Etiket: Akşam Gazetesi

  • Şeref Has’a İlk Mektup

    Şeref Has’a İlk Mektup

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Şeref Has’a İlk Mektup” başlıklı altıncısı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şeref Has’a İlk Mektup

    Bir akşamdı, sensiz Fenerbahçe’yi seyrettik.

    Tek tesellimiz, İtalya’daki elçiliğimizin ikileşmesidir.

    Tarabya koyu yine güzeldi Şeref!

    Hani küçük küçük adımlarla ezdiğin o yumuşak asfaltın solundaki kâğıt helvacı yine heykel gibi duruyordu. Tel kadayıfı saçlı kız şimdi bile su kayağı yapıyor, Boğaz, bakıyorum da en güzel laciverti ile boyanmış.

    Dudaklarımın arasında bir ıslak sigara… Bazı kalem meraklıları vardır. Bir kadeh votka içip “Suç veya Ceza”yı yazacağım inadına kapılırlar. En çok “Sigarayı ıslatıyorum ya, o halde varım” cümlesini severler. Ben de o heriflerden biriyim işte! Aklımda bir telefon numarası kalmış. Şöyle düşündüm: “Telefonu mevcuttur ya, o halde kendisi de vardır.” Parmaklarım iki üç gündür belli deliklere gidiyor. 63 53 47… Erkek sesleri, kadın sesleri, kulaklarıma hep aynı cümlenin raksını getiriyorlar:

    “Yok efendim, Şeref”

    Bu cümlenin ötesinde efendi bir merak başlıyor. Soruyorlar: “Kimsiniz beyefendi?” Bir parça dereden tepeden konuşuyorum. Saklıyorum kişiliğimi. Sonra cevabımı taşıyorum Boğaz’a, Yeniköy’e:

    “Sizin evin basın müşaviri.”

    Tanıyorlar. Bir sürü sitemler duman gibi beynimi sarıyor: “Nerdesin”li, “Ne yapıyorsun”lu meraklar. Arkasından: “Şeref acaba başarır mı, başaracak mı?” sorusuna cevap arayan hisler. Tanrı evi haline getirilen telefon telleri.

    Ablaların memnun Şeref!

    “Bir titizden kurtulduk. Canımızı çıkarıyordu, Şimdi rahatız.”

    Şeker oğlan. Hepsi yalan hepsi mizah. Kalpler sen oldun, çarpıyorlar, Başarmanı, İtalya’da kalmanı istiyorlar.

    Bak n’oldu biliyor musun? Senin “Air France”la havalandığının gecesinde Mithatpaşa Stadı’nda Fenerbahçe vardı. 90 dakika oynamayan, ağlatan bir Fenerbahçe, 4-0’dan sonra o yağmur olan, o bora olan, o gök gürültüsü olan taraftarın “Beeşş, Beeşş!” diye seslendiği bir Fenerbahçe.

    Değişen bir şey yok bizim ülkede. Toprak Mithatpaşa’nın dört bir tarafından yükselen pilonların üzerindeki lâmbalardan 20 tanesi söndü. Artık futbol ışıklarını başka yerlerde aramak zorundayız.

    Başarılar Şeref!

    Tekrar göreceğiz, görüşeceğiz seninle. İnşallah pembe ve kahve renkli İtalya’nın her dergi ve gazetesinde SEN de olacaksın.

    Selamlar

    (İmzam aşağıda Şeref…)

    İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Sinyor Venedik’te

    Sinyor Venedik’te

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Sinyor Venedik’te” başlıklı beşincisi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sinyor Venedik’te

    Bir gitarın gece tellerinden çıkıp, kulaklarda müzik olan Venedik… Yüz yıllardan beri su üstünde oturmasına rağmen, bir gün olsun vıcıklaşmamış Venedik… Pencerelerini dünyaya bir darphane çabukluğu ile aralamış Venedik…

    Ve o Venedik’te bir Türk… Daha doğrusu başarılarını Çimene indirmiş bir “ayaklı büyükelçi…” Her çatı penceresine bir ressam paleti yerleştirilmiş bu dev galeride “sanat kavgası” yapacak. Bir tarafta insan zekâsı ve zevkinin yontulup yontulup üst üste konduğu San Marco, öte yanda çimenlerine toprak ve kireç karışmış bir futbol sahası…

    Dünya bir tuhaf… İnsanlar Rönesans’ı yapılardan, tablolardan, heykellerden, kitap satırlarından çıkarıp, getirmiş bir düdük sesine iki “Bravooo!”ya, birkaç gole yığmışlar. En çok yaşayan 90 dakika oksijen yürütüyor; bu köhne yuvarlaktan…

    Bu dehâsı, altında kramponu bulunan kundura olan güç sanatın “Yalnız adam”ısın Can… Tek kalmak, olmamak değildir.

    Ne demiştin, Ege vapuru Tophane rıhtımının karpuz kabuklu lâciverdinden ayrılırken…

    “Bu bir plâsmanın sonucudur. Venedik yükseklik olarak İtalya haritasının beynidir. Klâsman için bundan daha uygun şehir bulamazdım.”

    Gülüyordun. Bütün mizahınla, bütün boş verirliğinle gülüyordun:

    “Futbol topu her yerde 280 gramdır. İnsan bu ağırlığı taşımak gücünü kaybetmediği müddetçe oynar. Buna Birleşmiş Milletler bile mâni olamaz.”

    Senin bu rahatlığına milyonlar verilir Can!… John Charles’in 5 yılda anlatamadığı İtalya futbol endüstrisinin cehennemi sıcaklığına bu kadar kısa bir süre sonra bulduğun vantilâtör için seni kutlamak lâzım.

    Venedik’ten gelen satırlarını okudum, resimlerine baktım. Bir anda yayılıvermişsin; bu kanal şehrine… Şu trafik polisinin tempolu çalan düdüğünde senin ritmin var. Bronzun en güzel tonu ile omuzlara inen yuvarlak güneş, Can’ın İtalya’da 34 hafta dökeceği “Futbol teri”nin suyunu taşıyor. Kibrit ateşi kadar kısa sokakta, bir iskemleye yığılmış mandolinden isimsiz nota halinde fırlayanlar; senin “çalımının senfonisi” olacaktır.

    Bekliyoruz Can! Hem de inanarak bekliyoruz. Türk futbolu ile A. Lamourris’in “kırmızı balon” eseri arasında rezil münasebetler kuran Liret yüksekliğindeki o belli kişilere indireceğin şamarın sesini duymak istiyoruz. Türkiye’den futbolcu alınmak söz konusu olduğu zaman: “Ölüler evine bu kadar para ödenmez, yazıktır” diyen dostlarımızın (!) dillerini keseceğin günü sabırsızlıkla bekliyoruz…

    Yalnız değilsin Can…

    Her futbol lafı eden Türk, kalemlerini haftada bir gün spor toto kolonları üstünde raks ettirenler senden bir şey taşıyorlar. İnananların, bel bağlayanların, sana tapanların türküsüdür; bu… Onlar için Venedik Milva’nın mikrofonundan çıkmış, Maria Allariso’nun kalçalarından fırlamış senin ayakların olmuştur.

    Tanrı o ayakları başarıya koşturmaktan yormasın! Bilirim zaten; başarmak bu kadar güzelken, kaybetmeye yanaşmazsın.

    Kalbimin kadehini o kimseye vermeyeceğin “senin” topunun, şerefine kaldırıyorum.

    İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Yeni İlahi Komedya

    Yeni İlahi Komedya

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Yeni İlahi Komedya” başlıklı dördüncüsü… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yeni İlahi Komedya

    Gitti beyler…

    Koşa koşa, güle oynaya, o Kadıköy’den Akaretler’e kadar uzattığımız “otorite asfaltı”nın üzerine basa basa gitti, Kafalarımızın tepesinde birer telaş meşalesi yakarak kayboldu.

    Özcan Arkoç’un kendisine yeni bir kazak, yeni bir kale bulması önemli değil… Esas önemli olan, bir gidişin arkasından filizlenen his ve düşünce zavallılığıdır. “Bir odanın içindekileri” unutulmaz magazin tipleri yaratan günümüz İnsan fabrikası Pitigrilli bile, bütün dişlerini göstererek seyretmektedir.

    “Önce otorite ve disiplin…” diyorlardı. Satış listesini düzenleyen ilham bu idi. Fenerbahçe her hafta ayağına 6 dolarlık yün çorap giyen aslarından bıkmıştı. “Hususi otomobille- aristokrasisi”ne tesirli bir yumruk aranmıştı,

    Alkışlamıştık, sevmiştik bu inadı… Demek ki Fenerbahçe stadı kursağında viski sızıntısı olan, dudaklarına Pall-Mall sıkıştıran kişilerden çok çeneleri arasında çiklet çiğneyen delikanlıların bahçesi olacaktı.

    Aldanmışız. Meğer yeni idare heyetindeki kişiler, her dükkân duvarına asılmış “Satılan mal geri alınmaz” ibaresinin olgunluğuna bile tırmanamamışlar. Bir futbolcunun satış fiyatını tespit et, piyasaya sür, 21 gün basına “Karardan asla dönülmeyecektir” kelimeli 250 şer gramlık beyanatlar ver, sonra 22. gün oyuncu önüne uzatılan yeni bir mukavele bulunca bas feryadı.

    Birisi: “İnşallah yalandır” niyeti ile rakı kadehlerinin başına otururken, öteki telefona sarılıp bir rakip başkanına dert yanacak:

    “Olur mu beyefendi, olur mu? Niye alıyorsunuz bu şantajcıyı? Dostluğumuz, arkadaşlığımız… İki kulüp arasındaki sarsılmaz bağlar… Bir futbolcu bir kulüpten üstün tutulur mu? Almayacaksınız değil mi? Mahsus oyalıyorsunuz muhakkak?”

    Ama apareyin öbür ucundaki ses bizimki kadar telaşlı ve darmadağınık değildir. Sakin ve hükümlüdür:

    “Satışa çıkarmışsınız aldık. Bu meseleyi fazla konuşmayalım beyefendi.”

    21 gün sürüp 22, gün bir “Rüzgâr bezi” gibi, caart diye yırtılan bu otorite ve disiplin masalını Fenerbahçe camiası uzun yıllar unutmayacaktır, unutamayacaktır.

    Bir an gözlerinizi borç senetlerinden ayırıp Rousseau’ya kadar gidiniz. Ünlü düşünür satırlarında: “Önce öldürdüğüne, sonra oturup ağlayan…” kişileri çok güçlü tarif etmiştir.

    Zaten herkes biliyor.

    Disiplin ve otorite aşığı insanların uzaklaştırışı değildi bu… Özcan’ı, Özcan’a vermek istemedikleri şey para ile vurmaya çalışacaklardı. Fiyat piyasası feci idi. Türkiye’de bir takımın bu parayı vererek bir kaleci transfer edebilmesi için “milli piyango milyoneri” olması gerekirdi.

    Sarsıntısız bir inançları vardı. Tıpış tıpış geri dönecekti. Çünkü kafalarında İtalya başkenti için düzenlenen broşürlerdeki klasik cümle vardı:

    “Her yol Roma’ya gider.”

    Oysa yaşadığımız şehir İstanbul’du ve burada maalesef her yol Fenerbahçe idare heyetinin odasına gitmiyordu.

    Şimdi büyük prensipler unutulmuş, bir futbolcunun yası tutuluyor.

    Biliyor musunuz? «Comedie Français» trubu ellerine Dante’nin «İlâhi Komedya»sını alıp odaya gelse idi ancak bu kadar gülebilirdik.

    İslam Çupi – Temmuz 1962 – Akşam Gazetesi

  • Dört Futbolcu

    Dört Futbolcu

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Dört Futbolcu” başlıklı üçüncüsü… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Dört Futbolcu

    Şükrü dedi ki: “Bırakın bana Fenerbahçemi,,

    Basri konuşma yerini ağlayarak terk etti…

    Fenerbahçe Kulübü, kongreden kongreye iskemleleri sahip değiştiren “İdare Heyeti Odası” değildi. Üstelik o “İdare Heyeti Odası” iki gün önce bırakın diğerlerini, 17 yıllık bir Fenerbahçeli için bu derece hain bir “Darağacı” olmamalı idi.

    Ne demişti, Şükrü Ersoy?

    “Bırakın bana Fenerbahçe’mi… Para istemiyorum. Gerekirse, forma ve top ayakkabılarımı da cebimden alayım. Sadece hayatımın en güzel yıllarını dolduran o çimenlerden beni mahrum etmeyin. İdmana çıkayım Bu sevgiyi İsmet Abi (İsmet Uluğ) çok iyi bilir. Onu koparıp almaya hakkınız yok. Futbolcu olarak belki takıma yaramayabilirim, ama üye Şükrü Ersoy olarak Fenerbahçe’ye hizmet etmek kararındayım.”

    Ve cevap yeryüzünün ilk cinayetini işleyen o malûm “çene kemiği”nden bile çirkindir:

    “Tespit edilen 22 kişilik kadroda yoksun. Antrenmanlara çıkamazsın.”

    Şimdi bir soru:

    “Acaba yasak, sadece Fenerbahçe’nin idman yapacağı saatlere mi, yoksa bütün günlere mi teşmil edilecek?”

    “Ebedi yasak” ise yaşadık. Demek Fenerbahçe’de farkında olmadığımız bir toprak reformu (!) yapılmış. Koca stada yeni bir isim bulunmuş: “Mehmet Ağa”nın bağı…

    Şükrü bir kenara çekilip kendisine şöyle denemez mi idi?

    “Evlât! Bu yuvaya 17 yıllık bir hizmetin var. Ama artık Fenerbahçe ve futbol için çok yaşlandın. Gel senin önümüzdeki futbol mevsimi başında jübileni yapalım.”

    Her halde Fenerbahçe’de 17 yıllık bir emeğe verilecek paslı bir kupanın faturasını ödeyecek cüzdan bulunurdu.

    Fenerbahçe İdare Heyetinin iki gün önce satış listesindekilerle yaptığı konuşmada Artin ve Basri’ye de aynı şey söylenmişti. Artin boynunu bükmüş, Basri ise kapıyı açarak gözyaşları arasında dışarıya fırlamıştı.

    İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Amatör Ruh Takımı

    Amatör Ruh Takımı

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Amatör Ruh Takımı” başlıklı ikincisi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Amatör Ruh Takımı: Fenerbahçe

    Başkana göre “Otuz yıl önceki ruhla şahlanan bir Fenerbahçe” seyredeceğiz. Bunun müjdesini “Amatör isimler”, parasız yapılan transferler veriyor…

    Fenerbahçe’de şöhretin karşılığı; para canlısı, kulis yaparak takımda oynayan her lâfı para isteyip form tutmamak olan bir grafiğin ressamı olmuş… Bıkmışlar. Kaprissiz bir takım yaratmak idealine koşuyorlar.

    Kendi zaviyelerinden hakları var. Ağızları yanık. Ama bir de bugünkü feza devrinde futbolun bile mücadelesinde “paraya ihtiyaç” yok mu?

    Para vereceksin.

    Otuz yıl evvelki ruhu değil, meslek aşkını arayacaksın.

    Para kazanmak için futbolcu oynayacak.

    Futbolu sevdiği ve bu imkânı en iyi şartlarla ona Fenerbahçe temin ettiği için o formayı giyecek.

    Yoksa bugünkü amatörler yarın “Popüler Fenerbahçe’nin formasını giydiği için” şımarmayacak mı?

    Şöhretler istenmiyor… Kabul. Fenerbahçe’nin adı “şöhret” değil mi? Galatasaray’ın tam ters açısından liglere katılıyor Fenerbahçe. Yalnız unutmamalı ki bir takımı kaliteli yapan şöhretlerdir. Bugün Brezilya bile isimleriyle Şili’de şampiyon olduğunu itiraf ediyor. Otorite iyi şey… Ama yıldızsız bir otoritenin takımı Rappa’nın İsviçresi gibi turistik seyahat yapar.

    Hâlbuki Fenerbahçe camiası “şampiyonluk iddiasının kaybolduğu” an daima sarsıntı geçirmiştir. Sahada isim olarak sadece “Fenerbahçe formasını” göreceğiz. Rakiplerin büyük bir kısmı için bu kâfi ise de şampiyonluk sarhoşluğunu yaratacak iksir değildir. Şöhretlerin satılması gerekirdi. Hakları var, çünkü randıman vermiyorlardı. Fakat yeni şöhretler veya hiç olmazsa hazır istidatlar alınsaydı. Yordan (Beykoz), A. İhsan (Kasımpaşa) gibi… Bunlara teşebbüs edildi. Ama bir 60 bin Yordan’a uzatılamadı. Biz böyle düşünüyoruz. Ama arzularız ki sezon Fenerbahçe’ye hak versin.

    Teknik yönden yeni bir antrenör, havasında olmayan bir on bir Sarı-lacivertlileri terleten nokta… Ama rakiplerinin isimsiz Fenerbahçe’yi yakaladık diye yenmek için oynamaları belki de yıllardan beri “Kapalı takıma karşı ne yapılır?” istihfamından teknik adamları kurtarıp puan dağarcıklarını doldururlar. Beşiktaş’ın üç yıl evvel yaptığı gibi isimsiz on bir bir mucize yaratır. Şampiyon olur. Ama takımını “ideal” olarak Fenerbahçelilerin gözüne biraz zor takdim eder.

    Not: Bu yazı dizildiği sırada Galatasaraylı Ergun’un transferi için çalışılıyordu. Son dakikada olan bu transfer Sarı-lacivertli camiada da bizim gibi düşünenlerin bulunduğunu ve zaman zaman harekete geçtiğini göstermektedir.

    İslam Çupi – 1962 – Akşam Gazetesi

  • Bir Kilo Namus

    Bir Kilo Namus

    1962 yılı arşivlerinde gezerken İslam Çupi yazılarına denk geldik ve sitemizde yayınlayalım istedik. İşte “Bir Kilo Namus” başlıklı ilki… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Kilo Namus

    Herkes namuslu…

    Şu tayyör kumaşını eksik almış cici kız, şayet İktisat Fakültesi’nin kantininde birkaç sıcak çay içmişse, “açık şehir” haline gelen namusunu ilmin sayfaları ile örtmeğe çalışacaktır.

    Budaktaki göz, günün herhangi bir saatinde ipince bir minarenin metrelerine tırmandığı zaman, günahlarını bir balon safrası gibi, fırlatıp attığını zannedecektir.

    Bilmem bugünlerde arka sayfalara baktınız mı? Bir namus lafıdır; gidiyor. Herkes, her şey, her gün yıkanan naylon gömlek gibi pırıl pırıl bembeyaz… Siyahlıkların hepsi sanki tencere diplerinde kalmış.

    100 kilometre hızla giden bir otomobilin içine bindirilen genç “Gezmeye gitti” şirinliği ile takdim edilir; 2000 kilometre öteden ailece yükselen para çığlıkları onlara göre bir “sermaye namusu”dur.

    Kulüple çiftlik arasında kesin bir ayırım yapamayacak kadar kafasında hücre yerine gübre taşıyan futbolun kustuğu insanlara göre satış listelerini düzenleyen el namussuzdur. Onlar saçları aklaşıncaya kadar alıcı bulmak tutkusunda olan birer hasta adamdır.

    Bir başka kişi azı dişlerinin arasına kurduğu tebessümle 1 ay sonra sararacak bir fotoğrafta yapışır kalır. Büyük bir lâf etmiştir. Söz bağlılığı, yönünden her gün Moda vapurunun halatını boynuna geçiren Kadıköy iskelesinin çilekeş babası gibidir. Sadıktır, fakat hissiz…

    Çünkü aynı kişi 2 ay önce bir maçın 2 puan pazarlığını patates çuvallarının üzerine oturmuş, altın dişinden başka parıltısı olmayan bir insanın iştahı ile yapmıştı.

    Daha öteye gidelim!

    Yine bizimki bir tarihte semtin ve arkadaşlarının “Antrenör değiştirelim!” feveranına, cüzdanındaki borç senetlerini çıkararak hep aynı şekilde bağırmıştı: “Ya o; ya icrayı boylarsınız.”

    Bir espri yapalım dedik. Ertesi gün çalan telefonun öbür ucundaki ses bize gazetecilik dersi vermeye kalktı. Espri ile tepsiyi karıştıracak kadar düşünme inceliğini kaybetmişe bir hikâye anlatalım:

    “Bir adamcağız bir filmin sadece 5 dakikasını seyreder çıkarmış. Bu yedi gün her seans devam etmiş. Seyrettiği sahne şu: Perdesi kalkık, elektrikleri yanık bir odanın penceresi… İçinde soyunan bir kadın… Ama kadın tam külotunu çıkarırken önünden bir tren geçermiş.

    Adamcağızın davranışı sinemada yer gösteren ışıkçının dikkatini çekmiş. Nihayet sormuş; son seansta:

    (Birader, hep aynı şey için 7 gün sinemaya gelmeğe – değer mi?)

    Kişioğlu şöyle bir sarsılmış. Bir iki yutkunmuş ve sonra hislerini kesinlikle açıklamış:

    “Valla ne yalan söyleyeyim, her gün her seans trenin bir kere rötar yapabileceğini düşündüm de…”

    Hikâye bu kadar…

    Ama kaleme alan bir tek şeyi unutmuş. Adamcağızın ve namusun adını koymayı… Oysa fark etmez. Nasıl olsa çağdaş yazıcılığın büyüklerinden Amerikalı Sallinger, günümüze damgasını koyuvermiş:

    “Dünyanın ancak bir kilo namusu kaldı. Bunun hepsi senin olsa, ancak 3 öğün namuslusun…”

    İslam Çupi – Akşam Gazetesi – 1962

  • Canlı Yapraklar – XLVIII

    Canlı Yapraklar – XLVIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVIII” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVIII

    Futbol İzmirli İngilizlerden sonra, İstanbullu İngilizler tarafından da oynanmağa ve müteakiben Türk kulüpleri de birer birer doğmağa başlayınca bu kulüpler yedekleriyle tam kadrolu takımlar kurmakta zorluğa uğradılar. Meselâ; Fenerbahçe kulübünün lig maçlarında takımını tamamlayabilmek için, ilk seneler İngiliz Elçilik gemisi (Imogene)den ödünç futbolcular almak mecburiyetiyle karşılaştığı malumdur.

    Bir spor kulübünün bu şekilde devşirme takımlarla netice alma, yaşama ve ilerlemesinin mümkün olamayacağı tabiidir. İşte, Fenerbahçe kulübü şiddetle hissettiği bu zaaf dolayısile harekete geçti ve Elkâtipzade Mustafa beyin gayretleri neticesi genç takımlar teşkil etti.

    Fenerbahçe kulübünde 1910/1911 senelerinde müşahede olunmuş bu genç takımlar teşkili seferberliği Türk futbol tarihinde ilktir ve çok hayırlı neticeler vermiştir.

    Evvelâ ikinci, sonra üçüncü ve nihayet 4 üncü futbol takımlarını kuran Fenerbahçe’nin bu gençlik dâvasını Galatasaray ve diğer kulüpler takip ettiler ve İstanbul’da 1913’ten itibaren bir genç takımlar hareket ve rekabeti doğmuş oldu.

    Nitekim futbol tarihimizde ilk üçüncü ve ikinci takımlar maçları 12 Mayıs 1913 Pazar günü Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanmış, üçüncü takımlarda 1-0, ikincilerde de 2-0 Fenerbahçeliler kazanmışlardır.

    Genç takımlara karşı uyanan alâka ve rağbetin neticesi olarak 1914 senesi ilkbaharında Türkiye’de ilk defa olarak (İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğu) organize edilmiştir. Bu şampiyonanın galibine gayet kıymettar bir gümüş kupa konmuştu. Kars fâtihi Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın oğlu ve Osmanlı Ayanından Ahmet Muhtar Paşa tarafından turnuvanın şampiyonu için konan bu kupanın üzerinde (Yarının kıymetli futbolcularına) cümlesi yazılı idi. 6 kulüp arasında organize edilen bu şampiyonayı Fenerbahçe üçüncü takımı hiç yenilmeden kazanmış ve kupayı almıştır.

    İşte; yukarıdaki fotoğraf 42 sene evvel ilk defa tertiplenen gençler şampiyonasını kazanan Fenerbahçe üçüncü takımını gösteren tarihi bir hâtıradır. 42 yıl öncelerin bu şampiyon afacanlarını şimdi sizler tanıtalım:

    Yerde oturanlardan sağ baştaki Alâeddin’dir. Yâni, sonraları Milli Takımın eşsiz sağiçi Alâeddin Baydar.

    Onun yanında (Necip)i görüyorsunuz. Necip Şahin merhum Fenerbahçe’de yetiştikten sonra Galatasaray birinci takımında yıllarca santrfor oynamıştır.

    Ortada Zeki görülüyor. Milli Takımın uzun seneler kaptanlığını yapan ve bugün dahi gol krallığını elinde tutan Zeki Sporel.

    Sonra (Bekir) i görüyorsunuz. Namdar milli futbolcumuz ve Almanya muhtelitlerinde yer almış meşhur Bekir…

    Nihayet; solaçık mevkiinde görülen de Fahri’dir. Hâlen Musevi Lisesi Müdür Muavini ve spor âleminde (Yedibelâ) namiyle maruf elan ve senelerce kule ve tramplen atlama şampiyonu Fahri Ayad.

    İskemlede oturanlar ise şampiyon takımın haf hattıdır. Haydar, Burhan ve Bahaeddin…

    Ayaktakilere gelince; sağdan itibaren Necmi, Ezel, Mahmut ve nihayet (şiir) Refik Osman’dır.

    Fesli zat ise bu takımı kuran, çalıştıran ve şampiyon eden kıymettar idareci Elkâtipzade Mustafa Bey’dir.

    Fenerbahçe’nin ve memleketin 42 yıl önceki bu şampiyon genç takımında yer almış iki genç daha vardır ki maalesef onlar bu fotoğrafta hazır değiller. Bu iki genç de iki milli ve meşhur futbolcumuz olan Cafer Çağatay ve merhum Baron Feyzi’dir.

    İşte; şampiyon bir genç takım ki başlı başına bir tarih demektir. 10 yıl sonra kurulacak ilk Milli Takımlarımıza 6 futbolcu vermiştir. Yarım asırlık Türk futbol tarihinde bir eşi daha gelmemiş ve yaşanmamış bir genç takım ve bir levha ki, sahibi Fenerbahçe ile beraber kurucusu Mustafa Katipoğlu’nun namlarını ebedileştirmeğe değer ve yeter.

    19 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XLVII

    Canlı Yapraklar – XLVII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVII” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVII

    1923’de bir istihaleden sonra, adını (Beyoğluspor)a çeviren Pera Club İstanbul’un eski sporcularınca büyük şöhreti malûm eski bir Rum kulübüdür.

    Tatavla, Strugglers ve Elpis’ten sonra 1914’de kurulan İstanbul’un bu dördüncü Rum kulübü, kendisinden önce ve sonra kurulan emsali arasında cidden temayüz etmiş ve pek parlak bir tarihe sahip olmuştur.

    (Pera Club) Beyoğlu’nun Kalyoncukulluğu semtinde Simitçi sokağında kâin bir dükkânda Şarkı Karib Bankası Müdür Muavini Costas Vasilyondis tarafından 1914’de kuruldu. Sarı-Siyah formalı bu kulüp kuruluş yıllarında futbol ve jimnastikle meşgul olmuş fakat hüküm süren Birinci Dünya Savaşı bu faaliyeti tahdit etmiştir. Pera’nın bazı kıymetli elemanları ve bu arada santrfor meşhur Negroponti bu sıralarda Fenerbahçe takımında oynamışlardır.

    Savaşın hitamı üzerine Peralılar, 1919’dan itibaren, tekrar renkleri altında toplanmışlar ve faaliyetlerini de arttırmışlardır.

    İstanbul’un işgal altında bulunması ve yaşanmakta olan siyasi durum ve hâdiselerin de tesirleriyle kısa zamanda büyük inkişaflar kaydeden (Pera) kesif, kuvvetli ve zengin bir kitle tarafından himaye gören ve üzerine titrenen bir müessese haline geldi. Spor şubeleri daima artıyor ve lokali de o zamanlar geniş bir meydan olan Taksimdeki Talimhaneye naklolunuyordu.

    Peralılar Talimhane meydanına kale direkleri dikip ve çizgiler çizip burasını futbol sahası haline getirdiler ve tam karşısına isabet eden Topçu Kışlası avlusunda bilahare vücuda getirilen Taksim Stadyumu henüz tesis olunmadan bu Talimhane meydanında mütemadi bir futbol faaliyeti yarattılar. İşte; bu faaliyetler arasında Pera futbolu büyük ilerlemeler kaydetti ve çok kıymetli elemanlara sahip oldu.

    Pera Club 1920/21 senesi Pazar liginde İttihat Spor, Beşiktaş, Dork, Stella, Aris ve Enosis kulüpleri arasında yer aldı. İttihat Sporun Bekirli, Refik Osmanlı, Balıkçı Tevfikli, Fitil Nurili, Baron Feyzili ve Arap Hüseyinli meşhur kadrosu ile şampiyon çıktığı bu Pazar liginde kuvvetli bir takım meydana getiren Peralılar müteakip 1921/22 senesi Pazar liginde çok daha kuvvetli görünmeğe başladılar.

    Filhakika, Nikas, Misivis, Yanaki, Jilber, Sava, Terezis, Omiros, Vitalis, Negropondi, Manoelidis ve Miçaki’den müteşekkil Pera takımı rakiplerine nefes aldırmaz bir kuvvet olarak büyük şöhretler sağlamakta idi. Her hafta daha da yükselen bu şöhret arasında Pera taraftarları, futbolcularını birer mâbut gibi görmeğe başlamışlar, birçok maçlarda da hâdiseler zuhur etmiştir. Pera’nın fazla mutaassıp bir kısım taraftarlarının taşkınlıkları sebebiyle yaşanan bu hâdiselere zaman zaman futbolcuların da karıştıkları görülmüştür.

    Bu hâdiselerden biri Kadıköy’de vuku bulmuştu. Bir Fenerbahçe – Pera maçının sonuna doğru ve Fenerbahçe 3-1 galipken, Pera santrforu eski Fenerbahçeli Koço Negropondi ile santrhaf Tibbiyeli İsmet (Uluğ) çarpışmışlar ve Negropondi baygınlık geçirmişti. Bilâhare, uzun seneler Yunan Milli Takımı antrenörlüğünü yapan Negropondi’nin bu haline üzülen Pera santrhafı boksör Sava, İsmet’e sokulup bir yumruk sallamış, yine meşhur bir boksör olan İsmet de sol bir kroşe ile mukabele edip rakibini yere sermişti.

    Zamanın iki meşhur boksör ve aynı derecede şöhretli santrhafları arasında futbol sahasında cereyan eden bu boks hâdisesinin o işgal seneleri için bambaşka manalar taşıyacağı aşikârdır. Nitekim seyirciler arasında ekseriyeti teşkil eden Pera taraftarlarından bir kısmı hemen Fenerbahçeli futbolculara saldırdılarsa da merhum Recep Pehlivan ile meçlerini çeken Askeri Tıbbiye talebeleri belki de futbol tarihimiz için pek acı hâtıra kalabilecek bir hâdiseyi önlemişlerdi. Bu ve daha sonraları Talimhane meydanında yine bir kısım taraftarlarca diğer kulüplere karşı tekerrür eden taşkınlıklar Anadolu’daki milli zaferin kazanılması üzerine Pera takımını ürküttü ve o meşhur kadro (Fransa’ya Turne) ismi altında 1922 Aralığında İstanbul’u terk etti.

    Yol üzerinde Atina muhtelitini 3-0 ve 8-0, Marsilya muhtelitini 3-0 yenen Pera, Fransa’da zaferden zafere koşarken dostane mektuplarla Fenerbahçe’yi de Fransa’ya davet ediyor ve Fransa’nın en kuvvetli takımlarına karşı yapacağı maçlarda daima muzaffer olacağına dair Sarı – Lâcivertli kulübe teminat veriyordu.

    Pera’nın Fransa’daki maçlarda (İstanbul şampiyonu) titrini kullanmağa başlaması yeni kurulmakta olan (Türkiye idman Cemiyetleri İttifakı)nı F.I.F.A. nezdinde protestoya sevk etti ve Fransız Futbol Federasyonu’nun aldığı boykot kararı üzerine Pera takımı 1923’te Fransa’da dağıldı.

    İşte, yukarıdaki resim Pera’nın Fransa turnesi esnasında alınmıştır. İstanbul’un Peralı meşhur Rum gençlerini 1922 senesi Aralık ayında 3-0 galibiyetleriyle neticelenen Marsilya muhteliti maçına çıkmak üzere iken gösteren bu tarihi fotoğraf eski Peralıları coşturmağa değer bir hâtıradır.

    Geri kalan elemanlarının kifayetsizliği sebebiyle İstanbul’daki faaliyeti duraklayan Pera 1923 senesinde David Yafa, Muzakis ve Kanakis gibi müteşebbislerin gayretleriyle yeniden teşkilâtlanmış ve bu sefer Sakızağacı semtinde (Beyoğluspor Kulübü) adı altında tekrar faaliyete atılmıştır.

    Futbol ve jimnastiğe ilâveten boks, güreş, tenis, atletizm ve sportif oyunlarda da gayret gösteren Beyoğluspor bu branşlarda o zamandan bu yana büyük muvaffakiyetler gösterdi ve muhtelif sahalarda birçok İstanbul ve Türkiye şampiyonlukları kazandı.

    Futbolda 1940 senesinde birinci kümeye yükselen Beyoğluspor 1952’den itibaren profesyonel kümede de yer almış bulunmaktadır. Hâlen Parmakkapıda muntazam bir lokal ve salona sahip olan Beyoğluspor kulübü bir çok kulüplerimize örnek olacak bir teşkilât ve intizam içinde çalışan cidden olgun bir müessesedir.

    (Gelecek resim ve yazı: Futbol tarihimizin ilk şampiyonu genç takımıdır: 42 yıl önceki meşhur Fenerbahçe üçüncü takımı…)

    12 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XLVI

    Canlı Yapraklar – XLVI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVI” : 1913 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVI

    Fenerbahçe – Galatasaray futbol maçları yurdumuz için bugün her hangi iki kulübün karşılaşmaları olmaktan çıkmış ve en muazzam sportif hâdiseler mahiyetini kazanmıştır. Bu büyük hususiyetin sebebi iki kulübümüz arasındaki şiddetli ve ezeli rekabettir.

    Futbol tarihimize geçen ve kökleşen bu rekabetin öyle müspet neticeleri görülmüştür ki milli takımımız defalarca yalnız bu iki kulüp mensupları arasından seçildi.

    1905 yılında Galatasaray Mektebi Sultanisi beşinci sınıf talebeleri tarafından kurulan Galatasaray 1906’da beş on genç tarafından bin bir müşkülâtla temelleri atılıp bir yıl sonra teşekkül eden Fenerbahçe arasında ilk seneler hiç bir rekabet bahis konusu olmamış, hatta Türk olarak yalnız kendilerinin bulunduğu liglerde gayri Türk ve gayrimüslim rakiplere karşı bu iki kulübümüz birbirlerine destek olmuşlardır.

    1913 senesi nihayetine kadar devam eden bu müddet içinde iki kulübümüzün yaptıkları 8 maç mütemadi Galatasaray galibiyetleriyle neticelenirken bu karşılaşmaları seyre gelenler parmakla sayılacak kadar azdılar… Nihayet, 22 Aralık 1913 te Fenerbahçe ilk defa olarak Galatasaray’ı yenmiş ve renkleri sarı-siyah ve sarı-beyaz iken sarı-kırmızı ve sarı-lâciverde çevrilen bu ilk iki Türk kulübü arasında muvazene teessüs edip artık rekabet devri başlamıştır.

    Geçen hafta neşrettiğimiz ve sayısı 144 olan Fenerbahçe-Galatasaray maçları listesi tetkik olunca görülecektir ki, iki kulübümüz, aralarında teessüs eden bu muvazeneden sonra, zaman zaman birbirlerine karşı kesin üstünlükler de sağlamış bulunmaktadırlar. Meselâ; Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı ilk defa yendiği 22 Aralık 1913 maçından sonra, bir beraberlik ve bir Galatasaray galibiyeti yaşanmış fakat ondan sonra sarı-lâcivertliler için üstünlük devri başlamıştır. 1915’den 1924 senesi başına kadar devam eden bu 9 yıl içinde yapılan 21 maçın 15’ini Fenerbahçe kazanmışken Galatasaray ancak 4 maçta galip gelmiştir. Bir müsabaka beraber bitmiş, bir maç da Fenerbahçe galipken yarım kalmıştır.

    Bu devrede Galatasaray’ın 22 sayısına mukabil Fenerbahçe 60 gol atmış bulunmaktadır. Bu devrenin, işaretlenmeye değer bir hâdisesi, Fenerbahçe’nin birinci sınıf 7 oyuncusunu kadrosuna ilhak etmek suretiyle kuvvetlenen Altınordu’nun, birkaç sene için, Fenerbahçe – Galatasaray rekabetini ikinci plâna düşürmesi ve bunun yerine Türk futbolunda Fenerbahçe-Altınordu rekabetinin doğma ve yaşanmasıdır.

    Yine bu devrenin bilhassa son yıllarında Fenerbahçe’nin Galatasaray’a karşı aşikâr bir teknik üstünlük sağladığı da görülmüştür. Bunun başlıca sebebi memleketimiz futbolunda cem’i oyun sisteminin ilk defa olarak Fenerbahçe takımında ve bu yıllarda teessüs etmiş olmasıdır…

    Futbol tarihimizin meşhur Zeki – Alâeddin kombinezonu bu yıllara rastladığı gibi muavin ve müdafaa oyuncularının asli vazifelerinin topu her ne şekilde olursa olsun defetmekten ziyade hücum hattını beslemek ve bu hat elemanlarına müsait pozisyonlar hazırlamak olduğu da yine ilk defa olarak bu senelerde ve Fenerbahçe takımında görülmüştür. Her müdafaa gibi; Galatasaray defansı da mükemmelen işleyen ve desteklenen bu kombinezonun bertaraf edilebilmesi hususunda 3-4 yıl için büyük zorluk çekmişti.

    1924 senesinde bir taraftan Altınordu’nun dağılması, diğer taraftan Galatasaray’ın toparlanması ve memleketimiz için ilk defa olarak ecnebi bir antrenöre sahip olması Fenerbahçe -Galatasaray rekabetini yeniden ve bu sefer daha şiddetle doğurmuştur. Galatasaray’ın bu toparlanmasına mukabil, Fenerbahçe’nin yeni kurulan futbol federasyonuyla ihtilâfa düşüp liglerden çekilmesi ve dolayısıyla, bir taraftan maç kabiliyetini kaybederken diğer taraftan kıymetli elemanlarının da futbolu terk etmeleri Galatasaray’a bir üstünlük temin etmiştir. Bu üstünlük 1924 Martından 1929 sonbaharına kadar 5 buçuk sene sürdü. Bu müddet içinde yapılan 13 karşılaşmanın (8)ini Galatasaray (1)ini Fenerbahçe kazanmış, 3 maç beraberlikle neticelenmiş ve bir müsabaka da iki taraf berabere iken yarım kalmıştır. Fenerbahçe’nin 10 golüne Galatasaray bu devrede 28 golle mukabele etmiştir. Fenerbahçe bu devre içinde 30 Nisan 1926’dan 29 Kasım 1929’a kadar tamam 43 ay Galatasaray’ı hiç yenememiştir. Bu tarihlerde Galatasaray takımı, müdafaa hatları bakımından, memleketin en kuvvetli teşekkülü halinde yaşıyordu.

    Fenerbahçe, 1929 son baharından itibaren durumunu düzeltme ve üstünlüğü tekrar elde etme yoluna girdi. Bunda, antrenör merhum Necmeddin Çakar’ın hassasiyetle üzerinde durduğu muntazam antrenman sistemi ikame edilişinin rolü birinci derecededir. Bu üstünlük Macar Schveng ve İngiliz Elliot gibi antrenörlerin de tesirleriyle Mayıs 1939’a kadar 10 yıl sürmüştür. Bu müddet içinde yapılan 29 maçın 16’sını Fenerbahçe ve ancak (3)ünü Galatasaray kazanmış, 8 maç berabere bitmiş, iki maç da, birinde Fenerbahçe galip, diğerinde berabere iken yarım kalmıştır. Yine bu devre içinde 1 Mart 1935 ten 1 Mayıs 939’a kadar, tam 50 ay Galatasaray Fenerbahçe’yi hiç yenememiştir.

    Galatasaray’ın, 10 yıl gibi uzun bir müddet üstünlüğü rakibine bırakmasında 1933’de kurulan (Ateş – Güneş) kulübünün de rolü olmuştur. Galatasaraylılar tarafından kurulan Güneş, 1935’ten itibaren Galatasaray’ın bazı kıymetli futbolcularını kadrosuna almak suretiyle onu darbelemiş ve bu hal, netice itibariyle, Türk futbolunda bir zaman için Fenerbahçe – Galatasaray rekabetini zayıflatıp Fenerbahçe – Beşiktaş rekabetinin doğma ve Türk futbolunda nâzım rol oynamaya başlamasında amil olmuştur.

    1939 ile 1942 Mayıs ayları arasında tam 3 senelik bir devre Galatasaray’ın lehinedir. Bu devrede yapılan 21 maçtan 12’sini Galatasaray, 5’ini Fenerbahçe kazanmış, 3 maç beraber bitmiş, bir maç da Fenerbahçe galipken hakem tarafından tatil olunmuştur. Galatasaray kulübü bu sıralarda hücum hattını hariçten Selâhaddin, Cemil, Buduri ve Sarafim gibi kuvvetli elemanlarla takviye etmişti. Fenerbahçe ise, bilâkis, mektepli futbolculara değer veriyordu. İşte, mektepli futbolcuların kulüplerle alâkalarını kesmek mecburiyetinde bırakılmaları bu devrenin başına rastladığından Fenerbahçe kulübü, rakibinin aksine olarak, bu karardan pek mutazarrır olmuştur. Şurası da dikkate değer ki, Fenerbahçe-Galatasaray maçları tarihinde en çok karşılaşma bu devreye rastlar. 36 ayda 21 maç yapılmıştır.

    Talebe sporcuların kulüplerle alâkalarını kesme mecburiyetinin 1942 ortalarında kaldırılması Fenerbahçe’nin durumunu düzeltmiş ve 1946 sonuna kadar 4 buçuk yıl rakibine yeniden üstünlük sağlamasını mümkün kılmıştır. Bu devre içinde yapılan 18 karşılaşmadan 7’sini Fenerbahçe, birini Galatasaray kazanmış, 9 maç beraberlikle bitmiş, bir maç da berabere durum da yarım kalmıştır. Yine bu devrede, 7 Mayıs 1942’den 1 Aralık 1946’ya kadar tam 56 ay Galatasaray Fenerbahçe’yi hiç yenememiştir.

    Galatasaray’ın, 56 aylık fasıladan sonra Fenerbahçe’yi yendiği 1 Aralık 1946’dan itibaren bir muvazene devrinin başladığı ve zamanımıza kadar devam ettiği görülür. Filhakika; o tarihten bugüne kadar iki ezeli rakibin yaptıkları 31 maçtan 12’sini Galatasaray, 9’unu Fenerbahçe kazanmış, 10 maçta da iki taraf berabere kalmışlardır. Yine bu müddet içinde tarafların birbirlerine attıkları gollerde de bir muvazene vardır. Galatasaray 38, Fenerbahçe 35 sayı yapmışlardır.

    Bu son devrenin sevinç veren tarafı artık yarım kalmış hiçbir maç yaşanmamış olmasıdır. Bunun böyle devamı temenni olunur.

    (Gelecek resim ve yazı Pera Club’un mütareke devirlerindeki çok enteresan bir fotoğrafıdır.)

    5 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Can Hayat’ta

    Can Hayat’ta

    Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Can Bartu Hayat’ta!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Can Bartu

    Dundan birkaç yıl önce meşhur bir spor muharririmiz şöyle yazıyordu:

    “…bu genç sporcuya futbolu bir an önce bırakarak çok muvaffak olduğu basketbola hız vermesini tavsiye ederim. Zira Can’ın futbol hayatı hiç de muvaffakiyetli geçmeyecek.”

    Bu yazıyı aylar ve yıllar takip etti; şimdi Fenerbahçe’nin genç oyuncusu Can, sade Türkiye’de değil Avrupa’nın birçok memleketlerinde harika bir futbolcu olarak vasıflandırılıyor…

    1936 yılında Moda’da dünyaya gelen Can Bartu, Yeldeğirmeni Ortaokulu’ndayken basketbol ve voleybol oynamaya başlamıştı. Basketbolda şayanı hayret bir başarı gösteriyordu. 15 yaşında Fenerbahçe basketbol genç takımına alınan Can, pek az bir zaman içinde (A) takımına transfer oldu. Aradan iki sene geçmişti ki Can’ın (A) takımında millî olduğunu görüyoruz. Macarlara karşı oynadığı bu ilk maçta 12 sayı yapmıştı. Gazeteler hep ondan bahsediyordu.

    Can bu arada futbola da başlamıştı. Bunu kendisi söyle anlatıyor:

    “Topla elle oynamaktan bıkmıştım. Onu zıplatmadan yerde sürerek oynamak istiyordum, Birkaç ayak darbesi bunu mümkün kıldı… Futboldan bayağı hoşlanmıştım… Bu sıralarda B. Fikret ve basket antrenörü Önder Dai de futbola çalışmama önayak oluyorlardı. 18 yaşımda Fenerbahçe futbol takımının bazı maçlarında oynamaya başladım. Aynı sene her iki branşta birden milli olmuştum. Bugüne kadar da 14 defa basketbol, 16 defa da futbol milli takımında yer aldım.”

    Can’ın antrenman günleri dışında hiçbir programı yok. “Hayatın akışına göre kendimi bırakırım” diyor. Yalnız otomobiline atladığı gibi kendine gelişigüzel bir program çizdiği de olur.

    Halen vatani vazifesini yapan Can’a ilerdeki düşünceleri hakkında bir sual soracak olursanız muhakkak ki şöyle cevap verecektir: “İlk önce önümüzde bir transfer mevsimi var. Bu ayda her şey olabilir, zira hepimiz için bu mühim bir meseledir. Futbolu İtalya’da oynamak isterim, yaşamak meselesine gelince de tereddütsüz İsveç diyeceğim.”

    Şimdiki halde futbolun haricinde ayrı bir meşgalesi yok, “Sadece” diyor, “Akşam gazetesinde haftada bir, iki defa yazı yazıyorum.” Mamafih futbolu bırakmadan önce iş hayatına atılacağını da ilâve etmekten geri kalmıyor,

    Can, giyim hakkında fazlaca titiz. “Her sene” diyor “Avrupa’da bir hayli dolaşıyoruz. Bu sebeple ekseriyetle dışarıdan giyinmeye imkân buluyorum, Kışın İngiliz, yazın ise İtalyan stiline göre giyinirim.” Laf arasında bazı Avrupa şehirlerinde kupon elbise satan mağazaların müşterisi olduğunu da öğrenmek mümkün oluyor.

    Genç futbolcunun ismi Avrupa’da zaman zaman yanlış telâffuz ediliyor. Mesela son seyahatlerinde Macaristan’da “Gan”, Fransa’da ise “Kan” diye çağırılmıştı, Bu da ona fazlasıyla garip geliyormuş.

    Genç futbolcu, bugüne kadar oynadığı maçların en enteresanı olarak Amsterdam’da Hollanda’yı (2 – 1) mağlup ettikleri maçı şöyle anlatıyor:

    “90.000 kişi önünde oynuyorduk. 1 – 1 berabere durumdaydık. Sol bek İsmail’den bir top almıştım. Gerilerden ilerlemeye başladım, kimse üstüme gelmiyordu, 18 e girdim önüme gelenleri çalımlıyordum. Bu sırada Metin’in sola deplâse olduğunu gördüm ve topu ona doğru gönderdim… Az sonra arkadaşlarım ikimizi kucaklamışlardı, Metin galibiyet golümüzü atmıştı… O günü hala unutamam.”

    Akşamüstleri ekseriyetle Hilton’a çay içmeye gidiyor. Zaten müzikle ara si çok iyi. Bilhassa İtalyan parçalarından hoşlanıyor. Koleksiyonundaki son plâğı Julia. Mamafih bu son seyahatinde albümünün zenginleştiği söyleniyor.

    Yaz günlerinin kışa nazaran daha iç açıcı olması genç futbolcunun sıcak mevsimi tercih etmesine sebep oluyor. Bekâr olan Can’ın gerek kulübe, gerek gazeteye ve evine gelen mektupları cevaplandırması hayli zor oluyormuş.

    Son olarak kendisine, “Günün kadını nasıl olmalıdır?” şeklinde bir sual sormuştuk, genç futbolcu bunu da şöyle cevaplandırdı.

    “Günün kadını; sadelik ve şirinliği üstünde toplamış bir görünüşte olmalıdır. Ayrıca bana göre modern olmasını bilen her kadın güzeldir».

    Hayat Dergisi – 1959

    Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük