Etiket: Alaaddin Baydar

  • 1924 Derbi Kavgası II

    1924 Derbi Kavgası II

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası II

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    4 Ağustos 1924

    İstanbul Futbol Birinciliği Müsabakaları

    Dünkü müsabakaları Fenerbahçe ve Altınordu kulüpleri kazanarak nısf-ı nihâî devreye kaldılar.

    Ankara’da yapılacak Türkiye şampiyonluk müsabakalarında ispat-ı vücut etmek üzere İstanbul futbol birincisinin tayini için Federasyon tarafından tertip edilen turnuvanın şimdiye kadarki safahatini dercetmekte idik. Dün de İstanbul birinciliğine namzet addedilen kulüplerden ikisi ilk defa olarak futbol meydanında görüldü. Bu iki kulüpten Altınordu birkaç gün evvel yazdığımız tahmin mucibince eski şöhretini ancak meraretle hatırlatabilecek kadar zayıf bir takımla ortaya çıktı. Beş sene aynı forma altında zaferden zafere uçan Altınordu’nun temeli mütareke senelerinde malum bir iki el tarafından yıkılmış ve o zamandan beri her gün bir parçası koparılıp başka bir kulübe yamana yamana nihayet bugün İstanbul turnuvasına ikinci takımla dâhil olmak mecburiyeti hâsıl olmuştur. İnsan bu kulüpten ayrılan azanın her birinin en kuvvetli kulüplerde gözbebeği derecesine yükseldiğini, hatta bir tanesinin, Bekir’in Almanya’da bile oyuncuların serfirazı olduğunu düşünüyor ve bugün de müsabakalara dâhil olmaktan ümit kesildiği halde bile yine derlenip toplanıp iyi kötü meydana çıktığını gördükçe ne yıkılmaz temeller üstünde kurulduğuna şaşıyor. Senelerce İstanbul şampiyonluğunu kazanan kırmızı-lacivert forma dün Taksim Stadyumu’nda görünürken bugün gözler sıra ile Nedim’i, İbrahim’i, Mutena’yı, Kemal’i, Fevzi’yi, Emin’i araştırdı. Cafer’lerden, Refik’lerden, Tevfik’lerden, Bekir’lerden her biri sıra ile birer birer bu kulüpten ayrıldığı gibi dün de bu kafile ortada görünmedi.

    Kimisi Avrupa’ya gönderilmediğine darılmış çıkmış, götürülenler de maksadı artık hâsıl olmuş gibi Altınordu’dan ayrılıp başka müesseselere iltihak etmişlerdir. Nedim Bey ise bundan böyle sadece millî takımda oynayacağından bahisle hiçbir kulübe girmeye lüzum görmediğini söylüyormuş. Bizim bildiğimize göre millî takım kaleciliği her çalışanın vasıl olabileceği bir gayedir. Yoksa sadece bir gencin uhdesine verilmiş bir paye değildir. Nitekim antrenör Mister Hunter, Nedim Bey ile Süleymaniyeli Hamid Bey arasında hiçbirisini tercih edemeyeceğini söylüyordu. Hâlbuki son zamanlarda Hamid’in çok terakki ettiğini görüyor ve Avrupa’daki muvaffakiyetini de işitiyoruz. Onun için Nedim Bey de her kul gibi çalışmaya ve o surette rakiplerine tefevvuk etmeye mecburdur. Yürüyen kaplumbağa, uyuyan tavşanı geçmiş derler.

    İstanbul’un en çok ismi geçen kulüplerinden Altınordu dün böyle ikinci takımla ortaya çıktığı halde Fenerbahçe en mükemmel bir heyet arz ediyordu: Şekip, Kadri, Cafer, Ragıp, İsmet, Fahir, Sabih, Alaaddin, Zeki, Ömer ve Bedri.

    Fenerbahçe’nin karşısında Altıntuğ daha genç ve tecrübesiz oyunculardı. Buna rağmen çok çalıştılar ve oyuncular arasında mesela santrhafın mukabil futbolcuyu çok defa tuttuğu görüldü. Kalecileri de çok fedakârane oynadı. Fakat Ömer’in başladığı gol silsilesi ona kadar uzayarak müsabaka Fenerbahçe’nin kati galebesi ile neticelendi.

    İkinci takım olmak üzere kaydettiğimiz Altınordu takımı ise şu surette tertip edilmişti: Mükerrem, Zühtü, Adnan, Hakim, Sedat, Fikri, Müslim, Osman, Celal, Sami, Hüseyin idi. Fenerbahçe ile Altıntuğ arasında müsabaka ne kadar tatlı cereyan ettiyse Hilal-Altınordu maçı da o kadar ahenksiz oldu. Birçok çarpışmalar, tekmeler görüldü.

    Altınordu’dan kaleci Mükerrem Bey çok mükemmel oynadı. Birinci haftaymda tuttuğu (penaltı) şâyan-ı takdirdi. İkinci defa atılan (frikik) gol ile neticelendi ki bu vaziyet dahilinde en mükemmel kalecinin bile daha fazla muvaffakiyet göstermesi kabil olamaz. Zühtü ve Adnan Beylerle sol açıkta oynayan genç, istikbal için büyük bir inkişaf vadediyor. Altınordu’ya düşen, bu genç takımı çalıştırıp bir iki sene sonra için şimdiden hazırlamaktır.

    İkinci devrede Altınordu, Hilal’e karşı tamamıyla hâkim bir oyun oynadı ve birinci devrede gösteremediği ahengi bu devrede üç sayı yapmak ve hasım tarafa sayı yaptırmamak suretiyle ibraz etti. Bilhassa muhacim hattı muavinlerden layıkıyla yardım göremediği halde bile kendisinden ümit edilmeyen bir oyun oynadı. Ve ikisi penaltıdan birisi de frikikten olmak üzere bire karşı üç sayı yaparak galip geldi. Hilal oyuncuları bu devre çok asabi ve sert oynadılar. Ve birçok da faullere sebebiyet verdiler.

    Dünkü müsabakalar neticesinde Hilal ve Altıntuğ takımları müsabaka harici olmuşlardır.

    Dün çekilen kurada 5 Ağustos Salı günü Altınordu ile Vefa takımlarının karşılaşmaları tespit edilmiştir. Müsabakaya saat 6.30’da başlanacaktır.

    5 Ağustos 1924

    Dünkü Müsabakalar

    Birincilik tasfiye müsabakalarının sonuncusu dün Taksim Stadyumu’nda (Galatasaray) ile (Yeni Şafak) takımları arasında icra edilmiş ve Galatasaray sıfıra karşı altı sayı ile galip gelmiştir.

    6 Ağustos 1924

    Dünkü Birincilik Müsabakaları

    Dün Taksim Stadyumu’nda futbol birincilik müsabakalarına devam edilmiş ve Altınordu ile Vefa takımları karşılaşmışlardır. Yusuf Ziya Bey’in idaresinde cereyan eden müsabaka tarafeynin hücum ve müdafaasıyla devam etmiş ve Altınordu’nun birinci devrenin üçüncü dakikasında yaptığı bir sayı üzerine Altınordu’nun galibiyeti ile neticelenmiştir.

    (DEVAM EDECEK)

  • Dalgakıran Hasan Kamil

    Dalgakıran Hasan Kamil

    Hasan Kamil Sporel; Amerika Birleşik Devletleri’nde aldığı lakabıyla “Dalgakıran Hasan Kamil”, 1959 yılında Necdet Erdem’e bir röportaj vermiş. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Amerika’da Bir Fenerbahçeli – Hasan Kamil Sporel’in Anıları” kitabımızı hatırlatmayı unutmayalım.


    Dalgakıran Hasan Kamil

    Ne hikmetse, futbolcularımız, umumiyetle futbola tenis topu ile başlamışlar. Bugünkü futbol seviyemizde de, bu küçük topla başlamanın çocuksu havası hâlâ hâkim! Şaka bertaraf, bir zamanların sahalarında, şimdi görülmedik alkış toplayan Fenerbahçeli meşhur Zeki’nin (Sporel) ağabeysi Dalgakıran lakabıyla anılan Hasan Kâmil’le karşı karşıyayız. O da, futbola, ilkin tenis topuna çektiği şutlarla başlamış.

    Hasan Kâmil Sporel, 1894’de Sütlüce’de doğmuş ama 69 yaşında diyemezsiniz. Öylesine genç ve diri kalmış. Şimdi Moda’da, denize çapraz düşen güzel bir apartmanda oturuyor. Futbola girişinin hikâyesini bize şöylece anlattı:

    “Galatasaray’da iken okulun bir futbol takımı vardı. Ali Sami (Yen), Asım Beyler, onlara nazaran çok küçük olmama rağmen, bendeki futbol istidadını görünce ilgilenmeye başladılar. Beni desteklediler. 4-5 yıl geçmeden de daha 15 yaşımda Fenerbahçe birinci takımında solaçık olarak yer aldım. Evcek Kadıköy’e nakledince, bu çevrenin takımı olduğu için tabiatıyla Fenerbahçe ile ilgim daha da arttı. O zamanlar saha çoktu ama ya Kuşdili’nde, ya Papazın Çayırı dediğimiz, bugünkü Fenerbahçe sahasında oynamayı tercih ederdik. Bizim Anadolu yakasındaki semtlerin bir özelliği de çayır bolluğu idi. Bu bakımdan birçok kabiliyetli gençlerin yetişmesine imkân sağlamıştı. Alaettin, İsmet, Bekir, Zeki bu çayır bolluğundan faydalanarak yetişmişlerdir.

    Kaç yıl bilfiil futbol oynadınız?

    15 yıl devamlı oynadım. Bu zaman zarfında Fenerbahçe’nin kaptanlığını da yapıyordum. 30 yaşında bunu bırakınca, kaptanlığı da Zeki’ye terke tim.

    1913-14 yıllarında, Fenerbahçe takımı 4 kardeş; Kâmil, Mesut, Zeki, Arif, dört Sporel kardeşler, aynı takımda oynuyorlardı. Sonraları meydanda sadece Zeki Sporel kaldı.

    Hasan Kâmil, fotoğraf arama ve sair sebeplerle salona girip çıktıkça, dikkat ediyoruz, o da tıpkı kardeşi Zeki gibi yürüyor. Başını hafif öne doğru eğip, kısa adımlarla, fakat hızlı bir yürüyüş. Yürürken de vücut, ayaklar üzerinde hafif hafif esniyor…

    Halen maçları takip edip, etmediği sorumuzu da, şöylece cevaplandırdı:

    “Yaşlandıkça, Fenerbahçe’nin katıldığı maçlara gidemez oldum. Çünkü heyecanım da o nispette arttı.”

    Spor hayatında kendisini çok sevindiren veya çok üzmüş olan bir hâtırasını rica ettik.

    “Spor hayatımda beni en çok üzen ezelî rakibimiz Galatasaray’a mağlup olduğumuz maçlardır” dedi. “Meselâ son 6 gollük yenilgi, itiraf edeyim ki, beni bir hayli üzdü. En fazla sevincim de kulübün bir yangın geçirip, binanın yanması oldu. Buna üzüldüm ama bir taraftan da sevindim. Evvela merhum Atatürk, yeni bir bina yapmamız için sembolik bir yardım yaptı. Gene yardım kampanyasının devam ettiği günlerden bir gün, postadan pek cüzi, hatırladığıma göre 25 kuruş kadar bir yardım aldık. Bunu gönderen bir talebe idi. Mektubunda da: “Çamsakızı, çoban armağanı olarak günlük harçlığımdan biriktirdiklerimi gönderiyorum. İstedim ki, çok sevdiğim Fenerbahçe’nin yeni binasında benim de bir çivim bulunsun!” diye yazıyordu.

    Hasan Kâmil Sporel’in yalnız futbolcu değil, idareci durumunu da dikkate alarak, kendisinden dünkü ve bugünkü futbolumuzla ilgili bir kıyaslama yapmasını istedik. Bize şunları anlattı:

    “Eskiye nazaran sayı bakımından memleketin her tarafında futbola karşı sevgi ve alâka artıyor. İyi oyuncular da yetişiyor. Fakat bunların içinde, bugünün futbol anlayışına göre yetişen pek az. Eskiden öğretici eleman pek azdı. Antrenör yoktu. Buna karşılık, memlekette yabancı futbolcu, bilhassa mütarekede, iyi İngiliz futbolcular vardı. Biz, onlardan ferdi oyundan ziyade, yerinde paslaşarak yapılan kolektif futbolu oldukça öğrenmiştik. Bugün, maalesef hâlâ ferdi şöhret peşinde koşanların çokluğu dikkati çekiyor. Bugünün futbolu için kötümser değilim. Onu kurtarmak diye bir problem de görmüyorum. Yalnız fazla para vermek suretiyle, sadece ferdi kıymetlerin korunması cihetine gidilmesine taraftar değilim. Bu yüzden bir bütün halinde yükselme olmuyor.

    Bugünün sahaları, düne nazaran daha iyi de değil. Gerçi biz, Kurbağalıdere’de, Papazın Çayırı’nda oynardık ama onlar yemyeşil çim içinde idi. Yumuşaktı. Şimdiki sahalar kerpiç gibi sert ve bakımsızdır. Bir futbolcu için bundan daha kötü ne olabilir? Seyirciye gelince, taraftar çoğalması da arttı. Onlar artınca, sık sık kötü bir heyecan gösterisine rastlıyoruz. Allah’tan, sportmence bir çoğunluk ruhu hâkim oluyor da, maçlarda müessif hâdiselere meydan verilmiyor. Biz Türklerde, futbola olan sevgiyi anlatmak için, size yalnız 1924 yılı içinde İstanbul’da kurulmuş futbol kulüpleriyle ilgili birkaç rakam vereyim:

    O tarihte, İstanbul’da 58 futbol kulübü vardı. Bunun 30’u yalnız Türk, 15’i Rum, 10’u Ermeni, 2’si Musevi idi. Görüyorsunuz ya, futbol sevgisi bize daha o tarihlerde bile nasıl kökleşmiş! Son araştırmalar göstermiştir ki, bizde kurulmuş ilk Türk takımı Galatasaray’dır. Fakat gene anlaşılmıştır ki, evvelce Londra Türk sefaretinde tercüman olarak bulunan Danyal adında bir Türk genci, memlekete avdette, Yoğurtçu’da “Siyah Çoraplar” adında, Türk çocuklarından bir takım çıkarmış ve bu takım, istibdat korkusundan, futbolu çayırlarda gizlice oynamışlar. Bilindiği gibi, istibdatta, gençlerin bir araya gelmesi, hele futbol gibi, bizim için henüz pek yeni ve bilinmeyen Frenk icadı bir oyunun oynanması, ileride bir “fesat ocağı”nın kurulmasına yol açabilir korkusu hâkimdi.

    “Daha, bazı şeyler söylemek ister misiniz?” diye sorduk.

    Bize, bu haziran sıcağında birer bardak Cinzano verdikten sonra, eliyle bir “Paydos” işareti yaptı ve “Benim dağarcıkta bu kadar var. Zeki’yi biraz sıkıştırın, onda çok şeyler bulursunuz” dedi.

    Röportaj: Necdet Erdem

    Fotoğraflar: Tamer Güvenç


    Dalgakıran Hasan Kamil
    Dalgakıran Hasan Kamil
  • Zeki Rıza Sporel Arşivi

    Zeki Rıza Sporel Arşivi

    Zeki Rıza Sporel, Fenerbahçe ve Türk spor tarihinin en büyük golcüsü… Sevgili kızı Feyhan Sporel Hanımefendi ve muhterem oğulları Fehmi Zorlu ve Zeki Rıza Zorlu beyefendiler sayesinde aşağıdaki müthiş fotoğraflara ulaştık ve yayınlama müsaadesi aldık. Kendilerine sonsuz teşekkür ederiz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Görsellerde Bulunan Kişiler: Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Menderes, Alaaddin Baydar, Basri Dirimlili, Bedri Gürsoy, Burhan Sargın, Cihat Arman, Faruk Ilgaz, Fehmi Sporel, Feyhan Sporel, Hasan Kamil Sporel, Hayri Celal Atamer, Hazel Sporel, Ignac Molnar, İsmet Uluğ, Kral II. Faysal, Mesut Eyison, Muvaffak Menemencioğlu, Münir Nurettin Selçuk, Nedim Kaleci, Özcan Arkoç, Rabia Kutay, Sabih Arca, Sait Selahattin Cihanoğlu, Şükrü Ersoy, Şükrü Saracoğlu, Tevfik Haccar Taşçı, Tevfik Rüştü Aras, Ulvi Yenal, Zeki Rıza Sporel


  • Elkatipzade Mustafa Bey Arşivi

    Elkatipzade Mustafa Bey Arşivi

    İlk kitabımız “Fenerbahçe Tarihi Meseleleri: 1907-1914” içerisinde Elkatipzade Mustafa Bey ile ilgili ayrı bir bölüm vardı. Merhum “müessisimiz” aslında ayrı bir kitabı hak ediyor ama ne yazık ki evrak-ı metrukesine ulaşmak mümkün olmamıştı. Kıymetli büyüğümüz Oğuz Elkatip beyefendi sayesinde bu imkansızlık zail oldu. Kendisinin teveccühü ve müsaadesiyle, Elkatipzade Mustafa Bey Arşivi artık sitemizde… Merhum kurucumuzun ruhu şâd olsun. Huzurlarınızda Fenerbahçe Mucizesini Yaratan Adam: Mustafa Elkatip.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


  • Olaylı (!) Libertas Maçı

    Olaylı (!) Libertas Maçı

    Yeni yazarımız, kıymetli kardeşimiz Talha Enes Yüksek, 1935 yılında oynanan “Olaylı (!) Libertas Maçı” sürecini anlatan yazısıyla sitemizde… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Olaylı (!) Libertas Maçı

    Takvimler 12 Nisan 1935 tarihini gösterdiğinde, prestijli bir Viyana takımı olan Libertas, İstanbul’daki önemli takımlarla maç yapmak için, 48 saatlik yorucu bir tren yolculuğu ile Türkiye’ye geldi. Bu tip uluslararası maçlar, hem Türk futbolu için hem de spor kulüplerinin imajı ve maddi gelir açısından önemli etkinliklerin başında geliyordu.

    Libertas takımı ilk maçını, daha geldiği gün, 12 Nisan 1935’te Galatasaray ile yapacaktı. Bu ilk maçta Türkler, Viyana takımının nasıl bir performans sergileyeceğini görme fırsatı elde edecekti. Libertas kendi liginde dördüncü sıradaydı. Türk takımları, Libertas ile yapacakları bu maçlarla birlikte kendilerini de uluslararası çapta kıyaslama ve değerlendirme fırsatı bulmuş olacaklardı.

    Galatasaray ile Libertas arasında oynanan maç golsüz beraberlikle sonuçlandı.

    Libertas, ikinci maçını Güneş Spor Kulübü ile 14 Nisan 1935 günü oynadı. Müsabakayı izleyen halk, heyecanlı bir mücadelenin keyfini yaşamıştı. Bol gollü geçen bu maç da 2-2 berabere neticelendi.

    Olaylı (!) Libertas Maçı

    Viyana takımı Libertas’ın oynayacağı son maç Fenerbahçe’ye karşı idi. Ve ne yazık ki bu karşılaşma günü, Türk futbol sahalarının meşhur “İstenmeyen Olaylar” oyununa sahne olacaktı.

    Libertas takımı, İstanbul’daki üçüncü ve sonuncu rakipleri olan Fenerbahçe’nin karşısına 19 Nisan 1935’te, Taksim Stadı’nda çıktı.

    Fenerbahçe kadrosu: Bedi Yazıcı, Fazıl Arzık, Yaşar Alpaslan, Cevat Sayit, Ali Rıza Tansı, Esat Kaner, Niyazi Sel, Şaban Topkanlı, Namık Erbay, Şeref Görkey (Beşiktaş) ve Eşref Bilgiç’ten (Beşiktaş) oluşmaktaydı.

    Maçı 2-1 Libertas kazandı.

    Olaylı (!) Libertas Maçı

    Ancak asıl olaylar maçta değil maç sonunda ve ilerleyen süreçte gerçekleşti. Maçın haberini yapan bazı art niyetli gazeteler; siyasi gündemden yararlanamadıkları bu süreçte, kendilerini yükseltmek ve tiraj için bu maçı kullandılar.

    “Cevat’ın Viyanalı bir futbolcuya tokat attığını ve taraftarın galeyana gelerek hakem ile Viyanalı oyunculara saldırıp dövdüğü…” iddia edildi. Hatta işi “Türk sporcuları ve taraftarlar, barbarlıkla yabancı ülke takımlarına karşı saldırı gerçekleştirdi” demeye kadar götürenler oldu.

    Fakat olay asla böyle gerçekleşmemişti. İstanbul Zabıtası’nın resmî tahkikatına bakılacak olursa;

    “Viyanalı oyunculardan Vita Hanri ve Ali Rıza çarpışıyor; hakem doğrudan müdahale edip olay çıkmasına müsaade etmemişti. Maçtan sonra her iki takım soyunma odasına doğru giderken yine Vita Hanri’nin, Ali Rıza’ya doğru bir gazoz şişesi fırlatıp çenesinden hafifçe yaraladığı iddia edilmiş, mamafih kolluk da olayın mahkemeye taşınmasına gerek olmadığına kanaat getirince, mesele kapanmıştı.”

    Olaylı (!) Libertas Maçı

    Fakat gazeteler konuyu kapatmadı! Fenerbahçe Spor Kulübü’nün şahsında Türk Sporu, sporcusu, taraftarı ve Türk halkı hakkında tezvirat yapılıyordu.

    Maçı canlı gözlerle izlemeyip, gazetelerden okuyan bazı yazarlar daha önce hiç görülmemiş derecede sert eleştiriler yaptılar. Bu durum tek başına bile Türk sporculuğu için önemli ve talihsiz bir gelişme iken bundan daha kötüsü Türkiye Futbol Federasyonu’nun kararıyla birlikte yaşandı.

    Federasyon, nitelik bakımından hiçbir somut gerekçeye ve mantığa oturmayan bir karar alarak 3-5 Mayıs tarihlerinde Fenerbahçe ve Güneş takımlarının Olympiakos ile yapacakları maçları yasakladı. Bu durumu niteliksizlik olarak değerlendirmemizin ana nedeni, kararın resmî raporlar yerine art niyetli bir gazetede yayınlanan eleştiriler (!) üzerine alınmasıydı.

    Federasyon, kararın ana fikrini “Maçlarda böyle çirkin hadiseler olacaksa hiç maç oynanmasın daha iyi!” şeklinde izah ediyordu. Fakat ortada büyütülecek bir şey yoktu!

    Bununla birlikte Türk sporu için büyük bir imaj kaybı söz konusuydu. Bir kere Fenerbahçe ve Güneş Olympiakos ile bir sözleşme yapmışlardı. Bu sözleşme doğrultusunda, hangi takım maçı oynamaktan vazgeçerse o takım, diğerine 1.000 Lira ödeyecekti. Yani eğer Federasyon kararında ısrar ederse iki Türk takımı hem tanıtım ve para kazanma imkanından mahrum olacaklar, hem de para ödemek durumunda kalacaklardı.

    Olaylı (!) Libertas Maçı

    Peki, bu kulüpler maçın iptali hakkında Olympiakos’a ne demeliydiler?

    “Bizim ülkemizde gazeteler bazen böyle basit çıkarlar için ve kulüpçülük maksadıyla bazı yalanlar savururlar. Federasyon da resmî bilgileri dikkate almak yerine, bu gazetelere bakarak karar verir” mi?

    Tabii olacak iş değildi!

    Dolayısıyla bu maçlara müsaade etmek bir mecburiyet haline gelmişti. Türk kulüplerinin ve sporculuğunun terbiyesini göstermek ve haysiyetini kurtarmak meselesinin halli, yine sahaya çıkmaktan geçiyordu. Nitekim en sonunda Federasyon da hadisenin büyütülmüş olduğuna kanaat getirerek maçın oynanmasına izin verdi.

    29 Nisan 1935 tarihinde akşam saatlerinde Federasyon Umumi İdaresi’nden, İstanbul Federasyonu’na gönderilen telgraf şu şekildeydi “Suçlu oyunculara Fenerbahçe tarafından ağır ceza verileceği anlaşılmış olup Olympiakos ile maç yapılmasına müsaade edilmesi kararlaştırılmıştır.”

    Fenerbahçe, 3 Mayıs 1935 günü Olimpiakos karşısına çıktı ve Yunan kalecisinin kendi kalesine attığı gole “Büyük” Fikret Arıcan’ın iki golünün eklenmesiyle maçı 3-1 kazandı. Bu Fenerbahçe’nin ikinci Olimpiakos maçında, ikinci galibiyetiydi.

    İlk maç bu tarihten 4 yıl önce, 22 Mayıs 1931 günü oynanmış ve Fenerbahçe “Yüzbaşı Hilmi Bey’in Yumruğu” ile damga vurduğu maçı Alaaddin Baydar’ın golüyle 1-0 kazanmıştı.

    “Darısı 2024 Olimpiakos maçlarının başına…” diyelim.

    Talha Enes Yüksek

  • Atabeyoğlu’ndan Âlâ

    Atabeyoğlu’ndan Âlâ

    Türk spor tarihi araştırmalarında biyografilerin önemi çok büyük… Yine çok büyük isimlerden biri olan Cem Atabeyoğlu’ndan Âlâ, yani Alaaddin Baydar’ı okuyalım… Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Âlâeddin Baydar

    Türk futbolunun ilk “Çalım Kralı” idi Alâeddin Baydar.

    Topu ayağına aldı mı Fenerbahçe tribünü “Kıvır Âlâ” sesleriyle adeta ayağa kalkardı. Ve Âlâeddin ayağına mıknatıs gibi yapışan topla karşısına çıkan rakipleri kıvıra kıvıra geçer, topu en elverişli anda ve yerde takım arkadaşı Zeki Rıza’nın önüne eliyle koymuşçasına bırakıverirdi. Üstad Zeki’ye bu güzel pasla gelen topu düzeltip rakip filelere yollamak düşerdi.

    “Eskiden ferdi futbol varmış, bugün ise kollektif futbol oynanıyor!” diye düşünüp konuşanlara şunu hatırlatmak isterim ki, o zamanki deyimi ile «Zeki-Âlâ Kombinezonu”, kollektif futbolun ta kendisiydi. Hem de günümüzden en az yarım yüzyıl önce tatbik edilen şekliyle…

    Alâeddin Baydar, Fenerbahçe’nin genç takımlarından yetişmiş ve henüz 15 yaşında iken takım arkadaşı Zeki Rıza ile birlikte birinci takım kadrosuna alınmışlar ve ondan sonra da birbirlerinden bir daha hiç ayrılmamışlardı. Futbol yaşamlarını bir arada Fenerbahçe’nin Sarı-Lacivert forması altında sürdürmüşler, yine aynı forma altında Türk futbolunun ölümsüz birer yıldızı olup çıkmışlardı. Milli Futbol Takımımızın Ay-Yıldızlı forması altında da Zeki ile Âlâ yan yana oynamışlardı hep.

    Alâeddin Baydar, kelimenin tam anlamıyla bir futbol cambazıydı. Meşin topa onun kadar hâkim bir futbolcu daha sahÂlârımıza pek ender gelmiştir. İki ayağını da büyük bir ustalıkla kullanmasını becerir ve en zarif hareketlerle seyircilerin göz ve gönüllerini doldururken kendi için değil de takımı için en faydalı eleman olarak vazifesini görürdü Alâeddin.

    “Sabih, Alâeddin. Zeki, Bekir, Bedri” şeklindeki o unutulmaz Fenerbahçe ve milli takım forveti Türk futbol tarihine allın harflerle geçmiştir. Önünde selam durulacak ve karşısında şapka çıkarılacak bir forvet hattıydı bu. Ve Alâeddin Baydar da bu unutulmaz forvet hattının en başarılı bir parçasıydı. Kolektif futbolun dik âlâsını bu forvet hattı sergilerdi. Bugün “Modern futbol” diye ağızlarda gevelenen futbolu bu forvet hattının günümüzden elli küsur yıl önce sergilediğini bilhassa dikkatlerinize sunarım.

    Alâeddin (veya o zamanki seyircilerin deyimiyle kısaca Âlâ) mükemmel bir pasör olduğu kadar mükemmel bir golcü idi de. Herkesin topu Zeki Rıza’ya aktaracağını beklediği ve rakip defansın buna göre tedbir aldığı anlarda tapu noktÂlâma bir şutla rakip kalenin üst köşesinde ağlara yollayıverirdi Âlâ. Ünlü Yunan takımı Olimpiakos’a böyle bir golü vardır ki, aradan elli yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen bir türlü gözlerden ve hatıralardan silinmez…

    Âlâ’nın Fenerbahçe birinci takımında 324 maçta 326 gol attığını söyleyecek olursak onun ne kadar yaman bir golcü olduğu daha iyi anlaşılır herhalde.

    Fenerbahçe Spor Kulübü kurucularından Nasuhi Esat kardeşi olan Alâeddin Baydar Türk Milli Takımında da 16 Baydar’ın maç oynamış ve Ay-Yıldızlı formaya bir de gol kazandırmıştı. Ve ilk milli futbol takımımızda Ay-Yıldızlı formayı giyenlerden biridir. 26 Ekim 1823 günü Taksim Stadında Romanya ile 2-2 berabere kÂlân ilk milli futbol takımımızda yer Âlân 12 elamandan bugün hayatta kÂlân beş kişiden biridir Alâeddin Baydar

    Aynı zamanda mükemmel bir de tenisçi olan bu kıymetli futbolcumuzun eşi de ilk bayan tenisçilerimizdendir.

    Futbolu bıraktıktan sonra Fenerbahçe yönetim kurullarında çeşitli görevler de Âlân Alâeddin Baydar Türk futbolunda “Âlâ” Âlârak ölümsüz bir yer işgal etmektedir.

    Neredeee Âlâ gibi büyük futbolcular, nerde böyle büyük golcüler…

    Cem Atabeyoğlu

  • Canlı Yapraklar – XLVIII

    Canlı Yapraklar – XLVIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVIII” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVIII

    Futbol İzmirli İngilizlerden sonra, İstanbullu İngilizler tarafından da oynanmağa ve müteakiben Türk kulüpleri de birer birer doğmağa başlayınca bu kulüpler yedekleriyle tam kadrolu takımlar kurmakta zorluğa uğradılar. Meselâ; Fenerbahçe kulübünün lig maçlarında takımını tamamlayabilmek için, ilk seneler İngiliz Elçilik gemisi (Imogene)den ödünç futbolcular almak mecburiyetiyle karşılaştığı malumdur.

    Bir spor kulübünün bu şekilde devşirme takımlarla netice alma, yaşama ve ilerlemesinin mümkün olamayacağı tabiidir. İşte, Fenerbahçe kulübü şiddetle hissettiği bu zaaf dolayısile harekete geçti ve Elkâtipzade Mustafa beyin gayretleri neticesi genç takımlar teşkil etti.

    Fenerbahçe kulübünde 1910/1911 senelerinde müşahede olunmuş bu genç takımlar teşkili seferberliği Türk futbol tarihinde ilktir ve çok hayırlı neticeler vermiştir.

    Evvelâ ikinci, sonra üçüncü ve nihayet 4 üncü futbol takımlarını kuran Fenerbahçe’nin bu gençlik dâvasını Galatasaray ve diğer kulüpler takip ettiler ve İstanbul’da 1913’ten itibaren bir genç takımlar hareket ve rekabeti doğmuş oldu.

    Nitekim futbol tarihimizde ilk üçüncü ve ikinci takımlar maçları 12 Mayıs 1913 Pazar günü Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanmış, üçüncü takımlarda 1-0, ikincilerde de 2-0 Fenerbahçeliler kazanmışlardır.

    Genç takımlara karşı uyanan alâka ve rağbetin neticesi olarak 1914 senesi ilkbaharında Türkiye’de ilk defa olarak (İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğu) organize edilmiştir. Bu şampiyonanın galibine gayet kıymettar bir gümüş kupa konmuştu. Kars fâtihi Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın oğlu ve Osmanlı Ayanından Ahmet Muhtar Paşa tarafından turnuvanın şampiyonu için konan bu kupanın üzerinde (Yarının kıymetli futbolcularına) cümlesi yazılı idi. 6 kulüp arasında organize edilen bu şampiyonayı Fenerbahçe üçüncü takımı hiç yenilmeden kazanmış ve kupayı almıştır.

    İşte; yukarıdaki fotoğraf 42 sene evvel ilk defa tertiplenen gençler şampiyonasını kazanan Fenerbahçe üçüncü takımını gösteren tarihi bir hâtıradır. 42 yıl öncelerin bu şampiyon afacanlarını şimdi sizler tanıtalım:

    Yerde oturanlardan sağ baştaki Alâeddin’dir. Yâni, sonraları Milli Takımın eşsiz sağiçi Alâeddin Baydar.

    Onun yanında (Necip)i görüyorsunuz. Necip Şahin merhum Fenerbahçe’de yetiştikten sonra Galatasaray birinci takımında yıllarca santrfor oynamıştır.

    Ortada Zeki görülüyor. Milli Takımın uzun seneler kaptanlığını yapan ve bugün dahi gol krallığını elinde tutan Zeki Sporel.

    Sonra (Bekir) i görüyorsunuz. Namdar milli futbolcumuz ve Almanya muhtelitlerinde yer almış meşhur Bekir…

    Nihayet; solaçık mevkiinde görülen de Fahri’dir. Hâlen Musevi Lisesi Müdür Muavini ve spor âleminde (Yedibelâ) namiyle maruf elan ve senelerce kule ve tramplen atlama şampiyonu Fahri Ayad.

    İskemlede oturanlar ise şampiyon takımın haf hattıdır. Haydar, Burhan ve Bahaeddin…

    Ayaktakilere gelince; sağdan itibaren Necmi, Ezel, Mahmut ve nihayet (şiir) Refik Osman’dır.

    Fesli zat ise bu takımı kuran, çalıştıran ve şampiyon eden kıymettar idareci Elkâtipzade Mustafa Bey’dir.

    Fenerbahçe’nin ve memleketin 42 yıl önceki bu şampiyon genç takımında yer almış iki genç daha vardır ki maalesef onlar bu fotoğrafta hazır değiller. Bu iki genç de iki milli ve meşhur futbolcumuz olan Cafer Çağatay ve merhum Baron Feyzi’dir.

    İşte; şampiyon bir genç takım ki başlı başına bir tarih demektir. 10 yıl sonra kurulacak ilk Milli Takımlarımıza 6 futbolcu vermiştir. Yarım asırlık Türk futbol tarihinde bir eşi daha gelmemiş ve yaşanmamış bir genç takım ve bir levha ki, sahibi Fenerbahçe ile beraber kurucusu Mustafa Katipoğlu’nun namlarını ebedileştirmeğe değer ve yeter.

    19 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XLVI

    Canlı Yapraklar – XLVI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVI” : 1913 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVI

    Fenerbahçe – Galatasaray futbol maçları yurdumuz için bugün her hangi iki kulübün karşılaşmaları olmaktan çıkmış ve en muazzam sportif hâdiseler mahiyetini kazanmıştır. Bu büyük hususiyetin sebebi iki kulübümüz arasındaki şiddetli ve ezeli rekabettir.

    Futbol tarihimize geçen ve kökleşen bu rekabetin öyle müspet neticeleri görülmüştür ki milli takımımız defalarca yalnız bu iki kulüp mensupları arasından seçildi.

    1905 yılında Galatasaray Mektebi Sultanisi beşinci sınıf talebeleri tarafından kurulan Galatasaray 1906’da beş on genç tarafından bin bir müşkülâtla temelleri atılıp bir yıl sonra teşekkül eden Fenerbahçe arasında ilk seneler hiç bir rekabet bahis konusu olmamış, hatta Türk olarak yalnız kendilerinin bulunduğu liglerde gayri Türk ve gayrimüslim rakiplere karşı bu iki kulübümüz birbirlerine destek olmuşlardır.

    1913 senesi nihayetine kadar devam eden bu müddet içinde iki kulübümüzün yaptıkları 8 maç mütemadi Galatasaray galibiyetleriyle neticelenirken bu karşılaşmaları seyre gelenler parmakla sayılacak kadar azdılar… Nihayet, 22 Aralık 1913 te Fenerbahçe ilk defa olarak Galatasaray’ı yenmiş ve renkleri sarı-siyah ve sarı-beyaz iken sarı-kırmızı ve sarı-lâciverde çevrilen bu ilk iki Türk kulübü arasında muvazene teessüs edip artık rekabet devri başlamıştır.

    Geçen hafta neşrettiğimiz ve sayısı 144 olan Fenerbahçe-Galatasaray maçları listesi tetkik olunca görülecektir ki, iki kulübümüz, aralarında teessüs eden bu muvazeneden sonra, zaman zaman birbirlerine karşı kesin üstünlükler de sağlamış bulunmaktadırlar. Meselâ; Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı ilk defa yendiği 22 Aralık 1913 maçından sonra, bir beraberlik ve bir Galatasaray galibiyeti yaşanmış fakat ondan sonra sarı-lâcivertliler için üstünlük devri başlamıştır. 1915’den 1924 senesi başına kadar devam eden bu 9 yıl içinde yapılan 21 maçın 15’ini Fenerbahçe kazanmışken Galatasaray ancak 4 maçta galip gelmiştir. Bir müsabaka beraber bitmiş, bir maç da Fenerbahçe galipken yarım kalmıştır.

    Bu devrede Galatasaray’ın 22 sayısına mukabil Fenerbahçe 60 gol atmış bulunmaktadır. Bu devrenin, işaretlenmeye değer bir hâdisesi, Fenerbahçe’nin birinci sınıf 7 oyuncusunu kadrosuna ilhak etmek suretiyle kuvvetlenen Altınordu’nun, birkaç sene için, Fenerbahçe – Galatasaray rekabetini ikinci plâna düşürmesi ve bunun yerine Türk futbolunda Fenerbahçe-Altınordu rekabetinin doğma ve yaşanmasıdır.

    Yine bu devrenin bilhassa son yıllarında Fenerbahçe’nin Galatasaray’a karşı aşikâr bir teknik üstünlük sağladığı da görülmüştür. Bunun başlıca sebebi memleketimiz futbolunda cem’i oyun sisteminin ilk defa olarak Fenerbahçe takımında ve bu yıllarda teessüs etmiş olmasıdır…

    Futbol tarihimizin meşhur Zeki – Alâeddin kombinezonu bu yıllara rastladığı gibi muavin ve müdafaa oyuncularının asli vazifelerinin topu her ne şekilde olursa olsun defetmekten ziyade hücum hattını beslemek ve bu hat elemanlarına müsait pozisyonlar hazırlamak olduğu da yine ilk defa olarak bu senelerde ve Fenerbahçe takımında görülmüştür. Her müdafaa gibi; Galatasaray defansı da mükemmelen işleyen ve desteklenen bu kombinezonun bertaraf edilebilmesi hususunda 3-4 yıl için büyük zorluk çekmişti.

    1924 senesinde bir taraftan Altınordu’nun dağılması, diğer taraftan Galatasaray’ın toparlanması ve memleketimiz için ilk defa olarak ecnebi bir antrenöre sahip olması Fenerbahçe -Galatasaray rekabetini yeniden ve bu sefer daha şiddetle doğurmuştur. Galatasaray’ın bu toparlanmasına mukabil, Fenerbahçe’nin yeni kurulan futbol federasyonuyla ihtilâfa düşüp liglerden çekilmesi ve dolayısıyla, bir taraftan maç kabiliyetini kaybederken diğer taraftan kıymetli elemanlarının da futbolu terk etmeleri Galatasaray’a bir üstünlük temin etmiştir. Bu üstünlük 1924 Martından 1929 sonbaharına kadar 5 buçuk sene sürdü. Bu müddet içinde yapılan 13 karşılaşmanın (8)ini Galatasaray (1)ini Fenerbahçe kazanmış, 3 maç beraberlikle neticelenmiş ve bir müsabaka da iki taraf berabere iken yarım kalmıştır. Fenerbahçe’nin 10 golüne Galatasaray bu devrede 28 golle mukabele etmiştir. Fenerbahçe bu devre içinde 30 Nisan 1926’dan 29 Kasım 1929’a kadar tamam 43 ay Galatasaray’ı hiç yenememiştir. Bu tarihlerde Galatasaray takımı, müdafaa hatları bakımından, memleketin en kuvvetli teşekkülü halinde yaşıyordu.

    Fenerbahçe, 1929 son baharından itibaren durumunu düzeltme ve üstünlüğü tekrar elde etme yoluna girdi. Bunda, antrenör merhum Necmeddin Çakar’ın hassasiyetle üzerinde durduğu muntazam antrenman sistemi ikame edilişinin rolü birinci derecededir. Bu üstünlük Macar Schveng ve İngiliz Elliot gibi antrenörlerin de tesirleriyle Mayıs 1939’a kadar 10 yıl sürmüştür. Bu müddet içinde yapılan 29 maçın 16’sını Fenerbahçe ve ancak (3)ünü Galatasaray kazanmış, 8 maç berabere bitmiş, iki maç da, birinde Fenerbahçe galip, diğerinde berabere iken yarım kalmıştır. Yine bu devre içinde 1 Mart 1935 ten 1 Mayıs 939’a kadar, tam 50 ay Galatasaray Fenerbahçe’yi hiç yenememiştir.

    Galatasaray’ın, 10 yıl gibi uzun bir müddet üstünlüğü rakibine bırakmasında 1933’de kurulan (Ateş – Güneş) kulübünün de rolü olmuştur. Galatasaraylılar tarafından kurulan Güneş, 1935’ten itibaren Galatasaray’ın bazı kıymetli futbolcularını kadrosuna almak suretiyle onu darbelemiş ve bu hal, netice itibariyle, Türk futbolunda bir zaman için Fenerbahçe – Galatasaray rekabetini zayıflatıp Fenerbahçe – Beşiktaş rekabetinin doğma ve Türk futbolunda nâzım rol oynamaya başlamasında amil olmuştur.

    1939 ile 1942 Mayıs ayları arasında tam 3 senelik bir devre Galatasaray’ın lehinedir. Bu devrede yapılan 21 maçtan 12’sini Galatasaray, 5’ini Fenerbahçe kazanmış, 3 maç beraber bitmiş, bir maç da Fenerbahçe galipken hakem tarafından tatil olunmuştur. Galatasaray kulübü bu sıralarda hücum hattını hariçten Selâhaddin, Cemil, Buduri ve Sarafim gibi kuvvetli elemanlarla takviye etmişti. Fenerbahçe ise, bilâkis, mektepli futbolculara değer veriyordu. İşte, mektepli futbolcuların kulüplerle alâkalarını kesmek mecburiyetinde bırakılmaları bu devrenin başına rastladığından Fenerbahçe kulübü, rakibinin aksine olarak, bu karardan pek mutazarrır olmuştur. Şurası da dikkate değer ki, Fenerbahçe-Galatasaray maçları tarihinde en çok karşılaşma bu devreye rastlar. 36 ayda 21 maç yapılmıştır.

    Talebe sporcuların kulüplerle alâkalarını kesme mecburiyetinin 1942 ortalarında kaldırılması Fenerbahçe’nin durumunu düzeltmiş ve 1946 sonuna kadar 4 buçuk yıl rakibine yeniden üstünlük sağlamasını mümkün kılmıştır. Bu devre içinde yapılan 18 karşılaşmadan 7’sini Fenerbahçe, birini Galatasaray kazanmış, 9 maç beraberlikle bitmiş, bir maç da berabere durum da yarım kalmıştır. Yine bu devrede, 7 Mayıs 1942’den 1 Aralık 1946’ya kadar tam 56 ay Galatasaray Fenerbahçe’yi hiç yenememiştir.

    Galatasaray’ın, 56 aylık fasıladan sonra Fenerbahçe’yi yendiği 1 Aralık 1946’dan itibaren bir muvazene devrinin başladığı ve zamanımıza kadar devam ettiği görülür. Filhakika; o tarihten bugüne kadar iki ezeli rakibin yaptıkları 31 maçtan 12’sini Galatasaray, 9’unu Fenerbahçe kazanmış, 10 maçta da iki taraf berabere kalmışlardır. Yine bu müddet içinde tarafların birbirlerine attıkları gollerde de bir muvazene vardır. Galatasaray 38, Fenerbahçe 35 sayı yapmışlardır.

    Bu son devrenin sevinç veren tarafı artık yarım kalmış hiçbir maç yaşanmamış olmasıdır. Bunun böyle devamı temenni olunur.

    (Gelecek resim ve yazı Pera Club’un mütareke devirlerindeki çok enteresan bir fotoğrafıdır.)

    5 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Bombacı Bekir Almanya’da

    Bombacı Bekir Almanya’da

    Üzerine en detaylı araştırma yazısını Sevecen Tunç‘un (“Sana Hikaye Geliyor” kitabında) kaleme aldığı Bombacı Bekir Refet Teker, 1935 yılında Çelebizade Sait Tevfik’in “Ayda Bir” dergisindeki yazısına konu olmuş. Bombacı Bekir Almanya’da çok meşhur bir futbolcu olmuştu. Bir gün bir biyografiye kavuşması ümidiyle… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Yazıyı bulup bize gönderen Haluk Kılıç ağabeye sonsuz teşekkürlerimizle…


    Avrupa’da Gördüğüm İlk Maçta Bekir’i Seyretmiştim

    Avrupa’ya ilk yolculuğum 1922 yılına rastlar. Varacağım yer, Peşte ve Viyana tarikiyle Almanya idi. Yapacağım iş de, o zamanlar sahibi bulunduğum stadyuma bir futbol takımı getirmek ve bizim meşhur futbolcu Bekir’le temas etmekti.

    Bekir’i Fortshaymda buldum… Burası, ufak bir fabrika şehriydi… İstasyonda bindiğim otomobilin şoförü, elimdeki kâğıtta yazılı adresi okuduktan sonra, ağız dolu koca bir:

    – Yah! çekerek hemen harekete geçti. Gittik, gittik… Gittik, gittik… Artık şehirden epeyce uzaklaştık sanıyordum… Fakat bir duvar üzerinde gördüğüm borazan çalan koca bir adam levhası, bilmem kaçıncı defa olarak tekrar gözüme ilişince, derhal şoförü eteğinden çekip durdurdum. Ben Türkçe, o Almanca, bir hayli hırlaştık… Ve bu kadar enayiliği kâfi görerek otomobilden indim.

    Bekir’in çalıştığı fabrika, meğer karşımda imiş… Durmaksızın işleyen birkaç asansörden birine atladım. Bir saniye sonra, altıncı kat!…

    Bekleme odasına aldılar… Girdim… Oturdum… Ve beş dakika sonra, kolları sıvalı bir işçi gömleği içinde bizim kara topuz göründü!

    Gözyaşları arasında bir kucaklaşma…

    Sokakta, kol kola giderken dikkat ettim: Bekir’i tanımayan yok. Herkes, ona, şapkasını çıkararak yarı hayran bir hürmetle selâm veriyor! Çocuklar, birbirini dürterek fısıldaşıyorlar:

    – Bekir!… Bekir!…

    Lokantada, karşı karşıya yurt hasretiyle konuşurken, bana bir müjde verdi: Bir gün sonra, senede ancak iki kere yapılan Fortshaym – Karlsruhe maçı varmış!

    Ve asıl güzeli, Bekir, bu maçta oynayacakmış!

    O gün geldi!…

    Bütün Fortshaym seferber olmuştu…

    Bütün şehir trene dolduk: kadını, erkeği, genci, ihtiyarile… Ellerde düdükler, balonlar… Ve bunların üzerlerinde şu kelime: Fortshaym!

    Tren, neşeden, kahkahadan kanatlar açmış bir saadet kuşu… Saatte 80 kilometre koşarak bizi Karlsruhe’ye götürüyor… Uğramadan geçtiğimiz istasyonlar birer gölgeden çizgi halinde, gözümüzden vızlayarak geçip siliniyor…

    Nihayet, şarkılar, gülüşmeler arasında Karlsruhe’ye geldik. Stadyum tıklım tıklım… Karşılıklı iki tribün: birini Karlsruheliler doldurmuş, öbürünü Fortshaymlılar…

    Bekir, soyunmaya gitti… Ben, fabrikatörler arasında kaldım…

    Heyecan… Gürültü… Düdük sesleri…

    İki tribün nöbetleşe, hep bir ağızdan bağrışıyorlar!

    Bu yirmi bin kişinin kopardığı fırtına arasında maç başladı…

    Birinci devrede Bekir muhacim oynuyordu.

    Oyun başlayalı on sekiz dakika olmuştu. Bizimki, ortadan doğru, topla beraber bir sökün etti. Muavini geçti… Müdafiyi bir çalımla sıyırttı ve nihayet dizlerine doğru akın eden pantolonunu, her zaman olduğu gibi şöyle bir yukarı çekerek: (Ya Settar!…) deyip dayandı…

    Top ağlarda!… İlk gol!

    Bizim tribünün keyfine değmeyin artık. Ben de aralarında sağa, sola yalpalar yaparak, kulak dolgunluğu ile ezberlediğim bir cümleyi yırtına yırtına bağırıyordum…

    Bu golden sonra, Karlsruheliler de biraz canlandılar… Bizim kale de şimdi tehlike geçiriyordu… Fakat Bekir, geriden gelen topu gene yakaladı ve bu sefer orta çizgiyi biraz geçer geçmez, daha ileri sürmeye lüzum görmeden yaradana sığınıp öyle bir dayandı ki, topun seyrini gözümle takip edemeden ağlara takılmış gördüm!

    Birinci parti böyle bitti…

    Şimdi, Alman oyuncular, bizim Zekiler, Alâeddinler, Nihatlar gibi yanımızda oturuyorlar ve avuçlarındaki limonları emiyorlardı… Kalantor kılıklı bir adam, bu aralık, kendi sırtındaki şık pardösüyü, üşümesin diye Bekir’in omuzlarına attı!

    Düdük:

    İkinci parti başlıyor: bu sefer Bekir müdafaada…

    Şimdi Karlsruheliler canlarını dişlerine takmış, on biri birden yükleniyor…

    Yükleniyor amma, Bekir, geçilmez bir kale… Kâh ileri, kâh geri, kâh sağa, kâh sola seğirterek akınları kesiyor, tehlikeleri kırıyor… Şimdi bakıyorsun ayağile müdafaadan hücum geçmiş… Şimdi bakıyorsun kafasile bir akını havadan kesiyor!

    İkinci kırk beş dakika, bu yeni plânın muvaffakıyetile geçti… Ve zafer, tehlikeye konmadı…

    Oyunun bittiğini bildiren düdük öttüğü zaman bir şey gördüm: Sahayı kaplayan omuzlar üstünde Bekir!…

    Bekir’e karşı beslenen sevgi, hayranlık öyle coşmuştu ki, bir aralık, kendi ayaklarımın da yerden kesildiğini duydum:

    – Horrraaa!…

    Türk olduğumu bilen Bekir’in arkadaşları, onun şerefine beni de sallasırt etmişlerdi!

    Gece, Fortshaymlılar, şehrin en büyük lokantasında bir ziyafet çektiler…

    Yenildi… İçildi… Şarkılar söylendi… Genç kızlar, onun yoluna çiçekler attılar…

    Fabrika müdürleri onu alnından öptüler ve sokaklar onun ismile çınladı!

    İşte, Avrupa’da seyrettiğim ilk maçta bunu görmüştüm: on bir kişilik bir takımı mağlúbiyetten galibiyete çıkaran bir Türkün zaferini!

    Sait Celebi – 1 Kasım 1935 – Ayda Bir Dergisi


  • Zaferin Rengi Filmi

    Zaferin Rengi Filmi

    Fenerbahçe ve Millî Mücadele yıllarını konu alan Zaferin Rengi filmi ile dair bilgileri burada derleyeceğiz.

    Prof. Dr. Vahdettin Engin‘in yanında FenerbahceTarihi.org‘un tarihî ve Erhan Çavdaroğlu‘nun da askerî konularda danışmanlık yaptığı film ekibine, başta Sayın Abdullah Oğuz olmak üzere şükranlarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sultanahmet Mitingi Çekimleri

    Zaferin Rengi Filmi
    Gülper Özdemir, Nejat İşler, Abdullah Oğuz, Timuçin Esen, Kubilay Aka, Yılmaz Adam Bayraktar ve Birce Akalay.

    Abdullah Oğuz ve Oyuncularla Röportaj


    Kocaeli Çekimlerinde


    Teaser

    Yapım Şirketinin Teaser Metni

    Önümüzdeki Sezonun Merakla Beklenen Filmi:

    ZAFERİN RENGİ

    İlk Teaser’ını Yayınladı

    Unutmayın!

    Zafer, zafer benimdir diyebilenin, muvaffak olacağım diye başlayabilenindir!

    2024 Sinema Sezonu’nun merakla beklenen filmi ZAFERİN RENGİ çekimleri devam ederken ilk teaser’ını yayınladı!

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı, tüm gerçekliği ile perdeye taşınacağının sinyallerini veriyor.

    Hem Havan Topuyla Hem Futbol Topuyla Savaş Kazanan Tek Ülke

    Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918 – 1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Birlik, Spor ve Aşk’la Kazanılan Bir Zaferin Kahramanları

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.

    ZAFERİN RENGİ Şubat’ta Sinemalarda!

    Teaser Hakkında:

    Attığınız her gol kurşun olacak! Tuttuğunuz her top vatan müdafaası!

    Cumhuriyetimizin 100. Yılında;

    Milli Mücadele’yi…

    İşgal altındaki İstanbul’u…

    Anadolu’da başlatılan direnişi…

    Mustafa Kemal Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü ziyaretiyle ateşlenen,

    yorgun ve yoksul bir halkın spor müsabakaları ile zafere olan inancını gözler önüne seren,

    Ve Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen

    General Harington Kupası’nı eşsiz bir hikaye örgüsü ile beyazperdeye taşıyacak olan #ZaferinRengi sinema filmi ilk teaser’ını yayınladı!

    #ZaferinRengiFilmi #ANSProduksiyon #EvrenselProductions #ZaferinRengi

    Teaser Kısa Hikaye

    “Yıl 1918. İşgal altında bir İstanbul. Yorgun, yoksul, esir bir halk. Fenerbahçe’nin kurucularından ve ilk kaptanlarından Galip Kulaksızoğlu cepheden döndüğünde, geleceğe, futbola ve vatanın kurtuluşuna dair tüm umutlarını yitirmiş bir Türk gencidir. Galip’i dönüştüren kuvvet, Çanakkale Savaşı’nın kahraman kumandanı Mustafa Kemal Paşa olacaktır.

    Mustafa Kemal Paşa Fenerbahçe kulübünü ziyaretinde, gençlere Fenerbahçe’nin misyonunu gösterir. Bu misyon, futbolun insanlar üzerindeki kenetleyici etkisini kullanarak halka moral aşılamak ve milli şuur ve birliği güçlendirmektir. Fenerbahçe, düşman kuvvetlerinin takımlarıyla oynadığı başarılı müsabakalarla halkın zafere olan inancını pekiştirirken, milli hareketin İstanbul’daki istihbarat ve lojistik ağı olan Mim Mim Cemiyeti ile yaptığı operasyonlarla da Anadolu’daki mücadeleye büyük katkılarda bulunur. İngilizlerin son bir zafer ihtimali olarak gördükleri Harington kupa maçını da kazanarak, ülkemize futbol tarihimizin en büyük zaferlerinden biri olan Harington Kupasını armağan eder…”


    Teaserdan Görüntüler


    Tarih Danışmanı Prof. Dr. Vahdettin Engin

    Zaferin Rengi Filmi

    Sabri Toprak Rolünde Nejat İşler

    Zaferin Rengi Filmi

    Çekimlerin Son Gününden


    Pelin Uluksar’dan


    Fenerbahçe Kulübü’nün Seti Ziyareti

    Fenerbahçe Başkanı Ali Y. Koç

    “Zaferin Rengi” Film Setini Ziyaret Etti

    Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Ali Y.Koç ve Yönetim Kurulu Üyeleri geçtiğimiz günlerde 16 Şubat’ta vizyona çıkacak olan Zaferin Rengi filmin Kocaeli’ndeki setini ziyaret etti.

    Başkan Ali Y. Koç, Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan, Yönetim Kurulu Üyeleri Simla Türker Bayazıt ve Selahattin Baki ile Yönetim Kurulu ve Başkan Başdanışmanı Mümtaz Karakaya’nın, yönetmen Abdullah Oğuz ve oyuncularla bir araya geldiği ziyarette film için özel olarak dokutulan ve dönemin Fenerbahçe formasını birebir yansıtan formalar kulüp yönetimine hediye edildi.

    Ziyaret sonrası; General Harington Kupası karşılaşması için tarih okuması yapılarak birebir gerçeğine uygun şekilde inşa edilen Fenerbahçe eski kulüp binası başkanlık ofisinde konuşan Ali Y. Koç:

    Biz bu filmin çok başarılı olacağına ve Fenerbahçe taraftarlarının da bu filme ciddi anlamda sahip çıkacağına inanıyoruz çünkü çok az camiaya nasip olur böyle bir hikâye…

    Ali Koç yaptığı konuşmada, “Biz çok etkilendik. İnşallah 16 Şubat’ta filmimiz vizyona girecek. Ondan önce galalarımız olacak; hem İstanbul’da hem Almanya’da. Biz tutacağına çok inanıyoruz. Çok mesai harcandı, çok emek harcandı, çok para harcandı. Sabırla ve metanetle bu noktaya gelindi. Biz bu filme çok inanıyoruz. Yıllardır General Harington Kupası filmini yapmak için kulübe çok başvurular oldu. Ben yöneticiyken de başkanken de bunu yaşadım. Ama o veya bu nedenle bir şekilde hiçbir zaman gerçekleşmedi. Dolayısıyla Abdullah Bey’i ve ekibini ilk defa bu filmin hikâyesini filme dönüştürdükleri için tebrik etmek istiyorum. Camiamız adına da teşekkür etmek istiyoruz. Biz bu filmin çok başarılı olacağına inanıyoruz. Fenerbahçe taraftarlarının da bu filme ciddi anlamda sahip çıkacağına inanıyoruz çünkü çok az camiaya nasip olur böyle bir hikâye. Hatırlatmak gerekirse, biz bu Cumhuriyetin, bu genç ülkenin önce kurtuluşunda sonra kuruluşunda çok önemli vazifeler icra etmiş bir camianın evlatlarıyız. Bizim hikâyemiz çok. Bu Cumhuriyet için de çok, bu ülke için de çok. Söz konusu Atamız ise orada da hem tarihte belge, bilgi ve olay olarak pek çok anekdot var. Biz Fenerbahçeliler hiçbir zaman ‘Atatürk Fenerbahçe’yi tutuyor.’ demiyoruz, buna inansak dahi. Ne diyoruz? ‘Atatürk’ün kimi tuttuğu değil, kimin Atatürk’ün yolundan yürüdüğü önemlidir.’ Bu camia kurulduğundan beri başında kim olursa olsun, yönetimde kim olursa olsun bir gram dahi bundan şaşmamıştır. O yüzden Harington Kupası’nın olayı, tarihi bizle özdeşleşmesi çok önemli. Zaten Atamız Fenerbahçe’ye duyduğu duygu ve düşünceleri bizzat kulübümüze gelerek kulübün anı defterine kendi elleriyle yazmıştır.” ifadelerini kullandı.

    Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan: Dört gözle 16 Şubat’taki galayı bekliyoruz…

    Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan, “Ben de sizlerle tanıştığım için gurur duyuyorum. Abdullah Bey’le kulüpte konu hakkında ilk toplantıyı yaptığımızda onun hayal ettiği filmin bu kadar fazla insanla ve bu kadar gerçeğe yakın platformda olacağını tahmin etmiyordum. İki defa set ziyaretinde bulundum. Biz de dört gözle 16 Şubat’taki galayı bekliyoruz. Çok güzel bir film oluyor. Ellerinize sağlık.” dedi.

    Yönetim Kurulu Üyelerinden Selahattin Baki: İzleyenler çok duygulanacaklar, unutulmuşu hatırlayacaklar…

    Yönetim Kurulu Üyelerinden Selahattin Baki de ziyarette çok duygulandığını şu sözlerle belirtti: “Duygulanmamak elde değil. Zamanda yolculukta gibiyiz. Müthiş olmuş. İzleyenler de çok duygulanacaklar, unutulmuşları hatırlayacaklar. Başkanımıza, bütün camiamıza, Abdullah Bey’e bütün oyuncu kadrosuna teşekkür ediyorum. Var olsunlar. Buradaki ortamı görünce, tarihi gerçekleri bir kere daha hatırlayınca şunu görüyorsunuz; Fenerbahçeli Türkler söz konusu vatan olduğu zaman savaşacak kadar genç, ölecek kadar yaşlı yaşamayı bir hayat felsefesi haline getirmişler. Bu da bizi çok özel kılıyor. İyi ki Fenerbahçe var. Ne mutlu Türküm diyene.”

    Yönetmen Abdullah Oğuz: Çok epik, büyük bir hikâye çıkıyor. Bu filme gitmek her Fenerbahçeli için bir görev…

    Filmi beyaz perdeye aktaran yönetmen Abdullah Oğuz ise, “Ben de teşekkür ediyorum. İnandınız, geldiniz, bütün desteğini verdiniz. Bu destek olmasaydı zaten hayata geçiremezdik. Mahçup olmamak için elimizden geleni yapıyoruz. Bir sürü şeyi kendimiz yaptık. Taksim Stadı’nı yaptık. Çok zor. Yorgun hissediyorum ama çok güzel bir iş yaptık. Şampiyonlar Ligi gibi bir kadroyla çalıştık. Kamera arkası tüm ekip çok profesyonel. Bu filme gitmek her Fenerbahçeli için bir görev. Aynı zamanda bu bir direniş filmi. Bir de bu filmin bir birleştirici tarafı var, onu da seyrettiği zaman herkes görecek.” diye konuştu.

    Filmin oyuncuları ve set ekibi, Başkan Ali Y. Koç ve Yöneticilerimizi Fenerbahçe tezahüratlarıyla uğurladı.

    “Zaferin Rengi” 16 Şubat’ta Sinemalarda!

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı, tüm gerçekliği ile perdeye taşınacağının sinyallerini veriyor.

    Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918 – 1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Birlik, Spor ve Aşk’la Kazanılan Bir Zaferin Kahramanları

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.


    Enes Ulukır’dan


    Galip Kulaksızoğlu rolünde Kubilay Aka


    Fenerbahçe’nin Tarihine Tanıklık Etmiş Yapılar “ZAFERİN RENGİ” Filmi için Aslına Uygun Şekilde Yeniden İnşa Edildi.

    ZAFERİN RENGİ, PRODÜKSİYONU İLE TÜRK SİNEMA TARİHİNİN EN YÜKSEK BÜTÇELİ YAPIMLARI ARASINDA YER ALMAYA ADAY

    FILM İÇİN İNŞA EDİLEN KUŞDİLİ LOKALİ – PAPAZIN ÇAYIRI VE TAKSİM STADYUMU’NUN ESKİ VE YENİ HALLERİNDEN GÖRÜNTÜLER YAYINLANDI

    16 Şubat’ta vizyona girecek olan ve sezonun en iddialı sinema filmleri arasında olmaya aday ZAFERİN RENGİ filmi için, geçmişin muazzam hatırasına bir saygı duruşu olarak Fenerbahçe’nin tarihine tanıklık etmiş mekanları film çekimleri için aslına uygun yeniden inşa edildi.

    Filmde ana hikayenin geçtiği ve bir dönemin tarihine tanıklık etmiş 3 özel mekanın fotoğrafları ile orijinaline uygun şekilde inşa edilen yeni mekanların görüntülerini yayınlayan filmin yapımcıları ANS Prodüksiyon ve Evrensel Productions; döneme uygun mobilya ve aksesuarların bulunması, satın alınması, kiralama işlemleri ile mekan inşası için beş ay boyunca elli kişilik bir sanat ekibi ve teknik ekibin çalıştığını belirtirken, İzmit Seka Platosu’nda 20.000 metrekarelik bir alana Papazın Çayırı, Topçu Kışlası/Taksim Stadı, Kuşdili Lokali/Fenerbahçe Kulüp Binası ve Gülistan Gazinosu’nun sıfırdan aslına uygun bir şekilde yeniden inşa edildiğinin altı çiziyor.


    Zaferin Rengi, sadece hikayesi, kadrosu ve oyunculukları ile değil; 1914-1932 yılları arasında Fenerbahçe’ye “Kulüp Binası” olarak hizmet veren “Kuşdili Lokali – Fenerbahçe Kulüp Binası”, günümüzde Fenerbahçe Stadyumunun yer aldığı, 130 yıldır binlerce maça ev sahipliği yapan Papazın Çayırı ve son olarak 1922’de Fenerbahçe’nin zaferin rengini İstanbul’un bir yakasından diğerine taşımak için maça çıktığı tarihi boyunca pek çok unutulmaz ana tanıklık etmiş olan Taksim Stadı’nı film boyunca eşsiz bir gerçeklikle izleme şansını da sunacak.

    ESKİ ve YENİ HALLERİ YAYINLANAN BU ÜÇ MEKANIN TARİHİ HAKKINDA

    KUŞDİLİ LOKALİ-FENERBAHÇE KULÜP BİNASI:

    3 Mayıs 1918 Cuma günü, tarihin en müthiş mutluluğuna sahne oldu. Kulüpten ayrılırken “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler temenni ederim” diyen Mustafa Kemal Paşa’nın sözünü emir telakki eden Fenerbahçeliler başarıdan başarıya koştular. Fenerbahçe’ye 1914-1932 yılları arasında “Kulüp Binası” olarak hizmet veren “Kuşdili Lokali”, 5-6 Haziran 1932 akşamı korkunç bir yangın felaketine kurban gitti… Fenerbahçe’ye 18 sene boyunca kulüp binası olarak hizmet veren Kuşdili Lokali’nin resmî açılışı, 1914 yılının Mart ayında kalabalık bir davetli kitlesi huzurunda yapıldı. Dönemin Fenerbahçe Başkanı, Bayındırlık Bakanı Mehmet Hulusi Bey’di. O gün orada bulunanlar arasında devlet erkânında isimlerin yanı sıra, Hamit Hüsnü Kayacan, Salah Cimcoz ve Ahmet Rasim gibi dönemin meşhur simaları da vardı.

    PAPAZIN ÇAYIRI:

    Papazın Çayırı; daha sonraki adlarıyla Union Club, İttihat Spor Meydanı ve sonunda günümüzde Fenerbahçe Stadyumu’nun olduğu bölgedir.

    TAKSİM STADYUMU:

    Takvimler Ağustos 1922’yi gösteriyor… Fenerbahçe de zaferin rengini İstanbul’un bir yakasından diğerine taşımak için Taksim Stadyumu’na çıkar. 13 Ağustos 1922’de başlayan galibiyet serisi 29 Haziran 1923’e, Harington Kupası’na uzanacaktır… Milli Takım, tarihindeki ilk milli maçı Taksim Stadı’nda 26 Ekim 1923 günü Romanya’yla yapmıştı.

    **TAKSİM STADI’NIN UNUTULMAYAN ANLARI**

    *1921’de Taksim Stadı’nın avlusuna kurulan ringde ilk resmi boks müsabakaları gerçekleşti.

    *1921’de sekizer kişiden oluşan takımlar arasında ilk halat çekme müsabakaları yapıldı.

    *1925’te Taksim Stadı’ndaki atletizm pisti, Türkiye’nin ilk bisiklet pist yarışlarına sahne oldu.

    “ZAFERİN RENGİ” 16 ŞUBAT’TA SİNEMALARDA

    Abdullah Oğuz’un yönetmen koltuğunda oturduğu Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918-1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.



    Kuşdili Lokali

    Union Club / İttihat Spor Sahası

    Taksim Stadyumu


    İşgal Yılları İstanbul’unun Tarihe Yön Veren Karakterleri Zaferin Rengi Filminde

    Kurtuluş Şavaşına giden yolda Anadolu’da başlatılan direnişin ana karakterlerinden Yüzbaşı John G. Bennett’e yetenekli oyuncu Yılmaz Adam Bayraktar hayat verdi.

    1918-1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda geçen hikayesi ve Anadolu’da başlatılan direnişin, her biri birbirinden ilginç hikâyeye sahip karakterlerinin yer aldığı ZAFERİN RENGİ filminde, Mustafa Kemal’in Samsun’a yolculuğu için vize veren, işgal gücü askeri Yüzbaşı John G. Bennett karakterine yetenekli oyuncu Yılmaz Adam Bayraktar hayat verdi.

    Almanya’da doğup büyüyen ve oyunculuk eğitimini Almanya’da tamamlayıp kariyerine üç dilde Avrupa ve Türkiye’de devam eden Yılmaz Adam Bayraktar’ın canlandırdığı John G.Bennet; 1919 yılında İstanbul’da İngiliz kuvvetlerinde istihbarat subayı olarak çalışmış, 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a yolculuğu için vize vermesiyle tarihin akışında kilit bir rol oynamıştır. Bennet, çok iyi derecede Türkçe konuşabilen, Türkiye, Türkler ve tasavvuf üzerine büyük bir bilgi birikimine sahip İngiliz bilim adamı, yazar ve düşünür olarak tanınmaktadır.

    Bu rol için seçmelere katılan Yılmaz A. Bayraktar; ‘Canlandırdığım Bennet karakteri çok enteresan bir karakter, ben onunla şahsen tanışmak istemezdim. Kendisi aslında filozof, matematikçi, yazar. 1918 Fransa’da bir motor kazası geçiriyor ve bir süre komada kalıyor. Komadan çıktıktan sonra da ölümü yendiğini zanneden bir insan.

    Kazadan 1 ay sonra İngiltere’den Türkiye’ye gönderiliyor. Türkçe’ye çok da hâkim. Bennet’i tanımak için orijinal kayıtlarını dinlediğimde “gerçekten o kelimeyi nerden biliyor, nasıl bir kelime yani” dediğim çok anlar oldu. Filmin seçmeleri sürecinde önüme gelen karakter tanıtımı dosyasında fotoğrafını gördüğümde de benim gençlik yıllarıma çok benzediğini gördüm, bu rolü alacağım dedim ve aldım.’ yorumunda bulunuyor.

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı 16 Şubat’ta tüm gerçekliği ile perdeye taşımaya hazırlanıyor.

    ZAFERİN RENGİ 16 Şubat’ta Sinemalarda!

    #ZaferinRengiFilmi #ANSProduksiyon #EvrenselProductions #ZaferinRengi

    John G. Bennett Kısa Biyografi

    John Godolphin Bennett İngiliz bilim adamı, matematikçi ve düşünür. 8 Haziran 1897’de Londra’da doğdu. Asya dilleri ve dinleri üzerine incelemelerle bilimsel araştırmaları bütünleştiren çalışmalarıyla tanındı. 1919 yılında İstanbul’da İngiliz işgal kuvvetlerinde istihbarat subayı olarak çalıştığı sırada, 16 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal’e Samsun yolculuğu için vize vermesiyle birlikte Türkiye, Türkler ve tasavvufa ilgisi başladı. Ömrü boyunca Orta Asya’dan Güney Afrika’ya kadar pek çok bölge ve ülkede gezen Bennett, bu yolculuklarında, içlerinde Türk mutasavvıfların da yer aldığı, az tanınan ama önemli manevi önderlerle tanıştı. 1920’lerde tanıştığı Gürciyev ve Uspenski, Bennett’in ruhsal arayışında yol gösterici kişiler oldular. Büyük ölçüde Gürciyev’in etkisiyle Dördüncü Yol adını verdiği bir manevi gelişme öğretisi geliştiren Bennett, 13 Aralık 1974’te öldü. Bennett’in Gurdjiyeff: Büyük Bir Gizem, Ne İçin Yaşıyoruz? Yeni Çağ Toplumunun İhtiyaçları ve Kutsal Tesirler gibi birkaç kitabı Türkçeye çevrilmiştir.


    Fenerbahçe’nin Reisi Nejat İşler!

    İşgal Yılları İstanbul’unun Tarihe Yön Veren Karakterleri Zaferin Rengi Filminde

    İşgal altındaki İstanbul’da milli direnişin en büyük destekçilerinden, Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından ve dönemin önemli aydınlarından Mehmet Sabri Toprak’a usta oyuncu Nejat İşler hayat verdi

    1918-1923 yılları arasında yaşanan gerçek olaylara dayanan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğine büyüyen milli mücadeleye destek için İstanbul’da oluşan yapılanma ve mücadeleyi spor üzerinden farklı bir anlatımla izleyiciye sunacak olan ZAFERİN RENGİ filminde, Fenerbahçe’nin başkanı Mehmet Sabri Toprak karakterine usta oyuncu Nejat İşler hayat verdi.

    Nejat İşler’in canlandırdığı Mehmet Sabri Toprak; İttihat ve Terakki Partisi’nin önemli simaları arasındaydı. Bosna’daki doğumundan kısa bir süre sonra ailesiyle Turgutlu’ya göç eden Sabri Bey, her senesini sınıf birincisi olarak bitirdiği Darüşşafaka’dan Posta ve Telgraf Bakanlığı’na memur olarak atandı ve Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) hukuk eğitimine devam etti. “Telgraf Mektebi Müdürü” iken 1912 yılında, Saruhan milletvekili olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na girdi. Fenerbahçe ile yolu, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce kesişen Sabri Toprak, 1915 yılından 1934’e kadar, tam 19 sene kulübün Genel Başkanlığı görevini yürüttü. İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesinin ardından, dönemin birçok vatanperver aydın, asker, bürokrat ve siyasetçisiyle birlikte, Malta Adası’na sürgüne gönderildi. Tutuklanmasına Kadıköy halkı “İşgal Kuvvetleri Karargâhına ve Damat Ferit’e kadar ulaşan” büyük bir tepki vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, bir dönem Ziraat (Tarım) Bakanlığı yapmış, Türkiye’de tarımın gelişmesine de büyük katkılarda bulunmuş önemli bir isim olmuştur. Hayatı boyunca kazancının yarısını yetimlere bakmaya ayıran Sabri Toprak, Atatürk’ü Fenerbahçe Kulübü’ne getirmesinden 20 sene sonra, 16 Şubat 1938 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabri, Ali Koç’un başkanlığı döneminde, 1907 Fenerbahçe Derneği tarafından restore edildi.

    16 Şubat’ta vizyona girecek olan ve yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu, ZAFERİN RENGİ filmi, oyunculukları, dekor, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla da izleyiciyi bir asır öncesinin İstanbul’una geri götürecek.


    Milletin Fenerbahçesi


    Film Ekibi

    Görevi / Rolüİsimler
    YönetmenAbdullah Oğuz
    Görüntü YönetmeniGhasem Ebrahimian
    İdari YapımcıSerdar Şen
    Tarih DanışmanıProf. Dr. Vahdettin Engin
    Askeri DanışmanErhan Çavdaroğlu
    Fenerbahçe Tarihi DanışmanıBarış Eymen
    Mustafa Kemal AtatürkYiğit Özşener
    Sabri ToprakNejat İşler
    Topkapılı Cambaz MehmetTimuçin Esen
    Galip KulaksızoğluKubilay Aka
    Peyker HanımGülper Özdemir
    Nasuhi Esat BaydarBora Cengiz
    Elkatipzade Mustafa BeyHasan Elmas
    Şekip KulaksızoğluBerke Gündem
    Hasan Kamil SporelSüleyman Yaşar Sucuoğlu
    Cafer ÇağatayMustafa Sarıtaş
    Kadri GöktulgaFurkan Ali Yetimoğlu
    İsmet UluğGürdal Tak
    Fahir YeniçayEray Erdem
    Ömer TanyeriYiğithan Uras
    Sabih ArcaTaylan Meydan
    Bedri GürsoyBatuhan Uygul
    Zeki Rıza SporelEnes Ulukır
    Alaaddin BaydarDoğan Can Sarıkaya
    İsmet İnönüBedir Bedir
    Rauf OrbayEngin Hepileri
    Halide Edip AdıvarBirce Akalay
    Şehzade Ömer Faruk Efendi
    Cevat Abbas Gürer
    VI. Mehmed (Vahdettin)Ruhi Sarı
    Emirzade Arif BeyLorin Merhart
    Karnik ArslanyanErkan Baylav
    Münir Nurettin Selçuk
    Hikmet Topuzer
    Ethem Bellisan
    Kenan Or
    Ali Naci KaracanSercan Gülbahar
    Ali Sami YenEmircan Kahyeri
    Galatalı HamdiCihan Demir
    Kulaksız zade Mustafa BeyArif Pişkin
    SalihBurak Can Aras
    YusufAyaz Çoban
    Charles HaringtonDavid Masterson
    John Godolphin BennettYılmaz Bayraktar
    AaronSoner Ciliv
    CoxMiro Gerede Erkaya
    Nesrin HemşireBüşra Şensoy
    EleniŞeyma Peçe
    MariPelin Uluksar
    VeraGonca Vuslateri
    Galatasaraylı FutbolcuBaturalp Kaya
    Galatasaraylı FutbolcuMelihcan Kabael
    Galatasaraylı FutbolcuSemih Kudun
    Galatasaraylı FutbolcuÖmer Çetinkaya
    Galatasaraylı FutbolcuAhmet Hasan Uydalı
    Galatasaraylı FutbolcuOğuzhan Kaagan
    Galatasaraylı FutbolcuArda Binici
    Galatasaraylı FutbolcuFurkan Berk Yalçın
    Galatasaraylı Futbolcuİbrahim Temel
    Galatasaraylı FutbolcuKerem Yıldırır
    İngiliz FutbolcuYasin Telek
    İngiliz FutbolcuMurat Aldırmaz
    İngiliz FutbolcuEmirhan Subaşı