Etiket: Alaaddin Baydar

  • Canlı Yapraklar – XXVII

    Canlı Yapraklar – XXVII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXVII” : 1926 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXVII

    Paris Olimpiyatları dönüşünde ilk Türkiye birincilikleri sebebiyle eleme usulüyle alelâcele 1924 senesi İstanbul futbol şampiyonluğu tertiplenmişti.

    15 Ağustos 1924 Cuma günü Fenerbahçe ve Galatasaray takımları arasındaki dömifinal maçının son dakikasında zuhur eden bir hâdise 2 kulüp arasında en uzun müddet yaşanmış bir münaferet yarattığı gibi Fenerbahçe ile teşkilât arasında da şiddetli bir ihtilâf doğurmuştu.

    Filhakika; maçın son saniyelerinde Fenerbahçe kalecisi Şekip ile Galatasaray muhacimleri Muslih ve Edip birbirleriyle tartaklaşmışlar, maç, halkın da müdahalesiyle hitama 30 saniye kala 2-2 yarım kalmıştı. Hakem Haçopulo’nun verdiği rapor, Fenerbahçe’ye muârız teşkilâtçılarca beğenilmemişti. Kalecisiz Fenerbahçe kalesine bir penaltı çektirilmesini mutazammın ve yarım dakikanın da bu suretle itmamını âmir ikinci bir rapor yazdırılmış ve tatbik de edilmişti.

    Bu şekilde haksız ve karakuşi bir rapor yazamayacağını bildiren hakeme, zamanın futbol heyeti reisince, vaki tehditlerin ve onu nihayet buna icbar edişin Fenerbahçe umumi kâtibi Ali Naci (Karacan) tarafından dinlenmiş ve zaptedilmiş bulunması fevkalâde bir tesadüf olduğu kadar futbol tarihimizin de cidden yüz kızartıcı bir hâtırasını teşkil eder. Hatta hakem Haçopulo: “Ben artık ne yüzle bu memlekette yaşarım!” demiş ve hâdiseden pek az sonra Yunanistan’a göç etmişti.

    İşte; bu şekilde pek ağır bir gadre uğramış ve zararını yıllarca çekmiş; Fenerbahçe kulübü teşkilâtla alâkasını kesmişti. İhtilâf, aylar geçtikçe büyüyor, müteakip senenin lig maçlarına katılmayan Fenerbahçe, bilmukabele, teşkilâtça boykotla cezalandırılıyordu. 1925 ilkbaharında durum bu halde iken Futbol Federasyonu Bulgar Milli Takımı ile 10 Nisan’da İstanbul’da bir maç için anlaştı. Fakat Fenerbahçelilerden mahrum olarak yapılan hazırlık maçları hiç kimseyi tatmin etmemekteydi.

    Bulgarlara karşı bir hezimetin muhakkak oluşunda herkesin ittifak ettiği bu sıralarda Fenerbahçe takımı İzmir’de bulunuyor ve memleket içindeki bu ilk turnesinde 5 maçta bire karşı (25) gol ve fevkalâde parlak oyunlarla eller üstünde taşınıyordu.

    Fenerbahçe’nin İzmir’deki büyük başarılarına karşı İstanbul’daki hazırlık maçlarının feci akıbetleri, yapılan şiddetli ve ithamkâr neşriyat nihayet teşkilât erkânının akıllarını başlarına getirdi. Daha önce yapılan altı milli maçta Ay-Yıldızlı takımın ceman 15 golünü kâmilen Fenerbahçelilerin yaptıkları, yine ihtilâf sıralarında zayıf ve acemi Rus Milli Takımına karşı 7nci maçta Fenerbahçesiz uğranılan 3-0’lık mağlubiyet de henüz unutulmamıştı.

    İşte, Fenerbahçesiz bir Millî Takım teşkili takdirinde uğranılacak mağlûbiyetin asla affolunamayacağı ve kulüpçülüğü milli duygulara feda eden mesullerin yakalarına milletçe behemehâl yapışılacağı şeklindeki çok ağır neşriyat ve göz önüne alınan tecrübeler Futbol Federasyonunu son dakikada boykotu kaldırmak ve Fenerbahçe kulübünü Milli Takım teşkiline davet etmek mecburiyetinde bırakmıştır.

    Filhakika, 8 Nisan sabahı Sirkeci garında İstanbullu Bulgarların coşkun tezahüratı arasında karşılanan çok iyi hazırlanmış Bulgar Milli Takımına karşı 10 Nisan 1925 Cuma günü Türk Milli Takımı sahaya çıkarken Taksim ufukları uğultular halinde inlemişti. Çünkü Ay-Yıldızlı kadroda Fenerbahçeliler de yer almıştılar. Hele İzmir’de sol dizinden sakatlanan ve pek oynayacak durumda olmayan takımın gol kıralı Zeki’nin de, yerine bir başkasının ikamesini ısrarla istemesine rağmen bu meyanda sahada görülmesi ümit ve sevinçleri kat kat arttırmıştı.

    Türk Milli Takımının bu sekizinci maçı İngiliz hakem müteveffa Allen tarafından idare edildi. Zeki’nin isabetli paslarıyla 25’inci dakikada Mehmet ve 62’nci dakikada da Sabih’in ikl golüne Bulgarlar merkez muhacimlerinin ayağından 70’nci dakikada bir golle mukabele ettiklerinden maç 2-1 kazanıldı.

    İşte, yukarıdaki resim birçok hususiyetler taşıyan 30 sene evvelki ilk Türkiye – Bulgaristan maçına başlanmadan bir iki dakika önce alınmıştır. Bu tarihi resimde Milli Takımımız zamanın Federasyon Reisi Yusuf Ziya (Öniş) ile bir arada görülüyor. 30 sene evvelki millî futbol kadromuzu tanımayanlar bugün muhakkak ki pek çoktur. Bu sebepten, tanıtmak her halde faydalı olur.

    Sağ baştan: Merkez muhacim Fenerbahçeli Zeki (Sporel), sol haf Altaylı Hamit, soliç Fenerbahçeli Sabih (Arca), Sağ haf Fenerbahçeli Dr. İsmet (Uluğ), sağ açık Galatasaraylı Mehmet (Leblebi), sol müdafi Galatasaraylı Ali, sağiç Fenerbahçeli Alâeddin (Baydar), solaçık Fenerbahçeli Dr. Bedri (Gürsoy), sağ müdafi Fenerbahçeli Kadri (Göktulga).

    Yerdekiler: Santrhaf Galatasaraylı Nihat (Bekdik), kaleci Altınordulu Nedim (Kaleci)dir.

    Sol baştaki kalpaklı zat Futbol Federasyonu Reisi Galatasaraylı Yusuf Ziya (Öniş) olup elinde bir iki dakika sonra Bulgarlara sunacağı kırmızı ipekten mâmul federasyon bayrağı görülüyor. Bayrağın üzerinde beyaz renkte şu yazı okunmaktadır:

    “Türkiye Futbol Heyeti Müttehidesi, 10 Nisan 1925.”

    (Heyeti müttehide) sözü o senelerde (Federasyon) mânasına kullanılırdı.

    (Gelecek resim ve yazı: Türkiye İdman Cemiyetleri ittifakı zamanında İstanbul mıntıkasındaki bir toplantıya aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 25 Eylül 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXVI

    Canlı Yapraklar – XXVI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXVI” : 1922 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXVI

    İstiklâl harbi ve İstanbul’un işgali devrine rastlayan 1922 yılında, ilk defa olarak, futbolümüzde Milli Takım kurma fikirleri doğmuştu.

    Aynı senenin Mart ayında, spora büyük önem veren gazetelerin başında gelen, (Akşam)ın: «Türk Milli Takımı kimlerden mürekkep olmalıdır?» başlıklı anketi çok alaka çekmiştir. Görülen ve gösterilen alaka Taksim stadyum idaresiyle kulüpler ileri gelenlerini harekete geçirmiş ve 1922 Haziran’ında tecrübe mahiyetinde Milli Takım kadroları teşkiline başlanmıştır.

    Bu gayri resmi Milli Takımların birincisi 15 Haziran 1922’de Taksim stadında Anadolu kulübünden Burhan Felek üstadın hakemliğinde işgal kuvvetlerinden bir İngiliz muhtelitiyle karşılaşmak üzere kuruldu. Zeki ve Nihat’ın birer golüne İngiliz merkez muhacimi cevap verince stad (Zito) ve (Hurra) sesleriyle yerinden oynamış, fakat yine Zeki’nin bir üçüncü golü dâvayı halledip maç 3-1 kazanılmıştı.

    Bu tecrübe maçları 19 Haziran’da yine İngilizler ve 22 Haziran’da Ermeni muhteliti karşısında tekrarlandı ve bunlar da 9-1 ve 5-0 kazanıldı. 9-1’lik maçta o zamanın meşhur Zeki – Alâeddin kombinezonu İngiliz ağlarını delik deşik etmişti.

    Bu 3 tecrübe maçında Milli Takım, halkın büyük sevgisiyle kucaklanmıştır. Millet ve memleketin yaşamakta olduğu elim hadisat bu sevginin fevkaladeliğinde bilhassa müessirdi. Yalnız, takımın muayyen bir forması yoktu. Her maça türlü türlü kulüp formalarıyla çıkılıyordu. Bunun büyük noksanlık teşkil ettiği görüldüğünden 4 üncü tecrübe maçında takıma muayyen bir forma seçildi ve giydirildi. Bu, göğsü kırmızı bantlı beyaz formadır. Yâni, bugünkü Milli Takım forması şeklinde fakat Ay-Yıldız yok.

    İlk defa olarak 2 Temmuz 1922 Pazar günü giyilen bu forma ile 4üncü tecrübe maçı yine İngiliz muhtelitine karşı oynandı. Bu maç, 4 müsabakanın en heyecanlısı oldu. Bilhassa yeni formaya karşı Türk seyircisinin gösterdiği sevgi tezahürleri stadı yerinden oynattı.

    Milli Takım sahaya: Nedim (Altınordu), Cafer (Fenerbahçe), Hasan Kâmil (Fenerbahçe), Ekrem (Anadolu). İsmet (Fenerbahçe), Refik Osman (Fenerbahçe), Emin (Altınordu), Alâeddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Şükrü (Anadolu), Sabih (Fenerbahçe) tertibinde çıkmıştı.

    Yusuf Ziya (Öniş) in idare ettiği bu maçta ilk golü frikikten Refik Osman atmış, Zeki’nin ikinci devredeki pek şiddetli şütlerle yaptığı 3 golden sonra maç 4-0 kazanılmıştı. Müsabakadan sonra muzaffer futbolcularımızın, sahaya dolan halkın omuzları üzerinde ve coşkun tezahürat arasında mükâfat masasına taşınmaları göz yaşartıcı bir heyecan ve sevinç tablosu teşkil etmiştir.

    İşte, yukarıdaki resim o tarihi 2 Temmuz 1922 maçının pek kıymettar bir hâtırasıdır ve maçın iki devresi arasında alınmıştır. O nihayetsiz heyecan ve muazzam zafer gününün bu canlı hâtırası önünde bugün huşu ile eğilmemek kabil mi? Bunu, tam mânasiyle duymak ancak o acı işgal devrini yaşamış olmakla mümkündür.

    İşte, 33 sene evvelki o muazzam günün 11 muzaffer Türk çocuğunu bilmeyenlere tanıtalım:

    Sağ baştan: Alâeddin (Baydar), merhum Emin, Sabih (Arca), Nedim (Kaleci), takım kaptanı Hasan Kâmil (Sporel), Ekrem, Zeki (Sporel), Refik Osman (Top), Dr. İsmet (Uluğ), Cafer (Çağatay) ve nihayet merhum Badi Şükrü.

    Fotoğrafta da görüldüğü üzere, o tarihlerde Taksim stadında henüz tribün yoktu. Seyirci ile futbol sahası arasında mânia da yoktu. Böyle sahada inzibatı ekseriya Darüleytam izcilerinin mükemmelen görür bulunmaları o zamanın seyircisindeki spor duygusu ve intizam mefhumunun bugünkünden daha ileri olduğu mânasına alınsa nasıl olur?!

    (Gelecek resim ve yazı: 30 sene evvel İstanbul’da oynanan ilk Bulgar milli maçına aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 18 Eylül 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXV

    Canlı Yapraklar – XXV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXV” : 1926 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXV

    Mısırlılarla ilk futbol temasımızı Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti 1926 Şubatında Mısır topraklarında yapmıştı. Aynı yılın ağustos ayında ise İskenderiye ve Mısır şampiyonu «El-ittihad» İstanbul’a gelmiş ve takımlarımızla karşılaşmıştır.

    El-ittihad o tarihlerde (Prens Faruk kupası)nı kazanmıştı. 9 oyuncusu beynelmilel olan çok kuvvetli bir kadroya sahipti ve Balkanlarda 13 maçlık büyük bir turneye çıkmıştı.

    Mısır futbolunun hemen hemen en kuvvetli devrinde şampiyon El-ittihad’ın bu Balkan turnesi o zamanlar büyük alâka toplamıştır. Filhakika; kâmilen çikolata renkli Mısırlı futbolcular bugünkü Brezilyalıları andıran futbollarıyla her tarafta seviliyor ve üstelik mağlûbiyet yüzü görmüyorlardı.

    El-ittihad İstanbul’da ilk maçını 20 Ağustos 1926 Cuma günü Taksim stadında müteveffa İngiliz hakem Mister Allen’in idaresinde İstanbul ikincisi Fenerbahçe ile yaptı ve Alâeddin’le Sedat’ın attıkları gollerle 2-1 mağlûp oldu. Fenerbahçe bu maçta bütün tarihinin en parlak oyunlarından birini çıkarmış ve ancak bu sayededir ki çok kuvvetli rakibini yenmeğe muvaffak olmuştu.

    Nitekim aynı El-ittihad’ın iki gün sonra, 22 Ağustos 1926 Pazar günü İstanbul şampiyonu Galatasaray’ı 6-0 yendiğini hatırlatmak bu hususta bir fikir verir.

    El-ittihad, 1926 senesindeki bu Balkan turnesinde ceman 13 maç yaptı. Fenerbahçe kulübü için ne mutlu bir hâtıradır ki 13 rakibin tek galibi olmak şerefini kazanmıştır. 12 maçta galip gelen ve yalnız Fenerbahçe’ye mağlup olan Mısır şampiyonunun idarecileri memleketimizden geçip Mısır’a dönerlerken vapurlarına giden gazetecilere şu beyanatı verdiler:

    “Burada teessüs eden dostluğumuz inşallah Fenerbahçelilerin Mısıra yapacakları seyahatle kuvvetlenecektir. Fenerbahçe’nin davetimizi kabul ve Mısır’ı ziyareti hem bu dostluğun kuvvetlenmesi için bir vesile, hem de Balkan turnesinde yegâne galibimiz olan bu takımdan intikam almak için bir fırsat olacaktır.”

    Fakat bütün davetler gibi Fenerbahçe kulübü, dış temaslara pek mütemayil olmamak hatalı prensibi sebebiyle bir Mısır seyahati yapamadığından –El-ittihadın temennisi tahakkuk etmemiştir.

    İşte, yukarıdaki resim 20 Ağustos 1926’nın o büyük zafer hâtırasını canlandırıyor. Mısır şampiyonu, Taksim stadyumunda maçtan bir kaç dakika önce Fenerbahçelilerle bir aradadır.

    Ortadaki şapkalı, Fenerbahçe’nin o zamanki umumi kaptanı Hasan Kâmil Sporel’dir. Yanındaki fesliler de Mısırlı idarecilerdir. Sol başta şapkasını elinde tutan zat umumi kâtip Muvaffak Menemencioğlu’dur.   Yanında gazeteci Salim Hamdi görülüyor.

    Bu maçın galiplerini seçebiliyor musunuz? Yerde, başında kep olan beyaz fanilalı kaleci Nedim (Kaleci)dir. Onun sağında, sıra ile Cevat, Ulvi, Fayid, Şevki, Bedri, Fazıl… Ayaktakiler de, sol baştan: Kaptan Zeki, Sedat, Alâeddin, Haydar, Firüzan ve Kadri’dirler.

    (Gelecek resim ve yazı, Milli Futbol Takımımızın 33 sene evvelki ilk tecrübe maçlarından bir hâtıradır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 11 Eylül 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXIV

    Canlı Yapraklar – XXIV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIV” : 1927 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXIV

    Slavya galibiyetlerinden sonra Bulgar Futbol Federasyonu, Türk Futbol Federasyonuna müracaatla evvelâ Sofya, sonra da İstanbul’da oynanmak üzere iki milli maç teklif etmişti. O tarihe kadar Bulgarlar ile yalnız bir milli maç yapmış bulunuyorduk. 10 Nisan 1925 te Taksim stadyumunda oynanan bu maçı Milli Takımımız 2-1 kazanmıştı.

    Bulgarların teklifini kabul eden Federasyonumuz hemen kadroyu tespit etti ve 15 Temmuz 1927’de başkan Muvaffak Menemencioğlu ve âza Şeref merhum idaresinde Sofya’ya hareket edildi. Bir gecelik istirahatten sonra 17 Temmuz günü: “Ulvi, Kadri, Burhan, Kemal, Nihat, Sadi, merhum Cevat, Mehmet, Alâeddin, Zeki, Lâtif ve Kemal Faruki” tertibindeki kadromuz Süleymaniyeli Lâtif’in 2 ve 5inci dakikalardaki golleriyle bidayette 2-0 üstünlük sağladığı maçtan 3-3 beraberlikle çıktı.

    Birkaç noksanlığa rağmen, yine de kuvvetli kadromuzun bu beraberliği bir muvaffakiyet sayılamazdı. Çünkü o tarihlerde futbolumuz fevkalâde kıymetli elemanlarıyla çok kudretli bir devrini yaşıyordu.

    Bu beraberlik maçından iki gün sonra, yâni 19 Temmuz 1927 salı günü Sofya’da Bulgar Milli Takımı ile bir maç daha yapıldı. Fakat bu defaki karşılaşmada takımların adları değiştirildi. (Milli) yerine (Muhtelit) denildi. Fakat yine iki gün önceki formalar giyildi.

    Birinci maçın hakemi Macar Vizeynik idaresindeki bu karşılaşmaya Türk muhteliti: Fehmi, Kadri, Hüsnü merhum, Cevat, Sadi merhum, Burhan, Hayati, Alâeddin, Zeki, Şükrü Erkuş ve Nevzat Usberg tertibinde çıktı.

    Görülüyor ki, iki gün önce berabere kalan takımda 6 Galatasaraylı varken bu kadroda hiç yoktur. Bunun sebebi (Viyana’nın Sloven takımı ilk maçını Galatasaray’la oynamak üzere İstanbul’a geldiğinden) G. Saraylı futbolcuların memlekete dönmüş olmalarıdır.

    Böylece, bu seferki takım yedisi Fenerli, üçü Beşiktaşlı ve biri de Beykozlu olarak tertiplenmişti. Bulgaristan muhtelitinin (1) golüne karşı Zeki ve Nevzat’ın golleriyle bu maçı 2-1 kazandık.

    İşte, yukarıdaki resim 28 sene evvel 19 Temmuz 1927 de Bulgar muhtelitini Sofya’da yenen Türk muhtelitini maçtan bir kaç dakika önce gösteriyor.

    Sağ baştaki zat Macar hakem Vizeynik’tir.

    Yanında uzun boyu ile federasyon âzası Beşiktaşlı Şeref merhumu görüyorsunuz.

    Beyaz pantolonlu zat da federasyon başkan Fenerbahçeli Muvaffak Menemencioğlu’dur.

    Sonra futbolcuları görüyoruz: Kadri, Beykozlu Burhan (hâlen Kudüs Başkonsolosu), Sadi merhum, Alâeddin, Beşiktaşlı Şükrü Erkuş ve Hayati, Nevzat, Cevat.

    Yerdekiler de Kalecilerimiz Nedim ile Fehmi ve Beşiktaşlı Hüsnü merhumdur. Sol başta eğilmek için pantolonunun dizlerini çeken elbiseli genç Süleymaniyeli Lâtif’tir.

    İyice dikkat edilince merhum Sadi ile Alâeddin arasında, başının yalnız sol tarafı görülebilen bir genç daha fark olunuyor. Sağ elini Şükrü Erkuş’un sol omuzuna dayamıştır. Daima mütevazı olan ve bu haliyle de şöhret ve sevgisini arttıran bu genç Fenerbahçe ve Milli Takımın meşhur kaptanı ve gol kıralı Zeki Sporel’dir.

    Nevzat ile Cevat arasında gülümseyen zatı biz Vamık Gezen’e benzettik. (Gezen) in vaktiyle de pek akıllıca bir hareketle, bu gibi gezmeleri kaçırmadığını hesaba katarak…

    (Gelecek resim ve yazı: Türkiyeye gelen ilk Mısır takımı (Elittihad) in 29 sene evvelki ziyaretine aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 4 Eylül 1954 – Akşam Gazetesi

  • Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Slavyalılar Şehrimizde İken

    12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.

    Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.

    Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.

    Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?

    Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.

    13 Temmuz Cuma

    Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.

    Slavya 7 – 0 Galatasaray

    Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.

    Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.

    Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.

    İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.

    Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim

    Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.                

    Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır.  Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.

    Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.

    Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.

    Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.

    Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    14 Temmuz Cumartesi                

    Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.

    Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.

    (Yemek Listesi) Slavya Çorbası, Mayonezli Levrek Balığı Fileto (Tezyin edilmiş), Elmalı Strudel, Piyaz, Dondurma, Meyve, Kahve.

    Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.

    Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.

    Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.

    Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat                

    Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.

    8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.

    Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler                

    Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    15 Temmuz Pazar                

    Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.

    Slavya 7 – 0 Altınordu                

    Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.

    İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.

    Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.

    16 Temmuz Pazartesi                

    Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.

    Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.

    Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.

    17 Temmuz Salı                

    Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.

    Fenerbahçe 1 – 10 Slavya                

    Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.

    Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.

    Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.

    Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.

    İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.

    Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.

    18 Temmuz Çarşamba                

    Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.

    Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya                

    Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.

    Nedim – Cafer, Tevfik – Feyzi, Nihat, İbrahim – Bedri, Sabih, Zeki, Alaaddin, Emin

    Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.                

    Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.

    Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.

    Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.

    (Yemek Listesi) Çorba, Börek, Havyarlı Levrek, Kuzu Fırını, Piliçli Pilav, Kayısı Tatlısı, Meyve, Dondurma, Ayran, Kahve

    Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”

    Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar                

    Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”

    19 Temmuz Perşembe                

    Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.

    Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.

    Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz

    • Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
    • Pek nazik…
    • Altınordu’yu?
    • Mukavim ve şiddetli…
    • Fenerbahçe’yi?
    • Çok mahir…
    • Muhtelit takımı?
    • Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.

    Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı

    “Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:

    • “Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.

    Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:

    • “Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.

    Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:

    • “İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”

    Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.

    • “Ha, şöyle!” dedi.

    Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!

    • “Bugün ‘Çapek’ çok fena, çok!” dedi. “Öyle fena ‘şut’lar çekiyor ki”

    Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:

    • “Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”

    Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:

    • “Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
    • “Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
    • “Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
    • “Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
    • “Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”

    Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.

    F. Hüsnü

  • YKB Arşivinde Fenerbahçe

    YKB Arşivinde Fenerbahçe

    Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yapı Kredi Bankası Arşivinde Fenerbahçe

    Yapı Kredi Bankası arşivinde Kadıköy ve Fenerbahçe fotoğraflarından bir seçme
  • Çamurlu Yuvarlak Bir Şey

    Çamurlu Yuvarlak Bir Şey

    Fenerbahçe ile Altınordu, bir zamanların iki ezeli rakibi, 12 Aralık 1919 Cuma günü karşı karşıya gelmişler. Spor Âlemi dergisinde maçı yazan (muhtemelen Çelebizade Sait Tevfik Bey) topun aldığı hali “çamurlu yuvarlak bir şey” olarak anlatmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Birinci Küme

    12 Kanunievvel 335

    Altınordu 3 – 2 Fenerbahçe

    Bu oyun lig maçlarının en galeyanlısı ve en meraklısıdır. Çünkü birçok seneden beri bu iki rakip kulüp arasındaki oyunlar ya kavga ile neticeleniyor veyahut berabere kalıyorlardı, bugünkü maçta ise Altınordulular lig maçında oynatılmamasına karar verilmiş olan Hasan Bey’i bulundurduklarından bilmem acaba bu oyun da makbul addolunacak mıdır?

    Mahaza maçın tarz-ı cereyanını izah edelim: Hakem Sedat Bey idi. Muvaffakiyeti şayan-ı takdirdir.

    Takımlar hemen her iki kulübün en iyi oyuncularından terekküb ediyorsa da hepsi bir seviyede bulunmuyordu. Bu oyunda Altınordu’nun sağ ve Fenerlilerin de sol tarafı iyi ilerliyordu.

    (Oyun) başlangıcında gevşek olmakla beraber meraklı cereyan etti. Gerek Fenerliler ve gerek Altınordulular birbirlerini epeyce kurcalamaya başladılar. Fakat Altınordu müdafaası topu gayet iyi vurduklarından muhacimlere hemen muavinlerin yardımına ihtiyaç hissettirmeden yolluyorlardı. Tabii buna muavinler de inzimam ederek daha ziyade takviye ediyordu.

    Fenerlilerin müdafaa hattı kuvvetsiz idi. Muavinler çok gayret ediyor, yalnız İsmet Bey pek iyi oyuncu olmakla beraber asabiyeti dolayısıyla ziyade çalım yapıyor ve bundan dolayı bazı mühim sıralarda topu hasmına veriyordu.

    Fenerliler ilk partide sol tarafta verilen iyi bir pas ile kaptan Zeki Bey tarafından ilk sayı yapıldı, fakat Altınordulular da pek az sonra kale önünde karışıklık esnasında Hasan Bey’in kafasıyla topun rüzgar tesiriyle bir kısmı kaleye dâhil olması hakem tarafından gol addedilerek bir sayı mukabil taraf da yaptı. Ve birinci kısım hitam buldu.

    İkinci partide Fenerliler hücuma başladılar ve epeyce oyun şiddetini tezyid etmişti. Bu sırada uzun havaleli bir top ufak bir çalımla müdafileri geçilerek Fenerlilerden Alaaddin Bey tarafından gayet mühim ikinci sayı dahi yapıldı.

    Bundan sonra Altınordulular ziyade gayret etmesine mukabil Fenerliler de müdafaasını kuvvetlendirmek lazım gelirken bilakis daha açarak fazla sayı yapmak hevesine düştü ve zaten uzun vurulamayan top çamurlar arasında sürünmeye başlandı.

    Korner hattından çekilen toplar hep bu karışıklık esnasında içeriye atıldı. Ve şu suretle galibiyet Fener’de iken ikinci ve üçüncü sayıların yapılmasıyla diğer tarafa teveccüh etti.

    Artık hava kararmaya başlamıştı ve her iki taraf da yorgun bacaklarını çamurlu yuvarlak bir şeyin üzerinde hareket ettirmeye çabalıyorlardı.

    Neticede ikiye karşı üç ile oyun neticelendi.

    Bu maçta en iyi oynayan Fener’den Feyzi Bey’le her iki kulüpten Refik Bey’lerdir.

    Spor Âlemi – Numara:4


    Fotoğraflar: Spor Âlemi dergisinde Fenerbahçe’den Refik Kuntol, Altınordu’dan Refik Osman Top, Fenerbahçe’den Baron Feyzi ve Fenerbahçe’den İsmet Uluğ.

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Dört Sene Sonra

    Dört Sene Sonra

    Fenerbahçe, 12 Haziran 1925 tarihinde 1-0 kazandığı derbi maçından sonra, Galatasaray’a karşı 8 maç yapmış ve bunlardan hiçbirini kazanamamıştı. Dört sene sonra 29 Kasım 1929 tarihinde oynanan karşılaşma, Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erince gazetelerde aşağıdaki yazılar çıktı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Galip!

    Fenerbahçe seyircilerin sevinç tezahürleri arasında Galatasaray’ı yendi.

    Tahmin ettiğimiz gibi, binlerce meraklıdan mürekkep kesif bir seyirci kütlesinin sevinç tezahürleri arasında, Fenerbahçe, Galatasaray’ı dün yendi.

    Galip bu galibiyeti, mağlup da bu mağlubiyeti, hakikaten hak etmişlerdi.

    Kabul etmek lazımdır ki son seneler zarfında birçok ecnebi takımları yenerek milli heyecanımızı yüksek bir şekilde temin eden Fenerbahçe, hayrete şayan bir aksilik, bir talihsizlikle bütün o ecnebi takımlara yenilen bir takıma, Galatasaray’a mağlup oluyor, yendiği maçları bile yeniliyordu.

    Fenerbahçe’ye nazaran daha zayıf bir vaziyette olan Vefa, Beykoz gibi takımlar karşısında yakasını güç kurtaran Galatasaray’ın, Fenerbahçe karşısında garip bir istihaleye uğramış gibi, böyle galip çıkagelmesinin yegane hikmeti, Galatasaray’ın “Azmü iman!” namını verdiği ve faul üzerine müesses bir nevi haşin oyun sisteminin bütün bir maçın cereyanına hakim kılınmasından ileri gelmekte idi. “Oyunla yenilmeyeni, zorla yenmek!” işte sistem bu idi ve insaf ile kabul etmek lazımdır ki sistem, meşhur Mehmet Nazif’in ayağı kurban verilinceye kadar da muvaffakiyetle tatbik edildi. Oyun başladıktan beş on dakika sonra asabi bir hava içinde karşı taraf korkutulacak, çarpılacak, devrilecek, yuvarlanacak ve garip bir tempo ile teganni edilen o meşhur:

    “Ha! Ha! Ha!”

    “Hi! Hi! Hi!”

    “Ho! Ho! Ho!”dan mürekkep tribün musikisi arasında, bir nevi heyamola ile galip gelinecekti. Bu sistem, zavallı Mehmet Nazif’in ayağına mal olduktan sonra ve bilhassa arslanlar ihtiyarlayarak şuraya buraya koşmalarının oyun üzerinde artık müessir olmaması üzerine, iflas etti. Fenerlilerin dünkü galebesi bundan ileri gelmiştir.

    Esasen kaç senedir galip gelmesi lazım gelen Fenerbahçe, bu maçı behemehâl kazanmak için, 3 aydan beri çok muntazam bir antrenmana tabi tutulmakta idi. Zeki’nin, Alaaddin’in, Kadri’nin, Sadi’nin, Cevad’ın, Füruzan’ın, bütün Fenerbahçe’nin dünkü hakimane oyunun, bunun eseri ve dünkü büyük maçın her Fenerbahçeliyi candan memnun ve tatmin eden kati bir galibiyetle bitmesi de yine her şeyden evvel bu çalışmanın neticesidir.

    (…) Oyunun bitmesine 13 dakika kalmıştı. “Man dakka, dukka!” kabilinden, Fenerbahçe, bu sefer kör talihi behemehâl patlatmak için vaktiyle Mehmet Nazif’in yaptığı gibi, ayağına geçirdiği toplardan bir kısmını taca havale eyledi. Bu da pek fena bir mukabele değildi. Her halde fazileti terbiyetkarisi muhakkak olmak lazım gelirdi.

    Nihayet çok vakur ve centilmen Fenerbahçe, haklı bir galibiyetin gururu ve neşesi içinde kendisini sevenlerin omuzları üzerinde sahayı zaferle terk etti. Ve “Ha! Ha! Ha!” “Hi! Hi! Hi!” “Ho! Ho! Ho!”cular da sustu. Anlaşılan musiki heyecanı gönüllerinden uçmuştu!

    Sarı kırmızılı arkadaşlara ve bu renge boyananlara Allah başka keder vermesin!

    1 Aralık 1929 – İkdam Gazetesi


    Maçtan Sonra

    Fenerbahçe Galatasaray’ı yendi… Evvelki akşamla dünkü günün her yerde duyulan bahsi, lakırdısı bu idi. Belki bugün de odur. Bizim matbaada bu zafer duyulunca sermürettip muavinlerinden Şahin Hayri Efendi bütün muharrirlere birer çay ısmarladı. Dehşetli sevinç içinde idi. Bahriahmere seyahat yazısında ismi geçen ve bizim patronların hanedanına mensup olan Rasim Daver Bey’e bir taziyet mektubu yazdı; bize de imzalattı. Akşam, vapurda stadyumdan sonra meyhaneye de uğramasını ihmal etmemiş olan iki genç konuşuyordu:

    • Fena yenildik be yahu!
    • Seyircilerin içinde Galatasaraylı bir kız vardı; ikinci haftaymın sonunda, az kaldı, bayılıyordu.

    Hamdolsun gece rüyamda ne maç seyrettim, ne de lakırdısını dinledim. Lakin sabahleyin acısı çıktı. Vapuru dolduran kalabalık içinde galiba benden başka maç lakırdısı etmeyen yoktu.

    • Nasıl çıktığımı bilmiyorum. Yanımda oturan kız Fenerli idi. Bizim taraf mağlup olunca bir daha kendisine görünemedim.

    Bir başka ses:

    • Şu Vakit gazetesi Fenerli galiba. Serlevhalarında kulüplerin renklerini göstermiş. Fener üstte, Galatasaray altta.

    Gazetecileri iyice tanıdığı anlaşılan bir delikanlı:

    • İkdam çıksaydı, Ali Naci Bey bu zaferi nasıl yazardı, görürdünüz! Diyordu.

    Nihayet köprüye geldik. Uğradığım berber dükkânında gene aynı bahis:

    • Kalecinin üzerine bir atılış atıldılar ki çocuk, az kaldı, boğuluyordu.
    • Ayol, futbol oynarken o hırs arasında kim kimi düşünür? Nihat’ın bacağından kanlar sızıyordu da kimse aldırmıyordu.
    • Azizim “Yaşa”, “Bravo!” diye haykırmaktan sesim kısıldı.

    Tramvayda da aynı bahis duyuluyordu. Demek ki yalnız zenginin parası züğürdün çenesini yormuyor. Sporcunun oyunu da sporcu olmayanın çenesini yoruyormuş.

    1 Aralık 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

  • Canlı Yapraklar – XXIII

    Canlı Yapraklar – XXIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIII” : 1926 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXIII

    1925 te Slâvya’ya karşı muzaffer olan Türk futbolu Mısır’da da hayranlık uyandırmış ve bir futbol takımımızın Mısırı ziyareti çok istenmişti.

    İstiklâl savaşımızı takip eden senelerde Mısır zengini ve fakiriyle memleketimize karşı derin sevgiler beslemekte idi. Elçimiz, İstiklâl harbi kolordu kumandanlarından Muhiddin Paşa merhumun da bu sahadaki müspet rolü büyüktü.

    Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti Kahire’nin Kürretülkadem kulübüyle mutabık kalıp Şubat 1926’da Fezara vapuruyla Mısır’a gitti. 4 hafta süren bu seyahatte 6 maç yaptı… İskenderun muhteliti ile (1-1) berabere kalan Kahire muhtelitine 3-0 ve rövanşta İskenderun muhtelitine 2-1 mağlup olan takımımız Kahire muhtelitiyle yaptığı rövanş maçında 2-2 berabere kalmış, son Portsait ve Mısır muhteliti maçlarını da 5-1 ve 2-1 kazanmıştı.

    Görülüyor ki netice iki taraf için müsavidir. Ancak Mısırlılar gençlerimizi üstat birer futbolcu olarak değil, fakat bir husumet cihadını alt etmiş kahraman- bir İslâm milletinin mümessilleri olarak gördüklerinden bağırlarına basmışlardı. Sayısı mahdut olan zengin tabaka hususi otomobillerini gençlerimizin emirlerine tahsis etmeği bir şeref sayar ve bunun için birbirleriyle yarış ederlerken, yüzde 99’u teşkil eden fakir tabaka da onları birer kahraman mücahit gibi elleri üstünde taşımış, her birini “Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kâzım Paşa!…” gibi isimlerle anmış ve alkışlamışlardı Hele 2 Mart 1926 akşamı Mısır futbol federasyonunun verdiği muazzam ziyafette yaşanan o candan sahneleri tasvir güçtür. Birçok Mısırlı hatipler Türk inkılâbı ve Gazi Mustafa Kemal için takdir ve hayranlıklarını pek coşkun şekillerde izhar etmişler, memleketimizin refah ve kudretine dualar ve sporcularımıza da altın madalyalar hediye eylemişlerdi.

    Kahire’deki Rejina Palace otelinin önü günlerce, sabah akşam ve geceleri tezahürat içinde inlemişti. 15 Türk futbolcusu Mısır’ı sanki içeriden fethetmişlerdi.

    Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti bu seyahate yeknesak kıyafetle çıkmıştı. Sarı parlak düğmeli lâcivert renkte ceket ve gri pantolon giymişlerdi. Formaları ise beyazdı. Fakat solda, kalp üzerinde kırmızı yuvarlak içinde beyaz ay – yıldız vardı. Bu kıyafetleriyle de halk üzerinde fevkalâde intiba bırakmışlardı Takım sahalara çıkarken ay – yıldızı gören seyircilerdeki heyecan zapt olunmaz bir hal alırdı.

    Mısırlılarla bu ilk teması diğerleri takip ettiler. Fakat temaslar ilerledikçe esefle göze çarpan nokta Mısır halkında memleketimize olan sevginin yavaş yavaş zeval buluşudur. Bunun ilk sebeplerini Mısır’ın sabık devlet adamlarındaki memleketimize karşı duyulan kıskançlık hisleriyle, meydanı boş bulan Komünizmin fakir halk kitlelerine süratle nüfuz edişinde aramak gerekir. Temennimiz, durumun bugünkü inkılâpçılar elinde salâh bulması ve iki millet arasındaki tarihi ve manevi bunca rabıtaların basit hislere feda edilişine artık son verilmesidir.

    İşte; yukarıdaki resim Mısır’la ilk futbol temasımıza ait olup 19 Şubat 1926 Cuma günü Kahire’de Kahire muhteliti ile karşılaşan Fenerbahçe – Galatasaray muhtelitini maçtan önce gösteriyor.

    Sağdaki 4 fesliden 3’u Mısırlıdır. Öndeki pardösülü fesli ise Mısırlı değildir. Bilâkis, bu seyahatin organizatörü Türk ve Galatasaraylı Vamık (Gezen)dir. Mumaileyh, Mısır ve Mısırlılarla yakın alâkası dolayısıyla, orada fesle gezmeyi ahbaplarına karşı cemile sayıp tercih etmişti.

    Şapkalılardan birincisi sol açık Bedri, ikincisi Fenerbahçeli gazeteci Çelebizade Sait merhum, kasketli de kafile ve Galatasaray antrenörü Billi Hanter’dir. Sonra futbolcuları görüyorsunuz.

    Sıra ile: (Ye Mehmet) lakabıyla maruf Galatasaray müdafii Mehmet Nazif, kaleci Ulvi, müdafi Kadri, kaleci Nedim ve Kemal Faruki. Ortadakiler Hayri, Nihat, Kemal Rıfat. Oturanlar da bu maçtaki forvet hattıdır: Muslih, Sabih, Zeki, Alâeddin; Mehmet…

    Resimde kafileden 3 kişi noksandır. Bunlar futbolcu Cevat’la Fenerbahçeli idareci umumi kâtip Ali Naci (Karacan) ve Galatasaraylı idareci Sedat Rıza merhumdur.

    (Gelecek resim ve yazı; 28 sene evvel Sofya’da oynanan bir Türkiye – Bulgaristan milli maçına aittir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 21 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi