fenerbahçeliler bitime 17-18 saniye kala top artık top saklama ustası Aliço’nun elindeyken geri sayıma başladılar. 1982-83 sezonundan beri şampiyonluk kovalayan Aliço ne topu verdi, ne fileyi ne de formasını.. Kupayı kaldırışındaki heybet de 25 senelik özlemi yırtıp atan bir coşkuylaydı.

    Normaldi..
    “Şampiyon” kelimesi bir kez daha en çok yakıştığı isim olan Fenerbahçe’nin önüne gelmişti..

    Tapfereritter / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Potalarda Yeniden Fenerbahçe Devri

    Potalarda Yeniden Fenerbahçe Devri

    1 Haziran 2007… Fenerbahçe basketbola geri döndü ve potalarda yeniden Fenerbahçe devri başladı. Tapfereritter yazıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Potadan Gelen Çuf Sesi

    Mirsad Türkcan potayı tam karşıdan gören bir pozisyonda topu üç sayı çizgisinin gerisinde aldığında her zamanki özgüveniyle çembere yolladı. Ve fileden çıkan “çuf” sesiyle skor 3 dakika 15 saniye kala 87-62 oldu. Fenerbahçe finalde Efes’e karşı 3-0 öndeydi ve 4. maçta da şov yapıyordu. 

    O zamana kadar repertuarındaki tüm şampiyonluk şarkılarını söylemiş ve dünyanın en güzel klasiği olan “Sarı.. Lacivert.. Şampiyon.. Fener..” tezahüratına sahanın yörüngesinde defalarca tur attırmış olan Fenerbahçe taraftarı, aynı anda kalan saniyeleri ve bu tempoyla atılacak sayıları hesapladı. Binlerce kişi adeta göz ucuyla anlaştıktan sonra, tribünün farklı köşelerinden aynı anda “Yüz.. yüz.. yüz..” bağırışları başladı.. Fenerbahçe tribünlerinin kalbinin aynı anda attığı sayısız anlardan biri..

    1991 yılındaki şampiyonlukta 17 yaşında olan ve A takımla yeni yeni oynamaya başlayan İbrahim Kutluay (diğer tüm yıldızlar alkışlanmak üzere tek tek kenara gelirken) sahadaydı. Bitime saniyeler kala attığı üçlükle 98-73’ getirmişti skoru. Son saniyede pota altında kesilen ve faul kokan bir pozisyonun nihayetinde 100. sayıya ulaşamamıştı Fenerbahçeliler. Ama ne gam? Sarı-lacivertli kulübün potalardaki tarihinde en görkemli şampiyonluklarından birine tanık olunuyordu Abdi İpekçi Spor Salonu’nda.

    Potalarda Yeniden Fenerbahçe Devri

    Daha da önemlisi bir Efes devri kapanıyor, (hâlâ süren) Fenerbahçe devri başlıyordu. 

    Bu devirlerin açılış ve kapanışlarında o pota altında faulle kesilen hücumların de rolü vardı. 28 Nisan 1992’de yine Abdi İpekçi’de oynanan yarı final ikinci maçında, Fenerbahçe Efes Pilsen’e karşı seride 1-0 gerideydi. İkinci maçı da akıl almaz olaylar dizisi sonucunda 84-83 kaybederek elenmişti. Bir önceki sezonun şampiyonu, son iki sezonun Cumhurbaşkanlığı Kupası sahibi, son üç sezonun normal sezon lideri Fenerbahçe bayrağı Efes Pilsen’e kaptırmıştı.

    28 Nisan’daki maçta son saniyelere Fenerbahçe 83-80 önde girmişken, Levent Topsakal’ın taktik faulü sonrası Altar Tunçkol faul çizgisine geçmiş, ilkini atıp ikincisini (bilerek) kaçırmış, Kenny Green hücum ribaundunu almış, basket-faul yaratmış ve skoru biranda 84-83 Efes lehine döndürmüştü. Fenerbahçe’nin maçı lehine çevirebilecek son hücumu ise pota altında faulle durdurulmuş ama Necip Kapanlı-Derya Uzgören ikilisi önlerine kapanıp yakını görememişlerdi. 

    Sezonu rakipsiz götüren Fenerbahçe bu maçla şampiyonluğu yitirse de, müteakip sezonlarda iddiasını yitirmedi. Ancak, sezon sonuna doğru Halil Üner’i gönderip yıllarca altyapısında antrenörlük yapan Aydın Örs’ü A takıma yükselttikten sonra aynı sezon şampiyonluğa ulaşan Efes Pilsen’in önderliğindeki yüksek bütçeli “müessese takımları”nı geçemedi. 1992’den 2006’ya kadarki 15 sezonda Efes Pilsen 9, Ülkerspor 4 ve Tofaş 2 şampiyonluk kazanmış; bu üçlüye direnebilen tek “gençlik kulübü” Fenerbahçe olmuştu. Ezeli rakipler ise küme düşmenin eşiğinden döndükleri sezonlar yaşamışlardı.

    Müesese Takımlarına Karşı

    Yabancı hakkının bir’den iki’ye çıktığı 1992-93 sezonunda Fenerbahçe’den “Türkiye’nin bir numaralı yabancısı” Larry Richard’ı transfer edip üstüne üstlük Petar Naumoski’yle bir ekol oluşturan Efes Pilsen, 1995-96 sezonunda da “Amerika’yı yeniden keşfetmeden” iki yıl önce Fenerbahçe’nin bulup getirdiği Amerikalı Conrad McRae’yi de kadrosuna katarak Koraç Kupası’nı kazanmayı başarmıştı. Ülkerspor ise 1994-95 sezonunda ilk kez şampiyon olurken temel direkleri yine Fenerbahçe forması giymiş Orhun Ene, Harun Erdenay ve Pete Williams’tı.  

    Fenerbahçe de 2007 yılındaki beşinci Türkiye şampiyonluğuna yürüdüğü yolda, yeniden yapılanmasını 2004 yılında (kalbinde Fenerbahçe sevgisi atan ve onca başarıya rağmen birkaç sene önce Efes Pilsen tarafından küstürülen) Aydın Örs’ü başantrenör yaparak başlattı. Yine Efes Pilsen’den yetişmiş Ömer Onan’ın ve ikinci baharını Fenerbahçe formasıyla yaşayan Damir Mrsiç’in önderliğindeki kadro EuroCup’ta final-four oynamayı başarırken ligde de yarı finalde elenmişti. 

    2006 yazında ise o zamana kadar Türk sporunda örneği olmayan bir atılım gerçekleşti. Türk sporunun devi Fenerbahçe ile bir önceki sezonunun şampiyonu Ülker birleşti. Benzersizdi zira, şimdiye kadar Türk sporunda şu garip durumlar yaşanagelmişti. Ya bir müessese bir başka takımı devralıp yola devam ediyordu (Efes Pilsen’in 1977’de Kadıköyspor’u, Ülker’in de 1993’te Nasaş’ı devralması gibi), ya da sıfırdan takım kurup yüksek bütçelerle süratle üst sıralara ulaşmayı hedefliyordu (Eczacıbaşı, Tofaş ve Paşabahçe örnekleri). 

    Fenerbahçe Fenerbahçelilerindir

    Bu modellerin basketbol, voleybol ve masatenisinde 1970’lerden itibaren başarı kazandığı görüldü. Zira, 1970’lerin petrol krizleri ve döviz darboğazında bütçelerini denk tutmakta güçlük çeken kulüp takımları amatör branşlara yeterince yatırım yapamıyorlardı. Müessese kulüpleri ise amatör sporculara maddi açıdan nefes aldırırken Türkiye’ye de Avrupa Kupaları’nda başarılar yaşatıyorlardı. Ancak 2000’li yıllar geldiğinde ortada hala bir gerçek vardı. Bunca başarıya rağmen müessese takımların hala seyircisi yoktu ve maçlarını oynayacakları bir salon bile inşa etmeye gerek duymamışlardı. Daha da kötüsü ekonomik bir kriz halinde ya da spora ilgisiz bir yönetim kurulu seçildiğinde kepenkleri kapatıyorlardı (bu branşlarda şampiyonluklara/finallere bile ulaştıktan sonra kaybolan nice takım sporseverlerin hatıralarındadır). Dolayısıyla, Avrupa’da çok öncelerden beri görülen “seyircili kulüp & spora sevdalı müessese” ittifakları Türkiye’ye gecikmeli de olsa 2006 yılında Fenerbahçe ve Ülker’le gelmişti.

    İşte kalpten Fenerbahçeli Ömer Onan ve İbrahim Kutluay (Efes ve Ülker’le yaşadıkları başarılardan sonra) bu defa şampiyonluğu kutlayan on bini aşkın Fenerbahçe taraftarıyla bütünleşirken, yine kalpten Fenerbahçeli Mirsad Türkcan’ın (yazımızın ilk cümlesinde bahsettiğimiz) üçlüğünü göndermesinin ardından “Yüz.. yüz” diye bağıran Fenerbahçe taraftarının ortaya koyduğu “sinerji” de bu “ittifak”ın sonucuydu. 

    İttifaklar değişti, sponsorlar değişti. Fenerbahçe adının yanına Doğuş geldi, Beko geldi (benzeri yöntem Fenerbahçe’ye voleybolda da Avrupa ve Dünya şampiyonlukları kazandırdı). Ama Fenerbahçe’nin o sezon yaptığı devrime yetişebilen olmadı. Yeniden yapılanma, Ülker’le birleşme, şampiyonluklar, kendine ait spor salonunun inşası, basketbolda kombine bilet, Euroleague’de final four’ların müdavimi olma ve nihayetinde gelen Avrupa şampiyonluğu..

    Aynı fikre soyunduklarında yan ürün sponsorluklarıyla idare eden ezeli rakiplerimiz (arada sırada) galip geldiklerinde “Fenerbahçe’yi yendik”, yenildiklerinde ise “Ülker’e yenildik” diyorlardı ama Fenerbahçe’nin sarı-lacivertli armadaları ezeli rakiplerinin hayallerinin bile ötesindeki seviyelere çıkmışlardı basketbolda… 

    Tapfereritter / Potalarda Yeniden Fenerbahçe Devri

  • İçeride 12 Bin, Dışarıda 12 Bin Taraftar. Efes’e 20 Atarak “Güle Güle”

    7 Mayıs 1995’te Fenerbahçe ile son üç yılın şampiyonu Efes Pilsen play-off yarı finali dördüncü maçında Abdi İpekçi Spor Salonu’nda karşı karşıya.. 2-2’de kilitlenen seride maçı alan finale çıkacak..

    Basketbolseverler “şehrin göbeğindeki” Spor ve Sergi Sarayı’nı özlüyor ama “sapa” Abdi İpekçi de 1992-93 sezonundan itibaren Fenerbahçe, Efes Pilsen ve Ülkerspor’un Avrupa Kupası başarılarıyla birçok defa “full çekmiş”. 12 yıl aradan sonra Avrupa Şampiyonası’na katılma yolundaki Milli Takımımız da (14 Kasım 1992’deki Belçika maçıyla) bu müthiş dalgayı iyice yükseltmiş..

    7 Mayıs 1995 ise benzersiz bir gün.. Çünkü, salon “full çekmekle” kalmıyor. İçeride 12.000 kişi varsa dışarıda da bir o kadar insan var. Eee, Fenerbahçe bu, gittiği yere bereket getirir. Basketbol ufak salonlardan Spor Sergi’ye taşındığında da, radyodan ilk defa naklen yayın yapıldığında da, 1989’da Abdi İpekçi’de ilk kez Lig maçları oynandığında da hep Fenerbahçe var. İslam Çupi’nin sözleriyle “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü‚ ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte‚ adı konamaz…”

    1994 Aralık’ında Başkanlığa gelen Ali Şen 1982-83 sezonunda basketbolu yeniden ayağa kaldırmış. İkinci başkanlığında da ilk şampiyonluğu basketbolda istiyor. Ama kadro aslında onun döneminde kurulmamış. Sezon başında Başkan rahmetli Hasan Özaydın. Basketbol Şubesine maddi destek veren 1907’liler ikinci sezonda da bu desteği sürdürüyor. Bir önceki yılın A millileri Harun Erdenay, Levent Topsakal ve Ömer Büyükaycan’la yollar ayrılmış; Hüsnü Çakırgil kalmış, İbrahim Kutluay ilk beş oyuncusu yapılmış, kadro Hakan Yörükoğlu, Faruk Beşok ve Yalçın Küçüközkan gibi takım oyuncularıyla takviye edilmiş, yabancılar ise Mitch Smith ve (sonradan gelen) Kevin Rankin gibi “mütevazı” beyazlardan seçilmiş.

    Fenerbahçe, son üç sezondur play-off finallerinde elendiği Efes Pilsen’i sene başında Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda dağıtmış, sezon içinde de Türkiye Kupası’ndan elemişse de, Ligdeki iki maçı da kaybettiğinden seriye (dönemin statüsü gereği) 1-0 geride başlamış.. Bu da yetmezmiş gibi, ilk maç uzatmada 60-63’lük yenilgiyle kuyuya düşülmüş. Son üç sezonun şampiyonunu üç kez arka arkaya yenmek gerek. Halbuki son 3 senede Fenerbahçe 19 maçta 3 kez yenebilmiş rakibini.

    Ancak bu sezon farklı bir takım var. Başantrenör Murat Didin önderliğinde; savunmasıyla bunaltan, çok oyuncuyla sayı bulan ve play-off’ta form grafiğini yükselten bir Fenerbahçe var sahada.

    Aslında ilk maçta da normal süre 52-52 bitmiş, bu da Fenerbahçe’nin savunma direncini gösteriyor. Sarı-lacivertliler Efes Pilsen’i kendi silahıyla vurmaya başlamış. 3 Mayıs’taki maçta Efes bulup bulabileceği en yüksek sayıya ulaşıyor: 64. Fenerbahçe ise maçın sonlarına doğru Altar Tunçkol’un arka arkaya (ve neredeyse 7-8 metreden) üç üçlüğüyle maçı koparıyor: 69-64. 5 Mayıs’taki maç ise ertesi günün gazetelerinin manşetinde artık. İlk yarıyı 34-19 önde bitiren Fenerbahçeliler maçı da 60-51 kazanırken rakiplerine adeta top göstermiyorlar. Efes, 19 sayı atan İbrahim Kutluay’ı ve neredeyse üçlük çizgisinden sayı bulan 2.12’lik Chicago Bulls patentli Kevin Rankin’e çare bulamıyor. Tribünler bu maçta da “full”.

    Acaba son maçta da tribünler böyle dolacak mı? Zira, Türkiye 6 Mayıs’ta dokuz günlük bayram tatiline girmiş.

    Ama sporda hareket durmuyor. Halter milli takımımız Naim ve Hafız Süleymanoğlu, Halil Mutlu ve Fedail Güler’in altınlarıyla Varşova’dan Avrupa şampiyonu olarak dönüyor. Fenerbahçe ise şampiyonlukla sonuçlanacak müteakip sezon (1995-96) öncesinde iç transferi tamamlamaya çalışıyor. Engin, Bülent, Aygün, Emre ve Kemalettin “boş mukaveleye” imza atıyorlar. Futbol takımı Samsunspor’a karşı bir önceki yılın “sekizlik tarifesini” yarıya indirmiş ve 4-1’le yetinmiş. Fenerbahçe atletizm takımları İzmir’den birincilik haberleriyle dönüyorlar..

    Maça Fenerbahçe taraftarının muhteşem desteğiyle başlıyor. Kevin Rankin-Larry Richard, İbrahim Kutluay-Volkan Aydın ve Mitch Smith-Mirsad Türkcan eşleşmelerinin hepsinde Fenerbahçeliler galip. İlk yarı Fenerbahçe 44-26 önde.

    Acaba deneyimli Efes geri döner mi? İlk iki maçta Efes hep geriden gelip Fenerbahçe’yi yakalamış, hatta iki ay öncesindeki Türkiye Kupası eşleşmesinde Fenerbahçe ilk yarıyı 52-28 önde kapamasına rağmen Efes bitime iki dakika kala 69-67 öne geçmiş (neyse ki Fenerbahçe toparlanıp 76-71’le rakibini elemiş). Ama ikinci yarı böyle bir senaryonun yanından bile geçilmiyor. Şut yüzdesi zirvelerde.. 27. dakika civarında skor 57-31. Fenerbahçe rakibini neredeyse ikiye katlamış durumda. Efes maça asılmaya çalışıyor. 30. dakikada bir hızlı hücumda Efes 3’e 1 pozisyonda sayıyı bulup farkı 20’ye indiriyor. Basket olan topu Ufuk Sarıca alıp müthiş bir hırsla Fenerbahçe’nin çemberinin dibine bırakıyor. Normal bir tepki, zira Efes Pilsen 30. dakikada ilk “rahat” sayısını bulmuş.

    Seyirci coştukça coşuyor ve maç sonunda fark “yuvarlak hesaba” bağlanıyor: 78-58. Fenerbahçe finale yükseliyor.

    Abdi İpekçi Spor Salonu iki yıl önce tarih oldu. Ancak, salonun önündeki taş parkeler dile gelse de anlatsa, içerideki seyirci kadar dışarıda kalan başka bir maç var mı tarihinde?

    Tapfereritter

  • Efes’e Yirmilik Uğurlama

    Efes’e Yirmilik Uğurlama

    “Fenerbahçe taraftarı için unutulmaz basketbol maçları” diye bir liste yapılsa, tabii ki başlangıçta Euroleague şampiyonluğu olmak üzere bir çok maça yer verilir ama Tapfereritter’in yazdığı aşağıdaki maç da şüphesiz listede yerini alacaktır. Huzurlarınızda makus bir talihin Fenerbahçe tarafından bayrama döndürülmesi a.k.a. Efes’e yirmilik uğurlama…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    12.000 İçeride 12.000 Dışarıda

    7 Mayıs 1995’te Fenerbahçe ile son üç yılın şampiyonu Efes Pilsen play-off yarı finali dördüncü maçında Abdi İpekçi Spor Salonu’nda karşı karşıya.. 2-2’de kilitlenen seride maçı alan finale çıkacak..

    Basketbolseverler “şehrin göbeğindeki” Spor ve Sergi Sarayı’nı özlüyor ama “sapa” Abdi İpekçi de 1992-93 sezonundan itibaren Fenerbahçe, Efes Pilsen ve Ülkerspor’un Avrupa Kupası başarılarıyla birçok defa “full çekmiş”. 12 yıl aradan sonra Avrupa Şampiyonası’na katılma yolundaki Milli Takımımız da (14 Kasım 1992’deki Belçika maçıyla) bu müthiş dalgayı iyice yükseltmiş..

    7 Mayıs 1995 ise benzersiz bir gün.. Çünkü, salon “full çekmekle” kalmıyor. İçeride 12.000 kişi varsa dışarıda da bir o kadar insan var. Eee, Fenerbahçe bu, gittiği yere bereket getirir. Basketbol ufak salonlardan Spor Sergi’ye taşındığında da, radyodan ilk defa naklen yayın yapıldığında da, 1989’da Abdi İpekçi’de ilk kez Lig maçları oynandığında da hep Fenerbahçe var. İslam Çupi’nin sözleriyle “Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü‚ ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte‚ adı konamaz…”

    1994 Aralık’ında Başkanlığa gelen Ali Şen 1982-83 sezonunda basketbolu yeniden ayağa kaldırmış. İkinci başkanlığında da ilk şampiyonluğu basketbolda istiyor. Ama kadro aslında onun döneminde kurulmamış. Sezon başında Başkan rahmetli Hasan Özaydın. Basketbol Şubesine maddi destek veren 1907’liler ikinci sezonda da bu desteği sürdürüyor. Bir önceki yılın A millileri Harun Erdenay, Levent Topsakal ve Ömer Büyükaycan’la yollar ayrılmış; Hüsnü Çakırgil kalmış, İbrahim Kutluay ilk beş oyuncusu yapılmış, kadro Hakan Yörükoğlu, Faruk Beşok ve Yalçın Küçüközkan gibi takım oyuncularıyla takviye edilmiş, yabancılar ise Mitch Smith ve (sonradan gelen) Kevin Rankin gibi “mütevazı” beyazlardan seçilmiş.

    19 Maçta Sadece 3 Kez

    Fenerbahçe, son üç sezondur play-off finallerinde elendiği Efes Pilsen’i sene başında Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda dağıtmış, sezon içinde de Türkiye Kupası’ndan elemişse de, Ligdeki iki maçı da kaybettiğinden seriye (dönemin statüsü gereği) 1-0 geride başlamış.. Bu da yetmezmiş gibi, ilk maç uzatmada 60-63’lük yenilgiyle kuyuya düşülmüş. Son üç sezonun şampiyonunu üç kez arka arkaya yenmek gerek. Halbuki son 3 senede Fenerbahçe 19 maçta 3 kez yenebilmiş rakibini.

    Ancak bu sezon farklı bir takım var. Başantrenör Murat Didin önderliğinde; savunmasıyla bunaltan, çok oyuncuyla sayı bulan ve play-off’ta form grafiğini yükselten bir Fenerbahçe var sahada.

    Aslında ilk maçta da normal süre 52-52 bitmiş, bu da Fenerbahçe’nin savunma direncini gösteriyor. Sarı-lacivertliler Efes Pilsen’i kendi silahıyla vurmaya başlamış. 3 Mayıs’taki maçta Efes bulup bulabileceği en yüksek sayıya ulaşıyor: 64. Fenerbahçe ise maçın sonlarına doğru Altar Tunçkol’un arka arkaya (ve neredeyse 7-8 metreden) üç üçlüğüyle maçı koparıyor: 69-64. 5 Mayıs’taki maç ise ertesi günün gazetelerinin manşetinde artık. İlk yarıyı 34-19 önde bitiren Fenerbahçeliler maçı da 60-51 kazanırken rakiplerine adeta top göstermiyorlar. Efes, 19 sayı atan İbrahim Kutluay’ı ve neredeyse üçlük çizgisinden sayı bulan 2.12’lik Chicago Bulls patentli Kevin Rankin’e çare bulamıyor. Tribünler bu maçta da “full”.

    Acaba son maçta da tribünler böyle dolacak mı? Zira, Türkiye 6 Mayıs’ta dokuz günlük bayram tatiline girmiş.

    Ama sporda hareket durmuyor. Halter milli takımımız Naim ve Hafız Süleymanoğlu, Halil Mutlu ve Fedail Güler’in altınlarıyla Varşova’dan Avrupa şampiyonu olarak dönüyor. Fenerbahçe ise şampiyonlukla sonuçlanacak müteakip sezon (1995-96) öncesinde iç transferi tamamlamaya çalışıyor. Engin, Bülent, Aygün, Emre ve Kemalettin “boş mukaveleye” imza atıyorlar. Futbol takımı Samsunspor’a karşı bir önceki yılın “sekizlik tarifesini” yarıya indirmiş ve 4-1’le yetinmiş. Fenerbahçe atletizm takımları İzmir’den birincilik haberleriyle dönüyorlar..

    Olmaz Denen Oluyor

    Maça Fenerbahçe taraftarının muhteşem desteğiyle başlıyor. Kevin Rankin-Larry Richard, İbrahim Kutluay-Volkan Aydın ve Mitch Smith-Mirsad Türkcan eşleşmelerinin hepsinde Fenerbahçeliler galip. İlk yarı Fenerbahçe 44-26 önde.

    Acaba deneyimli Efes geri döner mi? İlk iki maçta Efes hep geriden gelip Fenerbahçe’yi yakalamış, hatta iki ay öncesindeki Türkiye Kupası eşleşmesinde Fenerbahçe ilk yarıyı 52-28 önde kapamasına rağmen Efes bitime iki dakika kala 69-67 öne geçmiş (neyse ki Fenerbahçe toparlanıp 76-71’le rakibini elemiş). Ama ikinci yarı böyle bir senaryonun yanından bile geçilmiyor. Şut yüzdesi zirvelerde.. 27. dakika civarında skor 57-31. Fenerbahçe rakibini neredeyse ikiye katlamış durumda. Efes maça asılmaya çalışıyor. 30. dakikada bir hızlı hücumda Efes 3’e 1 pozisyonda sayıyı bulup farkı 20’ye indiriyor. Basket olan topu Ufuk Sarıca alıp müthiş bir hırsla Fenerbahçe’nin çemberinin dibine bırakıyor. Normal bir tepki, zira Efes Pilsen 30. dakikada ilk “rahat” sayısını bulmuş.

    Seyirci coştukça coşuyor ve maç sonunda fark “yuvarlak hesaba” bağlanıyor: 78-58. Fenerbahçe finale yükseliyor.

    Abdi İpekçi Spor Salonu iki yıl önce tarih oldu. Ancak, salonun önündeki taş parkeler dile gelse de anlatsa, içerideki seyirci kadar dışarıda kalan başka bir maç var mı tarihinde?

    Tapfereritter