Etiket: Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXX

    Canlı Yapraklar – XXX

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXX” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXX

    Slavya’nın İlk İstanbul Ziyareti

    İstanbul’un işgali ve onu takip eden senelerde futbolumuzda Anton Kratky adlı bir hakemin mevcudiyetini dünkü nesil pekiyi hatırlar. Çekoslovakya istiklalini kazanmadan önce, yani Avusturya – Macaristan hudutları içinde iken aslen Praglı bir Çek olan Kratky, Avusturya milli takımında müteaddit defalar enternasyonal olmuş çok kıymetli bir futbolcu idi. Bu zat, Birinci Cihan harbinde müttefikimiz Avusturya ordusunda vazifeli olarak İstanbul’a gelmiş, harp sona erince de memleketimizde yerleşmiştir.

    1923 senesi merkezi Avrupa kupası şampiyonluğunu kazanan meşhur Slavya’yı kulüplerimiz İstanbul’a davet hususunda Kratky’nin tavassutunu rica ettiler. Kratky o yılın Temmuz iptidalarında bu işe girişti. Esasen 7’si Slavya ve 4’ü de Spartalı futbolculardan mürekkep Çek milli takımının o tarihlerde Bükreş’te Romanya ile maçı vardı ve dolayısıyla masraf nispeten az olacaktı. Buna rağmen, Slavya’nın 4 maç için yalnız masraf tutarı olarak istediği 4 bin lirayı kulüplerimiz ödemek cesaretini gösteremediler ve 1500 liralık mukabil bir teklif ileri sürdüler. Kratky, Çekoslovak Propaganda Nezaretine başvurdu ve aradaki farkın Nezaretçe ödenmesi tavsiyesinde bulundu.

    Filhakika, Çekoslovakya istiklâline yeni kavuşmuş 2 – 3 senelik bir memleketti. Kendini her sahada tanıtmak istiyordu. Slavya’nın Türkiye’de bırakacağı müspet intiba ve yapacağı büyük propagandayı küçümsemedi ve 2500 liraya tekabül eden 40 bin kron devletçe ödendi… İşte meşhur Slavya’nın o pek meşhur ilk İstanbul ziyareti böylece mümkün olmuştur.

    İstanbul’un hemen hemen bütün futbol meraklıları 12 Temmuz 1923 Perşembe akşamı Galata rıhtımında buluşmağa sözleştiler. Çünkü o meşhur Slavya, Karnaro vapuriyle burada karaya ayak basacaktı ve nitekim de öyle oldu. Bir kaç gün önce Romanya’yı 6-0 hezimete uğratan o namdar kaleci Hanyalar, müdafi Radsalar, muavin Burge ve Zayfertler, muhacim Vanek, Çapek ve Ştapeller, başlarında Federasyon reisi profesör Doktor Pelikan olduğu halde, binlerce karşılayıcının coşkun alkışları arasında geç vakit vapurdan indiler. Çekoslovakya Propaganda Nezareti değil 2500 lira, iki buçuk milyon lira harcasa ilk adımdaki bu muazzam propagandayı başka hiç bir yoldan başaramazdı.

    Slavya takımı İstanbul’a varışından 16 saat sonra, 13 Temmuz Cuma günü İstanbul üçüncüsü Galatasaray’ı 7-0, 15 Temmuz Pazar günü de ikincisi Altınordu’yu 7-0 yendi. 17 Temmuz Salı günü şampiyon Fenerbahçe’yi de 7-0 yenmekle iktifa edecekken soliç Ömer’in beklemedikleri bir atağıyla bir gol yemeleri ve durumun 7-1 olması üzerine, sinirlenip, maçı 10 – 1 bitirdi.

    Filhakika; ikinci maçtan sonra gazetecilere (Türkiye’den gol yemeden ayrılmak niyetine olduklarını) söyleyen Slavyalılara 21 golden sonra atılan bu ilk Türk golü o gün tarihinin en kalabalık gününü yaşamış olan Taksim stadyumunda muazzam tezahürata vesile olmuş, binlerce fes havalarda uçmuştu. Dakikalarca süren bu cüşü huruş Slavyalı hakemi bile heyecanladırmış, Çek futbolcularını da sanki milli duyguları zedelenmiş gibi asabiyete sevk etmişti. Slavyalılar, Gerti, (Vanek) ve (Çapek) in 3 golü ile Fenerbahçe golünün intikamını almışlar, fakat dâvayı da kaybetmişlerdi. Halk artık müsterihti.

    Memleketin 3 en kuvvetli takımının Slavya karşısındaki açık farklı mağlubiyetleri, hemen bir gün sonra, 18 Temmuz 1923 Çarşamba günü yapılacak muhtelit takım maçına da alâka toplanmasına vesile oldu. Yine Slavya kafilesinden bir Çekin hakemliğinde yapılan bu maça Fenerbahçe, Galatasaray ve Altınordu muhteliti şu tertipte çıktı:

    Nedim (Altınordu), Cafer (Fenerbahçe), Balıkçı Tevfik (Altınordu), Kelle İbrahim (Altınordu), Nihat (Galatasaray), Baron Feyzi merhum (Altınordu), Merhum Emin (Altınordu), Alâaddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Sabih (Fenerbahçe), Bedri (Fenerbahçe)

    Bu maçı da, yine 7’ye karşı 2’si Zeki’den ve biri de Alâaddin’den yedikleri 3 golle Slavyalılar kazandılar ve ertesi 19 Temmuz Perşembe günü Graç vapuruyla gittiler. Teşyie gelenlerden rastgeldiklerinin feslerini rica eden ve hâtıra olarak alıp götüren Slavyalılar 31 senedir, memleketimizde başka hiçbir yabancı kulübün bırakmadığı fevkalâde bir sempati uyandırmış olarak ayrılmışlardır.

    İşte, yukarıdaki fotoğraf 18 Temmuz 1923’deki muhtelit takım – Slavya maçının kıymettar hâtırasıdır. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray muhtelitini o tarihi maçtan bir iki dakika önce Taksim stadyumunda gösteriyor.

    Sağ baştan itibaren futbolcuları tanımayanlara takdim edelim:

    Süleymaniyeli müdafi Udi Ahmet (ki o günlerde Altınordu’ya geçmişti), Balıkçı Tevfik, Sabih, Alâaddin, Zeki, merhum Emin, merhum Baron Feyzi, Nihat, Kelle İbrahim, Nedim ve Cafer.

    Yerdekiler de Altınordu’dan Seyfi, Fenerbahçe’den Kadri ve Doktor Bedri’dirler.

    (Gelecek resim ve yazı bugüne kadar hiç neşrolunmamış çok kıymettar bir hâtıradır. Fenerbahçe’nin futbolda ilk İstanbul şampiyonluğunu kazanan 44 sene evvelki kadrosu İngiltere’den getirilmiş o tarihi şampiyonluk şildiyle beraber Resne fotoğrafhanesinde…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 16 Ekim 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXIX

    Canlı Yapraklar – XXIX

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIX” : 1916 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXIX

    36 Yıl Önce Bir Galatasaray-Altınordu Maçı

    Altınordu kulübü 1916 yazında Fenerbahçe’den ayrılıp kendisine iltihak eden 7 futbolcu ile birdenbire çok kuvvetlenince Sarı Lâcivert ve Sarı Kırmızlı kulüpler için İstanbul şampiyonluğu artık pek zorlaşmıştı.

    Durum böyle iken 1916-17 ligleri Müdafaa-i Milliye Cemiyeti himayesinde tertiplendi ve yine o senelerin şu 6 malûm ve muayyen kulübü arasında Ekim ayının ilk haftasında başladı:

    Altınordu, Anadolu, Fenerbahçe, Galatasaray, Süleymaniye ve Anadoluhisarı İdman Yurdu.

    Altınordu o çok kuvvetli kadrosuyla önüne geleni yenmekte idi. Yalnız bir maçta, ocağına incir dalı dikmek hedefini güttüğü ve içerden vurup çok zayıf düşürdüğü Fenerbahçe ile berabere kaldı, diğer 9 maçı kazandı.

    Böylece 1917 senesi nisan bidayetlerinde sona eren ligde 29 puvanla ilk defa İstanbul şampiyonluğunu kazanan Lâcivert Kırmızılı takımı 24 puvanla Anadolu takip etmiş ,18 puvanla Galatasaray üçüncü, 17 puvanla Fenerbahçe dördüncü, 16 puvanla Süleymaniye beşinci ve ikinci devrede maçlardan çekilen İdman Yurdu da 6 puvanla 6ncı olmuştu.

    O yıllarda umumiyetle Darülfünunlu gençlerden müteşekkil Anadolu’dan sonra, bilhassa Fenerbahçe ile Galatasaray’ın sahaya (11)er futbolcu çıkarmakta büyük müşkülâta uğradıkları bir hakikattir.

    Yukarıdaki resim birinci dünya savaşının o pek buhranlı devirlerinde 1916-17 liginin birinci devre Galatasaray – Altınordu maçına aittir.

    28 Ekim 1916 Cuma günü oynanan ve ligin 3üncü hafta maçını teşkil eden bu müsabaka İdman Yurdu’ndan Taip Servet’in hakemliğinde oynanmış ve sıfıra karşı 2 golle Altınordu’nun galibiyetiyle neticelenmiştir.

    Maçtan bir kaç dakika önce çekilen bu tarihi fotoğrafta birçok şöhretli futbolcularımız vardır. Pek çoğumuza onların cisimleri değilse de isimleri hiç de yabancı gelmeyecektir. İşte, sayalım:

    Sağ baştan itibaren, beyaz pantolonunu kalın meşin kemerle sıkmış olan zamanın meşhur solaçığı ve penaltı kıralı Fenerbahçeli Topuz Hikmet’tir. O sene Galatasaray’a geçmiş, fakat ertesi sene İsmet’i de beraberine alıp yine Fenerbahçe’ye dönmüştür.

    Topuz Hikmet’in yanındaki çok genç delikanlının pabuçlarına bakıp da sakın yanlış hüküm vermeyin. “Bu süklüm püklüm çocuk da kim?” demeyin. Bu masum delikanlı bir zamanların meşhur Yavuz İsmet’idir. Milli takımımızın santrhaf mevkiinde birçok maçlar çıkarmış olan Doktor İsmet Uluğ o tarihlerde Galatasaray Mektebi Sultanisi talebelerindendi. Ertesi sene Galatasaray’dan ayrılıp Fenerbahçe’ye girmiş ve kısa zamanda büyük şöhret olmuştu.

    İsmet’in yanında o sene Fenerbahçe’den ayrılıp Altınordu’ya geçen Haydar görülüyor.

    Yanındaki ince delikanlı zamanımızın meşhur Refik Osman Top’udur. Beşiktaş’ın bugünkü göbekli antrenörü bu resmi görüp de Altınordu’daki o (Şiir) devrini hatırlarsa muhakkak ki derin bir “ah” çeker.

    Refik Osman’ın sağındaki Altınordu’nun meşhur (Balıkçı Tevfik)idir. Balıkçı Tevfik’le yanındaki Sadi Karsan Galatasaray’ın merhum (Doktor Namık)ını resimden âdeta ekarte etmişler, merhumun yalnız başı görülüyor.

    Sadi Karsan’ın esbak Futbol Federasyonu başkanı olduğunu ve Galatasaray’da futbol oynarken, kıvraklığı dolayısıyla (Sıçan Sadi) lakabıyla anıldığını eskiler bilirler…

    Ortadaki uzun boylu fesli Taip Servettir. Pek az sonra başlayacak bu tarihi maçı idare için gidip soyunacak; kısa pantolon ve futbol ayakkabısı giyecek, sırtına da cicili bicili armalı hakem ceketini geçirecek sanıyorsanız aldandınız. Taip Servet bu mühim lig maçını, o zamanki âdete uyarak, resimde görülen kıyafetle idare edecektir.

    Taip Servet’in sağında kollarını kavuşturmuş topaç gibi delikanlı bu maçtan bir kaç hafta önce Fenerbahçe’den Altınordu’ya geçen meşhur Bekir’dir.

    Sırtını çevirdiği Galatasaraylıyı tanıyamadıksa da, yanında, duran, kendisi gibi, kolların bağlamış delikanlı Altınordu’nun meşhur Dalaklı Hüseyin’idir. Merhum Dalaklı da az kulüp değiştirmişlerden değildi hani…

    Fenerbahçe’de yetişmiş, sonra Galatasaray’a geçmiş merhum Necib Şahin bir taraftan yarım sol etmişken, aynı zamanda da Dalaklı’nın abus çehresini tebessümle seyrediyor.

    (Fitil Nuri) de bu abus ve mütebessim çehreler arasında tabii duruşuyla gözlerini objektife dikmiş. Bu üç baş mükemmel bir üçken teşkil etmiyorlar mı? Fenerbahçe’den o sıralarda Altınordu’ya geçen Fitil Nuri, Beykoz’un (eker biçer)ine taş çıkartan bir endama sahiptir.

    Selami İzzet’i her halde tanıdınız! Galatasaray’ın bu namlı futbolcusu merhum Otomobil Nuri ile omuzlaşmışlar… O devirlerin ana sporu tulumbacılık antrenmanına mı heveslenmişler dersiniz?

    Otomobil Nuri’nin bu fotoğrafın çekildiği günden bir ay kadar önce, 6 arkadaşını da alarak Fenerbahçe’den Altınordu’ya geçtiği malumdur.

    Oturanlara gelince:

    Sağ başta Fenerbahçe’den ayrılanlardan Altınordulu (Kara Cemil) görülüyor.

    Beyaz fanilâlı Galatasaraylı Ahmet Ali’dir. Fanilasının rengine bakıp da onu kaleci sanmayın. Sağaçıktır.

    Sonra, topu önünde tutan Galatasaray kalecisi Nüzhet’i görüyorsunuz.

    Nüzhet Öniş’in sağında 3 Altınordulu görülmektedir: Doktor Selâhaddin merhum, Doktor Suphi ve eczacı Cafer Çağatay (halen Suadiye eczanesi sahibi.)

    “38 sene evvel (Milli takım) sözünün henüz işitilmemiş olduğu bir devrin hâtırası olan bu gruptan acaba kaç genç tam 7 sene sonra teşkiline başlanan milli takımda yer aldı?” diye düşündünüz mü?

    Sizi fazla üzmeden merakınızı giderelim:

    Bu gruptan 4 genç bilâhare enternasyonal olmuşlardır. Bunlar Galatasaray’dan İsmet’le Altınordu’dan Bekir, Cafer ve Refik’tirler. Garip olan şudur ki; bu futbolcuların 4’ü de milli formayı başka kulüplerin mensupları iken giymişlerdir.

    Kıyafetlerdeki mahrumiyet bir tarafa, fakat bu fotoğrafta kale direkleriyle ağlarının durumu hiç göze batmıyor mu? İğri büğrü ve yamalı direk, delik deşik ve salkım saçak bu ağlar vaktiyle Türk gençleri ve kulüplerinin en büyük mahrumiyetler içinde çırpınıp Türk sporuna hizmet ettiklerine ne canlı vesikalardır…

    Bari şimdikilere ibret olsa!

    (Gelecek resim ve yazı: meşhur Slavya’nın 32 sene evvelki ilk gelişinde muhtelit takımla maçına ait tarihi bir hâtıradır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 9 Ekim 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXVIII

    Canlı Yapraklar – XXVIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXVIII” : 1933 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXVIII

    21 Yıl Önce İstanbul Mıntıkasında Bir Toplantı

    Bilindiği üzere, bir kaç müteşebbisin uzun gayretleriyle 1921-23 senelerinde kurulan (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) kulüplerimizin müşterek faaliyetlerini tanzim ve yurtta spor ve spor aşkını tamim ve telkin maksatlarını taşıyordu.

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı maalesef bu iyi gayelerine ulaşamadı. Bunun muhtelif sebepleri arasında maddi imkânsızlık ve ittifak erkânının kulüpçülük hislerinden tecerrüt edemeyişleri ve dolayısile yaşanan devamlı anlaşmazlıklar da yer alır.

    Tamamıyla müstakil bir hüviyete sahip Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın asli vazifelerinde başarıdan uzak kalması Türk sporuna, nihayet, devletin müdahalesini zaruri kılmış ve 1936’da (Türk Spor Kurumu) tesis edilmiştir. Devletin spor işlerine esasından ve tamamiyle el koyması halinde tecelli eden (Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü)nden önceki bu yarı resmi organizasyon bu defa da milletimizin ruh ve bünyesine intibak etmemişti. Çünkü daha ziyade totaliter idari rejimlere yaraşır, kuvvetli disiplin esasına müstenid, bir gençlik teşkilâtı mahiyetinde idi ve dolayısile ömrü iki seneden fazla sürmemiştir.

    Görülüyor ki, Türk sporu 30 yıldan beri idari bakımdan üç muhtelif devir geçirmiştir:

    Müstakilen idare edildiği (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) devri,

    Devletin müdahalesine maruz kaldığı (Türk Spor Kurumu) devri,

    Ve nihayet 15 senedir devam ede gelmekte olan ve tamamiyle devletçi (Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü) devri.

    İşte, yukarıdaki resim 1933’te (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) zamanında çekilmiş tarihi bir vesikadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cağaloğlu’ndaki il merkezinde bir kaç oda işgal eden ve o zamanki İstanbul mıntıkasında bir toplantı anını tespit ediyor.

    Oturanlar; sağ baştaki zat mıntıka reisi İbrahim Kemal Baybora’dır. Mumaileyh, mıntıka riyasetine seçildiği zaman, kalben Fenerbahçeli olmakla beraber, resmen hiç bir kulübe mensup değildi. Talimatnameye uyulmak için ve arzuyu umumi üzere başvurulan kurada Süleymaniyeyi çekmiş ve Süleymaniyeli olmuştu.

    Baybora’nın yanındaki Halk Partisinin, İstanbul’u da içine alan, 13üncü mıntıka müfettişi ve Sinop mebusu merhum Cevdet Kerim İncedayı’dır. Cumhuriyet Halk Partisi kuruluşundan beri spora kıymet verdiğinden mıntıka müfettişi de bu kabil toplantılara sık sık iştirak ederdi.

    Ortada iki kupadan iki eliyle kura çekmekte olan zat ittifak ikinci reisi Halit Bayrak’tır. O zaman Bayezit mebusu idi.

    Onun yanında Vakit gazetesi sahibi Hakkı Tarık Us ve nihayet Profesör Hamit görülüyor.

    Ayaktakilere gelince;

    Yine sağdan birinci zat Kerim Kanok’tur. O zamanlar Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Emin Çap’ın kâtip ve tercümanı idi.

    Harb Okulu üniformasını lâbis genç Fenerbahçeli millî rekortmen atletlerden Ziya Atlet’tir.

    Onun sağında millî futbolculardan Galatasaraylı ve o tarihte Güneşli Kemal Refet Kalpakçıoğlu görülüyor.

    Kalpakçıoğlu’nun gözlerini diktiği zat ise zamanın Futbol Federasyonu Başkanı ve Devlet Matbaası Müdürü Hamdi Emin Çap’tır.

    Onun sağında hâlen İstanbul Bölge Müdürü ve o tarihte Fenerbahçe idare heyetinden meşhur aslan avcısı Sait Selâhaddin Cihanoğlu bulunuyor.

    Nihayet, sol başta Zeki Sporel’i görüyorsunuz. Bugünkü İstanbul milletvekili bu resmin alındığı günlerde memleketin en güzide futbolcusu ve Fenerbahçe kulübünün de umumi kaptanı idi.

    (Gelecek resim, 38 sene önce, 28 Ekim 1916 da, oynanmış tarihi bir Galatasaray – Altınordu lig maçına ait kıymettar bir hâtıradır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 2 Ekim 1954 – Akşam Gazetesi

  • Eşref Şefik Bey’in İhracı

    Eşref Şefik Bey’in İhracı

    Güneş Spor Kulübü’nün ortaya çıkışında önemli mihenk taşlarından biri de Eşref Şefik Bey’in Galatasaray’dan ihracı olayıdır. Dönemin gazetelerinde önemli isimlerin bu konuya dair yazdığı yazıları derleyelim istedik. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Terkini Kayıt

    Galatasaray Spor Kulübü Reisliğinden   Azamızdan Eşref Şefik Bey’in kendi kulübünün şahsiyeti maneviyesini ve oyuncularını haksız ve müstekreh mütemadi neşriyatı ile tahkir etmiş olmasını hayret ve teessüfle karşılayan idare heyetimiz mümaileyhin kulüpten kaydının terkinine karar vermiştir.   Keyfiyet tebliğ olunur.

    4 Ocak 1933 – Milliyet Gazetesi


    Tenkide de İdman Lazım

    Bir boksör için, ringde, rakibinden aldığı darbelere tahammül, bir futbolcu için karşı tarafın yaptığı gollere tahammül, bir pehlivan için güreştiği insanın oyunlarına tahammül, adalenin kuvvetine ve kendinden emin oluşuna delildir.

    Fakat sporcu, silme adaleden mürekkep bir mahlûk değildir; onun bir zekâsı da vardır. Sporcunun adalesinden beklediğimiz tahammülü sinirlerinde ve zekâsında da ararız: O, bu tecrübeyi ve bu imtihanı tenkitler karşısında da geçirir. En şiddetli yazılara karşı sinirleri ve zekâsı metanetini kaybetmeyen bir sporcu, ringde, statta gösterdiği tahammülü matbuat sahnesinde de ortaya koyan dayanıklı ve kuvvetli bir adamdır. Fakat bu yazı tenkitlerine karşı sinirlenen bir sporcu da, ringde de stadda da beklediğimiz asabi mukavemetten eser yok demektir. Çünkü insanın “cümlei asabiye”si, her iki tarafta da ayni kuvvet manzumesidir ve değişmez.

    Dostum Eşref Şefik, Akşam gazetesinde, Galatasaraylıların uğradığı hezimetleri tenkit ediyordu. Kulüp idaresi bu yazılardan sinirlenmiş ve Eşref’in kaydını silmeye karar vermiş. Bu herhangi bir maçta yenilişten daha fena bir sinir bozukluğudur. Bence Galatasaray’ın hezimetlerinin o kulübe mensup bir muharrir tarafından tenkit edilmesi, Galatasaraylıların kuvvetini ve şerefini gösterirdi; çünkü eskilerin “marifeti nefis” dedikleri hassanın ve “autocritique” denilen kabiliyetin en güzel örneğiydi. Eşref Şefik’i fedaya karar vermekle Galatasaray kulübü idaresi, bu kabiliyetinin zaafa uğradığını meydana vurmuş oluyor. Tenkit, canlı ve dayanıklı uzviyetler içine şifa verici bir cerrahi ameliye gibidir; dişçinin kerpeteninden kaçan ürken çocuğu yarın, daha müthiş ağrılar bekliyor.

    4 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi (Peyami Safa)


    Eşref Şefik Bey Dava Açıyor

    Galatasaray İdare Heyetini Mahkemeye Verecek 

    (…) Kulüp idare heyetinin yazdığı tebliğin tarzı tahriri ve kullanılan kelime ve cümlelerin hakaretamiz bir mahiyette olması, Eşref Şefik Bey’i de çok müteessir etmiştir. Eşref Bey, dün kendisiyle görüştüğümüz vakit bize şunları söylemiştir:

    “Bu sarı kırmızı renkleri daima temiz olarak tutmak istedim. Yazılarım hiçbir vakit samimi tenkit hududunu geçmemiştir. Mensup olduğum bir kulübün mağlubiyetten mağlubiyete uğraması, sarı kırmızı rengi benim gibi sevenler kadar yüreğimi sızlatmıştır. Bir kulübe mensup olmak, o kulübün renklerini taşımak demektir, fakat hiçbir vakit meddah olmak, hakikati görmemek demek değildir. Kulüp heyeti idaresinin hakkımda yazdığı tebliğde baştan nihayete kadar şahsıma hakaret edilmiştir. Matbuat kanunu, bu gibi ahvalde gayet sarih ahkâmı ihtiva etmektedir. Neşir vasıtasile şahsıma karşı yapılan bu hakaretten dolayı kulüp idare heyeti aleyhine hakaret davası ikame edeceğim. Fakat bütün bu dedikodular, beni kulübüme karşı duyduğum sevgiden ayıramayacaktır”

    5 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi


    Kafamızın İdmanı

    Eski şerefli günlerinin iç gıcıklayıcı zaferlerile sermest olan Galatasaray futbol takımı bu seneki resmî maçlarda hezimetten hezimete düşerken kulüp erkân ve azası da biribirlerine düşmeğe başladılar.

    Galatasaray, memleketin spor tarihine kıymetli hatıralar kaydetmiş ve kendini münevver bir zümreye sevdirmiş emektar bir kulüptür. Bu kulübün futbol takımını ezeli bir rakip olarak tanıyan ve ağlarını gol demetlerile donatan Fenerbahçeliler bile bu akıbetten müteessirdirler.

    Şerefli bir rakip değersiz bir düşmandan çok kıymetlidir. Fakat zamanla telafi edilecek spor mağlubiyetleri arasına bir varlığın eczasını parçalayacak sinir buhranları girmesi tehlikelidir.

    Galatasaray’ın mağlubiyetlerini hiç şüphesiz samimi bir sporculuk gayretile ve gene şüphesiz salahiyettar bir kalemle tenkit eden Eşref Şefik Bey hakkında kulüp idaresinin verdiği karar işte bu tehlikenin işaretidir. Galatasaray şimdiye kadar çok şerefli zaferler kazanmıştır. Bir iki mağlubiyet ancak bir idman zaafı ve bir devre ricatidir. Muntazam bir antrenman bu sukutu tevkif edebilir.

    Fakat en mütehassıs azasının içten gelen bir teessürle ortaya attığı kusurları benimseyecek yerde acı söyleyen bu dost ağzını tıkamaya kalkmak bir kulübün maneviyatında telafisi güç rahneler açar.

    Anlaşılıyor ki tenkide karşı kalplerimizde teşekkür ve tesamüh yerine hala kin ve istan hissediyoruz.

    Her şeyden evvel tenkit ve münakaşa işin kafamızın idman etmesi lazımdır. Çünkü bu idmansızlık spor mağlubiyeti gibi geçici bir akıbet değil, bizi gülünç ve biraz da müstebit yapan bir afettir.

    5 Ocak 1933 – Milliyet Gazetesi (Burhan Cahit)


    Elifi Öldürün!

    Ehibba, şivei yağmada mebhut eyler âdâyı,Hüda göstermesin âsarı izmihlal bir yerde!

    Galatasaray izmihlal âsarı gösterir göstermez, en yakın dostu Eşref Şefik’in kaydını sildi. Eşref Şefik –idare heyetine göre- artık Galatasaraylı değildir.  

    Oh!.. Artık mesele kalmadı demektir. Kulüpteki bozgunlara, idaresizliklere, hoşnutsuzluklara sebebiyet veren, meğerse, Eşref Şefikmiş. Mağlubiyetlerin en büyük âmili bu arkadaşmış…

    Eğer Eşref Şefik Galatasaray’ın mağlup olacağını evvelden yazmasaymış, galibiyet muhakkakmış.

    İdare mekanizması bozuktur, futbol ekibi çalıştırılmıyor, bu şekilde galibiyet temin edilmesi imkansızdır, demek müstekreh neşriyat yapmakmış.

    Meğer mensup olduğu kulübün düzeltilmesini istemek “mensup olduğu kulübün şahsiyeti maneviyesini tahkir” imiş…  

    Bir kağıt, bir kalem, gazetelere bir tebliğ: Eşref Şefik Bey’in kaydını terkin ettik…

    Bundan böyle idare heyetini herkes sevecek, idare mekanizması kronometre gibi işleyecek, futbol takımı artık galip gelecek…

    Doğrusu, idare heyetinin kulüp işlerini tanzim için bir çırpıda bulduğu çareye deyecek yok…

    Vakti evailde, mahalle mekteplerindeki çocuklar, elifbeyi bir türlü öğrenemiyorlarmış. Dersi zihinlerine yerleştiremeyince aralarında karar vermişler:  

    • Hocayı öldürelim.

    Karar mı karar. Ellerine birer sopa alıp, köşebaşında hocayı beklemeye başlamışlar. Oradan geçen bir zat, çocuklara sormuş:  

    • Ne yapıyorsunuz burada?
    • Hocamızı bekliyoruz.
    • Neden?
    • Onu öldüreceğiz.
    • Sebep?
    • Elifbeyi öğrenemiyoruz.
    • Ayol, hocayı öldürürseniz yerine başkası gelir, elinizde ise elifbeyi öldürün!

    Eşref Şefik’i –hem de salahiyetleri yokken– kulüpten addetmemekle işler düzelecek mi? Eşref artık tenkit etmeyecek mi? Doğru yolu göstermeyecek mi? O olmazsa, başkası yazamaz mı?

    Bu neşrettikleri tebliğden sonra –bize kalırsa– idare heyeti, kendi kayıtlarını silmelidirler…

    5 Ocak 1933 – Vakit Gazetesi (Selami İzzet)


    Vur Abalıya!

    Eskiden, her futbol mağlubiyetinin sayılı sebepleri vardı: İlkbaharsa, rüzgârın altına düşmek; yazsa, güneşe karşı oynamak; güzse, çamura batmak; mevsim müsaitse hakemin haksızlığı; hakem adilse, şanssızlık!

    Bu beş gizli düşmandan biri, muhakkak her yaptığımız milli maçta bizim on bir oyuncumuzun ayrı ayrı ayaklarına dolaşır, nefeslerini tıkar, hücumlarını keser, şütlerini çelerdi.

    Fakat bu beş düşmandan üçü, rüzgâr, güneş, yağmur, tabiatın korkunç kuvvetleri olduğu için kolay kolay başa çıkılmaz. Dördüncüsü, hakem denen münferit hâkimdir ki ona söz söylemeye kimsenin hakkı yoktur. Beşincisi olan şansa gelince, bu gizli sihirbazın, yeryüzünde oyuncağı olmayan kim var?

    Bundan dolayıdır ki galip gelmek için, yalnız on bir rakibini değil, rüzgârı, güneşi, yağmuru, hakemi, şansı da mağlup etmeye mecbur olan takımlarımız, ekseriya sahadan başları önderine düşük çıkıyorlardı.

    Son günlerde, bu yenilme salgınına Sarı-Kırmızılılar tutuldular: Beşiktaş’a yenildiler, İstanbulspor’a yenildiler, Süleymaniye’ye yenildiler… Sebep? Bunu, Galatasaray idaresi uzun uzun düşünmüş, aramış ve bulmuş: Güneş değil, rüzgâr değil, yağmur değil, hakem değil, şans değil. Ya kim? Söyleyeyim: Eşref Şefik Bey’in tenkitleri!

    Ve Eşref Şefik Bey’i kulüpten ihraç etmişler…  

    Bu adilane kararlarile Galatasaray’ı gelecek mağlubiyetlerden kurtaran idare heyetini tebrik ederiz.    

    6 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi (Yusuf Ziya)

  • Canlı Yapraklar – XXVI

    Canlı Yapraklar – XXVI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXVI” : 1922 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXVI

    İstiklâl harbi ve İstanbul’un işgali devrine rastlayan 1922 yılında, ilk defa olarak, futbolümüzde Milli Takım kurma fikirleri doğmuştu.

    Aynı senenin Mart ayında, spora büyük önem veren gazetelerin başında gelen, (Akşam)ın: «Türk Milli Takımı kimlerden mürekkep olmalıdır?» başlıklı anketi çok alaka çekmiştir. Görülen ve gösterilen alaka Taksim stadyum idaresiyle kulüpler ileri gelenlerini harekete geçirmiş ve 1922 Haziran’ında tecrübe mahiyetinde Milli Takım kadroları teşkiline başlanmıştır.

    Bu gayri resmi Milli Takımların birincisi 15 Haziran 1922’de Taksim stadında Anadolu kulübünden Burhan Felek üstadın hakemliğinde işgal kuvvetlerinden bir İngiliz muhtelitiyle karşılaşmak üzere kuruldu. Zeki ve Nihat’ın birer golüne İngiliz merkez muhacimi cevap verince stad (Zito) ve (Hurra) sesleriyle yerinden oynamış, fakat yine Zeki’nin bir üçüncü golü dâvayı halledip maç 3-1 kazanılmıştı.

    Bu tecrübe maçları 19 Haziran’da yine İngilizler ve 22 Haziran’da Ermeni muhteliti karşısında tekrarlandı ve bunlar da 9-1 ve 5-0 kazanıldı. 9-1’lik maçta o zamanın meşhur Zeki – Alâeddin kombinezonu İngiliz ağlarını delik deşik etmişti.

    Bu 3 tecrübe maçında Milli Takım, halkın büyük sevgisiyle kucaklanmıştır. Millet ve memleketin yaşamakta olduğu elim hadisat bu sevginin fevkaladeliğinde bilhassa müessirdi. Yalnız, takımın muayyen bir forması yoktu. Her maça türlü türlü kulüp formalarıyla çıkılıyordu. Bunun büyük noksanlık teşkil ettiği görüldüğünden 4 üncü tecrübe maçında takıma muayyen bir forma seçildi ve giydirildi. Bu, göğsü kırmızı bantlı beyaz formadır. Yâni, bugünkü Milli Takım forması şeklinde fakat Ay-Yıldız yok.

    İlk defa olarak 2 Temmuz 1922 Pazar günü giyilen bu forma ile 4üncü tecrübe maçı yine İngiliz muhtelitine karşı oynandı. Bu maç, 4 müsabakanın en heyecanlısı oldu. Bilhassa yeni formaya karşı Türk seyircisinin gösterdiği sevgi tezahürleri stadı yerinden oynattı.

    Milli Takım sahaya: Nedim (Altınordu), Cafer (Fenerbahçe), Hasan Kâmil (Fenerbahçe), Ekrem (Anadolu). İsmet (Fenerbahçe), Refik Osman (Fenerbahçe), Emin (Altınordu), Alâeddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Şükrü (Anadolu), Sabih (Fenerbahçe) tertibinde çıkmıştı.

    Yusuf Ziya (Öniş) in idare ettiği bu maçta ilk golü frikikten Refik Osman atmış, Zeki’nin ikinci devredeki pek şiddetli şütlerle yaptığı 3 golden sonra maç 4-0 kazanılmıştı. Müsabakadan sonra muzaffer futbolcularımızın, sahaya dolan halkın omuzları üzerinde ve coşkun tezahürat arasında mükâfat masasına taşınmaları göz yaşartıcı bir heyecan ve sevinç tablosu teşkil etmiştir.

    İşte, yukarıdaki resim o tarihi 2 Temmuz 1922 maçının pek kıymettar bir hâtırasıdır ve maçın iki devresi arasında alınmıştır. O nihayetsiz heyecan ve muazzam zafer gününün bu canlı hâtırası önünde bugün huşu ile eğilmemek kabil mi? Bunu, tam mânasiyle duymak ancak o acı işgal devrini yaşamış olmakla mümkündür.

    İşte, 33 sene evvelki o muazzam günün 11 muzaffer Türk çocuğunu bilmeyenlere tanıtalım:

    Sağ baştan: Alâeddin (Baydar), merhum Emin, Sabih (Arca), Nedim (Kaleci), takım kaptanı Hasan Kâmil (Sporel), Ekrem, Zeki (Sporel), Refik Osman (Top), Dr. İsmet (Uluğ), Cafer (Çağatay) ve nihayet merhum Badi Şükrü.

    Fotoğrafta da görüldüğü üzere, o tarihlerde Taksim stadında henüz tribün yoktu. Seyirci ile futbol sahası arasında mânia da yoktu. Böyle sahada inzibatı ekseriya Darüleytam izcilerinin mükemmelen görür bulunmaları o zamanın seyircisindeki spor duygusu ve intizam mefhumunun bugünkünden daha ileri olduğu mânasına alınsa nasıl olur?!

    (Gelecek resim ve yazı: 30 sene evvel İstanbul’da oynanan ilk Bulgar milli maçına aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 18 Eylül 1954 – Akşam Gazetesi

  • Milli Küme’nin Amacı

    Milli Küme’nin Amacı

    1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda “Sayılamaz” diyenlerin en tuhaf iddialarından biri “Bunları Türkiye Futbol Federasyonu düzenlemiyor” iken, diğer garip argüman da “Milli Küme’nin Amacı Yok” şeklinde idi.

    17 Ekim 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir yazı kaleme alan Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Emin Çap, iki iddiayı tek yazıyla çökertiyor.

    Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Milli Küme Teşkilinde Takip Edilen Gaye

    Ligler arasındaki müsabakaları mıntıkalara ve mıntıkalar arasındaki maçları da memlekete teşmil ederek futbolumuzu yükseltmektir.

    Memlekette milli küme teşkilindeki sebep ve saiki anlamak için evvelâ futbolu yüksek olan ecnebi memleketlerindeki teşkilâtı ve müsabaka sistemlerini tetkik etmek lâzımdır: Çünkü futbolu terakki ettiren en mühim amillerden biri de müsabaka sistemidir.

    İngiltere’de

    İngiltere’de 400’ü profesyonel, diğerleri amatör olmak üzere 4.000 kulüp ve 750.000 futbolcu vardır. Futbol mevsimi Ağustos’un son haftasında başlar, Mayıs’ın ilk haftasında biter.Bu memlekette amatör ve profesyonel kupa müsabakaları, hayırlı cemiyetler şildi, beynelmilel amatör ve profesyonel müsabakalar, ligler arası müsabakalar yapılmaktadır.Profesyonel kümede 22 kulüp vardır. Ayrıca memlekete şamil müteaddit kümeler mevcuttur.Bütün bu müsabaka teşkilatıyla İngiltere’de mevsim imtidadınca inkıtasız olarak her Cumartesi günü ve ekseriya hafta arası günleri müsabakalar yapılagelmektedir. Vasati bir tahminle bir mevsim zarfında her kulüp 50 maça yakın müsabaka yapmaktadır.Müsabaka adedinin çoğalması memlekette futbol faaliyetini ve binnetice futbol tekniğinin yükselmesini temin etmektedir.

    Fransa’da

    Fransa’da 5000 den fazla kulüp vardır. 150.000 lisanslı futbolcu mevcuttur. Bunların bir kısmı amatör, bir kısmı da profesyoneldir. 21 mıntakavi lig teşkil edilmiştir. 500’den fazla ayrıca mektep kulüpleri ve 100 küsur korporasyon vardır, Fransa’da, Fransa kupası namile bir seri müsabaka ve ayrıca lig şampiyonaları mevcuttur.Fransa, beynelmilel müsabakalara oldukça geniş mikyasta ehemmiyet vermektedir.Fransızlar yabancı milletlerden ve bilhassa İngilizlerden angaje ettikleri iyi oyuncuları takımlarına sokarlar ve bunlardan gerek ferden ve gerek takım oyunu itibarile istifade ederler. Bu sebeple Fransız futbolu her gün biraz daha terakki etmektedir.

    Almanya’da

    Almanya’da 12.000 kulüp ve bunlara mensup 1.200.000 aza vardır. Memleket 16 mıntıkaya taksim edilmiştir.Bu mıntıkaların şampiyonları dört grup halinde ve lig sistemiyle maçlar yaparlar. Yani bir defa kendi sahasında ve bir defa da rakibinin sahasında oynamak suretiyle bir kulüp diğeriyle iki defa karşılaşır ve bu dört grup şampiyonları kupa sistemine göre yani bir defa yenilen müsabakadan çekilmek suretiyle karşılaşır ve milli şampiyon taayyün eder.Bundan başka bir de millî kupa müsabakaları vardır. Bu kupa müsabakalarına her kulüp girmek hakkını haizdir. Ayrıca 16 mıntıkanın temsili takımları arasında da federasyon kupası müsabakaları yapılır.Oyuncular tamamile amatördür. Almanya’da futbol mevsimi 15 Ağustos’ta başlar, 30 Haziran’a kadar devam eder.

    Avusturya’da

    Avusturya’da mıntıka futbol teşekkülleri 9 tanedir. Bunlar ayrı ayrı federasyon mahiyetinde iseler de yalnız Avusturya federasyonuna merbutturlar. Kulüpler mıntıka federasyonlarına bağlıdırlar. 32 profesyonel ve 600’e yakın amatör kulüp vardır. Her mıntıka federasyonu kendi şampiyonasını yapar. Bunlardan yalnız Viyana federasyonu amatör ve profesyonel müsabakalarını müştereken organize eder. Mevsim, dağlık mıntıkalarda Nisan’dan Teşrinievvel’e kadar ve Viyana ve sair mıntıkalarda Kânunuevvel’e kadar devam eder.Diğer memleketlerde olduğu gibi Avusturya da beynelmilel müsabakalara girmektedir.

    İtalya’da

    İtalya’da, 3000’e yakın kulüp olup 29.000 futbolcu vardır. İtalya’nın teknik organizasyonu şöyledir:Millî kümeye 48 takım, birinci kümeye 121 takım, ikinci kümeye 324 takım ve üçüncü kümeye 643 takım iştirak etmekte ve ayrıca 166 ihtiyat takımlar, 101 genç takımlar müsabakası yapılmaktadır ki 2300’den fazla takım müsabakalara iştirak etmektedir.Amatör ve profesyoneller arasında: bir tefrik yapılmamaktadır. Görülüyor ki İtalya dâhili futbol faaliyeti noktasından zengin bir program tatbik etmektedir.


    Yukarıda bahsettiğimiz beş memlekette ve bunlara benzeyen Çekoslovakya ve Macaristan gibi memleketlerdeki futbolun inkişafına demiryolları ve tayyareler büyük bir amildir.Memlekete şamil futbol organizasyonları ancak nakliye vesaitinin bolluğu ve ucuzluğu ile yapılabilmektedir.

    Romanya’da

    Balkanlara gelince, Romanya’da 34 mıntıka, 500’den fazla kulüp ve 28.000 den fazla futbolcu mevcuttur.Romanya’da üç nevi müsabaka yapılmaktadır. Millî şampiyona, Romanya, kupası, bir de Kral kupası vardır.Millî şampiyona iki seri üzerinden oynanmaktadır:1 – Milli küme A serisi,2 – Millî küme B serisi.Milli küme A serisi Romanya’nın en iyi on iki kulübünden mürekkeptir ki bunun şampiyonu memleket şampiyonu addedilir.B serisinde ise dört kulüp üzerinden müsabakalar yapılır. Bunların birincileri arasında yapılan müsabaka neticesinde birinciliği kazanan kulüp A serisinin sonuncusile karşılaşır. B serisinde de ayni usul caridir.Romanya kupası müsabakalarına bütün kulüpler iştirak edebilir. Kral kupası müsabakaları ise beş mıntıkanın temsili takımları arasında yapılır.

    Yugoslavya’da

    Yugoslavya’da, 14 mıntıka ve 645 kulüp vardır. Mıntıkalarda lig maçları yapılır ve bunun neticesinde sekiz kulüp şampiyonaya ayrılır.

    Bulgaristan’da

    Bulgaristan’da 16 mıntıka, 119 kulüp ve 11.500 futbolcu vardır. Mıntıkalarda lig maçları yapılır. Mıntıka şampiyonları kupa sistemine göre karşılaşarak Bulgaristan birincisi taayyün eder.Kral kupası ve temsili takımlar arasında müsabakalar ayrıca yapılmaktadır.

    Yunanistan’da

    Yunanistan’da 11 mıntıka ve 189 kulüp mevcuttur. Atina, Pire ve Selânik mıntıkaları federasyonun müessisleri bulunmaktadır. Diğer mıntıkalar A, B, C serisi üzerine taksim edilmişlerdir.A serisine dâhil bulunan mıntıkaların birinci ve ikinci takımları milli kümeye dâhildir. Her mıntıka kendi şampiyonasını yapar. Ve A serisine dâhil mıntıkalarına temsili takımları arasında federasyon kupası müsabakaları yapılır. B serisindeki mıntıkalar da aralarında kupa müsabakaları yaparlar.


    Görüyoruz ki bazı memleketler futbol müsabakalarını daha fazla mıntıkavi faaliyete hasrediyorlar. Ve bazıları da mıntıkavi müsabakalardan ziyade memleket mikyasında müsabaka serileri tertip ediyorlar. Mahallî futbol inkişafları çoğaldıkça bunları müteaddit mıntıkalar arasına yaymak suretiyle faaliyet hududunu genişletiyorlar.

    Futbolu tamamen inkişaf etmiş ve her yerde stadyumlar yapmış memleketler mıntıkalardan mıntıkalara sirayet eden müsabakalara ehemmiyet veriyorlar.

    Futbol tekniği en fazla ilerleyen memleketlerin bu son sistemi tatbik etmiş olduğunu anlıyoruz.

    Biz de bugünkü şerait ve imkânlar içerisinde milli küme nüvesini meydana getirmekle bu yola doğru bir adım atmış bulunuyoruz. Bu hareketimizle ligler arasındaki müsabakaları mıntıkalara ve mıntıkalar arasındaki maçları da memlekete teşmil etmek ve nihayet memleket bünyesinden çıkacak takımları beynelmilel sahalara daha kuvvetli olarak hazırlamak ve Türkiye milli takımına tam bir temsil kudreti vermek gayesini istihdaf ediyoruz.

    Futbol Federasyonu Reisi Hamdi Emin Çap | 17 Ekim 1936 – Cumhuriyet Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXV

    Canlı Yapraklar – XXV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXV” : 1926 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXV

    Mısırlılarla ilk futbol temasımızı Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti 1926 Şubatında Mısır topraklarında yapmıştı. Aynı yılın ağustos ayında ise İskenderiye ve Mısır şampiyonu «El-ittihad» İstanbul’a gelmiş ve takımlarımızla karşılaşmıştır.

    El-ittihad o tarihlerde (Prens Faruk kupası)nı kazanmıştı. 9 oyuncusu beynelmilel olan çok kuvvetli bir kadroya sahipti ve Balkanlarda 13 maçlık büyük bir turneye çıkmıştı.

    Mısır futbolunun hemen hemen en kuvvetli devrinde şampiyon El-ittihad’ın bu Balkan turnesi o zamanlar büyük alâka toplamıştır. Filhakika; kâmilen çikolata renkli Mısırlı futbolcular bugünkü Brezilyalıları andıran futbollarıyla her tarafta seviliyor ve üstelik mağlûbiyet yüzü görmüyorlardı.

    El-ittihad İstanbul’da ilk maçını 20 Ağustos 1926 Cuma günü Taksim stadında müteveffa İngiliz hakem Mister Allen’in idaresinde İstanbul ikincisi Fenerbahçe ile yaptı ve Alâeddin’le Sedat’ın attıkları gollerle 2-1 mağlûp oldu. Fenerbahçe bu maçta bütün tarihinin en parlak oyunlarından birini çıkarmış ve ancak bu sayededir ki çok kuvvetli rakibini yenmeğe muvaffak olmuştu.

    Nitekim aynı El-ittihad’ın iki gün sonra, 22 Ağustos 1926 Pazar günü İstanbul şampiyonu Galatasaray’ı 6-0 yendiğini hatırlatmak bu hususta bir fikir verir.

    El-ittihad, 1926 senesindeki bu Balkan turnesinde ceman 13 maç yaptı. Fenerbahçe kulübü için ne mutlu bir hâtıradır ki 13 rakibin tek galibi olmak şerefini kazanmıştır. 12 maçta galip gelen ve yalnız Fenerbahçe’ye mağlup olan Mısır şampiyonunun idarecileri memleketimizden geçip Mısır’a dönerlerken vapurlarına giden gazetecilere şu beyanatı verdiler:

    “Burada teessüs eden dostluğumuz inşallah Fenerbahçelilerin Mısıra yapacakları seyahatle kuvvetlenecektir. Fenerbahçe’nin davetimizi kabul ve Mısır’ı ziyareti hem bu dostluğun kuvvetlenmesi için bir vesile, hem de Balkan turnesinde yegâne galibimiz olan bu takımdan intikam almak için bir fırsat olacaktır.”

    Fakat bütün davetler gibi Fenerbahçe kulübü, dış temaslara pek mütemayil olmamak hatalı prensibi sebebiyle bir Mısır seyahati yapamadığından –El-ittihadın temennisi tahakkuk etmemiştir.

    İşte, yukarıdaki resim 20 Ağustos 1926’nın o büyük zafer hâtırasını canlandırıyor. Mısır şampiyonu, Taksim stadyumunda maçtan bir kaç dakika önce Fenerbahçelilerle bir aradadır.

    Ortadaki şapkalı, Fenerbahçe’nin o zamanki umumi kaptanı Hasan Kâmil Sporel’dir. Yanındaki fesliler de Mısırlı idarecilerdir. Sol başta şapkasını elinde tutan zat umumi kâtip Muvaffak Menemencioğlu’dur.   Yanında gazeteci Salim Hamdi görülüyor.

    Bu maçın galiplerini seçebiliyor musunuz? Yerde, başında kep olan beyaz fanilalı kaleci Nedim (Kaleci)dir. Onun sağında, sıra ile Cevat, Ulvi, Fayid, Şevki, Bedri, Fazıl… Ayaktakiler de, sol baştan: Kaptan Zeki, Sedat, Alâeddin, Haydar, Firüzan ve Kadri’dirler.

    (Gelecek resim ve yazı, Milli Futbol Takımımızın 33 sene evvelki ilk tecrübe maçlarından bir hâtıradır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 11 Eylül 1954 – Akşam Gazetesi

  • 1939’da Ne Oldu?

    1939’da Ne Oldu?

    1939 yılı Milli Küme maçları sonunda Galatasaray, 1959 öncesindeki ilk ve tek ulusal şampiyonluğunu kazandı. Şampiyonun iki maçta belirlenmesi planlanmıştı ama “müessif bir hadise” bunun önüne geçti. Peki 1939’da ne oldu? İşte bu sorunun cevaplarını aşağıdaki gazete haberlerinde bulabiliriz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Olayın kahramanı (!) Necdet Erdem, futbola Fenerbahçe’de başladı. İlginçtir, olaydan seneler sonra Galatasaray’da bıraktı. Hakem Tarık Özerengin ile seneler sonra bir araya geldiler. O günün bilgilerine de “buradan” ulaşabilirsiniz.


    Dün Maçta Müessif Bir Hadise Oldu

    Demirspor kalecisi ve takımın kaptanı Necdet, maçı idare eden hakem Tarık’a hücum ederek gözünden yaraladı. Hakem, maçı tatil ve Demirspor’u mağlup ilan etti.

    Milli küme şampiyonasının günlerden beri dedikodusu devam eden son maçı dün Fenerbahçe stadyumunda Galatasaray’la Demirspor takımları arasında oynanırken, spor tarihimizde şimdiye kadar vukua gelmemiş müessif bir hâdise olmuş ve bu yüzden maç tatil ve Demirspor takımı mağlup addedilmiştir.

    Mevzuubahis hâdise, Demirspor takımı kalecisi ve takımın kaptanı Necdet’in, hakem Tarık’a hücum ederek gözüne yumruk atması ve yüzünde büyük bir yara açmasıdır. Şimdiye kadar spor sahalarımızda oyuncular arasında müteaddit kavgalar olmuş, seyirciler birbirine girmiş, fakat oyunculardan hiçbirisi müsabaka hakemini döğmemişti. Dünkü maçta nihayet hakem de dövülmüştür.

    Fenerbahçe stadyumunda dün on bine yakın seyirci toplanmıştı. Milli küme şampiyonunu tayın edecek olan bu maçı herkes merak ediyordu. Takımlar da bir haftadan beri kampa girmişler, hazırlanmışlardı. Fakat müsabaka, normal bir oyundan ziyade bir sinir işi haline getirildiği için, zevkli bir maç seyretmek pek de mümkün görülmüyordu.

    Takımlar saat beş buçukta kol kola dizilmiş bir halde sahaya çıktılar; halkı selâmladıktan sonra şu şekilde dizildiler:

    Galatasaray: Osman, Faruk, Adnan, Musa, Rıza, Yusuf, Salim, Salâhaddin, Cemil, Boduri, Bedii

    Demirspor: Necdet, Şevket, İbrahim, İbrahim, Şemsi, Salih, Hakkı, Orhan, Orhan. Gazi, Arif.

    Oyunu, hakem Tarık idare ediyor.

    Ankara’dan sureti mahsusada gelen ve Futbol Federasyonu reisinin riyasetinde bulunan bir heyet de maçı, saha kenarından kontrol ediyordu.

    Oyuna, asabi bir hava içinde başlandı.

    İki taraf da bütün enerjisini ortaya koyduğu için ciddi bir mücadele cereyan ediyordu. Fakat bu mücadele yavaş yavaş sportif mahiyetini kaybetmeye, başka bir kalıba gitmeye başladı. Hakem, müsabakaya başlamadan evvel, müsabıklara bazı nesayihte bulunmuş, bu maçın ehemmiyetini izah ederek sert oyuna müsaade etmeyeceğini ve temiz bir müsabaka yapmalarını bildirmişti. Buna rağmen sertlik yüz göstermişti. Hakem, sık sık faul, frikik cezaları vermek mecburiyetini hissediyor, bazı oyunculara da ihtarda bulunuyordu. Verilen cezalar ve yapılan ihtarların yüzde yetmiş beşi Demirsporlulara aitti. Müsabakanın her safhasında müessif bir vaka zuhurundan korkuluyordu. Fakat ilk devre, sıfır sıfıra berabere bitti.

    İkinci devre, birinciye nazaran daha sert ve daha asabi bir tarzda başladı.

    Tekme vurmak, çelme takmak mubah sayılacak bir hale geldi. Hakem, o kadar çok ihtarda bulunuyor ve o kadar ceza vermeğe mecbur kalıyordu ki, inkıtaa uğramadan beş dakika oyun seyretmek kabil olamıyordu. Nihayet Demirspor kalesi önünde yapılan pek bariz bir hata üzerine Galatasaray lehine penaltı verildi. Galatasaraylılar, topu dışarı atarak bu fırsatı kaçırdılar. Bundan bir dakika sonra da Demirspor bir gol kazandı.

    Demirspor’un 1 – 0 galip vaziyete gelmesi, Ankaralılar için bulunmaz bir avantajdı ve oyunu bu vaziyette bitirmeleri de mümkündü. Fakat buna rağmen Demirsporlular sert oyuna bir kat daha germi verdiler; bilhassa bu işte takımın kaptanı ve kalecisi olan Necdet pek ileri gidiyor, kaleye her yaklaşan muhacime tekme vurmak, çelme takmakta tereddüt etmiyordu.

    İkinci devrenin 33üncü dakikasında Galatasaray’ın yaptığı bir hücum esnasında, Necdet, bu defa da Galatasaraylı Cemil’i yere yıktı. Hakem, evvelce müteaddit defalar ihtara maruz bıraktığı Necdet’i oyundan çıkarmak mecburiyetini hissetti ve kararını tebliğ etmek üzere yanına gitti. Hakem Tarık, kararını resmen bildirmesiyle beraber gözünün üstüne kuvvetli birkaç yumruk yemesi bir oldu. Takım kaptanı Necdet, şimdiye kadar hiçbir sporcumuza nasip olmayan bir tarzda, hakeme hücum etmiş ve gözünden yaralamıştı.

    Etraftaki polis kuvvetleri derhal hâdise mahalline koştular. Necdet’i yakaladılar, diğer taraftan da hakem Tarık, yüzünden kanlar aka aka sahadan çıkarıldı. Soyunma odasında tedavi altına alındı. Biraz sonra da oyuncular, müsabaka, hakem tarafından tatil edildiği için sahadan ayrıldılar.

    Hâdisenin hikâye tarafı budur. Vakanın çirkinliğini tavsif etmek için kelimeler ve sıfatlar bulmağa ihtiyaç görmüyoruz. Güzide bir takımın kaptanlığı mevkiinde bulunan bir adamın hakem döğmeğe teşebbüs etmesi, en hafif tabirle iptidailiktir, kabalıktır. Sonra tecavüze uğrayan hakem, öyle bir gençtir ki, bütün sporcularımıza numunevi imtisal olacak temiz bir karaktere, dürüst bir ahlâka ve insanı kendine meclup eden bir nezakete sahiptir. Bu sene yüksek tahsilini bitirmiş, doktor olmuştur, şimdiye kadar en ufak şekilde bile kimseye tek kelime fena bir söz sarf etmemiştir. İdare ettiği bütün maçlarda dürüstlüğü, nezaketi, bitaraflığı ve temiz ahlâkı ile tanınmıştır. O kadar ki, iki takımın bu maç için bir hakem intihap etmelerine karar verildiği vakit, Demirspor takımı Tarık’ın bu maçı idare etmesinde şiddetle ısrar etmiştir.

    Spor, mutlaka bir maçı kazanmak, her ne pahasına olursa olsun galip gelmek demek değildir. Bizim spordan anladığımız ilk mana, temiz ahlâk, dürüstlük ve insanlıktır. Hakemi döğecek kadar terbiye, insanlık ve ahlâk hututlarının haricine çıkan bir insanın spor mefhumile hiçbir alâka ve münasebeti yoktur. Bu vakada, asabına hâkim olamamak, yapılan haksızlıklara tahammül gösterememek gibi bir mazeret dermeyan etmeğe bile imkân tasavvur edilemez. Çünkü Tarık, eğer bu maçta bir haksızlık yapmış ise, Galatasaray’ın aleyhine yapmıştır ve Demirspor’a birçok ahvalde mümaşatkâr davranmıştır, denilebilir.

    Halkın yuhaları, hakaretleri arasında polis nezaretinde sahadan çıkarılan bu adam, derhal tevkif edilerek cürmü meşhud mahkemesine verilmiştir. Hakem Tarık da ayrıca bir dava ikame etmiştir.

    Bu çirkin vak’aya, maalesef büyüklerimiz de şahit olmuşlardır. Hariciye Vekili Şükrü Saracoğlu, eski Milli Müdafaa Vekili General Kâzım Özalp ve diğer devlet erkânından bir kısmı stadda bulunuyorlardı. Federasyon rüesası, İstanbul mıntakası erkân ve azaları da hep beraber orada idiler.

    Bu vak’adan sonra, Necdet, bu memlekette müebbeden spor yapmak hakkını kaybetmiştir. Çünkü kendisine verilecek nizami ceza, müebbed boykottur. Bundan başka, yaptığı tecavüzden dolayı da mahkemenin vereceği cezaî karar da vardır.

    Demirspor takımının vaziyetine gelince; evvelce umumi merkezin yaptığı bir tamimle de sarahat kesbettiği üzere takım diskalifiye edilmiştir. Dünkü maçın nizami galibi Galatasaray’dır. Bu şerait içinde Ankara’da ikinci bir defa daha iki takımın karşılaştırılmasına da imkân görülememektedir.

    Hakem ne diyor?

    Dün akşam geç vakit hakem Tarık’la görüştük.

    Bize şunları söyledi:

    “Demirspor kalecisi Necdet’e, yaptığı müteaddit hatalı hareketlerinden dolayı birkaç defa ihtarda bulundum; fakat bu oyuncu, kasti hareketlerde devam etti. Galatasaray muhacimlerinden Cemile yaptığı son hareketi üzerine müsabakanın selâmeti için kendisini oyundan çıkarmak mecburiyetinde kaldım. Bu kararımı kendisine usulen tebliğ ettim. Fakat Necdet derhal üstüme hücum ederek beni yumruklamaya başladı. Yüzüm, gözüm kan içinde ve polis refakatinde sahadan ayrıldım. Bu vaziyette maçın idaresine imkân göremediğimden oyunu tatil etmek mecburiyetinde kaldım ve bu hâdiseden dolayı da Adliye ve zabıta makamlarına müracaatle cürmü meşhud kanununa göre takibat yapılmasını istedim.”

    Federasyonlar Dairesi Reisinin Beyanatı

    Müessif hadiseden sonra kendisini gördüğümüz federasyonlar dairesi başkanı B. Ziya Ateş şunları söylemiştir:

     “Müsabakanın 33 üncü dakikasında Necdet tarafından hakem Tarığa yapılan fiilî tecavüzle başlıyan hadiseyi müteakip Tarık ve Necdet sahadan ayrılarak polis refakatinde soyunma odasına götürülmüşlerdir. Sahada idaresiz kalan oyun hakkında son kararın ne olduğu sorulmak üzere maçın seyrini takib heyeti bizzat hakeme de kararını sorarak Demirspor kaptanını cürmümeşhud mahkemesine vermiş ve maçı tatil etmek mecburiyetinde kalmıştır.”

    24 Temmuz 1939 – Cumhuriyet Gazetesi


    F.I.F.A.’dan Cevap Geldi

    Galatasaray’ın millî küme şampiyonluğu tasdik edildi

    Galatasaray ile Demirspor kulüpleri arasında milli küme şampiyonluğu için biri Ankara’da diğeri İstanbul’da yapılmak üzere tertip edilen maçlarda birincisinde malûm hâdise çıkmış ve maç yarıda kalmıştı.

    Futbol federasyonu tarafından o zaman bu hâdise beynelmilel futbol federasyonuna sorulmuş ve beklenen cevap dün gelmiştir.

    Alınan cevapta “Demirspor kulübünün 0-1 galip vaziyette olmasına rağmen hâdiseye müsebbip olduğu için hükmen mağlup sayılacağı” bildirilmiştir. Bunun üzerine genel direktörlükte yüksek hakem komitesi ve futbol federasyonu azalarının bulunduğu bir toplantı yapılmış ve Galatasaray kulübünün bu maçta hükmen galibiyetine karar verilmiştir.

    İki maç üzerine tertip edilen bu müsabakaların birincisinde, Demirspor kulübüne hükmen mağlup sayıldığı için puan verilemeyeceği cihetle ikinci maçın yapılmasına lüzum kalmamış ve Galatasaray kulübünün 938-939 milli küme şampiyonluğu tasdik edilmiştir.

    Keyfiyet alâkadar bölge ve kulüplere derhal tebliğ edilecektir. Uzun bir beklemeden sonra hakları teslim edilen sarı kırmızılıları şampiyonluklarından dolayı tebrik ederiz.

    27 Ekim 1939 – Akşam Gazetesi


  • Canlı Yapraklar – XXIV

    Canlı Yapraklar – XXIV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIV” : 1927 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXIV

    Slavya galibiyetlerinden sonra Bulgar Futbol Federasyonu, Türk Futbol Federasyonuna müracaatla evvelâ Sofya, sonra da İstanbul’da oynanmak üzere iki milli maç teklif etmişti. O tarihe kadar Bulgarlar ile yalnız bir milli maç yapmış bulunuyorduk. 10 Nisan 1925 te Taksim stadyumunda oynanan bu maçı Milli Takımımız 2-1 kazanmıştı.

    Bulgarların teklifini kabul eden Federasyonumuz hemen kadroyu tespit etti ve 15 Temmuz 1927’de başkan Muvaffak Menemencioğlu ve âza Şeref merhum idaresinde Sofya’ya hareket edildi. Bir gecelik istirahatten sonra 17 Temmuz günü: “Ulvi, Kadri, Burhan, Kemal, Nihat, Sadi, merhum Cevat, Mehmet, Alâeddin, Zeki, Lâtif ve Kemal Faruki” tertibindeki kadromuz Süleymaniyeli Lâtif’in 2 ve 5inci dakikalardaki golleriyle bidayette 2-0 üstünlük sağladığı maçtan 3-3 beraberlikle çıktı.

    Birkaç noksanlığa rağmen, yine de kuvvetli kadromuzun bu beraberliği bir muvaffakiyet sayılamazdı. Çünkü o tarihlerde futbolumuz fevkalâde kıymetli elemanlarıyla çok kudretli bir devrini yaşıyordu.

    Bu beraberlik maçından iki gün sonra, yâni 19 Temmuz 1927 salı günü Sofya’da Bulgar Milli Takımı ile bir maç daha yapıldı. Fakat bu defaki karşılaşmada takımların adları değiştirildi. (Milli) yerine (Muhtelit) denildi. Fakat yine iki gün önceki formalar giyildi.

    Birinci maçın hakemi Macar Vizeynik idaresindeki bu karşılaşmaya Türk muhteliti: Fehmi, Kadri, Hüsnü merhum, Cevat, Sadi merhum, Burhan, Hayati, Alâeddin, Zeki, Şükrü Erkuş ve Nevzat Usberg tertibinde çıktı.

    Görülüyor ki, iki gün önce berabere kalan takımda 6 Galatasaraylı varken bu kadroda hiç yoktur. Bunun sebebi (Viyana’nın Sloven takımı ilk maçını Galatasaray’la oynamak üzere İstanbul’a geldiğinden) G. Saraylı futbolcuların memlekete dönmüş olmalarıdır.

    Böylece, bu seferki takım yedisi Fenerli, üçü Beşiktaşlı ve biri de Beykozlu olarak tertiplenmişti. Bulgaristan muhtelitinin (1) golüne karşı Zeki ve Nevzat’ın golleriyle bu maçı 2-1 kazandık.

    İşte, yukarıdaki resim 28 sene evvel 19 Temmuz 1927 de Bulgar muhtelitini Sofya’da yenen Türk muhtelitini maçtan bir kaç dakika önce gösteriyor.

    Sağ baştaki zat Macar hakem Vizeynik’tir.

    Yanında uzun boyu ile federasyon âzası Beşiktaşlı Şeref merhumu görüyorsunuz.

    Beyaz pantolonlu zat da federasyon başkan Fenerbahçeli Muvaffak Menemencioğlu’dur.

    Sonra futbolcuları görüyoruz: Kadri, Beykozlu Burhan (hâlen Kudüs Başkonsolosu), Sadi merhum, Alâeddin, Beşiktaşlı Şükrü Erkuş ve Hayati, Nevzat, Cevat.

    Yerdekiler de Kalecilerimiz Nedim ile Fehmi ve Beşiktaşlı Hüsnü merhumdur. Sol başta eğilmek için pantolonunun dizlerini çeken elbiseli genç Süleymaniyeli Lâtif’tir.

    İyice dikkat edilince merhum Sadi ile Alâeddin arasında, başının yalnız sol tarafı görülebilen bir genç daha fark olunuyor. Sağ elini Şükrü Erkuş’un sol omuzuna dayamıştır. Daima mütevazı olan ve bu haliyle de şöhret ve sevgisini arttıran bu genç Fenerbahçe ve Milli Takımın meşhur kaptanı ve gol kıralı Zeki Sporel’dir.

    Nevzat ile Cevat arasında gülümseyen zatı biz Vamık Gezen’e benzettik. (Gezen) in vaktiyle de pek akıllıca bir hareketle, bu gibi gezmeleri kaçırmadığını hesaba katarak…

    (Gelecek resim ve yazı: Türkiyeye gelen ilk Mısır takımı (Elittihad) in 29 sene evvelki ziyaretine aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 4 Eylül 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXIII

    Canlı Yapraklar – XXIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIII” : 1926 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXIII

    1925 te Slâvya’ya karşı muzaffer olan Türk futbolu Mısır’da da hayranlık uyandırmış ve bir futbol takımımızın Mısırı ziyareti çok istenmişti.

    İstiklâl savaşımızı takip eden senelerde Mısır zengini ve fakiriyle memleketimize karşı derin sevgiler beslemekte idi. Elçimiz, İstiklâl harbi kolordu kumandanlarından Muhiddin Paşa merhumun da bu sahadaki müspet rolü büyüktü.

    Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti Kahire’nin Kürretülkadem kulübüyle mutabık kalıp Şubat 1926’da Fezara vapuruyla Mısır’a gitti. 4 hafta süren bu seyahatte 6 maç yaptı… İskenderun muhteliti ile (1-1) berabere kalan Kahire muhtelitine 3-0 ve rövanşta İskenderun muhtelitine 2-1 mağlup olan takımımız Kahire muhtelitiyle yaptığı rövanş maçında 2-2 berabere kalmış, son Portsait ve Mısır muhteliti maçlarını da 5-1 ve 2-1 kazanmıştı.

    Görülüyor ki netice iki taraf için müsavidir. Ancak Mısırlılar gençlerimizi üstat birer futbolcu olarak değil, fakat bir husumet cihadını alt etmiş kahraman- bir İslâm milletinin mümessilleri olarak gördüklerinden bağırlarına basmışlardı. Sayısı mahdut olan zengin tabaka hususi otomobillerini gençlerimizin emirlerine tahsis etmeği bir şeref sayar ve bunun için birbirleriyle yarış ederlerken, yüzde 99’u teşkil eden fakir tabaka da onları birer kahraman mücahit gibi elleri üstünde taşımış, her birini “Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kâzım Paşa!…” gibi isimlerle anmış ve alkışlamışlardı Hele 2 Mart 1926 akşamı Mısır futbol federasyonunun verdiği muazzam ziyafette yaşanan o candan sahneleri tasvir güçtür. Birçok Mısırlı hatipler Türk inkılâbı ve Gazi Mustafa Kemal için takdir ve hayranlıklarını pek coşkun şekillerde izhar etmişler, memleketimizin refah ve kudretine dualar ve sporcularımıza da altın madalyalar hediye eylemişlerdi.

    Kahire’deki Rejina Palace otelinin önü günlerce, sabah akşam ve geceleri tezahürat içinde inlemişti. 15 Türk futbolcusu Mısır’ı sanki içeriden fethetmişlerdi.

    Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti bu seyahate yeknesak kıyafetle çıkmıştı. Sarı parlak düğmeli lâcivert renkte ceket ve gri pantolon giymişlerdi. Formaları ise beyazdı. Fakat solda, kalp üzerinde kırmızı yuvarlak içinde beyaz ay – yıldız vardı. Bu kıyafetleriyle de halk üzerinde fevkalâde intiba bırakmışlardı Takım sahalara çıkarken ay – yıldızı gören seyircilerdeki heyecan zapt olunmaz bir hal alırdı.

    Mısırlılarla bu ilk teması diğerleri takip ettiler. Fakat temaslar ilerledikçe esefle göze çarpan nokta Mısır halkında memleketimize olan sevginin yavaş yavaş zeval buluşudur. Bunun ilk sebeplerini Mısır’ın sabık devlet adamlarındaki memleketimize karşı duyulan kıskançlık hisleriyle, meydanı boş bulan Komünizmin fakir halk kitlelerine süratle nüfuz edişinde aramak gerekir. Temennimiz, durumun bugünkü inkılâpçılar elinde salâh bulması ve iki millet arasındaki tarihi ve manevi bunca rabıtaların basit hislere feda edilişine artık son verilmesidir.

    İşte; yukarıdaki resim Mısır’la ilk futbol temasımıza ait olup 19 Şubat 1926 Cuma günü Kahire’de Kahire muhteliti ile karşılaşan Fenerbahçe – Galatasaray muhtelitini maçtan önce gösteriyor.

    Sağdaki 4 fesliden 3’u Mısırlıdır. Öndeki pardösülü fesli ise Mısırlı değildir. Bilâkis, bu seyahatin organizatörü Türk ve Galatasaraylı Vamık (Gezen)dir. Mumaileyh, Mısır ve Mısırlılarla yakın alâkası dolayısıyla, orada fesle gezmeyi ahbaplarına karşı cemile sayıp tercih etmişti.

    Şapkalılardan birincisi sol açık Bedri, ikincisi Fenerbahçeli gazeteci Çelebizade Sait merhum, kasketli de kafile ve Galatasaray antrenörü Billi Hanter’dir. Sonra futbolcuları görüyorsunuz.

    Sıra ile: (Ye Mehmet) lakabıyla maruf Galatasaray müdafii Mehmet Nazif, kaleci Ulvi, müdafi Kadri, kaleci Nedim ve Kemal Faruki. Ortadakiler Hayri, Nihat, Kemal Rıfat. Oturanlar da bu maçtaki forvet hattıdır: Muslih, Sabih, Zeki, Alâeddin; Mehmet…

    Resimde kafileden 3 kişi noksandır. Bunlar futbolcu Cevat’la Fenerbahçeli idareci umumi kâtip Ali Naci (Karacan) ve Galatasaraylı idareci Sedat Rıza merhumdur.

    (Gelecek resim ve yazı; 28 sene evvel Sofya’da oynanan bir Türkiye – Bulgaristan milli maçına aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 21 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi