Etiket: Ali Rıfat Çağatay

  • Kurbağalıdere

    Kurbağalıdere

    On yıllar evvel, İstanbullu mahlasıyla “Ol Şehr-i İstanbul ki” isimli bir seri kaleme alan yazarın, bu yazıdaki konusu Kurbağalıdere… “İstanbullu”, bu muhitin asıl çöküşünü Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali’nin yanmasına bağlamış. Haksız da sayılmaz… Yazıyı okurken size zaman zaman neşe, fakat ekseriyetle hüzün eşlik edecek…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ol Şehr-i İstanbul ki – Kurbağalıdere

    Kadıköy yakasında dolaşırken, buraya nice ve nice yıllar apayrı bir özellik ve güzellik kattıktan sonra bugün kendi haline terk edilmiş bulunan Kurbağlıdere’den bahsetmemek, İstanbul’un geçmiş yaşantısına karşı saygısızlık olur herhalde…

    Kurbağlıdere, İstanbul’un bu güzel yakasının en büyük bir eğlence ve bir mesire yeri idi. Kadıköy’ün o sevimli Kuşdili Çayırı’na ayrı bir güzellik katmakla da kalmayıp Yoğurtçu Parkı önünden tâ Kalamış koyuna kadar uzayıp giderdi.

    İlkbahar ve yaz aylarında bu dere rengârenk kayıklarla dolup taşar ve nice canlar en güzel kıyafetleri içinde burada seyrana çıkarlardı. Dere’nin akıp geçtiği yerdeki çayırlar da mahşeri kalabalık ile dolup taşardı. Kadıköy’ün en güzel ve en gözde konakları ve evleri bu derenin yanında yükselirdi. Bu ahşap evlerden pek çoğu günümüze dek ulaşmış bulunmaktadır.

    Bir zamanların bu en gözde köşesinin bugün gözden alabildiğine düşmüş olmasının nedeni, Kurbağalıdere’nin son zamanlarda eski şaşaalı günlerini tamamen unutturan bir hal ve hüviyete bürünmüş olmasıdır. Buraya gizlice verilen kanalizasyonların yanı sıra günden güne çamurla dolmakta bulunan dere bu havaliyi oturulması pek zor bir hale getirmiştir ne çare ki. Bu nedenle yalnız Kurbağalıdere değil, kıyılarında yükselen o eski güzelim konaklar da mukadder akibetlerine terk edilmiş durumdadırlar. Dolayısiyle bu konakların yer aldığı arsalar bile gözden düşmüştür ne çare ki. Bir zamanlar Kadıköy yakasının en muteber arsaları bugün bir karış toprağın bir servet teşkil ettiği çevrede «yüzüne bakılmaz» duruma dûçar kalmıştır maalesef.

    Kurbağalıdere

    Kurbağalıdere Kadıköy semtinin yalnız en gözde bir mesire yeri değildi, aynı zamanda bir spor merkezi idi de. Bu derenin hemen yanındaki çayırı, İstanbul futbolunun doğuşuna sahne olmuştu, İngilizlerin yurda soktukları bu cazip oyun bu çayırda yine İngilizler tarafından ilk kez oynanmıştı. Sonra yine bu çayırdan Kadıköyün diğer çayırlarına yayılmış, oradan da bütün İstanbul’u kaplamıştı.

    Bu semtte doğan Fenerbahçe kulübü, 1914 yılında bu derenin hemen kenarında beyaz boyalı güzel bir lokale taşınmış ve burada Türkiye’nin an büyük bir spor kulübü haline gelmişti. Fenerbahçeli futbolcuların teşebbüsü ile alınan bir sandal, Türkiye’de spor kulüplerinin ilk kürek faaliyetini teşkil etmişti. Ve Türkiye’de kürek sporunun temelinin atıldığı yer de bu vesile ile Kurbağalıdere olmuştu.

    Fenerbahçelilerin 1914 yılı yazında Nehabet adında bir ustaya bu derenin üzerinde yaptırdıkları ahşap kayıkhane, bir spor merkezi haline gelmiş bulunan Kurbağalıdere’ye ayrı bir önem kazandırdı.

    Fenerbahçe kulübünün 20 Mart 1914 cuma günü parlak bir törenle açılan dere kenarındaki, beyaz boyalı ahşap kulüp lokali, yalnız bu kulübün değil, Türk sporunun da bir çok unutulmaz olaylarına sahne oldu.

    3 Mayıs 1918 günü Fenerbahçe kulübünün bu lokalini ziyaret eden Anafartalar Kahramanı Mirliva Mustafa Kemal Paşa burada birkaç saat geçirmiş ve kulüp hâtıra defterine intibalarını yazmıştı :

    «Fenerbahçe Kulübünün her tarafta mazharı takdir olmuş bulunan âsarı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbabı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifâsı ancak bugün müyesser o- labilmiştir. Takdirat ve tebrikâtı buraya kayıt ile mübahiyim. 3.5.1334 (1918) – Ordu Kumandanı M. Kemal»

    Kulüpten Moda’ya gitmek üzere ayrılan Mustafa Kemal Paşa, Kurbağalıdere iskelesinden Fenerbahçe kulübüne ait iki çifte bir futaya binmiş ve bu dereden futa ile Moda’ya gitmişti. Aradan dört yıl geçmeden vatanı kurtaracak olan büyük kahramanı kulüpten futa ile Moda’ya götürmek şerefi ise Fenerbahçeli Mustafa Elkâtip Bey’e ait olmuş, küreği bu eski Fenerbahçeli çekmişti.

    Bu kulüp lokali Türk spor tarihinin en hareketli faaliyetine sahne olmuştu. Fenerbahçe’nin çeşitli yaşlardaki futbolculardan kurulu on beş futbol takımı lokale 50 metre mesafedeki sahaya (bugünkü Fenerbahçe stadı) giderlerken, atletler piste çıkarlar, hokeyciler Kuşdili çayırında egzersiz yaparlardı. Kürekçiler derede çalışır, yelkenciler buradan yelken açarlardı. Tenisçiler hemen bitişikteki kortta oynarlarken, patenciler beton pistte kayarlardı. Salonda da boks, halter, eskrim ve cimnastik çalışmaları yapılırdı.

    Geceleri ise toplantı salonunda toplantılar, çeşitli müsamereler tertiplenir, konserler verilirdi. Kulüp azasından bulunan Ibnürrefik Ahmet Nuri, Ahmet Rasim, Ali Rıfat, Ekrem Besim gibi edebiyat ve musiki âleminin ünlü isimlerinin yanı sıra yine azadan Muhiddin Sadak ve futbolculardan Münir Nureddin (Selçuk) beyler bu unutulmaz gecelere ayrı renk katarlar, yaz gecelerinde Kuşdili çayırı ve Kurbağalıdere saz ve ses ahengi ile yıkanırdı.

    5 Haziran 1932 pazar gecesi çıkan bir yangın bu beyaz boyalı ahşap binayı içindeki binbir hâtıranın yanısıra spor sahalarında kazanılmış 107 parça kupa ve mükâfat ile birlikte kül ederken Kurbağalıdere en büyük ve en acı bir kaybına uğramıştı.

    Bu yangından sonraki yıllarda geçen her gün Kurbağalıdere’nin aleyhine tecelli etti. Her geçen gün bu delrnin şaşaası biraz daha söndü. O berrak su bir çamur deryası halini aldı. Yasemin, manolya ve mor salkımların içleri bayıltan o güzelim rayihasının yerini kanalizasyondan çıkan boğucu ve tiksindirici hava kapladı. Ve Kurbağalıdere’nin eski günlerden bu yana sadece tatlı bir anısı kaldı..

    Kurbağalıdere

  • Ali Rıfat Çağatay

    Ali Rıfat Çağatay

    Rahmetli Adnan Giz’in muhteşem bir kitabı var. Adı “Bir Zamanlar Kadıköy”… Tadına doyulmayan bu kitapta Fenerbahçe ile kesişen çok fazla kişi ve olay var ama biz Fenerbahçe’nin mütareke/işgal dönemi oyuncularından Cafer Çağatay‘ın babası, İstiklal Marşı’nın ilk bestecisi, ünlü müzik adamı Ali Rıfat Çağatay ile başlayalım istedik… Keyifle okuyacaksınız. Adı geçenlerin hepsi nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ali Rıfat Çağatay

    XIX. Yüzyılda şairlerimiz gibi bestecilerimiz de hüzünlüdür. Bu ortak hüzünde kişisel dertlerden başka koca imparatorluğun dağılmasının, yenilgilerin, ekonomik çöküntünün, eski deyimiyle Devran’ın etkileri vardır. Bu yaslı bestecilerin durumunu, ünlü Ahmet Rasim’in bir güftesinin ilk iki satırı ile özetleyebiliriz :

    Can hasta, gözüm yaşlı, gönül zâr u perişan
    Öldürdü beni mihnet-i canân, gam-ı devran

    Evet, canân ve devran!

    Bu devrin bestecilerinden (Çağatay) soyadını alan Ali Rıfat Bey’in farklı bir görünüşü var. Önce güçlü, sağlıklı bir kişi, amatör olarak güreşir. Çağdaşı sanatçıların çoğu gibi para sıkıntısı çekmemiş, köşkü, atı, arabasıyla bolluk içinde yaşamıştır.

    Ailesi

    Dört çocuğunun annesi olan ilk eşinden ayrılarak Mısırlı Prens Halim Paşa’nın büyük kızı ve yine Servet sahibi prenses Zehra hanımla evlenmiştir.

    Musiki meraklısı Halim Paşa’nın, kaydedilmemiş olduğundan yüzlercesi unutulan eski musiki eserlerinden kulaktan kulağa zamanına erişenleri Hamparsum notası ile yazdırtarak meydana getirdiği değerli koleksiyonu bir gün Ali Rıfat Bey’in eline geçecektir

    Ali Rıfat Çağatay (1867-1935) şair Samih Rıfat Bey’in büyük kardeşi oluyordu.

    İyi bir eğitim gördü. Bu arada Türk musikisinde çalışarak ud ve kemençede başarılı olacak, Udi Rıfat Bey diye anılacaktı. Sesi de güzeldi. İbnülemin Mahmut Kemal Bey kendisini birkaç kere dinlemiş ve “Takdirkârı olmuştum. Terbiyeli, nazik bir ehl-i sanat idi” diyor.

    II Abdülhamit devrinde bir ara Şuray-ı Devlet’te çalışan Rıfat Bey, sonradan ömrünü musikiye verecekti.

    Kadıköy’de…

    Kadıköy ile ilişkisine gelince, hayatta bulunan oğlu Cafer Çağatay Bey’in verdiği bilgiye göre, ailesi 1904’te Kadıköy semtine taşınmıştır.

    Önce Yoğurtçu Köprüsü’nü geçince sol tarafta bir evde oturmuşlardı.

    Sonra Rıfat Bey Çamlıca’nın “Libade” diye anılan ve bir zamanlar seyranı ile meşhur olan semtin bugün Kargadere isimli sokağının üzerinde 10-12 dönümlük bir arazideki eski bir evi alarak yıktırmış, yerine bakımlı bahçesi, havuzu, saz köşkü ile yeni bir bina yaptırmıştı.

    Prenses ve uzun süre bu köşkte oturdu. Prenses Zehra kültürlü, nazik bir hanımdı. İlk eşinden olan oğlu Ali Haydar Bey cumhuriyetten sonra Galatasaray kulübünün yönetim kurulu başkanlığını da bulunmuş ve Ali Sami Yen Stadı’nın yapıldığı arazinin yarıdan fazlası bu zat tarafından kulübe bağışlanmıştır

    Hastalanarak tedavi için Avrupa’ya giden Zehra Hanım, mütareke döneminde Nis’te öldü. Yalnız kalan Rıfat Bey, Nimet isimli bir hanımla evlenerek, Söğütlüçeşme Caddesi’nden Mısıroğlu’na çıkan Elmalı Çeşme yokuşunun solunda ve Süleyman Bey sokağının üst köşesinde kendi mülkü olan bir eve taşındı. 1935’te bu evde öldü.

    Musiki Cemiyetleri

    Ali Rıfat Bey, Kadıköy’ün yakın tarihinde adı geçen “Şark Musiki Cemiyeti”nin başkanlığına getirilmiş, geçmiş ve geleceğin başarılı saz ve ses sanatçılarının bu dernekte toplanmasına katkısı olmuştur.

    2-3 yıllık bir çalışmadan sonra derneğin bazı nüfuslu üyeleri ile anlaşmazlığa düşünce istifa ederek, Hale sinemasının üst katında çalışmaya başlayan Türk Musiki Ocağı’nı kurdu. Bu dernek 1930-1931 yıllarına kadar çalışacaktı.

    Bir ara Paris’e giden ve Batı müziğini inceleyen Rıfat Bey, Türk musikisinde Batı örneğine göre yenilikler yapmak istiyordu. Bu yola yönelik eserler bestelemiş; saz heyetine flüt, piyano, viyolonsel gibi aletleri almıştı. İstanbul Konservatuvarı’nın kurulmasından sonra Rauf Yekta Bey ile Tasnif Heyeti’nde çalışarak eski eserlerin yayınlanmasına hizmet etti.

    Eserleri

    Rıfat Bey’in eserleri arasında Orhan Seyfi Orhon’un “Tereddüt” isimli şiirinden yaptığı Buselik Fantezi çok tutulmuştu. Medhalleri, saz semaileri, fasılları vardır. Mehmet Akif’in “Bülbül” şiirini, ayrıca Köse İmam’ını bir perdelik operet şeklinde bestelemiştir.

    Atatürk, Büyük Millet Meclisi’nin 1934 açış nutkunda, Türk musikisinin durumunu eleştirmiş ve Batı tekniğine uygun eserler vücuda getirilmesinin lüzumuna işaret etmişti.

    Bu uyarı üzerine Türk musikisinin durumu basında günün konusu haline gelmiş, bu arada öteden beri konu üzerinde çalışmış ve yenilikleri savunmuş olan Ali Rıfat Bey’in düşünceleri sorulmuştu. Rıfat Bey, bu devirde yayınlanan “Türk Tarihinin Ana Hatları” isimli eserin musiki bölümünü yazan heyetin başında bulunuyordu.

    8 Kasım 1934 tarihli Akşam gazetesinde açıklanan görüşlerinde “Yapılacak musiki inkılabından önce Türk tarihinin incelenmesi gerektiğini, bugünkü Batı musikisinin temelini oluşturan yedi gamın Orta Asya’dan Batı’ya geçtiğini” belirterek “Türkler yalnız Heptatonik Gama icat etmekle kalmamış, musiki ilim ve sanatına büyük hizmetler etmişlerdir” diyor ve “Amaca ulaşmak için Batı musikisi tekniğini ve nazariyatını iyi derecede tahsil etmiş bestecilerin Türk musikisi nazariyatı ve kaidelerini de incelemiş bulunmalarının şart olduğunu” ileri sürüyordu.

    Oğlu Cafer Çağatay

    Ali Rıfat Bey’in oğullarından Cafer Çağatay (Doğumu:1899) Fenerbahçe futbol takımının yenilmeden şampiyon olduğu güçlü yıllarında sert bir savunma oyuncusu olarak ün yapmıştı. Saint Joseph Lisesi’nde okumuş, eczacılık eğitimi görmüştü. Futbolu bıraktıktan sonra, babadan gelme yetenekle müzik bilgisini ilerletmiş, kemençe ve piyano çalmaya başlamış, viyolonselde karar kılmıştı. Trabzon’da eczacılık yaptığı 1925-1931 yıllarında bir müzik topluluğu kurup yönetmişti. Kadıköy ve Eminönü halkevlerinde viyolonsel çaldı.

    Adnan Giz / Bir Zamanlar Kadıköy – İletişim Yayınları – 1988


    Ali Rıfat Çağatay tarafından yapılan ilk İstiklal Marşı Bestesi
  • Vizörün içindeki Kuşdili

    Vizörün içindeki Kuşdili

    İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (Suna ve İnan Kıraç Vakfı) arşivinden muhteşem bir Kadıköy fotoğrafı çıktı. İlk gördüğümüz andan beri “Vizörün içindeki Kuşdili bize ne anlatıyor?” sorusunu sorduk ve tabii ki en güzel yanıtı Alican Küçükcan ağabeyimizden aldık. Muhteşem bir fotoğraf ve bir o kadar muazzam bir yazı… “Keyifli okumalar” demeden önce belirtmeden geçmeyelim; fotoğrafın bulunduğu İstanbul Araştırmaları Enstitüsü çalışanlarına ve özellikle Furkan Sevim beyefendiye saygılarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Ressam ve Bir Düş

    Bahariye’de, bir köşkün cihannümasından Kuşdili, Hasanpaşa ve Acıbadem’e baktığımızı düşlüyorum, hani derler ya! uyandığında gerçekmiş hissi veren bir düş. Önümüzde uzanan görüntü hünerli bir ressamın elinden damlamış adeta. Her fırça darbesi bin bir özenle vurulmuş tuvale: 

    Buradan Karacaahmet’e kadar uçsuz bucaksız servi ormanının hışırdadığını biliyoruz. İlerisi göz görebildiği yere kadar hep mezarlık. Kuşdili çayırında eğlenenler hayatla ölümün sınırında olduklarını hiç düşünmüyorlar. Gülüyor, söylüyor, top oynuyorlar. Daha geçen hafta pazar günü Moda Futbol Kulübüyle, İngiliz Bahriyelileri İmogene kıran kırana bir maç yaptılar burada. Bu hızlı gösterinin galibi 1-0’lık sonuçla Moda oldu.. 3000 meraklı, kalesinde nefis plonjonlarla birçok şutu kurtaran Alex Sophiano’yu çılgınca alkışladı. Sophiano,hakemin  düdüğünden sonra omuzlarda taşındı. 

    Solumuzda uzanan ahşap denizinin altındaki Kuşdili çayırında sadece top oynanmadı. O geniş alan,  Kadıköylülerin hava almaya çıktıkları, ağır faytonların, ıhlamur ağacından yapılma geniş landoların cirit attıklarını, çayırda kurulan panayırda, şimdi tarih olmuş şerbetçilerin, kağıt helvacıların, muhallebicilerin, baloncuların ceplerinin şiştiği, yeldirmeli, maşlahlı güzellerin boy gösterdikleri, kısaca Kadıköy havalisinin eğlendiği geniş bir seyran yeri olmuştur. 

    Fenerbahçe Lokali

    Bu resim geçen yüzyılın başlarına ait. Tam da, Üsküdar kumandanı Bedirhani Ali Şamil Paşa, erkekleri Kuşdili’ne, kadınları Yoğurtçu’ya  pay etmeye uğraşıp, feryadını kimseye dinletemediği günler. Çayırın Kurbağlıdere kıyısına Galatalı Hamdi Reis’in çalgılı gazinosu kurulacak. Hamdi, evvelinde Galata’da kumar kahvesi işletmiş, Abdülhamit’in meşhur yaveri Fehim Paşa’nın adamlarından. Bu gazinonun yanında birkaç yıl sonra Fenerbahçenin lokalini göreceğiz. 

    Lokal bahçe içerisinde ve iki katlı olacak. Fotoğrafta yerleri boş ama, dış kapıdan girince sağ tarafındaki açıklığa tenis kortları yapılacak sonrasında. Bina inşa edildiğinde dereye bakan kapısı, köşede piyanosu olan, maroken koltuklu genişçe bir salona açılacaktır. Solda iç içe olan iki soyunma odasında, Zeki Rızalar, Alâlar, Kadriler çubuklu formalarını giyecekler. Suat, karbeyaz pantolununu, tişörtünü giyip, kortta raket sallayacaktır. Üst kattaki müzede kupalar, resimler ve hatıraların çerçevelenmiş halleri duracak. Fenerbahçe Kulübünün minnetsiz idmancısı, sarı lacivert forma altında bütün sporları yapmaya ve yaymaya çalışmış; kayıkhanede sandalları kalafatlayacak, korttaki fileleri eliyle örecek kadar fedakar Fenerbahçeli Galip, 6 Haziran 1932 günü lokal yandığında en çok gözyaşı dökecek olan sporcu olacaktır. 

    Fenerbahçe Lokali, alevlere teslim olmadan önce ulvi bir görev için koluna pazubant takmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya silah ve cephane sevkinin yapıldığı bir istasyon, Cumhuriyet yolunda ise önemli bir ‘yapı’taşı olmuştur. Ulu Önderin lokali ziyareti bu binada yaşanmış önemli dakikalardandır. 1920 yılında Hamit Hüsnü’nün lokalin yanına yaptıracağı kayıkhanede çok sayıda kürekçi filizlenecektir. 

    Fenerbahçe futbol takımı bu fotoğrafın içindeki sahalarda oyununu geliştirdi. Üzerine seneler sonra Dereağzı tesislerinin kondurulacağı Kördere Çayırı, Kurbağlıdere’nin hemen yanındaki Gemici çayırında Fenerbahçe idmancılarının izleri vardır. 

    Papazın Bahçesi

    Resmin sağ gerisinde, fotoğrafçı vizörünü biraz daha çevirseydi Kadıköy’ün ‘ehli diller yatağı’ denilen Papazın Bahçesini görecektik. Orası, doğanın yeşil sessizliğine meftun Ahmet Rasim’in müdavim olacağı, ağaçlar altında bir cennetti. Bahçeye bahar akşamları bülbül dinlemeye gelen çok olurdu. Ahmet Rasim orda etrafına şair Andelip, Eyüplü Neş’e, Muhsin, Borazan Tevfik, Ayı Raşidi toplar, alem yapardı. Papazın Bahçesinde bülbül sesi dinleyenler,  birkaç sene sonra, bahçenin hemen yan parseline yapılacak sahada, Fenerbahçeli sporcuların futbol sahasında icra edecekleri ahenkli sesleri duyacaklardı. Kurbağalıdere’nin doğusunda kalan bu alan vaktiyle Kardinal Andon Hassunyanın uhdesinde olduğu için bu ismi almıştı. 

    Fotoğrafın tarihinin 1905 civarı olduğunu tahmin ediyorum. Aşağıda, Kurbağlıdere yolunda,  bir sene kadar sonra 1906’da Göztepe istasyonunda vurulan Şehremini Rıdvan Paşa’nın katilleri yakalanacak ve apar topar Selimiye kışlasına götürülecekler. 

    Kurbağlıdere çayırında top peşinde koşanlar bu derdestten habersiz birçok maç yaptılar. Eski başkentin ilk futbolcularını şehire tanıtan La Fontaine’in Kadıköy Futbol Kulübü, “Harrier” denizcileriyle bu sahada yaptıkları sıkı gösteri maçı üzerinden yıllar da geçse de hep anılmıştır.

    Kadıköylüler 

    Ünlü besteci, Fenerbahçeli futbolcu Cafer Çağatay’ın babası Ali Rıfat Çağatay Yoğurtçu Köprüsü’nü geçince sol kolda kalan bir eve taşınalı bir sene bile olmamış daha. Köprü, fotoğrafın ortalarında beliren ahşap haliyle karşımızda.. Derenin iki yakasını kavuşturan ilk gerdanlık 30’lu yıllarda betona dönecek. Köprü, üzerindeki parke zemini, tramvay rayları, kendine hiç de yük olmayan, sırtından atladıktan sonra Bostancı’ya dek gidecek motrislerle eşsiz görüntüler verecekti. Kadıköy kumluktan kalkan tramvay arabalarına binip, bu civarda araçtan ineceklerden biri de (Ceylan) Bedri olacaktır. Bedri, sırasıyla Papazın çayırı, Silahtarağa, Union Kulüp, İttihadspor, Fenerbahçe Stadı isimleriyle bilinecek stadın tam karşısında oturacaktır. Futboldan sonra mesleği dişçiliğe dönecek, ilk milli maçımızın sol açığı Bedri’nin muayenehanesi Altıyolağzı’nda eskiden postahane olarak kullanılan sarı bir binadaydı. Binanın mimarı ilk futbolcularımızdan meşhur Hasan’ın babası Mehmet Ağaydı. 

    Fondaki yükselti Çamlıca tepesi.. İrtifa kaybederek yaklaşınca, Acıbadem’deki ortodoks kilisesinin apak halini farkediyoruz..Hemen sağında, pek seçemesek de :)  Kadıköy sularının çıktığı kaynak Üçpınar var. Abdülhamidin Başhafiyesi Ahmet Paşa’nın Peynirci Çiftliği denilen arazisinden geçen üç derecikle kucaklaşıp, Gazhane üzerinden Kadıköy çeşmelerine ulaşıyor bu ‘ab-ı hayat’.

    Bu hayat suyundan içenlerden biri de “Black Stocking” takımının ilk ve tek maçında  on birde kendine yer bulabilmiş  Sinekemani Nuri’dir.. Üstat, Namık Kemal’in küçük kardeşi Naşid Bey’in kızıyla evlidir. Fotoğrafçı, panoramik görüntü için makinesini ayarlarken Nuri belki de, Yoğurtçuçayırı caddesi 40 numaralı evinde, göğüse yaslanması sebebiyle ‘sinekeman’ adını almış kemandan battalca aletini çalıyordur. Ömrünü jimnastiğe ve musikiye  adamış olan Nuri Bey kalben Fenerbahçeliydi. Türk Sanat Musikisi’nde dev bir isim olarak kabul edilen, sarı lacivertlilerin ele avuca sığmaz sağ açığı Münir Nureddin ise Yoğurtçu çayırının karşısındaki evde oturmaktadır. 

    Fotoğrafın kadrajında kanat çırpan, buradayım diye uçuşan epeyi ayrıntı olduğu malum, onları da başka bir Kadıköy klişesi altında yakalar, konuştururuz efendim; sağlıcakla…

    Alican Küçükcan

    Vizörün içindeki Kuşdili