Etiket: Ahmet Atman

  • Ayetullah Bey : Fenerbahçe Benim!

    Ayetullah Bey : Fenerbahçe Benim!

    Fenerbahçe’nin kurucularından Ayetullah Bey’in Kuruluş yıllarındaki rolü “Fenerbahçe Benim!” sözüyle özetlenebilir. Ayetullah Bey, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki görevlerini bırakmasından sonra yaşanan zor günlerde idareyi ele almış ve sahada alınan başarısız sonuçlarla günden güne kötüye giden kulübü ayakta tutmayı başarmıştır. Başkanlığı ile beraber kulübün renklerinin sarı – lacivert olarak değişmesi de, Kuruluş yıllarına bıraktığı izlerden bir diğeridir. Ayetullah Bey’in başkanlığındaki bu iki önemli meseleyi ele aldıktan sonra, geçtiğimiz aylarda yayınladığımız ailesi hakkındaki bilgileri ve ilk kez sitemizde yayınlanan fotoğrafları tekrar sizlerle buluşturacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Değişen Renkler

    Fenerbahçe’nin değişen renklerinden önce, ilk renklerin nasıl seçildiğine ilişkin bilgilere ve varsayımlara göz atalım.

    Fenerbahçe Tarih yazımı; kulübün renklerinin seçilme hikayesini Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabına dayandırmış, zamanla romantik öğelerle süslenen bu hikayeden bir “papatya” anlatısı yaratılmıştır. Dağlaroğlu’na göre renklerin seçilmesinde temsil ettikleri anlamlar etkili olmuştu:

    “Ayetullah ve Necip’in kıskançlık ve asalet timsali sarı-lacivert’ine karşı Ziya, kıskançlık ve temizlik manasına gelen sarı-beyaz’ı ileri sürdü ve ısrarla savundu”

    Günümüzde Fenerbahçe resmi web sitesinde yer alan “formalarındaki renkleri ise Fenerbahçesi’ndeki ilkbaharın sevimli müjdecisi papatyaların kıskançlık ve temizlik sembolü olan renklerinden yani sarı ile beyazdan alacaklardı” ifadesi ise bahsettiğimiz romantik anlatımı yansıtmaktadır.

    Kuruluş günlerinde Fenerbahçe burnundaki çayırda yapılan idmanlar, Nasuhi Esat Baydar, Sait Cihanoğlu gibi dönemin tanıkları tarafından aktarılsa da bu kişilerin satırlarında ne papatya detayına ne de renklerin nasıl seçildiğine ilişkin bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Kulübün renklerinin nasıl seçildiği üzerine ikinci varsayım ise, Saint Joseph Lisesi’ne dayanmaktadır.

    Defaten belirttiğimiz gibi, Fenerbahçe’nin kuruluşunda Saint Joseph’in önemli bir etkisi vardır. İlk Başkan Nurizade Ziya Bey sözü edilen okuldan mezundur. Okulun renklerinin de sarı – beyaz olması, bu etkiyle beraber düşünüldüğünde; Fenerbahçe’nin renklerinin Saint Joseph’in renklerinden geldiği tezi öne sürülebilir.

    Renklerin değişimi ile ilgili en net bilgimiz Ziya Bey hala kulüpteyken sarı – lacivert ile değiştirildiğidir. Kuruluş renklerinin Saint Joseph’den geldiğini kabul ettiğimiz takdirde şu değerlendirmeyi dikkate alabiliriz: “Yakın bir zamana kadar Saint Joseph Lisesi mezunu olduğunu birçok kaynaktan okuduğumuz Ayetullah Bey’in Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nden mezun olduğunu 2007 yılında yayınlanan Asr-ı Fener kitabındaki belgelerden öğrenmiş bulunuyoruz. Ayetullah Bey’in Saint Josephli olmaması, Meşrutiyet ile beraber ülke siyasetinde İngiliz etkisinin artması ve bir Fransız misyon okulu olan Saint Joseph ile organik bağ kurmanın yükselen milliyetçilik akımı ile ters düşmesi bu renk değişime bir sebep olarak öne sürülebilir.” 

    Renklerin değişimi ile ilgili diğer varsayım ise Gazeteci Selahattin Duman tarafından 1996 yılında Sabah gazetesinde yayınlanan “Fenerbahçe’nin Gizli Tarihi” adlı yazı dizisinde öne sürülmüştür. Büyük maddi hataların yer aldığı bu yazı dizisindeki teze göre yeni forma almak isteyen Fenerbahçe idarecileri, Mösyö Baker’in mağazasında sarı – beyaz forma bulamamışlar ve en yakın renk olarak sarı – lacivert’i tercih etmişlerdir.

    Sarı Lacivert renklerin Musaver Muhit dergisinin 31 Aralık 1908 tarihli sayısında takımın ilk fotoğrafındaki formalarda yer aldığına göre, renklerin değişimi Ziya Bey henüz kulüpten istifa etmeden gerçekleşmiştir. Kurucu Başkanı henüz kulüpteyken, üstelik sahada formalı olarak yer alırken renklerin değişiminin bir zorunluluktan kaynaklandığı varsayımını akıllara getirmektedir. Şüphesiz bu zorunluluk da o dönemde spor malzemelerini bulmanın kolay olmamasından kaynaklanmaktadır. Yazdıklarımızı özetleyecek olursak, Fenerbahçe’nin renkleri 1908 yılında, Ziya Bey hala kulüpteyken, muhtemelen başkanlığı Ayetullah’a Bey’e bırakma aşamasındayken değiştirilmiştir.

    Mühürdar Gazinosu

    Ayetullah Bey başkan olduktan sonra Fenerbahçe tarihinin ilk bunalımını yaşamaya başladı. Takım alınan kötü sonuçlarla dağılma aşamasına gelmişti. Bu aşamada çevredeki diğer kulüplerle birleşmek çözüm olarak düşünüldü. Bu birleşmelerden ilki 1908 yılının sonuna doğru Kadıköy Futbol Kulübü ile gerçekleşti.

    Yukarıda da sözünü ettiğimiz Musavver Muhit Dergisi, 31 Aralık 1908’te yayınladığı Fenerbahçe’nin ilk fotoğrafının altına “Fenerbahçe ve Kadıköy Futbol Kulübü” yazmıştı. O döneme ilişkin bilgilerimizin kısıtlı olması bu birleşmenin hangi şartlarla gerçekleştiğine ilişkin bir değerlendirme yapmamızı olanaksız kılsa da, devam eden dönemde iki kulübün adının yan yana geldiği her hangi bir ifadeye ya da bilgiye en azından şimdilik rastlamamış olmamız bu birleşmenin sadece “bir maçlık” olduğunu düşünmemizi sağlamaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinde “birleşme” konu başlığı altında akla ilk gelen olay Ayetullah Bey’in Üsküdar Kulübü ile Mühürdar Gazinosu’nda yaptığı toplantıdır. Bu toplantının tarihi ile ilgili Burhan Felek 1908 tarihini, Rüştü Dağlaroğlu ise 1910 tarihini vermektedir. Miladi takvimin yürürlüğe girmesinden önce kullanılan Hicri ve Rumi takvimler arasındaki farkın bu ikili tarihlendirmeye sebep olduğu açıktır.

    Birleşme ile ilgili en net bilgileri Nasuhi Esat Baydar’ın satırlarından öğreniyoruz. Nasuhi Esat, 1940’lı yıllarda; Öz Fenerbahçe Dergisi ve Türkiye Spor Ansiklopedisi’nde toplantının detaylarını vermiştir. Aşağıda, bu bilgilerin yer aldığı iki yazının parçalarını bir araya getirdik.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    “İlk günlerin Hasanlı, Hüseyinli, İzzili, (Devrin en meşhur futbolcuları) şatafatlı takımı, lig maçları arifesinde (öncesinde) dağılıvermişti. Ortada Galip ve onun etrafında, futbolculuğu bile henüz belirmemiş biz gençler, kulübün zayıf bünyesini korumaya çabalıyorduk. Gün oluyordu ki on bir kişi bir araya gelip sahaya nasıl çıkacağımızı düşünerek kıvranıyorduk.

    O zamanın muin-i şiarı (destekleyici sloganı) ittihat (birlik) kuvvetiydi. Biz de bu umdeye (prensibe) uyduk. Kuvvetlenmek için bizden daha kudretsizleri, “Pazar Yolu Kulübü” ve “Üsküdar Kulübü” ile birleştik. Artık kalabalıktık. Takımın her hattında bir iki yedeği vardı. Bizimle ittifak eden zevat (kişiler) arasında şimdi Felek namı müstearı altında yüksek mizah yapan Atletizm Federasyonu Reisi Burhaneddin Bey de (Burhan Felek) vardı.

    Lâkin yeni gelenlerle bir türlü bağdaşamıyorduk. Aramızda sebebi ifade edilemeyen bir geçimsizlik devam ediyordu. Belki biz, eski Fenerbahçeliler, biri birimizin çok yakın dostu idik, yenilerle müşterek (ortak) fikirlerimiz ve hislerimiz yoktu, belki ayrı muhitlerde yetişmekte idik. Velhasıl (sonuç olarak) uzlaşamıyor, az çok ayrı bir küme halinde yaşıyorduk. Esasen birleştiğimiz yer de ancak futbol sahası idi. Henüz lokal sahibi değildik. Şurada burada toplanıyor, işlerimizi hep beraber görüyorduk. Daha geniş hükümleri (maddeleri) olan bir nizamnameye (tüzüğe), idare mesuliyetini (yönetici sorumluluğunu) hakkıyla taşıyan bir heyete ihtiyacımız aşikardı.

    Bu yeni arkadaşlarla birlikte birkaç egzersiz yaptık. Bir gün yeni idare heyeti (yönetim kurulu) teşkil etmek (oluşturmak) üzere bir tatil günü sabahı, Mühürdar Gazinosu’nda toplandık. Vaki (Zaten) birleşmenin umumi şeraiti (genel şartları) esas itibariyle takarrür etmişti (kararlaştırılmıştı). Bu şartlarda Üsküdarlı rüfekadan (arkadaşlardan) birkaçını idareci olarak intihap (seçme) ve idare tarzına müteallik (ilişkin) bir takım teferruatı (ayrıntıları) tespit etmekten ibaretti. Fakat daha içtimaya (toplantıya) başlarken Fenerbahçelilerin bir arada, Üsküdarlıların da ayrı bir grup halinde bulunmaları gösterdi ki ittihat (birleşme) planı arzu ediliyor; fakat bu samimi değildir.

    Nihayet, hazırlanan nizamnameyi müzakere ve bir idare heyeti teşkil etmek üzere,. Usule göre bir reis ve iki katip seçerek görüşmelere başladık. İlk madde üzerinde uzun duruldu. Kulübün adı Fenerbahçe mi, Üsküdar Pazaryolu mu, Fenerbahçe-Pazaryolu mu, yahut büsbütün başka mı olacaktı? Nitekim bize iltihak eden (katılan) arkadaşlar evvela kulüp isminin Üsküdar Fenerbahçe olmazsa, Fenerbahçe Üsküdar şekline ifrağını (dönmesini) teklif ettiler. Birleşmek arzusu kendi taraflarından izhar edildiğine (ortaya konulduğuna) göre Fenerbahçe namını tebdile (değiştirmeye) lüzum olmadığı cevabı verildi. O halde isimleri büsbütün değiştirelim dediler ve Kadıköy ile Üsküdar arasında ne kadar marufça (bilinen) semt ismi varsa saydılar ve aynı cevabı verdik. O zaman idare heyeti azasının adedi ile beş veya yedi azadan kaçının Fenerbahçe’den ve kaçının Üsküdar’dan olacağı görüşülmek istenildi.

    En tehlikeli mevzuya temas edilmiş ve pürüzlü mütalaaların (görüşlerin) fena neticeler vermesine imkan bırakmamak zamanı artık gelmişti. Zira bu iki karanlık nokta tenvir edilmezse (aydınlatılmazsa) Üsküdarlılar bizden kalabalık oldukları için öyle bir emrivaki meydana gelirdi ki Fenerbahçe Futbol Kulübü’nün mevcudiyetinden vazgeçerdik. Bizi biz yapan her şeyi kaybedebilirdik. Fakat o küçük mevcudiyeti (varlığı) bir iki seneden beri beslemiş olan kuvvetli kıymet ve dostluk da zail olur (yok olur) giderdi. Binaenaleyh (Bu yüzden) Üsküdarlı arkadaşlardan muratlarının (niyetlerini) ne olduğunu sarahatle (açıklıkla) söylemelerini talep ettik. Maksatları Fenerbahçe’yi yok etmek miydi yahut suret-i haktan görünüp (erdemli görünüp) birleşme arzusunu izhar ettikten (ortaya koyduktan) sonra Üsküdar Kulübü’ne Fener’in birkaç iyi futbolcusunu almak için bir manevra mı çevirmek istiyorlardı.

    Muarızlarımız (bize karşı gelenler) arasında birkaç hukuk talebesi vardı ki hazmedemedikleri hukuk nazariyatının (kavrayamadıkları hukuk teorilerinin) cemiyetlere, içtimalara, müzakere (görüşmelere) ve intihablara dair ne kadar kaideleri (kuralları) varsa bunları serdederek (dile getirerek) haklarını ispat etmek istediler. Fenerbahçe’nin o zamanki reisi Ayetullah Bey’di (en ihtiyarımız, 23-24 yaşlarında, sarışın ve miyop bir delikanlı). Bu zat Fransız mekteplerinde tahsil etmiş ve hep ecnebi muhitlerinde yaşamış olduğu için Türkçe’yi suhuletle (kolaylıkla) söyleyemezdi. Hukukçuların tumturaklı nazariyeleri karşısında bunalıp aynı selasetle (akıcılıkla) cevap vermekten aciz kalınca ayağa kalktı. Ve Fenerbahçe’nin idare heyeti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız hükmünü tebliğ etti (bildirdi). “Bizimle birleştiniz, isim değişikliği bahis mevzuu (söz konusu) olamaz!”

    Pazaryolluların Reisi, bir hukukçu cevap verdi :
    – “Hayır sizinle birleşemedik, iki kulüp birleşti. İsim bahse konulmalıdır”
    Sonra bir teklif ile geldi:
    – “Nizamnamenin diğer maddelerine kat’i şekli (son şekli) verelim, yeni idare heyetini de seçtikten sonra isme avdet ederiz (geliriz)”

    Ayetullah, birdenbire, köpürdü:
    – “Nizamnameyi bitirelim, idare heyetini de ekseriyetinizle kuralım, sonra bu idare heyeti, bu ekseriyet Fenerbahçe’nin kuyusunu kazsın, arkadaşlarımızdan dilediğini alıkoyup üst tarafını kapı dışarı etsin. Nerede bu bolluk! Biz Fenerbahçe’yi yalnız futbol oynamak için değil, bundan çok daha yüksek maksatlarla kurmuş ve bugüne kadar yaşatmış olanlardanız. Yolumuzda yürümek isterseniz elbirliğine hazır olduğumuzu söyler, aksi takdirde sizlere (gazinonun kapısını göstererek) buyurun, deriz”
    Pazaryolluların Reisi, bu sert muamele karşısında, sordu :
    – “Siz kim oluyorsunuz da pişmiş aşa su katıyorsunuz?”
    “Fransız kralı XIV. Louis, La loi, c’est moi! dermiş. Ben de Fenerbahçe benimdir diyorum.”

    Bu celadet (yiğitlik) karşısında biz şaşırıp birbirimize bakmaya başladık. Üsküdarlılardan biri “Fenerbahçeli arkadaşlar reylerini (oylarını) beyan etmemişken reis beyin hangi hakka istinaden (dayanarak) idare heyetinin değiştirilmeyeceğini bu kadar kat’iyetle beyana (kesin ifade etmeye) cesaret ettiğini bizlere dönerek ve hususiyetimizden istiane ederek (yardım umarak)” sordu. Fenerbahçe’nin mevcudiyetini (varlığını) bu kadar şiddetle müdafaa eden (savunan) Ayetullah Bey’i hukuk nazariyatına feda edemezdik. Fakat bir de müzakere adabı vardı. Sekiz on kişi fikirlerini söylememişken reisin müstebit (despot) bir hükümdar gibi müzakereyi kesivermesi hiç olmazsa ayıptı. Bizler bu düşünce içinde mütehayyir (şaşkın) ve kararsız iken Üsküdarlılar aynı zemberekle müteharrik imişçesine (hareket edermişçesine) hep birden ayağa kalktılar ve gazinoyu terk ettiler.

    Birleşme akim (sonuçsuz) kaldı. Üsküdarlılar biraz daha sabretselerdi ruhlarımızdaki ani buhrandan istifade ederek (yararlanarak)  belki muratlarına nail olacaklardı (ereceklerdi). “Fenerbahçe benimdir” cevabı, On beşinci Louis’nin meşhur sözü idi, ama Fenerbahçe reisinin uzağı görmesi sayesinde, bir müzakere oyununa gelmemiş, dağılmak vartasından (tehlikesinden)kurtulmuştu.


    Fenerbahçe, kırk yıllık ömründe, yine Ayetullah kıratında (gibi değerli) idarecilerinin uzak görüşleriyle, buna benzer hadiselerden daha kuvvetlenmiş olarak çıkacaktır. Fenerbahçe’yi bu vartadan kurtarmış olan merhum Ayetullah Bey’in hatırasını her Fenerbahçeli rahmetle yad etmelidir.

    Salt Araştırma arşivinden

    “Olmadı ve Ayrıldık”

    Ayetullah Bey’in adeta devleştiği o toplantının bir diğer tanıdığı da Nasuhi Esat’ın satırlarında bahsettiği Burhan Bey’dir. Burhan Felek, yıllar sonra yazdığı bir yazıda o güne ait gözlemlerini şöyle dile getirmiştir:

    “1908 civarlarında Anadolu Kulübü (Üsküdar) bir ara Fenerbahçe ile birleşme kararı aldıydı. Bu işi Tevfik Taşçı Bey’in (Fenerbahçe Kurucu kadrosundan) delaleti ile yaptık. Ama yürümedi. Neden yürümedi? O devirde Üsküdarlı bir genç ile Kadıköylü bir gencin cemiyet ve toplumdaki vazife (görev) ve telakkileri (görüşleri, bakış açıları) birbirinden ayrıydı. Üsküdarlı genç, Türk mekteplerinde okurdu. Kadıköylü gençlerin büyük bir kısmı oralarda bulunan Fransız mekteplerinde okumuşlardı. Uzatmayalım, olmadı ve ayrıldık”

    Burhan Felek’in satırlarında, birleşme toplantısında Haccarzade Tevfik Bey’in de olduğu ayrıntısı göze çarpmaktadır. Bu ayrıntıdan daha önemlisi Burhan Felek’in, Nasuhi Esat’ın dile getirdiği, antrenman yapmak için sahada gerçekleşen birleşmeye rağmen iki kulübün oyuncularının arasında hakim olan “sebebi ifade edilemeyen geçimsizliği” açıklayıcı ifadeleridir.

    Bugüne kadar Kadıköy’ün demografik yapısı üzerine yaptığımız değerlendirmeler bu ifadelerle daha anlaşılır hale gelmiştir. Üzerinde önemle durulması gereken nokta ise, yabancı nüfusunun hakim olduğu ve nüfusun semtte yerleşik Türkleri fazlaca etkilediği bu dönemin; Üsküdar gibi bu etkinin olmadığı semtlerle yapılmaya çalışılan koalisyonlara tanıklık etmesidir. Bunun da altında Fenerbahçe’nin gelişmeye aday bir kulüp olarak günden güne daha fazla sporcuya ihtiyaç duymasıdır.

    Ayetullah Bey’in Ailesi

    Kuruluş döneminde Fenerbahçe’yi yok olmaktan kurtaran bu özel insan hakkında bildiklerimiz sınırlıydı.

    1888 Yılında İstanbul’da doğduğu, Ferik (General) Şevki Paşa’nın oğlu olduğu, Fenerbahçe’nin ilk kadrolarında defans ve savunmada forma giydiği, 1918 yılında henüz 30 yaşındayken İspanyol gribi salgınında hayatını kaybettiği, Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabında yazılıydı.

    Asr-ı Fener’de ise ailesi özelinde yeni bir bilgi verilmiyordu. Araştırmalarımızı bir diğer kurucu Necip Okaner üzerinde yoğunlaştırdığımız sırada, güzel bir tesadüf eseri Ayetullah Bey’in ailesini bulduk. Önce yukarıda bahsettiğimiz kitapların ayrıldığı noktaya göz atalım.

    İki kitap da Ayetullah Bey’in Piyade Feriki Şevki Paşa’nın oğlu olduğunu yazarken, okuduğu okullar konusunda birbirlerinden ayrılmışlardır. Rüştü Dağlaroğlu, Ayetullah Bey’in St. Joseph Lisesi’ni bitirdiğini söylerken, Asr-ı Fener’in görüşü ise Mekteb-i Sultani’de başlayıp Moda Faure Fransız Lisesi’ni bitirdiği yönündeydi. Asr-ı Fener’in Ayetullah Bey’in Osmanlı Bankası sicil kayıtlarına dayanarak kanıtladığı bu bilgiyi doğru kabul ederek kendi tarih yazımımızda da kullanmaya başladık. Osmanlı Arşivlerinde o dönem için yaptığımız taramalarda Moda’da yer alan okullar arasındaki öğrenci geçişlerinden bahseden belgelere rastladık. Bu belgeler Ayetullah Bey’in sözü edilen her iki okulda da farklı dönemlerde okumuş olma olasılığını da ortaya koydu.

    Ayetullah Bey’in ve ailesinin daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış fotoğraflarının bulunma hikayesi ile devam edelim.

    28 Mayıs 1983 tarihli Milliyet gazetesinde bir ölüm ilanına rastladık. Nilüfer Lüy’ün 26 Mayıs 1983’de vefat ettiğini söyleyen bu ilan , Fenerbahçe tarihi için çok önemli soruların cevaplarını beraberinde getirdi ve heyecan veren yeni soruların ortaya çıkmasını sağladı. İlanda şöyle yazıyordu:

    “Merhum Korgeneral Şevki ve Müveddet Arz’ın kızı, merhum Yüzbaşı Raşit ve İsmet Loğa’nın gelini, Fenerbahçe Kulübü kurucularından Ayetullah’ın kardeşi, Necip Okaner’in yeğeni, merhum Reşat ve Abdi Loğa’nın yengesi, Maskat Sultanı Tarık Alsait’in teyzesi, Celasin-Fahriye Lüy’ün annesi, merhum süvari Rıdvan Lüy’ün eşi, Lüy, Zembilci, Atman, Çakır, Akkeskin, İncesu, Ersev, Oçbe, Big ailelerinin teyzesi, yengesi, halası Nilüfer Lüy, 26 Mayıs 1983 günü vefat etmiştir. 28 Mayıs 1983 günü ikinci namazından sonra Kanlıca Camii’nden ebedi istirahatgahına defnedilecektir”

    İlanda Atman soyadını görünce aklımıza (Fenerbahçe’nin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel‘in de yakın arkadaşı olan) merhum Ahmet Atman ve onun torunu, sayın Lale Atman geldi. Meydana çıkan yeni sorulara yanıt vermesi ümidiyle kendisine yazdık. Ve ondan, araştırmalarımıza çok yardımcı olacak şu cevapları aldık.

    “Nilüfer Lüy, Rıdvan Lüy ile evliydi. Tek çocukları olmuştu, adı Celasin. O da tenisçiydi ve Fenerbahçe’de oynardı. Hatta 1945 senesinde olaylı bir Fenerbahçe-Galatasaray tenis turnuvası olmuş. Nilüfer Teyze’nin ailesi Maşukiye civarındandı ve Çerkes olduklarını biliyoruz. Dedesi Osmanlı’da katipmiş. Ahmet Atman ve Necmiye Atman’ın (dedemiz ve babaannemiz) çok yakın dostlarıydı. Öyle ki eşi Rıdvan Lüy vefat ettikten sonra gelip birkaç sene bizimle kalmıştı. Sonra halam Esin Zembilci’nin kızı Ela doğunca halamlarda, babaannem ile birlikte kaldı. Vefat edene kadar orada kaldı ve Kanlıca mezarlığında gömülüdür. Fransız okulunda okumuş, son derece kibar, görgü kurallarına riayet eden, disiplinli, ufak tefek, zayıf ve çok hoş bir insandı. Hepimizde emeği çoktur. Babam ona Neylüfer teyze derdi. Ve dediğiniz gibi hepimizin çok sevip saydığı aile büyüğümüzdü. Eşi Rıdvan Lüy (Türkiye Jokey Kulübü) TJK’da bir dönem yanlış hatırlamıyorsak saha komiserliği yapmıştı.”

    Nilüfer Hanım’ın vefat ilanından ve Lale Hanım’ın anlattıklarından yaptığımız çıkarımları şu şekilde sıralayabiliriz:

    -Ayetullah Bey’in babasının adını ve rütbesini biliyoruz ama hangi Şevki Paşa olduğunu bilmiyoruz.

    -Eğer bir “üvey kardeşlik” durumu yoksa, Ayetullah Bey’in annesinin adı Müveddet.

    -Fenerbahçe tüzüğünde ismi geçen beş kurucudan ikisi, Ayetullah Bey ile Necip Okaner “bir şekilde, büyük olasılıkla anneleri tarafından” yeğenler.

    -Fenerbahçe’nin ünlü tenisçilerinden Celasin Lüy, Ayetullah Bey’in kız kardeşinin oğlu.

    Bir ölüm ilanından ortaya çıkan bu bağlantılar, Kuruluş dönemi ile ilgili bilgi ve belgelere ulaşmanın düşünüldüğü kadar zor olmadığını ortaya koyuyor. Eminiz gün yüzüne çıkardığımız bu belgeler, yeni bilgileri ortaya çıkarmak için gösterilen çabaları arttıracaktır. Bu sayede Fenerbahçe camiası olarak sıkışıp kaldığımız kalıplardan da çıkmış olacağız. 

    Ayetullah Bey ve ailesinin daha önce hiç yayınlanmamış fotoğraflarının ortaya çıkmasında teşekkür etmemiz gereken isimler var. Bu isimlerin başında Ayetullah Bey’in resimlerini aile albümünden çıkararak bizimle paylaşan Sayın Mehmet Auf ve Kıymetli Eşleri Ebru İpek Auf geliyor. Bozkurt K. Yılmaz ise Auf Ailesi ile olan arkadaşlığını bu büyük emeğe aracı ederek teşekkürle beraber minnetlerimizi de hakediyor. İstanbul’un ve Kadıköy’ün tarihî simaları olan Ayetullah Bey’i, babası Piyade Feriki Şevki Paşa’yı, kız kardeşi Nilüfer Lüy’ü, kız kardeşinin eşi Rıdvan Lüy’ü ve yeğeni Fenerbahçeli tenisçi Celasin Lüy’ü saygıyla anarak;  sizleri, Ayetullah Bey ve ailesinin tarihi fotoğrafları ile tekrar başbaşa bırakıyoruz.

    Barış Kenaroğlu

    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
  • Ayetullah Bey’in Ailesini Bulduk

    Ayetullah Bey’in Ailesini Bulduk

    Ayetullah Bey, Fenerbahçe tarihinin en ilginç figürlerinden biri… Kuruluş döneminde Fenerbahçe’yi yok olmaktan kurtaran (*) bu müstesna insan, ne yazık ki 1920’yi bile göremeden, bir salgın hastalık sebebiyle hayatını kaybetti. Ve yine ne yazık ki uzunca bir zaman boyunca Ayetullah Bey’e dair (Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1957 tarihli kitabında yazdıklarından başka) bir şey öğrenme şansımız olmadı. 2007’de basılan ve henüz halka satışa sunulmayan Asr-ı Fener de (bildiğimiz kadarıyla) ailesi özelinde yeni bir şey söylemiyordu… Fakat talih! Ağustos ayında Necip Okaner hakkında araştırma yaparken, hiç beklemediğimiz bir anda Ayetullah Bey’in ailesini bulduk.

    Kitaplar Ne Diyordu?

    Önce yukarıda ismini zikrettiğimiz kitaplarda yazılanları bir araya getirelim… İki kitap da Ayetullah Bey’in Hareket Ordusu erkânından Piyade Feriki Şevki Paşa’nın oğlu olduğunu yazarken, okuduğu okullar hususunda birbirlerinden ayrılmışlar. Rüştü Dağlaroğlu, Ayetullah Bey’in St. Joseph Lisesi’ni bitirdiğini söylüyor fakat Asr-ı Fener’in görüşü Galatasaray Lisesi’nde başlayıp Y.Faure Fransız Lisesi’ni bitirdiği yönünde! Ailesi hakkında ise herhangi bir bilgi yok.

    Biz Ne Bulduk?

    28 Mayıs 1983 tarihli Milliyet gazetesinde bir ölüm ilanına rastladık. Nilüfer Lüy’ün 26 Mayıs 1983’de vefat ettiğini bildiren bu yeni bilgi, Fenerbahçe tarihi için çok önemli soruların cevaplarını beraberinde getirdi ve heyecan veren yeni suallere yol açtı. İlanda şöyle yazıyordu:

    “Merhum Korgeneral Şevki ve Müveddet Arz’ın kızı, merhum Yüzbaşı Raşit ve İsmet Loğa’nın gelini, Fenerbahçe Kulübü kurucularından Ayetullah’ın kardeşi, Necip Okaner’in yeğeni, merhum Reşat ve Abdi Loğa’nın yengesi, Maskat Sultanı Tarık Alsait’in teyzesi, Celasin-Fahriye Lüy’ün annesi, merhum süvari Rıdvan Lüy’ün eşi, Lüy, Zembilci, Atman, Çakır, Akkeskin, İncesu, Ersev, Oçbe, Big ailelerinin teyzesi, yengesi, halası Nilüfer Lüy, 26 Mayıs 1983 günü vefat etmiştir. 28 Mayıs 1983 günü ikinci namazından sonra Kanlıca Camii’nden ebedi istirahatgahına defnedilecektir”

    Lale Atman Anlatıyor

    İlanda Atman soyadını görünce aklımıza (Fenerbahçe’nin en büyük golcüsü Zeki Rıza Sporel‘in yakın arkadaşı) merhum Ahmet Atman ve onun torunu, sayın Lale Atman geldi. Belki sorularımıza bir yanıtı olur ümidiyle kendisine yazdık. Sağ olsun, çok yardımcı olacak şu yanıtları verdi.

    “Nilüfer Lüy, Rıdvan Lüy ile evliydi. Tek çocukları olmuştu, adı Celasin. O da tenisçiydi ve Fenerbahçe’de oynardı. Hatta 1945 senesinde olaylı bir Fenerbahçe-Galatasaray tenis turnuvası olmuş. Nilüfer teyze’nin ailesi Maşukiye civarındandı ve Çerkes olduklarını biliyoruz. Dedesi Osmanlı’da katipmiş. Ahmet Atman ve Necmiye Atman’ın (dedemiz ve babaannemiz) çok yakın dostlarıydı. Öyle ki eşi Rıdvan Lüy vefat ettikten sonra gelip birkaç sene bizimle kalmıştı. Sonra halam Esin Zembilci’nin kızı Ela doğunca halamlarda, babaannem ile birlikte kaldı. Vefat edene kadar orada kaldı ve Kanlıca mezarlığında gömülüdür. Fransız okulunda okumuş, son derece kibar, görgü kurallarına riayet eden, disiplinli, ufak tefek, zayıf ve çok hoş bir insandı. Hepimizde emeği çoktur. Babam ona Neylüfer teyze derdi. Ve dediğiniz gibi hepimizin çok sevip saydığı aile büyüğümüzdü. Eşi Rıdvan Lüy TJK’da bir dönem yanlış hatırlamıyorsak saha komiserliği yapmıştı.”

    Fenerbahçe’nin Kurucu Yeğenleri

    Nilüfer Hanım’ın vefat ilanından ve Lale Hanım’ın anlattıklarından anladıklarımız şimdilik şunlar:

    • Ayetullah Bey’in babasının adını ve rütbesini biliyoruz ama hangi Şevki Paşa olduğunu bilmiyoruz.
    • Eğer bir “üvey kardeşlik” durumu yoksa, Ayetullah Bey’in annesinin adı Müveddet.
    • Fenerbahçe tüzüğünde ismi geçen beş kurucudan ikisi, Ayetullah Bey ile Necip Okaner “bir şekilde, büyük olasılıkla anneleri tarafından” yeğen.
    • Fenerbahçe’nin ünlü tenisçilerinden Celasin Lüy, Ayetullah Bey’in kız kardeşinin oğlu. (**)

    Hazır belgelerden konu açılmışken, Necip Okaner konusunda da birkaç şey söylemek istiyoruz.

    Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Maarif (Milli Eğitim) Bakanı Abdurrahman Sami Paşa idi.

    İşte onun çocuklarından biri olan Hüdai Bey, Necip Okaner’in babasıydı.

    Yine Abdurrahman Sami Paşa’nın bir diğer torunu (Basra Valisi Hasan Bey’in oğlu) Hassan Sami Kocamemi de Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabında “Fenerbahçe’nin ilk 6 kurucusundan biri ve ilk kadrosunun müdafi oyuncusu” şeklinde nitelendirilmişti.

    Bununla beraber, Abdurrahman Sami Paşa ailesinin Fenerbahçe ile üst düzey ilişkisi sadece kuruluş dönemiyle sınırlı değil. 1935 Türkiye Şampiyonluğu maçlarında kadromuzda bulunan ve 28 Haziran 1953 – 18 Temmuz 1954 tarihleri arasında Fenerbahçe Başkanlığı görevini yürüten Bedii Yazıcı da paşanın büyük torunlarından birisiydi.

    Sonuç

    Anlaşılan o ki bugüne kadar kimse bu bağlantıları araştırma ihtiyacı hissetmemiş veyahut da araştırsa bile bilgilerin nereden ve kimden alındığını belgeleyip paylaşmamış. Bu sebeple de Fenerbahçe camiası olarak belli kalıpların (hatta bazen yanlış bilgilerin arasında) sıkışıp kalmışız.

    Ayetullah Bey ve diğer kurucularımız ile ilgili araştırmalarımız olanca hızıyla devam ederken, biz bu yazıyı “Tarihçi” çalışma arkadaşımız Barış Kenaroğlu‘nun cümleleriyle bitirelim…

    Tarih yazımını; belgelere dayanarak, belgelerin de “kaynak” statüsünde olup olmadığını özenle değerlendirerek yapmaya çalışıyoruz. Tarihi gerçeklerin ortaya çıkması için emek veren tüm tarih meraklılarının da katkılarını beklediğimizi belirtmek istiyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    (En baştaki Ayetullah Bey fotoğrafı Salt Araştırma arşivinden temin edilmiştir)


    Müthiş Bir Keşif

    Yazı yayınlandıktan sonra, Bozkurt K. Yılmaz‘ın aracılığı ile Fenerbahçe camiasını kurucusuna, kurtarıcısına ve başkanına kavuşturan Mehmet Auf’a ve eşi Ebru İpek Auf’a sonsuz teşekkürlerimizle.Fenerbahçe’nin, dolayısıyla İstanbul’un ve Kadıköy’ün tarihî simaları olan Ayetullah Bey’i, babası Piyade Feriki Şevki Paşa’yı, kız kardeşi Nilüfer Lüy’ü, kız kardeşinin eşi Rıdvan Lüy’ü ve yeğeni Fenerbahçeli tenisçi Celasin Lüy’ü saygıyla anıyoruz. Huzurlarınızda Ayetullah Bey’in ve ailesinin tarihî fotoğrafları.

    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    • Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk

    Notlar

    (*) Ayetullah Bey Fenerbahçe’yi Nasıl Kurtardı?
    (*) Ben Fenerbahçe’yim!
    (**) Bir bilgi daha var ama bu yalnızca bir çıkarımdan ibaret… Vefatlarimiz.com internet sitesinde şöyle bir ilan var. Celasin Lüy’ün eşinin vefat ilanı olabilir. Zira isimler tutuyor ama tabii araştırmaya ve teyide muhtaç : “Acı Kaybımız : Celasin Timur Lüy’ün eşi, Ahmet Auf’un ablası FAHRİYE LÜY’ü kaybettik. Cenazesi 17 Ağustos 2006 tarihinde Ankara Kocatepe Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Karşıyaka Mezarlığında toprağa verilecektir.”


    Fotoğraflar

    Ayetullah Bey'in ailesini bulduk.
    İlk resimde, Necip Okaner’in babası Sami Paşazade Hüdai Bey çocukluk yıllarında kardeşleriyle beraber. İkinci resimde Hassan Sami Kocamemi’nin babası Sami Paşazade Hasan Bey… (Şehir Üniversitesi arşivinden)
    Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    Abdurrahman Sami Paşa’nın soy ağacında Necip Okaner’i ve Hassan Sami Kocamemi’yi gösteren kısım (Şehir Üniversitesi arşivinden)
    Ayetullah Bey'in Ailesini Bulduk
    Abdurrahman Sami Paşa’nın soy ağacında Bedii Yazıcı’yı gösteren kısım (Şehir Üniversitesi arşivinden)
  • Ahmet Atman

    Ahmet Atman

    Öz Fenerbahçe dergisinin arşivini karıştırırken 21 Haziran 1948 tarihli sayıda, Ahmet Atman hakkında (Kemal Onan imzalı) bir başyazıya denk geldik.

    Yazı, Fenerbahçe kurucularından Ayetullah Bey ile akrabalık bağları bulunduğunu yeni öğrendiğimiz bu güzide insanın vefatından sonra kaleme alınmış. Kuleli’den sınıf ve Millî Mücadele’den silah arkadaşı Fikret Yüzatlı‘nın, Ahmet Atman hakkında yazdıklarının aktarıldığı duygu dolu bir metin… Hepsi nur içinde yatsın…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ahmet Atman’ı da Toprağa Verdik

    Ahmet Atman’ı kaybettik, onu da bu hafta içinde kara topraklara verdik. Tam 17 yaşında memleket müdafaasına koşan Ahmet Atman hayatının sonuna kadar vatanına hizmet etmekten geri kalmadı.

    Ahmet Atman hayatı boyunca memleket atçılığının yükselmesine hizmet etti. Bizde atçılığın temelini yapanlardan biri olduğunu söylersek mübalağa etmemiş oluruz.

    Ahmet Atman heyecanlı bir insandı. En büyük zevki koşu pistinde yarış kazanmaktı. Belki onu bu temiz heyecan aramızdan aldı götürdü.

    Ahmet Atman’ın yarış yerinde sandalye üzerinde bağdaş kurmuş hali hiç gözümün önünden gitmez, o ne heyecandı, o ne ata karşı sevgi ve bağlılıktı.

    Ben şahsen Ahmet Atman’la çok zaman gerek karşı karşıya ve gerekse gazete sütunlarında münakaşa etmiş bir insan olmama rağmen ölümünü duyduğum zaman:

    • Eyvah memleket atçılığının temel direklerinden birisi yıkıldı, dedim. Ve gayriihtiyari gözlerimden yaş geldi.

    At sporuna yıllarca maddi ve manevi her türlü yardımı yapan, at neslinin ıslahına en müşkül zamanlarda hizmet eden Ahmet Atman’ın ölümü memleket hesabına büyük bir zıyadır.

    Ahmet Atman’a Allah’tan rahmet dilerken sözü onun en yakın arkadaşı Fikret Yüzatlı’ya bırakıyorum.

    Mektep arkadaşı, silah arkadaşı, iş arkadaşı, atçılık arkadaşı, daha açıkçası candan kardeşi Fikret Yüzatlı, Ahmet Atman için hiç şüphe yok içi yanarak, gözlerinden yaş akarak, kalben ağlayarak şu satırları karalıyor ve acısını ifade ediyor :

    Fikret Yüzatlı Anlatıyor

    “Evvelki gün aziz ve kahraman arkadaşım Ahmet Atman’ı ebedi istirahatine verirken 36 senelik hayatımızın son yaprağını toprakla örttük. Bundan sonraki arkadaşlığımız bu uzun yılların hatıralarını yaşatarak onu daima anmak olacaktır.

    Cenazesinin arkasında giderken onunla tanıştığımız Kuleli İdadisi gözümün önüne geldi. Ona mektepte Pire Ahmet derdik. O kadar atik, çevik bir çocuktu ki barfikste, paralelde fırıl fırıl döner, türlü türlü parendeler atardı.

    İkimiz de futbolu çok severdik. O Anadolu Kulübü’nün kalecisi, ben de Süleymaniye Kulübü’nün sağ hafı idim.

    Bu neşeli kulüp hayatı çok sürmedi. Birinci Dünya Harbi başladı. O zaman Ahmet 16, ben 17 yaşındaydım. Bize bir senede iki sınıfı okuttular. Daha çocuk yaşımızda her birimizi çil yavrusu gibi bir cepheye dağıttılar. Ahmet makineli tüfek, ben süvari oldum. Birbirimizden ayrıldık.

    Ona Filistin ricati sırasında Amman’da rast geldim. Bir gün evvel yaptığı çetin bir muharebeden sonra bölüğüne çeki düzen vermekle meşguldü. Ancak bir akşam beraber kaldık, yine ayrıldık.

    Harp bir felaketle neticelendi. Türk milleti istiklalini kaybetti. Yunan ordusu İzmir’e girdi. İstiklal ateşinin kaynağı içinde yanan Ahmet işte o zaman orduyu da rütbeyi de terk etti. Bir çete oldu. Adım adım düşmanla dövüşmeye başladı.

    Bu sefer İzmir Akhisar’ında tekrar buluştuk. Ben oraya 14. Süvari Alayı ile gittim. Bana Ahmet’in cephede olduğunu söylediler. Bulunduğu yer Manisa ile Akhisar arasında Tatar denilen bir köydü. Orada düşmanla mesafeleri yüz metreden fazla değildi. İki taraf da birbirlerine baş kaldırtmıyordu.

    Biraz sonra o ovanın amansız hastalığı sıtma Ahmet’i de yakaladı. Bu enerjik adam sıtma nöbetlerini kıtasının başında geçirdi. Bütün kumandanlarının ısrarına rağmen cephesini bırakmadı.

    Tatar’da yapılan bir muharebede ben ağır yaralandım. Benden ümidi kesmişlerdi. Ondan su istedim. Ağzıma bir damla su verirken sıcak gözyaşları yüzüme damladı. Sevgili Ahmet, o zaman o yaradan kurtuldum. Şimdi benim gözyaşlarım senin toprağına akıyor.

    Ondan sonra o da süvari oldu. Benim bulunduğum alaya geldi. Bütün harpleri beraber yaptık. Bizi himaye eden makinelilerin sesi hâlâ kulağımda çınlıyor. Bundan sonra işte bu sesle arkadaşlık edeceğim. Sen bizim içimizden, dün sınıf arkadaşımız Muhsin’in söylediği gibi, göçtün. Bütün karakteristik yürüyüşün, enerjin, varlığın ve aziz hatıralarınla daima yaşayacaksın. Allah’ın rahmeti seninle olsun.”

    Fikret Yüzatlı / 21 Haziran 1948 – Öz Fenerbahçe Dergisi

  • Millî Futbolcu, Veteriner, Milletvekili, Asker ve Vatansever… Zeki Rıza Sporel.

    Millî Futbolcu, Veteriner, Milletvekili, Asker ve Vatansever… Zeki Rıza Sporel.

    Teknolojik imkanlar arttıkça, bilgiye ulaşmak daha kolay hale geldi. Fakat bilgi var, bilgi var! Kimi google araması ile ilk ulaştıklarına inanır, kimi de “Bu bana yetmez” deyip, derine iner.

    Adına “kulüpçülük” denen şey, bizim ülkemizde kocaman bir “kulaktan dolma bilgi” çöplüğünde yapıldığı için taraftarların çoğu, ilk örnekte olduğu gibi kolaycı… Eften püften konularda bunun bir sakıncası yok. Fakat tarihe iz bırakmış insanları ve onların emek verdiği kulüpleri yaftalayan “çok bilmişler”in verdiği zarar çok büyük.

    Bugün konumuz Zeki Rıza Sporel… Türkiye çok partili sisteme geçtikten sonra, 1946 yılında yapılan seçimlerde milletvekili seçilen ve mebusluğu reddedilen, Fenerbahçe’nin bu “tarihteki en büyük golcüsü” için koca koca adamların atmadığı iftira kalmadı.

    6 Aralık 1946 tarihinde yayınlanan T.B.M.M. Tutanak Dergisi‘nde “İstanbul Milletvekilliğine seçilen Zeki Rıza Sporel’in seçim tutanağı hakkında Tutanakları İnceleme Komisyonu Raporu” altında yazılanları aldılar, yarım yamalak kullanarak atıp tuttular.

    İlerleyen yıllarda, yapılan seçimlerde Meclis’e girmesi, hatta Milli Mücadele kahramanlarıyla beraber, aynı komisyonlarda çalışması bu insanlara “Yahu biz ne diyoruz?” dedirtmedi. Tamamen deli saçması olan iftiralarına devam ettiler… Türkiye’de her kulüpte olduğu gibi, Fenerbahçe’de de kurumsal hafıza son 50 senedir doğru düzgün bir kurum kimliği çıkartmadığı için, bu insanlar ortamı boş buldular ve salladılar da salladılar.

    Ama bugün artık o dönem bitiyor! Artık Zeki Rıza Sporel’e daha fazla iftira atamayacaklar.

    Yukarıdaki T.B.M.M. tutanak dergisinde Zeki Rıza Sporel hakkında konuşan, Fikret Yüzatlı ile Ahmet Atman’a inanmamış olabilirsiniz. Ama devlette hiçbir şey kaybolmaz ve unutulmaz… Bakalım aşağıdaki evraka imza atan insana inanmamazlık edebilecek misiniz? Bakalım aranızda “Bilmeden atmıştır!” diyecek biri çıkacak mı?