Etiket: Alex De Souza

  • Yaşar Mumcu Röportajı

    Yaşar Mumcu Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Yaşar Mumcu röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe, Hep Fenerbahçe

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Yaşar Bey?

    1942 senesinde Trabzon’un Akçaabat ilçesinde bir Fenerbahçeli olarak dünyaya geldim.

    Ortaokul çağlarında herkes gibi ben de mahalle arasında top oynayarak vakit geçirdim.

    Liseye başladığım sene Akçaabat Sebatspor’ da yavaş yavaş antrenmanlara çıkmaya ve kadroya girmeye başladım. Futbol hayatımız başladı. Lise iki, lise üçüncü sınıfta Sebatspor’da oynuyordum.

    Orada üç sene oynadıktan sonra Ankara PTTSpor’a transferim gerçekleşti, orda da iki sene oynadıktan sonra 1965 yılında Fenerbahçe’ye transferim gerçekleşti.

    Yıl 1965 ve renklerine âşık olduğum takıma transferim gerçekleşmişti. Bu arada PTT’de oynarken milli takıma çağrılan tek oyuncu bendim. 

    Transferinizin gerçekleşmesinde kimler rol oynadı?

    O sene Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe beni istiyordu. Ben küçüklüğümden beri Fenerbahçeli olduğumdan bu tarafa meyil oldu.

    Fenerbahçe, kulübüme de çok ısrarcı oldu. PTT’nin 200.000 Lira borcu vardı. Benim de mukavelem vardı. “Bu parayı bize verirseniz biz de Yaşar’ı size veririz.” dediler.

    O zamanın Başkanı İsmet Uluğ; ikinci başkansa Faruk Ilgaz’dı. Geldiler, ben de o sırada tatildeydim. Dönüşte bir baktık havaalanı ana baba günü… Bütün Fenerbahçeliler, gazeteciler, yöneticiler hepsi orada, hemen otele gittik, mukaveleyi yaptık.

    Böylece İstanbul’a geldim. O yıl takıma PTT’den Ercan Aktuna ile birlikte geldik. Bir sene önce de Ziya ve Şükrü gelmişlerdi. Kaleci Ali, Özcan ve Selim vardı. Biz de Şükrü, Ali İhsan ve Ercan beraberce Kurbağalıdere’de bir bekâr evinde kalıyorduk.

    Bir sene orada kaldık sonra Şükrü ile bir sene Bahariye’de oturduk. Daha sonra da Şaşkınbakkal’a geldik. Şükrü Birant da evlenip gidince ben orada İstanbulspor’a geçen Bülent diye bir arkadaşımız vardı, onunla kaldım. Sonra askerlik, evlilik derken 1973 yılına kadar oynadım.

    Aklınıza gelen hoş bir anı var mı bu dönemi dair…

    Ankara’da Emin Cankurtaran ve Faruk Ilgaz’la mukaveleyi yaptık, parayı da Emin Ağabey otelde sayıyor. Hepsi 500’ lük…

    Eve geldim, yattık. Ertesi gün paralar cebimde uçağa bindik. Kulüpte gazeteciler karşıladı. Top sektirme falan var. Formaları giydim, paraları pantolonun cebinde soyunma odasına bıraktım. Aklım soyunma odasında, kapılar emniyetli değil.

    Eyüp Ağabey, “Ne oluyor, Yaşar nedir bu telaş?” dediğinde “Eyüp Ağabey aldığım paralar cebimde aklım orda” dediğimde nasıl güldüğünü unutamam. Resimler çekildi de, hemen bankaya gittik.

    Kaç maç, kaç gol?

    Aşağı yukarı 275 maç ve 75 gol…

    Fenerbahçe’den 1973 yılında ayrıldığınızda başka bir takımda oynadınız mı?

    Askerden sonra iki sene de Sakaryaspor’da oynadım, sonra futbol hayatımı noktaladım.

    Ticaret hayatına atıldım, önce plastik işiyle uğraştım, arkasından ham madde işiyle uğraştım.

    Bir oğlum, bir kızım var. 10 senedir de emeklilik yaşıyoruz. Tüm zamanım kulüpte geçiyor. Faruk Ilgaz Tesislerindeyiz. Briç oynuyorum.

    Bugün baktığınızda futbol oyuncuları kulübümüzde çok geniş imkânlara sahip, siz geçmişe döndüğünüzde en büyük zorluk sizce neydi?

    Zorlukların en başında benim için ayakkabılar geliyordu. Ayakkabılar güzel değildi; toprak sahalarda oynadığımız için kramponların altındaki çivilerin ayağımızın altına battığını çok iyi hatırlıyorum. Maç bitiyor, bizim ayaklarımız kanıyordu.

    Bir tane ayakkabımız, bir tane formamız, bir tane eşofmanımız vardı. Bunlar her maçtan sonra yıkanıyor, ertesi gün aynı şeyi giyiyorduk. Şimdi on tane forma var. Terledin çıkar, bir diğerini giy, seyirciye at, her maça başka bir forma düşüyor. Doğal olarak o günkü şartlarda biz bunları göremedik. Devre arasında bile forma değişiyor şimdi.

    Sahalar çok kötüydü. Ankara’da, Eskişehir’deki sahalar çimdi. İstanbul’da Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray, Yeşildirek, Sarıyer ve İstanbulspor oynuyordu fakat sahalar kötüydü.

    Hem cumartesi hem pazar oynuyorduk. Oyuncu değişikliği yoktu, sakatlansan bile o maçı bitirmeliydin.

    Şimdi malzemeler, sahalar, toplar süper. Bizim toplar 3,5 kilo diyelim yağmuru yediği zaman 4,5 5 kiloya ulaşıyordu. İstediğin hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyordun.

    Örnek aldığınız futbolcu kimdi?

    Can Bartu’ya hayrandım. Bir de Naci Erdem’in son seneleriydi. Onlar büyüktü biz çocuk sayılırdık onların yanında.

    Futbol yaşamınızda sizi etkileyen bir anıyı bizimle paylaşır mısınız?

    Milli takımda Portekiz’le oynuyorduk. Maçta sol açığa koydular beni. Aşağıdan ayaklarım titriyor sahanın ortasına gidemiyordum. Bunu hiç unutmam.

    Kaç kez milli formayı giydiniz?

    O yıllarda milli takım maçları çok değildi. Yedi kez milli forma giydim.

    1968 yılı kupalarla dolu bir yılımızdı. 1967-68 senesinde Lig Şampiyonluğu, Türkiye Kupası, TSYD, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Kupası maçlarını kazanarak 5 kupayı birden aldık. Bir de Balkan Kupası. Bu başarılar yakalanırken siz de takımdaydınız…

    1968 gerçekten en başarılı yılımız Balkan Kupası maçlarında hem sağda hem solda oynuyorum fakat orta uç’a koydular beni “Allah Allah” dedim. 3 gol attım 3-0 aldık.

    Bir sonraki maçlarda Romen ve Bulgarlarla oynadık. O maçta da 3-1 yendik, ben de attım. Çok renkli bir yıl olarak futbol tarihine geçti.

    UEFA Kupası’nda ilk golü siz attınız ve bunu UEFA yetkililerinin 38 yıl sonra sizi kura çekimleri için davet ettiklerinde öğrendiniz. Türkiye için yine gurur verici bir olay oldu. UEFA Kupası’nın 1971 yılında oynanan bu ilk maçında atılan gol İngiltere’nin “Biz attık” itirazlarına rağmen sizin ve ülkemizin onur kaynağı oldu. Biraz anlatabilir misiniz?

    14 Eylül 1971 tarihinde İstanbul Dolmabahçe Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Ferencvaroş maçında atmış olduğum bu golün UEFA Kupası tarihinin en önemli golü olduğunu ben de 38 yıl sonra tüm Türkiye ile birden öğrendim.

    1971-72 sezonundan itibaren tüm takımların katılabildiği bir statüye kavuşan UEFA Kupası’nda atılan ilk golüymüş.

    Fenerbahçe-Ferencvaroş olarak kura çektik. Maç 1- 1 bitmişti. O golün tarihe geçeceğini bilemezdim. Her ne kadar UEFA Kupası’nın ilk golü benden gelse de bunda Fenerbahçe’nin payı çok büyük.

    Kulüpten Serkan Acar beni aradı. UEFA’dan sana mektup var dediğinde merak etmiştim. Yanına gittim, anlattı. Meğer UEFA tarihindeki ilk golü ben atmışım. Monaco uçak biletlerimizi first class aldılar, deniz manzaralı odalar, kapıda arabalar… Futbol oynarken görmediğim itibarı o günlerde gördüm. Bizim zamanımızda öyle lüksler yoktu tabii.

    Fenerbahçe Televizyonu’nun eski çalışanlarından Yusuf Kenan tercüman olarak yanımdaydı. Sonra kuraları çektik, bir de ödül verdiler. UEFA Başkanı Platini’nin verdiği akşam yemeğine katıldım.

    Bana ‘Bizi kırmayıp buraya kadar geldiğiniz için çok teşekkür ederim.’ dedi.

    Ben de ona ‘Beni hatırlayıp davet ettiğiniz için çok mutluyum’ dedim.

    Sonra söz Fenerbahçe’den açılınca Platini “Fenerbahçe, hep Fenerbahçe” diyerek elimi sıktı. Bu benim için unutulmaz bir andı.

    Şimdiki Fenerbahçe Spor Kulübü’nü nasıl buluyorsunuz, maçları seyretmeye stadımıza gelebiliyor musunuz?

    Gelişimler her şey acayip, dört dörtlük bir stat, her şey yüzde yüz farklı. Sevdiğim oyuncular… Özellikle Alex.

    Her maça geliyorum, maç seyretmeye bayılıyorum. Eskiden Şeref Tribünü’nün sağından seyrediyordum. Şimdi yine öyle bir yer var oradan seyrediyoruz.

    Sanki biz oynuyoruz gibi eve nasıl yorgun geliyorum anlatamam. Geçen sene yapılan olayların ise tümden haksızlık olduğunu düşünüyorum.

    Taraftarımıza ne mesajınız var?

    Yuhalanma olduğunda dağılıyordum. Sanki kulağımın dibinde söylüyorlar gibi etkiliyordu bazen.

    Alex yuhalandığında Başkanımız Aziz Yıldırım’ın olgunluğunu unutamam, başkan kalktı ve alkışladı tüm millet sustu.

    Alex’in başkana olan sevgisi, varlığı arttı. Tek isteğim oyuncuları yuhalamasınlar, sabırlı olsunlar, sakin olsunlar, sezonu beklesinler, anlık tepkiler çok kötü.

    Eski sporcular olarak beklentileriniz neler?

    Başkanımız elinden geldiği kadar yakınlık gösteriyor, ihtiyacı olanlara yardım ediyor, ben memnunum. Huzur evi de yapılırsa tam olur.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • İbrahim Kutluay Röportajı

    İbrahim Kutluay Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Cemil Turan röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Doğuştan Fenerbahçeli

    Biz aramızda  “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz İbrahim Bey?

    Doğru ben de ailem vasıtasıyla doğuştan Fenerbahçeli oldum. Zaten babam da çok koyu bir Fenerbahçeli. Böylece doğduğumdan beri kendimi Fenerbahçe camiası içinde buldum. Tabii daha sonra spor hayatıma Fenerbahçe’de başlamak da benim Fenerbahçeliliğimi perçinledi.

    Giymekten en çok keyif aldığınız forma Fenerbahçe formasıydı. Şimdi neler hissediyorsunuz?

    Çocuk yaşlarda öncelikle çok iyi bir sporcu olmanın hayalini kurardım. Fenerbahçeli olduğum için Fenerbahçe forması altında iyi bir sporcu olmak en büyük hayalimdi. Spor hayatıma önce futbolla başladım. Sonra futbolun şartları ağır gelince basketbola başladım. Basketbolu ilk zamanlar yadırgasam da Fenerbahçe’nin altyapısında basketbol hayatıma başladım. Ve 14 sene içinde küçük, yıldız, genç ve A takımına kadar yükseldim. Fenerbahçe forması giyip Fenerbahçe taraftarının önüne çıktığım anda önce çok heyecanlandım sonra inanılmaz keyif aldım, çok mutlu oldum. Bu formayı giyip, başarılar kazanmak beni çok mutlu etti. En büyük hedeflerimden bir tanesine daha ulaşmış oldum.

    Fenerbahçe Spor Kulübü ile ilgili değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

    Kulübümüz, 20 sene önceye baktığım zaman; ben basketbola başladığım yılları ve bu zamanı kıyasladığımda inanılmaz derecede gelişmiş, dünya standartlarında kurumsallaşmış olarak görüyorum. Gerek muhteşem stadımız, gerek Feneriumlar, gerek sportif anlamdaki başarılar Fenerbahçe Spor Kulübü’nün nerelerden nerelere geldiğinin en büyük göstergesi. Kulüp, yapı olarak bence Avrupa’da bir çok takımda bulunmayan şartlara sahip. Dolayısıyla hem bizlerin sporcu olarak, hem de taraftarlarımız bundan gurur duymamız gerekiyor. Ve buna her zaman sonuna kadar sahip çıkmamız gerekiyor.

    Siz ve sizler gibi başarı sporcular sayesinde basketbol günümüzde daha çok seviliyor. Bu sene için taraftardan beklentileriniz?

    Fenerbahçe taraftarı zaten dünyanın en büyük taraftarları arasında dünyanın en ateşli taraftarı. Takımına her zaman sahip çıkan taraftarlar olduğu için ben ve takım arkadaşlarım onların her zaman kalbinde olduğumuzdan basketbol takımını sonuna kadar destekleyeceklerdir. Bu sene çok geniş bir kadro oluşturuldu. 100. yılda hem Türkiye’de hem de Avrupa’da başarı bekleniyor. Başarının sadece bizlerin çalışması ile değil, taraftarın da desteği ile olacağını, onlar bizden çok daha iyi biliyor. Ben onların bizlere sonuna kadar destek olacağına inanıyorum. 100. yılda bu mutluluğu hep birlikte yaşayacağız.

    Takım kaptanlığı yapıyorsunuz. Yendiğinizde veya yenildiğinizde takımınızı nasıl motive edersiniz?

    Bulunduğum her takımda kaptanlık yaptım. Tabii kaptanlık yapmak daha büyük sorumluluklar getiriyor. Galibiyetten sonra olayın keyfini çıkarıyorsunuz ama mağlubiyetten sonra diğer arkadaşlardan daha fazla üzülmek, daha fazla düşünmek zorundasınız. Takımın kötü anlarda toparlanması için ekstra bir şeyler yapmak gerekiyor. Bu anlamda tecrübeli olduğumu düşünüyorum çünkü oynadığım her kulüpte birçok deneyimler yaşadım. Dolayısıyla bu sene Fenerbahçe’de tecrübeli oyunculardan bir tanesi olduğum için bana çok büyük sorumluluklar düşüyor. Sezon çok uzun ve sezon her zaman galibiyetlerle geçmiyor. Mağlup olduğumuz zamanlar, yenildiğimiz, kötü günler geçirdiğimiz zamanlar da olacak. Önemli olan bu zamanlarda takım olarak ayakta kalabilmek, takım içerisinde sevgi ve saygı ortamı oluşturmak. Bunu başardığımız takdirde başarılı olacağımıza inanıyorum. Fenerbahçe’de bazı şeylerin tarifi yok. Bunları yaşamak için Fenerbahçeli olmak gerekiyor. Ve ben Fenerbahçe’de bunları yaşayan biriyim. İnşallah bu sene güzellikler yaşarız ve sezonun sonunda güzelliklerle turu bitiririz.

    Siz sporcuların ortak endişeleriniz nelerdir?

    En büyük endişe sakatlıktır. Spor çok güzel bir şey ama riskleri olan bir alan. En ufak bir sakatlık, spor hayatınıza son verebiliyor. Bu nedenle biraz sporcular diken üstünde olmuş oluyor. Onun dışında herkes çok iyi bir sporcu olmak istiyor ancak şartlar bazen insanı daha farklı konumlara getirebiliyor. Bence iyi bir sporcu olmak için; çok çalışmak, çok fedakarlık yapmak gerekli. Onun dışında yaptığınız spor dalını çok sevmeniz gerekiyor ve onu hayatınızda ilk sıraya koymanız gerekiyor ki çok başarılı olabilesiniz. Şartlar böyleyken, insan belli bir noktaya gelebiliyor.

    Türkiye’de basketbol sizce nerede?

    Şunu kabul etmek lazım Türkiye’de ve Dünya’da futbol birinci sırada. Ama son yıllarda basketbol ve Milli takımımızın, basketbol kulüplerimizin Avrupa’da, uluslararası platformda elde ettikleri başarıdan dolayı basketbol da sevilen bir spor dalı haline geldi. Futboldan sonra en çok sevilen basketbol oldu. Bunun sevilmesinde benim de katkım varsa bundan mutluluk duyuyorum. Her spor dalında belli başlı örnek sporcular vardır ve bu sporcular ancak sporu belli kitlelere sevdirebilirler. Ben de basketbol sporunu Türk halkına sevdirebiliyorsam mutluyum. Basketbol; çok güzel, çok nezih bir spor. Gençlerin çok ilgi duyduğu bir spor, o yüzden yaptığımız hareketlerle tavır ve davranışlarımızla gerek saha içinde gerek saha dışında genç arkadaşlarımıza örnek olmak durumundayız. Her yaptığım harekette dikkatli olmaya çalışıyorum.

    Spor hayatınıza futbolla başladığınızı biliyoruz. Futbol maçlarını takip edebiliyor musunuz? En beğendiğiniz futbolcular?

    Fenerbahçe takımının tümünü seviyorum çünkü koyu bir Fenerbahçeliyim. Diğer kulüplerde bile oynadığım zamanlar, kulübümüzün maçlarına gelmeye çalıştım. Şimdi daha sık maçlara gidip geleceğim. Fenerbahçe’de o kadar çok beğendiğim futbolcu var ki: Alex, Rüştü, Tuncay, Appiah… Kulübün sporcularını ayırt etmek çok zor. Fenerbahçe forması giyen her oyuncu, Fenerbahçe taraftarının gözbebeği, baş tacıdır. O yüzden benim içinde pek oyuncu ayırt etmek doğru olmaz.

    Ya futbolcu olsaydınız. Hangi mevkide oynamak isterdiniz?

    Herhalde basketbolda skorer bir kimliğim olduğu için santrfor olmak, golcü olmak isterdim.

    Kendi maçlarınızı sonradan banttan izliyor musunuz?

    Tabii ki. Zaman zaman sezon içinde antrenörümüz bize geniş detaylı istatistik bilgileri ve maç görüntülerini izlettiriyor. Ama bazen ben kendi yaptığım hataları görmek, neleri iyi yaptığımı anlamak ve hangi ekibe karşı nasıl oynayacağımı öngörebilmek için kendimi geliştirmek adına izliyorum. Böylece, rakibimin bana karşı nasıl önlem aldığını da görebiliyorum.

    Yabancı oyuncu sınırlandırılmasının sizce Türk sporuna zararı veya faydası nedir? Değerlendirir misiniz?

    Öncelikle yurt dışında Avrupa ülkesinde sınırsız yabancı oynayabiliyor. Ve de bunun avantajlarını Şampiyonlar Ligi’nde veya basketbolda da yaşıyorlar. Biz Türk takımları olarak üzülerek özellikle Şampiyonlar Ligi’nde kısıtlı yabancıyla oynamak durumunda kalıyoruz ve rakiplerimizle aynı koşullarda yarışamıyoruz. Bu kısıtlamanın konmasının nedeni Türk sporcularının daha fazla oynamalarını sağlamak fakat ben futbolcuların, iyi sporcuların her türlü koşulda oynayabileceğine inanan bir kişiyim. Örneğin bugün basketbolda yabancı sınırlaması kalksa; Türk sporcularına kötülük olacağını düşünmüyorum. Aksine rekabet ortamında kendilerini daha çok geliştirmek adına daha çok çalışacaklar, daha çok emek verecekler. Eğer kaliteli sporcularsa, antrenörleri mutlaka Türkleri tercih edecektir. O yüzden Avrupalılarla aynı şartlarla mücadele etmek için bizim de artık belli tabuları yıkmamız gerektiğine inanıyorum.

    Bir yandan oyunculuk diğer taraftan da yeteneğinizi gelecek kuşağa aktarmak üzere basketbol okulları açtınız. Hedefleriniz?

    Türk sporuna ve basketbola hizmet etmek adına 5 senedir kurduğum okula paralel olarak bir de spor kulübüm var. Amacım basketbol da kaliteli ve iyi sporcular yetiştirmek ve onları ileride Türk basketboluna kazandırmak. Çok keyif alıyorum çünkü oradaki başarılı sporcuların çalışma isteğini görünce elimden geldiğince ben de onlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Ben de Fenerbahçe basketbol kulübünden yetişmiş biri olarak bir kulüpten yetişmenin çok daha güzel, çok farklı olacağını düşünüyorum. Keza Fenerbahçe Spor Kulübü’nden de çok kaliteli basketbolcular çıktı ve çıkıyor. İnşallah ileride buralardan yetişen sporcular ülkemizi en iyi şekilde temsil ederler.

    Dünya şampiyonasına müthiş başladınız. Ülkemizi en iyi şekilde temsil ediyorsunuz…

    Milli takım iyi gidiyor. Biliyorsunuz geçen ay kamptaydık. Yoğun bir şekilde çalıştık. Ve amacımız ülkemizi en iyi şekilde temsil edip iyi bir derece alabilmek zor bir grubumuz var. Ancak Dünya şampiyonasında Türk halkının bizden beklentisi; sahada savaşan, birbirini seven, mücadeleyi hiç zaman bırakmayan ve takım halinde oynayan bir Milli takım görmek. Biz de bunun için elimizden geldiği kadar iyi çalışıyoruz. Takımın içindeki hava gayet iyi. Çalışma arzusu ve maçın içindeki kazanma isteği hep üst düzeyde. Bunu oynadığımız hazırlık maçlarında da görmüştük. Umarım Dünya şampiyonasında da başladığımız başarılı tabloyu devam ettirip sahaya da yansıtabilirsek her maçı kazanacak noktaya geliriz ve kazanırız diye de düşünüyorum. Bence kazanmaktan önce Türk halkını orada en iyi şekilde temsil etmektir. Takım halinde kazanmak, kaybediyorsak ta takım halinde kaybetmek. Her şeyden etkilenen bir genç kadroya sahibiz. Amacımız bu arkadaşlarımızın mümkün olduğu kadar stresten uzak tutup en iyi performanslarını vermelerini sağlamak.

    Sahaya çıkarken uğruna inandığınız simgeniz veya hareketleriniz var mı?

    Bugüne kadar çeşitli uğurlarım vardı. Uğurlu ayakkabılarım, uğurlu çoraplarım vardı, maça çıkmadan önce dua ederim. Tüm ailemdeki herkesi ararım. Annem, babam, kardeşim, eşim onlarla konuşmadan maça çıkmam. Ama şimdi en büyük uğurum kızım. Bana çok uğurlu geldi zaten geçen sene şampiyon olduk ve en büyük isteğim olan Fenerbahçe’ye tekrar geri döndüm. Bunlar hep hayatımda en çok istediğim şeylerdi. Kızımla beraber gelen bu güzel gelişmeler beni çok mutlu etti. Eşimde hiçbir zaman desteğini esirgemiyor.

    Yoğun temponuzda fırsat bulup ailenize zaman ayırabiliyor musunuz?

    Kızım doğduktan 15 gün sonra ben Milli takıma dahil oldum. 55 gün içinde bir-iki kez gördüm. İnşallah önümüzdeki günlerde kızımla, eşimle daha çok zaman geçirebileceğim. Maçlarıma gelebilecekler.

    Bir gün organ bağışı yapmayı düşünür müsünüz?

    Organ bağışını destekliyorum, ileride düşünebilirim. Herkesinde desteklemesini isterim.

    Örnek aldığınız sporcu?

    Harun Erdenay. Basketbol yetenekleri en üst seviyede olan, Türkiye’nin en iyi basketbolcusu olduğu kadar, kişiliği ile de örnek olmuş bir basketbolcudur. Çok iyi bir dost olması ve insanlar tarafından çok sevilmesi örnek almamda büyük etkendir. Harun’la Fenerbahçe’de ve daha sonra Milli takımda oynadım. Kendisi şu an Milli takımın menajerliğini yapıyor.

    Taraftara mesajınızı alabilir miyiz?

    Ben de Fenerbahçe taraftarı olduğum için geçen sene kaçırılan şampiyonluk için en az onlar kadar üzüldüm ama bence Fenerbahçe’nin geleceği açısından ve 100. yılı olması nedeniyle herkesin 100. yılda bütün konsantrasyonunu 100. yılın başarısına adaması gerekiyor. Biz sporcular olarak Fenerbahçe’nin başarısı için sahada her türlü özveriyi, fedakarlığı yapıp mücadele edeceğiz. Taraftarlar da bizim arkamızda olup destek verecekler ve Fenerbahçe’yi her branşında şampiyon yapmak için el birliğiyle mücadele edeceğiz. Çünkü bu bir takım işi. Kulüp olarak baktığımız zaman, Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım, yönetim kurulu, teknik heyetler, tüm sporcularımız ve taraftarlarımız her zamanki gibi tek yürek olursak, kulübümüzün daha üst noktalara geleceğine inanıyorum. İnşallah 100. yılda tüm Fenerbahçe camiası birbirine kenetlenip büyük başarılar yaşayacaktır.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Cemil Turan Röportajı

    Cemil Turan Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Cemil Turan röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Son Kral

    Biz aramızda her zaman “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur,” deriz. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Cemil Bey?

    1947 Sarıyer – Kavak doğumlu olmama rağmen, Trabzonlu bir aileden gelmekteyim. Ailemde kimsenin futbola ilgisi yoktu.

    Futbolla ilgili çocukluğumda ilk duyduğum isim Lefter Ağabey oldu. Hoş bugün de iddia ediyorum ki; Türkiye’de gelmiş geçmiş en büyük futbolcu Lefter’dir.

    Lefter Ağabey sayesinde Fenerbahçeli ve ona olan hayranlığımla da futbolcu oldum. Çünkü çocuklar büyürken ne kapıyorlarsa öyle gidiyor. Sözün özü Fenerbahçeli doğdum, Fenerbahçeli olarak da öleceğim.

    Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı?

    Futbola Rumeli Kavağı’nda başladım. Sarıyer’in futbolcu seçmelerine katılarak bu takıma geçtim. Aynı zamanda Genç Milli Takım’da da oynuyordum.

    1968 yılında İstanbulspor’a transfer oldum.

    Aslında az daha Galatasaraylı oluyordum. Metin Oktay, 1968 Haziran’ında beni kaçırmış ve Çeşme’ye götürmüştü. Ama benim “Baba” diye sevdiğim ve saydığım Sarıyer Başkanı rahmetli Selahattin Yarar’ın da İstanbulspor’a verdiği sözden çıkması olanaksızdı.

    Çok sevdiğim ve benim için bir efsane olan Metin Oktay Ağabey’in İzmir’e Galatasaray idarecisi Turgan Ece Ağabeyimi karşılamaya gitmesinden yararlanarak şort ve ayağımda tokyolar olduğu halde tüm eşyalarımı Çeşme’de bırakarak taksiyle İstanbul’a kaçtım. Selahattin Ağabeyim de beni İstanbulspor’a vererek sözünü tutmuş oldu.

    4 yıl sonra da 1972 yılında hayalimdeki takıma Fenerbahçe’ye geldim.

    İstanbulspor’da oynarken Fenerbahçe takımı ile karşılamalarınızdaki duygularınız nasıldı?

    Genç yaşımda Fenerbahçeli olsam da İstanbulspor’dayken 1’inci ligde Fenerbahçe’ye karşı top oynarken Fenerbahçe’ye gol attım. O benim sorumluluğumdu. Ama şöyle de bir şey var ki yine İstanbulspor’da oynarken Fenerbahçe ile yaptığımız maçlar dışında tüm Fenerbahçe maçlarına gidip, Fenerbahçe kötü oynadığında ya da kötü duruma düştüğü zaman ağlayarak maçları seyreden bir kişiydim. Ben böyle bir Fenerbahçeliyim.

    Yıl 1977 Türkiye’de yılın sporcusu seçildiniz. Fenerbahçe’de 3 lig, 1 Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası ve söz edeceğimiz kupalar kazandınız. 1973-1974 (14 gol), 1975-1976 (17 gol) ve 1977-1978’de (17 gol) ile 3 kez de gol krallığınız var. Evet, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri olan siz, bu transferle koyu bir taraftar olduğunuz Fenerbahçe Kulübü’ne adım attınız. Çok ilginçtir ki 8 sene içinde bir kez sarı kart sahibi oldunuz. Herhangi bir maçta hakemden “Çık dışarı!”sözünü duymadınız. Sinir denilen şey yok gibi… Ya da buna irade veya ileri derecede sorumluluk duygusu diyebilir miyiz, Neden?

    Aslında sinirli bir yapıya sahibim çünkü Trabzonluyum. Futbolu çok sevdiğim için futboldan kopmak istemediğim için hep sabrederdim. Bir hafta bile oynamayacağımı bilmek beni mahvederdi. Öyle bir yapıya sahibim. Hep kendimi frenliyordum. Tek sebebi bir hafta sonra oynayacağım maçı düşünmektir. Çünkü oynamazsam kendimi çok kötü hissedecektim.

    Ve Türkiye Ligi’nde en çok tekmeyi yiyen futbolcuyum. Bana atılan tekmeler şimdi olsa o oyuncu çok kırmızı kart görürdü. Bir maçta Samsunspor’lu futbolcu Yaşar Şendoğan belime çok kötü bir tekme attı. Hayatımda ilk defa belimin acısıyla o pozisyonda boğazına bir sarıldım sonra hakem yanıma geldi. “Ne yapıyorsun?” diye sordu.

    Canım o kadar yanmıştı ki gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Rakibin yaptığı da kırmızı karttı, benim yaptığım da… Futbol hayatımda tek kırmızı kart alacağım oyun buydu fakat hakem canımın yandığını anladığı için hayatım boyunca aldığım tek sarı kartı gösterdi bana.

    Sarıyerspor’da oynarken de Galatasaray gibi Fenerbahçe de sizi istiyordu. İstanbulspor’dan sonra 1972–1980 yılları arasında da Fenerbahçe’de oynadınız. Ne mutlu ki futbolu da Fenerbahçe’de bıraktınız. Galatasaray’ın da aklı sizde kalmıştı. Siz bir o yana bir bu yana çekilmek istenirken ailece zor günler yaşadınız. En sonunda Fenerbahçe transferiniz çok büyük olaylarla gerçekleşti. Ve yıllarca bu transferin nasıl gerçekleştiği sorusu size soruldu. Bu kez okurlarımıza transfer hikâyenizin bir bölümünü kaleme aldığım eski atlet ve yöneticilerimizden Eşref Aydın’ın hayatını anlatan “Yorulmaz Türk” kitabından Sayın Eşref Aydın’ın anlatımıyla aktarmak istiyorum.

    “Bana ısrarla “Şu Cemil’i gör, şu Cemil’i gör” dediklerinde; onu seyrettiğim zaman nedenini anlamıştım.

    Rahmetli Mahmut Taviloğlu, benim İstanbul Erkek Lisesi’nden arkadaşımdı. Eminönü Mısır Çarşısı’nda kumaş mağazası vardı. O taraflarda işim olduğunda uğrar, beraber sohbet eder, vapurla da dönerdik.

    O sıralarda Fenerbahçe Spor Kulübü’nde Genel Sekreter ve Transfer Komitesi başkanıydım.

    Cemil Turan, Sarıyer’de oynuyordu. Sarıyer ikinci kümede ufak bir takımdı. Taviloğlu bana, “Cemil’i gör ve Fenerbahçe’ye al” diyor, her seferinde de ısrar ediyordu.

    Bir gün, tam hatırlamıyorum yanıma ya Ahmet Erol ya da Dr. Reşat’ı almıştım. O gün de Sarıyerspor’un şu an Çırağan Oteli’nin olduğu yerdeki Beşiktaş Şeref Stadı’nda maçı vardı. Cemil’i orada seyrettim. Çok beğendim. Garo’yu da beğendim. Ancak sonra da Fenerbahçe Yönetim Kurulu’nda Cemil’in alınması için Sarıyer’le temasa geçilmesi kararını çıkarttım. Sarıyer’le konuştuk, Başkan Turan Bey’le 30.000 TL’ye anlaştık.

    Sarıyer, Cemil’i bize vermek üzere söz vermişti. Yalnız sezon ortasıydı. “Ben parayı verelim, iş bitsin” dedim. Karar aldık ve çeki de yazıp Faruk Ilgaz’a verdik. Sarıyer’in başkanı Turan Bey de Faruk’un partiden arkadaşı. Faruk’un Adalet Partisi İl Başkanı olduğu o dönemde Sarıyerspor Başkanı da o partinin Sarıyer İlçe Başkan’ıydı.

    Biz çeki Faruk’a verdiğimizden “iş bitti” diye düşünüyoruz. Sezon sonu geldi, 1968 sezonu için bizim listede Cemil alınmış gözüküyor. Sonra “Bonservisini alın, Cemil’i çağırın” dedim. Ses çıkmayınca, soruşturduk ama Sarıyer yetkilileri “Biz para almadık.” demezler mi?

    “Olur mu” dedik, çünkü çek Faruk Ilgaz’daydı. Meğer o yaz üç aylık zaman diliminde bizim anlaştığımız Sarıyer Kulüp Başkanı, arkadaş olduklarından Faruk’a “Çek sende kalsın, sezon sonunda Cemil’i size vereceğim, parayı da o zaman alırım.” demiş, çek de bizde bekliyordu.

    Fakat o arada Başkan Turan Bey geçirdiği trafik kazasında vefat ettiğinden, yeni gelen Başkan Selahattin Yarar da anlaşmayı kabul etmemiş. Fiyatı da 30.000 TL değil 100.000 TL olarak istemiş. O patırtı gürültü arasında ben bu transfer için 100.000 TL’yi de verecektim ama bazı arkadaşlar karşı çıktı. Ve 60.000 TL teklif ettiler.

    Tabii bizim o sezon 100.000 TL’ye alamadığımız Cemil 120.000 TL’ye İstanbulspor’a transfer oldu. Ertesi sene İstanbulspor, bir kupa maçında Cemil’le bize karşı oynadı. Çok iyi bir performans sergiledi. İlk maç 0-0 berabere bitti.

    İkinci maç ertesi Salı günüydü. Antrenör Ionescu bana dedi ki “Takım çok yorgun, tehlikeli buluyorum; bu maçı alamayacağız” dedi. Canım sıkılmıştı, nasıl yenemeyiz diye üzülüyordum. Akşam Faruk Ilgaz’a telefon açtım. Fatin Rüştü Zorlu’nun kız kardeşinin evindeymiş, onu aile toplantısında buldum. Takımda umut olmadığını, üzüldüğümü ve Ionescu’nun endişelerini anlattım. Faruk da çok sinirledi ve “Bu takım İstanbulspor’u yenemeyecek durumdaysa yenilsinler.” dedi. Maç günü geldi ve Cemil bir golü attı ve 3-0 yenerek bizi kupadan eledi. İstanbulspor’a yenilmek çok acı geldi.

    İlginçtir ki, tarihte kim Fenerbahçe’ye gol atmışsa Fenerbahçe onu almıştır; böylece gözler tekrar Cemil’e döndü. O sene sezon sonunda bu sefer de İstanbulspor’un kapısını çaldık ama vermediler.

    Takriben 4,5 yıl sonra ben yine yönetimdeydim Sezon başında benim başkanlığımda transfer komitesi kurduk. Emin Cankurtaran da o sene yönetime gelmişti. Komitede karar verdik, transfer için temasları ben yapıyorum… Yine Cemil’e talip olduk. Zira 4 yıl önce elimizden kaçırdığımız bu yıldız futbolcu sahalarda fırtına gibi esiyor ve transferin gözdesi olarak gündemden düşmüyordu.

    İstanbulspor, Cemil’in transfer ücretini 750.000 TL’ye çıkardı. Erdal İnönü’nün dünürü İstanbulspor Başkanı Ali Sohtorik sayesinde ancak 600.000 TL’ye indi. Faruk ise 500.000 TL’den fazla vermek istemiyordu. Emin Cankurtaran “Ben 500.000 TL’ye alırım.” dedi. Bu defa da ona pazarlık yetkisi verdik.

    Yıl 1972… Bir şekilde Cemil’in transferi gerçekleşti. Çok tatsız olaylar yaşandı. Çocukluğundan beri Fenerbahçeli olan Cemil tüm bu karmaşa sonucunda Fenerbahçe Kulübü’ne geldi ve futbolu çok sevdiği Fenerbahçe Kulübü’nde bıraktı.

    Milli takımda da oynadınız, Türk Futbol Federasyonu’nda altın madalya ödülüne de lâyık görüldünüz…

    43’ü A milli olmak üzere toplam 54 defa milli formayı giydim.

    Fenerbahçe’deki kaptanlığımın yanı sıra 14 defa da milli takım kaptanı oldum.

    O yıllarda milli maç sayısı çok çok azdı. Şimdi düşünüyorum da örneğin 5 yıllık kaptanlığım süresince 14 defa milli maç yapmışız. Şimdi öyle mi? Neredeyse bir sezonda bu kadar maç oynanıyor.

    Fenerbahçe forması altında oynadığınız 31 derbi maçında Galatasaray’a 14, Beşiktaş’a 18 gol attınız… Bu maçlarda yine bugün olduğu gibi heyecan dorukta mıydı?

    Ben maçların hepsinde heyecan duyuyordum. Galatasaray maçlarında ise tabii ki daha büyük bir heyecan. Çünkü derbi maçı öncesi beni hiç uyku tutmazdı. Sabaha kadar yatağın içinde döner, uyuyamazdım.

    Birkaç seferinde doktora bunu söylediğimdeyse bana hiç ilaç vermedi. Uyku ilacı almaktan da men ettiler. “Uyumadan sadece uzansan bile uyumuş kadar dinleneceksin.” dedi. Böylece maçın oynanacağı günün akşamına kadar hiç uyumadan maça çıkmışımdır. Bu da bir nevi hastalıktır.

    Didi zamanında bütün Galatasaray maçlarında önce bizlere “Bugün Fenerbahçe bayramı hepinize kutlu olsun.” diye söyler, bu da bize yeterdi.

    O’nun zamanında Galatasaray takımı bizi hiç yenememiştir. Unutamadığım Fenerbahçe – Galatasaray maçlarından birisi de 1973 yılında 80.000 kişilik olan İzmir Atatürk Stadı’nda gerçekleşti. 2-1 kazandığımız anlamlı bir maçtı. İzmir Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenlenen bu maç; İzmir’in işgali sırasında ilk kurşununu attıktan sonra şehit düşen gazeteci Hasan Tahsin için Anıt Kupa maçıydı. Stat tamamen doluydu. Rekor derecede bir hâsılat elde edilmişti. Türk futbol tarihinde ilk defa Galatasaray’la İzmir’de karşı karşıya geldik. Bu kupayı kazanmak bizim için çok daha anlamlıydı.

    Aynı yıl yine bu sefer Cumhurbaşkanlığı Kupası için Galatasaray’la Ankara’da karşı karşıya geldik. Bu maçta bir golü ben, bir golü de penaltıdan Fuat atmıştı. 2-1 biten bu maç sonucunda da kupa Fenerbahçe’nindi.

    1973-1974 dönemindeki Hasan Tahsin Kupası dışında da birçok özel maçlarda da oynayıp kupaların müzemize götürülmesinde katkıda bulundunuz. Bunlar 1972-1973 Zafer Kupası 1974-1975 Silahlı Kuvvetler Kupası, Kıbrıs Harekâtı nedeniyle düzenlenen 1974 1. Zafer Kupası, 1975 2. Zafer Kupası, 1976-1977 Van Depremi Kupası, 1980-1981 Berlin Kupası ve yine bir özelliği olan 1980 Vatan Kupası…

    Evet, bu kupa da Galatasaray- Fenerbahçe’nin ilk defa Almanya’da bulunan işçilerimizin özel isteğiyle gerçekleşti. Bu rekabet sınırları aştı. 15.000 seyirci önünde oynanmış, 3-1 galibiyetimizle Vatan Kupası’nı kazanmıştık.

    Aynı yıl bu maçtan önce de Başbakanlık Kupası içinde Ankaragücü ile maç yapmış. Orada da 3 gol sizdendi…

    Evet, 5-2 biten maçla kupa bizimdi.

    Tarih 7.8.1978 Süper Kupa finalini oynamaya hazırlanan Avrupa şampiyonu ünlü Anderlecht takımı Fenerbahçe ile maç yapmaya İnönü Stadı’na geliyor. Büyük farkla kazanacağını zanneden Anderlecht takımı büyük bir farkla Fenerbahçe’ye yeniliyor. Takımın ünlü kaptanı Vanderelst basına verdiği demecinde: “Fenerbahçe’yi bu kadar güçlü tahmin etmemiştik. Şahsen bu takıma hayran kaldım” diyor… 3-0 biten maçta ilk golü atan efsane oyuncumuz yine sizdiniz…

    Anderlecht o zamanlar, Avrupa’nın beş büyük takımından birisiydi. Hatta bizim maçtan sonra Süper Kupa finalini oynayacaklardı.

    O gün tüm Fenerbahçeli futbolcular olarak çok güzel bir oyun sergiledik. Herkes süper bir futbol oynadı. Futbol biliyorsunuz ki tek kişilik bir oyun değil. Tam bir takım ruhu oluşturmuştuk. 90 dakika 3-0 bir skorla sona erdi.

    Evet, ilk gol benden geldi. İlk golü atmam Anderlecht takımında şok etkisi yarattı. Bizdeyse motivasyonu sağladı. Sonrasında daha rahat bir oyun başladı. Arkasından peş peşe goller geliyordu. İkinci gol Raşit’ten, 3. golse Engin’den geldi.

    Ertesi gün tüm gazeteler gerek Fenerbahçe’nin gerekse bir Türk takımının kazanmış olduğu bu başarıya övgüler yağdırdı. Dış basına da yansıdı. Tabii Fenerbahçe ve bizler için güzel bir anı oldu. Fenerbahçe yine bir tarih yazdı.

    Maça çıkarken uğurlarınız var mıydı?

    Şortumu, çorabımı, ayakkabımı giyerken önce sağ ayak, maça girerken de sağ ayak… Futbol oynarken uğurum budur.

    Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde sizi en çok ve iz bırakan isim desem…

    Arkadaşlarımın hepsi benim için çok önemliydi. Fakat Osman Arpacıoğlu benim için çok özel bir kişiydi. Tekniği çok üstün golcü bir futbolcuydu. Bugün 60 yaşımı geçtim, bunca yıllık futbol hayatımda Osman Arpacıoğlu gibi bir santrafor görmedim.

    Bana 100 futbolcu sayın derseniz Ender Konca ilk ona girer. Tabii sadece bu değil; bir Ziya Ağabey vardır, bir Alpaslan vardır, rahmetli Yılmaz vardır. Şükrü vardır, Fatih vardır, saymakla bitmez. Fenerbahçe’de top oynayan çok kaliteli futbolcular geldi, geçti.

    Yaşadığınız şanssız sakatlık olmasaydı, Avrupa takımında da yerinizi alacaktınız. Ortalığı sarsan bir transfer teklifiydi.

    PSV Takımı’yla oynadığımız Avrupa Kupası maçları sonrası, Hollandalılar bana talip olmuşlardı. O dönem Başkanımız Sayın Faruk Ilgaz’a yaptıkları 5,5 milyon dolarlık transfer teklifi olağanüstü bir rakamdı. Ancak milli maçta geçirdiğim sakatlığın uzun sürmesi bu transfere olanak vermemişti.

    Yıl 1980’e gelindiğinde ise jübilenizi yaptınız…

    Benim jübilemin yapılma iznini 1. Ordu Kumandanı Necdet Üruğ Paşa verdi. Sıkıyönetim vardı.

    Jübilem için ben buradan Beşiktaş Kulübü’ne, o günkü başkan ve yönetim kurulu üyelerine davranışlarından dolayı teşekkür ediyorum. Çünkü oynayacak takım Trabzonspor’du ve maç iptal olmuş. Kendi şehirlerine dönmüşlerdi. Beşiktaş takımıysa Bursaspor’la maçları olduğu halde Bursa’da benim jübile maçımı oynamayı kabul etti. Böylece jübilemi Beşiktaş’la yaptım.

    Çok güzel bir jübile maçı oldu. Bülent Ersoy’dan tut, İbrahim Tatlıses’e kadar artık o gün kim varsa Türkiye’de meşhur, hemen hemen hepsi benim için geldiler. Hem müzik şöleni yaşandı hem de veda maçı Fenerbahçe futbol hayatımı böylece noktaladım.

    Futbolu Fenerbahçe’de bıraktıktan sonra çalışmalarınız nasıl devam etti?

    Fenerbahçe’de antrenörlük yapmadım, hevesim yoktu. Tribün taraftarı oldum. Altyapıda çalıştım, 90’lı yıllarda dönem dönem futbol şube sorumlusu ve idari menajerlik yaptım.

    Fenerbahçe Gazetesi’ni kurdum. 2000 yılından beri de sizlerin de bildiği gibi güzel bir gazete çıkarıyoruz. Tabii bu arada Fenerbahçe’nin taraftarı olarak stat olsun, deplasmanlar olsun tüm maçlara gidiyorum.

    Bizlerin sevgisi büyüdükçe Fenerbahçemiz de büyümeye devam ediyor. Kimse Fenerbahçe’nin büyümesini engelleyemez. 

    Fenerbahçe yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Aziz Yıldırım geldiği günden beri söylediği her şeyi yaptı. Şimdi de Aziz Başkan Fenerbahçe’yi ilk geldiği günden beri istediği, hedeflediği yere taşımaya devam ediyor.

    “Fenerbahçe Dünya kulübü olacak.” dedi, yaptı. Güçlü bir yönetim kadrosu kurdu.

    Dev bütçeler, taraftar kartları, mağazalar, kombine bilet satışları… 32.000 kombine sattı ki bu Türkiye’deki hiçbir kulübün başardığı bir şey değil.

    Localar var. B locaları alan bırakmıyor. Bunlar cesaret isteyen kararlar ve uygulamalar. Bu da tabii ki Sayın Aziz Yıldırım ve çalışma arkadaşları sayesinde gerçekleşiyor. Fenerbahçe çok büyüdü. Daha da güzel günlere gidecektir.

    Bir Türk futbolcusu olarak yabancı oyuncular hakkındaki düşünceleriniz?

    Ben fazla sayıda yabancı oyuncu fikrine katılamayacağım.

    6 yabancı futbolcumuz olsun fakat alınan bu 6 futbolcu da çok kaliteli olsun.

    Türkiye liglerine bakınca her takımın maçlarında 3 yabancı futbolcu tribünde oturuyor. 3 tanesi oynuyor. Bizde yine oynuyor ama gerçek fikrim Türkiye bu kadar zengin bir ülke değil, büyük kayıp. Alınırken seçimlerin çok iyi yapılması gerektiğini düşünüyorum.

    Türkiye’de antrenör yetişiyor mu?

    Türkiye’de yabancı antrenör sayısı çok değil fakat yabancı antrenörlere verilen değer yerli antrenörlere verilmiyor. Ertuğrul Sağlam buna örnek. Ligin daha başında işine son veriliyor. Yerine Mustafa Denizli getiriliyor.

    Duruma şimdi baktığımızda Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında 12 puan fark varken Fenerbahçe bir puan öne geçiyor. Bu sefer fark aleyhlerine 13 oluyor.

    Türk antrenörlerine verilen değere, hakka örnek olarak bunu verdim. Aragones’e gelince kendisine biraz daha zaman tanınmalıdır. Dünya’ya mal olmuş bir teknik direktördür.

    Ben yine söylüyorum. Antrenörü fazla baz almıyorum. Antrenörün elindeki malzeme iyi olmalı.

    Didi’nin zamanında çok fazla antrenman yapmazdık fakat elinde çok kaliteli oyuncular vardı. Bizleri çok iyi motive ediyordu. Her sene şampiyon olduk.

    Bana göre 5 aylık antrenörle ilgili konuşmak çok yersiz ve erken.

    Kendi oyun stilinize benzettiğiniz futbolcu var mı?

    Düşünüyorum ama insan sanırım kendi hakkında zor konuşuyor.

    Peki ya, Türk futbolculardan beğendikleriniz?

    Fenerbahçe’de değer verdiğim futbolculardan biri Semih. Bir yıldız futbolcu vardır, bir golcü futbolcu vardır. Semih golcüdür. Hatta Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük golcü futbolculardan biridir. Gol için yaratılmış. Semih için golcü değil, Semih bu takımda oynayamaz diyemezsin.

    Semih altyapıdan geldi. Gol kralı oldu. Semih tam bu sene meydana çıkacağı yerde sakatlık yakasını bırakmadı.

    Müller çok mu iyi bir futbolcuydu? Fakat Dünya’ya gelmiş en iyi golcülerden biriydi.

    Tanju çok iyi golcüydü. Bu çok farklı bir sıfat.

    Fakat Türkiye’de birkaç maç oynamaya başlıyorlar “Bundan bir şey olmaz, bu yaramaz” diye yüklenmeler başlıyor. Özellikle de bunlar Türk futbolculara daha fazla oluyor.

    Tuncay’ın bende özel bir yeri vardır. Onun enerjisi, bıkmadan, usanmadan koşması, işine olan sevgisi beni her zaman etkilemiştir. Avrupa’ya transfer oldu. Aslında başladığı gibi futbolu Fenerbahçe’de bitirebilirdi.

    Galatasaray’dan da Arda’yı beğenirim. Marco’yu çok beğenirdim. Bizde öyle futbolculara ilaç derler. Her maçın ilacı…

    Alex’i beğeniyorum fakat onda bir taraftar olarak tribünden izlediğimde hep bir rahatsızlık var.

    İyi oyuncuların varsa bazı yıldız oyuncular sahaya daha iyi çıkar. Futbol iyi futbolcularla oynanır.

    Çok tatlı bir torununuz var. Biraz aileniz hakkında da bilgi alabilir miyiz?

    Çiğdem adında bir kızım, Cem adında da bir oğlum var. Fakat şimdi en büyük zevkim torunlarım. Torunlar için “Paranın faizi” diye boşuna dememişler. Onlarla ilgilenmek çok farklı bir duygu. Sanırım zamanında çocuklarımıza ayıramadığımız saatlerin eksikliğini şimdiki olgunluk yaşlarımızda torunlarımızla geçiriyoruz. Onların isimleri de Sanem ve Esma…

    Fenerbahçe taraftarı hakkında düşünceleriniz?

    En büyük taraftar Fenerbahçe taraftarıdır. Yıllara göre geri gittiğimizde bazı zamanlar şikâyetçiydim.

    Şimdilerde çok çok iyiler. Gerek statta olsun, gerek deplasmanlarda olsun Fenerbahçe taraftarı örnek bir taraftar. Her zaman takımlarının yanındalar.

    Taraftarımız her zaman centilmenlik örneği vererek tüm dünyaya Fenerbahçe’nin nasıl bir taraftarı olduğunu gösterecekler.

    Her ne kadar bazı maçlarda 3-5 kişiyle sorunlar çıkıyorsa da bu aradan çıkanları, sorun yaratanları ben gerçek Fenerbahçeli olarak kabul etmiyorum. Fenerbahçe taraftarı bu değildir.

    Fenerbahçe’nin iyiliği için yapıcı yönde yapılan eleştiriler olacaktır tabii, top yuvarlak, çeşitli şansızlıklar yaşadığımız da doğru fakat sezon sonunda Fenerbahçe lig şampiyonu olarak karşımıza çıktığında kötü günlerde de verdiğimiz destekten dolayı içimiz rahat edecek.

    Eski bir futbolcu olarak futbolculara yapılan hakaretleri kabullenemiyorum. “Her zaman, her şartta destek” diyorum.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Can Bartu Röportajı

    Can Bartu Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Can Bartu röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sinyor

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Can Bey?

    Ben de doğma, büyüme Fenerbahçeliyim. Babam Fenerbahçe’nin kurucularındandır. Gözümüzü İlk Fenerbahçe ile açtık. Moda-Kadıköylü’yüm. O zamanlar Kadıköy havalesinde hemen hemen 3-4 kişi Galatasaraylı, Beşiktaşlıydı. Geri kalan herkes Fenerbahçeliydi. Yıllar geçtikçe nüfus çoğaldı, farklılaştı. Ama burada doğup büyüyenler hep Fenerbahçelidir.

    Fenerbahçe’deki spor hayatınız nasıl başladı?

    Fenerbahçe’ye genç takımda basketbolla başladım. Önder Dai diye bir antrenörümüz vardı. Bana çok büyük emeği geçmiştir. Allah rahmet eylesin. Basketbol genç takımda oynarken futbol takımına geçtik. Zorla oynattılar.

    Futbola başlayışınız nasıl gerçekleşti?

    Bir maçta genç takımda takım kaptanıyım. Edirne’ye gittik ve Türkiye şampiyonuyuz. Tabii futbolcular bize nazaran daha zayıf ve kısa boylular. Onlar çıktılar, Edirne karşısında 3-0 yenildiler. Biz çıktık yendik tabii.

    O vakit Reşat Erte vardı antrenör. Aynı otelde kalıyorduk. Fenerbahçe’nin genç takımına geldi “Siz de hiç futbol oynayan var mı?” diye sordu. “Var bir tane, müthiş” dediler. Bir de kaleci Esat vardı bizde pivot oynayan. Sabahleyin ikimizi top oynamaya çıkardı. “İyi tamam bunlar oynasın” dedi. Biz de oynadık. Maçı kazandık. Ben mükemmel goller attım. Ortalık birbirine girdi. Beni omuzlarına aldılar. Tabii ben de büyük keyif aldım. Müthiş bir ortam oldu.

    Ondan sonra döndük geldik, “Sen futbol oynayacaksın.” dedi. “Ben futbol oynayamam, basketbol oynuyorum” dedim. Sonra Pazar günleri gidip Fenerbahçe Stadı’nda hazırlık maçları yapmaya başladık. Böyle başladı futbol hayatım. Sonra beni A takımına aldılar. Ama bu arada basketbol oynamaya da devam ediyordum. 

    Çabuk alıştınız mı futbola?

    Basketboldan geldiğim için popülerdim. Zaten Milli takımda da oynuyordum, o havaya alışıktım. Tabii futbol farklı, çok çok büyük tezahürat var ama kimlerle oynuyorsam oynayayım oyunlar beni fazla etkilemezdi, aynıydı. Ben o takıma, takımımın ve kendimin gücüne bakardım.

    Teknik direktörlerinizle iletişiminiz nasıldı?

    Herkesle aram çok iyiydi. Ben bir kere disiplinsiz değildim. Öyle antrenmana geç geleyim, o antrenmana çıkmayayım. Hiç öyle problemlerim olmadı. Hep esprili olduğum için herkes beni çok severdi. Bilhassa antrenörü bazen tenkit ederdim. Bunu yanlış yapıyorsunuz, bunu doğru yapıyorsunuz. Sorun olmazdı. Benim “Oynamak istedi, istemedi” gibi sorunlarım da yoktu.

    Futbolla tanıştığınızda kendinize örnek aldığınız futbolcu kimdi?

    Tabii o zamanlar herkesin idolü Lefter gibi oynamaktı. Ama Lefter gibi olmak için biraz da onun kabiliyetine sahip olmak lazımdı. Büyük bir kabiliyetti. Bilmiyorum benim öyle bir yeteneğim var mıydı? Eğer futbolcuysanız tüm Fenerbahçelilerin kafasındaki futbolcu Lefter’dir ve onun gibi olabilmek..

    Araştırdığım kaynaklara göre sarı lacivert forma ile 326 maç 162 gol attınız…

    İsmet Pulcu’nun istatistiğine göre tüm hakemli maçlarda 284 tane gol atmışım.

    Fenerbahçe’de oynarken en çok gol atmak istediğiniz takım hangisiydi?

    Her maçta gol atmak isterdim. Ama atmaktan çok attırmaktan daha fazla hoşlanırdım. Bir adam var santrfor oynar sahada hiçbir şey yapmaz, sadece golü düşünür ve gol atar. Ve sonunda gol attı diye kahraman olur. Benim öyle bir fikrim yoktu. Gol pası vermek ve iyi oynamak daha önemliydi benim için.

    En iyi anlaştığınız oyun arkadaşınız?

    “Puşkaş Ergun” lakaplı Ergün Öztuna takıma sonradan İzmir’den gelmişti. Onunla çok iyi anlaşırdık. Egoist olmayan bir futbolcuydu. O zamanlar Fenerbahçe’de top oynarken herkes haddini bilirdi. Şimdi bakıyorsunuz çoğu süper star gibi oynamak istiyor ve hatalar yapıyorlar. Herkes haddini bilecek ona göre oynayacak.

    Maça çıkmadan önce uğur getiren herhangi bir simgeniz veya hareketiniz var mıydı?

    Hayır.

    Derbi maçları öncesi duygularınız?

    Bir keresinde bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı oynayacağız. Ben bir gece evvel yattım uyudum. Hatta herkes bana kızdı: “Nasıl rahat uyuyabiliyorsun?” diye. Basketbolda derbileri oynadığımdan fark etmiyordu bana. Ama bir stres de oluyordu tabii. Galatasaray 1 puan öndeydi. Maçı 3-0 kazandık. O sene, o maç sonunda Fenerbahçe şampiyon oldu.

    Türk milli takım formasını basketbol ve futbolda da giyerek her iki branşta da ülkemizi temsil eden tek sporcu oldunuz. Futbolda ilk milli maçınız hangi ülke ile oldu? Bu ilk milli maçınızdaki hisleriniz…

    Top oynamaya başladığımdan 3 ay sonra ilk milli maçta oynadım. Polonya ile oynadığımız bir maçtı. Milli maç farklı, soyunma odası farklı, seyirci farklı o atmosfer, o milli hisler farklı. O zaman daha mı kuvvetliydi bu hisler nedir. O formayla İstiklal Marşı söylemek çok farklı bir duygu.

    Sizin futbol oynadığınız yıllardaki Türkiye-Avrupa şartlarını kıyaslarsak…

    Şu anda aralarında fark yok. Ama o zamanlar fark çoktu.

    Biz haftada iki kere antrenman yapardık: Salı ve Perşembe. Çarşamba, Cumartesi ve Pazar da lig maçı oynardık.

    Avrupa çok farklı, halı gibi sahalar. Bizim buralar balçık çamur.

    Avrupa’da futbolcuya başka bir şekilde ihtimam gösteriyorlar. Tesisler, formalar güzel. Bizimse yırtık formayla bile çıktığımız oldu.

    Beşiktaş Stadyumu’nda o büyük tribün yoktu, oradan buz gibi rüzgar eserdi. Bizim merserize ince formalarımız vardı. Soğuk delip geçmesin diye içimize bir öne bir arkaya gazete kâğıdı koyardık.

    İtalya’dayken formalarımız yündü. İçine atlet verirlerdi.

    Şimdi Türkiye’de de bunları veriyorlar. Tek fark burada kimi yarım kollu kimi uzun kollu çıkıyor. Orada böyle bir şey yok. 

    İlk Avrupa transferiniz nasıl gerçekleşti?

    Avrupa toplam 7 sene sürdü. İlk Fiorentina’da oynadım. Oradan, Venezia’ya kiralık gittim. Sonra tekrar Fiorentina’ya döndüm. Sonra Lazio satın aldı. Fiorentina’ya giderken Fenerbahçe benden çok kazanmıştı.

    Yeni ülke, yeni takım, yeni taraftarlar. Bu yedi sene içinde eksikliğini yaşadığınız neler oldu?

    En başta insan olarak derdimi anlatamıyordum, sonra yavaş yavaş attım onu üstümden.

    Türkiye ile İtalya arasındaki fark, onlar daha mantıklı düşünüyorlar daha bilinçli oluyorlardı.

    İtalya’da oynanan maçlar ancak birkaç gün konuşulur. Ondan sonra da gelecek maçlar konuşulur. Bizde ise çok da fanatik. Çok şeyler yapmış biri olarak oraya gittim. Onlar beni çok sevdiler, futbol stilimi zekâmı sevdiler. Hiç yabancılık çekmedim.

    Sinyor’dan önce burada bir lakabınız var mıydı?

    İtalya’da herkese “Sinyor” diyorlardı. Halbuki ben buradan giderken benim lakabım Baron’du. Aslında sinyor lakabını alarak küme düştük. (Gülüyor)

    Peki, döndükten sonra ülkemizle kıyasladığınızda ne gibi prosedürler garip gelmeye başladı?

    Ben İtalya’dan geldim. Fenerbahçe’de oynuyorum. Ankara’ya gidiyoruz. O zamanki ismiyle Yeşilköy Havalimanı’nda yemek yiyoruz. Bir tane ufak şarap istedim. Bu problem oldu. İdareciler “Vay şarap içiyor” dediler.

    İtalya’da herkes şarap içiyor. Tabii 5 şişe şarap içmiyor ama bir ufak yani bir kadehlik şişelerde suyla karıştırır içerdim daha hafif olsun diye. İtalya’da 4 kişilik masaya bir litre şarap bir de mineral su verirler. Yemekte bu içilirdi. Eğer bir tane daha isterseniz antrenöre gidersiniz, izin alırsınız, bir tane daha doldurursunuz. Ama ben ikinci bardağı almaya kimsenin gittiğini de görmedim.

    Biz bazı kavramları çok abarttık. Mesela kamp yapıyorsunuz bir şehirde, maça çıkacaksınız, “Aman kamptan çıkmasın.” derler. Yurt dışında öyle değildi. Futbolcular dolaşırlar, kahve içerler, otururlar, yemeğine saatinde gelirler. Gece yatacakları zaman, zamanında yatarlar. Nereye gittin, ne yaptın problem olmaz. Bunlar bizde hep problemdir.

    Fiorentina-Glasgow Rangers maçı ile Avrupa Kupaları’nda final maçı oynayan ilk Türk futbolcusu oldunuz… (1.1.1961)

    Fiorentina kupada finale kalmış, ben de gidince Glasgow’da Hydenpark’ta Atletico Madrid’le oynadık ve 1-1 berabere kaldık. Öyle bir yağmur vardı ki elinizi çıkartamazsınız. 1-1 bitmişti maç.

    Yıl 2007… Geçmiş yıllarla karşılaştırırsak şu an nasıl bir Fenerbahçe var?

    Şu anda gayet iyi durumda, tabii dileğimiz iyi neticeler alabilmek. Çünkü mükemmel bir stadyum var, antrenman sahaları var. Biz öyle bir stadyumda antrenman yapıyorduk ki bir taraftan otlar çıkmış, bir tarafta çamur. Çamura bassan bir türlü basmasan bir türlü. Mithatpaşa’da oynuyoruz, o zaman orası da aynı şekilde balçık çamur.

    Şimdi gayet bilgili doktorlar. O zamanlar bir ortopedist doktor vardı. Bizle meşgul olurdu ama bilgisi biraz kısıtlıydı. Şimdi her şey çok farklı ve modern.

    Sizi heyecanlandıran ya da sıkıntı yaşadığınız dönem hangisiydi?

    Beni heyecanlandıran olay tabii İtalya’ya gitmem. Gidecek miyim, gitmeyecek miyim, başarılı olacak mıyım? Bayağı sıkıntılı bir dönem geçirmiştim.

    Spor hayatınızda yaşadığınız en kötü anınız?

    O zamanki idarecilerle problemim vardı. Onların derdi benim Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başına geçmemem, yönetici olmamam. Ben de bunu istemiyordum ama o zamandan yolu kesmek istediler.

    Aslında benim yönetimde yer almak gibi bir idealim de yoktu. Öyle bir tedirginlik duydular, beni satmak istediler. Fenerbahçe camiası ayağa kalktı. En kötü anım o.

    Hâlbuki her kulüp başarılı futbolcusuna sahip çıkmalı. Benim böyle şeylerde gönlümde yoktu. Teknik direktör olsun, kulüp başkanlığı olsun hiçbir zaman yer almak istemedim. Ayrıca üç kez başkanlık teklif ettiler, kabul etmedim.

    Sizce sporcuların endişeleri nelerdir?

    Şu andaki sporcular bizim zamanımızdaki sporculardan çok farklı. Bizim zamanımızda ve bizden evveller arkadaş topluluğu içinde kimin parası varsa o yemek parasını verirdi. İdareciler fazla medya önünde değillerdi. Gazeteciler onlarla fazla konuşmazdı, televizyon da yoktu, spor sayfaları da azdı. Şimdikiler yazmak için bir de malzeme istiyorlar.

    Spor hayatında sakatlığın uzun sürmesi korkutucudur. Bir keresinde menüsküs oldum. Karar verdim İtalya’ya gideceğim. Hastanede yer ayırttılar. Bazı idareciler “mahsus yapıyor, oynamak istemiyor” dedi. Oysaki her futbolcu oynamak ister. Gittim iç menüsküs ameliyatı oldum. İki hafta sonra da maça çıktım Ankara’da kupa maçında Ankara Demirspor’a. 40 metreden de gol attım.

    O devirdeki idarecilerde bir itimatsızlık, bir tuhaflık vardı. Yani Türkiye’de o devirde idareci hep kendine bir rant sağlamak bir yerlere yükselmek için Fenerbahçe Spor Kulübü’ne başkan olmak isterdi. Bu arada tabii ki Fenerbahçeli olanlar da var. Sayın Aziz Yıldırım için böyle bir şey söz konusu değil. Çünkü Aziz başkanın kendi işleri var. Hiç bir beklentisi, çıkarı yok.

    Sakatlanmaktan korkar mıydınız?

    Ben sakatlanma riskim olur diye düşünüp topa girmemezlik etmem. Korkak tipler vardır. Hele İtalya’da korkak damgası yediniz mi üstünüzden atamazsınız.

    Eski sporcular olarak bir araya gelebiliyor musunuz? Vakıf organizasyonlarınız oluyor mu?

    Vakıf kurulduğunda ilk vakıf başkanı bendim. Sonra ayrıldım, istifa ettim. Herkesin kendi yoğun çalışmaları var. Ben onlardan büyüğüm de. Toplanıp toplanmıyorlar mı bilemiyorum.

    Kendinize benzettiğiniz futbolcu?

    Yok.

    Ya beğendiğiniz?

    Teknik olarak bakarsan Alex’i beğeniyorum ama çok ruhsuz oynuyor. Fenerbahçe kaybetmiş, kazanmış hiç ilgilenmiyor. Kendi markalitesi bu. Büyük bir enerji de sarf etmiyor.

    Yabancı olduğundan kaynaklanıyor olabilir mi?

    Zannetmiyorum, oyun karakteri bu.

    Size göre golün iyisi, kötüsü olur mu?

    Golün güzeli olur tabii ama gol goldür. Size puan getirecek golse en güzel gol odur. Bir de golün yapılışı var, şıklığı var, vuruşu var, topun gittiği yer var, topun hızı var bunların hepsi farklı. Ya da kaleciyi ters yere yatırıp, atmak var. Bunlar şık goller. Ama golse; gol, goldür.

    Gol demişken bir maçta da kalecilik yaptınız…

    Kalecilik yaptım. Turgay sakatlandı, ben geçtim kaleye. Milli maçtı. Türkiye-Romanya maçıydı. Bir tane gol yedim. O golü de bizimkiler attı, Büyük Ahmet. Kambur Ahmet derdik.

    Sizce yabancı futbolcuların faydalarının yanı sıra zararlı bir yönü de var mı?

    Büyük paralar veriliyor. Bu da kriz yaratabiliyor.

    Taraftarın gücü nasıl oyuna yansır?

    Maç başladıktan sonra oyuncular taraftarın bağırmasını pek duymazlar. Ama tabii Fenerbahçe taraftarı müthiş bir tezahürat yapıyor. Şimdi stadın üstü de kapandı, sahanın içine giriyor tezahürat. Tabii bu çok büyük bir güç.

    Protesto da etmiyor Fenerbahçe seyircisi, en güzel tarafı bu. Çünkü protesto ettiğinizde oyuncu kötü oynamışsa daha çok kaybedersiniz oyuncuyu. Bir oyuncuya kızabilirsiniz ama bir şey söylemeyeceksiniz.

    Fenerbahçe takımını hiç beğenmiyorsan küfür etmeye de gerek yok, maça gelmezsin. Yani zevk almadığın şeye yağmurda, çamurda neden gelirsin. Ama keyif alıyorsanız her şeye değer. Taraftarın olumsuz bir davranışında futbolcuların bazısı umursamaz, bazısının eli ayağı birbirine dolaşır. Bu futbolcunun kendine olan itimadından kaynaklanır.

    Genel olarak şimdiki futbolcularda size garip gelen olaylar var mı?

    Benim garibime giden, burada yeri geliyor 55. 000 seyircinin önüne çıkıyorsun, o futbolcu sahaya çıkıyor saçlar yağlı yağlı tıraş olmamış. Bir de maçı televizyon veriyorsa 20 milyon izleyicinin önüne çıkıyorsun. Pırıl pırıl çıksınlar.

    Bir de dövmeler. Onu da anlayamıyorum, niye dövme yapıyorlar? Arada bir kolunu da öpüyor kendi kendine. Herhalde bir isim yazmış. Bizim zamanımızda olsa alay konusu olurdu.

    Şimdi daha da acısını söyleyeyim bir takım sahada oynuyor. Bu takım gol attığı vakit takımı için gol atıyor. Şimdi bir tanesi Milli takımdaydı, gol pası veriyor boş kaleye gol attırıyor. Arkadaşı gol pası veren arkadaşını öpeceğine tribüne gidip elindeki yüzüğü öpüyor, bir şeyler yapıyor. Bu olmaz.

    Sen gol pası veren futbolcuya git. Takım budur, birleşmen lazım. Bazen sevinçle koşarken bir depar yapıyor maçın içinde yapması mümkün değil. Tutamıyorsun da adamı giderken, o anda sakatlık bile olabilir. Boynu, bacağı kırılabilir. Öpecekler ya ötekiler de, gelen giden adamın kafasına vuruyor. Böyle bir sevinme nerden çıkmış. Golü atan pişman olacak gol attığına.

    Sporcu nasıl olmalı?

    Düzgün hayat yaşayacak, yapılan davranışlar, tarzı, kimliği hepsi mantık çerçevesi içinde olacak. Profesyonelce yaşayacak. Çünkü büyük para kazanıyorlar ve oyunculukta zaman kısa.

    Ben profesyonel futbolcu iken 30.000 lira almıştım. O zaman bu paraya ev, araba gelmiyordu. Şimdi çok çok daha farklı. Bunu hakkedip, değerlendirmeliler.

    Maçları izlemeye sık sık gelebiliyor musunuz? Bir tribün anınız var mı?

    Rahat bir şekilde gelip, gidebiliyorum.

    Çok anım var tabii.

    Maç izlemek için çok küçüktüm. Fenerbahçe-Kasımpaşa maçı vardı. Cihat, Murat, Arap Samim oynuyordu. Arap Samim çok kötü oynuyordu. İki de gol attı.

    Tribündekiler; “Ya Arap Samim al o iki golünü de çek git ya” diye bağırdılar. Çok espriler olurdu kapalı tribünlerde.

    Vazgeçemedikleriniz…

    Purom. Bir bırakabilsem. 4 paket sigara içiyordum. Kasığımdan dizime kadar atardamar % 60 tıkandı. Kılcal damarları ilaçla açtılar. O yüzden puroyla devam ama bu da zararlı.

    Okuduğum bir yazıda çok zengin olduğunuz hatta daha ileri giderek petrolcü bir babanız olduğu yazıyordu? Bazı taraftarlarda size İstanbul’un Sivori’si diye hitap ediyorlardı.

    Tabii ki yok öyle bir şey.

    Halamın evi vardı Boğaz kıyısında Yeniköy’de, şu an Kalkavanlar’ın evi. İtalya’da çıkan dedikodular bunlar.

    İstanbul’un Sivori’si diye hitap ederlerdi. Sivori Arjantinli, Juventus’da oynayan müthiş bir futbolcuydu. Hatta derlerdi ki Pele buraya gelsin Sivori kadar oynasın. Sonra Pele’ye İtalya’da tedavi olurken soruyorlar “kaç gol atıyorsun senede”, “75 gol” diyor. “İtalya’ya gelsen kaç gol atarsın?” Tabii İtalya’da oyun daha sert “50 gol atarım” diyor. Ve İtalya’da 14 golle gol kralı oluyor. Sivori ilk 4 senede 29, 32, 33, 35 gol atmış, 7 tane ayak kırmış farklı bir oyuncu.

    Taraftarlara mesajınız nedir?

    Oyuncuların iyi oynamaları veya kötü oynamaları önemli değil madem bu takımı seviyorsunuz maçlarda destekleyeceksiniz. İyi oynarken herkes destekler. Önemli olan kötü oynadığında da sonuna kadar yanında yer almak. Taraftar böyle belli edecek kendini ve farkını. Doğma, büyüme Fenerbahçeliyim. Basketbol ve futbola senelerimi verdim. Artı son senemde de para almadan oynadım. Buna rağmen bugün Galatasaray daha iyi oynarsa bunu söylerim. Söyleyemesem bu beni rahatsız eder. Söylerken de rahatsız olmuyor muyum tabii oluyorum. Ama sonuna kadar Fenerbahçeliyim.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • 28’in Gol Kralları

    28’in Gol Kralları

    “Fenerbahçe’nin 28 Türkiye şampiyonluğunun en çok gol atan oyuncuları kimlerdi?” sorusunun yanıtını derleyelim, istedik. Huzurlarınızda 28’in gol kralları!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    28’in Gol Kralları

    SezonGolOyuncu
    1932-193317Zeki Rıza Sporel
    1934-193513Fikret Arıcan, Muzaffer Çizer ve Namık Erbay
    1936-193719Esat Kaner
    1939-194051Melih Kotanca
    1942-194319Melih Kotanca
    1943-194431Müzdat Yetkiner
    1944-194531Melih Kotanca
    1945-194621Melih Kotanca
    1949-195024Lefter Küçükandonyadis
    1958-195919Şeref Has
    1960-196117Lefter Küçükandonyadis
    1963-196417Aydın Yelken
    1964-196512Ziya Şengül
    1967-19688Ogün Altıparmak
    1969-19707Ogün Altıparmak
    1973-197415Cemil Turan
    1974-197511Cemil Turan ve Osman Arpacıoğlu
    1977-197817Cemil Turan
    1982-198319Selçuk Yula
    1984-198514İlyas Tüfekçi
    1988-198928Aykut Kocaman
    1995-199622Elvir Boliç
    2000-200114Haim Revivo
    2003-200424Pierre Van Hooijdonk
    2004-200523Alex de Souza
    2006-200719Alex de Souza
    2010-201128Alex de Souza
    2013-201416Moussa Sow
  • Şeref Has Röportajı

    Şeref Has Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Şeref Has röportajı ile karşınızda… Ağabeyi Mehmet Ali Has’tan sonra, Fenerbahçe’de 5 şampiyonluk yaşayan Şeref Has tarihe geçmiş kahraman bir futbolcuydu. Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Özlenen Kaptan

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şeref Bey?

    Annem, ablalarım ve futbolcu büyüğümüz ağabeyim Mehmet Ali Has hepsi Fenerbahçeliydi. Ben de onların bu sevgisini görerek Fenerbahçeli oldum. Zaman içinde de bu sevgim ve ilgim arttı.

    Spora Beyoğluspor’da başladınız…

    Futbola aşırı bir sevgim ve merakım vardı. Beni Beyoğluspor’a Raif Dinçkök aldı. Kendisi İsmet Uluğ zamanında başkan vekiliydi. 5000 TL’ye aldı, 5000 TL de kendisi verdi. 10.000 TL’ye bir daire geliyordu. İyi bir rakamdı. Beyoğluspor’da bir sene oynadım. Altyapıda yetiştim. Fakat hedefim Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamaktı.

    Ve hedefinize ulaştınız. Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşti?

    Benim futbol hayatım Fenerbahçe genç takımında Sabri Kiraz hocamızla başladı. Can Bartu, rahmetli Avni Kalkavan ve ben genç takımda beraber yetiştik. Kabataş Lisesi’nde okuyordum. 18 yaşında iken Büyük Fikret bizi A takımına aldı. 1956-1957 sezonu. Bizi Moskova’ya götürdüler. O zaman değerli sporcularımızla on beşer dakika oynamıştık. Çok büyük oyuncular vardı, ağabeyim Mehmet Ali Has, Burhan Sargın, Lefter, Küçük Fikret, Donanma Kamiller. O zaman böyle kaliteli bir takımda oynama şansını yakaladık. Çok gençtik. Etap etap Can Bartu ile maç bitimine doğru oyuna girerdik. Fikret Arıcan bizi alıştırıyordu. 14 yıl Fenerbahçe’de oynadım, 7 kez kaptanlık yaptım, 169 gol attım. Ama maalesef sakatlığım nedeniyle Manchester’da oynayamadım. Ogünler, Çevrimler, Ziyalar, Puşkaşlar, Canlar, Şükrüler bu takımla 6 şampiyonluk yakaladık. Fenerbahçe’de bu gördüğümüz üç yıldızdan birini bizim ekibimiz aldı. Müthiş bir duygu öyle bir yaşıyorsunuz ki rüya gibi…

    Şeref Has Röportajı

    Araya vatan hizmetiniz girdi. Ordu milli takımında oynadınız…

    1958’de askere gitmiştim. Askere gittiğimizde hemen ordu milli takımına aldılar. B milli takımına seçildim, oynadım üç maçtan sonra A milli takımına çıktım.

    Milli takımda da hem oynadınız hem kaptanlık yaptınız…

    48 defa milli oldum. 7 defa kaptanlık yaptım. Milli takımın 17. kaptanıydım. En büyük düşüm milli formayı 50 kez giymekti. Sakatlığım nedeniyle 48 kez giyebildim. Kısmet bu kadarmış.

    Kırılamamış gol rekorunuz var… 

    Evet. En büyük gol kralı Zeki Rıza Sporel. O’nun rekorunu Lefter kıramamış. Lefter’in rekorunu da Cemil ile ben kıramadım ama bizim altımızdan gelenler de bizim rekorumuzu hala kıramamış. 

    Kafa golleriniz de çok ünlü…

    Diyebilirim ki 50-60 tane kafa golüm var, diğerleri sağ sol ayak goller…

    Yıl 1966 Fotospor’un açtığı yarışmada yılın sporcusu seçildiniz. Ve yine Güneş gazetesinin yaptığı Fenerbahçe tarihinin altın karmasında yer aldınız. Bu efsane isimleri bir kez daha hatırlayalım: Selahattin – Şeref – Cihat – Basri – Küçük Fikret – Alpaslan – Can – Lefter – Cemil – Büyük Fikret – Zeki Rıza…Bu isimlerin hepsi çok değerli. Bizimle paylaşacağınız anılarınız var mı?

    1963-1964 sezonunda lig şampiyonu olmuştuk. Galatasaray da Türkiye Kupası’nın şampiyonu. Şampiyon olduktan sonra federasyon bir karar aldı. Galatasaray ile Atatürk Kupası oynanacak. Maç başladı. İlk golü yedik. Bazı idareciler eleştirmişti: “Neden bu maçı kabul ettiler” diye. Sonra 2. yarıya çıktığımızda içerde yemin ettik ve hep beraber “Biz Fenerbahçe oyuncusuyuz, her şeyimizi bu maça vereceğiz” dedik. O maçı 3-1 kazandık, ilk ve son golü Ogün Altıparmak, 2. golü de ben atmıştım. Atatürk Kupası’nı aldık. Yine Ankara’da Beşiktaş ile özel bir maç yapıyorduk, gece maçıydı. Ben de böyle 30 metreden falandı kale tarafından gelen topa köşeye doğru müthiş bir şekilde vurdum top takıldı, öyle yere düştü, ben de golü attım. Ankara’da bir gece maçında Ankaragücü ile oynuyoruz. Lefter, Can orta sahada ben forvette bir frikik oldu, hakem düdük çalmadan Lefter golü attı hakem vermedi, tekrarladı bir daha vurdu aynı köşeden gene gol oldu müthiş bir şeydi. Lefter ağabeyimin bu golünü hiç unutamam.

    Şeref Has Röportajı

    Derbi maçlarında neler yaşardınız?

    Biz derbi ve tüm maçlara “Maçı kazanacağız, bu maçı alacağız; taraftarımızı, kendimizi, yöneticilerimizi, teknik heyetimizi mutlu edeceğiz” diyerek çıkardık. Kazanma azmiyle… Futbol bu kazanırsın da kaybedersin de bu her zaman öyle ama hep kazanmak için çıkılır. Birinci yarıda gol yiyip soyunma odasına döndüğümüzde “Çocuklar maç henüz bitmedi, bu maçı kazanacağız, yediğimiz golleri unutun sanki maç yeni başlıyor 0-0’mış gibi tekrardan başlayacağız” diyerek konuşmalar yapardık. Hakikatten kazanırdık. Kaybettiğimiz zaman ise soyunma odasına döndüğümüzde kimse bir diğerini suçlayacak hiçbir laf etmezdi. “Sen hata yaptın da bunu kaçırmasaydın da” diyerek maç hakkında asla konuşmaz, duşumuzu alır eve giderdik.

    En mutlu olduğunuz an?

    Fenerbahçe’de şampiyon olduğumuzda kupayı kaptığımız zaman. Derbi maçlarını kazanmamız da her zaman ayrı bir coşku olurdu.

    Çok teknik direktörle çalıştınız.

    Tabii 13 senede çok teknik direktör geçti. Fikret Arıcan, Abdullah Gegiç, Molnar, Oscar Hold, Kokotoviç, Szekely… Hepsi ayrı bir öğretici, ayrı bir teknikti. Onlarla Balkan Kupaları’na gittik, UEFA maçlarına gittik. UEFA’da 2 maç direnip 3. maçta eleniyorduk. Artık bundan sonrasında yeni oyuncularımızdan beklentimiz bizim alamadığımız UEFA Kupası’nı getirmeleri. Hep birlikte onlara tam desteğimizi vereceğiz.

    Uğurlarınız var mıydı?

    Uğurlarım yoktu. Mesela “13” numara uğursuz derlerdi dolabım “13” numaraydı. “Lütfen değiştirin” demedim. Yalnız sahaya çıkarken hepimiz sağ ayakla çıkardık. Tüm futbolcuların alışkanlığıydı.

    Şeref Has Röportajı

    Örnek aldığınız oyuncular?

    Büyüklerimiz ağabeyim Mehmet Ali Has, Lefter, Küçük Fikret, Burhan Sargın, Suphi Bey, Halit Deringör, Basri Dirimli, Naci Erdem gelmiş geçmiş en iyi futbolcular. Hangisini örnek almazsınız ki.

    1950’li yıllarla bugünü karşılaştırırsak hangi futbol daha kaliteli?

    Formalar yağmur geçiriyordu, karda, buzda, kumda her şartta oynanırdı. Bizim oynadığımız zeminde at koşmazdı. Top sekmezdi. Dolmabahçe Stadı’nda ayağını uzatıyordun, top sekiyor kafana çarpıyordu. Bizim zamanımızda oyuncularımız bu kötü koşullarda bile 20-25 metreden kendi oyuncularının ayağına top atıyordu. Bugünkü oyuncular ise 4-5 metrede büyük top kaybı yapıyorlar, O zamanlar bu kadar top kaybı yoktu, alınmasın şimdiki oyuncular ama bizim zamanımızdaki futbol daha kaliteliydi.

    Ya tribünler…

    Tribünler muhteşemdi, kravatlı gelirler, küfür yok, oyuncuları alkışlarlardı. Takım farkı yoktu, çıkışta Beyoğlu’na yürürlerdi. Sporcular da öyle… Oradan evlerin yolu tutulurdu.

    Tabii Avrupa şartları o yıllarda Türkiye ile kıyaslanamazdı…

    Avrupa çok öndeydi, antrenman sahaları, statları daha bir düzgündü. Biz lig maçlarını Dolmabahçe’de oynuyorduk ama bugün stadımıza ve koşullarımıza baktığımda bunlarla gurur duyuyorum. Avrupa’daki birçok kulüpten bile önde.

    Şeref Has Röportajı

    “Sahada menisküs olsam gam yemeyeceğim. Beni en çok üzen sokakta yürürken menisküs olmam” dediniz. Ve futbolu bırakmaya karar verdiniz. Bu Türk futbolu ve sizin için büyük bir şansızlıktı. O yıllarda tüm spor camiası derin üzüntü içindeydi. Hatta o sıralarda dargın olduğunuz söylenilen Fenerbahçe takımının teknik direktörü Molnar’ın “Şeref, futbolu bırakıyoo. Yazık ediyöö, adam gibi bir futbolcu” demekten kendini alamadığı basında yer aldı. Futbolu daha 4 yıl oynayabileceğinizi düşünüyordunuz fakat sakatlığınızın yakanızı bırakmayacağı inancıyla o yıl (1969) jübilenizi yaptınız. Çok parlak, şovlu ve ihtişamlı geçti… Başlama vuruşunu Sayın Hülya Koçyiğit yapmıştı. Maalesef erken bir “Allahaısmarladık” dediniz… O geceyi anlatır mısınız?

    Dün gibi hatırlıyorum. 29 Haziran 1969. Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Şovla başladı. Artistlerle jokeyler arası bir müsabaka gerçekleşti. 1-0 jokeylerin galibiyetiyle başlayan bu maçta artistlerin kalesini koruyan Fikret Hakan ve rahmetli Öztürk Serengil sakatlanarak oyundan çıkmışlardı. Ondan sonra oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi. Sonrasında benim veda törenim başladı. Yine takım kaptanı olarak sahaya çıktım. Almanların “Harika çocuğu” gol kralı Uwe Seeler’i ve o sıralarda Almanya’nın Hamburger SV Takımı’nda oynayan eski Fenerbahçeli kalecimiz Özcan Arkoç’u davet etmiştim. 30.000 kişi gelmişti. Stat doluydu. Kupalar, madalyalar, çiçekler ama en önemlisi bizim takımın ve diğer takımın taraftarlarının, arkadaşlarımın ve yöneticilerimin kucak dolu sevgisi… Unutulmaz bir gece unutulmaz bir jübileydi benim için.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yöneticilik döneminiz başladı.

    1981-1983 döneminde Ali Şen Bey’in başkanlığındaki yönetimde bulundum. Yönetimde Abdullah Acar, Ali Dinçkök, Mesut Dizdar gibi arkadaşlarımız vardı. Bu dönemde beş kupa aldık. Türkiye Kupası, TSYD Kupası, Donanma Kupası, Westfalya Kupası, Vatan Kupası. Takımdan Ali Dinçkök sorumluydu, transferleri kendi yaptı, iki tane Yugoslav yıldız getirdi, teknik direktör ise Branko Stankoviç’di. Almanya’dan İlyas Tüfekçi’yi, Trabzonspor’dan Hasan Yıldızeli’ni aldı. O sezon ne kadar kupa varsa aldık. Fenerbahçe tarihine geçtik. Oyuncularla oturup, oyuncularla kalkıyorduk.

    Sonra Türk Futbol Fedarasyonu’nda (TFF) görev aldınız…

    Bir süre de TFF’de milli takım sorumluluğu yaptım. 2000-2001 sezonunda Fenerbahçe şampiyon olmuştu, federasyon olarak kupayı ben verdim. Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın başkanlığındaydı. Kupayı verirken yaşadığım duygular anlatılmaz. O ne haz o ne sevinç ne büyük bir mutluluk olmuştu benim için.

    Federasyon idareciliği ile kulüp idareciliği arasındaki fark nedir sizce?

    Federasyonda çalışmak güzel tabii. Kulüp idareciliği de güzel. Fakat federasyon idareciliği biraz daha farklı çünkü kulüp idareciliğinde sadece kulübünle ilgileniyorsun fakat federasyonda tüm kulüplerle ilgileniyorsun. Amatör ligden tutun da tüm liglerle… Daha zor tabii.

    Sizce yabancı oyuncu sınırlandırılması tamamen kalkmalı mı?

    Aslında bir kriter getirilmesi lazım. Bence serbest bırakmalı. Yabancı oyuncularda da kulüpler daha titiz ve seçici davranmalı. Kalitesiz oyuncular gelince oynayamıyorlar. Oynayamayınca da paralarını alamıyorlar. FIFA’da çok dosya var. Bu da kulüplere kötü oluyor…

    Şeref Has Röportajı

    Ve bugün Fenerbahçe Spor Kulübü artık bir dünya kulübü olarak görülüyor ve örnek alınıyor. Siz neler söyleyeceksiniz? 

    Benim için gelmiş geçmiş en büyük Başkan Aziz Yıldırım. Alt yapı, stat, bütün amatör branşlar hepsi muhteşem. Tarihe geçecek bir başkan ve yönetim. Kim bir tuğla koyduysa hepsini tebrik ediyorum, sağ olsunlar, var olsunlar. Bunlar çok büyük hizmetler.

    Sizlerin deneyimlerinden yeteri kadar faydalanılıyor mu? Eski bir oyuncu olarak beklentileriniz nelerdir?

    Benim dönemimdeki futbolcuların deneyimlerinden, bizlerden epey yararlanıldı. Bugünlere baktığımda eski futbolcular bildiğim kadarıyla çoğunlukla maçları izlemeye gidiyorlar yani altyapıda görev almıyorlar. Altyapıda çoğunlukla yabancı hocalar var. Biraz daha faydalansınlar, gözlemci olarak Anadolu’da genç çocukları gözlemleyebilirler, oradan oyuncu getirebilirler. Kulüp bu arkadaşlara görev verirse bu arkadaşlarımız da kulübün altyapısına yardımcı olurlar. Bir isteğim de huzurevi projesinin gerçekleşmesi.

    Maçları sık sık takip edebiliyor musunuz?

    Ben de 12 numara taraftarımızla birlikte 12. oyuncu olarak stada geliyorum (Gülüyor). Ali Dinçkök Bey ile beraber seyrediyoruz. Kupa maçlarına dışarı gidiyorum. Fenerbahçe’yi Avrupa’da da takip ediyorum. En büyük dileğim Fenerbahçe’nin maçlarını bu sene her zamankinden fazla yurt dışında seyretmek. Fenerbahçe’nin hedeflerinin artık çok büyüdüğünü görebiliyorum. Sanırım bu hedeflerimiz de gerçekleşecek.

    Bugüne baktığımızda sizi etkileyen oyuncular…

    Tuncay ve Rüştü’yü beğenirdim. Şu an takımda değiller. Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olduklarını düşünüyordum. Ayrılmaları beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama şimdilerde her şeye daha profesyonel gözle bakılıyor. Bu açıdan fikir üretemiyorum. Gönlüm futbolu Fenerbahçe’de bırakmalarıydı. Ama kim bilir? Alex’i beğeniyorum. Tabii ki dünya starı Roberto Carlos. Hep beraber izleyip göreceğiz.

    Taraftarlarımız için mesajınızı alabilir miyiz?

    Maç başlıyor ve taraftar müthiş. “Non-stop” susmak yok. 12 numara olmayı fazlasıyla hak ediyorlar. Her zaman temennim Fenerbahçe’nin ayrıcalığını hissettirsinler, centilmenlik örneği teşkil etsinler. Tüm branşlarda verdikleri destek için hepsine teşekkür ediyorum.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Kolay Gece

    Kolay Gece

    Günlük gazetelerde futbola edebiyat sosu katan son isimlerden birisiydi Erdoğan Şenay… 11 Mart 1006 tarihli Fenerbahçe-Konyaspor maçından sonra Milliyet gazetesinde yazdığı “Kolay Gece” başlıklı yazı ile sizleri baş başa bırakalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Fotoğraflar: Hüseyin Yavuz & Uğraş Özyurt


    Süper Futbol

    Fenerbahçe, cim-bom galibiyeti moraliyle yarışıyordu Konya’ya karşı…

    Zaten kalede Rüştü hariç, sahadaki kadro da Galatasaray önünde on birin taa kendisiydi… Sarı-lacivertli ayaklar geride dörtlü ve orta saha olarak pas alış verişlerinde hep yan ve arka topları düşünüyorlar öncelikle… Rakibi üstüne çağırma taktiği adına gerekli bu hareketler… Ancak rakip defans kendi kilitlenmesini bu paslara aldanıp, çözmedikçe futboldaki çağdaş gol pozisyonlarına bilinçle yaklaşmak tam bir zorluk haline gelmez mi?

    Hâlbuki Konyaspor’a tam da göbekten saldırmak, ikili, üçlü, dörtlü pas örgüleriyle o bölgedeki kördüğümü çözmek Fenerbahçe’nin yalnız dünkü oyunda değil, yaklaşık bütün puan maçlarındaki genel sorunu bizce… Appiah, Aurelio, Alex, Önder sağ kanatta Anelka’yı da aralarına alarak çok da göz alıcı paslar üretip, yan top ortaları yapmaya çalışıyorlar… İyi ama ortada bu toplara kalkacak ve rakipten önce kafayı yapıştıracak oyuncular nerede? Fenerbahçe’de bu tip kafa golleri sadece karambol anlarında sayıya dönüşebiliyor?

    Öyleyse Anelka’nın tek santrfor kaldığında oynadığı sürece hücum anlayışlarını rakip göbekten düzenlemek kaçınılmaz bir gerçektir Fenerbahçe için…

    Sol kanatta Tuncay tam bir “çılgın adam”: Ümit Özat’la iyi anlaşıyorlar… Ama Tuncay’ın sahadaki her bölgeye koşup, didinmesi oynaması gereken asıl alanda büyük boşluklar yaratıyor…

    Takımdaki bu “sol adam sorunu” yeni bir transferin sonrasında rayına oturacak galiba… Çünkü eldeki kadroyla bu iş ancak bu kadar yürüyor…

    İkinci yarı futbol olarak Fenerbahçe’de “buzların çözüldüğü” bir devreydi sanki… Anelka’nın ilk yarıdaki golü sonrası erken gelen Nobre’nin sayısı Konyaspor’u direnişten koparıyor ve Fenerbahçe tüm hatlarıyla bütünleşerek, oynuyordu dünkü 3 puan kazanma yarışını… Bu arada Önder’in sağ çizgideki emniyetli savunma anlayışı ve kanat bindirme yeteneklerinin bu tertipte defansa önemli bir rahatlık getirdiğini, Servet ve Deniz’in de görevlerini başarıyla süslediklerini hatırlatmalıyız…

    Evet, Fenerbahçe; Nobre, Appiah ve tüm isimleriyle coşkuyla götürdüğü oyunun ikinci perdesini farklı bir sonuçla kazanıyordu… Ancak bakalım gelecek haftaların zorlu rakipleri dünkü kadar “KOLAY BIR GECE” rahatlığında bırakacaklar mı şampiyon namzedini.


    Hakemler: Vedat Yüksel, Selçuk Kaya, Nihat Mızrak

    Fenerbahçe: Rüştü Reçber, Önder Turacı, Fabio Luciano, Ümit Özat, Stephan Appiah, Marco Aurelio (Selçuk Şahin), Deniz Barış, Tuncay Şanlı (Kemal Aslan), Alex De Souza, Nikolas Anelka (Marcio Nobre)

    Konyaspor: Özden, Yasin, Ömer, Ümit, Erhan, Murat, Mustafa, Zafer (Tayfun), Erman, Okan (Volkan), Bebbe (Kais)

    Goller: Anelka (37′), Nobre (48′ ve 90′), Önder (56′), Appiah (82′)


    Kolay Gece
    Kolay Gece
  • Şampiyonluk Yüzüğü

    Şampiyonluk Yüzüğü

    1959 öncesi şampiyonluklar konusu, resmi makamlar nezdinde adeta rafa kalktı. Türkiye Futbol Federasyonu, arada sırada “Yakında açıklayacağız” diyor, fakat o yakın nasıl bir yakınsa, bir türlü vakti gelmiyor. Başvuran ve karşı çıkan kulüplerden de ses yok. Bununla beraber, biz konu hakkında araştırmalar yapmaya devam ediyoruz… Bu yazıda 28 şampiyonluğu kazanan 347 futbolcumuzun adı ilk kez bir arada listeleniyor. Yazımızın başlığı “Şampiyonluk Yüzüğü” oldu, çünkü bu zaferleri kazanan insanlara veya ailelerine birer zafer hatırası armağan etmenin, yaşayanlara sonsuz mutluluk vereceğini, vefat edenlerin ise ruhunu şâd edeceğini düşünüyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    28 Şampiyonluk

    Fenerbahçe’nin 28 Türkiye Şampiyonluğu’nu sitemizde tek tek incelemiştik. Aşağıdaki listede okuyacağınız isimleri, kazanılan şampiyonluklara göre ayırdık.

    7 kere şampiyonluk kazanan 2,
    6 kere şampiyonluk kazanan 3,
    5 kere şampiyonluk kazanan 11,
    4 kere şampiyonluk kazanan 17,
    3 kere şampiyonluk kazanan 41,
    2 kere şampiyonluk kazanan 77,
    1 kere şampiyonluk kazanan 196 futbolcumuz var. Lafı fazla uzatmadan listemize geçelim…


    7 Şampiyonluk Kazananlar

    Esat Kaner

    Naci Bastoncu


    6 Şampiyonluk Kazananlar

    Cihat Arman

    Fikret Arıcan

    Fikret Kırcan


    5 Şampiyonluk Kazananlar

    Halit Deringör

    Lebip Elmas

    Melih Kotanca

    Murat Alyüz

    Müzdat Yetkiner

    Ömer Boncuk

    Selçuk Şahin

    Semih Şentürk

    Şeref Has

    Volkan Demirel

    Ziya Şengül


    4 Şampiyonluk Kazananlar

    Ali Rıza Tansı

    Alpaslan Eratlı

    Can Bartu

    Fazıl Arzık

    Hüseyin Yazıcı

    İbrahim İskeçe

    Lefter Küçükandonyadis

    Mehmet Reşat Nayır

    Ogün Altıparmak

    Osman Göktan

    Rüştü Reçber

    Selahattin Torkal

    Serkan Acar

    Şükrü Birand

    Yavuz Şimşek

    Yılmaz Şen

    Yüksel Gündüz


    3 Şampiyonluk Kazananlar

    Alex de Souza

    Ali Filibeli

    Atilla Altaş

    Birol Pekel

    Cem Pamiroğlu

    Cemil Turan

    Cevat Sayit

    Ercan Aktuna

    Ergun Öztuna

    Erol Keskin

    Fuat Saner

    Halil Köksalan

    Hazım Canıtez

    Hüsamettin Böke

    İsmail Kurt

    Kemal Aslan

    Marco Aurelio

    Mehmet Yozgatlı

    Mustafa Güven

    Muzaffer Çizer

    Müjdat Yetkiner

    Nedim Doğan

    Niyazi Gülseven

    Niyazi Sel

    Nuri Pekesen

    Onur Kayador

    Orhan Canpolat

    Önder Çakar

    Özcan Köksoy

    Özer Kanra

    Rebii Erkal

    Samim Var

    Sedat Karaoğlu

    Selim Soydan

    Serhat Akın

    Şaban Topkanlı

    Şevket Demirtepe

    Tuncay Şanlı

    Ümit Özat

    Yaşar Alpaslan

    Yorgo Angelidis


    2 Şampiyonluk Kazananlar

    Abdullah Çevrim

    Adil Eriç

    Adnan Tuncay

    Ahmet Erol

    Akgün Kaçmaz

    Ali Güneş

    Ali İhsan Okçuoğlu

    Arif Kocabıyık

    Avni Kalkavan

    Aydın Bakanoğlu

    Aydın Çelik

    Aydın Yelken

    Aykut Kocaman

    Basri Dirimlili

    Bekir İrtegün

    Bülent Büyükyüksel

    Caner Erkin

    Cristian Baroni

    Deniz Barış

    Diego Lugano

    Emin İlhan

    Emre Belözoğlu

    Ender Konca

    Engin Verel

    Erdoğan Arıca

    Ersoy Sandalcı

    Fabio Luciano

    Fatih Akyel

    Gökhan Gönül

    Halil Özyazıcı

    Hasan Özdemir

    Hayati Öney

    Ilie Datcu

    İsmail Alemdaroğlu

    İsmail Kartal

    Joseph Yobo

    Kemal Atakul

    Levent Engineri

    Mahmut Hanefi Erdoğdu

    Marcio Nobre

    Mehmet Topuz

    Mert Günok

    Murat Hacıoğlu

    Mustafa Kaplakaslan

    Muzaffer Ateşçi

    Naci Erdem

    Namık Erbay

    Necdet Çoruh

    Necdet Dalay

    Nedim Günar

    Numan Okumuş

    Numan Uzun

    Nurettin Yıldız

    Oğuz Çetin

    Olcan Adın

    Orhan Menemencioğlu

    Osman Arpacıoğlu

    Önder Mustafaoğlu

    Önder Turacı

    Özcan Arkoç

    Pierre Van Hooijdonk

    Rıfkı Pekşen

    Sabri Kiraz

    Selahattin Karasu

    Selçuk Yula

    Serkan Balcı

    Servet Çetin

    Süleyman Tekil

    Şenol Birol

    Şenol Çorlu

    Şeref Benibol

    Şükrü Ersoy

    Uche Okechukwu

    Yaşar Duran

    Yaşar Mumcuoğlu

    Yusuf Şimşek

    Zafer Göncüler


    1 Şampiyonluk Kazananlar

    Abdullah Ercan

    Abdullah Sakallı

    Abdülkerim Durmaz

    Ahmet Habiboğlu

    Ali Elgin

    Ali Nail Durmuş

    Alper Akıcı

    Alper Potuk

    Andre Santos

    Argun Nemli

    Aygün Taşkıran

    Bahri Kaya

    Bahtiyar Yorulmaz

    Basri Taşkavak

    Bedii Yazıcı

    Bilal Şar

    Birol Altın

    Bruno Alves

    Burhan Sargın

    Bülent Tanyeri

    Bülent Uygun

    Cahit Zeren

    Can Arat

    Celil Sağır

    Cemal Şıkak

    Cemal Uludağ

    Cemal Uzkes

    Colin Kazım Richards

    Coşkun Demirbakan

    Çetin Aktulgalı

    Dalian Atkinson

    Daniel Guiza

    Deivid de Souza

    Dirk Kuyt

    Durmuş Çolak

    Dusan Pesic

    Edu Dracena

    Egemen Korkmaz

    Elvir Baljic

    Elvir Boliç

    Emmanuel Emenike

    Emre Aşık

    Engin İpekoğlu

    Erdal Kocaçimen

    Erdi Demir

    Erdinç Sandalcı

    Ergin Parlar

    Erhan Albayrak

    Erhan Uyaroğlu

    Erol Bulut

    Eyüp Odabaşı

    Fabiano Lima

    Fabio Bilica

    Fahruddin Zeynelovic

    Faruk Hızer

    Feyyaz Uçar

    Fuat Güngör

    Füruzan Şansal

    Gökay İravul

    Gökhan Ünal

    Günaydın Özyurt

    Güngör Tekin

    Güray Erdener

    Hadi Tarlan

    Haim Revivo

    Hakan Bayraktar

    Hakan Tecimer

    Hakkı Pavli

    Halil İbrahim Kara

    Halil İbrahim Poçar

    Hasan Ali Kaldırım

    Hasan Vezir

    Hasan Yıldızeli

    Hilmi Ardağ

    Hilmi Atakul

    Hilmi Kiremitçi

    Hüseyin Çakıroğlu

    Ion Nunweiller

    Issiar Dia

    Ivailo Petkov

    İbrahim Aydın

    İbrahim Ejder

    İhsan Kavak

    İlhan Eker

    İlker Yağcıoğlu

    İlyas Tüfekçi

    İrfan Denever

    İsmail Güldüren

    İsmail Kurşun

    İsmet Saral

    Jes Högh

    John Moshoeu

    Kadri Aytaç

    Kamil Ekin

    Kamil Güvenal

    Kemalettin Şentürk

    Kennet Andersson

    Kerim Zengin

    Konur Alp Mutlu

    Lütfi Boyer

    Mahmut Aydın

    Mamadou Niang

    Mateja Kezman

    Mehmet Ali Has

    Mehmet Hacıoğlu

    Mehmet Topal

    Mert Meriç

    Michal Kadlec

    Milan Rapajic

    Miroslav Stoch

    Moussa Sow

    Muammer Oraman

    Muhammed Akarslan

    Muhammed İbrahimbegoviç

    Mustafa Arabacıbaşı

    Mustafa Doğan

    Mustafa Özer

    Naci Sarıtaş

    Naim Şukal

    Naki Kinezoğlu

    Nazım Kayar

    Necdet Erdem

    Nezihi Tosuncuk

    Nikola Lazetic

    Nikolas Anelka

    Niyazi Tamakan

    Nusret Özmengü

    Nüzhet

    Ogün Temizkanoğlu

    Oğuz Dağlaroğlu

    Okan Alkan

    Orhan Kapucu

    Osman Denizci

    Ömer Karabacak

    Özcan Kızıltan

    Özer Hurmacı

    Pierre Webo

    Radmilo Ivancevic

    Radomir Antic

    Rafet Atamer

    Rasih Minkari

    Raşit Karasu

    Raul Meireles

    Recep Biler

    Recep Nurcan

    Recep Ölmez

    Rıdvan Dilmen

    Robert Enke

    Sadi Çoban

    Safa Özyurt

    Saffet Akbaş

    Salih Uçan

    Samuel Holmen

    Samuel Johnson

    Sedat Bayur

    Selçuk Hergül

    Semih Arıcan

    Seracettin Kırklar

    Serdar Kesimal

    Serdar Kulbilge

    Serdar Şenkaya

    Sergiy Rebrov

    Serkan Özsoy

    Serkan Reçber

    Sertaç Olcayto

    Srebrenko Repçiç

    Stephen Appiah

    Stjepan Tomas

    Süleyman Köprülü

    Şenol Ustaömer

    Şevki Şenlen

    Tacettin Ergürsel

    Taci Ece

    Tarık Daşgün

    Tayfun Korkut

    Taygun Erdem

    Timuçin Çuğ

    Toni Schumacher

    Tuğrul Duru

    Tuna Güneysu

    Tuncay Becedek

    Turan Akra

    Turan Sofuoğlu

    Turgay Aksu

    Tümer Metin

    Uğur Boral

    Yakup Kordal

    Yaşar Yalçınpınar

    Yenal Kaçıra

    Yıldırım İper

    Zafer Dinçer

    Zeki Rıza Sporel

    Zeki Temizler

    Zihni Kanmaz

    Ziya Atamer

    Zoran Mirkoviç

  • Dededen ve Babadan Fanatik

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Artık Fenerbahçe tribün tarihini de yazmaya başlıyoruz. Daha doğrusu yazılmazına vesile olmaya… İlk konuğumuz gençlikten orta yaş kuşaklarına doğru giden bir arkadaşımız : Dededen ve babadan fanatik, kongre üyesi Can Turgut.

    Sözü uzatmayalım. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Vazgeçilmez klasiklerden başlayalım. Nasıl Fenerbahçeli oldun? Gittiğin ilk maç hangisi? Hatırda kalan “sence” mühim detaylarıyla tabii.

    Röportaja “klasik” bir cevapla başlayacağım. Dededen ve babadan fanatik Fenerbahçeli olarak doğunca bana başka bir şans kalmıyordu.

    İlk hatırladığım maç Toni Schumacher’in İnönü’deki jübilesi. Babamla Yeni Açık’a gitmiştik, Atletico Madrid’le 3-3 berabere bitmişti ve hatta elektrikler kesilmişti. Bileti hala durur. Maça gitmenin keyfi kanıma öyle girdi.

    Babam (Ayhan Turgut) beni evde sarı-lacivert giydirirdi. Hatta 6 yaşımda çektirdiğimiz fotoğraflardan birini de sırtıma dövme yaptırdım.

    Daha sonra Uche’nin 90’da attığı Beşiktaş maçı da ilk ağladığım maç olarak kayıtlara geçirirsek, bir canavarın doğumunu resmileştirebiliriz bu dönem.

    Bu cevaptan sonra bir zaman atlaması yapmak farz oldu. Rahmetli babanın en az senin kadar renkli biri olduğunu biliyorum. Biraz anlatır mısın, mesleğini ve muhakkak duyduğun bir-iki enteresan hikayesini? Bir de dede faktörü varmış ki onu ben de bilmiyordum. Kim bilir onda da ne cevherler vardır?

    Babam film yapımcısıydı, Beyoğlu’nda yazıhanesi vardı. Öyle çok ahım şahım işlerle haşır neşir değildi ama, o dünyadandı. Gerçi son dönemlerinde Emrah ve Hülya Avşar’ın çoğu işinde vardı. Ben çocukken ananemin evinde Ali Avaz’ın “Alaman Avrat Kırk Bin Mark” filminin çekildiğini hatırlıyorum. Bir de klipte oynamıştım, Nilüfer Örer diye bir kızın “Şımarık” şarkısı. :)

    Film dünyasında gece gündüz kavramı olmadığı için, babamla geçirilen vakitte maça gitmek çok değerliydi. 2001 şampiyonluğu sonrası bayrağı arabaya asıp havaalanına gitmiştik, yolda da Galatasaray takım otobüsü denk gelmişti. Fatih Akyel ve Okan’la falan bayağı bir el kol, küfürleşmeler derken… “Kaptan orta kapı” deyip cama vuruyordu daha sonra bizde oynayacak kişi. Güzel anı : )

    Her deplasman öncesi “Oğlum gitme” deyip, arkadaşlarının yanında bizimki de hafta sonu Samsun’daydı diye övünen babalardan :)

    Dedem (Ulvi Turgut) eski ağır ceza hakimi. Pandemiden önce vefat etti. 90 küsür yaşında hala bizle şarap içiyordu : ) Bayramlaşmalarda hep kendisine aldığım sarı lacivert kravatı takardı. Mekanı cennet olsun.

    İkisi de nur içinde yatsın… Biraz da tahsil zamanlarından  bahsedelim. 1985 doğumlusun. Şöyle bir ilkokuldan üniversiteye doğru bakınca, sen de “30 kişiden 20’si Fenerbahçeliydi” dönemlerine yetiştin, diyebiliriz. Biraz anlatır mısın okul durumlarını?

    Teşekkürler… İlkokul Şair Nedim, ortaokul ve lise Cağaloğlu Anadolu.

    Çocuklukta en fazla şampiyon olan takım biz olduğumuz için zaten sayıca üstünlük çok normal bir şeydi. Mesela ben Beşiktaşlı’yla girdiğim bir laf dalaşı hatırlamam hiç. Burdan da aslında “Ne kupa büyüklüğü ne şampiyonluk” sözünün tersine daha çok inandığımı belirtmek isterim.

    Cağaloğlu ise gerçekten Fener’in kalesi durumundaydı. Hep hızlı tribüncüler yetiştirmiştir. 6-0’lık maça İstanbul Erkek’le birleşip kortej halinde yokuştan bağıra çağıra inmiş, vapurun üst katını kapatmıştık : )

    Rahmetli İslam Çupi’nin o sözü, o şekilde kullanılması için söylemediği çok açık. Büyük ihtimalle sana hak verirdi. :) Giden şampiyonluklardan başlayalım o zaman. Denizli maçı denince aklına ne geliyor?

    Deplasman tribünündeydim. Aslında İstanbul’dan elinde Denizli tarafı bileti olan bir tayfa olarak yola çıkmıştık ama son dakika ben bizim tribüne bilet bulunca sattım bizimkileri : )

    Gerçi ondan önce yine Denizli’de şampiyonluğu kazandığımız maçta da vardım, dolayısıyla uğurlu geleceğini düşünüyorduk şehrin. Maalesef olmadı, golü de yedikten sonra Denizli tribünündeki Galatasaraylılarla cebelleşerek sinir krizleri altında bitirdik maçı. Bilet politikasındaki adaletsizlikten iyi tribün de yoktu.

    Dönüş yolu azap olmuştu, hatta o sırada askerde olan bir arkadaşım arayıp neden koltukları kırıp maçı iptal ettirmiyorsunuz diye veryansın etmişti : )

    Tarihin en haklı ama imkansız veryansınlarından biri olabilir :) Uğurlu şehir demişken, sözlü tarih derslerinde kullanılabilecek bir Kayseri röportajın var malûm. Şöyle bir yurt içi deplasman sıralaması rica etsek, iyiden kötüye doğru. 

    Sami Yen ve İnönü’leri kategori dışı bırakırsak, pek tabii ki Trabzon uzak ara birinci sıradadır. Polisler tarafından tribün dışına taşınırken gazetede fotomun olması sebebiyle de anısı vardır : )

    Hem günübirlik olması hem rakip tribünün sağlamlığı açısından, Bursa her zaman temiz ve net deplasman olmuştur. Hafta içi kupa maçları dahil kaçırılması abestir.

    Üçüncü sıra için İzmir ve Rize kapışır.

    Maça gitmeyip sadece Kordon, Alsancak takılsak aslında nefis ama o iğrenç devasa statta tribün yapmak puan kırıyor.

    Rize sanki daha bir 3. sıra adayı… Hiç saymasam 6-7 kere gitmişimdir. Her seferinde hafta sonluk; hep başka bir tarafını keşfetme, tribün ahalisinin de kalabalık geldiği şehirlerden olunca vakit su gibi akıyor. Faili meçhul silahlı saldırı sırasında da çok yakınındaydık takım otobüsünün, umarız devran dönünce bir şeyler açığa çıkar.

    Son dönemlerde eski tadı olmasa da, Ankara 19 Mayıs da hep iyi deplasman yaptığımız stat olmuştur. Oradaki dostlarımızın varlığı yeter de artar zaten.

    Bütün şehirleri yazıp sıkıcı hale getirmek istemiyorum.

    Sakarya-Kocaeli aynı kasa her gittiğimizde arşivlik videolar çıkarttık Fener tribünü olarak.

    Antalya’ya her sene gideriz, en az 4 farklı stadında maç izlemişimdir şehrin. İlginç bir istatistik, 7 Mehmet’te yemek yemeye gidilir sırf zaten. Türkiye’nin en iyi restoranı demişti Vedat Milör, katılıyorum.

    Gırtlaktan açtık madem, Antep’i ekleyip bitirelim. sabah erkenden şehre inip beyrana koşuş, eski stadyum zamanı maç saati dev bir izdiham ki bir maç girememiştik, LİG TV röportaj yapmıştı karakolda bizimle. Karakol amiri şikayet için gittiğimizde “Nerden bileyim ben sizin maça girmediğinizi?” demişti maç oynandığı esnada. Şebelek!

    Bir çırpıda sayabildiklerim bunlar, vilayet kusacağım.

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Adeta bir valinin seyir defteri :) Yurtiçinden bahsetmişken beynelmilel deplasmanları saymamak olmaz. Tadı damakta kalan, “Bu ne güzel deplase olmaktır” dedirten uluslararası temaslar hangileri?

    Sonu kötü ama gidişi ve şehri istila edişimizle Benfica deplasmanını 1 numaraya koyarım. 2 gün boyunca liman kafelerinde oturup tezahürat etmiştik. Tabii Euro 2 civarıydı iç içebildiğin kadar : )

    İkinci sıraya Bükreş’e 3 otobüsle gittiğimiz deplasmanı koyarız. Hem yeni dönemde otobüsle yurt dışı daha önce yapılmamış bir şeydi, hem de çekirdek kadroyla otobüs içi makaraların üst düzey olduğu bir yolculuktu. Tribünde meşaleyle beraber maçı da almıştık.

    Üçe herhangi bir Hollanda deplasmanını koyabiliriz… Hadi en kalabalık olan Ajax’ı seçelim. Meydanda atlarla çatışma çıkmıştı : )) Tribünün baca gibi tüttüğü şiirsel bir orkestraydı. Vondelpark’ı Yıldız Parkımız yapmıştık adeta.

    Ben tabii ki kendi gittiklerimden yola çıkıyorum; yoksa bir başkası Marsilya’yı da anlatır Prag’ı da.

    Spesifik garip deplasman olarak Moldova Sheriff Tiraspol’u ekleyebilirim, Transdinyeper özerk bölgesine geçmiştik. Ülkeception! Tanımlanamayan çeşitli para birimleri cepte maç sırasında büfeden bira alma keyfi.

    Son olarak, Eurolig Final 4’ların hepsinde vardık, Madrid daha bi eğlenceliydi sanırım kalabalıklık ve meydan performansı açısından : “Var bir hayalim herkes dinlesin..” 

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Tribüne gitmeye 2000’lerden önce başlayan insanların, bu tarih sonrasında kendilerini gittikçe daralan bir alanda buldukları tartışılmaz bir gerçek. Bu anlamda gidilen her yurt dışı deplasmanı, o “özlenen” özgürlüğü insanlara yeniden tattırıyor olsa gerek. Her fırsatta YouTube’da nostalji videolarına daldığımız bu pandemi döneminde şöyle bir geçmişten bugüne bakınca taraftarın tribünde “iyi ki artık yok” veya “keşke bugün de olsa…” dediği neler var?

    Valla maça 10 saat evvel girmemek iyi ki artık yok : ) Tabi dönem ve yaş gereği zevkli olsa da, bir gece önceden bilete sabahlamak iyi ki yok.

    Bugün de olsa dediklerimiz artık 6222’ye giriyor, en son meşaleyi Anderlecht deplasmanında yakmıştık çok özlediğimizi fark ettik.

    Kadıköy’deki Galatasaray maçlarında rakip oyuncuyu daha maç öncesi ısınmada bezdirmeyi özledim.

    Büyüklerimizin Telegol, bizim TSYD baskını gibi spontane eylemleri özledim.

    Hayat gibi tribün pratikleri de değişiyor, evriliyor. Uyum sağlayıp keyif almaya ve destek olmaya devam edeceğiz.

    Spontane eylemlerin Fenerbahçe taraftarının hayatında önemli yer kapladığı dönem, hayli yakın bir geçmişte. Caferağa, Burhan Felek, Abdi İpekçi gibi spor salonları da bunlardan nasibini bolca almıştı. Bu salonları (ve çevresindeki kayıntı  mekanlarını) özlüyor muyuz biraz? Yeni salonlar iyi hoş da mekanik bir tadı mı var? Yönlendirmeli gibi soru oldu ama…

    Yok deyip yönlenmiyormuşum bilerek :))

    Ya İpekçi deyince Safa Meyhanesi geliyor akla, ama biz o dönem genelde otoparkta bira, votka takılıyorduk.

    Burhan Felek öncesi o cadde üstündeki Turanlar Balıkçısı’nı mesken bellemiştik beraber. Pirana gibi bir dönem kullandık sonra mendil gibi kenara attık sanki; adamlara uğramıyoruz artık. Ayıp bize.

    Caferağa sosislisi demezsek sanki sinkaf edeceklermiş bizi (editörün yumuşatması) hissine kapıldım ama yine demeyeceğim. Ben o salona “Terleyerek kilo verilir”i deneyimlemek için gidiyordum.

    Yeni salonlara pek ayak uyduramadık dürüst olmak gerekirse… Ataşehir’e tek tük gittik tiyatro atmosferinden dolayı. Cevap evet, çok mekanik : ) Yönlendim.

    Caferağa sosislisinin imtiyaz sahipleri sonrasında diğer salonlara da geldiler ama demek ki olay mekanmış. Yeri gelmişken Kadıköy’ün İstanbul beyefendisi kazı Rodi’yi rahmetle yad edip, aynı isimli kısa ömürlü mekanı da anmış olalım. Bu cevap, bir başka soruya orta açmış olsun. Stadyum çevresinde maç öncesinde zaman geçirme ritüellerinden bahsedelim biraz. Sizinkiler nelerdi? Halkımız merak ediyor desek biraz mübalağa olur ama tarihe not hep bunlar, değeri sonradan anlaşılacak :)

    Üniversiteye girdiğimiz zamanlar, forumdan Unifeb’e üye olmuştum gruba girme motivasyonuyla. Dediler ilk maç, fasılda buluşacağız. Ulan cumartesi öğlen saat 1, ne fasılı dedim neyse gittik : ) Mekanın adıymış. Bir 9-10 senemizi rahat vermişizdir.

    Genelde kalabalık ortam, bitmeyen biralar ve hep bir beste yapma içgüdüsüyle şimdiye dek sürdürdüğümüz dostlukların ilk yeriydi. Özeldir bizim için.

    Daha sonraları değiştirdiğimiz mekanlar oldu. Maçın önemine ve saatine göre içki tercihleri değişti. Nazlı’nın arka sokaklarına maalesef uzun yıllar teşaşür eyledik (editörün tebdili), yöre halkından özür diliyoruz.

    Maç öncesi ne yaparsak yapalım, bira kesinlikle soğuk olacak, o gündeme özel bir slogan veya melodi dillerde olacak.

    Bunların dışında benim şahsi olarak maça karşıdan gelen biri olarak, ille de vapur sevdam vardır. Metrobüs dislike.

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Bir kez daha 1990’lara dönelim. Herkesin sorulmadan anlattığı bir safahat vardır : “Şu tribünde başladım, şuraya geçtim” ya da “Ben hep şuradaydım” diye… TRT tarzı soru : Stadyum inşaatından önce ve sonra Can Turgut’un yolculuğu hangi tribünlere oldu? En çok hangisini sevdi? Hangisini pek de özlemiyor?

    Can Turgut’un yolculuğu babasıyla beraber Numaralı’da başladı, ama gözümüz hep maratondaydı.

    Babadan kurtulup lisede birkaç arkadaşla maratona gitmeye başladık, fakat son dönemlerine denk geldik ve üniversiteyle beraber uzun yıllar Lise Açık’ta Unifeb çatısı altında konuşlandık.

    Sonra ikinci ve bu sefer daha aktif bir maratonun köşesi dönemi. Tribünsel muhalefeti de körüklediğimiz, herkesin birbirini tanıyıp sevdiği B blok. Those were the days!

    Son birkaç senedir, Fenerium üstteyiz, eskisi kadar tad alamasak da ayaklarımız geri geri gitmiyor hala.

    Tribünlerin yönetim yüzünden bomboş olduğu, keyfekeder uygulamaların yapıldığı dönemi hiç mi hiç özlemiyoruz. İyi direnç göstersek de ne gerek vardı yani? Gençlik enerjimizi böyle bir saçmalıkla mücadele ederek geçti. Neyse güzele dönelim.

    Dededen ve Babadan Fanatik

    Tribün tarihini yazmaya çalışırken tribün gruplarını irdelememek olmaz. Kurulduğundan bugüne bir ÜNİFEB değerlendirmesini başından beri bir şekilde içinde olan birinden istememek de öyle… Bir gün kendisi iken, ertesi gün mezunları olan üyeleri, uzaktan bakılınca “geldiler” dedirten t-shirtleri ve bir dönem meşhur bayrakları ile biraz da ÜNİFEB’den konuşalım. Biz derken, sen konuş, biz dinleyelim ve ikinci soruyu da ekleyelim. Şöyle geçmişe bir bakınca, tribün için son 25 senenin “en uzun süren mutlu günleri” hangileridir sence?

    Aslında sorunun muhatabı ben mi olmalıyım emin değilim Unifeb konusunda, çünkü dernek işlerine hep mesafeli yaklaştım adımımı attığımdan beri.

    Arkadaş grubu özelinde Fener’i desteklemek daha romantik, daha özgür ve daha şatafata meyilli geldi.

    Ha 2. jenerasyon olarak girdik, şimdi en yakın dostlarımızı, abilerimizi ve kardeşlerimizi Unifeb’in kuruluşuna borçluyuz. 18 yaşındayken, o bayraklarla oluşturdukları havadan etkilenip girmiştik.

    Şimdiki 18 yaşında gençler için maalesef tribün görselliği konusu eksik kalıyor. İlgiyi tribünden başka yere kaydırıcı çok fazla şey var ülkede ve dünyada.

    Unifeb’in Fenerbahçe tribününe kattıklarını dışardan birilerinin anlatması daha keyifli olabilir bu arada, ben de sizi yönlendireyim : )

    En uzun süren mutlu günler, tribünün sağlamlığıysa konu 90’ların ikinci yarısından 2000’lerin ilk yarısına kadarki Fenerbahçe tribünü iç saha, görsellik, çoğulluk, derbi deplasmanlarındaki üst düzey motivasyon bence Türk tribünlerinde zirveydi.

    Son dönem en fazla birlik bütünlük gösterdiğimiz dönemse, bahsetmeden geçilemeyecek 3 Temmuz’daki sokak mücadelesi dönemidir. Selam olsun herkese.

    Dededen ve Babadan Fanatik

    3 Temmuz tam yerine rast geldi, manzara koyalım :) Şöyle bir her anlatışta tebessüm ettiren anılar demeti alabilir miyiz? Gerçekten de sokak hallerinin kitabı yazılması gereken şenlikli zamanlardı.

    Valla tebessümlük anı olarak da bakabiliriz, İstiklal Caddesi’nde yapılan gövde gösterisinin bitişine doğru polis cebimizde limon buldu diye gözaltına alınmıştık : ) Dışarda arkadaşlarımız Fener diye bağırarak destek oluyorlardı. Duygusala geçiş.

    Beşiktaş DGM’de geçirdiğimiz saatler çok özeldi. Sagopa’nın son şarkısına verdiği isim gibi tam “saldırground” günlerdi. Bir gece Çağlayan’da dava sonucunu bekliyoruz, neyse hurra murra gaza boğuldu her yer. Ekip canını ezilmekten kurtarmış, tekrar toplandık bi baktık herkesin bira elinde haha kimse atmamış, namusu gibi korumuş : ) Doğru tabi, ziyan.

    TSYD lokaline yaptığımız baskın da güzeldi, sahte rezervasyonlarla en az 50 kişi gidip şeklimizi koymuştuk. Hesapları önden ödemiştik gaspçı demesinler diye.

    Son olarak bir sabaha karşı da TFF binasının önüne viledalar, deterjanlarla gidip temizlik yapmıştık pissiniz hesabı, sonra da ligden düşürün pankartı açmıştık : )) 

    Konulan eylemlerin hemen hepsinde bir sanat kokusu, emeği var :) Demişken, biraz da başka bir tutkudan konuşalım. Bir sinefil olarak, pandemide YouTube’du, platformlardı, online gösterimlerdi derken, kendimizi “Evde Sanat” gibi bir sürekli etkinlik içinde bulduk. Sizde durumlar nasıl gidiyor, 14-15 saatlik ekran sürelerine de bakacak olursak :)

    Evet, geçen telefon bildirim gönderdi gün içinde 15 saat telefonu kullanmışım aktif olarak. Laf soktu galiba?

    Ofise artık gitmiyoruz, alıştık ve artık gideceğimi de sanmıyorum. Borsacıyım, bütün gün masada ekran başındayım zaten. Sadece boş zamanlarda değil, gün içinde arka fonda da hep bir şeyler açık. İçerik manyağı olduk çıktık gerçekten, devamlı bi’ film-dizi listesi hazırlıyorum, hepsi de hemen tüketilmiyor tabi. Birikiyor da birikiyor. Neyse illa vakti gelir. 

    En güzel neyi tükettin dersen; kıyıda köşede kalmış Türk filmlerini bitirdim. Kurtlar Vadisi’nin bir tur daha üzerinden geçtim. Poyraz Karayel izlememiştim, güzeldi. Line of Duty ve Gangs of London da yabancı dizi önerisi olsun.

    Salonda sinema izlemeyi çok özledim. Tam kapanmalar öncesi Tenet’e gittiydik de hayal kırıklığı oldu film.

    Online festival işiyse hiç olmadı, ruhuna aykırı bir kere.

    En güzelini sona sakladım; absürd severlere gerçek hazine Exxen’deki “Gibi”.

    Film, dizi konuşursak çıkamayız. Bitirelim : )

    Pandemi alışkanlıklarının sonrası için peşrev oldu bir önceki soru. Bizim bağlama gelecek olursak, aşılarımız tamamlanıp (tövbe estağfurullah) seyirciler tribüne geri döndüğünde  bizi neler bekliyor olacak? Biraz eve alıştık, rahatladık mı? Yoksa huylu huyuna kaldığı yerden sahip çıkar mı?

    Huylu huyuna “ayı yavrusunu severken öldürürmüş” misali sahip çıkacak bu çok net. İnsanlar deplasmanda bastırırken atılacak kornere serçe parmaklarını feda etmeye hazır.

    Hayır yeri geliyor protesto yapmak istiyoruz ki maalesef son yıllarda devamlı yeri geliyor, twitter pek kesmiyor.

    Orada olmak lazım, olacağız.

    Röportajın sonlarına yaklaşırken biraz da tarihe iz bırakan bestelerden konuşalım. Maalesef Can Kozanoğlu’nun müthiş kitabı “Bu Maçı Alıcaz” pek çok alanda olduğu gibi tezahürat tarihi konusunda da yalnız. Oysa bu konuda oldukça üretken bir topluluk sizinki. Şöyle kolayda ise geçmişten bugüne birkaç kuple alabilir miyiz linklerden? Kolayda değilse de bendeniz Twitter timelineından, YouTube’dan arayıp bulacağım artık, ne yapalım :)

    Teveccühünüz… Şöyle ortaya karışık birkaç link bırakıyorum. 

    Gidiyoruz Amsterdam’a

    Var Bir Hayalim Herkes Dinlesin

    Dilimde Şarkıların Gündüz Gece

    Silinmeyen Hatıralar

    Şampiyon Olacaksın

    Büyük hizmet. Var ol.. Bir klasikle başladık, diğer bir klasikle bitirelim. Kişisel taraftarlık tarihinin en iyi 11’ini sayar mısın, teknik direktörüyle birlikte?

    En zor soru da buymuş ya. Gerçi başlayınca geçer ama her mevkiye bir adam koyamayız. O zaman vefa duygusunu silmiş oluruz.

    Madem ilk maçımız Toni, kaleye de o geçsin. Eski maçları seyrediyorum, çok hatalı gol de yemiş ama canı sağ olsun : )

    Defansa Uche‘yi “Sen Allahın Bir Lütfusun” şarkısı eşliğinde koyalım.

    Yanına Luciano mu Lugano mu gelsin? Hadi Luciano olsun. Högh de kusura bakmasın.

    Sol bek Halil İbrahim olmayacak tabii ki, Roberto Carlos.

    OkochaAlexPVH ön tarafın değişilmez 3’lüsü ve Moşe.

    Sağ Bek almayacağım kadroya.

    Çapamız Appiah.

    Valla kaossa kaos kardeşim, taktiği bıraktım; Rıdvan ve Rap Rap Rapaic‘le kapıyorum.

    Bu kadroya Daum yakışır, yaşlandım benim işim olmaz derse de Ersun Yanal.

    Teşekkürler Can…

    Dededen ve Babadan Fanatik
  • Fenerbahçe’nin Yirmi Yedinci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin Yirmi Yedinci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe, 15 Ağustos 2010 tarihinde başlayıp 22 Mayıs 2011’de biten Türkiye Ligi’nde, 34 maçta 26 galibiyet, 4 beraberlik ve 4 yenilgi alarak yirmi yedinci Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Fenerbahçe adına sezonun gol kralı 33 maçta attığı 28 golle Alex De Souza oldu. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin yirmi yedinci Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türkiye Ligi Maçları

    15.08.2010 / Fenerbahçe 4 – 0 Antalyaspor

    23.08.2010 / Trabzonspor 3 – 2 Fenerbahçe

    29.08.2010 / Fenerbahçe 4 – 2 Manisaspor

    11.09.2010 / Kayserispor 2 – 0 Fenerbahçe

    19.09.2010 / Fenerbahçe 1 – 1 Beşiktaş

    27.09.2010 / Kasımpaşa 2 – 6 Fenerbahçe

    02.10.2010 / Fenerbahçe 3 – 0 Gençlerbirliği

    18.10.2010 / Konyaspor 1 – 4 Fenerbahçe

    24.10.2010 / Fenerbahçe 0 – 0 Galatasaray

    29.10.2010 / Bursaspor 1 – 1 Fenerbahçe

    06.11.2010 / Fenerbahçe 4 – 2 Eskişehirspor

    13.11.2010 / Gaziantepspor 2 – 1 Fenerbahçe

    22.11.2010 / Fenerbahçe 5 – 2 Bucaspor

    27.11.2010 / Başakşehir 0 – 1 Fenerbahçe

    05.12.2010 / Fenerbahçe 2 – 1 Karabükspor

    12.12.2010 / Ankaragücü 2 – 1 Fenerbahçe

    18.12.2010 / Fenerbahçe 1 – 0 Sivasspor

    22.01.2011 / Antalyaspor 0 – 1 Fenerbahçe

    30.01.2011 / Fenerbahçe 2 – 0 Trabzonspor

    05.02.2011 / Manisaspor 1 – 3 Fenerbahçe

    14.02.2011 / Fenerbahçe 2 – 0 Kayserispor

    20.02.2011 / Beşiktaş 2 – 4 Fenerbahçe

    26.02.2011 / Fenerbahçe 2 – 0 Kasımpaşa

    07.03.2011 / Gençlerbirliği 2 – 4 Fenerbahçe

    13.03.2011 / Fenerbahçe 2 – 0 Konyaspor

    18.03.2011 / Galatasaray 1 – 2 Fenerbahçe

    03.04.2011 / Fenerbahçe 0 – 0 Bursaspor

    09.04.2011 / Eskişehirspor 1 – 3 Fenerbahçe

    16.04.2011 / Fenerbahçe 1 – 0 Gaziantepspor

    24.04.2011 / Bucaspor 3 – 5 Fenerbahçe

    01.05.2011 / Fenerbahçe 2 – 0 Başakşehir

    08.05.2011 / Karabükspor 0 – 1 Fenerbahçe

    15.05.2011 / Fenerbahçe 6 – 0 Ankaragücü

    22.05.2011 / Sivasspor 3 – 4 Fenerbahçe


    En Çok Forma Giyenler

    34 Maç : Mehmet Topuz

    33 Maç : Alex de Souza

    32 Maç : Volkan Demirel

    30 Maç : Gökhan Gönül, Joseph Yobo

    29 Maç : Mamadou Niang

    28 Maç : Cristian Baroni, Diego Lugano

    27 Maç : Emre Belözoğlu

    25 Maç : Andre Santos, Issiar Dia, Semih Şentürk

    23 Maç : Miroslav Stoch

    22 Maç : Caner Erkin

    18 Maç : Selçuk Şahin

    14 Maç : Özer Hurmacı

    13 Maç : Bekir İrtegün

    10 Maç : Gökay İravul

    8 Maç : Fabio Bilica

    5 Maç : Colin Kazım Richards

    3 Maç : Daniel Guiza, Gökhan Ünal, Mert Günok

    2 Maç : Okan Alkan

    1 Maç : İlhan Eker


    En Çok Gol Atanlar

    28 Gol : Alex de Souza

    16 Gol : Mamadou Niang

    10 Gol : Semih Şentürk

    8 Gol : Diego Lugano

    5 Gol : Andre Santos

    3 Gol : Emre Belözoğlu, Gökhan Gönül

    2 Gol : Issiar Dia, Miroslav Stoch

    1 Gol : Bekir İrtegün, Caner Erkin, Daniel Guiza, Joseph Yobo, Mehmet Topuz, Selçuk Şahin

    Fenerbahçe’nin Yirmi Yedinci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin 1. Türkiye Şampiyonluğu (1933)

    Fenerbahçe’nin 2. Türkiye Şampiyonluğu (1935)

    Fenerbahçe’nin 3. Türkiye Şampiyonluğu (1937)

    Fenerbahçe’nin 4. Türkiye Şampiyonluğu (1940)

    Fenerbahçe’nin 5. Türkiye Şampiyonluğu (1943)

    Fenerbahçe’nin 6. Türkiye Şampiyonluğu (1944)

    Fenerbahçe’nin 7. Türkiye Şampiyonluğu (1945)

    Fenerbahçe’nin 8. Türkiye Şampiyonluğu (1946)

    Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu (1950)

    Fenerbahçe’nin 10. Türkiye Şampiyonluğu (1959)

    Fenerbahçe’nin 11. Türkiye Şampiyonluğu (1961)

    Fenerbahçe’nin 12. Türkiye Şampiyonluğu (1964)

    Fenerbahçe’nin 13. Türkiye Şampiyonluğu (1965)

    Fenerbahçe’nin 14. Türkiye Şampiyonluğu (1968)

    Fenerbahçe’nin 15. Türkiye Şampiyonluğu (1970)

    Fenerbahçe’nin 16. Türkiye Şampiyonluğu (1974)

    Fenerbahçe’nin 17. Türkiye Şampiyonluğu (1975)

    Fenerbahçe’nin 18. Türkiye Şampiyonluğu (1978)

    Fenerbahçe’nin 19. Türkiye Şampiyonluğu (1983)

    Fenerbahçe’nin 20. Türkiye Şampiyonluğu (1985)

    Fenerbahçe’nin 21. Türkiye Şampiyonluğu (1989)

    Fenerbahçe’nin 22. Türkiye Şampiyonluğu (1996)

    Fenerbahçe’nin 23. Türkiye Şampiyonluğu (2001)

    Fenerbahçe’nin 24. Türkiye Şampiyonluğu (2004)

    Fenerbahçe’nin 25. Türkiye Şampiyonluğu (2005)

    Fenerbahçe’nin 26. Türkiye Şampiyonluğu (2007)