Etiket: Agah Erozan

  • Yüksel Gündüz Arşivi

    Yüksel Gündüz Arşivi

    Fenerbahçe’nin 4 Türkiye Şampiyonluğu sahibi, büyük golcüsü Yüksel Gündüz’ün birbirinden güzel fotoğrafları ihtiva eden arşivi, kıymetli oğlu Mehmet Ali Gündüz Beyefendi sayesinde Fenerbahçe tarihi ile buluşuyor… Sonsuz teşekkürlerimizle…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Fotoğraflarda Bulunanlar: Agah Erozan, Ahmet Erol, Altan Tetik, Avni Kalkavan, Ayhan Elmastaşoğlu, Özcan Arkoç, Basri Dirimlili, Beşiktaş, Can Bartu, Candan Dumanlı, Cenap Doruk, Dario Moreno, Doğan Andaç, Emin Tokgöz, Ergun Öztuna, Fenerbahçe, Fikret Kırcan, Galatasaray, Gürcan Berk, Ignace Molnar, Lefter Küçükandonyadis, Müslim Bağcılar, Mehmet Ali Gündüz, Muhittin Bulgurlu, Mustafa Güven, Naci Erdem, Necdet Atsüren, Necdet Çoruh, Necmi Mutlu, Nedim Günar, Oral Keçilioğlu, Orhan Yüksel, Reşat Dermanver, Selahattin Torkal, Selim Soydan, Talat Yörük, Turgay Şeren, Vecihi Kayaökten, Vural Yılmaz, Yüksel Gündüz, Yunus Ceyhan, Yıldırım İper, Yılmaz Gökdel, Yılmaz Tuncel, Şükrü Ersoy, Şehmus Eraslan, Şeref Has, Şevki Ürgen


    Yüksel Gündüz Arşivi

  • Fikret Kırcan Röportajı

    Fikret Kırcan Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Cemil Turan röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Benim Mektebim

    Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Fikret Baba?

    25 Aralık 1919 doğumluyum. Doğuştan Fenerbahçeliyim diyebilirim. Evimiz Feneryolu semtindeydi. 10 yaşımdan beri futbol oynardım. Çocukluğumdan beri de Fenerbahçe’nin içindeyim.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişiniz nasıl oldu?

    Yıl 1934. 14 yaşındaydım. Küçük antrenman sahası vardı, orda futbol oynardık bir gün çağırdılar. Fikret Arıcan, “Gel, başla Fenerbahçe’de sen de Küçük Fikret olursun” dedi.

    Küçük Fikret olarak Fenerbahçe’ye girdim. 1934 yılında Taksim stadında Galatasaray – Fenerbahçe maçı vardı. O zaman Haydarpaşa Lisesi’nde öğrenciydim. Büyük Fikret Fenerbahçe takımının kaptanıydı. O gün bana “Bugün seni oynatacağım” dedi. Ben heyecanla bekliyordum, bir baktım benim yerime kardeşi Semih’i oynattı. Ben ağlayarak oradan kaçmıştım. O maçta Fenerbahçe 3-0 mağlup olmuştu.

    Rahmetli Gündüz Kılıç ve Haşim ağabey beni Galatasaray’ın idmanına götürdüler. O an için üzülüp kızmıştım. Artık Galatasaray’da oynayacaktım. O sıralarda Zeki Rıza Sporel geldi. “Senin yerin Fenerbahçe” dedi. Beni tekrardan Fenerbahçe’ye götürdü. Galatasaraylı Gündüz Kılıç Bey hiçbir şey diyemedi.

    Genç takımdan başlayıp yöneticiliğe kadar yükselen bir dönem geçirdiniz.

    Genç takımla başladım. 1934-1956 arası 22 sene futbol oynadım. Rüya gibiydi. 6 kez şampiyonluk ve 10 kupa şampiyonluğu yaşadım. Ayrıca Milli Takım Komite Başkanlığı, Futbol Federasyonu ve Fenerbahçe’de yöneticilik, Milliyet Gazetesinde de spor yazarlığı yaptım.

    Bu rüya gibi geçen futbol yaşamınızda arkadaşlarınızla iletişiminiz nasıldı? Uzun süre takım kaptanlığı yaptınız.

    Hepsini çok seviyordum, onlar da beni seviyorlardı, hepsiyle sonuna kadar geldik.

    Maçtan evvel bana hep sorarlardı: “Ne yapalım?” diye…

    “Yenilmek yok” derdim.

    “11 kişiyiz, çıkacağız, oynayacağız. Hiç konuşmayacağız. Başka kaidesi yok” derdim.

    Çok golünüz var mıydı?

    Hem de çok. Diğer yandan gol pasım da çok. 412 maçta 139 tane golüm var. Bir sürü kupa maçı yaşadım. İlk zamanlar yalnızca İstanbul Ligi vardı. Galatasaray, Beşiktaş, Vefa, Beykoz, Süleymaniye gibi takımlar vardı. Öyle başladık. Sonra sistem değişti. Yalnız İstanbul değil, tüm Türkiye’de oldu maçlar.

    Bir Beşiktaş maçımız var: İyi de başladık fakat 20. dakikada Dolmabahçe’de Beşiktaş 3 tane gol attı. Ben de kaptanım. Halk, taraftarlar sinirli tabi, bağırıyorlar.

    Devre arasında odaya geldik. Baktım, menajer yok, teknik direktör yok. Beşiktaş gene atacak 6-7 olacağız diye kimseler kalmamış.

    Lefter dedi ki “Ne yapacağız Fikret ağabey?”

    “Yüzünü yıka gel” dedim.

    Sonra Burhan geldi . “Ne yapacağız?” dedi.

    “Git yüzünü yıka gel, kafanı dağıt ruh, aşk Fenerbahçe düşüncesi ile oynayacağız, maça yeni başlamışız gözüyle bakacağız. Lefter, sen sol açık, ben sağ açık, Burhan sen santrafor oynayacağız” diye direktifler vermeye başladım.

    Sonra maç başladı. 10 dakikada 3 gol attırdım. Lefter “Allah Allah Fikret, Fikret maç bitecek.” diyor.

    Coşkun sol açık, topu aldım, defans durdu. 15 dakika var. Hakem gördü, “Oyna” dedi. 4-3 attılar golü. Lefter gene geldi “Biz bittik Fikret ne yapacağız?” dedi.

    “Dur, daha 15 dakika var. Maç bitmedi.” dedim. 10 dakika daha geçti. Ortadan köşeye vurdum; 4-4 oldu. 3 dakika var topu Lefter’e bıraktım, geldi, direkten döndü olmadı. Bana geldi top, vurdum, yine direkten olmadı. Sonuçta 4-4 bitti. Bu da inancın, takım ruhunun gücüdür. 3-0 olan maçı 4-4 sonuçlandırabiliyorsunuz. 

    1958-1959 sezon başı, 2 ayrı grupta oynanıyordu. O zamanki prosedür gereği; grup maçlarını lider tamamlayan Fenerbahçe ve Galatasaray finalde karşılaşacaktı.

    Fenerbahçe, Metin Oktay’ın golüyle ilk maçta 1-0 yenildi ama biz Galatasaray’ı rövanşta 4-0 yenerek şampiyon olduk.

    Rövanşın hikayesi ise şöyle: Galatasaray’a 1-0 mağlubuz, üzüntülüyüz. Kamp Yeşilköy’de, antrenman yaptık.

    Cuma akşamı çocuklarla oturdum, “Kimseyle konuşmayacağız” dedim.

    Yöneticiyim, kimseyi almadım toplantıya. “Bu ruh ve bu aşkla başlayacağız” dedim. Lefter sağ açık, Naci santrafor, Osman orta saha sonra Seracettin vardı. Oyun kurulumuyla ilgili kimseye bilgi vermedik.

    Başkanımız Agah Erozan ile yemek yedik. “Fikret durum nasıl, plan nasıl?” dedi. “Takım 30 değil, 11 kişi söyleyecek bir şey yok” dedim. Kızdı bana ama hiç aldırmadım bir gün sonra geldi, maç 4 -0 bitti, şampiyon olduk.

    Savaş çıkacak haberlerinde Amerika’ya gitmek istediğiniz doğru mu?

    Harp olacak, o hava var. Yıl 1939, 19 yaşındayım. Evliyim. Konuşuyoruz “Ne yapalım, ne edelim, kime söyleyeyim.” diye… En güzel şey; Saracoğlu ile görüşmek üzere Ankara’ya gittim, kimseyi almıyorlar. Başbakanlığa çağırdı, hemen elini öptüm. “Ne istiyorsun?” dedi. “Amerika’ya gitmek istiyorum” dedim. Bak dedi: “İsviçre’ye gidersen olur.” O zamanlarda Hukuk Fakültesi 2. sınıftayım. “Ben sevmem İsviçre’yi…” dedim. Ondan sonra olmadı, kaldı. Ayrılırken yanından “Bak, Galatasaray maçımız var, unutma gol at” dedi. O maçta da gol attık. 2-1 bitti.

    Ya Hukuk Fakültesi?

    Hukuk Fakültesi’ni de 2. sınıftan devamsızlıklardan bırakmak zorunda kaldım. Futbol daha ağır bastı.

    Teknik direktörlerinizle aranız nasıldı?

    Hepsi başkaydı. Hakikatten iyi hocalar vardı. İlk geldiğim sene Macar antrenör Josef Svenk geldi, bir İngiliz hoca James Eliot geldi. Ignace Molnar, Fikret Arıcan, Cihat Arman harika insanlar kimler geldi kimler. Hepsiyle çalıştım.

    Çok uzun süre takım kaptanı oldum, teknik direktörlük de yaptım. 1993’e kadar Fenerbahçe’ye hizmet verdim. En son Güven Sazak başkanlığındaki yönetimdeydim.

    Peki, şimdiki teknik direktörümüz ve futbolcularımızı nasıl buluyorsunuz?

    Zico’yu pek tanıyamadım çünkü çok seyredemedim. Futbolcularımız ise iyi, zamanla daha iyi olacaklar.

    Tuncay’ı beğeniyorum ama bazen çocuk oluyor. Menajerinin ve antrenörün onunla konuşması lazım. Havaya getirmek başka bir şeydir.

    Ben, Galatasaray’dan bir oyuncuyu getirmiştim Fenerbahçe’ye. Sahaya çıkmaya korkuyordu. 30.000 kişi küfür edecek bana dedi. Hiç unutmam onun kulağına pamuk koyardım maça çıkarken “Şimdi artık duymazsın hiçbir şeyi” derdim. Ayrıca hepsiyle tek tek konuşurdum. Şimdi fazla konuşan yok. Konuşmak ve onların psikolojisiyle yakından ilgilenmek gerek.

    1965 senesinde önce Can Bartu’yu İtalya’ya götüreceğim üç gün sonra da oradan Almanya’ya geçeceğim. Avrupa kupa maçımız var, geldim, bir gün antrenman yaptı. Yemek yiyor. Halit Kıvanç da var.

    Can’ı Fiorentina’ya vereceğiz.

    Can bize söyleniyor: “Ben kalamam, yapamam.” diyor.

    “Yapacaksın” dedim.

    Fiorentina’da dünya çapında antrenör Hamren vardı. Can’ı çok sevdiğini ve beğendiğini söylemişti. Bir de ikazı olmuştu Hamren’in: “Bir Mercedes getirmiş, kocaman. Siz babasısınız. Bu araba olmaz. 10 sene sonra alır bu arabayı, bu çocuğa lütfen söyleyin” dedi. Onun bile Volkswagen’i vardı. Can’a söyledim. “Hemen babacığım” dedi ve sattı.

    Üzüldüm geçen sene Tuncay’a da söylemek istedim. Sonra vazgeçtim çünkü hepsi öyle lüks arabalara biniyorlar. Bende de vardı arabalar, iki şirketim vardı, spor bakanı oluyordum. Çok da zengindim ama babam “Mütevazı olmak lazım. Hepsi spor hayatı bitince…” derdi. Şimdi belki devir değişti ama göz önünde olan insanların her hareketlerine dikkat etmesi lazım.

    Ayrıca en son Melih’in cenazesine Galatasaray eski başkanı gelmiş, Beşiktaş eski başkanı gelmiş. “Fikret ağabey” diye öpüyorlar demek ki bir saygı, sevgi var. Eskiden Galatasaray-Fenerbahçe maçlarından sonra yemeğe giderdik. O zaman bir başkaydı. Kim yenilirse yenilsin herkes dost, ağabey ve kardeşti.

    Arjantin Devlet Başkanı Peron’un eşi Eva Peron, hastalığı sırasında iyileşmesi için adına Mevlit bile okutan Türk halkının sevgisinden duygulandığı için Türkiye’yi ziyaret eden Arjantin Kulübü Athletico Lanus aracılığıyla bir de gümüş kupa göndermişti. Beşiktaş ve Galatasaray ile oynayan Lanus, son maçını yaptığı Fenerbahçe’ye 3 – 2 yenilince, kupa da Fenerbahçe’nin Müzesi’ne gitti. Bu takımda da kaptandınız…

    1951-1952 Arjantin maçı vardı, Galatasaray’a 5 tane, Beşiktaş’ a 6 tane attılar. Son maçı biz oynayacağız. Arjantin Dünyanın en büyük takımlarından birisi tabii.

    Maç Dolmabahçe’de oynandı. Çocuklara “Hiç sıkılmayın, çıkacağız ve her zaman oynadığımız gibi futbol oynayacağız” dedim. Harika oynadık. 3-2 kazandık. Manşetlerde gazetelerdeydik.

    Sonra geldiler bana teklif ettiler “Arjantin’e gideceksin orada her şey var.” dediler. “Yok, benim mektebim burası; Fenerbahçe” dedim.

    Milli Takımda da oynadınız…

    Milli takımda 12 kere oynadım. 3 kez kaptanlık yaptım.

    1936’dan 1948’e kadar Milli maç zaten yoktu. Tam 12 sene.

    Milli Takımımız 2. dünya savaşından sonra 23 Nisan 1948’de ilk maçını Yunanistan’la yaptı. Takımın çoğu Fenerbahçe’dendi. Oraya gideceğiz, başladık oynamaya. Beşiktaş’tan Şükrü, Fenerbahçe’den Lefter, Ahmet Erol hatırladıklarım…

    7. dakikada ilk golü attım. Sonra Lefter attı. 2-1 oldu sonra Şükrü attı, kazandık. Maç Atina’daydı. Saha da nasıl kötüydü bir görseydiniz, nasıl biliyor musun? Çorak. Sonra yengiliye doyamamış olacaklar ki bir 3. maç daha istediler. Bu kez de Yunanlıları İstanbul’da yendik. Burada da golü Lefter atmıştı.

    Bir de Leningrad zaferimiz var…

    Can Bartu ile Rusya’ya gittik. Büyük Fikret direktördü. 1956’da oynayacak halim yoktu. “Oynarsam bir hafta sonra oynayabilirim” dedim.

    2 maç oynayacağız Leningrad’da. Büyük Fikret dedi ki: “Oynarsın”. Antrenman yaptım, sahayı açmışlar 90 bin kişi. Rusya’ya kimse gelmemişti. Gece maçı oynuyoruz üstüne üstlük.

    Halit Kıvanç aradı, sordu: “Ne olur maç?” dedi.

    “Futbol bu, oynayacağız maçı 2-1 alacağız” dedim.

    Pat gol geldi. Sonra Mehmet Ali’ye pas attım, durum 1-1 oldu. Sonra bir harika gol attım, 2-1 kazandık.

    Ruslar bırakmadı bir maç daha dediler. Oynamadık. Daha ne oynayacağız! Rusya’da bir tek şeye üzülmüştüm. Nazım Hikmet’i görmek istediğimi söyledim yetkililere. “Akşam bekle” dediler. Bekledim ama gelen olmadı, gelemedi. Çok üzülmüştüm.

    Örneğin maç oynanıyor, yeniliyorsunuz… O esnadaki duygularınız ne olurdu?

    Bırakın yenilgiyi hiçbir şey düşünmemek gerekiyor. Oynayacaksınız maç bitti mi bitmedi sonuna kadar havaya getirirdim, pozisyona girerdim, kötü düşünmek yoktu benim için. Ben koşup oyuncuları da öperdim, “Boş ver, atacağız.” derdim.

    Bir gün Lefter’le başladık. 3 puan öndeyiz, şampiyonluğa oynuyoruz. Beşiktaş’tayız. Denize karşı oynuyoruz, kar var, soğuk var. Lefter sağ iç, ben sağ açık oynuyorum, defansı geçtim, sağımda Burhan, solumda Lefter, tam 7 metre kala kaleye önden geldim.

    Lefter seyircilere “Fikret ağabey bana pas vermez, çocuklara pas verir” dedi.

    “Mahvedeceğim” dedim içimden… Haber öyle manşete geçti. Maç 0-0 bitti.

    Salı günü antrenmana geldim, odaya girdim. “Çıkın dışarı” dedim. Lefter odada kaldı.

    “Ne yapayım, seni öldüreyim mi seni” dedim.

    Ağlamaya başladım, “Yanlış düşünüyorsun” dedim.

    “Babacığım, babacığım” diye o da ağlamaya başladı.

    Başarılıydınız belki bir iki sene daha oynayabilirdiniz. Niçin bıraktınız?

    “Kal” dediler tabii ama 36 yaşında şampiyon oldum ve bıraktım. Neden biliyor musun?

    1946’da bir Beşiktaş maçı vardı. Kaptan Hakkı Yeten ağabey 36-37 yaşındaydı. Götüremiyordu maçı, oynayacak hali yoktu. Bir baktım taraftarlar, kötü sözler söylediler. Tabii ki nankörlük bu insanların yaptıkları. Ağladım o gün.

    Demek ki her şey zamanında olmalı. “Unutma Fikret zamanında bırak” dedim kendi kendime. 1956’da futbolu bıraktım.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oyuculuk dışında hangi görevlerde bulundunuz?

    Futbol Vakfını kurdum. Buranın ilk başkanlığını yaptım, sonra Ziya Şengül’e devrettim. Sezon antrenörlüğü, asbaşkanlık yaptım. İnsanlar spor yaşamım sonrasında da beni hiç yalnız bırakmadılar.

    Tanju Hanım siz neler söyleyeceksiniz Fikret Baba ile ilgili?

    Yakışıklı, iyi kalpli ama herkesin uzaktan çekinerek yaklaştığı bir insan. Kalbi yumuşacık ama kendine dışardan öyle bir duvar örmüş ki tanımayan çekinir, tanıyan da çok sever. Prensipleri olan, tutucu, tam bir oğlak erkeği. Fikret, karakteri çok sağlam bir insan.

    4 kardeşler. Babasını 3 yaşında kaybetmiş. Dedesi Kırca Ali Paşa çok zenginmiş.

    Paraya hiçbir zaman ihtiyacı olmadı. Futbolda kazandığı parayı bile takım arkadaşlarının arasında pay ederdi. Futbolu kendi Fenerbahçe sevgisi ve zevki için oynadı. Ama bunun zevki için olduğunu da hiç bir zaman belli etmedi. Sorumluluklarını her zaman bildi. Çünkü bu onun yaşam biçimiydi.

    Babamız halen çok yakışıklı. Bu konuda neler söyleyeceksiniz Tanju Hanım?

    İstanbul’da en iyi giyinen erkekler arasındaydı. Çok da çapkındır. Bir arkadaşım anlatmıştı. Fikret Karaköy vapurunda lüks mevkide gidermiş. Kaptan anons yaparmış, “Fikret’ in tarafına fazla gitmeyin vapur o tarafa yatıyor” Bütün hanımlar, genç kızlar gemide Fikret’in yanına giderlermiş. Çok hayranı vardı. Herkes “İdolüm” diyordu.

    Maçları izlerken siz nasılsınız, Fikret Baba nasıl?

    Ben ondan çok heyecanlanıyorum. Giderim Fikret’in ellerine bakarım buz gibi. İçinde yaşıyor her şeyi. Çok fazla kızarsa o zaman tepkisini veriyor. Ben çığlık atıyorum, bağırıyorum. O sakin. Sanki ben futbol oynamışım, o oynamamış.

    Geçen sene şampiyonluğu son anda kaçırdığımızda tepkileriniz ne oldu? Fikret Baba ne yaptı?

    O Denizli maçı… O maçı hediye ettik, ellerimizle şampiyonluğu verdik. Yani hatırlamak bile istemiyorum. Çok üzüldük hasta gibiydik. Fikret “Top yuvarlaktır her şey olur her türlü ihtimali kabul edeceksin” der. Bu da bir olgunluk herhalde… Heyecanları içinde yaşıyor. Ben o şampiyonluğu kaybedilmiş saymıyorum. Fenerbahçeli olmak ayrıcalık öyle doğduk, öyle gidiyoruz.

    Fikret Baba saçları bozulacak diye hiç kafa topu vurmazmış. Siz biliyor muydunuz?

    Benim annemle babam maça gidermiş. Babam anneme dermiş ki “Bak Fikret hiç topa kafayla vurmaz onun saçları çok kıymetlidir.” Hakikatten Fikret’in saçları kıymetlidir.

    Fikret Baba’ya dönüyoruz. Gerçekten saçlarınız kıymetli miydi?

    Öyle derler. Ama Altay maçında bir tane kafayla golüm var. Bir anda attım. (Gülüyor)

    Hatırlanmak, hala tanınmak nasıl bir duygu?

    Geçen senelerde Amerika’ya gideceğiz. Delta Hava Yolları’na geldik. 550 kişi sıradan geçerek uçağa biniyoruz. Bir görevli selam durarak “Sayın Fikret Kırcan hoş geldiniz” dedi şaşırdım, Türk olsa gerek. Güzel bir duygu hatırlanmak ve en önemlisi iyi izler bırakmak. Çok güzel günler yaşadım, çok önemli insanlarla tanıştım ama beni bugüne kadar en çok etkileyen an Atatürk’le karşılaşmamdı. Moda’ya geldik. 14 yaşındaydım. Atatürk, İngiltere kralıyla motorla yanaştı. Saçımı okşadı. Gözlerine bakamamıştım. En çok gurur duyduğum andı.

    Taraftarlara mesajınız var mı?

    Bu muhteşem taraftara tek mesajım var: Hepsini çok seviyorum.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • 28 Şampiyonluk Yolu

    28 Şampiyonluk Yolu

    9 Eylül 2023 tarihinde yapılan Fenerbahçe Olağanüstü Tüzük Tadili Genel Kurulu‘nda Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Simla Türker Bayazıt‘ın fikri, emeği ve uygulamasıyla hayata geçen 28 Şampiyonluk Yolu, büyük ilgi topladı.

    Unutulduğunu düşünen sporcu aileleri de büyüklerini bu yolda görünce çok mutlu oldular…

    Görselleri seçme ve metinleri yazma onurunu bize layık gördüğü için Simla Hanım’a sonsuz teşekkür ediyor, kronolojik sırayı herkesin görebilmesi için sitemizde de paylaşıyoruz…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu




    1907’den bugüne Fenerbahçe ve Türk futbol tarihini izlediniz.

    Ülkemizde 1923’den sonra başlayan ve günümüzde halen devam eden “ulusal” futbol organizasyonları hem tarihi hem de hukuki olarak devamlılık gösteriyor.

    Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme, 1959 yılı itibariyle “Milli Lig” adını aldıktan sonra, günümüzde ise “Süper Lig” ismiyle devam ediyor.

    Türk futbolu, kurumsal kimliğini kazandığı 1923 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî tüzük ve kanun maddeleri ile yönetiliyor.

    Tüm bu gerçeklerden hareketle;

    Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunu ve 1959 öncesini inkar etmek

    TARİHİ İNKAR ETMEK,

    ÜLKE FUTBOLUNUN GEÇMİŞİNİ YOK SAYMAKTIR!

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Balçık Sahada

    Balçık Sahada

    18 Mart 1959 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı 1-0 yendiği maç resmen balçık sahada yapılmış. Fenerbahçe’nin 10. Türkiye şampiyonluğuna giden yolda önemli bir dönemeç olan bu maçı Milliyet gazetesinden kısa metinlerle hatırlayalım istedik. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 1 – 0 Beşiktaş

    Balçık sahada kötü hakemlerle oynanan maçta rakiplerini ağır baskı altında tutan Sarı-Lacivertliler galibiyet gollerini Avni’nin ayağı ile kazandılar. Galibiyet Fenerbahçe’ye Beyaz Grup’ta birincilik yolunu açtı.

    Gündüz Kılıç: Futbolcular adeta ikişer rakiple mücadele zorundaydılar. Hem topa sahip olmak için çekiştikleri futbolcu ile hem de yürümeyi bile zorlaştıran çamurla…

    Necmi Tanyolaç: Bu maçın topu, top değil, balçığın ağırlaştırdığı bir gülle idi.

    Kahraman Bapçum: İmdat! Bu sahada (topun yarısına kadar gömülüp kaldığı, insanların aşık kemiklerine kadar battığı bu çamurda) futbol oynamaya davet edilen çocuklar hesabına bin kerre imdat!


    Soyunma Odasında

    Ezeli rakiplerin oynadıkları maçtan sonra galibiyet sevinci içerisinde bulunan Fenerbahçelilerin soyunma odasında;

    Kulüp reisi Agâh Erozan “Beşiktaş ile beraber birçok şeyi de mağlup ettiğimizi zannediyorum” derken,

    Umumi kaptan Fikret Kırcan şöyle konuşuyordu: “Bugün yalnız Beşiktaş’ı değil sahayı ve hakemi de yendik.”

    Antrenör Molnar ise “Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir hakem böyle nizami bir golü iptal etmemiştir” diyerek Mustafa’nın attığı ilk golde hakemin verdiği kararın yanlış olduğunu ifadeye çalışıyordu.

    Fenerbahçeli futbolcular, rakiplerinin centilmenliğine teşekkür ediyor, “Hakem attığımız ilk golü daha dikkatli takip etseydi iyi olurdu” diyorlardı.

    Beşiktaşlılara gelince, maç hakkında herhangi bir fikir beyan etmemekle mağlubiyeti kabullenmiş görünüyorlardı.


    Seyirci: 18.343

    Hasılat: 93.809 TL

    Hakemler: Faik Gökay, Hüseyin Maloğlu, Sabahattin Ladikli

    Fenerbahçe: Özcan Arkoç, Osman Göktan, Avni Kalkavan, Akgün Kaçmaz, Basri Dirimlili, Necdet Çoruh, Mustafa Güven, Can Bartu, Şeref Has, Lefter Küçükandonyadis, Niyazi Tamakan (Hüseyin Yazıcı)

    Beşiktaş: Necmi, Kamil, Münir, Gürcan, Özcan, Faik, Kaya, Recep, Nazmi, B.Ahmet, K.Ahmet

    (Maçın yıldızları Gündüz Kılıç, Halit Kıvanç, Namık Sevik, Necmi Tanyolaç ve Kahraman Bapçum’dan müteşekkil ekip tarafından verilmiştir. Yıldızların çoğunu ittifaka yakın ekseriyetle verilen reyler meydana koymuştur. Bu arada Fenerbahçeli Osman ve Akgün’e birer kişi (****) verilmesini teklif etmiştir.)

    Gol: 1-0 | Mustafa’nın sağ açıktan yaptığı orta, Beşiktaş kalesini karıştırdı. Top ayaktan ayağa gidiyordu. Bu karambolde Lefter topa hakim oldu ve geriden gelen Avni’nin önüne topu yuvarladı. Avni’nin hafif şutu evvela kaptan Recep’e çarptı sona da kaleci Necmi’nin elleri arasından filelere takıldı.

  • 40 Yıllık Kavga

    40 Yıllık Kavga

    “Kulis, grupçuluk ve bölümleşme 1952’den bu yana Sarı-Lacivertli kulübün kaderini etkiliyor”Halit Deringör, bundan tam 30 sene önce, 26 Ocak 1992’de Cumhuriyet gazetesine yazdığı yazıya böyle başlamış. Efsanevi futbolcumuzun kimseden çekinmeyen ve kan damlatan kalemiyle o zamanlar 40 yıllık dediği kavga, şimdilerde 70 yaşında! Kulüpçüler için hüzünlü ama gerekli bir okuma…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’de 40 Yıllık Kavga

    Fenerbahçe’de ilk bölünme bundan 40 yıl önce Kadıköy Grubu adlı bir grubun hareketi ile başladı. Merhum Lebib Elmas, merhum Orhan Menemencioğlu, merhum Suphi Ergun, Kemalettin Ererdağ ve Muhittin Bulgurlu tarafından kuruldu. Felsefeleri, “Madem ki Fenerbahçe Kulübü İstanbul’un Kadıköy yakasında kurulmuştur, o halde egemenliği Kadıköylülerde olmalıdır” ilkesine dayanıyordu.

    Bayülken Dönemi

    Bu gruba kısa bir süre sonra Semih Bayülken isminde pratisyen genç bir doktor katıldı. Bayülken, sempatik, hoş sohbet, güleç yüzlü, hiçbir şeye sinirlenmeyen, kapıdan kovulsa bacadan giren, en akıllı insanı bile bir kez değil, on kez ikna edebilecek güçte bir karakter yapısına sahip tam bir zamane adamı idi.

    Ölülere Oy Kullandırttılar

    Önceleri CHP kademelerinde çalışmış, partiye “yanlışlıkla” ölüleri kaydettiği için ihraç edilmişti. Bayülken Fenerbahçe’ye geldikten sonra Muhittin Bulgurlu ile karakterleri birbirine uygun bir ikili oluşturdular. Beraber kader birliği yaptılar. Öyle ki giderek her ikisi de kongreciliği bir meslek haline getirdiler. Bu ikili işe Kadıköy toplumunun alt kademelerinden 250-300 kişiyi Fenerbahçe’ye üye yazdırmakla başladılar. Onları giderek mide yolu ile kendilerine bağladılar. Yönetime girmek isteyenler için Semih ve Muhittin ikilisini memnun etmeden yönetime girebilme olasılığı adeta yoktu. Sonraları bu ikili Fenerbahçe’de daha da etkinlik kazanabilmek için siyasi partilerle de temasa geçtiler.

    Nitekim 1950-60 yıllarında Demokrat Parti iktidarının Meclis Başkanı olan Agâh Erozan, İmar ve İskân Bakanı Medeni Berk, Demokrat Parti Haysiyet Divanı Başkanı Osman Kavrakoğlu gibi isimleri Fenerbahçe yönetimine getirdiler. Fenerbahçe başkanlığını da bu heyet içinden Agâh Erozan’a verdiler. O yıllarda Kadıköy Grubu’nun yandaşlarının isimleri, Vatan Cephesi listelerinde Türkiye radyolarından açıklanıyordu.

    Sonuçta gün geldi, Demokrat Parti göçtü ve bu partililer de Fenerbahçe’den ayrıldılar. Ancak bu insanların Fenerbahçe Kulubü’ndeyken yaptıkları büyük siyasal sömürüye karşın Fenerbahçe’ye bir karış toprak bile kazandıramadan gittiler.

    1960-70 yıllarında bu defa devlet yönetimine askerler egemendi. Böyle bir durumda Kadıköy Grubu’nun bu iki lideri bu defa da askerlere yaranmak politikasını izlediler. Onlar için o atmosfer içinde kulüpteki karşıtlarını yiyebilmek için tam bir fırsat doğmuştu. Nitekim bazı Fenerbahçelileri milli emniyete jurnal ettikleri de o yıllarda ağızdan ağıza dolaşıp durdu.

    1960-70 yılları arasında Fenerbahçe başkanlığını genellikle Fenerbahçe’nin içinden yetişenler yapıyorlardı. Merhum Doktor İsmet Uluğ gibi Faruk Ilgaz gibi… Bunlar aynı zamanda Kadıköy Grubu’nun yandaşları idiler. Hele Faruk Ilgaz bu grubun gözdesiydi. Bu yüzden Fenerbahçe’de en çok başkanlık yapan bir isimdi. Ne var ki her ikisi de paralı başkanlara karşı birer alternatif idiler. Yine bu yıllar arası Kadıköy Grubu Faruk Ilgaz’ın başkanlığında 35 kişinin vermiş olduğu bir kararla tarihsel Fenerbahçe Kulübü’nü Beden Terbiyesi’ne 2,5 milyon liraya satmak suretiyle tarihi bir cinayet işleniyordu. Fenerbahçe’yi topraksız bırakıyorlardı. Aldıkları 2,5 milyon lirayla da Fenerbahçe burnunda belediye arsalarında gecekondu misali sözde bir “sosyal lokal!” yapıyorlardı. Sosyal lokal dedikleri yapıt aslında bir sosyal lokal değil tam bir oyun salonuydu. İşin en ilginç tarafı da günümüzde bununla öğünülmektedir.

    1970-80 arası yıllarda Fenerbahçe’de sanki yeni bir devrim yapılıyor ve Kadıköy Grubu’nun liderleri olan Semih Bayülken ve Muhittin Bulgurlu ikilisi bu defa Fenerbahçe’yi sermaye gruplarının kucağına oturtuyorlar. Arkalarındaki kurşun askerlerin maddi çıkarlarını sağlayabilmeleri için gerekli olan parayı nasıl bulacaklardı ki! Bundan başka seçenekleri yoktu.

    Cankurtaran Dönemi

    Söz konusu bu devir Emin Cankurtaran ile başladı. Toplumun hemen hemen bütün kesimleri ile yakın ilişkisi olan Emin Cankurtaran kısa bir zaman içerisinde bu ikilinin bütün isteklerini yerine getirdi. Hatırlanacağı üzere o yıllar transfer işlerine yeraltı dünyasının adamları bile karışmışlardı. Bu yılların da sonunda devletin başında bu defa MC hükümeti bulunur. Yine Kadıköy Grubu özellikle bu hükümetin vurucu kanadı ile işbirliği içine girer ve de militanlarını kulübün içine sokarak onlara değişik görevler verirler.

    1980-90 arası yıllarda sermayenin Fenerbahçe’nin içinde koltuk kavgalarına başladığı görülür. Bir yandan da Fenerbahçe Kulübü hızla borçlanmaya girer, 1981 ‘de Fenerbahçe Kulübü’ne Ali Şen takımı ile beraber getirilir. “Oysa daha önce Ali Şen, Federasyon Genel Sekreteri iken olaylı bir Fenerbahçe-Altay maçı sonrası Fenerbahçe’ye verilen 2 maç saha kapatma cezasının altında imzası bulunduğu gerekçesi ile kulüpten ihraç edilmişti.”

    Görüldüğü gibi Şen’in başkanlığa getirilmesi ortaya böyle bir çelişkiyi de beraber getiriyordu. Ali Şen ve kabinesi kulübe büyük hava vermişlerdi. Ancak o yıllarda görülen lüzum üzerine Semih Bayülken ile Muhittin Bulgurlu’nun kulübe sokulmamaya kalkışıldığı zaman büyük bir gürültü kopmuştu. Sonunda Semih ve Muhittin ikilisi İkinci Başkan Ali Dinçkök’le flört edip onunla Ali Şen’e sokulmak suretiyle yönetimi dağıtmıştı.

    1987’de Semih Bayülken-Muhittin Bulgurlu ikilisi İstanbul Milletvekili Orhan Ergüder’in “Onu ben buldum, pamuklar içinde sakladım, büyüttüm” dediği Tahsin Kaya’yı başkanlığa getirirler. Kaya, Sahil Gazinosu’nda verilen bir yemekte Fenerbahçe’nin borçlarını ödemeyi kabullenince omuzlar üzerine alınarak otomobiline kadar götürülür. Ne var ki alışılmış olduğu gibi bu ikili giderek dışarıdan Tahsin

    Kaya’ya da birtakım baskılar yapmaya başlarlar. Bu baskılara kulak asmayan Kaya’yı “Diktatör oldu” gerekçesiyle başkanlıktan düşürmek için tezgâhlar kurulmaya başlanır.

    1987-88’de Semih Bayülken artık yaşlanmış ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Ancak yine de 35 yıl devam eden monarşisinin yıkılmaması için çaba gösterir. Ne var ki artık etrafında dostlar kalmamış, herkes kendisini yavaş yavaş terk etmeye başlamıştı. Taraftarlar da ondan bıkmıştı. Bu defa gücünü yine devam ettirmek için parti kuvvetine sığınmaya çalışır. Bu amaçla da Özal’ın önerisi üzerine Kadıköy Belediye Başkanı Osman Hızlan’ı başkan olarak lanse eder. Bu günlerde Kadıköy Grubu’nun dışındaki insanlardan Cihat Arman, Halit Deringör, Aziz Yılmaz, Semih Gölpınar aralarında anlaşarak bir demokratik cephe kurdular. İşin en ilginç yönü de 35 yıldan beri Semih Bayülken’in kanatları altında yaşayan Muhittin Bulgurlu da Kadıköy Grubu’nu terk eder ve demokratik cepheye girer. Görüldüğü üzere bu tam bir vefasızlık örneğidir. Sonuçta kongre kaybedilir. Hem ANAP listesi hem de Semih Bayülken tarihe karışırlar.

    Tahsin Kaya Dönemi

    Birleşik Grup da ikinci kez Tahsin Kaya’yı ekibi ile birlikte başkanlığa getirir. “Ancak kulübü ekonomik özgürlüğe kavuşturmak ve gerekli reformlan yapmak koşulu” ile… Nitekim bu ekip işe başlamadan Fenerbahçe’ye 1 milyar 750 milyon Türk Lirası hibe eder. Ne var ki bu vaatle yönetime gelen Tahsin Kaya ekibi giderek reform yerine kulübü yine aşiret biçimiyle yönetmeye koyulurlar. Onlar böyle iken dışarıdan onları yönetime getiren Birleşik Cephe’yi kuranlar arasında demokrasi açısından anlaşmazlık baş gösterir. Muhittin Bulgurlu’nun Fenerbahçe’nin topluma açılmasını istememesi karşısında demokrasi yanlısı Memduh Eren grubu Birleşik Cephe’den ayrılır.

    Birleşik Grup

    Dağılma üzerine Aziz Yılmaz ve Bulgurlu’nun başkanlık yaptıkları “Birleşik Grup” kurulur. Bu grup da dışarıdan Tahsin Kaya’ya devamlı baskılar yapmaya başlar. Bu baskılara dayanamayan Tahsin Kaya görevinin bitmesine 6 ay kala başkanlıktan istifa eder. Gerekçe olarak “Aziz ve Muhittin ikilisinin baskılarına dayanamadım. Beni yönetime getirirken Fenerbahçe’yi topluma açmama yardımcı olacaklarına söz vermelerine karşı sonradan tamamen ters bir davranış içine girdiler” der.

    1990’da Aziz Yılmaz ve Bulgurlu bu defa da Tahsin Kaya’nın ikinci başkanı Metin Aşık’ı yönetime getirir. Bu ikiliden Aziz Yılmaz da yönetime girer, Bulgurlu ise dışarıda kalır. Muhittin Bulgurlu huylu huyunca yine dışarıdan Metin Aşık’a birtakım baskılar yapmaya çalışır. Oysa Metin Aşık kulübe kendi cebinden 10 milyar liraya yakın para hibe ettiği gibi kulüp için mükemmel modern tesisler de yaptırmıştı. Aziz Yılmaz, Metin Aşık’tan çok memnun görünüyor ve onunla kader birliği yapıyordu. Metin Aşık’ı yemeye kararlı olan Muhittin Bulgurlu’nun bu defa Aziz Yılmaz’la arası bozuldu ve Birleşik Grup da 1. Birleşik Grup, 2. Birleşik Grup diye ikiye ayrıldı.

    Bugün de görüleceği gibi yönetimin bir kesimi Muhittin Bulgurlu’yu bir kesimi de Aziz Yılmaz’ı tutuyor. Özetle Fenerbahçe’nin başına gelen birtakım Humeyni tipi grup liderleri, kulübü, sosyal, siyasal ve koltuk kavgalarının odak noktası haline getirmiştir. Bu yüzden tapulu toprağını satıp çağın gerisine düşüp, üstelik de 30 milyar liralık borç sarmalına girmiştir. Buna karşın kulüp sayesinde ise ülkemizde güçlenmiş, isimleri sınırlarımızı aşmış birtakım kahramanlar oluşmuştur.

    Halit Deringör | 26 Ocak 1992 – Cumhuriyet Gazetesi

  • Ergun Öztuna Fotoğraf Albümü

    Ergun Öztuna Fotoğraf Albümü

    27 Mayıs 1956 tarihinde Milliyet gazetesini alıp, okumaya spor sayfasından başlayan Fenerbahçelilerin gördüğü ilk haber, Güneşspor karşısında alınan 5-3’lük galibiyet olsa da onları asıl heyecanlandıran şey, İzmirli Ergun’un Fenerbahçe ile mukavele yaptığını bildiren yazıydı. Fenerbahçe ve Türk futbol tarihinin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel’in başkanlığındaki Fenerbahçe, uzun uğraşlardan sonra Ergun Öztuna ile anlaşma sağlamıştı. İlerleyen senelerde “Puşkaş” lakabıyla anılacak olan futbolcu Fenerbahçe’de 1956’dan 1965’e kadar forma giydi. 1959, 1961 ve 1965 Türkiye şampiyonluklarını kazanan takımda 41 maçta attığı 15 golle, Fenerbahçe tarihinin unutulmazları arasına girdi. Jübilesi yapılmadı. Can Bartu, arkadaşını sırtında taşıdı. Şükrü Ersoy ise hemen yanlarındaydı. Yeşil sahalardan böyle ayrıldı Puşkaş Ergun. Sonra, Kadıköy’ün bir “bilen bilir” klasiği olan Dalyan maçlarında göründü. Sonra… Fenerbahçe unutmaz ama Fenerbahçeliler unutur. Onu da unuttular. Arada bir adı geçmiştir, arayanı soranı olmuştur, hiç şüphesiz. Fakat yetmez. Biz de “28 şampiyonluk hakkında bunca farkındalık (?) varken, bu zaferlerden üçünün altında imzası bulunan bir büyük futbolcuyu unutmak olmaz” dedik ve Ergun ağabey’in torunu Emir Uşan sayesinde bu albümü hazırladık. Devamının gelmesini ve en önemlisi sevgili kulübümüzün Ergun Öztuna’ya bir jübile yapmasını temenni ediyoruz. Ergun ağabey’in gollerine ve emeklerine saygıyla; huzurlarınızda Ergun Öztuna Fotoğraf Albümü!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    “Puşkaş” Ergun Öztuna

    Not : Yazının kapak fotoğrafı, Ergun Öztuna’nın Fenerbahçe’ye gelişinden sonra çekilen ilk görüntülerinden birisi olup, Ahmet Erol ile birlikte gözüktüğü bu resim, Milliyet fotomuhabiri Hikmet Tanıltan tarafından çekilmiştir.

  • Medeni Berk

    Medeni Berk

    Demokrat Partili Fenerbahçe Başkanlarının Sonuncusu

    Medeni Berk; Başbakan Yardımcısı ve İmar Bakanı, Fenerbahçe’nin Demokrat Partili son başkanı. Kısa sürecek başkanlığına stadın inşası görevini yerine getirmek için atanan, 27 Mayıs ile bunu yerine getiremeden sahneden çekilmek zorunda kalan bir “teknokrat”. Agah Erozan ile başlayan “Fenerbahçe’nin Demokrat Partili Başkanları” serimize Medeni Berk ile devam ediyoruz. Okul yıllarında başlayan cemiyetçilik serüveni, ilerleyen yaşında bile vazgeçmediği mesleği, tenise olan tutkusu, günümüzde halen varlığını sürdüren bir holdingin gelişmesinde oynadığı rol, siyasi tarihimizde silinmez izler bırakmış kişilerle tesadüfen kesişen yolu… Medeni Berk’in, Fenerbahçe’nin 24. Başkanının hayatı.

    Barış KENAROĞLU / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Medine

    Mehmet Medeni Berk, asker bir babanın dört çocuğundan biri olarak 1913 yılında Medine’de dünyaya geldi.  O yıllarda Arabistan topraklarında görev yapan bir Osmanlı Subayı olan Hamza Bey, oğlunun doğduğu şehrin Müslümanlarca kutsal olarak addedilmesinden etkilenerek ona “Medeni” ismini verdi.s

    Aslen Niğde’nin Çimeli köyü kökenli  olan Hamza Bey ailesinin Medine’den sonraki durağı İzmir oldu. Medeni Berk; ilk, orta ve lise öğrenimini bu şehirde tamamladıktan sonra İstanbul’da İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde   (İİTİA) üniversite hayatına başladı. Berk’in faal ve başarılı bir öğrenci olduğu, son sınıftayken, okulun “Talebe Cemiyeti Başkanı”  seçilmesinden anlaşılmaktadır.

    Medeni Berk, mezun olduktan sonra da cemiyet faaliyetlerine devam edecek; bu defa da merkezi Ankara’da bulunan “İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunlar Cemiyeti”nin yeni açılacak İstanbul şubesinde, “Daimi Temas ve Bağlılık Kolu” yöneticisi olarak görevlendirilecekti.  Üyeler arası iletişimi ve koordinasyonu sağlamanın esas olduğu bu iki görev, Berk’in hayatının sonuna kadar çeşitli cemiyetlerde alacağı görevlerin nüvesidir.

    “Benim Asıl Mesleğim Bankacılıktır”

    Medeni Berk’in 1936 yılında mezun olduktan sonraki ilk işi, Tekel İdaresi’nde muhasebe memurluğu  oldu. Bir süre bu görevi yürüttükten sonra, “asıl mesleğim”  diyeceği ve her ne kadar siyasi hayatı dolayısıyla ara verecek olsa da zirvede tamamlayacağı bankacılık kariyerine Ziraat Bankası’nda müfettiş olarak adım attı. Bankanın Mersin ve İzmir şubelerinde müdür olarak görev yaptı. İzmir’de görevliyken, DP’nin 1950 yılında iktidara gelişi ise kaderini değiştirdi. Başarılı bir bankacı ve faal bir idareci olarak, iktidara gelen yeni partinin dikkatini çekti ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne (TARİŞ) genel müdür vekili olarak atandı. 

    DP iktidarının ilk beş yılında tarımsal üretim kayda değer şekilde artış göstermişti. Hükümetin, dış kaynaklı kredilerden ayırdığı pay ile birlikte, sektöre yapılan yapısal yatırımlar ve iklim şartlarının olağanüstü etkisiyle açıklanabilecek bu üretim fazlalığı göz önüne alındığında, TARİŞ’in bu dönemde önemli bir işlevinin olduğu söylenebilir.

    Medeni Berk, kurumun üst yönetiminde bir yıl görev yaptı. Bu onun büyük çaplı bir devlet kurumunda genel müdürlük seviyesindeki ilk deneyimiydi. 10 Haziran 1951 yılında ise asıl mesleği olan bankacılığa yükseldiği pozisyonda geri döndü. Türkiye Emlak ve Kredi Bankası’nın (TEKB) genel müdürü oldu.  1957 Yılına kadar sürdürdüğü bu görev, kariyer yaptığı bankacılık ile birlikte, ülke ekonomisinin sonraki dönemlerde etkin bir faktörü olacak, inşaat sektörü üzerinde de uzmanlaşmasını sağlayacak; ona İmar ve İskan Bakanlığı ve sonrasında Fenerbahçe Başkanlığının yolunu açacaktır. Bankanın temel görevi ülkede planlı imar çalışmaları yapmak, gerektiğinde bunlara kredi sağlamak ve finansmanını planlamaktı. Bu bağlamda Berk ilk etapta İstanbul Kalamış ve Levent’te konut inşaatlarına başlanacağını duyurdu.

    Sözü edildiği gibi inşaat sektörü ülke için yeni bir sektördü. İktidara yeni gelen DP, elde ettiği kamuoyu desteğini kaybetmemek için kalıcı propagandatif unsurlar yaratmak istiyor, bunu da imar çalışmalarına başlayarak sağlamayı planlıyordu. Bu bağlamda Berk’in pozisyonu hayati bir önem kazandı.

    Medeni Berk’in yönettiği TEKB’nin en büyük projesi 1954 yılında eski adı “Baruthane” olan bölgeyi satın almasıyla başladı. Sonradan bölge halkı arasında yapılan oylama ile “Ataköy” adını alacak bölgedeki konutların temeli seçimlerden hemen önce 1957 yılında atılacaktı. Berk, sektördeki gelişmeleri izlemek ve gerekli bağlantıları kurmak için 1954 yılında Almanya seyahatine çıktı.  Burada yaptığı temaslar onu, devletler nezdinde Bonn ve Berlin’de yürütülen Türk-Alman ticari görüşmelerinde Türk heyetinin teknokrat bir üyesi haline getirdi.  Berk’in Almanya ile inşaat sektörü üzerinden kurduğu bağlantı DP’nin iktidarının ikinci yarısında 1956 yılında büyük miktarda bir kredi anlaşması ile sonuçlandı. Almanya’dan 75 milyon liralık yapı malzemesi ithalatı için gerekli kredi, Almanya’ya giden Berk tarafından sağlandı.  Berk’in yedi yıllık iş hayatındaki bu hızlı yükselişi ve başarısı ona yeni görevler verilmesine neden oldu. Cemiyetçilikteki tecrübesi de göz önüne alınarak Kızılay Yönetim Kurulu üyeliği için önerildi ve seçildi.  Aynı zamanda Berk, ilginç bir halef-selef hikayesini de içerisinde barındıran, Türkiye Tenis Federasyonu (TTF) Başkanlığı görevini de yürütüyordu.

    Oyun – Set – Maç

    Medeni Berk’in hayatında tenis sporunun özel bir yerinin olduğu açıktır. Berk, 1955-1975 yılları arasında tenis camiasının içerisinde sevilen bir kişilik olarak yer almakla kalmamış, çeşitli tenis kulüplerinin başkanlığını da yapmıştır. Bu dalda kariyerinin zirvesine TTF Başkanı olarak ulaşmıştır.

    Şüphesiz İmar Bakanı olması ve kulübün Menderes’e stadın inşası için yaptığı talep, Berk’in Fenerbahçe Başkanı olmasındaki en önemli etkendir. Bununla beraber, Berk’in cemiyetçiliğini spor yönetimi ile bir potada erittiği tenis yöneticiliğinin, Fenerbahçe Başkanlığına zemin hazırladığı söylenebilir. 

    TEKB’in Genel Müdürü Berk’in Tenis Federasyonu başkanlığına getirileceğine ilişkin haberler 1955 Haziran ayında basında yer almaya başladı. “Tenis camiasındaki olumlu çalışmalarıyla tanınan”  Berk, o zamanki yönetmelikler gereği Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından kendisine teklif edilen görevi kabul ederek görevine başladı.  Berk’in bu göreve gelmesi federasyonun işleyişi için önemli bir değişikliği de beraberinde getirmiş, uzun yıllardır İstanbul’da olan TTF’nin merkezi Ankara’ya taşınmıştır. Bu taşınmanın ardından Berk, bir görev daha aldı ve Ankara Tenis Kulübü’nün yönetim kurulu üyeliğine seçildi.  1957 yılında Federasyon’da önemli yapısal bir değişik oldu ve Masa Tenisi Federasyonu, TTF’den ayrılarak özerk bir yapıya kavuştu. Berk, bu yeni federasyonun da başkanı olmuştu. 

    Medeni Berk’in federasyon başkanlığı parlamentoya girmesiyle sona erse de, tenis sporundaki yöneticilikleri sona ermedi. Aynı zamanda Fenerbahçe Başkanı olarak görev yaptığı 25 Nisan 1960 yılında Tenis Eskrim ve Dağcılık (TED) Kulübü’nün fahri başkanı oldu.  Berk’in 27 Mayıs’tan sonra cezaevinden çıkışıyla yeniden başlayan yoğun iş hayatı, tenis yöneticiliğine on yıla yakın bir süre ara vermesine neden olacak, fahri başkanı olduğu TED’e 1974 yılında başkan seçilecekti.  TED’in 1946’dan beri aralıksız düzenlediği  İstanbul Tenis Turnuvası 1975 yılında uluslararası bir kimliğe kavuşacak ve onun döneminde ilk defa uluslararası puanlı bir turnuva haline gelecekti. 

    Halef – Selef

    Fenerbahçe ve Galatasaray’ın kuruldukları yıllarda başlayan rekabeti bugün yüz on yaşına ulaşmış durumda. Bu rekabet tarihinin içerisinde birçok ilginç hikaye ile olduğu da bir gerçektir. Bunlardan bir tanesi de iki arkadaş olan Medeni Berk ile Ulvi Yenal’ın 1957 yılındaki görev devir teslim hikayesidir.

    1908 yılında doğan Ulvi Yenal, Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra İİTİA’da öğrenim hayatına devam etmiştir. Medeni Berk ile tanışıklığı aynı okulda okumaları dolayısıyla üniversite yıllarına dayanmaktadır. Yenal, Galatasaray ve Milli Futbol Takımı’nın başarılı bir sporcusu olarak spor hayatının içerisinde yer almış; 1953 yılında Galatasaray Spor Kulübü’nde başkanlık yapmıştı.

    İkilinin halef-selef olarak yollarının kesişmesine Medeni Berk’in 1957 seçimleri ile parlamentoya girişi neden olmuştur. TEKB Genel Müdürü olan Berk, yasa gereği devlet memurluğundan istifa edince yerine atanan isim okul arkadaşı Ulvi Yenal’dır.  Bu atamayı konumuz kapsamına alacak kadar ilginç yapan ise peşi sıra gerçekleşen ikinci atama olmuştur. Berk’in milletvekili olmasıyla boşalan TTF’ye başkan olarak atanan isim yine Ulvi Yenal olacaktır.  Gerçekleşen bu iki atamada Medeni Berk’in etkisi olduğuna dair bir bilgiye rastlanmasa da, ikilinin okul yıllarına dayanan geçmişlerinin bu olasılığı kuvvetlendirdiğini söyleyebiliriz.

    Emrivaki

    DP, 1957 seçimlerine üzerindeki iktidar yorgunluğunu hissederek ve 1954 seçimlerinde Türk siyasi tarihinde alınan en yüksek oy oranına bir daha yaklaşamayacağını bilerek girdi. Parti puan kaybediyor, muhalif unsurlar ve ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) toplum üzerindeki etkisini arttırıyordu. Şüphesiz bu durumun farkında olan Adnan Menderes’in, yaklaşan seçimlere yeni bir planla girmesi normaldi. Bu plan seçimlerden sonra oluşturmayı planladığı İmar ve İskan Bakanlığına, politikadan gelen bir bakan yerine teknokrat bir ismi getirmekti.

    Bu doğrultuda, hem finans hem de inşaat sektöründe faaliyet gösteren devlet bankası TEKB’nin Genel Müdürü Berk, kendi deyimi ile bir “emrivaki” sonucu milletvekili adayı yapıldı:

    “Siyasi hayata atılışım da çok ani olmuştur. Siyasi hayata atılmadan önce de hiçbir partiye mensup olarak çalışmamışımdır. Kaldı ki benim formasyonum da politikacı değildir. Mesleğim hep ağır basmıştır. 1957 senesinin bir gece yarısı Adnan Menderes’in emrivakisi ile siyasete girdim. O güne kadar partiye kayıtlı bile değildim. İtiraz edecek oldum, ‘listeler seçim kuruluna verildi’ dediler. İdarecilik mesleğim nedeniyle halk beni Halk Partili zannediyordu” 

    Her ne kadar Berk tarafsız bir devlet memuru olarak gözükse de, görevi ve konumu gereği doğrudan Hükümetin emrinde çalışıyor ve verilen direktiflerle hareket ediyordu. Nitekim 1989 yılında kendisi ile yapılan bir röportajda şöyle diyecektir :

    “Dönemin Başbakanı rahmetli Menderes, Türkiye Emlak Kredi Bankası’nın halkı konut sahibi yapması için devletin ve devlet kuruluşlarının büyük arsaları satın almasını emretmişti. Benim genel müdürlüğüm sırasında Ataköy’deki 4 milyon metrekarelik araziyi 60 milyon liraya satın almıştık.” 

    Hiçbir partiye üye olmama/olamama durumunu, 1988 yılında yaptığı açıklamada tarafsızlığını kanıtlamak için ortaya koymuş olsa da; bu durumun isteğe bağlı olmayıp, yasa gereği bir zorunluluk olduğu ortadadır. Nitekim Berk, 27 Ekim’de yapılacak seçimlerden kısa bir süre önce görevinden istifa etmiş  ve Niğde’den milletvekili adayı olarak girdiği seçimi kazanarak XI. dönem milletvekilleri arasında yerini almıştır. Seçimler sonucunda, önceden tahmin edildiği gibi, 1954 seçimleri sonrasında iki başat parti arasında açılan makas daralmış, DP’nin %47,87’lik oy oranını, CHP’nin aldığı %41,09’luk oy oranı izlemiştir.

    Menderes’in Yakın Çalışma Ekibinde

    Hükümet kurma çalışmalarına başlayan Menderes’in bu dönemde yanından ayırmadığı isim Medeni Berk’tir.  Berk artık Menderes’in yakın çalışma ekibi içerisindeydi. Seçimden sonra başlayan hükümeti kurma çalışmalarının tamamlanmasının ardından, 23. Cumhuriyet Hükümeti, Başbakan Menderes tarafından 25 Kasım 1957’de kuruldu. Planlandığı gibi Medeni Berk İmar ve İskan Bakanı olmuştu. TBMM’de hükümet programını okuyan Menderes’in, “Memleketimiz yollar, köprüler, limanlar, sulama tesisleri, enerji santralleri, havalimanları gibi sanayinin, tarımın, kısacası vatan savunmasının yüzde yüz ihtiyaç duyduğu temel yatırımlarla donatılmıştır. (….) Daha birçok tesis ve eserler ya bitmek üzeredir ya da bitmeye çok yaklaşmıştır. Bunların da hizmete girmesi halinde hissedilecek ferahlığın derecesini tahmin etmek zor olmasa gerektir.”  ifadesi, onun imar çalışmalarını ülke savunması ile eşdeğer görecek kadar önemsediğini ortaya koymuştur.

    Berk’in başında olduğu bakanlık bu dönemde henüz resmen kurulmamıştı. Bu tezat, bir ayı aşkın bir süre daha devam edecek, 27 Aralık 1957’de bakanlığın teşkilat kanunu hazırlanacak  ve 1958 yılının ilk günlerinde ise resmi kuruluş gerçekleşecekti.

    Berk’in başında olduğu bakanlık; Bursa, İzmir, Erzurum, İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerin imar planları üzerinde yeni düzenlemeler yapmak için çalışmaya başladı. Bu arada Berk, Başbakan’ın yakın çalışma ekibindeki yerini koruyor ve Ege Bölgesi’ne yapılan gezide Menderes’in yanında yer alıyordu.   Subaylar için yapılan 432 hanelik lojmanın teslim töreninde bizzat yer alan Berk, “Ucuz konut davasının yakın zamanda gerçekleşeceğini” de söylüyordu. 

    Menderes’in imar faaliyetleri içerisinde en önemsediği şüphesiz İstanbul Boğazına yapılacak köprüydü. Bu inşaatın planlanması için Berk’ten brifingler alıyor, aynı zamanda otel inşaatlarının hızlandırılması için direktif veriyordu.  Boğaz Köprüsü’ne Menderes’in verdiği önemi hatırlatan Berk, 1980 yılında şu açıklamayı yapacaktır:

    “Yazık oldu Menderes’e! Her zaman ağzından Boğaz Köprüsü’nün yapıldığını görmeden Allah canımı almasın dileğini eksik etmezdi.” 

    İmar

    DP’nin son üç yılında ülkede inşaat üzerinden bir propaganda yürütüldüğü ortadadır. O kadar ki, Başbakan Menderes ve İmar Bakanı Berk Adana’yı ziyaretlerinde Mimar Sinan’ın kastedildiği “Koca Sinan’ın Halefi Menderes” pankartıyla karşılanacaktır.  Gerileyen ekonomik değerler, partideki iktidar yorgunluğu ile birleşince muhalif unsurlara baskıların artmasına neden olmuş; parti, kamuoyundan destek bulmak için imar faaliyetlerini propaganda öğesi olarak kullanmaya başlamıştır. Bu görüş muhalefet tarafından da birkaç platformda dile getirilmiştir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen ‘İmar ve İskan Haftası Konferansı’nda İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Feyyaz Köksal, “İmarın günlük siyasete alet edildiğini” söyledikten sonra  Medeni Berk ile aralarında kısa süreli bir tartışma bile yaşanmıştır.

    TBMM’de de hükümetin yürüttüğü bu faaliyetler zaman zaman eleştirilmiş, bu eleştirilere karşılık Berk’in cevabı “İmara moda olsun diye girişilmemiştir. İmar gelişen şartların doğal bir neticesidir” olmuştur.  Muhalefetin eleştirilerinin temelinde imar çalışmalarının köyler yerine şehirlerde başlamasıydı. Nitekim uzun vadede muhalefet eleştirilerinde haklı çıkacak; plansız imar, büyükşehirlere göçe neden olacak, tarımsal üretim zayıflayacak ve ekonomik gelişim yalnızca inşaat sektörüne endekslenecekti.

    Politik Zirve

    Medeni Berk, genel müdürlük yaptığı yıllarda olduğu gibi bakanlığı döneminde de yurtdışı ile olan temaslarını sürdürdü. Berk, bakan olarak ilk yurtdışı seyahatini Londra’ya yaptı.  Londra’da inşa edilen yeni mahallelerin planlarını inceleyen Berk, kısa süre sonra Batı Almanya’nın başkenti Bonn’a gitti ve Ekonomi Bakanı Ludwig Erhard ile bir dizi görüşme yaptı.  Alman Bakanın iade-i ziyareti ise İzmir Enternasyonel Fuarı’nın açılışında gerçekleşti.  Berk, bu dönemde Menderes tarafından kurulan Ekonomik Koordinasyon Kurulu’nun da üyesiydi. Başbakan, onun ekonomi bilgisinden de yararlanmak istiyor; hükümet, tüm gücüyle, bozulan ekonomiyi düze çıkarmak için çareler arıyordu. Berk, Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın toplantılarına, Merkez Bankası ve Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT) genel müdürleri ile birlikte katılıyordu.

    Berk’in politik yaşamının zirvesine 11 Aralık 1959 yılında yapılan kabine değişikliği ile ulaştı. Menderes, yakın çalışma grubundaki İmar Bakanını ikinci adamı yapmaya karar verdi. 27 Mayıs’a kadar taşıyacağı bu unvan ile Berk’in verdiği siyasi hayatının ilk ve tek politik demeci ülke gündemine bomba gibi düşecek, bu demeç aylar sonra Yassıada’da yargılanırken avukatları tarafından savunmasına bile eklenecektir.

    Medeni Berk, 27 Mayıs’tan tam iki ay önce, ülke artık darbe zemininde ilerlerken İzmir’e bir seyahat gerçekleştirdi. Çeşitli kurum ve kuruluşlarının müdürleri görüşmeler yaparak, iş adamlarından partisi için destek istedi.  Bu ziyaret sonrasında Berk’in “Seçim İlkbaharda, seçimin yaklaştığı açıkça görülmektedir. Artık elle tutulur hale gelmiştir”  açıklaması gündemi sarstı.

    Her ne kadar sonraki gün açıklamasının yanlış anlaşıldığını ileri sürse de, bu durum, siyasiden çok bir teknokrat olan Berk’in üzerinde toplumsal bir baskı olduğunun açık bir göstergesiydi. Bir anlamda Berk’in siyasi hayatı Yassıada öncesinde bu demeçle fiilen bitmiştir. Sırada ajandasında yer alan bir diğer konuyla, Fenerbahçe ve onun inşa edilmesi gereken stadıyla ilgilenmek vardı.

    Fenerbahçe Stadı

    Medeni Berk’in Fenerbahçe başkanlığına atanması ile sonuçlanan olaylar 1959-1960 futbol sezonunun ikinci yarısı ile başladı. Kulübün neredeyse tüm branşlarda elde ettiği 9 şampiyonluğa, futbol takımının Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda tur atlamasına rağmen; aynı turnuvada üçüncü maçta kaçan ikinci tur şansı ve sonrasında ligde sergilediği inişli-çıkışlı grafik, kulüp içerisinde muhalefetin sesini yükseltmesine neden oldu. Fenerbahçe, tarihinin en başarılı sportif dönemlerinden birini yaşamış olsa da, muhalif gruplar daha 1959 kongresinde, mevcut başkan aynı zamanda TBMM Başkanvekili Agah Erozan’a eleştirilerinin merkezine “çok para harcanıyor” önermesini koymuşlardı.

    Muhalifler, sahada işlerin kötüye gitmesiyle de Agah Erozan’ın yerine yeni bir DP’li başkan adayı aramaya başladılar.  Yıllardır yılan hikayesine dönen stadın inşası konusu çözülmesi gereken en büyük sorundu. O güne kadar birçok başkan adayının bir numaralı seçim vaadi artık gerçek kılınmalıydı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre  stat sorunu öyle bir hale gelmişti ki, artan inşaat maliyetleri dolayısıyla stadın yapımı artık kulübü yönetmeye talip olanların vaatleri arasında bile değildi.

    Politik görüşleri farklılık gösteriyor olsa da kulübün sağlayacağı faydayı göz önünde bulunduran muhalif gruplar, Başbakan Menderes’in kapısını çalmadan önce birkaç DP’li milletvekilini başkan adayı olarak ortaya atıp adeta nabız yokladılar. Basında haber olan bu milletvekillerinin Fenerbahçe’nin stat sorununu çözemeyeceği ortadaydı.

    Bu aşamada kulüp içindeki muhalefet dinamiklerini hızlandıran bir gelişme daha oldu. Önceleri söylenti olarak başlayan ve toplantılarda dile getirildiğinde kimsenin inanmadığı , Galatasaray’ın Fenerbahçe Burnu’nda bir arazi alarak buraya bir tesis yapacağı haberinin gerçek olduğunun anlaşılması ile muhalefet grubu Ankara’yı ziyaret kararı aldı. Galatasaray Başkanı DP’li Sadık Giz’in yalnızca bir milletvekili olmasına rağmen kulübüne Fenerbahçe semtinde  bir tesis kazandırması, Fenerbahçe Stadı’nın inşa edilmesini kulüp için bir zorunluluk haline getirmişti.

    Fenerbahçe heyeti 23 Ocak 1960’da Başbakan Menderes’i makamında ziyaret etti. Toplantıda yer alanlardan biri de Başbakan Yardımcısı Medeni Berk’ti. Fenerbahçe heyeti stat sorununun çözmek için Menderes’in yardımına ihtiyaç duyduğu kadar, projenin teknik bir kişi tarafından yönlendirilmesi gerektiğinin de farkındaydı. Bu bağlamda TEKB Genel Müdürlüğü ve İmar Bakanlığı geçmişi dolayısıyla Berk’in başkan olması için Başbakandan “izin istendi”  Medeni Berk böylece Fenerbahçe’nin başkanlığına atanmış oldu.

    Fenerbahçe heyetinin ziyareti, ertesi günün gazetelerinde Menderes’in ağzından “Stad işinizi olmuş sayın, Fenerbahçeliler müsterih olsunlar” demeciyle duyuruldu.  Başkan adayı olarak Medeni Berk ismi ise ziyaretten beş gün sonra gazetelerde yer aldı.  Şubat ayında; belediye başkanı, banka müdürleri tarafından kurulan komite stadın inşa maliyetini 6 milyon lira olarak belirlerken , Medeni Berk Fenerbahçe kulübüne üyelik için resmi başvurusunu yapıyordu. 

    Ve Kongre

    Kongre tarihi olarak seçilen 6 Mart yaklaşırken muhalefet grubu, aday olmamaya ikna etmek için Başkan Erozan’ı ziyaret etti. O ziyarette yer alan ve kongrede Medeni Berk’in listesinden seçime girse de seçilemeyecek olan Avukat Sadun Erdemir; Agah Erozan’a stadın bir an evvel yapılması için Medeni Berk’in başkan olması gerektiğini uygun bir dille anlatıp, aday olmamasını istediklerini anlatır.  Stat konusunda yapılan açıklamaya ve Menderes’in Medeni Berk ismine yaptığı açık yönlendirmeye rağmen Erozan’ın cevabı olumsuz olur.

    Başarısız bu girişim muhalefetin seçimi kazanacaklarına olan inancından bir şey götürmemişti. Muhalif Kadıköy Grubu’nun sözcüsü Semih Bayülken gazetelere şu açıklamayı yaptı: “Kongreyi kazanacağımıza eminiz. Çünkü üç yüz elli azamız var. Esasen bu topluluk bugünkü idare heyetinin tutumunu beğenmediğini fevkalade kongre talebiyle zaten ifade etmiştir.” 

    Böylece kongrede iki DP’li adayın yarışacağı kesinleşmiş oldu. Kongreye üç gün kala kulisler hareketlendi. Muhalif grubun Menderes’le yaptığı görüşmede sözcülük yapan Rüştü Dağlaroğlu, Erozan tarafına geçerek iktidar listesine girdi.  Kongre Kadıköy Süreyya Sineması’nda yapıldı. Erozan’ın, İsmet Uluğ, Raif Dinçkök, Rüştü Dağlaroğlu, Müslim Bağcılar’dan oluşan listesine karşı; kongreye katılan 388 üyenin 379’unun oyunu alan Medeni Berk ve listesi seçildi.

    Kongre konuşmasının sonunda partili rakibini onore eden Erozan, “Oylarınızı seve seve Medeni Berk’e verin” demiş , kongre sonrasında da “Fenerbahçe’ye hizmet etmek için idareci veya başkan olmak şart değildir. Her zaman ve her yerde hizmete hazırız. Yeni idare heyetine başarılar diliyorum. Fenerbahçe’ye hizmet etmenin zevki büyüktür.”  diyerek rakibini kutlamıştır.

    7 Mart’ta toplanan Yönetim Kurulu aralarındaki görev paylaşımını şu şekilde gerçekleştirdi:
    Medeni Berk –  Başkan
    Hasan Kamil Sporel – İkinci Başkan
    Fikret Kırcan – Genel Kaptan
    Faruk Ilgaz – Genel Sekreter
    Talat Ataman – Muhasebeci
    Kemal Atakul – Veznedar
    Fahri Atabey, Bülent Büyükyüksel, Müzdat Yetkiner – Üyeler.

    İki Farklı Görüş

    Medeni Berk’in seçilir seçilmez ilk işi tahmin edileceği gibi stat inşaatını ele almak oldu. Seçimden sonraki gün yapılan yönetim kurulu toplantısının sonunda Berk, TEKB Genel Müdürüne stat projesi üzerinde çalışması için direktif verdi.  Berk, toplantı sonunda Başbakan Menderes’ten de randevu alarak, zaman geçirmeden projeye başlamak için önemli bir hamle yapmıştı.

    Fenerbahçe Yönetim Kurulu, Berk başkanlığında 8 Mart’ta Park Otel’de Menderes’i ziyaret etti. Menderes görüşmede 50.000 kişi kapasiteli bir stadın ve kulüp lokalinin inşasına hemen başlanması için talimat verdi.  Görüşme, Menderes’in 10 Mart stadı ziyaret etmeye karar vermesiyle sona erdi.

    Fenerbahçe yönetim kurulu 9 Mart gününü kulüp merkezinde geçirdi. Menderes’in sonraki gün stadı ziyareti öncesi proje üzerinde çalışmalar yapıldı. Bu arada TEKB’in uzmanlara yaptırdığı incelemenin sonuçları hızla kulübe ulaşmış, stadın mevcut yerinde inşa edilmesi görüşü, arsasının satılarak buradan elde edilecek finansmanla Fikirtepe’de alınacak bir arsaya stat ve spor tesisi yapılması görüşünün gölgesinde kalmıştı. Uzmanlar, Fikirtepe’de yeni bir stat yapılmasını daha uygun görüyor , sonraki yıllarda kulüp başkanı olacak o günün yönetim kurulu üyesi Faruk Ilgaz da bu görüşü destekliyor,  hatta projenin sunumunu Medeni Berk’e bizzat yapıyordu.

    Stadyum Yerinde Kalıyor

    Fenerbahçe’nin heyecanla beklediği Menderes’in stadı ziyareti, Başbakan’ın “çıkan bir işi” dolayısıyla gerçekleşmedi.   Kamuoyunun konuya olan ilgisi, Başbakanın gerçekleşmeyen ziyareti sonucunda azalmış olsa da, Fenerbahçe camiası kendi içerisinde ortaya atılan iki görüşü tartışmaya başladı.

    27 Mayıs’ın ayak seslerinin duyulmaya başlandığı Nisan ayının 15’inde toplanan Yönetim Kurulu, Kulüp Danışma Kurulu’na konu ile ilgili fikirlerini belirtmelerini isteyen birer mektup göndermeye karar verdi. Bu arada iki görüşün detayları da netleşmişti.

    İlk görüş şuydu: “Mevcut Stadın genişletilmesi ve ahşap kapalı tribünün yerine daha fazla seyirciyi alabilecek betonarme bir tribün inşa ettirilmesi.”

    Buna karşı öneri sürülen ikinci görüş ise “Fikirtepe’de bütün tesisleri ihtiva eden bir spor sitesi inşa edilerek, mevcut stadın yeni stat inşa edilinceye kadar kullanılması ve müteakiben satılması.” 

    İki görüşün çarpışmasından ilk görüş galip çıktı. Faruk Ilgaz, yönetim kurulu içerisinde bile ikinci görüşü savunurken yalnız kalmıştı. Ilgaz yıllar sonra konu ile ilgili şu açıklamayı yaptı: “Bu teklif kulüp üyelerince iyi karşılanmadı. Özellikle eski üyeler birçok hatıralarının bulunduğu bu stadın satılması fikrine karşı çıktılar.” 

    Uzmanların ortaya koyduğu projeye karşın, futbolun İstanbul’a geldiği andan itibaren kesintisiz olarak oynandığı statlarındaki geçmişlerinden vazgeçmek istemeyen üyelerin görüşlerinin öne çıkması, yaklaşan 27 Mayıs öncesi ülkenin içinde bulunduğu kriz günleri stat meselesinin rafa kalkmasına neden olacak; Fenerbahçe, Papazın Çayırı’nda kalacaktı.

    İki Başkanlı Sezonun Sonu

    1959 – 1960 sezonu fiilen iki başkanlı bir sezondur. Agah Erozan’ın yönetiminde başlayan sezon Medeni Berk’in yönetiminde sona ermiştir.

    Stadı inşa etmesi için getirildiği başkanlık görevi sırasında Medeni Berk’in kulübün sportif faaliyetlerine herhangi bir katkısı ya da müdahalesi olmadı. Futbol şubesi karışıklıklar içerisinde girdiği sezonu, 27 Mayıs’ın gerçekleşmesinden iki hafta sonra oynanan ligin son maçında 1-0 yenildiği Beşiktaş’ın ardından 5 puan farkla ikinci sırada tamamladı. Medeni Berk’in başkanlığı altında sezonun kalanında toplamda 12 maç yapan futbol takımı, bu maçlarda; 6 galibiyet, 3 mağlubiyet ve 3 beraberlik aldı. Attığı 22 gole karşılık kalesinde 16 gol gördü. Berk, başkanlığı döneminde derbi galibiyeti göremedi.

    Medeni Berk, 9 Mart 1960’da stat projesi için kulüpte yapılan toplantıdan sonra futbol takımıyla tanışmış ve daha önceden Ankara’dan tanıdığı “Mikro” Mustafa Güven ile bir süre sohbet edip, başarılar dilemişti. Bu Berk’in futbol takımı ile olan ilk ve tek teması olarak kayıtlara geçti. 

    Medeni Berk’in yönetimindeki Fenerbahçe’nin şampiyon olan takımları, Kadınlar Voleybol ve Atletizm takımları oldu. Fenerbahçe’nin kadın voleybolcuları hem İstanbul hem Türkiye şampiyonu olarak sezonu tamamladılar. Basketbol Erkek takımı İstanbul ikincisi olduktan sonra, Federasyon kupasını kazanarak katılmayı hak kazandığı Türkiye şampiyonasını beşinci sırada tamamladı. Basketbol Kadın ve Boks takımları İstanbul şampiyonalarında ikinci oldular.

    Kaynaklarda geçen, Medeni Berk’in Fenerbahçe’yi tribünden izlediği tek maç 16 Mart 1960 Dolmabahçe Stadı’nda oynanan İstanbulspor maçıdır.  Bir önceki hafta İzmir deplasmanında puan kaybedilmesinin ardından 2-1 galip gelinmesine rağmen, oynanan kötü futbol tribünlerde homurdanmalara sebep olmuştu. Maç çıkışı protokol girişinde Fenerbahçeli taraftarlar ile karşılaşan Medeni Berk, bir taraftarın “Fenerbahçe’yi Vatan Cephesi’ne (VC) benzettiler” sataşması üzerine sözün sahibini bir süre bakışlarıyla aramış, daha sonra stadyumdan ayrılmıştı.

    Cephe ve Son Dokunuş

    Ülke bu dönemde DP’nin VC’yi hamlesiyle giderek daha da kutuplaşıyordu. Partinin “vatanseverler” kişileri üye olmaya çağırdığı bu sivil toplum örgütlenmesinin gerçekte hiçbir faaliyeti yoktu. Devlet Radyosu’nun haber bültenlerinde cepheye katılan yeni üyelerin isimleri okunuyor, bu eylem çoğu zaman da tutarsızlıklarla dolu oluyordu. DP’nin sokak örgütlenmesi VC, işte bu maçtan sonra sıradan bir Fenerbahçe taraftarı tarafından ironik bir biçimde eleştiriliyordu. VC, Medeni Berk’in Yassıada’da yargılandığı davalardan birinin konusu olacaktı.

    DP iktidarının sona yaklaştığı günlerde Medeni Berk’in kulüple zaten az olan ilgisi iyice kesildi. Maçtan beş gün sonra Medeni Berk, 1928–1938 yılları arasında Fenerbahçe kalesini koruyan Necdet Erdem’e futbol takımının menejerliğini teklif etti. Erdem tarafından kabul edilen bu teklif Berk’in Fenerbahçe’ye son dokunuşu oldu.

    Darbe ve Kongre

    27 Mayıs ile beraber Fenerbahçe bir yönetimsel boşluğun içine düştü. Mevcut başkanının da içinde olduğu 3 başkanı tutuklanmıştı. 1 Haziran’da toplanan Yönetim Kurulu, Medeni Berk’i başkanlıktan azletmedi.  Bu şekilde müdahaleye açık bir destek vermek istemiyorlar, yaşanacak gelişmeleri bekliyorlardı.  Toplantının sonunda basına yapılan açıklamada “Esasen kendisi idare heyeti toplantılarımıza gelmemekte ve müzakereler İkinci Reis Hasan Kamil Sporel riyasetinde cereyan etmektedir” açıklaması yapıldı. Buna göre Medeni Berk’in başkanlığının akıbetine yönetim kurulu değil kongre karar verecekti. 

    Yönetim Kurulu 26 Haziran’da kongre yapılmasını kararlaştırdı. Kongreye katılım düşük oldu. Kulübün 1960 yılında kongreye katılmaya hak kazanmış 600 üyesi olmasına rağmen, sadece 290 üye yeni başkanı ve yönetim kurulunu seçmek için oy kullandı.  Medeni Berk’in yokluğunda ikinci başkan olarak yönetim kuruluna başkanlık yapan Hasan Kamil Sporel, Fenerbahçe’nin yeni başkanı seçilerek görevi devraldı. Böylece Fenerbahçe’nin siyasetle en sıkı ilişkilerini kurduğu DP’li başkanlar dönemi sona ermiş oldu.

    Yassıada’da Bir Teknokrat

    Askerler 27 Mayıs gününe başladıklarında Medeni Berk bir arkadaşının evinde ailesiyle birlikte yemek davetindeydi. Sokaktaki hareketlilikten, günlerdir yaklaşmakta olan askerin ayak seslerinin artık kapısının önüne geldiğini anlayınca teslim oldu  ve hemen tutuklandı. Diğer partililerle beraber yargılanmalarına kadar geçen süreyi doldurmak için Yassıada’ya gönderildi.

    Memuriyetten gelen bir teknokrat olması ve siyasete henüz 2,5 yıl önce atılmış olması Yassıada’da bazı DP’lilerin karşılaştığı kötü muamelelere maruz kalmasını bir anlamda engelledi. Bölümün devamında da görüleceği üzere Medeni Berk bu iki argümanı mahkemedeki savunmasının merkezine oturtacaktır.

    Yassıada’daki tutukluluk günlerini eşi Mukadder Hanım ile olan mektuplaşmalarından anlaşıldığı üzere, çalışma hayatının bir prensibi olarak belirlediği, erken kalkarak ve kitap okuyarak geçiriyordu. Medeni Berk’in hapis hayatında eşine yazdığı mektuplardan bazı bölümlerin, hem adadaki yaşamını hem de içinde bulunduğu ruh halini yansıttığı için buraya eklenmesinin uygun olduğu düşüncesindeyiz.

    “Hep arkadaşlarımın hanımları yazdı, evlerini aramışlar ve bazı şeyler almışlar. Benim teyp bantlarımın ehemmiyeti yok. Gül (kızı) üzülmüştür, ehemmiyet vermesin, yine iyisi olur… Burada nisbi bir sükûna girdik. Her gün okuyor ve okuyoruz”

    “Dostlar, hakiki dostlar ve iyi gün dostları kim bilir nasıl belli olmuştur? Hiçbirine aldırma, sen yine çalışma zevkiyle bana güven. Artık sade senin ve kızım için çalışacağım. Enayi gibi tatillerimi, dinlenme günlerimizi harcamışız. Şimdi seni ve kendimi çam ağaçlarının altında veya kızgın bir denizin ortasında görüyorum. Bir hayal bile olsa ümit ediyorum. İyi dostlarımızı iyi tanı da, biz de hakiki insanları unutmayalım

    “Çok erken kalkıyorum, yatağımdan, kalkmadan biraz vakit geçiriyorum. Sen daima erken kalkıp çalışmaya başlamamdan şikayetçisin. Hakikaten durabilir miyim, çalışmayabilir miyim, zannetmiyorum.” 

    “İşler inşallah düzelecek, ben her geçen gün daha ümitliyim. Gazeteler bile bana bir çamur sıçratmamaya gayret ve itina ediyor. Olsa idi çoktan ipliğimiz pazara çıkardı”

    İddialar

    Medeni Berk mektuplarında her ne kadar gazetelerde kendisi hakkında suçlayıcı haber ya da yorumlar çıkmadığından bahsetmiş olsa da Yüksek Adalet Divanı (YAD) önüne çıkacağı tarih yaklaştıkça ismi sütunlarda yer almaya başladı.

    27 Mayıs taraftarı gençlerin yaptığı gösterilerde “Medeni Berk, dolarları etti terk” pankartının yer alması gazetelere haber oldu.  Sonraki günlerde “yüz binlerce lira” maliyetle döşenmiş makam odasının ihtişamından bahsedildi. 

    Ege Bölgesi’nde faaliyet sürdüren bazı işadamlarını zorla VC’ye kaydettirdiği, buna karşı çıkanları da ekonomik olarak baskı aldığına ilişkin iddialar sözü edilen işadamlarıyla röportajlar gazetelerde yer aldı. Altan Öymen 2013 yılında piyasaya çıkan anılar serisinin 4.kitabı “Ve İhtilal”de, İş insanı Vehbi Koç’a Medeni Berk tarafından yapılan “CHP’den istifa et ve DP’ye katıl” baskısını dile getirdi.

    Medeni Berk aynı zamanda devlet bankalarından VC’ye zorla bağış istemekle suçlanıyordu. Nitekim Berk, yargılaması sırasında bağış istediğini kabul edecek ancak bunu “kurumlarının iç tüzüğü izin veriyorsa” yapmalarını istediğini söyleyecektir.

    Bazılarının gerçekliği tartışılabilir olan bu haber ve yorumların en dikkat çekici olanı ise CHP lideri İsmet İnönü’nün öldürülmesi ve gösteri yapan öğrencilere daha fazla şiddet uygulanması için verdiği talimatın kaydedildiği ses bantlarının ele geçirildiğine ilişkin olanıydı.  Medeni Berk, duruşmalar başladıktan sonra mahkemede dinlenen bu ses kayıtlarının kendisine ait olmadığı iddia etti. Mahkeme kararlarında bantlarda yer alan konuşmalarla ilgili bir hükme rastlanılmaması Berk’in iddiasının doğruluğunu kanıtlayacaktır.

    Mahkeme

    Medeni Berk, YAD’da, “İpar”, “Gemi” , “Vatan Cephesi” “Arsa-İstimlak” ve son olarak da “Anayasayı İhlal” davalarında yargılandı. İpar, Arsa-İstimlak ve Vatan Cephesi davalarında suçlu bulundu ve toplamda 15 yıl hapse çarptırıldı.

    Berk bu davalarda yaptığı savunmalarda kendisine verilen görevleri Adnan Menderes’in emirleri doğrultusunda yaptığını ısrarla vurguladı. Anayasa’yı İhlal Davası’nda ise kendisine itham edilen suç “Adnan Menderes’in dikta politikalarına hükümet üyesi derecesinde iştirak etmiş olmak”tı. Üç numaraları sanık olarak yargılandığı bu son davada hakkında verilen hüküm ise müebbet hapis oldu. Karar açıklandığında derin bir nefes alıp vermesi ise mahkemeyi izleyenlerin dikkatinden kaçmadı. 

    Medeni Berk’in Yassıada’da avukatlığını yapan iki isimden biri sonraki yıllarda Türk siyasetinde önemli rol oynayacak, parti başkanlığı, TBMM Başkanlığı gibi görevler yürütecek olan Hüsamettin Cindoruk’tu. Cindoruk’un yaptığı savunmanın giriş kısmı; Berk hakkında yaptığımız değerlendirmelerin bir özeti niteliğindedir.

    “Medeni Berk, Başvekil Yardımcılığı’na uzun yıllar süren politik hayatının sonunda varmamıştır. Bu mevki devlet hizmetinin çeşitli kademelerinde başarılı bir idarecilik hayatından sonra 2,5 yıl içerisinde geldiği bir mevkidir. Üç numaralı sanık olması davanın protokol sırasına göre açıldığının göstergesidir. Diğer sanıklara meclisteki konuşmaları ve faaliyetleri üzerinden suçlama yapılırken aynı durum müvekkilim için geçerli değildir. 1957 Yılında seçime girdiğinde Demokrat Parti üyesi bile değildir. Seçildikten sonra da meslek hayatının devamı niteliğinde teknik bir bakanlığa atanmıştır. (…..) Medeni Berk, siyasi tansiyonun gergin hale geldiği bir tarihte Mart 1960’da İzmir’de seçimlerin ilkbaharda yapılacağı müjdesini gazetelere vermiştir. Bu onun 2,5 yıllık siyasi hayatının tek siyasi demecidir. Bu demeç içerik itibariyle haber verme amacı taşısa da aynı zamanda bir seçim temennisi niteliğindedir. Seçim isteyen ve müjdeleyen bir politikacının diktaya gidişin faili olacağını kabul etmek imkansızdır.”

    Medeni Berk kendisine verilen ömür boyu hapis cezasını tamamlamak için arkadaşlarıyla beraber Kayseri Cezaevi’ne gönderildi. Berk’in hayatının, sağlık sebepleri tahliye edilmesine kadar sürecek, Yassıada davalarına dahil edilmeyen çeşitli davalarla yargılandığı bir dönem başladı.

    Kayseri’de Beraat Yılları

    Medeni Berk, Kayseri Cezaevi’ndeyken Yassıada’da sonuca bağlanmayan “Görevi Kötüye Kullanma” ve “Sebepsiz Zenginleşme” davalarına İstanbul’da devam edildi.

    Berk, TEKB Genel Müdürü iken bankaya bağlı şirketlerden DP’ye usulsüz para toplama yoluyla partiye çıkar sağlamakla da suçlandı. Başbakan Yardımcısı iken devlet kurumlarından bağış topladığı iddiaları bu duruşmalarda karşısına çıktı. Bu suçlamaya karşı Berk; Başbakan Menderes’ten seçimler için gerekli paranın temini için emir aldıktan sonra bazı banka ve işletme genel müdürlerini davet edip kimlerden ne nispette para isteyeceklerine dair liste verdiğini itiraf etmiş, fakat paranın alınması için baskıda bulunmadığını, ayrıca bu müesseselerin CHP’ye de yardım ettiğini söylemiştir. Berk, 28 Aralık 1962’de “Sebepsiz Zenginleşme” ve 18 Mart 1963’te “Görevi Kötüye Kullanma” davalarından beraat etti.

    Başlarında Celal Bayar olmak üzere hüküm giyen tüm DP’lilerin yaşadığı Kayseri Cezaevi’nde; devrik iktidar partisi üyelerinin belli bir hiyerarşi içerisinde günlerini geçirdikleri kaynaklara yansımıştır. Devlet Arşivleri’nde karşımıza çıkan ve Kayseri Cezaevine getirilen bir miktar paranın konu edinildiği belge bu hiyerarşinin bir kanıtıdır.

    Cezaevi’nden İçişleri Bakanlığı’na yazılan bir raporda şu ifadeler yer almaktadır:

    “Yassıada eski hükümlülerinden olup tahliye edilen İzmir eski Milletvekili Enver Dündar Başer’in iki ay önce Kayseri Cezaevi’ne gelerek hükümlü düşük bakanlardan Medeni Berk’e 20.000 lira verdiği Cezaevi Muhafız Jandarma Komutanı Yüzbaşı Yılmaz Erkekoğlu tarafından haber alınmıştır. Medeni Berk ve Necmettin Önder ve Samet Ağaoğlu’nun cezaevindeki hükümlülerin güya temsilci idarecileri olarak bu tür yardımları ister ve alır oldukları derlenen bilgiler arasındadır”

    Celal Bayar’ın liderlik ettiği bu hiyerarşide Medeni Berk’e düşen görev bu rapora göre temsilci idarecilikti. Bu görev gereği de partili mahkumların masraflarını karşılamak için dışarıdan para toplanıyordu. Berk’in asıl mesleği olan bankacılığa yeniden ısınmaya başladığı, tahliye edilmeden sekiz ay öncesine ait bu raporda da yer aldığı üzere, cezaevindeki para işlerini kontrol etmesinden anlaşılmaktadır. Nitekim Berk, 27 Ekim 1964’te tahliye edilmesinden sonra, asıl mesleğine geri dönecek ve tekrardan zirveye çıkacaktır.

    Sabancı – TOBB – Tütünbank

    Medeni Berk, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından sağlık sebepleri dolayısıyla affedildikten sonra zaman kaybetmeden meslek hayatına geri döndü. Kendi anlatımıyla gelen bir telefon ile Akbank’ın genel müdürlük görevini devraldı. Telefonun karşısında Sakıp Sabancı vardı. 

    Medeni Berk, 1964 yılında başladığı bu görevi 1980 Temmuz ayına kadar yürüttü.  Bu süre zarfında holdingin üst düzey bir yöneticisi olmaktan daha öteye geçti. Aile ile kurduğu yakın ilişkiler üçüncü nesil Sabancıların hatıralarına bile girdi. 2004 yılında verdiği röportajda Akbank yöneticisi Suzan Sabancı Dinçer, Berk’ten şöyle bahsetmektedir:

    “Çocukluk yıllarımda bankaya gider dönemin Genel Müdürü Medeni Berk’in evraklarını taşırdım. Berk, her zaman ‘iyi bir bankacı olmak için iyi matematik bilmek gerekir’ deyip, bana matematik çalıştırırdı.”

    Medeni Berk, genel müdürlüğünün üçüncü yılının sonunda bankanın yeni girişimi olarak kurulan Akçimento’nun ortaklarından biri oldu.  Artık sadece bir yönetici değil aynı zamanda büyük bir şirketin de hissedarıydı. Yaptığı bu atılım ile 1967 yılının kişiler bazındaki İstanbul Vergi Rekortmenleri Listesi’ne giren Berk,  artık Tarabya’da Sümer Palas Korusu’nda yaşamaya başlamıştı. 

    Berk’in Sabancı Holding ile beraber yükselişi Lassa Lastik Sanayi’nin yönetim kurulunda yer almasıyla sürdü. Kendisi ile beraber bu kurulda yer alan Turgut Özal, sonraki yıllarda Türk siyasetinde zirveye çıkacak, ülkenin Cumhurbaşkanı olacaktı. 

    Medeni Berk’in cezaevinden çıktıktan çok kısa bir süre Sabancı Holding bünyesindeki Akbank’ın genel müdürü olması, onun aile ile ilişkilerinin geçmişe dayandığını gösterir. Nitekim bu ilişkiler, Yassıada duruşmaları başlamadan önce kurulan Yüksek Soruşturma Kurulu’nun Berk hakkında sunduğu “Gayrı Meşru Servet” raporuna da konu olacaktı. Sözü geçen rapor yer alan iddiaların basına yansıma şöyleydi:

    “Medeni Berk, Adanalı milyoner Hacı Ömer’e 1953 yılında 5 milyon liralık usulsüz kredi sağlamıştır. Bu 1,7 milyon dolar tutan ve sabık Demokrat Parti iktidarı zamanında bir şahsa verilen en yüksek döviz kredisidir. Berk, Hacı Ömer’e 30 Nisan 1955’de 1 milyon dolarlık bir kredi tahsisi de yapmıştır. Bu miktar o zaman piyasa ihtiyacına ayrılan dolar kotasının tamamıdır”

    Medeni Berk, görevlerine devam ederken Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Necmettin Erbakan’ın Başbakan Süleyman Demirel ile anlaşmazlığa düşmesi sonucunda yeniden bürokrasiye döndü. 1969 Yılında, Banka Kredileri Tanzim Komitesi’nde görev alan Berk’in  yeni görevi, 30 Mayıs 1971’e kadar sürdüreceği TOBB başkanlığıydı.  Erbakan’ın delege listelerinin usulsüz şekilde yapıldığını öne sürerek noter yoluyla protesto ettiği seçim sonucunda Berk, başkan seçilmişti. Erbakan döneminde yatırım kotalarını dağıtma yetkisini TOBB’un elinden alan Başbakan Demirel’in, Berk’in seçilmesinden sonraki ilk işi bu yetkiyi tekrar birliğe vermek oldu. Hükümetin kendisine açık desteğine rağmen TOBB başkanı olduğu dönemde ekonomik eleştirilerini açıklamaktan çekinmedi. Dış kaynaklı kredilerin gelişmeye yetmeyeceği , piyasadaki para darlığı , yeni vergilerin enflasyona sebep olacağına  ilişkin görüşlerini hükümete yönelik eleştirilerin merkezine oturttu.

    Medeni Berk, 1974 yılında siyasi yasağının kaldırılmasına rağmen tıpkı kendisinden önceki Fenerbahçe Başkanı Agah Erozan gibi politika ile ilgilenmedi. “Büyük meclislerin (meclis ve senato) bu kararını şükranla karşılamaktan başka bir şey düşünmedim. Kendimi mesleğime vermiş durumdayım.”  açıklamasıyla yasamaya teşekkür etmekle yetindi.

    Berk, 1980 yılında Akbank’taki görevinden ayrıldı. Meslek hayatının son durağı olan Tütünbank’taki üstlendiği görev yönetim kurulu başkanlığıydı. 1924 Yılında Ege Bölgesi’nde yerel bir banka olarak kurulan Tütünbank, 1980 yılında Yaşar Holding tarafından satın alındı ve yönetimin başına Medeni Berk getirildi. Berk’in bankanın gelişimine yaptığı iki büyük katkı, İstanbul şubesini açmak  ve banka hisselerini halka açmak  oldu.

    Emeklilik yıllarını İstanbul’da geçiren Medeni Berk, 16 Mart 1994’te vefat etti. 81 yaşında hayatını kaybeden Berk, Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi.

    1992 yılında TBMM KİT komisyonunda TEKB’nin hesapları incelenirken kendisinin bankanın herhangi bir projesinden bir ev sahibi bile olmadığının ortaya çıkması üzerine kendisini ziyaret eden gazetecilere verdiği, “Biz hesabımızı Yassıada’da verdik, eğer açığımız olsaydı orada ortaya çıkardı”  son demeci oldu.

    Bir Devir için Son Söz

    Futbol, Türkiye’de oynanmaya başladığı günden itibaren siyasi iktidarların dikkatini üzerine çeken bir olgu oldu.

    Fenerbahçe, 114 yıllık tarihiyle hala bu olgunun en büyük aktörüdür ve olmaya da devam edeceği su götürmez bir gerçektir. İttihat ve Terakki döneminde, Meşrutiyet Devrimi’nden hemen sonra 1909 yılında çıkan dernekler kanunu ile 1913 yılında tescil edilen Fenerbahçe’nin; 1957-1960 yılları arasındaki üç yılı, çok partili demokrasimizde futbol – siyaset ilişkilerinin bir laboratuvarı niteliğindedir.

    27 Mayıs ile zorunlu olarak biten bu ilişki, bir siyasi iktidarın bir spor kulübüne verdiği önem açısından benzersizdir. Agah Erozan’ın başkanlığı ile sportif olarak çok başarılarla başlayan bu süreç; stadyum inşaatı için göreve gelen Medeni Berk’in daha Kadıköy’ün havasına alışamadan gerçekleşen askeri müdahale ile sona ermiştir.

    Medeni Berk, görevi devraldığı Agah Erozan’ın aksine, başkanlığı sona erdikten sonra Fenerbahçe ile yakın ilişkilere girmemeyi tercih etmiştir.

    Bankacılık mesleği, geç yaşlarda adım attığı emekliliğine kadar hayatının merkezinde olmuştur. “Stadyumun taşınması” tartışmaları onun döneminden günümüze uzanan, daha birkaç sene öncesinde bile gündeme gelmiş bir konu olarak Fenerbahçe tarihindeki yerini almıştır.

    Tenis camiasında üstlendiği görevler de göz önünde bulundurursa Medeni Berk, bir spor yöneticisi vasfıyla da Fenerbahçe’ye başkan olmuştur. Nitekim Menderes tarafından önerildiğinde başkanlık görevine itiraz ettiğine dair bir bilgiye kaynaklarda rastlanmamıştır.

    Berk, kısa süreli başkanlığına rağmen “Fenerbahçe Başkanı” sıfatını ölene kadar taşımış; 1966, 1988 ve ölümünden sadece iki ay önce 1994’te gerçekleşen Fenerbahçe Başkanları toplantısına katılmıştır.

    Barış KENAROĞLU

  • Agah Erozan

    Agah Erozan

    Fenerbahçe’de Başkanlığın Tarifini Literatüre Hediye Eden Adam

    Fenerbahçe’nin 23. Başkanı. Demokrat Parti’nin (DP) 27 Mayıs’ta tutuklanıp Yassıada’ya gönderilen milletvekili, aynı zamanda Meclis Başkanvekili. Fenerbahçe tarihinde ise sadece “Ülkede iktidara kim gelirse Fenerbahçe’de de o gelir” klişesi içerisinde anılan bir aktör. Tarihi dönemeçlerden geçmesine, Fenerbahçe’yi 1959’da düzenlemeye başlayan “Türkiye Profesyonel Futbol Ligi”nin ilk şampiyonu yapmasına rağmen hakkında yazılanlar paragraflarla sınırlıydı bugüne kadar. Okuyacaklarınız bu sınırları kaldırmak için kaleme alındı. Fenerbahçe ile kesişen yolu, siyasi hayatı, 27 Mayıs, Yassıada günleri ve sonrası. Bir döneme damgasını vuran isimlerden olan Agah Erozan ve hayat hikayesi…

    Agah Erozan

    Mudanya’dan Meclise

    Agah Erozan 1910 yılında Mudanya’da dünyaya geldi. Babası Ahmet Hamdi Bey, Kurtuluş savaşı yıllarında direnişe aktif olarak katılan ve Bursa’daki Kuvva-i Milliye’nin ileri gelenlerinden bir tüccardı. Bu sayede savaştan sonra İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiş ve madalya aile miras olarak bugünlere gelmiştir. Erozan’ın özgeçmişini 1958 yılında yayınladığı bir makalede konu eden, dönemin DP muhalifi Akis dergisine göre Ahmet Hamdi Bey bir İttihatçıdır.

    Agah Bey’e Fenerbahçeliliğin İttihatçı genlerinden miras kalıp kalmadığı şimdilik bir muammadır. Aynı dergiye göre ailenin soyu edebiyatçı Aşık Paşazade’ye dayanmakta, aile bu bağlantı nedeniyle “Aşıkzade” ismini Türkçeleştirerek “Erozan” soyadını almaktaydı.

    İlk ve orta öğrenimini doğduğu yerde tamamladıktan sonra Bursa Lisesi’ni bitiren Agah Erozan, kendi söylemiyle iyi bir eğitim almıştır. Okul hayatındaki başarısını ilkokulda aldığı eğitime borçlu olduğunu söyleyen Erozan , 1930 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. 1933 yılında okulu bitirdikten sonra yedek subay olarak askerliğini tamamlar ve 1934 yılında Bursa’ya döner.

    Erozan’ın ilk işi, dönem bürokrasisinde özel kalem müdürlüğü olarak adlandırılabilecek maiyet memurluğudur. Bu memuriyet sırasında mezun olduğu Bursa Lisesi’nde yarı zamanlı öğretmenlik yapacak ; tarih, coğrafya ve Fransızca dersleri verecekti. Bu görevden sonra kaymakam olan Erozan, 1944 yılına kadar çeşitli ilçelerde bu görevi sürdürür. Bu tarihte ise merkeze atanır.

    1946 yılında Kartal kaymakamı olur.

    1949 yılında Tekirdağ Vali Yardımcılığına atanır. Dönemin İçişleri Bakanı Emin Erişirgil ile arası açılınca seçimler öncesinde DP’ye geçer ve Bursa milletvekili adayı olur. Erozan, vali yardımcısıyken İç İşleri Bakanı ile arasının açılmasının nedenini “kendisine verilen kanunsuz bir emri yerine getirmemesi” olarak açıklamıştır. Erozan bu sebeple polis kontrolüne tabi tutulduğunu, milletvekili olduktan sonra kürsüden söyleyecektir. Erozan’ın kendisi gibi milletvekili olan oğlu Ahmet Kamil Erozan’a göre babasının tek parti yönetimi ile çekişmesi 1946 yılı seçimleri ile başlamıştır. Agah Erozan, İstanbul’da Fatih Kaymakamı iken, “seçim sonuçlarının ne olursa olsun ‘Halk Partisi’ adayları lehine açıklanmasına yönelik emri” yerine getirmemiştir.

    “DP Horoz Partisidir”

    Türkiye, 1950 seçimlerine gelene kadar Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı yıllarında 2 kez çok partili hayata geçmeyi denemiş ama başaramamış, kurulan partiler kısa sürede kapatılmıştı. İkinci Dünya Savaşının 1945’te sonra ermesi ile bir diplomasi başarısı olarak ülkeyi savaşa sokmamayı başaran Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ülkenin yönünü batıya çevirmişti. Avrupa’yı kana bulayan savaş ülkelerin demokrasi ile yönetilmesinin gerekliliğini ortaya koymuş ve tek parti, tek adam gibi diktatöryel yönetimlerin tasfiye edilme gerekliliği doğmuştu.

    Dünyanın; Hitler, Mussolini gibi liderlerle bir kez daha karşılaşmamasının tek çaresi demokrasi ve çok partili yönetimlerdi. Savaştan karlı çıkan ve tarihsel yayılmacı emelleri ile Türkiye için her zaman bir tehdit olan Sovyet Rusya’ya karşı Türkiye’nin tarafı Amerika oldu. İnönü, batı bloğuna girmek için ülkede çok partili bir demokrasi kurulmasının zorunluluğunu biliyordu.

    İşte bu siyasi şartlar, toplumdaki artan memnuniyetsizlik ile birleşti ve 1946 yılında DP’nin kurulmasına etki etti. Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliğindeki parti, 1946 seçimlerine katıldı. “Açık oy-gizli sayım” metoduyla yapılan ve bu yönüyle “şaibeli” olarak tarihe geçen seçim sonucunda 61 milletvekili kazanan parti varlığını ispat ediyordu. 1950 Seçimleri ise ülkenin kaderini değiştirdi. DP, kuruluşunun 4.yılında iktidarı devralıyor, Erozan memleketi Bursa’dan TBMM’ye giden 12 milletvekilinden biri oluyordu.

    Erozan’ın Meclis çalışmaları 2 döneme ayrılır. 1950’den 1954’e kadar geçen ilk dönem; Erozan’ın “DP horoz partisidir.” cümlesini kürsüden söylemesiyle başlar. Artık ülkede “horozlanacak” bir parti varsa o da DP’dir.

    Türkiye’nin dünya savaşından sonra başlayan batı blokuna dahil olma çabalarının DP dönemindeki devamı olan Kore’deki savaşa asker göndermesi bu yılların en dikkat çekici gelişmesidir. Bu olay genel olarak siyasi nedenlerle gerçekleşmiş olsa da Erozan’a göre ekonomik sebepler de barındırıyordu. Gazeteci Çetin Altan; Erozan’ın, CHP’nin konu hakkındaki muhalefetine karşı “Asker yerine mercimek, bulgur gönderseydik diyenler; bilmiyorlar mı ki, asker yerine erzak gönderdiğimizde, dolar yerine de, sadece teşekkür gelecekti.” sözlerini yıllar sonra köşesinde aktaracaktı.

    Bu dönemde Erozan, İçişleri komisyonunda çalışıp, bu komisyonun sözcülüğünü yapmıştır. Mülki idareden meclise gelen bir milletvekili olduğu için bu dönemdeki çalışmaları emniyet teşkilatı ve iç işleri bakanlığı üzerinde yoğunlaştırmış, 1953 yılında Meclis İdare Amiri seçilmiştir.

    Devriye Sokak No:8 Moda

    Erozan’ın Meclisteki 2. dönemi 1954 seçimlerinden sonra başlar. Seçimlerde oyunu 3,5 puan arttırarak 58,5’e çıkaran DP, bu oy oranıyla henüz kırılamamış bir rekoru da elinde bulundurmaktadır. Erozan seçimlerin hemen ardından 27 Mayıs’a kadar aralıksız sürdüreceği Meclis Başkanvekilliği görevine seçilir.

    Artık partinin ileri gelenlerinden sayılmakta ve yıldızı günden güne parlamaktadır. Erozan’ın adı 1955 yılında toplanan DP’nin 5.Büyük kongresine katılan şeref üyelerinden biri olarak kayıtlara geçer. Erozan’ın bu kayıttaki adresi fazlasıyla dikkat çekicidir. “Devriye Sokak, No:8, Moda” adresi parti kayıtlarında Erozan’ın ev adresi olarak geçmekte, Fenerbahçe’nin kurulduğu semt, ileride başkanı olacak Agah Erozan’a ev sahipliği yapmaktaydı.

    Agah Erozan Meclis Başkan Vekili olarak oturuma başkanlık ediyor. (Ahmet Kamil Erozan Arşivinden)

    Hafızlar Derneği Başkanı

    DP, 1957 yılından itibaren siyasette gücünü yitirmeye başlamıştır. Bu yıl yapılan seçimlerde DP’nin oy oranı 11 puan düşerek %47,8’e inmiş. Muhalefetteki CHP ise aldığı %41 oyla güçlenmiştir. Partisi ile ters orantılı olarak Agah Erozan ise siyasette yükselmeye devam etmektedir. Akis’e göre bu durum kendisinin sıkı çalışması ile ilgilidir.

    Erozan erken yatıp erken kalkmakta, her sabah saat 6’da meclisteki odasında mesaisine başlamaktaydı. Meclis Başkanvekili olarak meclis iç tüzüğünü ezbere bilmesi başta milletvekillerinin olmak üzere, basının dikkatini çekecek, Aziz Nesin kendisinden “Hafızlar Derneği Başkanı” diye bahsedecekti. Üzerinde konuşulan hemen her konu hakkında gerekli tüzük maddelerini ve zabıtlara geçen konu üzerinde daha önceden yapılmış tartışmaları ezbere bilmesi milletvekillerinin gülmesine neden olacak, bu durum karşısında: “Bazı arkadaşlar da nizamnameyi ezberden okumamdan şikayet ediyorlar. Bu benim vazifem icabıdır. Hatta bendeniz TBMM dahili nizamnamesini (iç tüzüğü) değil Fransa, İtalya, İngiltere Meclislerinin nizamnamelerini de ezbere yakın biliyorum” diyerek karşılık verecektir.

    Agah Erozan’a yöneltilen eleştirilerin odak noktasında yönettiği oturumlarda iktidar-muhalefet arasında gözetmesi gereken tarafsızlık ilkesini dikkate almaması vardı. CHP lideri İnönü, Mecliste bir çok kez dile getirdiği bu tespitini; 1958 yılında Kırıkkale’de yaptığı konuşmasında da tekrar edecek, “Başkanlık divanı tarafsız değildir” diyecektir. Bu suçlama Erozan’ın karşısında Yassıada yargılamalarında çokça çıkacak, idam cezası ile cezalandırılmasının temel sebebi olacaktır.

    Erozan’ın 1955’ten sonra milletvekili kimliği ile üzerinde durduğu dikkat çekici konulardan bazıları; çocuk ölümlerinin araştırılması, kira artış oranlarının belirlenmesi, kolluk kuvvetlerinin ödeneklerinin arttırılması, trenlerde servis edilen yemeklerin fiyat ve kalite kontrolünün sağlanması gibi sosyal konulardır. Erozan’ın sözü geçen bu gibi konular hakkında bilgiye dayalı konuşmalar yaptığı dikkatlerden kaçmamıştır. Erozan’ın özellikle bütçe görüşmelerinde söz aldığı ve görüşmelerde aktif olduğunu görüyoruz. Erozan, Bütçe görüşmelerine neden önem verdiğini şu sözlerle açıklar: “Bütçenin meclisten geçişini sabır, dikkat ve aksatmadan izlediğiniz takdirde bir fakülte bitirmiş olursunuz”

    Erozan, sadece döneminin değil, parlamento tarihinin faal milletvekillerinden biridir. 1920-2018 yılları arasında TBMM’de 8104 milletvekili görev yapmıştır. Bu milletvekillerinin tutanaklarda yer alma sayıları toplamı 1519’dur. Bu verilerle TBMM’de milletvekili tutanak aktivite katsayısını 0,20 olarak belirleriz. Agah Erozan’da ise bu sayı 76’dır.

    “L” Tribünü

    Agah Erozan’ın Fenerbahçe ile yollarının kesişmesi 1957 yılına rastlar.

    Tek parti döneminde Şükrü Saracoğlu’nun başkanlığı altında 16 yıl yönetilen Fenerbahçe’de iktidarın DP’ye geçmesi ile DP’li başkanlar dönemi başlamıştır. Fenerbahçe kongresinde kaynayan kazanlardan önce Osman Kavrakoğlu sonra Zeki Rıza Sporel ve en sonunda da Agah Erozan çıkacak; Erozan’ın yerine gelen Medeni Berk’in başkanlığı ise 27 Mayıs ile yarım kalacaktı.

    Kamuoyunda Fenerbahçe’nin iktidara paralel şekilde yönetilmesi konusunda genel bir yargı vardır. 1957-1960 yılları arasında İstanbul’un 3 büyük kulübünün başkanının siyasi kimliklerini göz önüne aldığımızda bu durumun Fenerbahçe’ye özel olmadığı; Fenerbahçe’nin yazılı basında daha fazla yer alan, toplum dinamiklerine daha fazla etki eden yapısından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. DP’nin iktidardaki son 3 yılını; Beşiktaş DP Çanakkale Milletvekili Nuri Togay’ın, Galatasaray ise İzmir Milletvekili Sadık Giz’in başkanlığında tamamlayacak, her iki milletvekili de 27 Mayıs ile birlikte Yassıada’da yargılanacaktı.

    Agah Erozan, Fenerbahçe’nin 14 Temmuz 1957 yılında yapılan kongresinde kulüp üyeliğine kabul edildi. İstanbul’daki evi Moda’daydı. Kendi deyimiyle “çocuk yaşlardan beri” Fenerbahçeliydi. Kulübe üye olmadan önce maçları o zamanın şeref tribünü sayılabilecek “şeref locası”nın önündeki “L” tribününden, çoğu zaman o tribündeki tek milletvekili olarak takip ediyordu. Başkan olduktan sonra oğulları ile birlikte verdiği röportajda “ikisi de iyi top oynuyor. İleride Fenerbahçe’de oynayacak ve transfer ücreti istemeyecekler” diyen Erozan, kendisi için “Futboldan anlamaz” eleştirilerini de böylece karşılıksız bırakacaktı. Bu röportajda babası ile birlikte fotoğraflanan Erozan’ın oğullarından Mehmet’in, üzerine Fenerbahçe forması ile Zeki Rıza Sporel’den futbol dersi alması yıllar sonra haber olacaktı.

    Kaynayan Kazan : 1957

    Fenerbahçe’yi Erozan’ın kulübe üye olduğu 1957 yılı kongresine götüren gelişmeler, kulüp tarihinde “kongre” olgusunu yansıtması açısından önemlidir. 50.Yılına Zeki Rıza Sporel’in başkanlığında; geçen sezonun İstanbul Profesyonel Ligi’nin ikincisi olarak başlayan Fenerbahçe, 1957 yılı boyunca çekiştiği Galatasaray’ı sezonun son maçında yenerek averajla şampiyonluğu kucaklamıştı. Şampiyonluğun son maça kalması, yıl boyunca kulüp içerisindeki kongre kulislerinin hareketlenmesinin en büyük nedeni olarak gösterilebilir.

    Basında muhalefetin kongre hazırlıklarına başladığı haberleri sezonun ikinci yarısının ikinci maçında Beykoz’a karşı alınan 1-0’lık yenilgi ile başlar. Bu dönemin Fenerbahçe kulislerinin başrolünde iki aktör vardır. Osman Kavrakoğlu ve İsmet Uluğ.

    DP Rize Milletvekili olan Osman Kavrakoğlu iki dönem önce kulübe başkanlık yapmış, mücadeleci kişiliği ile camiada etkisini sürdüren biridir. “Yavuz İsmet” lakabıyla Fenerbahçe’de top koşturmuş İsmet Uluğ ise kulübün yeniden yapılanmasının gerekliliğini ortaya koyan açıklamaları ile öne çıkmaktadır.

    İsmet Uluğ kendilerine “Fenerbahçeli İdealistler” adını veren bir grup üyenin liderliğini üstlenmekte ve “Kulübün esaslı prensip ve disiplin hataları yüzünden yıpranmış bir idare heyeti ve sarsılmış bir bünyesi vardır. Radikal ve esaslı tedbirler alıp bu istikamette kararlar vermenin önemli olduğu kanaatini taşıyoruz” sözleriyle amaçlarını ortaya koyup; Nisan ayında kongreye gidilmesini istemektedir.

    Kavrakoğlu ise DP’li arkadaşı Zeki Rıza Sporel’in yönetim kurulunda 2. Başkanlık görevini sürdürmektedir. Başkan ile uzun süren anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasıyla görevinden istifa eden Kavrakoğlu, kongre kazanını ateşleyen kişidir.

    Kulübün kongre havasına girmesi ile Başkan Sporel, önce Uluğ’a ikinci başkanlığı teklif etmiş ancak olumlu cevap alamayınca, idealistlerle ardı ardına toplantılar yaparak muhalefeti sakinleştirmeye çalışmıştı. Kavrakoğlu bu gelişmeler olurken sessizliğini korurken İdealistler yapısal değişikliklerin önemine dikkat çekmeye devam etmişlerdi. “Zengin bir idarecinin etrafa kendi kesesinden para dağıtarak kongreyi kazanmak yolunda sarfettiği gayret artık netice vermeyecektir. Çünkü işlenen hatalar onlara çoktan bu davayı kaybettirmiştir” diyerek kongrenin Nisan ayında toplanması için toplanan imzaların 200’ü bulduğunu beyan ettiler.

    Sporel yönetimi ise mevcut üye sayısının 800 civarı olduğunu göz önünde bulundurarak toplanan imza sayısının gerçek dışı olduğunu söylüyor, karşılığında Uluğ cephesi tarafından “kulübün 50.yılı kutlamaları bahane edilerek kongreyi ertelemeye çalışmakla” ile itham ediliyordu.

    İdealistlerin bu saldırıları sırasında bazı bağımsız üyeler, bir şahsın uzun seneler üst üste idareci seçilmesini engellemek için kulüp tüzüğünün değiştirilmesini isterken; kulüp Haysiyet Divanı kamuoyunda bile şaşkınlık yaratan bir karar alıyor, “defterler üzerinde tahrifat” yaptığı gerekçesiyle Rüştü Dağlaroğlu’nu kulüpten ihraç ediyordu.

    Sezonun finali olan Galatasaray maçı öncesi İstanbulspor ile 1-1 berabere kalan Fenerbahçe futbol takımı, kongre saflarının iyiden iyiye belirlenmesine neden oldu. Camiadaki tedirginlik sürdüğü sırada Kavrakoğlu sahne aldı ve Kadıköy grubuna dahil olduğunu açıkladı. İdealistler ise İstanbul Grubu ile beraber hareket etmeye karar verdiler. Şampiyonun belli olacağı 30 Nisan’daki Galatasaray maçını Fenerbahçe futbol takımı 3-0 kazandı. Fenerbahçe’yi şampiyon yapan maçın gollerini Lefter, Niyazi ve Ergun atıyordu. Böylece kulüp, 8 Haziran’daki 50.yıl kutlamalarına şampiyon ünvanı ile çıkıyordu.

    Şampiyonluk ve 50.yıl kutlamaları kongre çalışmalarını yavaşlatmadı. Kavrakoğlu, yaklaşan kongre öncesinde camiaya stadın inşası için 1,5 milyon kredi bulduğunun müjdesini verip ısınma turlarına başlıyor, Uluğ ise kongrenin Haziran’dan Temmuz’a ertelemesi üzerine yönetimi şikayet etmek için dernekler masasına başvuruyordu. Bir ara kongreye “hiçbir gruba angaje olmadan” gireceğini söyleyip Kadıköy grubundan ayrılan Kavrakoğlu, kongre öncesinde tekrar Kadıköy grubu saflarına katılıyordu. Kongre 14 Temmuz 1957’de yapıldı. Kadıköy Grubu’nun listesinin başında Zeki Rıza Sporel ve Osman Kavrakoğlu isimleri, İstanbul Grubu’nun listesinde ise İsmet Uluğ ve Tevfik Taşçı vardı. Kongrede; Kadıköy Grubu’nun listesi firesiz seçiliyor, Dağlaroğlu affediliyor, Agah Erozan üyeliğe kabul ediliyordu.

    Baş döndüren kulis faaliyetleri esnasında kongreden iki gün sonra verilen bir beyanat belki de Agah Erozan’a Fenerbahçe başkanlığına giden yolu açmıştır. İstanbul Grubu’nun “kazanırsak Millet Meclisi Başkanı Refik Koraltan’ı fahri başkan yapacağız” vaadi onlara seçimi kazandırmasa da bir sonraki kongre için Erozan’a başkanlık yolunu açan stratejiyi belirlemiştir.

    1958 Kongresi’ne giderken, Muhalefet Kavrakoğlu için “De Gaulle” diyor.

    Karma Liste

    Fenerbahçe kongresi açısından; Zeki Rıza Sporel’in başkanlığında geçen 1958 yılı, 1957 senesi ile neredeyse aynı olayların, aynı tartışmaların, aynı vaatlerin yaşandığı bir yıl oldu. Tek fark; İstanbulspor’a iki maçta da yenilip Galatasaray’dan ise sadece bir beraberlik alabilen futbol takımının İstanbul Liginde şampiyon olamamasıydı.

    Geçen sezon şampiyonluğun son maça kalması dolayısıyla sürekli kaynayan kazanların altı, bahar mevsimi ile birlikte tekrar ateşlendi. Aktörler yine aynıydı. Zeki Rıza Sporel, Osman Kavrakoğlu, İsmet Uluğ. Verilen demeçlerin, gruplardaki bölünmelerin, istifaların, görev kabul etmemelerin bile geçen sene ile aynı olduğu bu süreç; 1957 Kongresinde yönetime giren Kavrakoğlu’nun, Başkan Zeki Rıza Sporel ile tekrar anlaşmazlığa düşüp istifa etmesiyle başladı. Sporel, ondan boşalan koltuğu Uluğ’a önerdi ancak teklif reddedildi. İsmet Uluğ’un sahneden çekilmesi böylece kısa sürmüş oluyordu. Artık Sporel ve Kavrakoğlu resmen rakiptiler. Kavrakoğlu, takımı içine düştüğü bu kötü durumdan ancak kendisinin kurtaracağını söylüyor ve değişmeyen vaadini tekrarlıyordu: “Stadın inşaatını tamamlayacağım”

    Erozan’ın adaylık süreci kongreye 20 gün kala Haziran ayı içinde başladı. Zeki Rıza Sporel’i 2 dönemdir destekleyen Kadıköy Grubu bu sefer Kavrakoğlu karşısında işinin zor olduğunu biliyordu. Eski başkanlardan Kavrakoğlu’nun Sporel ile gergin ilişkileri ve yaptığı muhalefetin, futbol takımının şampiyon olamadığı bir sezondan sonra yapılacak kongrede başkanlığı alması neredeyse kesindi. Kadıköy Grubu, Kavrakoğlu’nun karşısına ondan daha güçlü birini çıkarmalıydı. O isim çok geçmeden bulundu. Geçen sene gerçekleşen kongrede kulübe üye yapılan, DP Bursa Milletvekili ve Meclis Başkanvekili Agah Erozan.

    Erozan’ın başkan adayı olarak ortaya çıkış sürecinde iki farklı görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan ilki Erozan’ın, Kadıköy Grubunun liderliğini yürüten ve özünde CHP’li olan Semih Bayülken – Muhittin Bulgurlu ikilisine başkan olma isteğini söylemesi, diğeri ise ikilinin Erozan’ı başkanlık için uygun bulup teklif götürdüğü yönündedir. Her iki görüşü birlikte değerlendirdiğimizde spor-siyaset ilişkisinin “karşılıklı fayda” ekseninde ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Erozan ise başkan seçildikten verdiği röportajda “Kulübe hizmet edebilme düşüncesiyle arkadaşlarımızın davetini kabul ettim.” diyecek ve ikinci görüşün doğruluğunu destekler ifadeler kullanacaktı.

    Fenerbahçe 1958 yılındaki kongreye 3 adayla girdi. Kavrakoğlu muhalefetin, Erozan Kadıköy grubunun adayıyken, Sporel de başkan sıfatıyla yarışa katıldı. 6 Temmuz’da yapılan kongrede kazanan “karma liste” oluyor ; son iki senenin aktörleri Zeki Rıza Sporel, Osman Kavrakoğlu, İsmet Uluğ, Agah Erozan ile birlikte Fenerbahçe’yi yönetmek için seçiliyordu. Yönetim kurulu ilk toplantısını seçimden bir gün sonra yapacak ve Sporel ile Kavrakoğlu başkanlığa aday olmayacak, Erozan Fenerbahçe’nin 23.başkanı olarak seçilecekti.

    Kulübün o zamanki tüzüğüne göre listelerden en çok oyu alanlar yönetim kurulunu oluşturuyor, kurul kendi içerisinde görev dağılımı yaparken başkanını da seçiyordu. 1958 yılında seçilen yönetim kurulu üyeleri arasında; 2 eski başkan (Sporel – Kavrakoğlu), 2 gelecekteki başkan (Uluğ – Ilgaz) ve Erozan’ın yer alması, kurulu bünyesinde 5 başkan barındıran yönetim kurulu olarak tarihe geçiriyordu.

    7 Temmuz 1958 – Fenerbahçe İdare Heyeti

    Çifte Kupalı Rekor

    Erozan başkan seçildikten sonra yapacaklarını sıralarken bilinenlerin dışına çıkmadı. “İkilik bitmeli” diyerek Fenerbahçe’deki gruplaşmaya dikkat çekti. Stad sorununu çözeceğini ve tüm şubelerle birlikte futbol şubesi kadrosunun da transferlerle güçlendirileceğini söyledi. “Fenerbahçe’nin şerefi için futbol oynayan, koşan, atlayan, güreşen, denizlerde mücadele eden, basketbol oynayanların, hem bugünkü hakları korunacak, hem de kadirşinaslık vazifesi olarak istikballerini hazırlayıcı tedbirler alınacaktır” demecini vererek sporculara güven vermek istedi.

    Fenerbahçe futbol takımı 1958-1959 sezonuna Yüksel Gündüz ve Mustafa “Mikro” Güven’in de aralarında bulunduğu 5 transferle kadrosunu güçlendirerek başladı. Özcan, Şükrü, Basri, Nedim, Seracettin, Osman, Avni, Naci, Necdet, Akgün, Ergun, Yüksel, Mustafa, Şeref, Can, Lefter, Niyazi, Hüseyin; Macar Teknik Direktör Ignace Molnar yönetiminde Ağustos ayında İstanbul Futbol Liginde mücadeleye başladılar. Fenerbahçe son İstanbul Ligi’nde; yaptığı 18 maçın 14’ünü kazanıp yalnızca 4 beraberlik alarak sezon sonunda şampiyonluğunu ilan etti.

    Türk futbolunda değişen yeni sistem ile İstanbul Ligi’ni ilk 8 sırada bitiren takımlar Türkiye Ligi’ne katılmayı hak kazandılar. Günümüzde hala devam eden organizasyon, iki gruplu lig sistemi ile başladı. Fenerbahçe, oynadığı 14 maçta sadece 2 beraberlik alarak beyaz grup maçlarını lider bitirdi. Her iki lig organizasyonunu da yenilgisiz bitiren Fenerbahçe, kırmızı grubu lider bitiren Galatasaray ile final maçlarına çıktı. İlk Maç 10 Haziran 1959’da oynandı ve Metin Oktay’ın gölü ile Galatasaray’ın 1-0’lık galibiyeti ile sonuçlandı.

    Bu sonuç ile Fenerbahçe futbol takımının 10 Ağustos 1958’de başlayan yenilmezlik serisi sona ermiş olsa da Fenerbahçe tarihinin halen kırılamayan rekorlarından biri olarak tarihteki yerini korumaktadır. Sözü geçen 10 aylık süre zarfında Fenerbahçe resmi ve özel 54 maça çıkmış, sadece 8 kez berabere kalıp, hiç yenilmemişti.

    Rövanş maçı ilk maçtan 4 gün sonra yine Mithatpaşa Stadı’nda oynandı. Yüksel, Naci, Mustafa ve Şeref, Fenerbahçe’yi 4-0’lık galibiyete taşıyan golleri atıyorlardı. Yeni başkanı ile ligin yeni organizasyonunda uzun bir maratonu iki şampiyonluk ve rekor ile kapatan Fenerbahçe futbol takımı için artık Avrupa’ya açılma zamanı gelmişti.

    1958-1959 Türkiye Futbol Ligi Şampiyonluk Kupası (Alper Katmer Arşivinden)

    Nice Üçlemesi

    Fenerbahçe, 1959-1960 sezonunda Türkiye’nin şampiyonu olarak Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılma hakkını kazandı. Şampiyon Kulüpler Kupası organizasyonu ilk kez 1956 yılında başlamış, bu yıl İstanbul Şampiyonu Galatasaray, Dinamo Bükreş’e elenmiş; 1958-1959 sezonunda ise Federasyon Kupası Şampiyonu Beşiktaş, Real Madrid’e elenmekten kurtulamamıştı.

    Fenerbahçe’nin ilk kez çıktığı Avrupa arenasında ilk turdaki rakibi Macar Şampiyonu Csepel takımıydı. 13 Eylül 1959’daki ilk maçta alınan 1-1’lik skordan sonra kamuoyu Fenerbahçe’nin şampiyonaya veda edeceğini düşünmeye başlamıştı. Maçın rövanşı 23 Eylül’de oynandı ve alınan 2-3’lük galibiyet Fenerbahçe’ye, hem kendisi hem de ülkesi adına, Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı ünvanını verdi.

    Fenerbahçe’nin 2.turdaki rakibi Fransız Şampiyonu Nice takımıydı. Futbol tarihimizde bir Fransız takımı ile karşılaşan ilk takım bu eşleşme ile Fenerbahçe oluyordu.

    19 Kasım 1959’da İstanbul’daki eşleşmenin ilk maçı öncesi Basındaki genel kanı Nice maçlarının Csepel eşleşmesinden daha zorlu geçeceği yönündeydi. Ancak Fenerbahçe güzel bir oyunla maçı 2-1 kazanıyor, rövanş yolculuğu öncesinde umutlanıyordu. Eşleşmenin 3 Aralık’taki 2. Maçı öncesi UEFA Genel Sekreteri Pierre Delauney, Nice takımının 2-1 lik galibiyeti söz konusu olursa 3.bir maç ile turu atlayan takımın belirleneceğini deklare ederken, Fenerbahçe Başkanı Agah Erozan, Fransız basınındaki “kesin galibiyet” havasına karşın “Dikkat etsinler bu gelen Fenerbahçe’dir” diyordu. Geçen sezon aynı organizasyonda Beşiktaş’ı eleyen Real Madrid’in Başkanı Santiago Bernabeu ise Fenerbahçe-Nice eşleşmesinde desteğinin “şöhretli Türk takımına” olduğunu beyan ediyordu.

    Maçtan iki gün önce Nice’e ulaşan Fenerbahçe kafilesine çocuklarının hastalığı sebebiyle eşlik edemeyen Erozan’ın yerine Faruk Ilgaz başkanlık ediyordu. Bu gelişmelerle çıkılan eşleşmenin ikinci maçından önce Nice şehride son yıllarda görülmemiş bir yağış başlıyor, hatta maçın ertelenmesi bile gündeme geliyordu. Maçın ilk yarısı 0-0 sona eriyor, ikinci yarıda üst üste 2 gol bulan Nice tur atlamaya yakınken; Fenerbahçe hücuma geçiyor, Şeref’e ceza sahasında yapılan faul sonucunda verilen penaltıyı Lefter 83.dakikada gole çevirip, son sözü 3.maça bırakıyordu.

    Üçüncü maç için iki kulübün arasında ortaya çıkan anlaşmazlığın konusu maçın oynanacağı yer üzerineydi. Nice takımı Barcelona üzerinde ısrar ediyor, Fenerbahçe ise iki ülke arasındaki uzaklıktan dolayı buna karşı çıkıyordu. UEFA kararını 10 Aralık’ta “Cenevre” olarak açıkladı. Karar öncesinde UEFA’yı etkilemek için Barcelona’yı ziyaret eden Nice kulübü üyelerinin çabaları boşa çıkıyor, UEFA nezdinde Fenerbahçe’nin Barcelona itirazı haklı görülüyordu. Agah Erozan, “Bu yolda giriştiğimiz mücadeleden galip çıkmaktan dolayı sevinçliyiz. Avrupa Futbol Birliği tarafsızlığını göstermiştir.” demeciyle kulübün diplomatik başarısını ilan ediyordu.

    19 Kasım 1959 / Nice maçında Fenerbahçe Kadrosu (Oğuz Topoğlu Arşivinden)

    Cenevre’deki maç öncesi Fenerbahçe camiası çok heyecanlıydı. Döviz bulundurmanın devlet iznine bağlı olduğu o yıllarda, Cenevre’ye seyahat etmek için 60.000 kişi Maliye Bakanlığına döviz talebiyle başvuruyor ; Bolu’dan 50 kişi iki otobüs ile İsviçre’ye yola çıkıyor, turizm acentaları gazetelere maç için ilanlar veriyordu. Bu heyecan Başkan Erozan’ın demeçlerine de yansıyordu. Maçın sonucu göz önüne alındığında başkanın açıklamalarının takımın tedbiri elden bırakmasına etki ettiğini söylemek yanlış olmaz. “Fenerbahçe kurulduğu günden bu yana daima hücumda muvaffak olmuştur. Dikkat edilecek olursa müdafaa maksadiyle çıkmış olduğu maç adedinin pek az olduğu görülecektir. Fenerbahçe’nin bünyesi ve yapısı hücuma müsaittir. Fenerbahçe’nin kendine has oyunu hücumdur.”

    Bolulu Fenerbahçeliler Cenevre yolunda – Aralık 1959 (Fenerbahçe Dergisi’nden)

    Fenerbahçe kafilesi Erozan başkanlığında 19 Aralık’ta Cenevre’ye ulaştı. Erozan, futbol takımı için Türk halkından dua isterken, futbolculara 500 bin liralık prim verdiğini ilan etti.

    Fenerbahçe 23 Aralık 1959’da, 45 gün içerisinde Nice takımıyla oynadığı 3.maçtan, 1-5 yenik ayrıldı. Kaleci Özcan’ın yaptığı hataların gazetelerde konu edildiği maçın, bu sonuçla bitmesinin en büyük nedeni ise yağan aşırı yağmur ile ağırlaşan saha zeminiydi. Son aylarda gerek yönetim gerekse teknik heyet içerisinde baş gösteren huzursuzluklar Nice maçları dolayısıyla buzdolabına kaldırılmıştı. Bu maçtan sonra buzdolabının kapısı açıldı. Bütün sorumluluğu üstüne almanın yürüttüğü görevin bir gerekliliği olduğunu dile getiren Erozan, Nice yönetiminin maçın ertelenmesi yönündeki önerisini prensipte kabul etmiş; ancak bu öneriyi teknik direktör Molnar’a ilettiğinde, kendisinden maçı oynamanın daha avantajlı olacağı karşılığı almıştır. Molnar’ın maçı oynama ısrarı Fenerbahçe’nin elenmesine neden oluyor, kapağı açılan buzdolabından ise “kongre pastası” çıkıyordu.

    Şampiyon Kadınlar

    Fenerbahçe Agah Erozan döneminde amatör branşlarda tıpkı futbolda olduğu gibi başarılı bir dönem geçirdi. Özellikle kadın branşlarına verilen önem dikkatlerden kaçmamaktadır. Erozan döneminde kadın voleybol takımı İstanbul ve Türkiye şampiyonu olarak çifte kupa ile sezonu tamamlamıştır. Bu takımın efsane oyuncusu Ayten Salih, Erozan’ın kendileri ile yakından ilgilenen bir başkan olduğunu söyler. Kadın basketbol takımı ise İstanbul Şampiyonu olmuş olsa da, Türkiye Şampiyonasını ikinci sırada tamamlamıştır. Erozan döneminde İstanbul Ligi’ndeki 3.sezonunu yaşayan erkek voleybol takımı, İstanbul Şampiyonasını 5.sırada bitirmiştir.

    Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı (Nazmiye Kor arşivinden)

    1959 yılında Boks şubesi İstanbul şampiyonluğunu İETT’ye kaptırarak 2.olmuş, Türkiye şampiyonasında ise 54 kg’da mücadele eden Muammer Sevinti ile altın madalya kazanmıştır. Yelken branşı Erozan döneminde sporcu Zekai Tüker ile Fenerbahçe’ye gümüş madalya getirmiştir.
    Fenerbahçe Atletizm şubesi ise 1959 yılını İstanbul Kulüplerarası Şampiyonası’nda Beşiktaş’ın önünde birinci tamamlayarak üst üste beşinci şampiyonluğunu kazanıyor; aynı yıl genç erkekler, yıldız erkekler, ve Türkiye Kros Şampiyonu da olarak Erozan döneminin başarılı branşlarından biri oluyordu.

    Erkekler Basketbol şubesi İstanbul şampiyonasını 3.olarak tamamlamasına rağmen, Gençlerde ve büyüklerde Türkiye Şampiyonu oluyor, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılıyordu.

    Fenerbahçe erkek basketbol takımı için Avrupa şampiyonası maceralı başladı. İlk tur kurasında İsrail’in Maccabi Tel Aviv takımı çıkmıştı. 5 Kasım 1959 tarihinde Uluslararası Basketbol Federasyonu (FIBA); İsrail şampiyonunun Maccabi olmadığını belirterek, Fenerbahçe’ye devam etmekte olan İsrail Ligi’nin şampiyonuyla 1960 başında oynamayı isteyip istemediğini sordu. 8 Kasım’da Fenerbahçe, Maccabi’yi 1958-1959 İsrail Basketbol Şampiyonu olarak gördüğünü, başka bir rakibi kabul etmeyeceğini açıkladı. Sonuçta FIBA, Fenerbahçe’nin Maccabi Tel Aviv ile oynaması gerektiğini onayladı. Türk Dışişleri, Fenerbahçe’ye Kudüs’te olmamak koşuluyla İsrail’de bir maç yapma izni verdi. Ancak bu defa Maccabi’nin maç tarihinde sahaya çıkamama sorunu ortaya çıktı. FIBA, 23 Kasım 1959 tarihinde Maccabi’ye 48 saat süre verdi. Bu süre içerisinde Maccabi’nin şampiyonadan çekildiğini açıklamasıyla 1 Aralık 1959 tarihinde FIBA, Fenerbahçe’nin ikinci tura yükseldiğini ilan etti. Fenerbahçe’nin ikinci turdaki rakibi son iki senenin güçlü ekibi Bulgaristan’ın Akademik takımıydı. İlk Maçı 61-69 kaybeden Fenerbahçe, 10 Şubat 1960 yılındaki rövanş maçından da 55-70 yenik ayrılarak kupadan elendi.

    30 Ocak 1960 Fenerbahçe:61-69:Akademik

    Lefter & Can

    Günümüzde “Fenerbahçe tarihinin efsane futbolcuları hangileridir?” sorusunun cevaplarının içinde en çok yer alan isimlerden ikisinin Lefter Küçükandonyadis ve Can Bartu olacağı kesindir. Fenerbahçe tarihinin ilerleyen yıllarda “efsane” olarak anılacak, cenaze törenleri Fenerbahçe Stadı’nda yapılacak bu iki futbolcusu, Erozan döneminde takımı sırtlayan oyunculardı. İki futbolcunun başkan için de özel olduğu, sadece bu iki futbolcu ile ilgili anılarının günümüze kadar gelmesinden kolaylıkla anlaşılabilir.

    Erozan’ın her iki oyuncu ile ilgili anıları Halit Deringör ve İslam Çupi’nin satırları aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. Halit Deringör, Erozan’ın “ilk defa Fenerbahçe gibi bir takıma yönetici olmayı yadırgadığını”, bunun sonucundan da futbolcularla “senli benli olup” mesafeyi kapattığını yazar. Deringör’e göre bu durum, Erozan’ın “hoşsohbet ve nüktedan” biri olmasıyla yakından ilgilidir.

    İslam Çupi de Lefter’in Nice eşleşmesinin 2.maçında attığı mucizevi penaltıdan sonra Erozan’ın elindeki viski bardağını döndürerek“o penaltıyı ben bile atamazdım” ironisine köşesinde yer verir. Deringör’ün aktardığı Erozan-Lefter anısı Nice eşleşmesinin 3.maçı için ikilinin Cenevre’de olduğu sırada yaşanmıştır. Erozan; futbolcularla şakalaşan, onlarla arkadaş gibi zaman geçirmektedir. Maç öncesi iskambil kartlarıyla oyunlar yaptığı sırada Lefter’e dönerek: “Yarın gol atarsan seni bara götüreceğim, hem senin Rumcan var bize yardımcı olursun” diyecektir. Bu şaka Lefter’i hem şaşırtıp aynı zamanda da utandıracaktır.

    Erozan’ın Can Bartu ile olan anısı, Bartu’nun “araba sevdası”nın eseridir. 18 Mart 1959 yılında İnönü Stadı’ında oynanacak bir Beşiktaş için Fenerbahçe takımı arabalı vapur ile Kabataş’a geçmiştir. Takım Kabataş’ta sevgi gösterileri ile karşılanır. Can Bartu, Başkan Erozan’ın samimiyetine güvenip arabasını kullanma izni ister. Bartu, arabalara olan merakından başkanının arabasını kullanmak istemiş; isteğinin kabul edildikten sonra geçtiği şoför koltuğundan, önünde giden arabaya çarptıktan sonra inmek zorunda kalmıştır. Takım maça giderken gerçekleşen bu kaza, Erozan’ın müdahalesi ve konumunun etkisi ile tatlıya bağlanır. Devlet arşivlerinde karşımıza çıkan bir belge, Agah Erozan’ın Devlet Malzeme Ofisi’nce ithal edilen arabalardan birini, bu kurumdan satın almasına verilen iznin yer aldığı kararnamedir . Kararname 7 Şubat 1959 tarihlidir ve konu edinilen maç tarihi ile arasında bir ayı biraz aşan bir süre vardır. Her ne kadar marka ve modeli bilinmiyorsa da, Can Bartu’nun dikkatini çeken bu arabanın büyük olasılıkla Erozan’ın kararname ile satın aldığı araç olduğunu söyleyebiliriz.

    1959 yılı sonrası, futbolcuların popüler kültürün bir parçası olmaya başladığı dönemdir. 1960 yılında ligin popüler futbolcuları ile röportajlar yayınlayan Hayat Dergisine göre, röportajı yayınlanan 7 ünlü futbolcudan sadece Can ve Lefter’in otomobilinin olduğu bilinmektedir. Kim bilir belki de Can Bartu araba almaya, Erozan’ın arabasını kullandıktan sonra karar vermiştir.

    Can Bartu ve Lefter Küçükandonyadis

    Olağan Kongre – Fevkalade Kongre

    Agah Erozan, seçildiği kongre dışında, başkanlığı döneminde 2 kongre yaşadı. İlki, geçmişteki kongrelere oranla daha sakin geçen ve daha az tartışmanın yaşandığı 1959 kongresidir. Kongre öncesinde, gruplar birleşip özeleştiri yapacak kadar rahattılar. Birleştiklerini “her yıl gazetelere mevzu olmaktan başka bir işe yaramayan ve kulübümüz için yıpratıcı bir mahiyet taşıyan kongre faaliyetlerini bu sene kendi aramızda halletmek istiyoruz” sözleriyle açıklayıp bu satırların yazarının hislerine tercüman olan gruplar, her sene alışılagelen kongre faaliyetlerini nadasa bırakıyorlardı.

    Erozan ise, bütün branşlarda kulübe şampiyonluk yaşatmış bir başkan olarak Fikirtepe’de 100.000 kişilik bir stad projesi vaadi ve “Fenerbahçe bir bütündür ve bütün kuvvetini bu bütünden almaktadır” sloganıyla kongreye hazır olduğunu gösteriyordu.

    12 Temmuz’da yapılacak kongre öncesinde, kongrelerin önemli aktörlerinden Kavrakoğlu’nun “Fenerbahçe’de muhalefet yok, kongreye tek liste girilecek” beyanatını vermesi ile Fenerbahçe’nin yaklaşan kongresi üzerindeki ilgi neredeyse kaybolmuştu. Erozan’ın yeniden başkanlığına kesin gözüyle bakılıyordu. Tam bu esnada Molnar krizi patladı ve kongre havası tekrar camiaya hakim oldu.

    Faruk Ilgaz-Agah Erozan-Müslim Bağcılar (Vecdi Teker -Paşalı Birol- Arşivinden)

    Sezonun bitimiyle önceden bu kararı aldığı yönetim tarafından bilinen Teknik Direktör Molnar’ın görevine son verildi. Bu kararın alındığı toplantıda daha önce “tek liste” vurgusu yapan Kavrakoğlu, Erozan ile sert tartışmalara girdi. Tartışmaların temelinde Kavrakoğlu’nun yönetimin “aşırı masraf” yaptığı düşüncesi vardı. Ne de olsa Fenerbahçeli Fenerbahçeli’nin kurduydu ve şampiyonlukların geldiği bir sezondan sonra bile kavga edecek bir neden bulunabilir, bulunamadığında da yaratılabilirdi. Kavrakoğlu tartışma sonrasında, kongrede Erozan’ın listesinde yer almayacağını kesin bir dille beyan etmişti. Tartışma basında “kongre sath-ı mailine giriş” olarak tanımlandı ve birkaç gün sonra Erozan ve Kavrakoğlu’nun kongrede şanslarının eşit olduğu tahmini spor sayfalarında yerini buldu .

    Erozan nabız yoklamak için kongreden 10 gün önce başkanlıktan istifa ettiğine ilişkin mektubu yönetim kuruluna verdi. Böylece yönetim kurulundaki arkadaşlarının tepkisini ölçmek istiyor, kongreye gireceği şartları planlamayı amaçlıyordu. Erozan, basına ise “kongreyi rahatlatmak için” istifa ettiğini ve kongreye kadar sade bir yönetim kurulu üyesi olarak görev yapacağını dile getiriyordu. Başkanın bu hamlesi kendisi için olumlu sonuç veriyor; kurul istifayı kabul etmeyerek, Erozan’ın kongreye yönetici arkadaşlarının desteği ile girmesini sağlıyordu.

    Kongre bu şartlar altında başladı. Erozan’a yönetilen tek eleştiri kongre öncesindeki tartışmalardan da tahmin edileceği gibi, “israf” üzerineydi. Kimsenin sportif başarısızlık üzerine söyleyeceği söz yoktu. Erozan, kongre konuşmasında üyelere “başarı-para” denklemi kurarak, “İsraf da laf mı? Fenerbahçe altın bir devir yaşıyor. Tam 9 şampiyonluk. Fenerbahçe kulübü bir spor kulübüdür, yağ ticarethanesi değil” diye sesleniyor, böylece muhaliflerin gardını düşürüyordu.

    Erozan’ın ikinci hamlesi ise zaten elinde olan avantajı kesin zafere dönüştürdü. “İkiliğin kalkmasını temenni ediyorum” diyerek, yıllardan beridir kavgalı olan, aynı yönetim kurullarında yer alsalar bile aralarındaki küslüğün kulüpteki herkesin bildiği Sporel ve Kavrakoğlu’nu kürsüye çıkartıp, onları öpüştürüp barıştırdı. İktidar partisinin 2 üyesi, DP gücünü günden güne kaybederken küs kalmamalıydı. Onları barıştırma görevi de Meclis Başkanvekili Erozan’a düşmüştü. Kongre, sahnedeki üçlüyü çılgınca alkışladı. Erozan bu şartlarla kongreyi kazanıp başkanlığının ikinci dönemine başlayan isim oldu. Seçilen yönetim kurulunda; Kavrakoğlu, Uluğ, Ilgaz görev alan isimlerdendi. Yıllar sonra Kadıköy grubunun ve Fenerbahçe kongresinin önemli isimlerinden Semih Bayülken bu kongre ile ilgili şu demeci verecektir: “Bugüne kadar 27 kongre kazandım. Bir tek mağlubiyetim var, o da Agah Erozan’a”

    Fenerbahçe İdare Heyeti – Dönemin tüm aktörleri bir arada: Müslim Bağcılar, Kavrakoğlu, Erozan, Uluğ, Ilgaz

    Fenerbahçe’de Sona Doğru

    Fenerbahçe 1959-1960 sezonunun ilk 4 haftasında 2 galibiyet 2 beraberlik alarak başladı. Erozan kongreyi kazandıktan sonra Eylül ayına kadar böbrek ameliyatı olduğu Münih’te kalmış; döndükten sonra ligde alınan beraberliklere Csepel karşısında iç sahada alınan beraberlik de eklenince, camiadaki huzursuzluk artmıştı. Futbol takımının bu şartlara rağmen Csepel’i deplasmanda yenip tur atlanması da huzursuzluğun bitmesine yetmemişti. Nitekim kongrenin fitili, yapılan yönetim kurulu toplantısında “tasarruf tedbirleri” konu başlığı altında ateşlendi.

    Bu kez sahnede tekrar İsmet Uluğ vardı. Yönetim kurulunun tasarruf tedbirleri gereği Nice maçı öncesi kamp yapılmasına izin vermemesi ve futbol profesyonel kadrosunda kesintiye gitmesi üzerine Uluğ, Erozan ile tartışıp genel kaptanlık görevinden istifa ediyordu. Tartışmanın boyutları demeç savaşlarına yansıdığı kadarıyla büyüktü. Erozan, Uluğ’un istifasını “Fenerbahçe camiasından 40 umumi kaptan, 100 reis çıkar” diye sıradanlaştırırken, Uluğ ise “İstifama sebep kampa girilip girilmemesi değil, profesyonel kadronun 13’e indirilmesidir. Reis ‘40 umumi kaptan, 100 reis çıkar diyor’ Bu sözün eksik tarafı Agah Bey gibi umumi kaptanın 40 değil, 800 Fenerbahçe azası içerisinde 799 tane olduğudur.” demeciyle köprüleri atıyordu. Uluğ’dan sonra genel kaptanlık görevini Kavrakoğlu devralıyor ve Yönetim Kurulu, Karagümrük karşısında alınan 2-0’lık yenilgi sonrasında Nice maçlarının bitimiyle olağanüstü kongreye gitme kararı alıyordu.

    Nice eşleşmesinin 3.maça kalması üzerine ara verilen kongre tartışmaları; bu maçta alınan 1-5’lik yenilginin, ligde Beşiktaş ve Göztepe’ye karşı alınan yenilgilerle birleşmesiyle tekrar alevlendi. Fenerbahçe muhalefetinin, kongreyi kazanmak için, kulübü yönetenlerin siyasi ya da toplumsal kimliğini dikkate almaksızın, DP’ye mensup milletvekillerinden birinin başkan adayı olarak aramaya başlaması bu dönemin en belirgin özelliklerinden biridir. Nitekim son kongreden sonra uyum içerisinde çalışmaya başlayan Erozan-Kavrakoğlu ikilisine karşı bu defa DP Antalya Milletvekili Atilla Konuk başkanlık için muhalif grupların radarına girmiştir.

    1960 Ocak ayı kongre tartışmalarının yeniden başlayıp sonuçlandığı aydır. Uluğ’un sert muhalefeti, Kavrakoğlu’nun idareyi ele alması, Erozan’ın kongreye gitmeyi kabul edip aday olmayacağını açıklaması bu ay içerisinde gelişen olaylardır. Bu ay içerisinde muhalif gruplar Atilla Konuk’tan vazgeçerek yeni bir adayın adını ortaya atmışlardır: DP Ordu Milletvekili Atıf Topaloğlu. Bu ismin Menderes tarafından da kabul gördüğü gazete sayfalarına yansıyordu. Kısa süre içerisinde bu iki ismin de üzeri çizilecek, iktidar partisinden başkan adayı aramakta olan Fenerbahçe muhalif grupları, Menderes’in önerisini kabul edecek, böylece Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Medeni Berk’in adaylığı kesinlik kazanacaktı. Adaylığın açıklandığı 23 Ocak 1960 tarihinde kulübe üye bile olmayan Medeni Berk; 18 Şubat’ta üye olmak için kulübe başvuracak , 6 Mart’ta yapılan seçimi kazanıp başkanlık görevi Agah Erozan’dan devralacaktı. İki başkanın görev yaptığı bu sezonun sonunda şampiyonluk ipini ise Beşiktaş göğüsleyecekti.

    “Türkiye’de Tanınmak Neymiş…”

    Agah Erozan başkanlıktan ayrıldıktan sonra, Meclis’teki başkanvekilliği görevine geri döndü. 27 Mayıs askeri darbesine kadar da bu görevini sürdürdü. Erozan, 6 Temmuz 1958’den 6 Mart 1960’a kadar 609 gün Fenerbahçe başkanlığı yapmış; bu dönemde Fenerbahçe futbol takımı yaptığı 104 maçta 299 gol atıp, 76 golü kalesinde görmüştür. Erozan’ın Fenerbahçe’si, günümüzün lig organizasyonunun ilk şampiyonu olmuş, Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı ünvanını almıştır. 1959 Yılında, Türk spor tarihinde ilk kez bir spor kulübü üç ana branşta birden şampiyon olmuştur.

    OrganizasyonOGMBAY
    Özel Maç32261512226
    Özel Kupa7610224
    İstanbul Ligi181404477
    Türkiye Ligi42343510028
    Avrupa Ş.K.Kupası5221811

    Meclis Başkanvekili iken Fenerbahçe’ye başkan olan ve bu durumun dönemin muhalif mizah yazarı Aziz Nesin tarafından “Meclis başkanvekili desen kimse tanımaz. Fenerbahçe Başkanı desen memedeki çocuklar bilir.” şeklinde tarif ettiği durum için Agah Erozan’ın yaptığı tespit; hem spor kulüplerinin toplumsal hayata ve siyasete etkisini, hem de Fenerbahçe başkanlığı ünvanının ne kadar büyük bir sorumluluğu da bünyesinde barındırdığını göstermesi açısından önemlidir. Bir diğer deyişle geleceğe ışık tutacak niteliktedir.

    “Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Fatih Kaymakamı oldum. Milletvekili oldum. Parlamentoya girdim iç tüzüğü hafızladım. Bana ‘hafız’ dediler. Sonra parlamento başkanı oldum. Ama beni çok az kişi tanıdı. FB başkanı olunca adeta şaşırdım. Yüz numaraya girerken çıkarken bile manşetlere çıktım” , “Türkiye’de tanınmak neymiş ben Fenerbahçe’ye başkan olunca öğrendim.”

    Yassıada

    Agah Erozan’ın hayatı 27 Mayıs sabahı tüm DP’lilerinki gibi değişti. On yıl önce yine bir mayıs sabahı başlayan siyaset macerasının sıradaki durağı İstanbul’daki Davutpaşa kışlası, son durağı ise uzun yargılamaların gerçekleşeceği Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada olacaktı.

    Durum Agah Erozan özelinde böyleyken, 27 Mayıs darbesi Fenerbahçe’yi de etkiledi. Kulüp on yıldır DP’lilerce yönetiliyordu ve mevcut başkanı Medeni Berk tıpkı Beşiktaş ve Galatasaray’ın başkanları gibi DP milletvekiliydi. Fenerbahçe’nin Ankara’daki bürokratik işlerini yürüten ve kulübü başkentte temsil eden Naci Barlas, yayınlanmamış anılarında ihtilal havasının kulübe etkisinden şöyle bahseder: “Ankara’ya döndüğüm zaman bir de baktım ki 27 Mayıs ihtilali Demokrat Parti ile beraber Fenerbahçe kulübüne karşı yapılmış. Normal olarak bütün idareye el koymuş olan askeri idare spor teşkilatını baştan sonra değiştirdi. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun başına birer albay getirilmiş. Bunlar normal gibi gözükse de Yassıada’ya giden milletvekillerinin yarısı Fenerbahçeli. Meclis Başkan Vekili Agah Erozan eski Fenerbahçe başkanı. Medeni Berk hali hazırda Fenerbahçe başkanı. Menderes Fenerbahçe sempatizanı. Osman Kavrakoğlu eski Fenerbahçe Başkanı. Şimdi burada söylediklerim benim intibaım veya tahminim değil. İhtilalin Jandarma Genel Komutanı yaptığı General Abdürrahim Doruk benim amcamdı. Ben Ankara temsilcisi olarak federasyon ile beden terbiyesi ile boğuşuyorum. Kendisine maruz kaldığımız haksızlıkları anlatınca bana: ‘Fenerbahçe, DP ağırlıklı ve sanki bu ihtilali tasvip etmiyormuş ve ihtilale karşıymış intibaı var askerlerde’ diye söylemişti.”

    Darbenin gerçekleştiği 1959-1960 sezonunda Beşiktaş’ın ardından ikinci olan Fenerbahçe’nin; 12 takımın katıldığı ve askerlerin, darbenin lideri adına kamuoyundan sempati kazanmak amacıyla düzenlediği “Cemal Gürsel Kupası” kupasına katılmasına ve finalinde Galatasaray’ı yenip şampiyon olmasına rağmen darbe yönetimi ile yıldızı barışmadı.

    Kulüp, 1960-1961 sezonunda Galatasaray ile çekişirken askerlerle ilişkileri geren bir dizi olay gerçekleşti. Önce, 1.Ordu Komutanı Cemal Tural’ın kulübü ziyaretinde duvarda asılı olan Menderes fotoğrafına verdiği tepki olay oldu. Sonra boşalan Fenerbahçe yönetimini seçmek için yapılan kongrede 2. başkanlığa Yassıada sanıklarından Dr.Fahri Atabey’in seçilmesi ile ilişkiler iyice gerildi. 5 Mart 1961’de İstanbul’da oynanan Gençlerbirliği maçından sonra ise kopma noktasına geldi. Hakem kararlarının “hatalı”dan “kasıtlı”ya evrilmesi sonucu çıkan olaylardan sonra askerler, “Fenerbahçe’yi sportif faaliyetlerden men etmeyi” gündeme getireceklerdi.

    Erozan Yassıada’daki hücresinde

    Fenerbahçe Başkanı Yatağını Yapmaz

    Fenerbahçe cephesinde 27 Mayıs gelişmeleri olarak bunlar yaşanırken Agah Erozan darbe sabahı diğer DP milletvekilleriyle beraber tutuklandı. Erozan ilk olarak Davutpaşa Kışlasına götürüldü. Buradaki günleri ile ilgili dönem basınında yer alan haberde, “Davutpaşa kışlasının en neşeli ismi Agah Erozan, koğuş arkadaşlarına bilhassa Fenerbahçe’nin istikbalinden bahsetmektedir” denilmekteydi. Agah Erozan Davutpaşa kışlasından sonra, askeri idarenin DP iktidarını yargılamak için seçtiği Yassıada’ya gönderildi. Onun için zor günler bundan sonra başladı. Tutukluların Yassıada’ya gönderildiği Yeşilyurt’ta askerler tarafından şiddet görenlerden biri de Erozan’dı. “Alçak Herif, İsmet Paşa’yı meclisten kovarsın, Fenerbahçe’yi bu hale sokarsın ha” sözleri eşliğinde saldırıya uğrayan Erozan’a, Yassıada vardıklarında uygulanan şiddet daha da artmıştır.

    Milletvekili arkadaşı Mithat Perin yaşadıklarını aktarırken Agah Erozan’ın başına gelenleri şöyle aktarır: “Agah bir dayak sağanağına tutulmuştu. ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye tekraren bağırarak kurtulmaya çalışıyordu. Geçirdiği kriz sonrasında bayılmış, baygınken ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye sayıklamaya devam ediyordu. Verilen ilaçlarla ancak sakinleşebilmişti.” Perin, yaşadıklarından sonra Agah Erozan’ın “Bunlar bizi asacaklar” dediğini ve “asılma” lafını ilk kez ondan duyduğunu not düşer.

    Erozan’ın Adnan Menderes ile ilgili öngörüsü de aynı yöndeydi . Bu iki öngörüden Erozan’ın ruh haline hakim olan karamsarlık açıkça farkedilebilmektedir. Erozan’ın Yassıada’ya gelişinde gördüğü kötü muamele adanın komutanı olan Yarbay Tarık Güryay’ın müdahale etmesini gerektirecek kadar şiddetlidir. Bu şiddet, Güryay’ın Erozan’a tekme atan yüzbaşıyı “tevkif ettirmek” zorunda bırakacak boyutlardadır. Erozan’ın Yassıada’da duygulandıran anlardan biri Fenerbahçe başkanlığı yaptığı için kendisine beklenmedik bir anda gösterilen saygı olmuştur: “Yassıada’da iken tutuklu milletvekilleri yataklarını kendileri yaparlardı. Bir gece bir gedikli yanıma geldi. ‘Merhaba Agah Bey’ dedi. Bu görevlinin beni Meclis’ten tanıdığını düşünerek ben de ‘Merhaba’ dedim. Ama hiç tanımıyordum. Gedikli, hemen arkasına döndü, onbaşıya seslendi. ‘Onbaşı bana bir er gönder, Fenerbahçe başkanı yatağını yapmaz’ İşte bu olay beni hayli mütehassıs etti dostlarım. Bunun için Fenerbahçe büyük bir kulüptür.”

    Erozan Yassıada’da duruşma salonuna yürürken.

    Mahkeme ve İdam Kararı

    Tutukluların bu şartlar altında tutuklu olduğu olduğu Yassıada’da “Yüksek Adalet Divanı” adıyla kurulan mahkemede 19 ayrı davaya bakıldı. Agah Erozan bu davaların en önemlisi olan 401 sanıklı “Anayasayı İhlal Davası”nda Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Meclis Başkanı’ndan sonra 19 numaralı sanık olarak yargılandı. Savcılar kendisine yönelttikleri suçlamaların temelini “Meclis başkanvekili sıfatıyla başkanlık divanında ve yönettiği oturumlarda tarafsız olmaması” üzerine kurmuşlardı.

    Duruşmalarda, muhalefet tarafından verilen önergelerin gündeme alınmaması ile suçlanan “Riyaset (Başkanlık) Divanı”nın üyesi olarak sorgulamaya tabi tutuldu. Aldığı kararların ve yönetiminin “Partizanca” olduğu ve demokratik yönetime değil partisine hizmet ettiği, “yeterli çoğunluk olmadan oylamaları yaptırıp taraflı yönetim sergilediği iddia edildi. Mahkemenin Erozan’ın tarafsızlığını özellikle sorguladığı olay muhalefet partisi CHP için bir tahkikat komisyonu kurulmasına yönelik önergenin görüşüldüğü oturumdaki yönetimidir. DP tarafından verilen önergede CHP; iktidarı, Türk kadınlarını, dost ve müttefikleri kötülemekle, halkı hükümete karşı isyana teşvikle ve orduyu siyasete karıştırmakla suçlanarak, parti hakkında 15 milletvekilinden oluşan bir tahkikat (araştırma) komisyonu kurulması teklif ediliyordu. Mahkeme bu komisyonu muhalefeti fiilen ortadan kaldırmak olarak değerlendiriyordu.

    Erozan savunmasına bu komisyonun kurulmasına “muhalefet şerhi” koyduğunu dile getirerek başladı: “Bunun bir şiddet tedbiri olacağı, huzursuzluk yaratacağı hususu üzerinde mutabık kaldık. Riyasette olduğum için oy da vermedim. Grupta kabul edildiğinde de grupta değildim. Bunları Bir gün Yassıada’ya geleceğimi hesap ederek yapmadım. Nizamnameye hürmetimden ve vicdanımın sesine uyarak yaptım”


    Erozan’a göre Meclis içtüzüğünde yapısal sorunlar vardı ve bu yapısal sorunlar DP öncesi dönemlerin mirasıydı. Erozan bu durumun düzeltilmesi için hukuk fakültesinden hocası olan Anayasa Profesörü Sıddık Sami Onar’ı ziyarete gidişini, meclisin daha demokratik bir yapıya kavuşması için gösterdiği çabanın bir göstergesi olarak, savunmasında şu ifadelerle aktarır: “1959 yılında üniversiteden hocam Sıddık Sami Bey’e gittim. Bizzat makamında ziyaret ettim. Kendisine meclis içtüzüğünü verdim. ‘Bunda çok eksikler var, bilhassa genel görüşme konusunda. Genel görüşmelerde milletvekillerinin daha serbestçe konuşmasını sağlayacak bir zemin hazırlamak lazım’ dedim” Üniversiteler ile DP’nin kavgalı olduğu bu dönemde Erozan’ın bu girişimi sonuçsuz kalacak; Profesör Onar, darbeden sonra askeri yönetimin yeni anayasayı yapması için göreve çağırdığı üniversite hocalarının başında yer alacaktır.

    Agah Erozan ve diğer sanıkların 11 Mayıs 1961’de başlayan yargılamaları, 5 Eylül 1961 tarihinde sonuçlandı. Mahkeme Erozan’ın savunmasını yeterli bulmadı. Duruşmalar sürerken Hakim Salim Başol’un kendisi hakkında yaptığı “İmrendiğiniz demokrasilerde bu makama (Meclis başkanvekilliği) geçecek kimseler partileri ile alakalarını kesiyorlar. Haydi bizden evvelkiler kesmedi, biz de kesmedik diyelim. Ama hiç değilse fiilen mümkün olduğu kadar tarafsızlığınızı muhafaza etmeniz gerekirdi.” yorumu karara da yansıdı ve Sanık Erozan; “1950’den beri anayasayı ihlal eden bütün kanunlara müspet oy vermiştir. Sanık meclis müzakerelerini reis vekili sıfatıyla idare ederken tarafsız hareket ettiği yolundaki müdafaası varid görülmemiştir. Sanığın fiil ve hareketi anayasayı ihlal suçuna asli iştirak mahiyetindedir.” denilerek idama mahkum edildi. Böylece Yassıada’nın ilk günlerinde “bunlar bizi asacak” kehaneti doğru çıkıyor; Erozan, 15 arkadaşı ile birlikte idama mahkum oluyordu.

    Erozan’ın Yassıada duruşmaları başlamadan soruşturma komisyonuna yaptığı savunmanın kapak sayfası (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivinden)

    Fenerbahçe Vapuru

    Kararlar açıklandıktan sonra Erozan, idamlık koğuşlara doğru giderken; beraat eden az sayıda sanık ve yakınları acı bir rastlantı sonucu “Fenerbahçe” vapuru ile İstanbul’a yola çıkıyor, Erozan ise idam edilmeyi beklemeye başlıyordu.

    27 Mayıs’ı gerçekleştiren ve daha sonra kendisine “Milli Birlik Komitesi” adını veren askerler, sadece 3 kişinin idam cezasını onayladılar. Eski Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Eski Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Eski Bakanı Hasan Polatkan infaz edildi. Erozan ve 11 idam mahkumu arkadaşının ise korktukları başlarına gelmedi ve cezaları ömür boyu hapse çevrildi. DP politikalarının zaman zaman demokrasiye ve yurttaşlar arasındaki eşitlik ilkesine ters düştüğü, ayrıştırıcı ve ötekileştirici olduğu söylenebilir. Ancak Yassıada yargılamalarının “adalet” kavramı içerisinde değerlendirilemeyeceği bugün kamuoyunun üzerinde hemfikir olduğu nadir konulardandır. Özellikle idamların ülkenin geleceğine negatif etkisi yadsınamaz bir gerçektir.

    Erozan’ın hayatının sonuna kadar tutuklu kalacağı yer olarak Kayseri Bölge Cezaevi seçilmişti. Erozan, 1961’den 1964’e kadar bu cezaevinin 4 numaralı hücresinde kaldı. Ancak birçok arkadaşı gibi zamanla onun da sağlık sorunları baş göstermiş, bu sebeple “sürekli hastalık raporu” almıştı. Yerel hastaneden aldığı bu raporun Adli Tıp Kurumu tarafından da onaylanmasıyla tahliye edilme ihtimali belirmişti. Bu ihtimal, hakkında verilen sağlık raporlarını inceleyen Cumhurbaşkanı Gürsel’in onayıyla gerçeğe dönüştü ve Erozan tahliye edildi.

    Erozan tahliye edildikten sonra Kadıköy’e yerleşti. Bir süreliğine çalışma hayatının ilk yıllarında yaptığı öğretmenlik mesleğine geri döndü. Çamlıca ve Kadıköy Kız liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. Serbest avukatlık faaliyetlerinde bulundu.

    Fenerbahçe’den Kopmadı

    Erozan cezaevinden çıktıktan sonra da Fenerbahçe ile ilgisini hiç kesmedi. Maçları tribünden izlemeye devam etti. Hakemi kastederek “neden bu siyahlıya Fenerbahçe forması giydirmediniz?” gibi sorular sorduğu rivayet edilen Erozan’a, Fenerbahçe’nin aldığı kötü sonuçlardan sonra taraftar tarafından “yeniden başkan ol” çağrısı bile yapıldı. İnönü Stadında 19 Eylül 1965’te oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-0 kaybettiği Vefa maçı sonrası yapılan bu çağrıya “bizden geçti, görevi devrettik” diye karşılık veren Erozan, Fenerbahçe mali ve genel kongrelerini hiç kaçırmadı. Kulübün akil insanlarından biri olarak kimi zaman anılarını anlattı, kimi zaman da tavsiyelerde bulundu.

    1973 yılı mali kongresinde ortaya koyduğu öneri kırk yıl sonra hayata geçecek ve her yıl yapılan kongrelerde enerji kaybeden Fenerbahçe; başkanını, Erozan’ın önerdiği gibi 3 yılda bir seçmeye başlayacaktı. Erozan, Fenerbahçe yönetimlerinin eski başkanları bir araya getirip fikirlerine başvurduğu toplantılara katılmayı da ihmal etmeyecekti.

    Erozan tahliye olduktan sonra aktif olarak politika ile ilgilenmedi. 1974’e kadar siyasi yasaklı olarak kaldı. Bu tarihte kendisiyle birlikte 295 eski DP’linin siyasi yasaklarının affedilmesine rağmen politikaya girmedi. Kendi deyimiyle, “başına gelenlerden sonra politikaya girmek hatta bu kararı almak bile kolay değildi”. Bir “merkez sağ parti” geleneği olarak, DP’nin devamı olan Adalet Partisi’ne (AP) eski arkadaşlarıyla beraber üye olmasına rağmen aktif siyasete hiç girmedi. Siyasette gençlerin önünü açan hareketleri destekledi.

    Agah Erozan, Fenerbahçe’nin 23.Başkanı, 2 Eylül 1993 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti. Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi. Mezarı, ölümünden 34 yıl önce, bugünkü Türkiye Süper Ligi’nin ilk şampiyonluk maçında Galatasaray ağlarına giden Fenerbahçe’nin 4.golünden sonra bacaklarına sarılan ve o günden sonra Fenerbahçeli olan “Vecdi” adlı bir çocuk tarafından her yıl ziyaret edilmektedir.

    Fenerbahçe Başkanları – 1966

    Son Söz

    Agah Erozan’ın “Fenerbahçe’nin başına, kulübün toplumdaki etkisi ve popülaritesinden faydalanmak için iktidar partisi DP tarafından atanmış bir politikacı” olduğu; dönem ile ilgili bilgi veren kaynaklarda sıkça yer alan bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeye karşı çıkmanın tarihi gerçekleri reddetmek olacağı açıktır.

    Sadece bu dönemde değil, Fenerbahçe Spor Kulübü’nü yöneten iradeler çoğunlukla ülkeyi yöneten irade ile paralellik göstermiştir. Ancak okuduğunuz satırlarda da yer bulduğu gibi bu durum sadece Fenerbahçe’ye özgü değildir. 27 Mayıs gerçekleştiğinde İstanbul’un 3 büyük kulübünün de başkanı milletvekilidir.

    Kulüp başkanlarının ülkeyi yöneten siyasi parti bünyesinden olması aslında sadece partilerin değil kulüplerin de yarar sağlamayı amaçladığı bir “karşılıklı fayda” yöntemidir. Son tahlilde Agah Erozan DP’li bir politikacı olduğu için Fenerbahçe Başkanı olmuştur. Bugün ise tarih Agah Erozan’ı, Fenerbahçe’nin bünyesi ve yapısı hücuma müsaittir. Fenerbahçe’nin kendine has oyunu hücumdur” ve “Türkiye’de tanınmak neymiş, Fenerbahçe’ye başkan olunca anladım” diyen Fenerbahçe Başkanı olarak yazmaktadır.

    “Agah Erozan, hakemleri futbolcu zannedecek kadar futboldan anlamamaktadır”, “Yurtdışı deplasmanlarında ‘ekmek arası pastırma’ yiyecek kadar boğazına düşkündür”, “Agah Erozan, Fenerbahçe’ye başkan olmadan önce Galatasaray Lisesi’nde vekil öğretmenlik yaptığı için Galatasaraylıdır ” Agah Erozan ile ilgili dönem kaynaklarında yer alan ve bu satırların yazarınca hafif tabirle “haksız” olarak nitelendirilen değerlendirmelere rastlanmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Agah Erozan futboldan ve spordan anlamaktadır. Fenerbahçe başkanı olmadan çok önce maçlara gitmektedir. Hatta maçları izlediği tribün bile bilinmektedir. 1950’lerde, Fenerbahçe ile tarihi ve organik bağları olan semt, Moda’da oturmaktadır. Erozan, sadece futbolda değil amatör branşlarda da şampiyon bir başkandır.

    Günümüzde spor kulüplerine olan aidiyetin, bir siyasi partiye olanından çok öte bir üst kimlik tanımı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla Agah Erozan için yapılan bu “haksız” değerlendirmeler dönemin siyasi atmosferinden etkilenerek yapılmışlardır. O atmosfer içerisinde “Fenerbahçe’ye bir karış toprak kazandırmadılar” denilen başkanların kazandırdıkları kupalar ve şampiyonluklar; bugün spor endüstrisi içerisinde Fenerbahçe’yi büyük yapan, kulüp ekonomisine katkı sağlayan ve sağlamaya devam edecek olan unsurlardır.

    Barış KENAROĞLU / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Şampiyonlar Şampiyonu Fenerbahçe

    Şampiyonlar Şampiyonu Fenerbahçe

    Fenerbahçe, 14 Haziran 1959 tarihinde (dört gün önce oynanan ve 0-1 yenildiği maçın rövanşında) Galatasaray’ı tam 4-0 yenerek, Türkiye Şampiyonluğu Kupası’nı 10. kez müzesine götürdü. Aşağıda dönemin Milliyet gazetesinden iki önemli ismin bu şampiyonluk hakkında yazdıklarını okuyacaksınız. Galatasaraylı Gündüz Kılıç “Şampiyonlar Şampiyonu Fenerbahçe” derken, Necmi Tanyolaç sözü bu maçta gol atan Fenerbahçeli futbolculara bırakmış. Keyifli okumalar…


    Gündüz Kılıç Yazıyor

    Bu bir şampiyonluğun hikayesidir.

    Bütün bir sezon birbirinize çok iyi kenetlenmiş, ahenkli bir birlik ile çalışmıştınız Fenerbahçeliler.

    Reisinizle, idarecilerinizle, futbolcularınızla ve hatta kulüp içindeki muhaliflerinizle…

    Milli takım kamplarında bu ahenginizi sezmiş de pek imrenmiştim. Reisiniz geldiği zaman etrafında isteyerek çemberleşiyor, umumi kaptanınız Fikret ağabeyinizin civarında neşe ile cıvıldaşıyordunuz.

    Ben birbirini severek bağlanan, geçimli bir aile gibi oluşun, o birliğe ne büyük kudret vereceğini bildiğimdendir ki imrenmiştim doğrusu.

    Günleri, haftaları hep beraberce geçirdiniz. Maçlar birbirini kovaladı. Yeniyor, yeniyordunuz. Öylesine ki artık rakipleriniz için puandan önce mesele sizi bir kere yenebilmekte idi. Hem büyük söyleyip böbürlenen futbolcularınız, ukalaca övünen idarecileriniz de yoktu. Görünüşte mütevazı bir Fener, hakikatte ise binlerce mumluk bir projektördünüz. Kısacası iki şampiyonluk tacını her hasletinizle, her meziyetinizle çoktan haketmiştiniz. Fenerbahçe camiası idare heyetini, kıymetli idareci Küçük Fikret’i, tecrübeli hoca Molnar’ı, çalışkan menajer Ahmet Erol’ı ve şampiyonlar şampiyonu Fenerbahçeli futbolcu kardeşlerimi candan tebrik ederim.

    Necmi Tanyolaç Yazıyor

    Kardeşim Namık Sevik,

    Çarşamba günü Metin’in attığı şahane golü anlatırken “Bazuka mermisi gibi…” demiştin de yüz binlerce Fenerbahçeli taraftar sana tarizlerde, sitemlerde bulunmuştu. Sanki o “ağlatan” golü sen atmışsın gibi suçladılardı seni…

    Halbuki senin hiçbir suçun yoktu ki. Sen sadece bir objektif kuvvetiyle “hadiseyi” tesbit etmiş, hakikaten şaheser bir golü güzel bir benzetme ile okuyucularına anlatmıştın.

    Bugün, ben de dünkü maçın gollerini anlatmak mevkiindeyim. Biliyorum ki kardeşim, bana da, kullanacağım terimler, yapacağım benzetmeler için Galatasaraylı taraftarlar kızacak, sitem edecek, tarizlerde bulunacaklar. Ne yapalım dostum, bizim kaderimiz bu. Ben de Lefter’in şutuna, Naci’nin vurduğu kafayı anlatmak için “Mithatpaşa’da Fenerbahçeliler füze rampaları kurmuşlardı. Bütün füzeler de güdümlüydü…” diyeceğim.

    Şimdi sarı-kırmızılı taraftarlar alınmayın. Ben kalemimi Mittahpaşa’ya füze rampalarını kuran Fenerbahçe’nin dört futbolcusunun emrine veriyorum. Bakın skor levhasını harekete getiren Yüksel ne diyor?

    Yüksel Gündüz

    “Lefter’in sağdan ortaladığı topa kaleci Yüksel’le birlikte fırladım. Belki yerli hakem bu hareketimi nizami saymaz ve faulle tecziye ederdi. Nitekim ilk sıçrayışta bu tereddüdü hissettim. Adaşım elinden topu kaçırmıştı. Bir anda bunu görerek ikinci atağı yaptım. Kafa ile vurduğum top Yüksel’in elleri üzerinden sekerek filelere gitti. Bu anda gök yırtılmış gibi bir ses duydum. Ve arkadaşlarımı da topla beraber filelerin dibinde uzanmış gördüm. Sevinçliydim. Çünkü takımımın avansını kapatmıştım”

    Kaptan Naci Erdem

    “Borcumu ödedim” diyerek söze başladı.

    “Lefter topa o kadar hızlı vurdu ki, bu orta değil, bayağı şuttu. İtimat edin bana, gol atacağımı hissetmiştim. Kale önünde bulunuşum da bunun bir belirtisiydi. İsmail’le Ergun’dan evvel sıyrılıp hareketimi yaptım”

    Sonra?

    “Sonrasını siz de biliyorsunuz”

    Mikro Mustafa Güven

    “Yüksel’e yapılan bir faulden sonra kazandığımız atışı Lefter kaleye doldurdu. İsmail topu kafa ile keserek kale önünden uzaklaştırmak istedi. Ben de altıpasta bekliyordum. Baktım top bana doğru süzülüyor. Müdahale eden yok, kaleci Yüksel’in de önü kapalı. Şut atabilirdim. Ama kafa vurmak daha kolayıma geldi. Ve o kargaşalıkta topu boş bulduğum köşeye havale ettim. Kafamdan çıkan topun filelere takıldığı ana kadar geçen zaman içinde çektiğim heyecanı tasavvur edemezsiniz. Sonra, Can beni omuzladı ve mükafat olarak santraya kadar taşıdı…”

    Şeref Has

    Şeref, “Golü anlat” dememize fırsat bırakmadı. Zira, arkadaşlarının anlattıklarını heyecanla takip ediyor ve sırasını bekliyordu. “Ben” dedi, “Gol atacağımı falan hissetmedim. Çünkü ne zaman böyle bir şey düşünmüşsem şans bana yardım etmiyor. Naci ağabey’den derinlemesine bir pas aldım. Kovalarsam yetişeceğime aklım kesmişti. Sağa doğru kaçtım ve topu önce Nuri’den kurtardım. Sonra Ergun’u geçtim ve çaktım. Meşin top bu sefer bana ihanet etmedi. Ne dersiniz, fena gol değildi, değil mi ağabey? Ama gene de şanssız sayılırım. Zira Stad Müdürlüğü geçen haftadan sonra kale ağlarını yenilemiş…”


    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu